28 Kasım 2023 Salı

HİNTİKKA'YA GÖRE FELSEFE FENOMENOLOJİ

                    HİNTİKKA'YA GÖRE FELSEFE FENOMENOLOJİ


 Hintikka’ya göre Filozoflar arasında bir “Fenomenoloji”nin kesin anlamına ilişkin tam bir kafa karışıklığı vardır. Bazı ya-zarların hipotezlerinin aksine, fenomenolojiyi fenomenalizm-den açıkça ayırmalıyız. Aslında fenomenoloji yalnızca feno-menlerin gerçek olduğunu ileri sürmez, aksine deneyimin bize gerçekliğin bir kısmına doğrudan nüfuz etme fikrini savunur. Eğer “fenomenler” bu şekilde nüfuz edebildiğimiz şey ise o zaman şunu ileri sürebiliriz: Bertrand Russell'ın duyu verileri-nin fiziksel dünyada bulunması gibi fenomenler zihinden ba-ğımsız bir gerçekliğin parçasıdır. Bazı şeyler yine der açıktır. Terimin belirttiği gibi . fenome-nolojinin ana fikirlerinden biri fenomenlere yani bilincime doğ-rudan verilene. geri dönmektir. Kognitif dünyamın geri kalanı fenomenologların terimini kullanırsak “verili” olandan hareket-le inşa edilmiştir. Fenomenologlara göre böylece ilk olarak aşkın indirgeme yoluyla bilgimizin dayandığı temele ulaşırız. Böyle bir yaklaşım hangi perspektifleri açar? Birçok Filozoflar zaman zaman verilmiş bir idenin geçerliliği ko-nusunda şüphelerini dile getirmişlerdir. Nörolojinin ortaya çı-kardığı gerçek ise çok daha çarpıcıdır. Bu gerçek şudur: Görü-nüşte bilinin en basit ve kaba verileri gerçekte Merkezi sinir sistemimizin inanılmaz derecede karmaşık bir şekilde işlenme-sinin ürünüdür. Görünmüşte renk algısının deneyi kadar basit olan bu deneyimler beynin çok özel bölgeleri aracılığıyla göz-lerden gelen girdilerin karmaşık bir sürecini gerektirir. Bu ne-denle kişi renklerin mükemmel vizyonunu korurken kavrama yeteneğini kaybedebilir. Bilincin nüfuz edebildiği en temel fenomenler hiçbir epistemolojik değer taşımaz; fenomenoloji-nin sözle anlatılamazlık dediği durum asla bilgi değildir. Paradoksal olarak, geçmişte “fenomen” terimini bilincine vardığımız ve bilme süreçlerimize giren girdiyi ifade ediyordu; bu girdi fenomenoloist girdilerden çok daha genişti. Örneğin Newton'un "fenomenleri" denetlenmiş deneyimlerin sonuçları-nı içeriyordu. Bu, fenomenolojiyi metodolojik olarak kesin olarak öldür-mek için yeterli olabilir ya da en azından bilgi edinimi açısın-dan iddia edebileceği akla uygunluğu inkar etmek için yeterli olabilir. Neyse ki bu olmadı. Yine de, yeni bir metodolojik ba-kış açısının benimsenmesi gerekmektedir. Bu durumda, David Marr'ın (1982) ortaya koyduğu bilimsel araştırmanın bazı yönlerine ilişkin metodolojik üçlemeden ya-rarlanabiliriz ve bunu insanın bilişsel süreçlerine genelleyebili-riz. Bu türden bir bilişsel süreci incelemek için bir bilim adamı-nın bu sürecin ne ürettiğini kavramsal terimlerle açıklaması gerekir. Marr örneğinde görme, görülenin üç boyutlu bir temsilini oluş-turmalıdır. Bu, bir bilgisayarın matematiksel işlevine benzer şekilde bu işlevin ne olduğunu sormak anlamına gelir. Ancak bunu bilerek ve belirterek makinede bu amaç için programlanacak algoritmayı sorgulayabiliriz. Ve üçüncü aşa-mada s, bu algoritmanın bilgisayarın sabit diskine nasıl kurul-duğunu merak edebiliriz. Marr, insan görüşü üzerine yaptığı çalışmada birbiriyle yakından ilişkili bu üç aşamayla benzerlik-ler kurar. Marr'ın üçlemesini kabul edersek en doğalcı epistemolog bi-le biz bilişsel sistemlerimizin gerçekleştirmek zorunda oldukları şeyi bu üç aşamayla açıklamak zorundadır. Bu görev bilinçli bilginin kavramsal planda ne olduğunu yani kognitif sistemlerimizin yönettikleri süreçlerin neyle so-nuçlandıklarını belirgin bir şekilde tanınmayı içermelidir. Bunu bilmek de, ne düşündüğümüz ve bildiğimiz şey hak-kında kişisel düşünmeyi ve analiz etmeyi gerektirir. Bundan sonra fenomenoloji bilinçli olarak nüfuz edilemezin yani sezgi-nin değil, insanın kurucu sürecinin üretiminin (çıktısının) kav-ramsal dokusu olarak kabul edilirse, fenomenlerin incelenmesi olarak devam edebilir. Fenomenolojinin araştırma yöntemini tersine çevirmeliyiz: Fenomenologlar bilişsel süreçlerin girdilerine odaklanmak yeri-ne, çıktılarına yönelmelidir. Ayrıca, doğru anlaşıldığında feno-menolojinin tarihi boyunca her zaman yaptığı şeyin de bu ol-duğunu tahmin edebiliriz. Bu, fenomenolojik düşünceyi, “analitik” felsefenin bazı türleriyle birleşmiş kavramsal analizle ilişkilendirmek anlamına gelir. Ama belki görünüşte birbirine zıt olan bu iki gelenek arasında bir ilişki hâlâ vardır. Edmund Husserl fenomenolojisi şunu fark kabul etti: Kendi fenomenolojisi Ernest Mach’ınkine benzer bir pozitivizmin radikal biçimde sürdürülmesinden iba-rettir. Fenomenoloji bir yönelimlilik teorisi olarak, yani kısmen Frege’ninkine benzeyen bir anlam teorisi olarak yorumlandı. genelleştirilmiş bir niyet teorisi olarak yorumlanmıştır. Bu benzetmeye göre Fregeci Sinne (duyular) Husserlci noema-lara karşılık gelir. Ancak her iki durumda da bu entitelerin doğası kesin ve açık olmaktan uzaktır. Fenomenolojinin doğasını anlamak ve onun perspektiflerini değerlendirmek için bu can alıcı sorunun açıklığa kavuşturul-ması gerekir. Bu problemin ekseni hangi fenomenolojinin özün indirgenmesi kavramına dayandığını belirlemektir. Fenomenolojiyi bir yönelimlilik teorisi diye yorumlarsak onu fenomenolojik indirgemelerde “verilen”e dayalı bir girişim gib düşünmek zordur. Yönelimliliğin konusu gerçekte doğru-dan deneyim objeleri değildir. Sonuçta fenomenolojik indir-gemeler, şöyle görünmektedir: Fenomenoloji yönelimliliği vur-gulamaya çalışmıyor; fakat onun rolünü en aza indirgemeye çalışıyor. Ancak görünüşe göre deneyim her zaman belirli nes-nelerle ilgilidir. İnsanın evrenselleri kapsayan deneyimlere sa-hip olabileceğini kabul etsek bile, bir zorluk devam etmektedir Burada haklı olarak şunu sorabiliriz: Bir noema veya başka bir evrensel nasıl zihinde var olabilir? Fenomenologlar cevap olarak Tüm temele bileşenleri deneyimde çıkarabildiklerini iddia eder-ler. Ancak görünüşe göre deneyim her zaman belirli nesnelere da-yanır.. Tümelleri kapsayan deneyimlere sahip olabildiğimizi kabul etsek bile, bir zorluk devam etmektedir. Bir tümel diğer tümellerle özünlü ve zorunlu , içsel ve gerekli bağlantıları ko-rur. Bu ilişkiler aynı zamanda deneyimde de verilmiş olmalıdır. Beş kavramını beş objenin şeklini görerek ve “görmek” kelime-sinin ilk anlamında görselleştirerek kavrarız. Fakat 5+7=12'yi aynı şekilde görebilir miyiz? Husserl, Wesensschau veya "özle-rin vizyonu" kavramında bu tür zihinsel işlemleri gerçekleştir-me yetimiz olduğunu öne sürdü. Fakat bu gizemli yeti nedir? Noemalar yönelimli nesneler mi yoksa aracılar mıdır? Bu güçlükle başa çıkmak için Aristoteles'in biçimler teori-sinden yararlanmaya çalışmak bir çare gibidir. Bana öyle geliyor ki, verimli bir bakış Öz ve Wesensschau'ya ilişkin fenomenolo-jik kavramlar konusunda en verimli bakış, , bunları Aristoteles-çi biçim düşüncesini yeniden canlandırma girişimleri gibi düşünmekten ibarettir Bir biçim, nesnel olarak var olan, hatta bazen algılanabilen ve örneğin harici bir nesnenin özdeşliğini oluşturabilen bir entitedir. . Aynı zamanda bir biçim zihinde gerçekten ve tümüyle gerçekleşebilir. Böyle olduğunda biçim düşüncenin nesnesini temsil etmez; nesneyle özdeştir. Fenomenoloji açısından bu özdeşlik, ideyle yönelimli denen nesnenin biçimiyle özdeşliktir. Yönelimli ilişki anlamlı entiler-leri değiştirmez, bir biçimi paylaşmaktan ibarettir. Brentano'da Aristoteles ile günümüz fenomenologları ara-sında gerçek bir tarihsel bağlantı buluruz. Espriyle söylersem fenomenologları “kayıp biçimlerin peşindeki maceracıları” diye niteledim. Aslında Aristotelesçi biçimler taşınırken kaybolmuştu. Hiç-bir çağdaş düşünür, kendi biçimler teorisinin Aristoteles meta-fiziğindeki biçimler teorisiyle az veya çok benzer olduğunu söylemez. Bu nedenle yaklaşımlarının özünü etkileyen genel kavram-ların varoluş ve bilinme biçimleriyle ilgili problem aydınlatıl-madıkça fenomenoloji tatmin edici teorik bir temele sahip de-ğildir. Eğer fenomenoloji analiz yaparken Aristotelesçi kökleri-nin farkında olsaydı daha saydam özelliklere sahip olurdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder