8 Şubat 2023 Çarşamba

KAFAMIZDAKİ İNSANLA GÖRDÜĞÜMÜZ İNSAN NİYE FARKLIDIR: İNSANIN ÇOĞULLUĞU

 

1. İnsanın Çoğulluğu

 Çoğulluk, “yeni insan”ın en temel niteliklerdendir. Çoğul insana ilişkin çok çeşitli söylem vardır. Her bir söylem, mümkün açıklamalardan ya da anlamalardan sadece biridir, çünkü insani realitenin görünüşlerinden ancak birine ilişkindir. Oysa betimlenen dışında daha pek çok görünüş vardır. Bunlardan her biri ayrı söylem konusudur. Bu görünüş çeşitliliği çoğulluktur. Çoğulluk, insan ve toplum bilimlerinde gerilim nedenidir.

Çoğul insan Aydınlanma’cı insanın karşıtıdır. Aydınlanma, anthropos’un (insan) birliğini savunur. Aydınlanma’cılara göre insan, farklı kültürlerde yaşasa da homojen bir varlıktır. İnsanın değişmez nitelikleri vardır. İnsan, evrensel bir kategoridir. O yüzden hukuk, ahlâk ve insan hakları da evrenseldir.[1]

Önemli bir konuya dikkat çekelim: Çoğul insan, kültüralizmin insanı değildir. Kültüralizmin insanı tıpkı çoğul insan gibi evrenselin karşıtıdır. Ama her ne olursa olsun, kültüralizmde, insan kültüre itaat eder.[2] Kültür tüm insanlara temel bir kişilik verir.[3] Oysa kültür, çoğul insanı belirlemez, sonuçta nitelemez. Kuşkusuz çoğul insan, başkalarıyla bir kültürü ve bir dünyayı paylaşabilir, ama o, yine de kendisi için bir dünya, dünya içinde bir dünya oluşturur. Bu dünya sürekli değişir, farklılaşır, çünkü çoğuldur.[4]

Çoğul insan toplumda bir imgeleme oyunu oynar; algılama ve imgeleme arasında ilişki kurar. Onun çeşitli yatkınlıkları, farklı eğilimleri vardır. Bu insan çok ayrı deneyimler yapar. Onun deneyimleri her zaman uyuşmayabilir, ama eylemine uyan özel bir şema vardır. Şemalar çok farklıdır. Eylem şemaları ne kadar farklı olursa olsun; bir arada olabilir. İnsan eylem şemalarından çeşitli repertuarlar oluşturur.

Çoğul insan tek bir dünyada sosyalleşmez; sadece bir dünyada da yaşamaz. O, sosyalleşme deneyiminin ürünüdür. İnsanı sosyalleştiren deneyim, pek çok ve heterojen sosyal bağlamlarda gerçekleşir.[5] Ama insanı biçimlendiren sosyal ana kalıplar, farklı ya da karşıt da değildir. Yine de çoğul insan, başkalarıyla bir aradadır.

Çoğul insan bir meslek topluluğuna mensup olabilir. O, çoğunlukla bir ailenin bir üyesidir; ayrıca her zaman bir tüketicidir. İnsan bütün buralarda, daha genel konuşursak, toplumda çeşitli deneyimler edinir. Bu deneyimlerin kimi eşzamanlıdır, kimi de ardışıktır. İster eş zamanlı, isterse ardışık olsunlar; tüm deneyimler heterojendir ve bazen de karşıttır. Bu durum kaçınılmazdır, çünkü insanın yatkınlıkları; görme, hissetme ve davranma biçimleri pek çoktur. O, gerçekte pek çok bağlamda ve çeşitli boyutlarıyla ele alınmalıdır. Sonuç olarak, bireylere ilişkin tutarlı ve homojen bir portre çizilemez.[6]

Eğilimler, kimi zaman sadece belli bağlamlarda ya da özel alanlarda eyleme yol açabilir. Üstelik aktör bunun farkına varmayabilir. Diğer deyişle insan, çoğulluğu düşünmeden yaşayabilir. Çoğul insan, eylemlerinin hepsini tek bir “türetici formül”e bağlamaz; sadece bir “genelleştirici ilke”ye de indirgemez. Örneğin, bazı insanlar doğdukları sosyal ortamı ya da sosyal sınıfı bütünüyle terk ederler. Bu duruma, “dikey sosyal hareketlilik” denir. Sınıf değiştirme, “çoğul aktör”ün özel bir durumudur, fakat aktörün çoğulluğunun en mükemmel modeli değildir.[7]

Birey, çoğul insanı ortadan kaldıramaz. Çoğul insan, sosyal kurumlara karşıt sınırları göstererek yeniden ortaya çıkar. Çoğul insana ilişkin genel bir teori ya da model oluşturmak kolay değildir.[8] Ne var ki, insan ve toplum bilimleri, teorileştirmeden de kaçamaz. Ancak teoriler saydam, pragmatik ve net olmalıdır. Onlar insanı genellikle tek bir bağlamda ya da sadece bir boyutuyla ele alır.

Biz, heterojen toplumda heterojen sosyal deneyimleri yaşarız. Bu yüzden her birimizin, görmesi, duyması ve davranması kaçınılmaz olarak kendimize özgüdür. Bu durumda pek çok dünya ve pek çok deneyim vardır.[9]

Bundan dolayı araştırmacı, bireyi bu çeşitliliği içinde gözlemlemelidir.

Çoğul insan bazen aynı anda iki farklı evrenin karşıt etkilere maruz kalabilir; bu etkiler onun iki karşıt tutum takınmasını gerektirebilir. Bu durum onun açısından çok ciddi bir problem ortaya çıkarır; onu sıkıntıya düşürür, hatta bir iç çatışmasına sürükler.

İnsanın çoğulluğu ekollerin savundukları kesinliği alt üst eder. Bunun en iyi örneği, habitus olgusudur.[10] Çoğul insanın sosyalleşme evreninde kazandığı pek çok habitusu vardır. Onun eylemleri sadece programlanmış değildir, ayrıca düşünülmüştür ve planlanmıştır. Çoğul insanın kültürel bir ögeyi alması basit bir transfer değildir. O, kültürel ögeyi çarpıtarak, uyuşturarak ve yeniden yorumlayarak alır.[11]

Habitus olgusu, sosyal röprodüksiyon teorilerini ortadan kaldırır; yöntem bireyciliğine karşı durur, etnometodoloji teorilerini ve diğer teorileri geçersiz sayar.[12]

Çoğul insan, kazanılmış yatkınlıklara ilişkin çok daha karmaşık ve açık bir kavram önerir; eylemin mantıklarına ve karşılıklı eylemlere daha çok yer verir. Çoğul insanın eylemi fırıncının, fotoğrafçının ya da sporcunun uzun zamanda öğrenilen otomatik hareketlerine benzemez. Onun eylemi spontane bir modda gerçekleşir; belirli bir ortamda “doğal” ve kolay biçimde evrimleşmesine izin verir.[13]

Çoğulluğa göre sosyal dünyada mümkün tek bir hakikat yoktur. Bireyselciliğe ilişkin teoriler çok gözde olabilir. Onlar yine de kabul edilemez, çünkü bu teoriler, ne kadar bütünleştirici olursa olsun yine de tekil kişilere aittir. Realitenin gözlemlenmesinden şunu çıkarabiliriz: Bireyler genellikle çeşitli yatkınlıkların bazen de karşıt yatkınlıkların taşıyıcısıdır. Onların eğitimleri ve sosyalleşmeleri hiç de homojen değildir.[14] Onlar kendi aileleri, eğitim kurumları, boş zaman aktiviteleri ve medya tarafından sosyalleştirilmişlerdir. O nedenle “çoğul insan, zorunlu olarak çoğuldur.” Şu tür bir yatkınlık niçin başka bir bağlamda değil de bu bağlamda aktiviteye dönüşmüştür? İnsan ve toplum bilimleri bunu belirlemeye çalışmalıdır.[15]

Çoğul insan için hayatın anlamı, kendisinin verdiği anlamdır; bu anlamı değerli kılan da bu durumdur. Bireyi yönlendiren sosyal belirlenimler ne olursa olsun, bireyde düşünce ve eylem şemalarını biçimlendiren tarihsel hafıza ne kadar uzun olursa olsun, çoğul insan kendi sübjektifliğini kendisi oluşturur. Ancak çoğul insanda kendi döneminin topluluğu da vardır.[16]

Çoğul insanın toplumsal yapıyı içselleştirme modaliteleri kişiliğinin bir donanımını oluşturur. Her gün birbirinden çok farklı şemaları içselleştiririz. Bu şemaların hepsi bir işlemsel değer taşımaz. Onların çoğu basit tasavvur düzeyinde olsa bile, asla aktiviteye dönüşmez; bilinçli düşünce aşamasına yükselemez; sadece uyuyan, genellikle kısa süreli hatta geçici yapılar olarak kalır.[17]

Çoğul insan sadece yatkınlıklarının ve bunların neden olduğu eylemlerinin, alışkanlıklarının çoğulluğuyla açıklanır. Çoğul insan sınıf ya da sosyal birliklere yerleştirilebilecek bir birey değildir, çünkü bu kategoriler insanın indirgenemezliğini göz ardı eder; onu bir bütünün parçası yapar. Sonuç olarak, söz konusu kategoriler çoğul insanı açıklamakta yetersizdir. Sosyal ve kültürel pratikler, aktörün durumlarının çeşitliliğinden dolayı karşıt gibi görünebilir. Eylemler ve karşı eylemler nedensel ve karşılıklı bir bağlılık içinde bütünleşir.[18]



[1] Moreau, Marie-Louise, Sociolinguistique, Flammarion, Paris, 1998, p. 115.

[2] Dorvil, Henri, Problèmes Sociaux, PUF, Paris, 2008, p. 51.

[3] Bu konuda bkz. Mikel Dufrenn, La personnalité de base, Feuille à Feuille, Paris, 1970.

[4] Moreau, p. 116.

[5] Marc, Montoussé, 100 Fiches de lecture en économie, sociologie, histoire et géographie, Bréal, Paris, 2000, p. 420.

[6] Dortier Jean-François, Les sciences humaines, Les Éditions des Sciences humaines, Paris, 2002, p. 118.

[7] Wilde, Patrick de; Axel, Kahn, L’homme pluriel, Martinière, Paris, 2008, p. 73.

[8] Courgeau, Daniel, Du groupe a l’individu synthèse multi niveau, PUF, 2004, pp. 5-8.

[9] Pretceille, Martine A. “Le lien social entre cohésion et cohérence”, Actes des journées d’études vivre ensemble dans la ville: cultures, éducation et lien social, Paris, 2003.

[10] Bourdieu, Pierre, “Habitus”, Habitus: A sense of Place, Edited by Jean Hillier, Emma Rooksby, Cambridge University Press, 2002, pp. 43-53.

[11] Dortier, Jean-François, “Les ressorts de l’action, Sciences humaines, N° 85, Juil­let, 1998, p. 24.

[12] Dupus, Jean Pierre, “Anthropologie, culture et organisation”, dans L’Individu dans l’organisation, éditeur, Jean-François Chanlat, PU, Laval, 2007, p. 539.

[13] Huber, Winfrid, Introduction à la psychologie de la personnalité, Mardaga, Bruxel­les, 1977, p. 69.

[14] Caradec, Vincent; Martuccelli, Danilo, Matériaux pour une sociologie de l’indi­vidu, Presses Universitaires Du Septentrion, Paris, 2005, p. 100.

[15] Hirschhorn, Monique, L’individu Social, PU, Laval, 2007, p. 59.

[16] Elias, N., La société des individus, Fayard, Paris, 1991, p. 160.

[17] Sauvageut, A., Voir et savoir, PUF, Paris, 1994, p. 121.

[18] Lahire, Bernard, L’esprit sociologique, La Découverte, Paris, 2007, p. 17.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder