Searle’ün Zihin Anlayışına Eleştiri
1 Dış gerçeklik açısından:
Bu eleştirimizde
zihnin gerçekten var olup olmadığını ele
alacağız. Konuyu şu soruyla açıklamaya başlayacağız: Zihin ontolojik olarak var
mıdır?” Yoksa hipotetik bir kavram mıdır?
Bu konuda
şunları söyleyebiliriz: Zihin Searle’ün
iddia ettiği gibi doğal biyolojik değil; Batı kültürünün bir kavramıdır.
Homerosta’ki ruh tasavvurunun
evrimleşerek günümüze gelmiş şeklidir. Ruh Homeros zamanında hayat anlamına geliyordu ve soluk almak demek
olan ψυχή’yle (psykhe), eş anlamlıydı.
Grekler bu kelimeye daha sonra çok farklı etkinliklerimizin merkezi
anlamını verdiler. Düşünme de bu etkinliklerin en önemlisiydi. Descartes yukarıda psikolojik ögeler söylediğimiz gibi
kavramı sekülerleştirmek için psikolojiden arındırdı beynin ve nöronların
görüntülenmesiyle nörolojik-biyolojik bir temele dayandırılmaya çalışılan hipotetik ve
mit bir kavramıdır. Bir inanç konusudur.
İster entelektüel isterse duyusal aktivitelerimiz olsun;
bunların vuku buldukları bir yer gibi anlaşılan zihin yoktur. Algılama fark
etme hatırlama, umma, korkma bekleme vs. gibi
kapasitelerimizin/yatkınlıklarımızın yeri zihindir.” mitolojisi, Batı
düşüncesinde zihni mekânsallaştıran bir metafordur. Bu metafor “duyguların yeri kalptir.” mitolojisinden
hiç de farklı değildir.
Zihnin gerçeklik
değil de metafor olduğunu ileri sürerken şu üç gerekçeye dayanacağız:
A. Varoluş niteliklere
sahip olan şeyin doğrudan deneyimi açısından: Nitelikler, nitelikler olarak
yoktur; bir şeyin nitelikleri olarak vardır. Ya da var olanı özgün
nitelikleriyle biliriz. Niteliklerin nede bulunduğunu doğrudan gözlemleriz. Örneğin kırmızılığı gülde, yeşilliğin yaprakta,
yumuşaklığın pamukta, yuvarlaklığın kürede vs. olduğunu biliriz. Bulunmaya ilişkin
gramer şudur: “Adı… olan ve … niteliğine
sahip bir şey vardır. Bu deneyimin
sonucunda “X, ..dir.” Örneğin “Kitap kapağı denen ve rengi mavi olan bir nesne vardır.”
Deneylemek duyu organları yetersiz ise görüntüleme teknikleriyle yapılabilir. Örneğin
atomların elektronların deneyimi böyledir.
Zihne gelince; ona
ilişkin doğrudan bir deneyim yoktur. Onun varlığı İnsanın zihinsel denen
durumlarının deneye değil de birinci şahıs tanıklıklara dayanarak ifade edilir.
“Üzülüyorum.”, “Seviniyorum.”, “Mutluyum.” gibi içsel durum ifadeleri olgu sözceleri
değil, yaşantı ifadeleridir.
Burada temel
problem şudur: Yaşantılar fenomen midir? Kişinin içinde bulunduğunu
düşündüğü durumlar yani yaşantılar fenomen değildir. Fenomenin özelliği nesnel bir şeyde gözlemleyenden bağımsız
olarak ortaya çıkma görünme ve gerektiğinde deneyimlenmedir. Fenomen referansta
bulunabildiğimiz bir deneyim objesidir. Oysa
yaşantılar karşımızda görünen ve işte diye işaret edebildiğimiz bir olgu
değildir; gramerle ifade edilmiş durumlar olarak vardır.
Zihin
filozofları gibi Searle de “fenomen”in uylaşımsal gramerini terk eder;
yaşantıları zihinsel fenomenler diye niteler. “İçsel yaşantı olan fenomen”, bu
kavrama dayanarak yapılan açıklamaları anlamaya izin vermez.
Bu biraz da uzun
açıklamalarımızın sonucu şudur: Eğer yaşantılar bir fenomen değilse ve zihinsel
bir fenomenden söz edemezsek bu durumda kendisinde zihinsel fenomenlerin
göründüğü bir zihinden de söz edemeyiz.
Kısaca Zihin bir addan ibarettir.
2 Reel
antropoloji açısından. Bu açıdan “zihin” tıpkı beynimiz dahil bedenimizin
organları gibi bütün kültürlerde var
olan bir kavram değildir.
Reel antropoloji dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan ve Batılı
insanla karşılaşmamış, onunla hiçbir yakınlığı ve benzerliği olmayan, ondan
asla etkilenmeyen toplumların ya da topluluklara ilişkin araştırmalardır. Reel antropolojik
veriler de bu araştırmaların sonuçlarıdır.
Örneğin aborjinlere Eskimolara pirahalara dair antropolojik araştırmalarımız
bize onların kültürleri, dilleri, dünya görüşleri vs. gibi konularda bilgiler
verir. Bu bilgiler insani olguların anlaşılmasında ve açıklanmasında son
gereklidir ve derece yararlıdır.
Reel antropoloji açısından baktığımızda
diyebiliriz ki, zihin sadece Batı kültürünün bir kavramıdır. Bu kavramı
bilmeyen pek çok halk vardır. Yine onların psişik hayatı vardır. Bir şeye
inanırlar, üzülürler, sevinirler, bir şeyden pişman olurlar, korkarlar vs.
Zihin filozoflarının zihinsel fenomenler dedikleri şeyler Batılı olmayan
toplumları dikkate aldığımızda sadece içsel kapasite ve
yatkınlık fiilleri’dir. İnsanların
bu fiilleri ifade edebilmeleri için hangi durumlarda ve hangi kelimelerle ifade
edileceklerini öğrenmeleri yeterlidir. Bu öğrendikten sonra bunları dile
getirebilirler; “korkuyorum”,
“üzülüyorum”, “seviniyorum” vs. gibi
birinci tekil şahıs fillerle başkalarına anlatabilirler.
3 Fiktif antroploji açısından: Fiktif
antropoloji ise reel antropolojik verilerden hareketle yapılan çıkarımlardır.” Fiktif antropoloji: Bizimkine az veya çok benzeyen ve dilimizi hiç bilmeyen bir topluluk
olsun. Onların üyeleri bizim aramızda
yaşasın. Onların zihni olmadığını
düşünelim. Onlar bizim eylemlerimizi
gözlemlesinler; ne zaman hangi eylemleri yaptığımıza baksınlar. Bir süre sonra bizimi
eylemleri yapma nedenimizi anlayacaklardır. Biz onların dilini onlar da bizim
dilimizi öğrenebilirler ve bizimle iletişim kurabilir. Böylece onlar düşüncelerini duygularını acılarını,
hoşnutsuzluklarını, depresyonlarını, yaşama sevinçlerini vs. bize ifade
edebilirler. Zihinsiz olmalarına rağmen reaksiyonlarının zihni olan insanların
reaksiyonlarıyla aynı olduklarını
görebiliriz. olan kişiler asıl ifade
ederler? Bizim için bunu bilmek de önemlidir. Daha iyisi şunu keşfettik:
Fizyoloji ve psikoloji laboratuvarlarımız bu insanlara dair, doğru ve bilimsel
bilgiler verebilir; çünkü onların dilleri dâhil, reaksiyonları tümüyle ruhu
olan insanların reaksiyonlarıyla aynıdır. Onlara yazımızı, sayı saymayı, kafadan hesap yapmayı öğretebiliriz.
Onlara düşündüklerini, kafadan hesaplama
yaptıklarını, üzüldüklerini, sevindiklerini, umut ettiklerini vs. dikkate
alarak şöyle diyebiliriz: Sanki sizin de bizimkine benzeyen bir zihniniz vardır. Onlar bunu kabul etmeyeceklerdir ve şöyle
diyeceklerdir: Biz sizden sizin dilinizi ve hesaplama biçimini vs. öğrendik. Sizin
sahip olduğunuz şeye zihne biz sahip değiliz; bu nedenle sizin sahip olduğunuz
zihni bilemeyiz. Sizin bize öğrettiğiniz kafadan hesaplamayı, verdiğiniz
emirleri spontane olarak yaparız.
Bu zihne sahip
olmayan bu spontane insanlar bizi yeterince tanıdıklarında ve analiz
ettiklerinde bizden farksız davranırlar. Onların bizim gibi davranabilmeleri
için bir zihne sahip olmaları gerekmez.
Burada şu tezi
ortaya koyabiliriz: Kapasite ve tepki eylemlerinin iki türü vardır.
1 Dil öncesi kapasite/tepki
eylemleri. Bunlar doğal eylemlerdir,
çocukların ve hayvanların eylemleridir. Biyolojik/psikolojik ihtiyaçların ve dışsal faktörlerin etkisiyle
yapılır ve bireyin doğasından içkindir. Bu eylemler oldukça sınırlıdır.
2 Dille birlikte olan tepki/kapasite eylemleri:
Bu eylemler dilsel ifadelere ihtiyaç duyarlar. Kişi içsel yaşantılarını dille
fark eder ve yaşar. İçsel yaşantılara yol açan faktörler çok çeşitlenmiştir.
Bir ve aynı adı taşıyan içsel yaşantının da pek çok nüansı vardır Bir kişi bir
yaşantısını çeşitli zamanlardaki yaşantılarıyla karşılaştırabilir. Bunlar bir sürede olup biter. Üzüntü, sevinç,
mutluluk vs. Bir etkinin süresiyle veya bir etkiyi hatırlamanın süresiyle
sınırlıdır. Etkinin hissedilmesi veya hatırlanması fiziksel ya da psikolojik
sürelerde bir yaşantıya yol açar. Bu etki de ancak dilin işin içine girmesiyle
mümkündür. Dilimizin kelimelerini kullanmadan bir etkiyi hissedemeyiz ve
hatırlayamayız; sonuçta yaşayamayız. Bu nedenle zihin filozoflarının zihinsel
fenomenler dedikleri içsel yaşantılar dille algıladığımız dünyayı yine içsel
konuşma ile yaşarız.
Antropolojik
araştırmaların sonucu şudur: Zihin, kültürel bir kavramdır; her toplum bu
kavramı bilmeyebilir; ama insanın zihinsel diyebileceğimiz kapasiteleri vardır.
Gramatikal ifadeler bize şunu gösterir: Anlamak, bilmek vs. gibi pek
çok zihinsel terimler, kapasitelerimizin bir sonucudur. Zihin, büyük ölçüde bir
kapasiteler sistemidir. Örneğin görme, konuşurken kelimeleri
hatırlama, bu sistemin bir parçasıdır; alfabeyi ezberleme ve satranç oynama
gibi bazı kapasiteler, egzersiz sonucunda aktüelleşir; bunların bazıları da
otomatik olarak işler. Dili öğrenme ve gramere uygun kullanma, kafadan
hesaplama, sorular sorma, sorulara cevaplar verebilme, bu kapasitelerin
sonucudur. Kültür ve uygarlık durumları ne olursa olsun, insanlar, bu
kapasiteleri kullanarak soyut işlemler yapabilirler; çeşitli duygulanımlar
yaşarlar; bu duygulanımlarını söylemlerle ifade ederler.
Zihnin varlığı tartışması ruhun varlığı tartışmasıyla paralellik arz ediyor sanki hocam.
YanıtlaSil