İSLAM DÜNYASINDA ARİSTOTELESÇİLİK
“Müslüman “Aristotelesçiliği” birbirine içten bağlı olsa da gerçekte ayrı
iki fenomene işaret eder: Bir yandan IX. ve X. Yüzyıllarda gerçekleştirilen
Aristoteles’in eserlerinin Arapçaya çevirisi ve diğer yandan felsefe diye
nitelenen Arapça oluşturulmuş, IX yüzyıldan
XIX. Yüzyıla hatta günümüze kadar uzanan felsefi ve bilimsel zengin bir gelenek. Aristoteles felsefesi
İslam Düşüncesine damgasını vurdu; İslam
felsefesin oluşturulmasında kurucu
oynadı; Kelam, fıkıh, retorik dil teorisi dini ilimleri doğrudan
etkiledi. Abbasiler zamanındaki (750-1258) Süryaniceden Arapçaya yapılan
çevirilerle Aristoteles bütün Orta Çağ boyunca en iyi bilinen Grek filozofu
oldu. Onun Bağdat’ın Avrasya kıtasının en büyük kültürel ve
entelektüel merkezlerinden biri olduğu VIII. yüzyıldan itibaren çevrilen
kitapları Süryani ve İslam Düşüncesi üzerinde büyük etki yaptı. Yine de şunu
önemle belirtelim: Müslüman düşünürlerin aslında Aristoteles’i tanıdıkları önemli kanallardan biri Yeni
Platoncu gelenekti. Sonuç olarak Yeni Platonculuktan esinlenen bazı metinler
İslam Dünyası’nda Aristoteles’e ait gibi görüldü ve yorumlandı. Bu nedenle bazı
felsefe tarihçileri Aristoteles’in
Müslümanlarca kabul edilmesi için hazırlanmış “senkretik bir
Atistotelesçilik”ten, “kılık değiştirmiş Aristotelesçilik”ten veya bir ”Yeni
Aristotelesçilik”ten söz etmeyi tercih
ederler. Her ne olursa olsun Müslümanlar Aristoteles’in kitaplarını ısrarla
çevirdiler incelediler ve yorumladılar. Aristoteles onlara göre “üstad”dır ve hatta İlk Muallimdir.
İslam Dünyasındaki Aristotelesçi düşüncenin
tamamlanması yüzyıllar içinde oldu. Bu düşüncenin oluşumuna farklı dinlere
mensup toplumlar, Müslümanlar, Hristiyan Yakubiler, Nesturiler, Melkitler
Sabiiler, Zerdüştler katkı yaptı. Bunlar
Aristoteles’in kitaplarını çevirileriyle, filozofun düşüncelerine yaptıkları
yorumlarla işbirliği yaparak hep birlikte Müslüman Aristotelesçilini
oluşturdular. Onların hepsinin ortak noktası politik ve dini ayrılıkları,
çatışmaları aşmak için Aristoteles düşüncesine rasyonalist ve evrensel bir
felsefe kimliği kazandırmaktı. Böyle bir felsefe oluşturmanın ilk tohumları
Abbasiler döneminde atıldı. Bu düşünce oluşturulurken önce Aristoteles mantığı
belirleyici oldu. Mantığın etkisiyleyeni bir felsefi dil oluşturuldu. Bu
felsefi dil tasımsal akıl yürütmeyi ve kanıtlamayı yöntem kabul etmişti. Bu
yöntemi uygulardan a ve apaçıklıktan (burhan) hareket ediyordu. Dil
ve özellikle Arapça grameri arasındaki ilişkiyi kurmaya çalışıyordu; örneğin
Farabi’nin Kitâb al-Ḥurûf’unda olduğu gibi soyut ve metafizik düşünmeyi benimsemişti. Ayrıca Aristoteles’in
temel düşünceleri Müslüman psikolojisini, fiziğinin ve metafiziğinin
temellerini oluşturuyordu. Bu konularda Aristoteles’in düşüncelerinin ışığında
ayrıntılı analizler yapıldı. Aristoteles’in külliyatı bilimde ve felsefede
teorik ve metodolojik çerçeve oluşturdu; bu çerçeveden yararlanarak ilkeler ve
aksiyomlar kabul edildi; kesin bilgiye (yakîn) dayalı yeni bir
mantık ve bilim dili kullanıldı. Bu dil İslam Dünyasına aktarılan matematik yöntemle ve Batlamyus’un eserlerindeki bilimsel ögelerle rasyonel bir kozmoloji oluşturmada kullanıldı.
Aristoteles’in düşüncelerinden
hareketle açıklama, tartışma ve düşünme yöntemleri ortaya kondu; bu
yöntemler farklı alanlarda polemikler
yapıldı, dini problemler tartışıldı.
Baştan beri Aristoteles
incelemeleri İslam’da bir dini düşünceyle; Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler
ve Müşriklerle yapılan tartışmalarla, aynı şekilde filozoflar ve kelamcılar,
fıkıhçılar arasındaki tartışmalarda
kullanıldı. Fakat yine de Aristoteles’in felsefesi ve yöntemi bazı düşünürler
tarafından eleştirildi.
Aristoteles’in Arapçaya Çevrileri :
Müslümanların miras aldıkları Aristotelesçilik son dönem Antik
Grek dünyasından çevrilmişti. Akdeniz havzasında, Mezopotamya’da ve İran’da
Yunanca ve Aramice konuşan toplumlara
mensup çevirmenler aracılığıyla
taşınmıştı. Müslüman Aristotelesçiliğinin kaynakları Aristoteles’in, Atina’daki
ve özellikle İskenderiye’deki metinlerini Platoncu diyaloglarla ve hermetik
metinlerle birlikte öğreten Yeni Platoncu okullara kadar gider. İskenderiye
felsefi ortamlarında Aristoteles’in metinleri yorumlanıyordu. Bu yorumlama
etkinliği Süryani ortamlarda da devam etti. Bu yorumlar İskenderiye okulunda
yetişen çevirmen ve düşünür Reshʿaynâ
(m. 536) aracılığıyla İslam Dünyasına intikal etti. Reshʿaynâ Doğu Akdeniz’de
uzun bir felsefi çeviri hareketini başlatmıştı¸ Hristiyanlığı ve
Aristotelesçiliği uzlaştırmak amacıyla
İskenderiye mirasını, Süryani dili aracılığıyla, mantığı, teolojiyi,
astronomiyi hekimliği ve fiziği içeren
tutarlı bir felsefe haline getirmişti. Atnasyus Balad” (m. 687) ve Yakup er’ Ruhavi” (Urfalı Jacques) (m.
708) tarafından sürdürülen bu
Süryani gelenek sonradan Süryaniceden ve
Grekçeden Arapçaya çevirilerin ilham kaynağı oldu; Arapça felsefi külliyatın
oluşmasını sağladı; IX. Yüzyılda Kindî ve özellikle Ebû Bişr Mattâ b. Yûnus ve X.
Yüzyılda Fârâbî eserleriyle bu külliyatın ilk temellerini attılar.
İskenderiye’den Bağdat’a ve İslam topraklarındaki başka merkezlerde
Aristotelesçi bilginin ve genel olarak Grek felsefesinin ve biliminin yayılması
yine de İslam felsefe tarihin son derece
karanlık bir dönemidir. Ne bu ilk biçimleri ne önemli aktörleri ne de Arapçaya çevrilen
metinlerin orijinalleri hakkında kesin bilgimiz vardır. Geç Antikitedeki
felsefi etkinlik ve Abbasi hanedanına atfedilen felsefi rönesans arasındaki tarihsel süreklilik gerçekten
problemlidir. Müslümanların fethiyle İslam dünyasına intikal eden Harran’da var
olduğu sayılan bir kütüphane ve felsefi bir okul, ağzına kadar felsefe
kitaplarıyla dolu Hristiyan manastırları, İran’dan ve Hint’ten gelen bilgilere
kitle halinde yönelme; Bizans’tan Abbasi hükümdarının teşvikiyle felsefe
kitaplarının satın alınması; bütün
bunların hepsi; felsefi eserlerin İslam Dünyasına taşınmasını ve yayılmasını
sadece anlamaya izin verebilir. Ayrıca Bazı oryantalistler tarafından ileri
sürülen, Aristotelesçilik Antakya yoluyla İskenderiye’den Bağdat’a doğrudan
intikal etmiştir, şeklindeki klasik tez yerini bugün karmaşık ve çok yönlü bir
intikal model terk edilmiştir.
Ne olursa olsun, İskenderiye’deki
Yeni Platonculaştırılmış Aristotelesçilik İslam Dünyasına kadar yayıldı. Fakat
Müslümanlar Platonculukla az ilgilendiler ve Aristoteles Süryani ve Müslüman
çevrelerinde en önemli yeri işgal etti. Oysa Yeni Platoncu okullarda
Aristotelesçilik sadece Yeni Platoncu metinlere bir giriş rolü oynuyordu. İskenderiye’de ve
Atina’da araştırmalar Platon ve hermetik metinlere yoğunlaşmıştı. Buralarda
yapılan çalışmaların ürünü olan yorumların büyük bir bölümü günümüze kadar
ulaşmıştır; Aristoteles külliyatını da ilgilendirir; çünkü başlangıçta
Aristoteles’in incelemesine dayanıyordu. Müslüman yorumcular Grek, Süryani Müslüman geleneklerdeki
süreklilik nedeniyle büyük ölçüde Aristoteles’le ilgilendiler.
Müslümanlar Aristoteles’in Organon’u, Poetika’sını
ve Retorik’ini
biliyorlardı; aynı şekilde Porrphyrius’un İsagoji’sini de tanıyorlardı.
Aristoteles’in başta Fizik olmak üzere doğal felsefe, psikoloji,
kozmoloji ve zoolojiyle ilgili kitapları Arapçaya çevrildi. Bu çevrilen
kitapların adları şunlardır: De
Anima(Ruh Üzerine), De Anima(Gökyüzü Üzerine) Oluş
ve Bozuluş Üzerine, Meteoroloji,
Hayvanlar Kitabı ve Nikomakhos’a
Etik. Metafizik ise Kindî
çevresindeki bir çevirmen tarafından IX. Yüzyılın ortasında çevrildi ve daha
sonra pek çok çevirileri yapıldı.
Müslüman Aristotelesçi geleneği zenginleştiren çeşitli
faktörler vardır. Bunlar
1. Aristoteles’in
antik yorumcuları.
2. Arapça’ya
çevrilen Aristotelesçi ve Yeni Platoncu bağımsız diğer kitaplar
Bunlar arasında
Theophrastus’un (Θεόφραστος ve Şamlı Nikolaos’un (Νικόλαος
Δαμασκηνός) yorumlarını; başta Gökyüzü Üzerine, Oluş ve Bozuluş, Fizik ve
Metafizik yorumları olmak üzere İskenderiye’li
Afrodisias’ın çeşitli yorumlarını, Themistius’un Metafizik’in Lambda Kitabı
şerhini, Olympiodorus’un (Ὀλυμπιόδωρος) Oluş ve Bozuluş hakkındaki
yorumunu; Philopon’un Organon ve bugün elimizde sadece
fragmanları kalan Fizik yorumlarını ve
nihayet Simplicius’un Kategoriler
yorumlarını sayabiliriz. Bunlara Plotinus’un
İnayet üzerine, İlk Neden Üzerine, Bütünün
İlkeleri’ni, aynı şekilde Philopon’un Aristoteles’e, Proklus’a karşı
polemik kitaplarını ve Dünyanın Ezeliliği Üzerine adlı kitabını, Ammonius Herimae’nin Metafizik
Üzerine Risaleler’ini ekleyebiliriz. Bütün bunlar İslam
filozoflarının doktrinlerinin oluşmasında ve Aristoteles yorumlarında etkili
oldu.
Aristoteles’in Mantık, Fizik, Metafizik ve Zooloji gibi çok
önemli konulardaki kitapları İslam Dünyasında pek çok defa çevrildi ve
yorumlandı. Bunun sonucunda Aristoteles’in eserleri hakkında çok ayrıntılı
bilgi ortaya kondu; ancak bu bilgilerden bazıları apokrif metinlere
dayanıyordu; bazıları da Aristoteles’e yanlış yere atfedilen edebi
uyarlamaların ürünüydü. Aristoteles’e
yanlışlıkla atfedilen bu kitaplar arasında Liber de pomo’yu, De
mundo’yu et les Parva naturalia’yı sayabiliriz.
Bu sözde Aristoteles kitaplarının Stagiralı’ya atfedilmesinin
çok ağır sonuçları oldu: Yeni Platoncu eserlerdeki Aristotelesçiliğin gerçek
Aristotelesçiliğe eklemlenmesi. Aristoteles’in Teolojisi (Üsulucya
Arisṭûṭâlîs, diğer adıyla Kitâbü'r-Rubûbiyye كتاب الربوبية),
gerçekte Aristoteles’in değildi; ona
aitt olduğu varsayılan ; ama Plotinus’un Dokuzluklar’ının
IV-VI. Kitaplarının Arapça çevirisiydi.
Plotinus’un bu iki kitabı genellikle Aristoteles’in Metafizik’ini yorumlamada
bir kılavuz kabul edildi; İslam Dünyasında metafiziğin şekillenmesinde ve
yönünün belirlenmesinde çok etkili oldu.
Bu etki özellikle Müslüman düşünürlerin teoloji anlayışlarında
psikoloji, teoloji ve ontoloji arasında sıkı bağ kurmalarında daha belirgindi. Yeni
Platoncular gibi Müslüman filozoflar da
Aristoteles’e İlk Neden’le özdeşleştirdikleri
Yeni Platoncu kozmolojinin Bir’ini
yüklediler; bu Bir’i de negatif bir teolojinin konusu ve bir nedenin
kaynağı yaptılar, yaratılışı aşağı varlıkların tanrısal bir ilkeden türemesi (sudûr)
diye anladılar; böylece Aristoteles’i “teolojileştirdiler (özellikle Farabî ve
İbn-i Sina’da bu çok açıktır.)
Aristoteles eserlerinin tam metin olarak çevirileri konusunda
pek fazla bilgimiz yoktur; yine de Grekçe’den ve Süryaniceden Arapçaya “çeviri
hareketi” dediğimiz yönelimin sosyal ve kültürel bağlamı hakkında daha çok
bilgimiz vardır. Aristoteles pratik, ideolojik, dinî ve bilimsel pek çok
nedenle İslam Dünyasına çevrildi. Doğrusu bu çeviriler Abbasi Halifelerinin ve
yakın çevrelerinin sürekli desteğiyle yapıldı, kültürlü ve bilginin değerini
takdir eden kişilerin himayeleri de çok
önemli rol oynadı
Bu çevirmenlerin
kimliklerine gelince; bunu az veya çok biliyoruz. Onların bir listesini
yapabiliyoruz. Kusta b. Luka, Yaḥyâ b. El-Biṭrîk, Ibn Nâʿima al-Ḥimsî, Ḥunayn
b. Isḥâk, Isḥâq b. Ḥunayn, Sâbit b. Kurra, Abû Bişr Mattâ b. Yûnus ve Yaḥyâ b.
ʿAdî, başlıca çevirmenlerdi. Bunlar kendi dillerine felsefi ve bilimsel
eserleri Süryaniceden Pehleviceden hatta Sanskritçeden Arapçaya
çevirdiler.
Çeşitli Aristotelesçiliklerin kaynağı bu çevirilerdi.
Çeviriler Müslümanların bilimde ve felsefede kullandıkları terimlerin
gelişmesinde önemli rol oynadı. Yeni Arapça terminoloji oluşturulurken kimi
terimler Grekçe terimlerin kimileri Grekçedeki okunuşuna yakın bir imla ile
yazıldı örneğin madde (ὕλη hule) Arapçada heyula olarak kullanıldı; kimileri yeni bir anlam kazandı;
örneğin Aristoteles’in tözü (οὐσία= ousia) Arapçada değerli taş anlamına gelen cevher
diye karşılandı. Esnek ve zengin bir dil olan Arap dilinde
Abbasiler Dönemi’nde filozoflar ve bilginler günümüze kadar gelen bir
terminoloji oluşturdular.
Çoğu durumda Arapçaya çevrilen Grekçe metinlerin kaynağını
bilmiyoruz; bu çevirilerin gerçekleştirildikleri kurumsal ve felsefi bağlamlar
hakkında sadece az bir bilgiye sahibiz. Buna karşılık açıktır ki,
Aristotelesçilik Abbasiler Dönemi’nde
çoğunluğu şehirli eğitimli politik ve ekonomik açıdan etkili kozmopolit bir
ortamda kabul gördü. Halife ve vezirlerin dışında, bilimsel bilgiye değer veren
zenginler ve tüccarlar da bu çeviri
hareketini desteklediler. Nihayet Aristotelesçiliğin kabulü pragmatik ve
ideolojik nedenlerle Geç Antikite’nin entelektüel ve bilimsel mirasından
yararlanmak isteyen politik açıdan zengin bir arka planda gerçekleşti.
İslam Düşüncesinin başlangıcında Aristoteles, düşünürlerin
büyük çoğunluğu için felsefede en büyük otoriteydi ve bu İbn-i Sina’nın
Aristeotelesçi düşünceyi yeniden biçimlendirmesine kadar sürdü. İbn-i Sina
felsefesi Müslüman Aristotelesçiliğin tarihinde bir dönüm noktasıdır; çünkü
sondan sonraki filozofların çoğu Aristoteles’in kitaplarından çok İbn-i
Sina’nın sistemine ve felsefi sentezlerine
dayanır. Yine de şunu belirtelim: İbn-i Sina’dan itibaren felsefede birbiriyle uyumlu olmayan iki eğilim ortaya
çıkmıştır. Bir yandan İbn-i Sina’dan önce kimi düşünürler Aristoteles’ten çok
Platondan, Yeni Platoncu metinlerden veya Pythagorasçı gelenekten esinlenmeyi tercih ettiler. İranşehrî Ebubekir Er-Razi, Yakub Es-Sicistani İhvan-Safa bunlardandır. Diğer yandan Klasik dönem sonrasında bir başka eğilim
daha ortaya çıktı. Bu eğilimde olanlar İbn-i Sina’dan farklı bir çizgi
izlediler. İbn-i Rüşd, Abd’ül-Latif El- BağdAdî bunlardandı. Bunlar
Aristotelesçi kaynaklara bağlı kalmayı savundular; İbn-i Sina’nın kavramlarını
kullanmadılar ve Aristoteles’in felsefe yapma modeline bağlı kaldılar.
İslam Felsefesinde Aristotelesçi Gelenek
Aristotelesçiliğin İslam dünyasına taşınması ve
içselleştirilmesi entelektüel metodolojik ve bilimsel bir paradigmanın ortaya
çıkışıyla sonuçlandı. Gerçekte bu olgu entelektüel ve bilimsel bir boşlukta
gerçekleşmedi; Emevî hanedanının hükümranlığı sırasında astroloji, tıp ve kimya alanlarındaki çevirilerin
birikiminden yararlandı; Aristotelesçiliğin VIII. ve IX. Yüzyıllarda ortaya
çıkışı ve yayılması İslam Felsefesinin gelişmesinde ve bilimin İslam dünyasında
etkin olmasında kesin bir dönemeç oldu. Çünkü Aristotelesçilik, rasyonel ve
sistematik bir araştırma yöntemi sağlamakla kalmadı; ayrıca felsefeyi,
konularını amaçlarını bir hiyerarşi
içinde öğrenme tarzını kazandırdı, felsefi tutumu benimseyerek entelektüel
mutluluğun elde etme ideali verdi.
İslam filozoflarının anladıkları şekliyle felsefenin yapısı
Aristoteles’in ve özellikle Yeni Platonculuğun mirasıyla oluşmuştur. İslam
felsefesinde iki tür bilgi vardır:
1. Teorik
bilimler: Fizik, matematik ve metafizik
2. Pratik
bilimler: Etik, politika ve ekonomi
Bu bilgi türlerinin üçlü gruplara ayrılması Aristoteles’in Metafizik’inin
IV, 1’inden hareketle gerçekleşmiştir. Metafizik Stragialı için ilk bilimdir. Aristoteles
metafiziğinin Yeni Platoncu yorumu ilk Müslüman filozoflarını teoloji
anlayışlarını şekillendirdi ve filozoflar
bu teolojiyle ilgili önemli araştırmalar yaptılar. Pek çok Müslüman
entelektüel Aristotelesçiliğin teorik ve sistematik boyutuyla ilgilendi. Çünkü
Aristotelesçilik onlara aya altı somut dünyanın her görünüşünü; insan
psikolojisini göksel dünyayı rasyonel
biçimde açıklamak için paradigma ve
ilkeler veriyordu. Bu Aristoteles hayranlığı Müslüman Meşşai hareketlerin ve
meşşaiyyûn (ﻣﺸّﺎﺋﻴّﻮﻥ) denen grupların
ortaya çıkmasına yol açtı. Aristoteles’in eski yorumcuları olan bu meşşaiyyûn kelâmcılardan
diğer felsefi ve bilimsel hareketlerden ayrıdır.
Aristotelesçilik İslam Dünyasını şu doktrinleriyle
etkilemiştir: Mantık, kıyas, yer merkezli kozmoloji, fizik teorisi dünyanın ezeliliği, eter, hulemorfizm, nedensellik, dört öge ve hareket teorileri.
Bunların yanında Aristoteles’in Fizik VIII ve Metafizik XII’den alınmış
ilk hareket ettirici kavramları; aynı şekilde Metafizik’in Lambda
kitabının 9. Kısmındaki Tanrısalı düşünme doktrini son derece etkili oldu. Aristoteles’in bu
doktrinleri başlangıçtan modern dönemlere kadar İslam Felsefesi ve Kelâm
doktrinlerinin işledikleri materyaller olmuştur.
Fakat şunu da göz ardı edemeyiz: İslam Dünyasında Aristoteles
dışında etkili olan başka doktrinler de vardır. Özellikle yer merkezli
Batlamyus astronomisi Galinos tıbbı bunlardandır. Aristotelesçilik İslam
dünyasında bazı gurupların dirençleriyle karşılaştı. Örneğin Hanbeliler ve
Aristotelesçiliğin yanlış diye düşündüklerini görüşlerini terk etmeyi ve Kur’an’la
uyumlu görüşlerini almayı öneren kişiler bu kategoriye girer. Bunlar dışında Aristoteles hayranlığına bir sınır
koyan felsefeciler, bilim adamları kelâmcılar da yok değildi. Bunlar
Aristoteles’in mantığını epistemolojisinden ayrı tutuyorlardı. Dini dogmalara
aykırı olmayan kavramların alınmasında sakınca görmüyorlardı. Aristoteles’in
fizik ve metafizik konusundaki görüşlerini reddediyorlardı.
Ne olursa olsun Cüveyni, Gazalî, Tusî, Fahreddin Razî gibi kelâmcılar
dahil Müslüman klasik ve post klasik düşünürler
Aristoteles mantığının, epistemolojisinin, psikolojisinin; hatta fiziğinin
ve metafiziğinin belli
görünüşlerini genellikle İbn-i Sina
formundaki haliyle kabul ettiler ve böylece Aristotelesçilik İslam düşüncesine
adapte edildi. Farklı alanda düşüncenin verimli kaynağı oldu. Hatta dini
dogmaların savunulmasında bile kullanılarak İslam dünyasında yaşamayı sürdürdü.
Mantık
Aristoteles’in Organon’u Poetika ve Retorik’le
birlikte İslam felsefesi yaparken olmazsa olmaz kitaplarıdır. Bu kitapların
etkisi felsefenin sınırlarını aşmıştır, başta fıkıh ve kelâm olmak üzere pek
çok alanı etkilemiştir. Süryaniceden ve Grekçeden yapılan çeşitli çeviriler ve
Süryani çevirmenlerin açıklamaları
sayesinde ilk Müslüman filozoflar Aristoteles mantığını hemen
özümsediler; onu felsefeyi öğrenmenin ve yapmanın temel aracı olarak ve yöntemi
olarak kabul ettiler. Özellikle muallim-i Sânî (İkinci Öğretmen) kabul edilen
Farabî, Bişr bin Matta ile birlikte İslam’da mantığın temellerini attı. Bu iki
mantıkçı Bağdat Okulu’na mensup Abu’l-Ferec b. Et-Ṭayyib (m. 1043) gibi
kişilerle birlikte Organon’dan esinlenerek pek çok mantık çalışması yaptılar.
Bunların çalışmalarından Farabî’nin Peri Hermenias Ebu’l-Ferec’in Porphyrios’un
İsagoji’si
ve Kategoriler
üzerine yorumları günümüze kadar gelmiştir. İslam Dünyası’nda bir dil
teorisinin ve tasım düşüncesinin gelişmesinde Yorum
Üzerine ve Birinci Analitikler belirleyici oldu; kanıtlama (Burhan) ve tanım (hadd) teorileri
bilimsel ve epistemolojik model ve ideal olarak özellikle İkinci Analitikler’in
etkisiyle ortaya kondu.
Bilimsel hakikati ve kognitif kesinliği ortaya koyma
kapasitesi içermesi, mantıksal düşünceyi ve kanıtlamayı her açıklamanın temeli
kabul etmesi nedeniyle Aristotelesçilik, farklı düşünürlerin bile
yararlandıkları bir tutum olmuştur.
Böylece genel ve yaygın etkiye sahip Aristoteles mantığıyla ilgili
araştırmalar İslam felsefesinin gelişmesinde çok etkili olmuştur. Aristoteles
mantığı İslam dünyasında mantıkta yeniliklere yol açan çeşitli kavramların
kullanılmasını, Fıkıhta ve kelâmda yeni
yöntemlerin kabulünü sağlamıştır. Sonuç olarak Aristoteles’in bazı fizik ve
metafizik doktrinleri yoğun tartışmaların konusu olmuşlarsa da Aristoteles
mantığının çeşitli görünüşleri, fıkıh, kelâm ve tefsir alanlarına sistematik biçimde entegre edildi
ve buralarda kullanıldı.
Kuşkusuz Abbasiler döneminde antik ve rasyonel bilimlere
karşı çıkan Hanbeliler mantığa karşı
çıktılar. Mantığa karşıtlığın bilinen en iyi örneği gramerci ve hadisçi
Sirafi’nin (979) Bağdat’ta Aristotelesçi filozof Abû Bishr Mattâ b. Yûnus ile
tartışmasıdır. Sirafî’ye göre özel bir dil olan Grek dilinin ifadelerine
dayanan bir mantığın başka dillerle yapılacak bir mantığı belirlemesi mümkün
değildir.
Porphyrios’un İsagoji’sinin
(Arapça medhal) etkisiyle mantık çok erken dönemde Aristoteles’in
mirası olan metafiziğe bağlandı. Antik dünyada olduğu gibi mantığın ontolojiyle
ilişkisi İslam filozoflarını da ilgilendiren bir sorun oldu.
Farabî bu açıdan Aristoteles’in Metafizik’inin Delta
kitabından esinlenerek Arap dili ve
lafızları arasındaki ilişki ve metafizik muhtevalarını ele aldı. İbn-i Sina kendi
mantıksal ve ontolojik sistemi için önemli,
(özünden dolayı ve kendinden dolayı “zorunlu” (vacip) ve mümkün
kavramlarını ayırarak mantığı ve metafiziği yaklaştırmaya katkıda bulundu. Bu teori İbn-i Sina sonrası İslam
Felsefesinde ve özellikle kelâmda çok etkili oldu. Bu teori, gerçekte Grek
felsefesinde taslak halinde olan kavramların ve önemli nüansları ifade edecek
şekilde yaratıcı yeniden düzenlenmesidir.
Fizik ve Kozmoloji:
Fizik, Aristoteles felsefesinin matematik ve metafizik gibi
teorik bilimlerin ve etik, ekonomi ve politika gibi pratik bilimlerle birlikte
önemli bir parçasıdır. Aristoteles fiziğinin temel konuları şunlardı: Dört
(biçimsel maddi, etker ve ereksel) neden, hilomorfizm, maddenin sonsuzca
bölünebilirliği, bilfiil ve bilkuvve kavramları, ezeli hareket ve ezeli zaman
kavramları, evrende boşluğun yokluğu. Müslüman
filozoflar bu konuları yeniden ele aldılar.
İslam filozoflarının fizik konusundaki görüşlerinin temelinde
Aristoteles’in önce Bağdat Okulu ve sonra İbn-i Sina tarafından yorumlanan Fizik
adlı kitabı; Aristotelesçi
kozmolojinin anlatıldığı Gök Yüzü üzerine, Oluş ve Bozuluş Üzerine ve
Meteoroloji
Üzerine adlı kitapları vardır.
Bu kitaplar İslam filozoflarının sadece fizik konusundaki görüşlerini
etkilemekle kalmadı; ayrıca gök cisimlerinin sürekli, düzenli ve dairesel
hareketlerini konu edinen astrolojiye ve astronomiye dair düşüncelerini de
etkiledi. Özellikle Aristoteles’in
dünyanın ezeliliğine ilişkin görüşü özellikle İslam kozmoloji geleneğinde büyük
etkiler yaptı. Hareket konusunda
üretilen çeşitli fizik teorileri, teoloji yaklaşımları hareket, zaman ay altı dünyanın ortaya çıkışı, dünyanın
yaratılması ve nedensellik gibi konular İslam kozmoloji geleneğinde
Aristotelesçi fiziğin derin izlerini taşır.
Üstelik kelâmcılara göre madde somut dünyanın sürekli ve
ezeli ilkesini oluşturmak şöyle dursun her zaman Tanrı’nın yaratıcı gücüne itaat eden bir imkan
halindeki atomlar katışmacından (agregat) oluşur. Yine de Kindî gibi bazı
filozoflar Aristoteles’in kitaplarından
çokça alıntılar yapmalarına rağmen Aristoteles’in ezelî evren tezini
reddediyorlardı. Onlar, Grek-İslam felsefesinin ve İslam’ın birbiriyle mükemmel
biçimde uyumlu iki farklı sistem olduklarını düşündüklerinden oldukça uzun süre
yaşayan Aristoteles geleneğinin, dinin temel dogmalarıyla uyuşturulması
geleneğini başlatıyorlardı.
Yine de Müslüman filozoflar Aristoteles’i yorumlamakla ve
yaymakla yetinmediler yeni bilimsel gözlemleri kullanarak Aristoteles’in
gerçekte belirsiz bazı görüşlerini açıklamaya ve çözmeden bıraktığı problemleri
çözmeye giriştiler. Örneğin gök fiziği, gezegenlerin hareketi ve yörüngeleri
problemleri onların ilgilerini çekti. Aristoteles’in ögeler teorisi özellikle
göksel cisimlerini oluşturduğu varsayılan gizemli beşinci öge eter, çok çeşitli şekillerde ele alınmadan
ve farklı şekillerde çözülmeden önce pek çok tartışmanın konusu oldu. Ayrıca
ilk hareket ettirici, semavî ruhlar, ayrı müdrikeler (mufarık akıllar) göklerin
hareketi ve varlığın nedenselliği çerçevesinde ayrıntılarıyla tartışıldı.
Böylece Grek yorumcuları geleneği gibi İslam’da Felsefe teorik problemleri teşhis etti ayrı bir
felsefî gelenek yaratacak derecede Aristoteles düşüncesinin yorumunda bir
teoriler ve kavramlar yığınına sahip oldu. Psikoloji alanı felsefi
tartışmaların ve yeniliklerin gerçekleştiği bir başka verimli alandır. Diğer
metinler özellikle İskenderiyeli Afrodisyas’ın ruh ve müdrike üzerine
yazılarının ışığında incelenen De Anima(فئ
النفس) incelemesi İslam
psikolojisinin ve bilgi teorilerinin başlıca kaynağı oldu. Bu tezler
okundukları ve öğretildikleri çeşitli teolojik ve felsefî bağlamlarda yeniden
ele alındı, tartışıldı, felsefeye ve dine adapte edildi. İslam Aristotelesçiliğinde açıkçası
Aristoteles’in psikoloji üzerine görüşleri pek çok yoruma ve ekollere yol açtı;
psikoloji konusunda çeşitli eserler yazıldı.
Örneğin Farabî’nin Müdrike Üzerine Risale’si (Risale fi
'l Akl), İbn-i Sina’nın Kanun fi’t-tıb’ının fiziğine entegre
ettiği ve Aristoteles’in De Anima’sından esinlenen Fi’n-nefs ve özellikle İbn-i Rüşd’ün
De Anima Şerhi bu konuda anılabilir. Ruhun düşünen bölümünün
maddesizliği ve ölümsüzlüğü tezleri, aynı şekilde müdrikenin derecelerinin veya etkinliklerinin ortaya konması ve
yapılandırılması İslam felsefesinde önemli doktrinlerin ortaya çıkmasını
sağlamıştır. -Kısmen Antik yorumcuların
mirası olan entelektüel etkinliklerin bu
hiyerarşisi etkin müdrikeyle (faal akıl) birlikte etkinlik ve yaygınlık
kazandı. İslam filozoflarına göre etkin müdrike, bilkuvvelikten
bilfiilliğe geçişin ve bilginin
kazanılmasının anlatıldığı, Stagiralı’nın eserinde açıkça ifade edilmeyen etkin
müdrikenin özünlü niteliği problemini
ortaya çıkaran De Anima III.4-5’in betimine uygundur. Böylece
İslam filozoflarına göre entelektüel bilgi
oluş ve bozuluş dünyasında maddesiz ve ezeli bir varlık tarafından
gerçekleştirilen doğrudan nedenselliğe dayanır. İnsan müdrikesinden ayrı ve
onun aktüalitesinden sorumlu etkin müdrikeden doğan bu zihinsel sudûr ya da
zihinsel aydınlanma postulatı Ortaçağ
Latin dünyasına büyük etki yaptı. Bu doktrin genellikle mümkün olduğu ölçüde
psikolojik bir soyutlama, duyulur nesnelerde içkin biçimlerin anlamı şeklindeki
soyutlama teorisiyle uzlaştırılır.
Nihayet Müslüman filozoflar akıl
konusunda derin bir düşünümden başka iç duyular ve özellikle imgeleme konusunda
oldukça çeşitli teoriler ortaya koydular. İmgeleme yetisi İslâmî bağlama
uyarlandı ve filozofların peygamberliğe ilişkin teorilerinde önemli rol
oynadı.
Kindî, Farabî ve İbn-i
Sina gibi Aristotelesçi filozoflar matematiğe önemli bir vermekte ve matematiği
felsefi bilimlerin teorik bölümü saymakta uyuşurlar. Onlara göre matematik
müdrikeyi soyut düşünmeye ve bazı metafizik hakikatleri kavramaya
hazırlar; (aritmetik, geometri ve müzik
gibi) gibi bir matematik bilim olan astronomi
metafiziğe götürür. İslam filozoflarını ilgilendiren, matematiğin kesin ve
tümdengelimsel olmasıdır ve diğer bilimlerle özellikle astronomiyle
ilişkisidir. Astronomiye gelince; o
gezegenlerin özel hareketlerini açıklayabilen geometrik modeli oluşturmaya izin
verir. Böylece Kindî, Farabî ve İbn-i Sina gibi
İslam filozoflarının çoğu geometri ve aritmetik konunda görüşler ortaya
koymaktan başka astronomiye dair kitaplar da yazdılar; İbn-i Rüşd’ün yaptığı
gibi bu bilimi metafiziğe ve fiziğe dair
kitaplarında uzun uzun tartıştılar. Bütün bu düşünürler Aristoteles’in
metafizik ve astronomi arasındaki ilişkiyi ele aldığı Metafizik XII 8’den
esinlendiler. Bütün bu düşünürler bu iki bilimin ortak noktası olduğunun ve
astronominin göksel hareket ettiriciler gibi metafiziğin sorunlarını çözmede
katkısının olabileceğinin bilincindeydiler.
Müslüman Aristotelesçilerin matematik anlayışlarının önemli
bir özelliği de sayıların ve matematik objelerin somut olarak var olduğuna
ilişkin Pythagorasçı ve Platoncu teorilere karşıt olmasıdır. Özellikle İbn-i
Sina Şifa’nın
VII.2-3 bölümünde bu polemiğe girişir.
Farabî için olduğu gibi ona göre de matematik objeler sadece insan zihninde
vardır ve yalnız biçimsel bir nedene sahiptir; onlar zihnin dışında var olamaz.
Metafizik ve Teoloji
Bilindiği gibi İslam felsefesinde Aristotelesçilik ve Yeni
Platonculuk iç içe geçmiştir. Müslüman filozoflar metafizik düşüncenin daha
gelişmiş daha kompleks bir biçimini ortaya koymayı düşünürler. Gerçekte
Plotinos’un, Proklus’un Ammonius’un, Themistius’un, Syrianus’un et Philopon’un
yazıları Stagiralı’nın “ilk felsefe”ye dair düşüncelerinin anlaşılmasını az veya çok etkiledi. Kuşkusuz İslam
Dünyası’nda Metafizik’le ilgili bazı otantik olmayan metinler vardır; ancak
yine de bu kitap Arapçaya ta tam metin olarak çevrilmiştir; İslam
filozoflarında İbn-i Sina ile olgunluk dönemine ulaşan metafizik geleneğin gerçek kaynağıdır. Pek
çok çevirisinin yapılması, ilk dönemlerden itibaren farklı şekillerde
yorumlanması onunla ilgili bağımsız çalışmalar yapılması, Metafizik’in etkisinin
kanıtlarındandır. Farabî’nin (Metafizik’in bir tür özeti olan) Aristoteles
Metafiziğinin Amaçları adlı eseri; Yaḥyâ b. ʿAdî’nin Metafizik’in
Alpha Elatton bölümleriyle
ilgili çalışması; İbn-i Sina’nın Lambda ve Abd’ül-Latif El
Bağdadî’nin Alpha Elatton ve Alpha Meizon, Beta, Delta, Gamma, Epsilon, Zeta, Eta, Theta, Iota ile ilgili
yorumları ve İbn-Rüşd’in tarihsel etkiye sahip yorumu İslam Dünyasındaki Metafizik’le ilgili başlıca çalışmalardandır.
İslam Dünyasında Aristoteles’ten esinlenen (özellikle İbn-i
Sina sonrası) metafizik, Varolan (الموجود)
ve varoluş (الوجود) kavramlarının analizine dayanır. Varolan
mutlaktır ve saftır (الموجود بما هو موجود والموجود
المعلق) ve eşanlıdır (لواحق ,لواعظ
) yani hem bir hem de çoktur; hem bilkuvvedir hem de bilfiildir; ontolojin ilk
ve asıl konudur. Ontolojinin Müslüman filozoflar tarafından ele alınan temel
problemleri şunlardır:
a) Varolan (الموجود) ve var-olmayan (المعدوم)
arasındaki ilişki;
b) Varoluş ve öz arasındaki ilişki;
c) Varoluş, birlik ve varolandaki diğer
eşanlılar arasındaki ilişki;
d) Varoluştan sorumlu ilkeler ve
nedenler;
e) Varoluşun
(mümkün, zorunlu gibi) tarzları
arasındaki farklar; varoluşun (zihinsel ve zihin dışı gibi) çeşitli alanları.
Bu sorunların çoğu İbn-i Sina’nın ve onun felsefesinden
etkilenen (Fahreddin Razi ve Nasıruddin el-Tûsî gibi) sonraki düşünürlerin
eserlerinde ağırlıklı olarak ele alınır; fakat sadece İbn-i Rüşd’ün kitaplarında nüanslı biçimde
formüle edilmiştir.
Teoloji ve ontoloji arasındaki
ilişkilere gelince; burada çok daha fazla varyant bulunur. Eğer Tanrı diğer
varlıklar gibi bir varlıksa veya Varolan
(الموجود) ise de o, genellikle
diğer varolanların ilk nedeni ve sonuçta her şeyin nihaî ve görünmez ilkesi olarak kabul edilir.
Kindî’ye göre teoloji ve ontoloji aşağı yukarı birbirine benzer; metafizik
büyük ölçüde varlığın ve Tanrı’nın etkinliğinin aydınlatılmasıdır. Kindî’nin
yaklaşımı Aristoteles’in Metafizik’ini bir θεολογική (theologike) yani tanrısal
ilkelerin bilimi olarak yorumlayan geç
Yeni Platoncu geleneğin etkisindedir. Fakat X. Yüzyılda Farabî’yle birlikte
ontolojinin konusu olan bizatihi varlığın (الموجود بما
هو موجود) incelenmesi ve teolojinin konusu olan varoluşun ilk nedeni
olarak Tanrı’nın incelenmesi arasında pratik açıdan olmasa bile en azından
teorik açıdan bir ayrım yapıldı. Farabî الإبانة عن غرض
أرسطو في كتاب ما بعد الطبيعة (Aristoteles Metafiziğinin İlkeleri)
başlıklı kitabında kendi açısından, Tanrı’nın ve tanrısal ilkelerin bilimde araştırılan
şeylerden sadece biri olduğunu vurgulayarak, Aristoteles’in kitabının çeşitli
bölümlerinin amaçlarını ve gerekçeleri
açıklar. İbn-i Sina bu Farabîci anlayışı mümkünün ve zorunlunun modal teorisi
sayesinde ontolojisinde bütün varlıklara
uyguladı ve teolojide, başka her varlık
bizatihi mümkün ve başkasından dolayı
zorunlu olduğu halde Tanrı, özü gereği
zorunlu tek varlıktır, doktrinini ortaya koydu.
İbn-i Sina’nın bu yeni anlayışı İslam’da farklı pek çok alanda
benimsenip kullanıldı.
Bu sözlerden sonra diyebiliriz
ki, Arapça metinlerde teoloji ve ontoloji genellikle birbirinden ayrı
olarak ve bağımsız bölümlerde ele alınsa
da, çoğu durumda ontoloji, örtük biçimde teolojiye ve daha özel olarak
söylersek, ezelî, basit, nedensiz, var olan diğer varlıkların yaratılmasını,
varlıklarını sürdürmesini ve etkinliklerini
açıklamak için varoluşu zorunlu ve gerekli bir ilk varlık postulatına
dayandığından, ontoloji ve teoloji içten
birbirine bağlıdır. Tanrısal bir kaynağa
sahip gibi olan varlığa ilişkin bu özel
anlayış, Metafizik XII’de Aristoteles’in Tanrı’yla özdeşleştirdiği bu ilk ilkeden (لمبدوء
الاول) hareketle varlıkların yaratılmasıyla ilgili, ontolojiye benzer
teolojik bir söylem hazırlamayı gerektirdi. Zamanla birlikte yoktan yaratma, sudûr
ve ikincil nedensellik İslam filozoflarının Tanrı’yı olumsal dünyaya bağlayan
bağı açıklamakta yararlandıkları kavramlardır. Yine de Müslüman dini geleneğin formüle ettiği
felsefî açıklama pek çok filozofa göre hem Tanrı’nın var oluşuna ve birliğine
hem de dünyanın yaratılışına ilişkin Kur’an dogmalarının doğru bir yorumunu
oluşturduğu için felsefenin yöntemi ve konusu
Müslüman dini geleneğine ve teolojiye yaratma ve nedensellik konusunda çok yakındır. Gerçekte Kindî, İbn-i Sina ve
özellikle İbn-i Rüşd yaratmaya ve tek ontik ilke olarak Tanrı’ya ilişkin Kur’an
ayetlerinin felsefi yorumunu, kutsal metnin verileriyle mükemmel biçimde uyumlu,
felsefenin en doğru ve en önemli görünüşlerinden biri gibi görürler. Her ne olursa olsun, sudûrcu teori Farabî ve
özellikle İbn-i Sina tarafından bazı Grek metinleri ışığında ve kendi felsefî
sistemleri çerçevesinde formüle edilmiştir. Bu teoriye göre Tanrı mutlak var ve
zorunlu varlıktır, ezeli nedendir. Her şey ezeli Tanrı’dan mutlak bir
zorunlulukla çıkar. Bu yaratma
anlayışlarıyla Farabî ve İbn-i Sina teoloji ve ontoloji arasında bir köprü
kurar. Bu sudûrcu kavram Metafizik Lambda 9’un; başkasını ve
kendini düşünmenin dışta var olan ve nedenle etki arasındaki bir benzerlik
ilişkisine göre etkilere yol açan demiurgosçu etkinlikler gibi
betimlendiği Plotinos’un ve Proklos’un
yazılarının bir sentezine dayanır. Gazali tarafından Tehafüt’ül- Felsasife’de
ciddi olarak eleştirilen bu teori Aristoteles’in ilk hareket ettirici ve ilk
müdrikesini Yeni Platonculuğun Bir’iyle birleştirerek Aristoteles’in metafizik
doktrinine yeni biçim kazandırmıştır.
Etik ve Politika Teorisi
Grek geleneğinde etiğin ve
felsefenin nihai amacı mutluluktur, doğru eylemdir; etik ve felsefe insan
ruhunda insan özgü rasyonel yatkınlıkları doğurur. İslam Felsefesi programının
bir parçası olan pratik bir bilim olarak
etik, İslam’ın klasik dönem düşünürlerinin
pek çoğunun eserlerinde özellikle Bağdat Okulunda önemli bir yer işgal
etti. Bağdat Okulu’nda edebi ve felsefi
bir hümanizm vardı. Bu okulun mensupları toplumda bireyin manevi ve zihinsel
gelişimiyle ilgileniyorlardı. İslam filozoflarının eserlerinde etik sık sık
metafizik, kozmoloji politik teori, hatta tarih, edebiyat ve şiir gibi diğer
disiplinlerle ilişkilidir. Örneğin Miskeveyh (ö. 1030), Tehẕîb’ü'l-aḫlâḳ (تهذيب الاخلاق)
adlı kitabında durum böyledir. Miskeveyh’in bu kitabı sonraki kuşak ahlakçıları
hayran bırakmıştır. İslam ahlak geleneği Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik’ine
dayanmasına rağmen Aristoteles’in önemli etik tezlerini değiştirdi;
Aristoteles’in ilkelerine Stoacı ve Platoncu ögeler de ekledi; böylece Antikite
ahlakının mirasını kullanarak gerçek bir sentez ortaya koydu. İbn-i Miskeveyh kitabında bütün bu farklı kaynaklardan
yararlandığı için hümanist ve felsefi senkretizmin mükemmel bir örneğidir. Böylece entelektüel erdemler, akıl, orta yol,
pratik bilgelik , kolektif nihai iyilik
olarak adalet teorisi, aynı şekilde Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik’te açıkladığı teorik
temaşa teorisi, Aristotelesçilikten çok Platonculuktan ödünç alınan psikolojik
bir paradigmaya yerleştirildi. Ebû Bekir er-Râzî’nin (ö. 935)
düşünceleri bu paradigmanın bir örneğidir.
Bağdat’ın Abbasi
İmparatorluğunun kozmopolitizmi nedeniyle etik, genellikle Platoncu
diyaloglardan ve özellikle Arapçada farklı özetleri olan Devlet’ten esinlenen ve
evrenseli amaçlayan politik teorilere eklemlenmiştir. Bu durumda etik, Farabî’nin ve İbn-i
Miskeveyh’in kitapların en mükemmel şekilde ifadesini bulan politik, dini, tutarlı bir sistem oluşturmak
için psikolojiyle ve kozmolojiyle birleşmiştir.
Bu düşünürlere göre sosyal refah ve kişisel gelişmişlik, Farabî ve İbn-i
Sina için yöneticilerle ve yasamacılarla özdeşleştirilen faal müdrike dahil ay üstü
dünya ve toplum arasında aracılık eden filozofun yönettiği âdil toplumdur
Aristoteles İslam dünyasında sadece
felsefi çevrelerde etkili olmadı; bilim adamları ve ezoterik bilimlerle
ilgilenenler de onun görüşlerinden yararlandı. Bu konuda Aristoteles’in IX.
yüzyıldan itibaren çevrilen zoolojiye dair kitapları önemli rol oynadı. Bu
kitaplar İslam dünyasında biyoloji ve hayvan anatomisi çalışmalarının temeli
oldu. Aristoteles'in bu otantik kitapları yanında ona atfedilen sözde epigrafik
yazıları astroloji gibi klasik İslam'da çok yaygın alanlarda etkili oldu.
