"VARDIR"IN MEŞRU OLAN VE OLMAYAN KULLANIMLARI
Varoluş sözceleri felsefede her zaman önemli karışıklığa
neden olmuştur. O nedenle burada konu hakkında biraz ayrıntıya girelim.
Filozoflar “Mutlak varlık”tan söz ettiklerinde “Varlık”ı
tanrılaştırdılar. Kavram olarak Mutlak Varlık’taki “varlık” hipotetiktir,
gramatikal bir özneden başka bir şey değildir, “Mutlak” da yüklem olamaz. Bu
iki kelimenin yan yana gelmesi dil ötesi bir şeyi varsayar. Bu nedenle “Mutlak
Varlık”ın yer aldığı cümleler anlamsızdır. “Mutlak Varlık”ın monoteist
kültürlerde Tanrı veya Allah karşılığında kullanılmaları kesinlikle yanlıştır.
Biz burada “Mutlak Varlık”la ilgili dilsel problemlerden çok
şu sorunu ele alacağız: “Varlık” nesneye ilişkin bir bildirim olabilir mi? Bir
şeye “vardır” demek doğru mudur? Doğruysa hangi durumda ve anlamda “vardır”
diyebiliriz.
Dünyanın bütün dillerinde varoluş, anlamlı önermeler kurmaya
izin vermez. Gelişmişlik derecesi ne olursa olsun herhangi bir dil varlığı,
nesnenin yüklemini yapmaz. Örneğin; çocuğuna bir Eskimo fok balığını, bir
Afrikalı zürafayı anlatırken “Fok vardır.”, “Zürafa vardır.” şeklinde değil,
“Şu foktur.”, “Şu zürafadır.” diye anlatır. Dil, başlangıçta göstererek
öğretilir ve öğrenilir. Gösterme, adı nesneye bir etiketi yapıştırır gibi
yapıştırma demektir. Öğrenme de bir bellemedir, öğrenilen adı nesneye
yapıştırılmış bir yazıyı okuma gibidir. Kısaca nesnelerin adları ve varoluşları
birlikte öğrenilir. Sadece var olanın adı vardır.
Varoluşla ilgili önermeleri ifade etmeye çalıştığımız
gündelik dilin cümleleri, yapısal bakımdan kusurludur yani yanlış
oluşturulmuştur. Bir varoluş yargısı bir obje hakkında bir şey söylemez. Bir
şeyin var olduğunu söylemek, onu nitelemek değildir. Varlık yüklem gibi
görülemez. Örneğin; “Dünya vardır.”, “Aristoteles vardır.”, Tanrı vardır.”
şeklindeki önermeler totolojidir; onun hakkında hiçbir şey söylem bir nitelik
bildirmez, çünkü varoluş bir objenin niteliği, bireylerin otantik bir yüklemi
olamaz. Her anlamlı sözce, bir obje ve bir durum arasında doğrudan bir ilişki
kurar veya ilişkinin yokluğunu bildirir. “Su sıcaktır.”; “su” ile “sıcak”
arasında bir ilişki kurarız. “Su sıcak değildir.” dersek böyle bir ilişkinin olmadığını
söyleriz. Oysa “Su vardır.” dersek “su” ile “varlık” arasında, bir ilişki
kurmayız. Çünkü “varlık” bir durum değildir.
Var olmak özel ve özgün bir içeriğe sahip değildir. Bu
nedenle var olduğunu söylediğimiz objelere ilişkin hiçbir belirlenimde bulunmayız.
Oysa “Deniz dalgalıdır.” dersek denize ilişkin bir betim yaparız. Varoluşun bir
içeriği olsaydı bazı objelerin varlığını reddedebilirdik ve var olmayan
nesnelerin bulunduğunu ileri sürebilirdik, örneğin, “Yuvarlak kare vardır.”
diyebilirdik.
Varlık bir nitelikse o zaman bir obje hakkında bir şey
söyleriz. Örneğin; “Gözlük masadadır.”, “Kaldırımdaki insanlardan bazıları
acele yürüyorlardı.” sözceleri “gözlük” ve “insanlar”ın durumlarına dair
bildirimlerdir. Varlık, nitelik olmadığından olumsuzlanamaz. Örneğin; “Gözlük
vardır.”, “Yeryüzünde insan vardır.” yargılarını düşünelim. Bu yargıların
olumsuzlarını söylemeyiz; “Gözlük, yoktur.”, “Yeryüzünde insan yoktur.”
diyemeyiz. Bir yargı olumsuzlanamıyorsa bir bildirim değildir. Yani “gözlük” ve
“insanlar” hakkında hiçbir şey bildirmez.
“X vardır.” demek, “En az şu özellikte X vardır.” demektir.
Bir özel ad taşıyana, mantıksal bir çelişki yükleyebilmemiz için onun en
mantıksal çelişki dışında kalacak bir niteliği olmalıdır. Kısaca söylersek bir
şeyin var olduğunu söylemek, bu şey hakkında bize hiçbir şey öğretmez. Konuşmak
her zaman bir şeyin var olduğunu dillendirmek, örneğin, “Kumaş vardır.”
sözcesini telaffuz etmek değildir, tersine bir şeyi hangi durumdaki olduğunu
bildirmektir, örneğin, “Reyonda 2 m. uzunluğunda gri renkte kumaş vardır.”
demektir.
Kuşkusuz “varlık” kelimesinin anlamlı olarak kullanıldığı
önermeler de vardır. Örneğin;
1.
