1. İnsanın Çoğulluğu
Çoğulluk, “yeni
insan”ın en temel niteliklerdendir. Çoğul insana ilişkin çok çeşitli söylem
vardır. Her bir söylem, mümkün açıklamalardan ya da anlamalardan sadece biridir,
çünkü insani realitenin görünüşlerinden ancak birine ilişkindir. Oysa
betimlenen dışında daha pek çok görünüş vardır. Bunlardan her biri ayrı söylem
konusudur. Bu görünüş çeşitliliği çoğulluktur. Çoğulluk, insan ve toplum
bilimlerinde gerilim nedenidir.
Çoğul insan Aydınlanma’cı
insanın karşıtıdır. Aydınlanma,
anthropos’un (insan) birliğini
savunur. Aydınlanma’cılara
göre insan, farklı kültürlerde yaşasa da homojen bir varlıktır. İnsanın
değişmez nitelikleri vardır. İnsan, evrensel bir kategoridir. O yüzden hukuk, ahlâk
ve insan hakları da evrenseldir.[1]
Önemli bir konuya dikkat çekelim: Çoğul insan, kültüralizmin
insanı değildir. Kültüralizmin insanı tıpkı çoğul insan gibi evrenselin
karşıtıdır. Ama her ne olursa olsun, kültüralizmde, insan kültüre itaat eder.[2]
Kültür tüm insanlara temel bir kişilik verir.[3]
Oysa kültür, çoğul insanı belirlemez, sonuçta nitelemez. Kuşkusuz çoğul insan,
başkalarıyla bir kültürü ve bir dünyayı paylaşabilir, ama o, yine de kendisi için
bir dünya, dünya içinde bir dünya oluşturur. Bu dünya sürekli değişir,
farklılaşır, çünkü çoğuldur.[4]
Çoğul insan toplumda bir imgeleme oyunu oynar; algılama ve
imgeleme arasında ilişki kurar. Onun çeşitli yatkınlıkları, farklı eğilimleri
vardır. Bu insan çok ayrı deneyimler yapar. Onun deneyimleri her zaman
uyuşmayabilir, ama eylemine uyan özel bir şema vardır. Şemalar çok farklıdır.
Eylem şemaları ne kadar farklı olursa olsun; bir arada olabilir. İnsan eylem
şemalarından çeşitli repertuarlar oluşturur.
Çoğul insan tek bir dünyada sosyalleşmez; sadece bir dünyada
da yaşamaz. O, sosyalleşme deneyiminin ürünüdür. İnsanı sosyalleştiren deneyim,
pek çok ve heterojen sosyal bağlamlarda gerçekleşir.[5]
Ama insanı biçimlendiren sosyal ana kalıplar, farklı ya da karşıt da değildir.
Yine de çoğul insan, başkalarıyla bir aradadır.
Çoğul insan bir meslek topluluğuna mensup olabilir. O,
çoğunlukla bir ailenin bir üyesidir; ayrıca her zaman bir tüketicidir. İnsan
bütün buralarda, daha genel konuşursak, toplumda çeşitli deneyimler edinir. Bu
deneyimlerin kimi eşzamanlıdır, kimi de ardışıktır. İster eş zamanlı, isterse
ardışık olsunlar; tüm deneyimler heterojendir ve bazen de karşıttır. Bu durum
kaçınılmazdır, çünkü insanın yatkınlıkları; görme, hissetme ve davranma biçimleri
pek çoktur. O, gerçekte pek çok bağlamda ve çeşitli boyutlarıyla ele
alınmalıdır. Sonuç olarak, bireylere ilişkin tutarlı ve homojen bir portre
çizilemez.[6]
Eğilimler, kimi zaman sadece belli bağlamlarda ya da özel
alanlarda eyleme yol açabilir. Üstelik aktör bunun farkına varmayabilir. Diğer
deyişle insan, çoğulluğu düşünmeden yaşayabilir. Çoğul insan, eylemlerinin
hepsini tek bir “türetici formül”e bağlamaz; sadece bir “genelleştirici ilke”ye
de indirgemez. Örneğin, bazı insanlar doğdukları sosyal ortamı ya da sosyal
sınıfı bütünüyle terk ederler. Bu duruma, “dikey sosyal hareketlilik” denir.