Aristoteles'in bilimsel diyebileceğimiz kitapları, İslam dünyasında yıldızların
doğasına ilişkin çalışmaları başlattı,
bu konuda yöntem ve teknikler ortaya kondu, Aristoteles’in
kavramlarından ve teorilerinden hareketle bir astroloji oluşturmaya çalışıldı
İslam dünyasında yenilikler ve muhafazakarlık eğilimleri
İlk Müslüman Aristotelesçiler, Kindî,
Bişr bin Matta, Farabî, Yahya bin Adî
İslam dünyasında Aristoteles’ten
ilk defa söz edenlerden filozoflardan biri Kindî'dir. Kindî İbn-i Nedim’in (ابن
النديم) X. yüzyılın büyük
bibliyografyası olan ve maalesef günümüze ulaşmayan Fihrist’inde
ifade edilen Aristoteles mantığına dair pek çok yorum yaptı. Kindî hareket,
zaman ve kozmos konularında kendi tezlerini ortaya koymak için geç Aristoteles
yorumlarından, özellikle Philoponus yorumlarından esinlendi; ayrıca o,
Aristoteles külliyatını betimleyen Aristoteles Yazılarının Sayısı (في كمية الكتب أريسطو) başlıklı risale
yazdı. Kindî ve Serahsî (ö.899) gibi öğrencileri İslâm dünyasında Aristoteles
doktrinleri ve bazı Kelâmî yaklaşımlar arasında bir uyuşturmayı amaçlayan, Aristoteles’in
eserlerine sistematik şekilde yaklaşan ilk düşünürlerdir. Bu yaklaşım sonraki
Müslüman entelektüelleri derinden etkiledi.
Yine de Kindî’deki bu etkiyi Yeni Platoncu Batlamyusçu ve İskenderiyeli bilim adamlarından esinlenen düşüncelerden
ayırmak zordur. Böyle bir felsefi senkretizm Kindî’deki Aristotelesçi boyutun belirlenmesini gerekli
kılmaktadır. Kindî sonraki İslam
felsefesi geleneğinde önemli bir rol oynayan ikinci analitikleri bilmiyor gibi görünse de Aristoteles
külliyatının temel, pek çok metnini
biliyordu. Böylece Aristoteleşçi fizik, metafizik ve kozmoloji onda hem bazı İslâmî
dogmalarla ve hem de matematik ölçütlere ve yönteme büyük bir önem veren İskenderiye’deki Batlamyusçu bilimsel geleneği uyuşturdu.
Aristotelesçik Nesturî düşünür
Hristiyan Ebu Bişr Matta bin Yunus ve öğrencisi Farabî aracılığıyla İslam
dünyasında yayıldı ve İslam felsefesinde merkezi bir rol oynadı. Matta,
Aristoteles çevirmeni ve yorumcusuydu, Aristoteles felsefesi ile ilgili bugün
kaybolmuş çeşitli kitaplar yazdı, tıpkı Farabî gibi Aristoteles mantığına,
fiziğine ayrıcalık tanıdı; Bağdat’ta felsefenin öğrenim yoluyla yayılması
konusunda çok etkiliydi. Farabî İslam felsefesinin sistematik ve özgün bir
nitelik kazanmasını sağladı; Organon’u oluşturan
kitaplarla ilgili çalışmalarıyla mantığın temellerini attı; Metafiziğin Amaçları Üzerine ve Bir ve Birlik Üzerine Risale ve
Harfler Kitabı (Kitâbü’l-Ḥurûf)
adlı eserleri ile metafiziğin yöntemini ve amaçlarını aydınlattı, daha özel
çalışmalarıyla İslam dünyasında Aristotelesçiliği şekillendirdi ve Yeni Platoncu
tezlerle uyuşturdu. Farabî İslam kültüründe felsefe ışığında rasyonel bilimler
oluşturmak ve insanın rasyonel bölümünü geliştirmek için evrenin Makro
kozmosunu toplumun mikro kozmosuna ve mikrokosmosun ötesinde her bireyin fizik
ve psişik yapısını bağlayan bir sistem hazırladı, bilgi ve soyutlama, tanrısal sudûr
ve yaratıma, etik ve sosyal politika gibi eski problemlere yeni bakış açıları
kazandırmak amacıyla Farabî Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik, Ruh
Üzerine ve Metafizik adlı kitaplarındaki görüşlerini Platoncu
ve Proklusçu kaynaklarla yeni bir
biçimde sentezleyen felsefi proje ortaya koydu.
Matta ve Farabî Okulu sonraki kuşak filozoflar üzerinde derin bir etki
yaptı; örneğin Yahya bin Adî bunlardandır. Adî Farabî sisteminin çok etkisinde kaldı. Fakat onun asıl projesi Teslis tTeolojisini Aristotelesi
ve Platoncu felsefe ile uzlaştırmaktı. Onun amacı Kutsal Metin yorumlarını
felsefi kavramları teoloji özellikle Hristiyan teolojisi bağlamına uygulamaktı.
Fakat Matta’nın teolojik yorumu yine de metafiziği teolojinin hatta Tanrı
hakkındaki söylemin hizmetine veren Kindîye bir dönüştür. Bu durum Yahya'nın
felsefi bilgisinin kendinden sonraki Müslüman ve Hristiyan diğer düşünürlerce
benimsenmesine engel olmadı. İbni Miskeveyh Mantıkçı lakaplı Ebu Süleyman
Sicistani (ö 1000) bunlardandı.
Sicistani mantık kozmoloji ve etik problemlerle ilgilendi. Hristiyan İbn-i
Suver (ö. 1017) ve İbn-i Zur'a (ö. 1008) de Sicistani gibi mantık, kozmoloji ve
etik sorunlarla ilgilendi. bu filozoflar
Aristotelesçi ve Yeni Platoncu tezleri Arap diline odaklı edebi tandanslı bir
hümanizm ile birleştirdiler. Ebu Ferec
bin tayyip'e gelince o özellikle hekimlik mantık ve Hristiyan teolojisi üzerine
yoğunlaştı. Matt Miskeveyh ve et-Tayyip çizgisindeki düşünürlere Bağdat okulu
denir. Bazı çağdaş araştırmacılar
tarafından Aristotelesçi diye nitelenen Bağdat Okulu bu okulu oluşturdukları
varsayılan filozofların görüşleri konusunda nispeten bir fikir verdiği kabul
edilse de bu, modern anlamda bir okul değildir. Gerçekte Bağdat'taki felsefi
öğretimin sosyal bağlamı konusunda pek az veriye sahibiz. Yine de biliyoruz ki
merkezi ya da kurumsal değildir; felsefe pek çok bağlamda ve çevrelerde
öğretiliyordu.
Bu düşünürlerin önceliği Aristoteles’in
mantığından, yönteminden evrensel rasyonalitesinden, etik, fizik ve metafizik
ilkelerinden esinlenen, fakat aynı zamanda o dönemin politik, dini hayatına ve
zihinsel yapılarına uydurulmuş felsefi bir sistem geliştirmekti. Bu, ruhun daha
özel söylemek gerekirse ruhun sübjektif ve özel değil; rasyonel bölümünün
evrenselliğine dayalı bir mutluluk teorisini; mantığın çeşitli konulara
uygulanabilen rasyonel bir alet gibi görülmesini içeriyordu. Bu tezler bir bütün olarak alındığında Bağdat
Aristotelesçilerinin inşa etmeye çalıştıkları felsefi yapının görünüşlerinden bazılarını
temsil eder
Çeşitli varyantları olan bu program XI.
yüzyıla kadar yaşadı; genç İbn-i Sina bu
programı miras aldı ve felsefi kişiliğini bu programı inceleyerek oluşturdu. Yine
de İbn-i Sina bu yapıyla yetinmedi; onu
baştan sonra değiştirdi; öyle değiştirdi ki Aristotelesçilik büyük ölçüde İbn-i
Sinalaştırılmış bir biçim altında varlığını sürdürdü. İbn-i Sina'nın mantık, psikoloji ve metafizik
alanlardaki otoritesi herkesçe kabul edildi; İbn-i Sina Farabî'nin ve Aristoteles'in
otoritesinin yerini aldı. Müslüman kuşaklar Aristoteles’in Arapça çevirilerini
incelemekten çok İbn-i Sina'nın
metinlerini okudular diğer deyişle İbn-i Sina'nın sistemi İslam dünyasında filozoflar
için olduğu gibi bu sistemden onu kendilerine göre değiştirerek ihtiyaçlarına
adapte ederek gerekli gördüklerini alarak yanlış gördüklerini terk ederek
yararlanan hekimler, kelâmcılar ve fıkıhçılar için yeni ve didaktik felsefi bir
paradigma oldu.
İbn-i Sina hayatı boyunca
Aristoteles felsefesini yeniden okumaya çalıştı; bunu özellikle olgunluk
döneminin artık sentezle sonuçlanan eserlerinde Kitab’üş-Şifa’da,
Kitab’ül-İşarât’ta daha ileri noktaya götürdü. İbn-i
Sina'nın felsefi programı Aristoteles mantığını ve metafiziğini yeniden düzenlemekti. İbn-i Sina teorisinde Aristoteles'in metafizik
programını izlese de onu Yeni Platoncu doktrinler ışığında yeniden yorumladı,
ince analizlerle ve kendi icadı olan kavramlarla analiz etti, sonuçta Aristoteles'in
bazı doktrinlerini önemsizleştirip
bazılarını öne çıkardı ve böylece kökten değiştirdi.
İbn-i Sina'nın en dikkat çeken
yaklaşımlarından biri öz ve varoluş arasındaki ilişkidir. Bu iki kavram arasındaki ilişki Greklerde de
vardı. Aristoteles bunun bir felsefi taslağını yapmıştı. İbn-i Sina bunu
düşünce ve somut realite ayrımı ışığında mümkün, zorunlu ve imkansız
kavramlarına dayalı modal teorileri ışığında ele alarak yeniden yorumladı;
varoluş öz problemini pek çok yazısında ele aldı, derinlemesine ve çok etkili
olacak şekilde analiz etti, analizini bu kavramları hem ayrı ayrı hem de
karşılıklı ilişkileri içinde ele alarak yaptı, böylece metafiziğe yeni bir
bakış açısı kazandırdı. Bu temel ayrımı ile İbn-i Sina var olanların bütününe
uyguladığı son derece esnek ve rafine kavramsal bir şema elde etmek için mümkün
ve zorunlu model teorisini birbirine bağlı olarak analiz etti; bu teoriyi
kavramlara, somut varlıklara ay üstü aleme ve Tanrı’ya uyguladı. İbn-i Sina oluşu ve mükemmelleşmeyi açıklamak için
metafiziğinin ve psikolojisinin arka planına yerleştirdiği ve Aristoteles'ten
miras aldığı nedensel kavramları geliştirdi, nihayet Tanrı’nın var oluşunun doğrudan bu kavramsal ve model
kavramlarına dayanan yeni bir kanıtını ortaya koydu.
İbn-i Sina ruhun yetkinliğini
maddesizliğini ve ölümsüzlüğünü açıkça ileri sürerek psikolojiye çok önemli
katkıda bulundu. Onun psikoloji doktrini ayrı müdrikeler teorisini içeren ve
insan düşüncesini müdrikenin ve
varoluşun ilk ilkelerine bağlayan sisteminden ayrılamaz.
Sonuç olarak İbn-i Sina'da Aristotelesçilik derin bir değişikliğe
uğradı ve filozofların yüzeysel olarak
ele aldıkları konulara odaklanarak orijinal bir düşünce ortaya koydu. Onun
yenilikçi düşüncesi İslam dünyasında Aristotelesçiliğin sonraki gelişmelerine
damgasını vurdu. Çünkü o, Abbasiler
dönemindeki Bağdat'taki Aristotelesçilikle yetinmedi en dikkat çekici değişimlerden
biri oldu ve sonraki kuşak Müslüman Hristiyan ve Yahudi düşünürler için
felsefede yeni bir hareket noktası belirledi.
Bu evrimi dikkate aldığımızda bir Aristotelesçilikten çok bir İbn-i Sinacılıktan söz etmek uygundur. Aristoteles’in
doktrinleri ile İbn-i Sina'nın
doktrinleri arasında pek çok fark vardır. İbn-i Sina'nın problemleri ve tezleri de kendine
özgüdür. İbn-i Sina miras aldığı Aristoteles felsefesinin sınırlarını fark
etmiştir, bununla birlikte Stragialının felsefesinin orijinalliğini ve değerini
açıkça dile getirmiştir
İbn-i Sina sonrası Aristotelesçilik İslam
dünyasında felsefenin eleştirisi ve reaksiyonel tutum
İbn-i Sina Aristotelesçiliği Antik
yorumların, Yeni Platoncu kaynakların ışığında ve kendinin ortaya koyduğu yeni
ayrımlardan yararlanarak farklı bir görünüşe kavuşturdu; kendi dönemi ve
sonraki dönem üzerinde sürekli etki yaptı; örneğin Bahmanyar, Gazali Nasıruddin
Tusi, Fahrettin Razi, Molla Sadra İbn-i Sina'dan
etkilenen düşünürlerdendi. Bununla birlikte onun sistemi bütünüyle ve herkes
tarafından genel bir kabul görmedi. Bazı filozoflara göre onun sisteminde
eleştirilmesi gereken da problematik yönler vardır. Bağdatlı Yahudi düşünür
Eb’ul-Berekat el-Bağdadi (ö. 1165) İbn-i Sina'yı eleştirenlerden biriydi. Bağdadî Rasyonel
Araştırma Kitabı’nda (كتاب المعتبر)
sadece orijinal felsefi teorileri ortaya koymadı ayrıca Aristoteles, İbn-i Sina
ve Sühreverdi (ö.1191 felsefelerine de örtük ya da açık eleştiriler yaptı. Bağdadî müdrike ve kognitif objesi arasında
bir aracı yoktur, ilkesine dayalı doğrudan bir epistemoloji ortaya koymadan
önce İbn-i Sina'nın mantığını, epistemolojisini ve psikolojisini ciddi olarak
eleştirdi. Bağdadî ve sühreverdi başlangıçta benimsedikleri İbn-i Sina
metafiziğini çok farklı noktalardan eleştirdi.
Bazı durumlarda İbn-i Sina
karşıtlığının nedeni, otantik ve arıtılmış Aristotelesilikle bağ kurma
isteğiydi. Bazıları İbn-i Sina'nın
gerçek Aristotelesçilikte olmayan gereksiz yeniliklerini veya hatalarını
reddediyordu, bazıları İbn-i Sina'nın
sistemine sızmış Yeni Platoncu fikirleri elemek istiyorlardı. Abdüllatif el-
Bağdadî (ö. 1231) İbn-i Sina'ya köklü eleştiri yapanlardandı.
İslam dünyasındaki İbn-i Sina'cı Aristotelesçiliğe eleştirinin en etkili ve en ciddi olanını Tehafüt’te
Gazali yapmıştı. Gerçekte Gazali sadece İbn-i Sina'yı, Farabî'yi ve kökleri Grek
felsefesinde olan bütün düşünceleri eleştirdi. Gazali'nin filozoflarda
eleştirdiği tezler şunlardı: Aristoteles fiziğine dayanarak savunulan dünyanın
ezeliliği ; De Anima'dan esinlenen ölüm sonrası dirilmenin
olmadığı ve Tanrı’nın cüzileri değil de
küllileri bildiği tezi. İbn-i Sinacılar Aristoteles'in Metafizik lamda
9'da ortaya koyduğu tanrısal noetikle Yeni
Platoncu ögeleri özellikle kendini düşünme ve başkasını düşünme ayrımını birleştirdiler. Kuşkusuz Gazalî mantığın, psikolojinin ve metafiziğin bazı
görünüşlerini kendi kelam sisteminde kullandı; ama evrenin ezeliliği ölümden
sonra dirilmenin yokluğu ve Tanrı’nın sadece tümelleri bildiğine ilişkin İslam
filozoflarının Grek metafiziğinden hareketle ileri sürdükleri bu tezlerin Kur'an'la
açıkça çeliştiğini söyledi.
Eleştirdiği bu konularda Gazalî Aristotelesçi
İbn-i Sinacı neden kavramının analizinden hareket etti. İbn-i Sina
Aristotelesçiliğinde dört neden (biçimsel, ereksel, etker ve maddi neden) ve
neden ile etki arasındaki zorunlu ilişki
bilimsel ve felsefi her düşünce için vazgeçilmez postulattır. Doğal
dünya sabit evrensel yasalar tarafından
yönetildiği için bilimsel ve felsefi her düşünce mümkündür. Fakat Gazali
filozofların bu aksiyonunu eleştirdi onun yerine Tanrı’nın mutlak gücü ve
mutlak bilgisi teorisini, her an realitenin atomist yapısını bütünüyle yeni
biçimlere dönüştürebilen, nesneleri aralarında birleştirebilen nedensel
ilişkiyi değiştirebilen tanrısal iradenin üstünlüğü teorisini koydu; sonuçta
ateşin pamuğu yakmadığı ve herhangi bir anda Tanrı’nın iradesiyle gerçekleşen bir realite vardır.
Gerçekte ateş pamuğu yakmaz
gerçekte yanma fenomeni gerçek otantik ve epistemolojik bir temel değildir sadece nedensel bir
görünüşe sahiptir; her an Tanrı’nın iradesine bağlıdır yine de Gazali evrende
belli bir düzenliliği, adeti, bilimi yapmayı ve bilimsel sonuçları kabul etmeyi
mümkün kılan değişmezliği kabul eder. Fakat bu felsefecilere verilmiş bir taviz
değildir.
Gazali'nin eserleri bir sistem
olarak Aristotelesçilikle ve dini bir sistem olarak İslam arasındaki temel
gerilimlerden birini açıkça aydınlatır. Kindî,
Farabî ve İbn-i Sina gibi bazı
filozoflara göre bu iki sistem birbiriyle tamamen uyuşturulabilir. Farabî'nin dediği gibi bu ikisi arasında
epistemolojik bir hiyerarşi vardır, ama karşıtlık yoktur. Oysa Gazali'ye göre
felsefe ve din aslında değil, bazı görünüşleri dikkate alındığında uyuşur.
Gazali'nin İbn-i Sinalaştırılmış
Aristotelesçiliği eleştirisi Sühreverdi'nin Eb’ul- Berekat Bağdadi'nin ve
Abdüllatif Bağdadî’nin eleştirilerinden farklıdır.
Gazali dışındaki bu düşünürler Aristotelesçiliği
salt felsefi açıdan eleştirdiler. Gazali eleştirinin yönünü değiştirdi
filozofların kanıtlamalarına ve terminolojilerine dayansa da onları dini
dogmaların otantikliğini korumak için eleştirdi. Gazali'ye göre kuşkusuz insan
müdrikesi pek çok konuda bilgi edinebilir, kişi kendi rasyonel kapasitesi ile
çeşitli eylemleri gerçekleştirebilir yine de zorunlu olarak insan aklı
sınırlıdır. Müdrike Tanrısal vahiy örneğin peygamberler ve dini etik tarafından
aydınlatılmalı ve desteklenmelidir. Ona göre filozofların Grek kaynağı olan Aristotelesçiliğin
eksik yapısı ile peygamberlerin mirası
olan ve Müslüman bilginler tarafından korunan vahyin yapısı arasında ortadan
kaldırılamaz farklar vardır. İbn-i Sina'nın sisteminin alternatifi Aristoteles’e
bir dönüş değil kelâmın ve fıkhın ihtiyaç duyduğu alanlarda vahye aykırı
olmayan rasyonel ögeleri seçip almaktır.
İslam Aristotelesçiliğine karşı
çıkan bir başka düşünür de İbn-i Teymiye
(ö. 1328) idi. Teymiye Gazali'nin
hareket noktası olan Aristotelesçilik/vahiy karşıtlığı idi. Fakat onun
eleştirileri Gazali'ninkinden daha yüksek sesle yapılmıştır İbn-i Teymiye kelâmcı
ve Hanbeli fakih idi felsefenin konumunu ve yöntemini eleştiren çeşitli
kitaplar yazdı. Bunlardan özellikle filozofların mantığına karşı yazdığı kitabı
oldukça teknik analizler içeriyordu İbn-i Teymiye bu kitabında filozofların
mantıksal akıl yürütme konusundaki başlıca hatalarını ele alıyordu özellikle
onların öz ve yüklemlerine ilişkin, tanıma ve kanıtlamaya ilişkin görüşlerini
çürütüyordu. İbn-i Teymiye’ye göre İbn-i
Sina'nın ve onu izleyenlerin formülü
ettikleri yanlış metafizik teoriler bu
mantıksal kusurlardan sorumludur.
