TRACTATUS’TA ETİK
Kuşkusuz Tractatus’un konusu genellikle
mantık ve dil felsefesidir. Wittgenstein yine de burada dilin ve dünyanın
yapısını analiz ederken dilin
sınırlarının ötesinde kalsa da birkaç aforizmasında etiğe dair düşünceler de ortaya koymuştur. Şimdi bu satırlarda filozofun etiğe dair görüşlerini vermek
istiyoruz.
Wittgenstein etiğini anlamak için Tractatus Birinci Dünya
Savaşı’nda yazıldığını dikkate almalıdır. Gönüllü katıldığı Savaşın yıkıcılığı ve anlamsızlığı, Wittgenstein’ı
"dilin sınırları" ve "söylenemez olan" gibi kavramlar
üzerine düşünmeye yöneltmiştir.
Savaş, Avrupa'nın aydınlanmacı ilerleme inancını yerle bir
etmişti. Wittgenstein Savaş’ın derin etkisiyle
dilin "olgusal dünyayı" resmettiği teorisini ileri sürdü, bu
kaostan bir anlam çıkarma çabasına girişti. Tractatus’un soyut ve mantıkçı
yapısının altında trajik ve ahlaki bir kaygıyı dillendirdi.
Wittgenstein'ın Tractatus 'taki etik anlayışını, I. Dünya
Savaşı'nın yıkıcı koşullarıyla ilişkilendirerek okumak, onun "dilin
sınırları" ve "söylenemez olan" vurgusunu tarihsel bir bağlama
oturtmamızı sağlar. “Söylenemez olan”; acı, inanç, anlam arayışı... bütün
bunlar savaşın bıraktığı boşluktur.
Olguların toplamı olan dünyada savaş, en dehşet verici olgudur. Ancak etik, olguların ötesinde bir
"değer" alanıdır (6.4). Bir
siperde ölen askerin bedeni bir "olgudur", ama onun ölümünün anlamı
(kahramanca mı, anlamsız mı?) olgusal dilin dışındadır.
Savaşın travması, Wittgenstein'ı "dilin ifade
edemeyeceği şeyler" üzerine düşünmeye itmiştir, çünkü yaşanan acıyı
tanımlamak imkânsızdır. “Korkunç” veya “adil” gibi kelimeler, cephedeki
deneyimin yoğunluğunu aktaramaz.
Wittgenstein, büyük
olasılıkla savaşta tanık olduğu ölüm ve yıkım karşısında, bir ahlaki perspektif
arayışına girmiştir. Bunun sonucu olarak insanın, dünyayı değiştirmek yerine
anlaması gerektiğini söylemiştir. Wittgensteincı etik, bu anlama tavrından
ibarettir. Anlama ancak olgular
dünyasıyla değerler dünyası arasında kesin bir çizgi çekmekle mümkündür.
Anlam arayışı, olguların ötesine geçer: Askerlerin
fedakarlığı, olgusal bir "ölüm istatistiği" ile açıklanamaz.
Savaşın anlamsızlığı, mantıksal dilin sınırlarını aşar.
Susmak, bu radikal deneyime saygıdır. Wittgenstein'ın savaş günlüklerinde
yazdığı: "Tanrı bana ışık verdi. Ama bunu kimseye anlatamam. Tractatus'un
mantıkçı yapısı, savaşın karmaşasına bir düzen getirme çabasıdır.
Tractatus, savaşın yarattığı karanlıkta dilin ışığıyla yol
arayan, ancak sonunda “sessizlik” erdemine sığınan bir metindir. “Tractatus”un
etik öğretisi, savaşın getirdiği varoluşsal sorgulamaların bir ürünüdür.
Etik bir eylem değil, bir “varoluş biçimidir: Tıpkı
siperde askerin ölümü kabullenmesi gibi, Wittgenstein da dünyayı "olduğu
gibi" kabul ederek ahlaki bir duruş sergiler.
Wittgenstein, felsefeden belli bir asketik tavır da talep
ediyor gibidir. Ona göre etik konusunda sanki sezgiyle doğrudan fark ettiğimiz
açık olmayan bir şeyler var gibidir. Bu
nedenle Wittgenstein'ın etiği, I. Dünya Savaşı'nın dehşetinden doğan bir
felsefi askesizmdir.
Burada Tractatus’taki etiğin içeriğinin tümüyle Birinci Dünya Savaşı’ndaki koşullar
tarafından belirlendiğini söylemek istemiyorum. Ancak bir arka plan olarak bu
koşulların göz ardı edilmesi Wittgenstein etiğini değerlendirirken önemli bir
eksikliktir, bunda da kuşku yoktur. Eğer Büyük Savaş patlak vermeseydi, Tractatus’ta etik ifadeler
yer almayacaktı; olasılıkla yalnızca mantığın doğası üzerine bir eser
olarak kalacaktı.
Arka plan tezimizi desteklemek için hem biyografik hem
felsefi veriler vardır. Şimdi Savaş arka planını dikkate alarak Wittgenstein’ın
Tractatus’taki etik anlayışını açıklayalım.