Sınıf değiştirme, “çoğul aktör”ün özel bir durumudur, fakat aktörün
çoğulluğunun en mükemmel modeli değildir.[7]
Birey, çoğul insanı ortadan kaldıramaz. Çoğul insan, sosyal
kurumlara karşıt sınırları göstererek yeniden ortaya çıkar. Çoğul insana
ilişkin genel bir teori ya da model oluşturmak kolay değildir.[8]
Ne var ki, insan ve toplum bilimleri, teorileştirmeden de kaçamaz. Ancak
teoriler saydam, pragmatik ve net olmalıdır. Onlar insanı genellikle tek bir
bağlamda ya da sadece bir boyutuyla ele alır.
Biz, heterojen toplumda heterojen sosyal
deneyimleri yaşarız. Bu yüzden her birimizin, görmesi, duyması ve davranması
kaçınılmaz olarak kendimize özgüdür. Bu durumda pek çok dünya ve pek çok deneyim
vardır.[9]
Bundan dolayı araştırmacı, bireyi bu çeşitliliği içinde
gözlemlemelidir.
Çoğul insan bazen aynı anda iki farklı evrenin karşıt
etkilere maruz kalabilir; bu etkiler onun iki karşıt tutum takınmasını gerektirebilir.
Bu durum onun açısından çok ciddi bir problem ortaya çıkarır; onu sıkıntıya
düşürür, hatta bir iç çatışmasına sürükler.
İnsanın çoğulluğu ekollerin savundukları kesinliği alt üst
eder. Bunun en iyi örneği, habitus olgusudur.[10]
Çoğul insanın sosyalleşme evreninde kazandığı pek çok habitusu vardır. Onun
eylemleri sadece programlanmış değildir, ayrıca düşünülmüştür ve planlanmıştır.
Çoğul insanın kültürel bir ögeyi alması basit bir transfer değildir. O,
kültürel ögeyi çarpıtarak, uyuşturarak ve yeniden yorumlayarak alır.[11]
Habitus olgusu, sosyal röprodüksiyon teorilerini ortadan
kaldırır; yöntem bireyciliğine karşı durur, etnometodoloji teorilerini ve diğer
teorileri geçersiz sayar.[12]
Çoğul insan, kazanılmış yatkınlıklara ilişkin çok daha
karmaşık ve açık bir kavram önerir; eylemin mantıklarına ve karşılıklı
eylemlere daha çok yer verir. Çoğul insanın eylemi fırıncının, fotoğrafçının ya
da sporcunun uzun zamanda öğrenilen otomatik hareketlerine benzemez. Onun
eylemi spontane bir modda gerçekleşir; belirli bir ortamda “doğal” ve kolay
biçimde evrimleşmesine izin verir.[13]
Çoğulluğa göre sosyal dünyada mümkün tek bir hakikat yoktur.
Bireyselciliğe ilişkin teoriler çok gözde olabilir. Onlar yine de kabul
edilemez, çünkü bu teoriler, ne kadar bütünleştirici olursa olsun yine de tekil
kişilere aittir. Realitenin gözlemlenmesinden şunu çıkarabiliriz: Bireyler
genellikle çeşitli yatkınlıkların bazen de karşıt yatkınlıkların taşıyıcısıdır.
Onların eğitimleri ve sosyalleşmeleri hiç de homojen değildir.[14]
Onlar kendi aileleri, eğitim kurumları, boş zaman aktiviteleri ve medya
tarafından sosyalleştirilmişlerdir. O nedenle “çoğul insan, zorunlu olarak
çoğuldur.” Şu tür bir yatkınlık niçin başka bir bağlamda değil de bu bağlamda
aktiviteye dönüşmüştür? İnsan ve toplum bilimleri bunu belirlemeye çalışmalıdır.[15]
Çoğul insan için hayatın anlamı, kendisinin verdiği
anlamdır; bu anlamı değerli kılan da bu durumdur. Bireyi yönlendiren sosyal
belirlenimler ne olursa olsun, bireyde düşünce ve eylem şemalarını
biçimlendiren tarihsel hafıza ne kadar uzun olursa olsun, çoğul insan kendi
sübjektifliğini kendisi oluşturur. Ancak çoğul insanda kendi döneminin
topluluğu da vardır.[16]
Çoğul insanın toplumsal yapıyı içselleştirme modaliteleri
kişiliğinin bir donanımını oluşturur. Her gün birbirinden çok farklı şemaları
içselleştiririz. Bu şemaların hepsi bir işlemsel değer taşımaz. Onların çoğu
basit tasavvur düzeyinde olsa bile, asla aktiviteye dönüşmez; bilinçli düşünce
aşamasına yükselemez; sadece uyuyan, genellikle kısa süreli hatta geçici
yapılar olarak kalır.[17]
Çoğul insan sadece yatkınlıklarının ve bunların neden olduğu
eylemlerinin, alışkanlıklarının çoğulluğuyla açıklanır. Çoğul insan sınıf ya da
sosyal birliklere yerleştirilebilecek bir birey değildir, çünkü bu kategoriler
insanın indirgenemezliğini göz ardı eder; onu bir bütünün parçası yapar. Sonuç
olarak, söz konusu kategoriler çoğul insanı açıklamakta yetersizdir. Sosyal ve
kültürel pratikler, aktörün durumlarının çeşitliliğinden dolayı karşıt gibi
görünebilir. Eylemler ve karşı eylemler nedensel ve karşılıklı bir bağlılık
içinde bütünleşir.[18]
[1]
Moreau, Marie-Louise, Sociolinguistique, Flammarion, Paris, 1998, p. 115.
[2] Dorvil, Henri, Problèmes Sociaux, PUF, Paris, 2008,
p. 51.
[3] Bu konuda bkz. Mikel Dufrenn, La personnalité de base, Feuille à Feuille, Paris, 1970.
[4] Moreau, p. 116.
[5] Marc, Montoussé, 100
Fiches de lecture en économie, sociologie, histoire et géographie, Bréal,
Paris, 2000, p. 420.
[6] Dortier Jean-François, Les sciences humaines, Les Éditions
des Sciences humaines, Paris, 2002, p. 118.
[7] Wilde, Patrick de;
Axel, Kahn, L’homme pluriel, Martinière, Paris, 2008, p. 73.
[8] Courgeau, Daniel, Du groupe a l’individu synthèse multi niveau, PUF, 2004, pp. 5-8.
[9] Pretceille, Martine A. “Le lien social
entre cohésion et cohérence”, Actes
des journées d’études vivre ensemble dans la ville: cultures, éducation et lien social, Paris, 2003.
[10] Bourdieu, Pierre, “Habitus”, Habitus:
A
sense of Place, Edited by Jean Hillier, Emma Rooksby, Cambridge University Press, 2002, pp. 43-53.
[11] Dortier, Jean-François, “Les ressorts de l’action, Sciences
humaines, N° 85, Juillet, 1998, p. 24.
[12] Dupus, Jean Pierre, “Anthropologie, culture et organisation”, dans L’Individu
dans l’organisation, éditeur, Jean-François Chanlat, PU, Laval, 2007, p. 539.
[13] Huber, Winfrid, Introduction à
la psychologie de la personnalité, Mardaga, Bruxelles,
1977, p. 69.
[14]
Caradec, Vincent; Martuccelli,
Danilo, Matériaux pour une sociologie
de l’individu, Presses
Universitaires Du Septentrion, Paris,
2005, p. 100.
[15]
Hirschhorn, Monique, L’individu Social, PU, Laval, 2007, p. 59.
[16] Elias, N., La société des individus, Fayard, Paris,
1991, p. 160.
[17] Sauvageut, A., Voir et savoir, PUF, Paris, 1994, p.
121.
[18] Lahire, Bernard, L’esprit
sociologique, La Découverte, Paris, 2007, p. 17.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder