İSLAM VE BİLİM
İLİŞKİSİNE DAİR BAZI DÜŞÜNCELERİM
Prof. Dr. Zeki ÖZCAN
Bu Çalıştayın Saygıdeğer Organizatörleri ve
Değerli Katılımcıları,
Sözlerime başlarken hepinizi içtenlikle
selamlarım. Sözlerime başlamadan önce çalıştay konusuyla ilgili düşüncelerimi
siz önemli bilim adamlarıyla paylaşmam için davette bulunan Sayın Prof. Dr.
Mustafa Tekin Bey olmak üzere toplantıyı organize eden kurumun yetkililerine,
organizasyondaki tüm görevlilere huzurlarınızda teşekkür ederim.
Şimdi konuyla ilgili görüşlerimi arz etmek
istiyorum.
Görebildiğim kadarıyla "İslami Bilim"
problematiği günümüzde önceki yıllardan farklı şekillerde tartışılmaktadır.
Geçmişte problem yeni olduğu için tartışanların yeterli birikimi yoktu. Konu
akademik çevrelerden çok amatör araştırmalara destek veren Bu problematiğe ilgi
duyan akademisyen sayısı azdı; sorun daha çok birkaç üniversite mensubu hariç
tutulursa, çoğunlukla kimi dergilerin yazar kadrosundaki kişiler tarafından
tartışılıyordu. Bu durum "İslami Bilim"in ne olduğundan ya da ne
olması gerektiğinde, yönteminden, sınırlarından, diğer bilimlerle
ilişkilerinden ziyade bir imkânın mümkün olup olmamasına odaklıydı; söylenenler
de bir iyi niyetin genellikle retorik üslupla ifadesi görünümü arz
ediyordu. Günümüzde "İslami
Bilim" kavramı önceki tartışmaları kümülatif tarzda sürdürse de onlardaki
naiv yaklaşımı aşmıştır, en azından akademik olma arzusunu daha çok
yansıtmaktadır. "Problemi uylaşımsal tarzda çözmek imkânsızdır."
demek imkânsızdır; ama kolay olmadığı da çok açıktır. "İnsan ve toplum
bilimleri"inin bilimselliği konusunda yaklaşık üç yüz yıldır yapılan
tartışmaları dikkate aldığımızda bunu çok daha iyi anlayabiliriz; sonuçta
"islami bilim" kavramının imkanını mümkün kabul edenlerin yolun daha
başında olduklarını söylemek sanırım harcanan çabayı küçümsemek kat edilen
mesafeyi görmezden gelmek değil, umuttan hiçbir şey yitirmemesi gereken bir
gerçekliğin ifadesi gibi görülmelidir.
Bu giriş niteliğindeki sözlerimden sonra şimdi
konuya ilişkin görüşlerimi arz etmek istiyorum:
Önce bu projede gerçekleştirilebileceği umudu
ifade edilen "islami bilim" ifadesindeki güçlüklere değinmek
istiyorum. Şunu ifade etmeliyim: Bilim bir "bavul terim"dir. İçinde
son derece heterojen tekil bilimler vardır. Bilimleri metodolojik indirgemeci
ve tekelci pozitivist tutumları bir kenara bırakırsak konularına göre ikiye
ayırma konusunda büyük ölçüde uylaşım var gibidir: Bunlar doğal nesneleri ve
olguları inceleyen nomotetik doğa bilimleri ve insanın bireyselözelliklerini ve
toplumsal eylemlerini inceleyen insan ve toplum bilimleridir. Doğa bilimlerine
sonuçlarının kesin ya da kesinliğe çok yakın olduğu katı bilimler, insan ve
toplum bilimlerine de değişkenlerin çokluğu yüzünde yumuşak bilimler denir.
Burada şunu sorabiliriz: "İslami bilim" bunlardan hangisine
girecektir? Katı bilimlere mi, yumuşak bilimlere mi? Problemi hem ortaya
koyanlar hem de tartışanlar görebildiği kadarıyla hiç değinmemektedirler. Şu
açıktır: Bu bilimlerdeki yöntemlerin hiçbiri "İslami bilim"i yapmayı
mümkün kılmak için icat edilmemiştir. O nedenle "İslami bilim"in bu
bilimler sınıfından birinin yöntemini uygulaması mümkün değildir. Bu dikkate
alındığında geriye tek ihtimal kalır: İslami bilim" doğa bilimi de insan
ve toplum bilimi de olmayan yeni ve üçüncü bir kategoridir. Burada temel
problem bilimi yeniden tanımlayarak elde ettiğimiz üçüncü kategori bilimin
meşruluğunun kabulü. Bu nasıl sağlanacaktır? Üçüncü kategori bilimi islami
bilimi yapanların daha doğrusu yapacaklarını söyleyenlerin kabulleri bu bilim
üzerinde uylaşım olduğu anlamına gelir mi? Bu bilimleri yapacaklarda hangi
oryantasyon gerekir? Bunlar Kelamcılar, Fıkıhçılar hadisçiler, din
psikologları, sosyologları, felsefecileri eğitimcileri vs. kimlerdir? Bu hakkı
kim kime hangi nedenle verme hakkına sahiptir? Yoksa islami interdisipliner
tarzda bir islami bilim mi yapılmalıdır? Eğer böyleyse ilahiyat bilimleriyle
din bilimlerinin dini obje hakkındaki tespitlerinin homojenliği nasıl ve kim
tarafından sağlanacaktır? Bundan da öte bu kadar farklı bilim dallarının perspektivizmin
ürünü yorumlarla ulaştıkları sonuçları juxtapoze olmaktan kurtarmanın bir yolu
nasıl bulunacaktır? Bu sonuçların bilimdeki olgusallığı karşıladığını garanti
edecek bir ölçüt var mıdır?
Bu sorular çoğaltılabilir; ama gereksizdir. Bize
göre" İslami bilim" projesini tasarlayanlar bu soruları dikkate alıp
üzerinde düşünürlerse, kanaatimce projenin ete kemiğe bürünme şansı daha da
artacaktır.
Bize göre İslamî Bilim" kavramının bilimi
mikrolaştırma gibi bir riski vardır. Bu
adlandırma inanç-değer-dünya görüşü üçgeninde, kültürel değişkenler göre
belirlenmiş bir önermesel tutumlar manzumesi görünüşü ya da ideali amaçlanıyor
izlenimi vermektedir. Bu durumda insanın ve toplumun kültür-kimlik bağımlısı
olması kaçınılmazdır. O zaman başka kültür-kimliklere mensup kişiler de kendi
bilimlerini yapma hakkına sahip olur. O takdirde Budist, Hinduist, hristiyan,
yahudi hatta Yoruba bilimlerden söz edilmesi meşru ve mümkün olur. Bu da insani
ve toplumsal alanı mikro bilgilerin ve bilimlerin ifade tarzlarına indirgemek
yani mikrolaştırmak anlamına gelir.
Mikrolaştırılmış bilimlerin sonuçlarının
farklılığı ve karşıtlığı kaçınılmazdır. O zaman üç şeyden birini yapmak
gerekir:
1.Mikro bilimlerden biri üzerinde uylaşım
sağlamak yani onu protptip kabul ederek makrolaştırmak: Bu kültür-kimlik
bağımlı bilim idealinden vazgeçmektir. O nedenle alternatif olarak düşünülmesi,
mümkün değildir.
2. Mikro bilimlerin bir üst yönetici bilim çatısı
altında bir bilimler federasyonunu kabul etmek. Bu durumda sorun şu olur:
Yönetici bilim bir üst bilime dönüşür. Üst bilim ise, mantıkçıların üst dil olmamasına benzer. Üst
dil nasıl olguyla bağını kesmişse yönetici üst bilim de bilimdeki olgusallıkla
ilişkisini koparmak zorundadır. Bu durumda bilim olmayan bir bilim kabul etmek
zorunda kalınır ki, bu da çelişkilidir.
3. İnsani durumlar düşünüldüğünde yukarıdaki ilk
iki alternatiften birinin gerçekleşme şansları pek yoktur. Geriye tek mümkün
hatta zorunlu bir alternatif kalır: Her bir mikro bilimin kendi mikro alanında
kalmaya razı olması.
Özetle söylersek, açıkladığımız nedenlerden
dolayı "islami bilim" "senin bilimin sana, benim bilimim
bana" realitesini kabul etmek yani kültür değişkeninin ürünü olmaya razı
olmak pahasına gerçekleştirilebilir.
Proje üzerinde çalışan değerli bilim adamlarının
bu konuyu dikkate almalarında yarar olduğunu düşünüyorum.
"İslami bilim" idealinin bir başka
dikkate alması gereken durum da bireysel eylemlerin determinasyonu konusudur.
Nomotetik bilimlerin doğal determinasyona itaat eden objelerine karşıt olarak
insan antropolojik determinsayona da doğrusu psikoloji terimiyle ifade edersek
motivasyona itaat eder. Motivasyon doğal
determinasyona karşıt olarak kişisel yönelimlerin ihtiyaç duyduğu bireysel
özgürlüğü gerektirir. Kültür ise bireysel eylemleri predetermine eder. Bu
durumda predeterminasyon ve bireysel özgürlük arasında baskılayan-baskılanan,
zorlayan-zorlanan, buyuran-buyrulan dikotomisi ortaya çıkar. "İslami
bilim" bu dikotomiyi nasıl aşacaktır? Yöntem bireyciliğini kabl edecek
midir? Bu önemli bir sorundur; çözümüne ilişkin somut öneriler ortaya konmalıdır.
"İslami bilim" projesi Batı'da Hume'dan
Putnam'a bir dizi filozof tarafından savunulan olgu/değer ayrımının
imkânsızlığı tezini gerçek/anlam ayrılmazlığı şeklinde farklı bir biçimde kabul
etmektedir. Gerçek/anlam bütünlüğünün kaynağı olan olgu/değer bütünlüğü bize
göre monist bir açıklamayı idealize etmektedir.
Olgunun dilinin ve değerin dilinin bir ve aynı dilin iki ayrı görünüşü
olduğunu kabul etmektedir. Oysa olguların
çeşitliliği kadar değerin de olgu üstü olması bir gerçektir. Öte yandan olgu ve
değer arasında bir de estetik alan vardır. Bu durumda üç dilin bilimin, ahlakın
ve sanatın dillerini tek bir dile, üç görünüşlü tek bir dile indirgemek nasıl
mümkündür? diye düşünmeden edemeyiz.
Proje üzerinde düşünenler bize göre üç görünüşlü tek bir dilin
mantıktaki eşdeğer önermelerin değiş tokuş edildikleri gibi değiş tokuş eden
bir dil olmadığını somut biçimde ortaya koymalıdır.
"İslami bilim" projesinin en acil
sorununun sınırlarının iyi çizilmesi ve yeniden uygun bir adla ifade
edilmesidir. Çünkü yukarıda söylediğimiz gibi "bilim" bir bavul
kelimedir. "İslami bilim" bunlardan hangilerine alternatiftir?
Pozitif bilimlere mi? İnsan ve Toplum bilimlerine mi ya da her iki gurup bilime
mi? Bunu belirlemeden proje "hakkında konuşamadığımız için susmak zorunda
kaldığımız" bir program olur. Proje hakkında önerilerde bulunabilmemiz ve
eleştirilerde yapabilmemiz için "alternatifi aranan bilim"in hangisi
olduğu, dilek ve temenni ifadeleri izlenimi vermeyen açık ve anlaşılır
ifadelerle söylenmelidir. Biz burada bir öndüşünme olarak görüşümüzü ifade
edelim: "islami bilim" empirik bilimlerin alternatifi düşünülmelidir.
Çünkü bu bilimlerin verileri dünyayı tanımayı ve dünyada daha iyi yaşamayı
sağlar. Bu veriler yok sayılamadığı gibi onların yerine geçecek bilgi türü de
yoktur.
O zaman geriye
"islami bilim" projesi tek bir gerekçe kalır. O da İnsan ve
Toplum bilimlerinin alternatifi olmak. Alternatif insan ve toplum bilimi
olabilmek için bu bilimlerin hangi nedenle yetersiz ya da metodolojik olarak
yanlış oldukları ve bu teresizliklerin nasıl giderileceği; hangi araştırma
yönteminin daha mükemmel sonuçlara ulaşmaya izin vereceği, örneklerle ortaya
konmalıdır.
Burada şu temel gerçeği gözden kaçırmamalıdır:
"İslam bilimi" nasıl anlaşılırsa anlaşılsın bir paradigmaya dayanmak
zorundadır. Oysa insani olgular çok çeşitli ve değişkendir. Eyleme olduğu kadar
psişeye de bağlıdır. Bir değerler dizisi tüm insani olguları anlamanın ölçütü
yapıldığında olguların çeşitliliği göz ardı edilir. Bütün çeşitlilikleri içeren
tek bir paradigma yoktur. Paradigmaların
çeşitliliği bir zorunluluk olarak karşımızdadır. "İslami bilim" ya bu
paradigma çoğulluğuyla yüzleşmek ya da bir paradigmaya dayanmayı terk etmek
zorundadır. Paradigmaların birinin veya birkaçının diğerlerine üstünlüğünün objektif nedeni yoktur; sadece
uylaşımsal olmayan a priori bir tercihin
ürünüdür. Dışlanan paradigmalar da kabul edilen paradigmalar kadar kabul edilme
hakkına sahiptir.
Öbür yandan "paradigma tercihi"
zorunluluğundan kurtulmak için paradigma yerine tekil insani olguların doğrudan
gözlem betimi konabilir mi? Bu durumda
bilim mantalitesinden uzaklaşıp bağlamsallığın içinde tutsak olmak zorunda
kalmaz mıyız? Paradigma problemi
"islami bilim" tasavvurunun çözmesi gereken en önemli problemlerden
biri olduğunu düşünüyorum.
Öte yandan bu projenin nitel/nicel sarmalından
nasıl kurtulacağı, bunların karşıt mı yoksa birbirinin tamamlayıcısı mı
oldukları "islami bilim"de bunların yerlerinin ve değerlerinin ne
olduğu da açıklanmalıdır.
Bu proje insanı anlamaya ve açıklamaya çalışırken
dayandığı temel ilkeleri dünyadaki empirik insanın gözlemlenmesinden değil;
yorumlanabilir ama değiştirilemez ve göz ardı edilemez Tanrısal ifadelerden
almayı önermektedir. Çağdaş din
bilimcisi açısından hareket noktası olacak ifadeleri tevarüs ettiği tarihsel
yorumların ötesinde tıpkı bir doğa yasası homojenliğinde anlamayı sağlayan şey
nedir? İlke yapılan ifadenin anlamı konusunda uylaşım nasıl sağlanacaktır?
Öte yandan kutsal metnin ifadeleri metnin
muhataplarıyla ilişkisinin zorunlu bir sonucu olarak tek anlamlı olduğu kadar
da çok anlamlıdır? Bağlamla sınırlı olmayan ifadeler oldukları kadar bağlamsal
ifadelerdir. Bu durumda hangi ifadeler bilimsel ilke koymaya esin kaynağı
olacaktır? Tek anlamlı/bağlamsız ifadeler mi çok anlamlı/bağlamlı ifadeler mi?
Yoksa her iki sınıf birlikte mi? Eğer birinci grubu esin kaynağı kabul edersek
"yorumlanabilir; ama değiştirilemezlik/yok sayılamazlık" ilkesi terk
edilmiş olmayacak mıdır? Çok anlamlı ifadelerin teoride değil pratikte dikkate
alınmaması nasıl ve hangi gerekçeyle mümkündür? Sorunun önemini konuyla ilgili
herkes için oldukça açıktır.
Bu proje teorik olarak tutarlı bütün ayrıntıları
üzerinde düşünülmüş, sistematik açıdan son derece uyumlu birbirini destekleyen
ve tamamlayan ögelerden oluşsa bile çok daha önemli bir sorunla karşı karşıya
kalır: Teleolojik/ Eskatolojik bilim araştırması olmak. Bu projenin
teleolojik/eskatolojik bilim projesi olması kaçınılmazdır. Çünkü mevcut insan
ve toplum bilimleri paradigmalarına alternatif aramayı gerektiren neden,
insanın dünyadaki bulunuşunun anlamı ve değerine ilişkin tasavvurun kaynağıdır.
Buna göre insan dünyada dünya içinde doğal motivasyonlara göre yaşayan kişi
değil; ödev ve misyon insanıdır; onun hayatına zihinsel erginlikle başlayan ve
ölüme kadar devam eden verilmiş ve aşkın telos hâkimdir. Bu insan bir araştırma
ve betim konusu değildir. Onun doğal hayatı telos tarafından
ikincilleştirilmiştir ya da araçsallaştırılmıştır. Bu durumda "islami
bilim" insanın aşkın telosa göre yaşamasının sıkı determinasyon
koşullarının belirlenmesinden ibaret olmayacak mıdır? Bu durumda insan içinde
yaşadığı dünyanın imkân ve fırsatlarından yararlanmak, eskiden olduğu gibi bu dünyanın
iyileştirilmesine nasıl katkıda bulunacaktır? Küreselleşmenin her gün etkisini
daha çok hissettirdiği bir dünyaya yabancılaşması nasıl sağlanacaktır?
Kaçınılmaz olarak kültürler ve uygarlıklar arası diyaloga girmesi hangi yolla
ve hangi somut uygulanabilir ve kuşatıcı programlarla gerçekleştirilecektir?
Şimdi mevcut insan ve toplum bilimleriyle
ilişkilerle ilgili zihnimdeki bazı sorulara işaret ederek konuşmamı bitirmek
istiyorum. "İslamî bilim" projesini tasarlayanların seçtikleri ve
projeye temel gerekçeleri dikkate aldığımızda bunun kültür dünyamıza yabancı
başta pan biyolojizm, sosyolojizm, psikanaliz, marksizm ve evrim teorisi olmak
üzere olmak Batı’da da çokça tartışılan, eleştirilen hatta pek çok araştırmacı
tarafından reddedilen teoriler olduklarını görüyoruz. Burada sorun şudur: Üç yüz yıllık geçmişi
olan insan ve toplum birimlerindeki birikimden uygun yöntemleri kavramları
seçerek çağdaş dünyaya yabancılaşmayı önleyecek araştırmalar yapmak daha akılcı
değil midir?
Son cümlelerim: Görüldüğü gibi ben bir
"islami bilim" projesi önermiyorum daha doğrusu öneremiyorum. Çünkü
bunun bir veya birkaç kişi tarafından somut biçimde ortaya konabilmesinin
mümkün olduğu inancında değilim. Ben sadece huzurunuzda sesli düşündüm;
zihnimdeki sorulara işaret ettim. Bu sorularla projeye umut bağlayanların ne
umutlarını ne kırmak ne de teenniyi bırakmalarına yol açmak isteğinde ve
niyetinde değilim. Bu sorularla konuyu düşünenlere mütevazı bir katkım olursa
kendimi mutluluğun gerçekten ve hak ettiğinden daha fazlasını yaşayan biri gibi
görürüm.
Benim açımdan sizler gibi değerli bilim
adamlarıyla bu tarihsel mekânda böyle önemli bir konuyu iki gün boyunca
müzakere etmenin derin hazzını yaşadığımı da ifade etmeden geçemeyeceğim.
Teşekkürlerimle....