Etik, Tractatus’un yüzeyine açıkça işlenmez;
ancak onun temel yapısının arkasında derin bir ahlaki tavır yatar. Aslında
Wittgenstein, Tractatus’un sonunda felsefenin ve dilin sınırlarını çizerken,
etik ve metafizik gibi insanın varoluşsal meselelerini bu sınırların ötesine
yerleştirir.
Wittgenstein’a göre, etik geleneksel felsefi
analizlerle ifade edilemez; gerçek etik, dünyevi olgularla sınırlı olmadığı
için, onu yazıya dökmek imkânsıza yakındır.
Eğer bir adam gerçekten etik üzerine bir
kitap yazabilseydi, bu kitap bir patlama gibi tüm dünya kitaplarını yok ederdi.[1]
Daha önce söylediğimiz gibi Wittgenstein‘a göre dilin işlevi, dünyadaki olguları
resmetmektir, dünyayı betimlemektir. Ona göre,
yalnızca olgusal durumlar hakkında anlamlı önermeler kurabilir.
Ona göre iyi, kötü, değer ve
mutluluk gibi temel etik kavramlar, olgusal dünyanın nesneleri veya durumları
değildir. O nedenle bu kavramlar hakkında anlamlı önermeler kurulamaz. Etik
hakkında anlamlı bir şekilde konuşmak, dilin sınırlarını aşar.
Olguların etik değeri yoktur, istekler, coşkular felsefi
düşünceler değildir. Etik konusunda yüzlerce kitap yazılsa da, bu, etik hakkında konuşmanın meşru olduğunu hiç
de kanıtlamaz; filozoflar etik problemlere çok çeşitli cevaplar verebilirler;
yine de bu problemler, gerçek problemler olmayabilir. Kuşkusuz Wittgenstein'ın
ahlaki rasyonalizmi ahlak hakkında konuşmayı reddetmesi ahlak fikrini
reddettiği anlamına gelmez. Wittgenstein sadece şunu demek ister: Akıl ve rasyonalite
etik konusunda a priori bir şeyler söyleyemez
Wittgenstein, Moore'un aksine, etiği antik dönemdeki gibi
geniş bir "iyi" kavramıyla sınırlandırmaz. Bunun yerine, dünyanın
içkinliği ile değerlerin, yüce olanın ve hayatın anlamının aşkınlığı arasında
bir ayrım yapar, etiği "aşkınsal" bir alan olarak tanımlar.
Etik ifade edilemez. Etik aşkındır. Etik
ve estetik bir ve aynı şeydir.[2]
Ona göre etik, yalnızca bu aşkın alanla ilgilenmelidir. Bu
radikal sınırlandırma, Tractatus’un şu temel aforizmalarında görülebilir:
Bütün önermeler eşit değerdedir.[3]
Etik, dünyanın (ve dolayısıyla hayatın) anlamı, değeri veya
amacı ile aynı statüdedir. Wittgenstein’a göre
Dünyanın anlamı dünyanın dışındadır. Dünyada her şey olduğu
gibidir... onda hiçbir değer bulunmaz.[4]
Bu, etik deneyimin, insanın dünyayı belli bir bakış açısıyla
kavramasından kaynaklandığını gösterir. Etik değer de tıpkı dünyanın anlamı gibi, dünyadaki
olayların
Bu nedenle etikle ilgili hiçbir önerme olamaz.[5]
Dünyaya karşı “doğru” bir tutum almak, teknik bilgiyle
değil, varoluşsal bir farkındalıkla mümkündür. Dolayısıyla etik, söylenemeyen;
ancak “gösterilebilen” mistik alana
aittir.[6]
Wittgenstein, etiği aşkın alana hapsetme konusunda
Schlick'ten bile daha radikaldir. Schlick, en azından betimleyici bir içkin
etik anlayışını kabul ederken, Wittgenstein her türlü içkin normatif etik
anlayışını reddeder.
Ona göre göre etik, dilin ötesinde kendini “gösteren” bir
olgu olsa da varoluşun en temel ve derin alanlarından biridir. Etik anlaşılması
oldukça zor olan Tractatus’un dolaylı, ama ayrılmaz bir
parçasıdır. Kuşkusuz buradaki açıklamalar sistematik değildir; mantık ve dil ve
anlam konuları içine serpiştirilmiştir. Yine de Tractatus’un
bütününe yayılan bir "etik anlayış" sezilir. Wittgenstein buna Von
Ficker'e yazdığı mektupta işaret eder:
Bu kitabın temel amacı etiktir. Önsözde aslında yer almayan,
ancak size bir anahtar teşkil edebileceği için şimdi ileteceğim bir not eklemek
istemiştim: Eserim iki kısımdan oluşur - burada sunulan kısım ve yazmadığım her
şey. İşte asıl önemli olan ikinci kısımdır. Zira etik, kitabım tarafından adeta
içeriden sınırlandırılmıştır ve atı bir şekilde yalnızca bu yolla, sınırlandırılabileceğine
kesinlikle inanıyorum.[7]
Wittgenstein'ın Ficker’e mektubunda vurguladığı “etik amaç”
şu üç farklı şekilde okunmuştur:
1. Etik Okuma: Bu okumaya göre Tractatus'un temel amacı
etiktir. İyi bir hayat nedir? Tractatus’taki diğer tüm düşünceler, dolaylı
olarak bunu cevaplar.
2. Katı Okuma: Tractatus’u böyle okuyanlara göre kitabın ana
amacı etik değil, etiğin sınırlarının çizilmesidir.
3. Orta Yol Okuma: Bu okumayı yapanlara göre
Wittgenstein hem etiğin sınırlarını
çizer hem de etkilerini dolaylı olarak vurgular.
Bu üç okuma Tractatus'un en azından etiğin sınırlarını
çizdiği konusunda hemfikirdir.
Şimdi bu görüşler
hakkında kısa bir değerlendirme
yapalım. Wittgenstein Tractatus’a yazdığı kitapta şunu söyler: “Kitabımın amacı düşünceyi ifade etmenin sınırlarını
çizmektir.” Bu ifade dikkate alındığında birincil amacın etik olduğu iddiasını kabul
etmek kolay değildir. Bu zorluğu düşünmemize yol açan pek çok konu vardır:
Örneğin matematik önermeleri alalım ve şöyle soralım: Matematikle ilgili
önermeler etik bir amaca nasıl hizmet eder? Sorunun cevabı yoktur, hatta belki
düşünülmemiştir.
Tractatus’u etik metin gibi okuyanlar bunu yaparken kitabın
tümünü mü yoksa bazı bölümlerini mi dikkate almaktadırlar? Eğer tümünü dikkate
aldılarsa bu okuma yapaydır, çünkü Tractatus'u sadece etikle sınırlandırarak kitabın
diğer felsefi boyutlarını göz ardı eder. Bir kısmını dikkate aldılarsa
indirgemecidir.
Etik okumanın dayanağı olan,
özel bir mektuptaki bu not Tractatus'un kendisinden daha güvenilir bir
kaynak sayılamaz. Wittgenstein'ın bu mektuptaki görüşleri, kitabın içeriğini tamamlayabilir, onun yerine geçemez.
Etik okumanın yanlışlığını gösteren bir başka kanıt da
şudur: Wittgenstein Tractatus
yayınlandıktan sonra bu konuda hiçbir şey söylemedi; Viyana Çevresi
filozoflarıyla yaptığı tartışmalarda ve özel yazışmalarında “Tractatus’un
temeli etiktir.” demedi. Hatta "Etik
Üzerine Dersler"inde bile buna değinmedi. Defterler’de ve Prototractatus
taslaklarında da bu iddiaya rastlanmaz.
Katı okumanın problemlerine gelince; bu konuda şunlar
denebilir: Wittgenstein'ın etiği "mistik" olarak nitelemesi katı
okumanın eksikliğini ortaya koyar. Etiğin dünyevi olaylarla ilişkisizliği,[8]
irade, mutluluk ve hayatın anlamı gibi temaları kapsaması; [9]
yalnızca “gösterilebilir” oluşu;[10]...
bütün bunlar, kitabın etik boyutunun yalnızca sınır çizmekle sınırlı
olmadığını, aynı zamanda bir varoluşsal arayışa işaret ettiğini gösterir.
Bu iki okumanın problemleri dikkat alındığında bir üçüncü
okuma orta yol okuması tek alternatif okuma olarak karşımıza çıkar. Bu okumanın
amacı etik okumanın aşırılıklarından ve katı okumanın eksikliklerinden kaçınmaktır.
Bunun için Tractatus'un etik önemini şu
şekilde anlamalıdır: Tractatus’ta
1. Asıl yani felsefi amaç düşüncenin dilsel sınırlarını
belirlemektir.
2. Yan yani etiğe etkisi bu sınırlamanın doğal sonucu olarak
etiğin alanını netleştirmektir.
3. Mistik boyut: Sınırların ötesindeki etik hakikatin
kişisel tecrübeyle keşfidir.
Tractatus’taki etik, geleneksel ahlak teorilerinin tümünden
köklü bir kopuştur. Wittgensteincı etik
ne normatif bir sistemdir ne de ahlaki ilkelerin rasyonel açıdan
temellendirilmesidir. Bu etiğin temeli, dilin sınırlarına ilişkin radikal bir
farkındalıktır. Söz konusu farkındalık sayesin de etik deneyimi "göstermek" mümkün
olur.
Wittgenstein sadece geleneksel felsefi etiği reddetmekle
kalmaz; ayrıca bir şekilde “ileten” veya 'ima eden” etik yani söylenemez etik
hakikatlerini de açıklamayı kabul etmez; çünkü ona göre söylenemez olana dair
mantık yoktur. Etiğe dair açıklamalar “önemli olana dair saçmalıklardır. Bu
nedenle kimi yorumcuların iddia ettikleri gibi Tractatus etik amacı olan bir
metin olarak okunamaz.
Wittgenstein düşüncesinde mantık ve etik dayanışma içindedir
çünkü tıpkı mantıksal biçimi anlamak için dilin bütününü görmek gerektiği gibi,
etiği anlamak için de dünyanın bütününü görmek gerekir:
Etik dünya hakkında değildir. Etik, mantık
gibi dünyanın bir koşulu olmalıdır.[11]
Etiğin fonksiyonu bir bakıma mantığın fonksiyonuna benzer.
Mantık nasıl dünyanın yapısını temizlerse, etik de etik de içsel bir
"arınma" gerektirir.
Dil, savaşın yıktığı dünyayı anlamlandırma aracıdır, ancak
etik ve değerler bu dilin sınırlarının ötesindedir. Tractatus’ta
Wittgenstein etiğe sıra dışı ve meydan okuyucu bir tarzda yaklaşır. Çünkü etik,
mantıksal önermelerle ifade edemediğimiz, hakkında susmamız gereken bir
konudur. Etik açıklanmaz; sadece hayatın kendisinde tezahür eder. Peki, bu
suskunluk, etiği anlamsız mı kılar yoksa onu felsefenin ötesine mi taşır? Bu
soru, Tractatus’un etikle olan gizemli ve derin ilişkisini anlamak için bir
çıkış noktası sunar.
Bu sessizlik, bir çeşit epistemolojik teslimiyet değil,
dilin sınırlarının bilgece kabulüdür. Bu nedenle Wittgenstein'ın etik anlayışı
kesinlikle negatif bir dil eleştirisi gibi görülemez. Ona göre etik, söylenemez
olsa da gösterilebilir. Söylenebilir/ gösterilebilir ayrımı, Tractatus'un
bütünlüklü yapısını anlamak için hayati önem taşır. Etik hakikatler de
söylenemez ancak hayatta kendini gösterir.
Bize
göre, düşünebileceğimiz veya söyleyebileceğimiz hiçbir şeyin etik olarak
adlandırılamayacağı açıkça görülüyor.[12]
Holm Tetens'in yorumuna göre, bu "hakkında susmamız
gereken" şey, Tractatus’un asıl özüdür ve bu etikle ilgilidir.
Wittgenstein için etik değerler hakkında anlamlı bir şekilde konuşamamak bir
eksiklik değil, etiğin karakteristik özelliğidir. Ona göre neyin iyi ya da kötü
olduğu, olgular üzerine yapılan tartışmalardan çıkmaz; bu, her insana dolaysız
bir şekilde açıktır ve bu konuda temelde konuşmaya gerek yoktur. [13]
Tetens’in bu yorumu, Wittgenstein üzerindeki Tolstoy'un
etkisine dayanır. Tetens, yorum kitabında, Wittgenstein'ın en sevdiği
metinlerden biri olduğu söylenen bir Tolstoy hikâyesini aktarır: İki yaşlı adam
Kudüs'e hac yolculuğuna çıkar. Yolda biri, yoksul ve hastalıklı bir köylü
ailesinin yanında konaklar ve yolculuğunu yarıda kesip aileye yardım etmeye
karar verir. Tüm yol parasını onlara verir ve eve dönmek zorunda kalır. Yaptığı
yardımdan kimseye söz etmez. Çünkü ona
göre bu, kendisiyle Tanrı arasında bir konudur ve kelimelere dökülmesi
gerekmez. Tetens, Tractatus’un da ahlaki olanı ifadesiz bırakma eğilimini bu
hikâyeyle paralel görür.
1929/30 yılında verdiği Etik Üzerine Konferans”ta
Wittgenstein, George Edward Moore'un “Principia Ethica”sına açık bir
göndermeyle şöyle der:
Etik, genel olarak iyi olanın incelenmesidir.
Daha sonra şunu ekler:
Etik, hayatın anlamını araştırmak, hayatı değerli kılan şeyi
incelemek ya da doğru hayat biçimini keşfetmekle ilgilidir.[14]
Böylece Wittgenstein için etik, aynı zamanda bir “hayat
öğretisi”dir.
Wittgenstein, etiğin ve iyi bir etik hayatın neyi içerdiğine
dair hiçbir şey söylemez. Etik sadece
sınırları çizildiğinde gösterilebilir olur. Etik açıdan iyi olmak ve iyi bir hayat
sürmek ne anlama gelir? Bu soru Etiğin sınırını çizme bu konuda yeterli içgörü sunar. Wittgenstein'a göre, iyi bir etik hayatı anlatmak yerine sadece gösterebiliriz. Bu nedenle
Wittgenstein yazılı etik doktrinleri reddeder. Dolayısıyla, Tractatus yalnızca
etiğin sınırlarını çizmekten ibaret değildir.
Açıklamamızın bu noktasında şu sorunun cevabını
araştırmalıyız: Wittgenstein’da “etik açıdan iyi olma” ve “iyi bir hayat sürme”
ne anlama gelir? Wittgenstein’a göre
değer, olgusal dünyanın üstünde ve ötesindedir, dünyaya bakış açımızda,
tavrımızda içkindir.
Dünyada
Eğer gerçekten değerli bir değer varsa, o zaman bu, olup biten
her şeyin ve her özel durumun dışında olmalıdır. Çünkü olup biten her şey ve
her özel durum rastlantısaldır.[15]
1916 tarihli Defterler'de bu görüş daha da netleşir:
Mutluluk, dünyanın olgusal durumlarının başka türlü olmasıyla
değil, benim dünyaya karşı tutumumun başka türlü olmasıyla mümkündür.
Bu ifadeden anlıyoruz ki, “mutluluk, dış koşulların
olgusal durumların değişmesinden çok içsel bir perspektif değişikliğidir”,
bireyin dünyaya karşı geliştirdiği tavırla doğrudan ilişkilidir. Bu anlamda
Wittgenstein'ın etiği, bir tür varoluşsal dönüşüm projesidir.
Etik, dünyanın nasıl olduğuyla değil, dünyanın kendisiyle
ilgilidir.[16]
Etiğin, temelde “dünyaya belirli bir bakış açısından
yaklaşmak”la; ahlaki hayatın, dünyaya nasıl baktığımızla ve onu nasıl
"kabullendiğimizle" ilgili olması bir tür "mistik" bir
bakış açısıdır.
İRADE
Bu bakış, etik iradenin doğru kullanımını ve hayat
bilmecesinin çözümünü mümkün kılar. Tractatus'ta
irade, dünyanın olgularından ayrı bir şeydir. Wittgenstein’a göre irade, etiğin
konusudur. Bu nedenle etik eylemin dışsal sonuçlarından ziyade iradeye içkin
bir değerdir.
Etik, dünyayı bir bütün olarak gözlemlemek için ondan
uzaklaşmayı içerir. Ve tıpkı bir nesnenin sanat eseri olmasının, onun içsel
özelliklerinden değil, ona yönelttiğimiz bakıştan kaynaklanması gibi, dünyanın
anlamı (iyi veya kötü) de ona karşı takındığımız tutum tarafından belirlenir.
Bu nedenle, mutlu bir insanın dünyası, mutsuz bir insanın dünyasıyla aynı
değildir (her ne kadar olgusal açıdan aynı dünya olsa da).
İnsan iradesiyle dünyaya karşı belli bir tutum takınır.
Tututum takınan irade etik iradedir. Etik irade, olguları değil, yalnızca
dünyanın sınırlarını değiştirebilir, Dünya bir bütün olarak mutlu ya da mutsuz
hale gelir.
Etiğin taşıyıcısı olarak irade
hakkında hiçbir şey söylenemez (...)[17]
Sözle anlatılamasa da
etik irade iyidir veya kötüdür. “İyi
irade”, Sub specie aeternitatis (sonsuzluk perspektifinden) görülmesi
gereken dünyayı olduğu kabullenir. Sub specie aeternitatis açısıya,
dünyadaki hiçbir olgunun diğerine üstün olmadığını ve dünyanın arzularımızdan
bağımsız olduğunu görebiliriz. Böylece kişi, neyle karşılaşırsa
karşılaşsın, dünyayla uyum içinde yaşamayı öğrenir ve dünya “mutlu” bir yer
haline gelir.
“Kötü irade” ise dünyayla “çatışma”yı beraberinde getirir. Sub
specie aeternitatis bakışı benimsemeyen kişi, olaylar arzularına
uymadığında öfke ve hayal kırıklığı yaşar.
Tüm isteklerimiz gerçekleşse bile, bu yine de âdeta- Kaderin bir
lütfu olurdu, zira dilemek ile dünya arasında böyle olmasını garanti edecek
mantıksal bir karşılıklı bağ yoktur; öne sürülen fiziksel karşılıklı bağa
gelince, onu isteyemeyeceğimiz ise daha da kesindir.[18]
Bu, dünyayla sürekli bir savaş haline ve mutsuz bir yaşama
yol açar. “İstemek” ile “gerçekleşmek”
arasında a priori (önceden verili) bir ilişki yoktur. Doğa
yasaları (fiziksel nedensellik) bize istediklerimizi elde etme imkânı verse
bile, bu yasaları kontrol edemeyiz. Dolayısıyla, fiziksel dünyanın işleyişi de
arzularımızı garanti altına almaz. İsteklerimizin gerçekleşmesini
sağlayacak bir mekanizma yoktur. Bu, Stoacıların “kontrol edemediklerimizi
kabullenme” öğretisine yakındır.
Arzularımızın gerçekleşmesi, bizim çabamızdan çok koşulların
gizemli bir uyumuna bağlıdır. Bu, hem
alçakgönüllülüğü (kontrolümüzün sınırlarını kabul) hem de şükran
duymayı (kaderin lütuflarına odaklanma) öğütleyen bir
perspektiftir.
Hayatın zamandaki ve mekândaki bilmecesinin çözümü, zamanın ve
mekânın ötesindedir. (Burada doğa bilimlerinin sorunlarının çözümü gerekli
değildir.[19]
Bu nedenle, hayatın anlamı söylenemez, ancak aeterni bakışıyla
“hissedilebilir.” Başka bir deyişle, iyi bir etik yaşam, “doğru bir dünya
görüşü”yle mümkündür.
Dünyanın sub specie aeternitatis
(sonsuzluk perspektifinden) kavranışı, onun sınırlı bir bütün olarak
kavranışıdır. Dünyanın sınırlı bir bütün olarak hissedilmesi mistik olandır.[20]
Son aforizma, pozitivistleri şaşırtmaktan geri kalmaz.
Wittgenstein, mistik ve etik olanı dilin betimleyebildiği
dünyanın dışına sürgün eder, ancak onları inkâr etmez ve hatta Tolstoycu bir
bakış açısıyla, orada Tanrı'nın varlığına bile yer açar.
Wittgenstein için “iyi bir hayat”, dünyanın olgusal
durumlarını olduğu gibi kabul etmekle başlar. Bu, bir tür “felsefi dinginlik”
halidir. “Ahlaki hayat” dilin
ötesindedir; bu nedenle Tractatus açısından “ahlaki bir hayat”a dair kurallar konamaz
veya teoriler olamaz. Bunun yerine, kişinin:
Dilin
sınırlarını kabul etmesi (ahlak üzerine spekülasyon yapmaması),
Dünyaya bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşması (mistik
bir tavır),
Eylemlerinde sorumluluğu üstlenmesi (iradeyle hareket
etmek) gerekir.
Tractatus'a göre iyi ve ahlaki bir hayat, dilin ifade
edemeyeceği bir şeydir; ancak kişinin dünyaya karşı tutumu, eylemleri ve “gösterme
yoluyla” ortaya çıkar. Bu, teorik bir ahlak sistemi değil, daha çok bir yaşam
biçimidir. Wittgenstein'ın dediği gibi:
İyi ya da kötü niyet dünyayı değiştiriyorsa, yalnızca dünyanın
sınırlarını değiştirebilir, olguları değil; dile getirilebilir olanı değil. Kısacası,
dünya bu yolla tümüyle başka bir hâle gelmelidir. Sanki bütün olarak küçülmeli
ya da büyümelidir. Mutlu insanın dünyası, mutsuz insanın dünyasından farklıdır.[21]
Wittgenstein'ın
cephedeyken tuttuğu günlüğünde, sanat eseri ve dünyanın temsili üzerine yaptığı
açıklamaları vardır
Sanat eseri sub specie aeternitatis görülen
nesnedir; ve güzel yaşam sub specie aeternitatis görülen dünyadır
. Bu sanat ve etik arasındaki bağlantıdır.[22]
Alışılagelmiş
bakış açısı nesneleri, sanki onların içindeymiş gibi görür; sub specie
aeternitatis bakışı ise onları dışarıdan görür. Öyle ki, onların arka
planında dünyanın bütünü vardır.
Wittgenstein,
bu görüşüyle açık bir şekilde Schopenhauer'ın İrade ve Tasavvur Olarak
Dünya kitabına referansta bulunur. Cambridge filozofu, Frankfurt'un
kötümser filozofu Schopenhauer'dan temel bir noktada ayrılır: Schopenhauer,
felsefi doktrinini açıklamak için ciltler dolusu yazı kaleme alırken
Wittgenstein ise her zaman, hiçbir felsefi teorinin bize doğru şekilde nasıl
davranacağımızı öğretemeyeceği gerekçesiyle, etik biliminin somut etik
problemlerin çözümüne hiçbir yardımı olmadığını savunmuştur.
Wittgenstein'a göre etik değer, “tüm olgular alanının
dışında” yatar (TLP 6.41). Olgular yalnızca [etik] sorunu ortaya koyar, çözmez.[23]
Dolayısıyla dil kullanımındaki kavramsal netlik etik
iyiliğin bir göstergesi olamaz, çünkü bu, değeri dünyaya yerleştirmek anlamına
gelir.
Felsefenin ve etiğin sorunları da bu sorunlara ilişkin
çözümleri de farklıdır. Felsefe etiği sınırlandırır; böylece hayatı
anlamlandırır, bizi iyi bir hayata doğrudan götürmez, ancak sahte etik
önermeleri eler, düşünceleri netleştirir, bizi yanlış yollara sapmaktan
alıkoyar. Örneğin, rasyonel temelli, eylem yönergeleri sunan etik teoriler
kurma çabasının boşuna olduğunu gösterir. Felsefe düşünme biçimimizi
değiştirerek yaşayışımızı da değiştirebilir.
Felsefi açıklık, önermelerin doğasını anlamamızı sağlar; dünyayı
doğru görmemize yardım eder. Örneğin, bir temel önermenin diğerinden
çıkarılamayacağını (TLP 5.134-5.135) ve dolayısıyla arzularımızla dünyadaki
olaylar arasında zorunlu bir bağ olmadığını fark ederiz (TLP 2.061-2.062). Bu,
kaderle uyum içinde yaşamayı kolaylaştırır.
Felsefe, “cevabı olmayan sorular sorulamayacağını”
göstererek (TLP 6.5), hayatın anlamına dair anlamsız spekülasyonlardan
kurtarır. Bu analiz bize anlamın ne olduğunu söylemez, ancak “onu dünyada
aramayı bırakmamızı” sağlar.
Kavramsal karışıklık, etik açıdan “kötü” bir gösterge
sayılamaz, çünkü gösterge dünyaya aittir ve değerden yoksundur. İyi bir hayat
için gereken tek şey, felsefi faaliyet değil, etik değişimdir. Felsefe iyi bir
etik hayat için gerekli olan “etik dönüşüm”ü kolaylaştıran bir araç
olabilir.
Sonuç olarak felsefe, etik için bir pusula gibidir; yolu
açabilir ama yürüyüşü sizin yapmanız gerekir.
Fakat İyi bir etik hayat
için gerekli olan tek şey, felsefi netlik değil, etik dönüşümdür. İyi bir hayat, kişinin etik
sorumluluğuna bağlıdır: Sub specie aeternitatis (sonsuzluk
açısından) bakışını
benimsemek, etik iradeyi doğru kullanmak gibi eylemler gerektirir.
Kısaca söylersek kavramsal açıklık iyi bir etik hayat
için ne gereklidir ne de yeterlidir; yine de, felsefenin doğru yöntemi, etik
saçmalıkları çözümlemenin ve etiğin sınırlarını çizmenin ötesinde bir katkı
sunar. Daha açık bir ifadeyle, felsefenin doğru yöntemi, iyi bir etik hayata
ulaşmada yardımcı bir araç olabilir
Wittgenstein,
etiğin bilimsel yöntemlerle açıklanamayacağını savunur.
Etik bir bilim değildir.[24]
Örneğin İyi'nin bilimi, ve bilgimize hiçbir şey ekleyemez.
Ancak etik, bir sorun olarak, konuşmaya ve harekete geçmeye sebep olabilir; onu
ancak söz eylemleri¹¹ ve eyleme dönüşen düşünceler aracılığıyla sezebiliriz.
Görüleceği gibi, dil ve yaşamın birlikteliği fikri Wittgenstein'ın etik
düşüncesinin merkezinde yer alır.
Ödül ceza
Etik bilim olmadığı gibi normatif de değildir. Wittgenstein
etiğin geleneksel "ödül-ceza" temelli anlayışına radikal bir eleştiri
getirir:
Şu şekilde bir ahlak yasası konduğunda ilk akla gelen düşünce:
'Şöyle yapmalısın...' şeklindedir. Peki ya böyle yapmazsam ne olur? Oysaki
ahlakın, alışılageldik anlamda ceza ve ödülle hiçbir ilgisi olmadığı açıktır.
Dolayısıyla bir eylemin sonuçlarına dair bu soru önemsiz olmalıdır. En azından
bu sonuçlar olaylar (dışsal olaylar) şeklinde olmamalıdır. Çünkü sorulan
sorunun yine de bir bakımdan doğru olması gerekir. Gerçekte, bir tür ahlaki
ceza ve bir tür ahlaki ödül olmalıdır, ancak bunlar eylemin kendisinde
bulunmalıdır.[25]
Bu aforizmada Wittgenstein ödev ahlakının ahlakın doğasına
dair radikal bir görüş ileri sürer; ahlaki emirlerin ardındaki dışsal sonuçlara
işaret eder; ahlakın beklentilere dayanmadığını savunur. Ona göre "ahlaki ceza", “içsel çelişkidir
veya “anlamsızlık” hissidir. Örneğin, yalan söyleyen biri, evrenin mantıksal
yapısıyla uyumsuzluk yaşar. “Ahlaki ödül” “doğru eylemin kendisinde bulunan
tutarlılık”tır ve “anlamdır”. Adaletli davranmak, kişiyi dünyayla
"doğru" bir ilişkiye sokar.
“Etik, ceza ve ödülle ilgili değildir.” ifadesiyle
Wittgenstein, Nietzsche'nin "köle ahlakı" eleştirisine de yakın
durur: Eğer etik yalnızca cezadan korkuya dayanıyorsa, o zaman özerk bir ahlaki
iradeden söz edilemez. Wittgenstein, etiği insanın “içsel” bir sorumluluğu
olarak konumlandırır. Görüldüğü gibi Wittgenstein, etiği bir “yükümlülük” olarak
değil, “dünyaya anlam veren bir tavır” olarak görür.
Hayatın anlamı, yani Tanrı'nın anlamı ve bilmecenin çözümü
(orada bir bilmece olsaydı) olgular içinde değil, olguların dışında yatar.
Çünkü sorun nasıl dünya olduğu değil, ne olduğu'dur.
Olgusal olan her şey rastlantısaldır. Olgusal olmayan her şey
ise öyle değildir. 6.423
Wittgenstein'ın etik anlayışı Antik filozofların özellikle
Stoacıların ve Epiküroscuların felsefe anlayışlarına az veya çok benzer.
Bilindiği gibi Stoacılarda ve Epikurosçularda felsefe teorik bir disiplinden
çok pratik bir yaşama sanatıydı. Wittgensteincı etik benzer şekilde, kişinin
tüm varlığını dönüştürmeyi amaçlayan bir yaşama pratiğidir. Tıpkı Sokrates'in
diyaloglarının nihai hedefinin salt bilgi aktarımı değil, ruhun dönüşümü olması
gibi Tractatus'un nihai amacı, okuyucuyu belirli bir varoluşsal aydınlanmaya
götürmektir.
Wittgenstein'ın etik yaklaşımının eleştirel boyutu da
vardır. Bu boyut dil felsefesine sıkı
sıkıya bağlıdır. Ona göre geleneksel ahlak önermeleri (“İyilik mutluluktur.”
gibi) dilin mantıksal yapısını ihlal ederek anlamsız hale gelir. Bu durum
Kant'ın “pratik akıl”ın sınırlarına ilişkin analizlerini hatırlatsa da
Wittgenstein Kant'tan radikal bir şekilde ayrılır. Kant, etiği teorize eder,
oysa Wittgenstein bu girişimin bile imkansız olduğunu savunur.
Wittgenstein'ın Tractatus'ta etiğe ilişkin
düşünceleri , nihai analizde ne bir teoridir ne de bir buyruklar sistemidir .
Etik, dilin sınırlarını aşan bir varoluşsal tavır olarak, ancak hayatın somut
pratiğinde ve sessiz bir farkındalıkla "gösterilebilir". Bu yaklaşım,
bir yandan antik felsefenin askesis (ruhsal egzersiz) geleneğine, diğer yandan
modern dil eleştirisinin radikal tutumuna benzer. Wittgenstein'ın etiği, bu
nedenle, felsefe tarihinde benzersiz bir konuma sahiptir - hem geleneksel hem
de radikal biçimde modern bir etik anlayışı sunar.
Tractatus'ta Wittgenstein'ın ilgilendiği ahlak moral değil
değil, etiktir. Filozof normların zorunlu oluşu ve iyi üzerine bir düşünmekten
çok iyi ve tamamlanmış -yani mutlu- bir hayatın amaçlarıyla ilgilenir.
Etik/moral ayrımından hareketle diyebiliriz ki,
etik telelojiktir, ahlak ise deontolojiktir. 1916 yılına ait Defterler'de Wittgenstein
mutlu hayatın formülünü tutkuyla araştırır. Bu araştırmanın sonucu şudur: Hayatın
nihai amacı mutluluktur, bu amaç iyi ile kötü gibi temel değerleri geçersiz
kılar. Tractatus’un 6.4 ve 6.5 aforizmaları iyiyi ve kötüyü ele alır;
veciz biçimde özetler; bu iki kavramı sorgulamaz. Wittgenstein Cambridge'deki
ilk yıllarında evrensellik iddiası taşıyan, emirlere ilkelere ve yükümlülüklere
ilişkin ahlak teorilerini küçümser; kişinin kendini gerçekleştirmesi için titiz
ve tutkulu bir arayış peşindedir. Fakat Wittgenstein'ın Tolstoy'un hayran
olduğu Üç Ermiş hikayesinde olduğu gibi insanların eylemlerinde ve tutumlarında
görünse de etik değerlerin empirik açıklaması olamaz.
[1]
L. Lectures on Ethics, p. 147.
[2] Tractatus,
6.421
[3]
Tractatus, 6.4.
[4]
Tractatus, 6.41.
[5]
Tractatus, 6.42.
[7] (Monk
1990, 178)
[8] (TLP 6.41)
[9] (TLP 6.422-6.4312)
[10] (“TLP 6.522”)
[11] Defterler, 24 Temmuz
1916).
[12] [12]
Bu konuda bkz. Tetens, Holm Wittgensteins "Tractatus": Ein
Kommentar, Reclam Philipp Jun, 2009, pp. 180-185.
[13] Bu
konuda bkz. Tetens, Holm Wittgensteins "Tractatus": Ein
Kommentar, Reclam Philipp Jun, 2009, pp. 180-185.
[14] Wittgenstein, "Lecture on Ethics" The
Philosophical Review, vol. 74, no. 1, Jan. 1965, pp. 3–12.
[15] Tractatus,
6.41.
[16]
Tractatus, 6.421
[17]
6.423.
[18]
Tractatus, 6.374
[19] Tractatus,
6.4312
[20]
6.45:
[21] Tractatus,6.43.
[24] L. Lectures
on Ethics, p. 155.
[25] Tractatus,
6.422