“Dördün kare kökü vardır.”;
2.
Sadece bir İstanbul vardır.”;
3.
“Adı Turgut Özal olan bir Cumhurbaşkanı
vardır.”;
4.
“Cüzdanımda yüz lira vardır.”
gibi önermeler. Bunlarda “varlık”, “yokluk”un karşıtına
işaret etmez. Bunlardan (1)’de (4)’ün sahip olduğu bir şey, (2)’de bir şehrin
bütün şehirlerden güzel olduğu, (3)’te Turgut Özal’ın bir kişi değil, tarihte
yaşamış biri olduğu ve (4)’te cüzdanda yüz liranın bulunduğu anlatılır.
merhaba hocam, emeğiniz ve merakınız takdire şayan. ancak bu yazıda kavram/imge ile nesne ayrımı gözetilmemiş. tüm yargılar baştan sona obje/nesne merkezli ve yine obje-nesne sınırlı olarak kurulmuş. oysa kavram ve imgeler dikkate alınsaydı "varlık" ve "yokluk" sözcükleri, temel bir nitelik olarak gayet anlamlı sözceler kurulmasına izin verirdi. sözgelimi "gulyabani" imgesini düşünelim. bunu gerçek bir obje olarak düşünmediğimizde onun varlığını ya da yokluğunu konuşmak neden anlamsız olsun? biri "gulyabani vardır" dediğinde -belki dayanaksız bir şey söylemiş olabilirse de- anlamsız bir şey söylemediği açık değil mi? siz örnekleri hep var olduğu zaten bilinen obje-nesnelerden verdiğiniz için oralarda varlık ve yokluk yüklem olarak absürt duruyor. (bunun istisnası tek bir örneğiniz var o da "tanrı vardır" örneği. onu en son tartışacağım.) evet, varlığı zaten bilinen obje-nesneler oldukları için onların varlıklarını ifade etmek -belirttiğiniz gibi- bir bildirim değeri ifade etmiyor gibi. ama şu soruya cevap vermeniz gerekir: örnekleri var olduğu bilinen obje-nesnelerle sınırlama hakkınızın dayanağı nedir? neden var olduğu bilinmeyen, veya varlığı tartışılan, hatta varlığı inkar edilen bazı imge ve kavramların (mesela tanrı, mesela cin, mesela gulyabani) şu veya bu niteliğinden önce varlığı ya da yokluğu hakkında konuşamayalım? birileri onların varlığını iddia ettiğinde neden anlamsız bir cümle kurmuş olsun? (bakın yanlış bir iddiada bulunmuş olabilirler, bu ayrı bir tartışma konusu, ama neden anlamsız olsun sorusu yerinde bir sorudur) bunun gibi birileri de onların varlığını iddia edenlerin karşısına çıkıp niye "hayır, onlar yoktur" diyemesin? obje-nesnenin varlığını konuşmak bir yere kadar abestir, ama kavramın nesnel varlığını konuşmak gayet anlamlı bir edimdir. "tanrı vardır" cümlesi, dinler tarihinde "tanrı" diye isimlendirilen bir karakterin gerçekliğini/nesnelliğini iddia etmektir. bunun nesi anlamsız? tekrar ediyorum, bu iddia ispatlanabilir ya da ispatlanamaz orası ayrı bir konu. ama anlamsız bir iddia değil. eğer siz "ispatlanması imkansız olan şeylerin iddiası da anlamsızdır" diyorsanız bu başka bir tartışma konusu olur ve bu yazıyı yepyeni bir paradigma üzerinden yeniden yazmanız gerekir siz "Aristoteles vardır" cümlesini de anlamsız buluyorsunuz. bu da genellemeci bir yaklaşım olmuş. bağlama göre bu cümle de anlamlı olabilir. mesela biri Aristoteles'in, Gılgamış gibi mitolojik-hayali bir karakter olduğunu varsayamaz mı? öteki de ona cevaben "hayır, Aristoteles vardır" diyemez mi? bu bağlamda "Aristoteles vardır" önermesi, "tarihte Aristoteles diye bilinen karakter gerçektir, o, sadece felsefe kitaplarında atıf yapılan imgesel bir karakter değil, onlardan bağımsız gerçek-tarihi bir karakterdir" anlamına gelmez mi? bu durumda "Aristoteles vardır" önermesi neden anlamsız olsun ispatlanması mümkündür veya değildir, orası ayrı bir konu. anlamlılık ile doğruluk ayrı şeyler. birincisi mantıksal, ikincisi -burada- tarihsel bir nitelik.. son bir husus: "yuvarlak kare vardır" diyebilirdik diyorsunuz ya, orada bir saptırma var. yuvarlak kare vardır diyemeyişimiz onun olmayan bir şey olmasından değil, çelişkili olmasından kaynaklanıyor. oysa siz olmayan şeylerin varlığından söz etmenin anlamsızlığını tartışıyorsunuz. örnek uygun bir örnek olmamış, konuyu saptırmış. onun yerine benim yukarıda verdiğim gibi "gulyabani vardır" örneğini verebilirsiniz. ve hiç de anlamlılık sorunu yaşanmaz... hem heyecan ve merakınız, hem emek ve tutkulu çabanız hem açık eleştiri imkanı sağlayan açık yürekliliğinizden ötürü size gönülden teşekkür ederim. risk alma cesaretinizi takdir ediyorum... emsaliniz birçok bilim-düşün insanından çok daha saygıdeğersiniz.. sevgi ve hürmetle...
YanıtlaSil