İbn-i Teymiye’nin bu eleştirileri
sonraki kuşaklar üzerinde etkili olmuşsa da Aristotelesçiliğin temel
doktrinleri İbn-i Sinacı form altında
katı bir felsefe geleneğin günümüze kadar geldiği İran'da çok zengin gelişmeler
kaydetti. XVI. ve XVII. yüzyıllarda Mir dâmâd ve Molla Sadra mistisizmi, teolojinin pek çok varyantını içeren İbn-i Sinacı düşünceler ortaya koydular. Yine de bu sonraki dönem Aristotelesçi
sistemlerde Aristotelesçiliğin doğasını ve içeriğini belirlemek zordur. bu
koşullarda sadece teşhis edilecek ve izole edilecek temel ve indirgenemez bir Aristotelesçilikten
çok İslam felsefesinin Arap ve İran varyantlarından söz etmek uygundur
İbni Rüşd ve Endülüs Aristotelesçiliği
Endülüs'te Aristotelesçilik daha
orijinal ve geliştirilmiş şekli ile yaygınlaştı İbn-i Sina Aristotelesçiliğinin
daha köklü eleştirisi yapıldı büyük fakih, filozof ve hekim İbn-i Rüşd (ö. 1198) XII. yüzyılda İslam dünyasında
ona ulaşan İran etkisindeki ve özellikle İbn-i Sina'nın eserlerindeki Aristotelesçiliği
yakından tanıdı; Arapça çevirilerinden öğrendiği orijinal Aristotelesçiliği İbn-i
Sina'nın eserlerindeki Aristoteleçilikten
ayırt etti. Onun projesi İskenderiyeli Afrodisyas gibi Grek Aristoteles
yorumcularına dayanarak ve İbn-i Sina'nın eserindekiler dahil eklemeleri
belirleyip eleyerek orijinal ve gerçek Aristotelesçiliği yeniden oluşturmaktan ibarettir. Aristoteles'in eserlerine İbn-i Rüşd sayfaları az orta ve çok sayıda olan
çeşitli yorumlar yaptı. Bunlar mantık, felsefe, metafizik, kozmoloji ve zooloji
konularındaydı. Arapça Latince ve İbranice dillerinde olan bu yorumların pek
çoğu bize ulaşmıştır. İbn-i Rüşd
özellikle Fizik, Gökler Üzerine ve Ruh Üzerine
adlı kitaplara yorumlarıyla İslam ülkelerinden çok Avrupa Hristiyan ve Yahudi
entelektüel çevreleri etkiledi, kitapları Avrupa'ya taşındı örneğin Metafizik
yorumunda İbn-i Rüşd Aristoteles’in metnini bölümlere ayırdı, metnin orijinal
ve doğru anlamını ortaya çıkarmak için felsefi açıdan çok titiz incelemeye tabi
tuttu ve anahtar kavramları, terimleri ve cümleleri ayrıntılı biçimde analiz
etti. Aristoteles metnine dair derin bilgisini kullanarak İbn-i Rüşd İbn-i Sina felsefesini eleştirdi derinden
analizler yapma yöntemi ona İbn-i Sina'nın modeli karşısında özgürce
değerlendirme yapma imkanı verdi. Bu yoğun yorumlama etkinliği İslam dünyasında
onun en büyük Aristotelesçi düşünür ve Aristoteles yorumcusu kabul edilmesini
sağladı. Kuşkusuz İbn-i Rüşd bu unvana layıktır çünkü İbn-i Rüşd İbn-i Sina'nın
karşıtı olan ve onun pek çok doktrinine alternatif orijinal bir felsefi sistem
kurdu. Onun özellikle fiziği, psikolojisi, astronomisi ve metafiziği çok
orijinaldir. Metafizikte İbn-i Rüşd son
derece kavramcı diye düşündüğü İbn-i Sina yöntemini eleştirdi, özellikle onun
mümkün ve zorunlu ayrımına dayalı ilk nedenin varlığı kanıtını eleştirdi. İbni Rüşd şöyle düşünüyordu: Aristoteles’in
sabit ve ezeli hareket ve ilk muharrik konusundaki kanıtlamaları teolojinin en
sağlam hareket noktasını oluşturur. Onun felsefi duruşu eleştirdiği İbn-i Sina'nın nedensellik sudûr akıllar öz varoluş
teorilerine karşıtlığıdır. İbni Rüşd İbn-i Sina'ya karşıt olarak metafizikteki kavramlara
özellikle bilkuvve ve bilfiil kavramlarına dayalı bir ontoloji kurmaktır.
İbni Rüşd De Anima'yı yorumlayarak kendi psikolojisini
ortaya koydu. O özellikle zihinsel yetiler, müdrike, entelektüel bilgi ve ruhun
bedenden ayrıldıktan sonraki kaderi gibi konuları kendi açısından aydınlattı.
Onun De Anima yorumları Latin skolastiğine de önemli etki yaptı.
Kozmoloji alanında Farabî'nin ve İbn-i
Sina'nın formüle ettikleri şekli ile
ayrı müdürikelerin Göksel ruhların, uygun olmadıklarını düşündüğü
hiyerarşisini, Tanrı’yla özdeşleştirdiği tek Göksel hareket ettirici varlık
kabul eden daha basit bir model ortaya koymak için terk etti. O, yazılarının bazı kapalı bölümlerinde
Göksel kürelerde içkin ruhları kabul etmesine rağmen önceki filozoflar gibi ayrı
müdrikelerin sayısını artırmak istemiyo rdu; çünkü bunun Aristoteles doktrininde bir sapma
olduğunu düşünüyordu.
İbn-i Rüşd ayrıca İbn-i Sinacıların sistemlerindeki Batlamyus'un eksantriklerini ve epicyclerini
de reddetti, bunun yerine Metafizik’in
lamda 8'inde ifadesini bulan sferolojisini koydu çünkü gök cisimlerinin
dairesel hareketi basitliği döngüselliği ve uyumu nedeniyle felsefi ideale
hiyerarşik hareketten daha uygundur. Belli bir konservatizm rengindeki böyle
bir düşünce İslam dünyasının XIII. yüzyılda Maraga gözlem evinde bir araya
gelen bilginlerin kabul ettikleri şekliyle bütün anlayışlara karşıttı. Gerçekte Müslüman astronomların çoğu
Batlamyus modeline göre oluşturulmuş bir evren tasarımı kabul ettiler. Onlar İbn-i
Rüşd'ün reddettiği eksantrikleri ve epicyclikleri çoğaltacak şekilde geometrik fonksiyonların ötesine gidiyorlardı. Fakat İbn-i Rüşd İslam dünyasının doğusundaki astronomik
gelişmelere sırtını dönerek bu ayrımları yapma imkanı bulmadı.
İbn-i Sina’nın mekaniği ve
kozmolojisi Aristoteles'in fizik VIII'de ve metafizik XII 7- 8'de kabul ettiği
şekliyle ilk muharrik postulatına dayanıyordu. Bu mekanik kozmolojiye göre
cisimleri ve Göksel varlıkları İbn-i Sina'nın
düşündüğü gibi ay üstü her cisme uygun ayrı ve çok zekalar değil evrenin ilk
muharriki olarak Tanrı hareket ettirir. İbn- Rüşd İbn-i Sina'nın ayrı akıllar teorisi ile uyumlu ve bu
maddesiz varlıklarda aşağı varlıkların etker nedenini gören sudûrcu teoriyi
reddetti. İbni rüşte göre diğer varlıkların hareket ettirici ontik nedeni
sadece Tanrı'dır, hareket ettirici ve etker nedenleri çoğaltmak ona göre hem Aristoteles'in
metinlerine hem de temelde onlarla uyumlu dini metinlere karşıttır. İbn-i Rüşd'ün
Aristoteles’in ve yorumcularının yazılarıyla doğrudan temasının ürünü olan
rasyonalist yaklaşımlar İbn-i Sina'nın
yaklaşımından farklıdır. İbn-i Rüşd'e göre Tanrı metafizik karakteriyle anlaşılamaz, çünkü Tanrı, fiziksel dünya ile sürekli ilişki içindedir yani muharriktir. İbn-i Rüşd'ün bu yaklaşımı Doğu Aristoteleşcilerinden
hem doktrinal hem de metodolojik olarak farklıdır Endülüstlü filozof bunu pek
çok defa vurgular.
İslam Aristotelesçiliğinde İbn-i Rüşd'ün en önemli görüşlerinden biri din
felsefe ilişkisine dairdir. Endülüstlü filozof Tehafüt't-tahafüt'te Aristoteledçi felsefe ve
İslam arasında özünlü bir uyum olduğunu yöntemli biçimde kanıtladığını söyler.
Sözlerini ifade ederken İslam hukukundan çıkarılmış kanıtlamaları ve kavramları
kullanır, okuyucuyu şuna inandırmaya çalışır: İslam hukuku felsefe yapmaya hem
izin verir hem de onu onaylar ve ister. İbn-i Rüşd en büyük Aristotelesçi olsa
da Endülüs'te başka Aristotelesçiler de vardı. örneğin İbn-i Bacce bunlardandı. Bacce doğa felsefesine
katkıda bulundu Aristotelesi yorumladı.
İslam dünyasındaki felsefi ve
bilimsel eserler XI. Ve XII. yüzyılda Latinceye İspanyolcaya ve İbraniceye
çevrildi. Avrupa bu çevirilerle İslam dünyasındaki Aristotelesçiliği tanıdı
özellikle İbn-i Rüşd’ün külliyatının çevirisine odaklandı. Bu çeviri sayesinde İbn-i
Rüşd Yahudi ve Hristiyan felsefi
çevrelere nüfuz etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder