17 Mayıs 2024 Cuma

Bilimlerin İslamileştirilmesi Çalıştayı'ndaki Müzakerem

 

 

 

 

İSLAM VE BİLİM İLİŞKİSİNE DAİR BAZI DÜŞÜNCELERİM

                                                            Prof. Dr. Zeki ÖZCAN

 

Bu Çalıştayın Saygıdeğer Organizatörleri ve Değerli Katılımcıları,

Sözlerime başlarken hepinizi içtenlikle selamlarım. Sözlerime başlamadan önce çalıştay konusuyla ilgili düşüncelerimi siz önemli bilim adamlarıyla paylaşmam için davette bulunan Sayın Prof. Dr. Mustafa Tekin Bey olmak üzere toplantıyı organize eden kurumun yetkililerine, organizasyondaki tüm görevlilere huzurlarınızda teşekkür ederim.

Şimdi konuyla ilgili görüşlerimi arz etmek istiyorum. 

Görebildiğim kadarıyla "İslami Bilim" problematiği günümüzde önceki yıllardan farklı şekillerde tartışılmaktadır. Geçmişte problem yeni olduğu için tartışanların yeterli birikimi yoktu. Konu akademik çevrelerden çok amatör araştırmalara destek veren Bu problematiğe ilgi duyan akademisyen sayısı azdı; sorun daha çok birkaç üniversite mensubu hariç tutulursa, çoğunlukla kimi dergilerin yazar kadrosundaki kişiler tarafından tartışılıyordu. Bu durum "İslami Bilim"in ne olduğundan ya da ne olması gerektiğinde, yönteminden, sınırlarından, diğer bilimlerle ilişkilerinden ziyade bir imkânın mümkün olup olmamasına odaklıydı; söylenenler de bir iyi niyetin genellikle retorik üslupla ifadesi görünümü arz ediyordu.  Günümüzde "İslami Bilim" kavramı önceki tartışmaları kümülatif tarzda sürdürse de onlardaki naiv yaklaşımı aşmıştır, en azından akademik olma arzusunu daha çok yansıtmaktadır. "Problemi uylaşımsal tarzda çözmek imkânsızdır." demek imkânsızdır; ama kolay olmadığı da çok açıktır. "İnsan ve toplum bilimleri"inin bilimselliği konusunda yaklaşık üç yüz yıldır yapılan tartışmaları dikkate aldığımızda bunu çok daha iyi anlayabiliriz; sonuçta "islami bilim" kavramının imkanını mümkün kabul edenlerin yolun daha başında olduklarını söylemek sanırım harcanan çabayı küçümsemek kat edilen mesafeyi görmezden gelmek değil, umuttan hiçbir şey yitirmemesi gereken bir gerçekliğin ifadesi gibi görülmelidir. 

Bu giriş niteliğindeki sözlerimden sonra şimdi konuya ilişkin görüşlerimi arz etmek istiyorum:

Önce bu projede gerçekleştirilebileceği umudu ifade edilen "islami bilim" ifadesindeki güçlüklere değinmek istiyorum. Şunu ifade etmeliyim: Bilim bir "bavul terim"dir. İçinde son derece heterojen tekil bilimler vardır. Bilimleri metodolojik indirgemeci ve tekelci pozitivist tutumları bir kenara bırakırsak konularına göre ikiye ayırma konusunda büyük ölçüde uylaşım var gibidir: Bunlar doğal nesneleri ve olguları inceleyen nomotetik doğa bilimleri ve insanın bireyselözelliklerini ve toplumsal eylemlerini inceleyen insan ve toplum bilimleridir. Doğa bilimlerine sonuçlarının kesin ya da kesinliğe çok yakın olduğu katı bilimler, insan ve toplum bilimlerine de değişkenlerin çokluğu yüzünde yumuşak bilimler denir. Burada şunu sorabiliriz: "İslami bilim" bunlardan hangisine girecektir? Katı bilimlere mi, yumuşak bilimlere mi? Problemi hem ortaya koyanlar hem de tartışanlar görebildiği kadarıyla hiç değinmemektedirler. Şu açıktır: Bu bilimlerdeki yöntemlerin hiçbiri "İslami bilim"i yapmayı mümkün kılmak için icat edilmemiştir. O nedenle "İslami bilim"in bu bilimler sınıfından birinin yöntemini uygulaması mümkün değildir. Bu dikkate alındığında geriye tek ihtimal kalır: İslami bilim" doğa bilimi de insan ve toplum bilimi de olmayan yeni ve üçüncü bir kategoridir. Burada temel problem bilimi yeniden tanımlayarak elde ettiğimiz üçüncü kategori bilimin meşruluğunun kabulü. Bu nasıl sağlanacaktır? Üçüncü kategori bilimi islami bilimi yapanların daha doğrusu yapacaklarını söyleyenlerin kabulleri bu bilim üzerinde uylaşım olduğu anlamına gelir mi? Bu bilimleri yapacaklarda hangi oryantasyon gerekir? Bunlar Kelamcılar, Fıkıhçılar hadisçiler, din psikologları, sosyologları, felsefecileri eğitimcileri vs. kimlerdir? Bu hakkı kim kime hangi nedenle verme hakkına sahiptir? Yoksa islami interdisipliner tarzda bir islami bilim mi yapılmalıdır? Eğer böyleyse ilahiyat bilimleriyle din bilimlerinin dini obje hakkındaki tespitlerinin homojenliği nasıl ve kim tarafından sağlanacaktır? Bundan da öte bu kadar farklı bilim dallarının perspektivizmin ürünü yorumlarla ulaştıkları sonuçları juxtapoze olmaktan kurtarmanın bir yolu nasıl bulunacaktır? Bu sonuçların bilimdeki olgusallığı karşıladığını garanti edecek bir ölçüt var mıdır?

Bu sorular çoğaltılabilir; ama gereksizdir. Bize göre" İslami bilim" projesini tasarlayanlar bu soruları dikkate alıp üzerinde düşünürlerse, kanaatimce projenin ete kemiğe bürünme şansı daha da artacaktır.

Bize göre İslamî Bilim" kavramının bilimi mikrolaştırma gibi bir riski vardır.  Bu adlandırma inanç-değer-dünya görüşü üçgeninde, kültürel değişkenler göre belirlenmiş bir önermesel tutumlar manzumesi görünüşü ya da ideali amaçlanıyor izlenimi vermektedir. Bu durumda insanın ve toplumun kültür-kimlik bağımlısı olması kaçınılmazdır. O zaman başka kültür-kimliklere mensup kişiler de kendi bilimlerini yapma hakkına sahip olur. O takdirde Budist, Hinduist, hristiyan, yahudi hatta Yoruba bilimlerden söz edilmesi meşru ve mümkün olur. Bu da insani ve toplumsal alanı mikro bilgilerin ve bilimlerin ifade tarzlarına indirgemek yani mikrolaştırmak anlamına gelir.

Mikrolaştırılmış bilimlerin sonuçlarının farklılığı ve karşıtlığı kaçınılmazdır. O zaman üç şeyden birini yapmak gerekir:

1.Mikro bilimlerden biri üzerinde uylaşım sağlamak yani onu protptip kabul ederek makrolaştırmak: Bu kültür-kimlik bağımlı bilim idealinden vazgeçmektir. O nedenle alternatif olarak düşünülmesi, mümkün değildir.

2. Mikro bilimlerin bir üst yönetici bilim çatısı altında bir bilimler federasyonunu kabul etmek. Bu durumda sorun şu olur: Yönetici bilim bir üst bilime dönüşür. Üst bilim ise,  mantıkçıların üst dil olmamasına benzer. Üst dil nasıl olguyla bağını kesmişse yönetici üst bilim de bilimdeki olgusallıkla ilişkisini koparmak zorundadır. Bu durumda bilim olmayan bir bilim kabul etmek zorunda kalınır ki, bu da çelişkilidir.

3. İnsani durumlar düşünüldüğünde yukarıdaki ilk iki alternatiften birinin gerçekleşme şansları pek yoktur. Geriye tek mümkün hatta zorunlu bir alternatif kalır: Her bir mikro bilimin kendi mikro alanında kalmaya razı olması.

Özetle söylersek, açıkladığımız nedenlerden dolayı "islami bilim" "senin bilimin sana, benim bilimim bana" realitesini kabul etmek yani kültür değişkeninin ürünü olmaya razı olmak pahasına gerçekleştirilebilir. 

Proje üzerinde çalışan değerli bilim adamlarının bu konuyu dikkate almalarında yarar olduğunu düşünüyorum.

"İslami bilim" idealinin bir başka dikkate alması gereken durum da bireysel eylemlerin determinasyonu konusudur. Nomotetik bilimlerin doğal determinasyona itaat eden objelerine karşıt olarak insan antropolojik determinsayona da doğrusu psikoloji terimiyle ifade edersek motivasyona itaat eder.  Motivasyon doğal determinasyona karşıt olarak kişisel yönelimlerin ihtiyaç duyduğu bireysel özgürlüğü gerektirir. Kültür ise bireysel eylemleri predetermine eder. Bu durumda predeterminasyon ve bireysel özgürlük arasında baskılayan-baskılanan, zorlayan-zorlanan, buyuran-buyrulan dikotomisi ortaya çıkar. "İslami bilim" bu dikotomiyi nasıl aşacaktır? Yöntem bireyciliğini kabl edecek midir? Bu önemli bir sorundur; çözümüne ilişkin somut öneriler ortaya konmalıdır.   

"İslami bilim" projesi Batı'da Hume'dan Putnam'a bir dizi filozof tarafından savunulan olgu/değer ayrımının imkânsızlığı tezini gerçek/anlam ayrılmazlığı şeklinde farklı bir biçimde kabul etmektedir. Gerçek/anlam bütünlüğünün kaynağı olan olgu/değer bütünlüğü bize göre monist bir açıklamayı idealize etmektedir.  Olgunun dilinin ve değerin dilinin bir ve aynı dilin iki ayrı görünüşü olduğunu kabul etmektedir.  Oysa olguların çeşitliliği kadar değerin de olgu üstü olması bir gerçektir. Öte yandan olgu ve değer arasında bir de estetik alan vardır. Bu durumda üç dilin bilimin, ahlakın ve sanatın dillerini tek bir dile, üç görünüşlü tek bir dile indirgemek nasıl mümkündür? diye düşünmeden edemeyiz.  Proje üzerinde düşünenler bize göre üç görünüşlü tek bir dilin mantıktaki eşdeğer önermelerin değiş tokuş edildikleri gibi değiş tokuş eden bir dil olmadığını somut biçimde ortaya koymalıdır. 

"İslami bilim" projesinin en acil sorununun sınırlarının iyi çizilmesi ve yeniden uygun bir adla ifade edilmesidir. Çünkü yukarıda söylediğimiz gibi "bilim" bir bavul kelimedir. "İslami bilim" bunlardan hangilerine alternatiftir? Pozitif bilimlere mi? İnsan ve Toplum bilimlerine mi ya da her iki gurup bilime mi? Bunu belirlemeden proje "hakkında konuşamadığımız için susmak zorunda kaldığımız" bir program olur. Proje hakkında önerilerde bulunabilmemiz ve eleştirilerde yapabilmemiz için "alternatifi aranan bilim"in hangisi olduğu, dilek ve temenni ifadeleri izlenimi vermeyen açık ve anlaşılır ifadelerle söylenmelidir. Biz burada bir öndüşünme olarak görüşümüzü ifade edelim: "islami bilim" empirik bilimlerin alternatifi düşünülmelidir. Çünkü bu bilimlerin verileri dünyayı tanımayı ve dünyada daha iyi yaşamayı sağlar. Bu veriler yok sayılamadığı gibi onların yerine geçecek bilgi türü de yoktur.

O zaman geriye  "islami bilim" projesi tek bir gerekçe kalır. O da İnsan ve Toplum bilimlerinin alternatifi olmak. Alternatif insan ve toplum bilimi olabilmek için bu bilimlerin hangi nedenle yetersiz ya da metodolojik olarak yanlış oldukları ve bu teresizliklerin nasıl giderileceği; hangi araştırma yönteminin daha mükemmel sonuçlara ulaşmaya izin vereceği, örneklerle ortaya konmalıdır.

Burada şu temel gerçeği gözden kaçırmamalıdır: "İslam bilimi" nasıl anlaşılırsa anlaşılsın bir paradigmaya dayanmak zorundadır. Oysa insani olgular çok çeşitli ve değişkendir. Eyleme olduğu kadar psişeye de bağlıdır. Bir değerler dizisi tüm insani olguları anlamanın ölçütü yapıldığında olguların çeşitliliği göz ardı edilir. Bütün çeşitlilikleri içeren tek bir paradigma yoktur.  Paradigmaların çeşitliliği bir zorunluluk olarak karşımızdadır. "İslami bilim" ya bu paradigma çoğulluğuyla yüzleşmek ya da bir paradigmaya dayanmayı terk etmek zorundadır. Paradigmaların birinin veya birkaçının diğerlerine  üstünlüğünün objektif nedeni yoktur; sadece uylaşımsal olmayan  a priori bir tercihin ürünüdür. Dışlanan paradigmalar da kabul edilen paradigmalar kadar kabul edilme hakkına sahiptir.

Öbür yandan "paradigma tercihi" zorunluluğundan kurtulmak için paradigma yerine tekil insani olguların doğrudan gözlem betimi konabilir mi?  Bu durumda bilim mantalitesinden uzaklaşıp bağlamsallığın içinde tutsak olmak zorunda kalmaz mıyız?  Paradigma problemi "islami bilim" tasavvurunun çözmesi gereken en önemli problemlerden biri olduğunu düşünüyorum.

Öte yandan bu projenin nitel/nicel sarmalından nasıl kurtulacağı, bunların karşıt mı yoksa birbirinin tamamlayıcısı mı oldukları "islami bilim"de bunların yerlerinin ve değerlerinin ne olduğu da açıklanmalıdır.

Bu proje insanı anlamaya ve açıklamaya çalışırken dayandığı temel ilkeleri dünyadaki empirik insanın gözlemlenmesinden değil; yorumlanabilir ama değiştirilemez ve göz ardı edilemez Tanrısal ifadelerden almayı önermektedir.  Çağdaş din bilimcisi açısından hareket noktası olacak ifadeleri tevarüs ettiği tarihsel yorumların ötesinde tıpkı bir doğa yasası homojenliğinde anlamayı sağlayan şey nedir? İlke yapılan ifadenin anlamı konusunda uylaşım nasıl sağlanacaktır?

Öte yandan kutsal metnin ifadeleri metnin muhataplarıyla ilişkisinin zorunlu bir sonucu olarak tek anlamlı olduğu kadar da çok anlamlıdır? Bağlamla sınırlı olmayan ifadeler oldukları kadar bağlamsal ifadelerdir. Bu durumda hangi ifadeler bilimsel ilke koymaya esin kaynağı olacaktır? Tek anlamlı/bağlamsız ifadeler mi çok anlamlı/bağlamlı ifadeler mi? Yoksa her iki sınıf birlikte mi? Eğer birinci grubu esin kaynağı kabul edersek "yorumlanabilir; ama değiştirilemezlik/yok sayılamazlık" ilkesi terk edilmiş olmayacak mıdır? Çok anlamlı ifadelerin teoride değil pratikte dikkate alınmaması nasıl ve hangi gerekçeyle mümkündür? Sorunun önemini konuyla ilgili herkes için oldukça açıktır.

Bu proje teorik olarak tutarlı bütün ayrıntıları üzerinde düşünülmüş, sistematik açıdan son derece uyumlu birbirini destekleyen ve tamamlayan ögelerden oluşsa bile çok daha önemli bir sorunla karşı karşıya kalır: Teleolojik/ Eskatolojik bilim araştırması olmak. Bu projenin teleolojik/eskatolojik bilim projesi olması kaçınılmazdır. Çünkü mevcut insan ve toplum bilimleri paradigmalarına alternatif aramayı gerektiren neden, insanın dünyadaki bulunuşunun anlamı ve değerine ilişkin tasavvurun kaynağıdır. Buna göre insan dünyada dünya içinde doğal motivasyonlara göre yaşayan kişi değil; ödev ve misyon insanıdır; onun hayatına zihinsel erginlikle başlayan ve ölüme kadar devam eden verilmiş ve aşkın telos hâkimdir. Bu insan bir araştırma ve betim konusu değildir. Onun doğal hayatı telos tarafından ikincilleştirilmiştir ya da araçsallaştırılmıştır. Bu durumda "islami bilim" insanın aşkın telosa göre yaşamasının sıkı determinasyon koşullarının belirlenmesinden ibaret olmayacak mıdır? Bu durumda insan içinde yaşadığı dünyanın imkân ve fırsatlarından yararlanmak,  eskiden olduğu gibi bu dünyanın iyileştirilmesine nasıl katkıda bulunacaktır? Küreselleşmenin her gün etkisini daha çok hissettirdiği bir dünyaya yabancılaşması nasıl sağlanacaktır? Kaçınılmaz olarak kültürler ve uygarlıklar arası diyaloga girmesi hangi yolla ve hangi somut uygulanabilir ve kuşatıcı programlarla gerçekleştirilecektir?

Şimdi mevcut insan ve toplum bilimleriyle ilişkilerle ilgili zihnimdeki bazı sorulara işaret ederek konuşmamı bitirmek istiyorum. "İslamî bilim" projesini tasarlayanların seçtikleri ve projeye temel gerekçeleri dikkate aldığımızda bunun kültür dünyamıza yabancı başta pan biyolojizm, sosyolojizm, psikanaliz, marksizm ve evrim teorisi olmak üzere olmak Batı’da da çokça tartışılan, eleştirilen hatta pek çok araştırmacı tarafından reddedilen teoriler olduklarını görüyoruz.  Burada sorun şudur: Üç yüz yıllık geçmişi olan insan ve toplum birimlerindeki birikimden uygun yöntemleri kavramları seçerek çağdaş dünyaya yabancılaşmayı önleyecek araştırmalar yapmak daha akılcı değil midir? 

Son cümlelerim: Görüldüğü gibi ben bir "islami bilim" projesi önermiyorum daha doğrusu öneremiyorum. Çünkü bunun bir veya birkaç kişi tarafından somut biçimde ortaya konabilmesinin mümkün olduğu inancında değilim. Ben sadece huzurunuzda sesli düşündüm; zihnimdeki sorulara işaret ettim. Bu sorularla projeye umut bağlayanların ne umutlarını ne kırmak ne de teenniyi bırakmalarına yol açmak isteğinde ve niyetinde değilim. Bu sorularla konuyu düşünenlere mütevazı bir katkım olursa kendimi mutluluğun gerçekten ve hak ettiğinden daha fazlasını yaşayan biri gibi görürüm.

Benim açımdan sizler gibi değerli bilim adamlarıyla bu tarihsel mekânda böyle önemli bir konuyu iki gün boyunca müzakere etmenin derin hazzını yaşadığımı da ifade etmeden geçemeyeceğim.

Teşekkürlerimle....