5 Eylül 2024 Perşembe

İNSAN VE TOPLUM BİLİMLERİNDE RASYONALİTE

 

 

 
                 İNSAN ve TOPLUM BİLİMLERİNDE RASYONELİTE

.

 

1.Felsefî Açıdan Rasyonalite

 

Filozofların kullandıkları şekliyle rasyonalite tanımı, hiç de açık değildir. Rasyonalitenin evrensel uygulaması diyebileceğimiz bir prosedür yoktur. Bu terim, filozoflar tarafından hep yeniden tanımlanmıştır ve belirlenmiştir; çünkü, insanın dünyaya ve tabiata bakışı sürekli değişmekte ya da gelişmektedir. Bu değişiklikler veya gelişmeler yeniden tanımlamayı gerekli kılmıştır. Sonuç olarak şu ya da bu şeyin rasyonel olduğunda uzlaşamayız. Rasyonalite kelimesindeki belirsizlik, filozofların farklı spekülasyonlarına uygun olabilir; ancak bilimsel olmak isteyen bir disiplin tarafından yeniden ele alındığında ciddî problemler çıkarır. Bilimsel bir terim iyi tanımlanmalıdır ve onun kesin kaplamı olmalıdır. Tanımı sağlam ve kaplamı belirli terim sayesinde bilim adamları topluluğu, şu ya da bu objeyi aynı şekilde kabul ederler. Bütün kimyacılar potasyumu aynı şekilde anlarlar. İnsan ve toplum bilimcileri de şu eylemin ya da bu inancın aklî olduğunda uzlaşılmasını isterler.

Bize öyle geliyor ki, rasyonalite kavramındaki belirsizlikte onun çok anlamlı oluşunun etkisi vardır. Wittgenstein bu çok anlamlılığa işaret eder ve şöyle der: Rasyonalite kelimesi çok anlamlıdır. Bu anlamlar, ikişer ikişer ortak özelliğe sahiptirler. Örneğin A, B’ye yakın bir anlama sahipse ve B’nin, C’ye yakın bir anlamı varsa, bundan A’nın C’ye yakın bir anlamı olduğu sonucunu çıkaramayız; çünkü A’nın ve C’nin artık ortak hiçbir ögeleri yoktur. Rasyonalite kelimesinin her anlamına uygun düşen bir realite vardır. Bundan dolayı rasyonalite kavramının herkes tarafından kabul edilebilir bir tanımını bulmak imkanı ortadan kalkar.[1]

Bu konuda, Needham’ın inanç teriminin çok anlamlılığına ilişkin analizinden yararlanmak daha doğrudur. Needham, inanç kavramını analiz ederek inançların farklılaşmalarına neden olan ögeleri ortadan kaldırır ve bu kavramın anlamını sadece “inanmak” fiilinden hareketle ortaya koyar. Needham bir ölçü belirlemez. O, sadece inanmak fiilini analiz eder ve sonunda şu karara varır: Bir inancın kanıtlanması yalnız bu inancın kabul edilmesinden ibarettir; (inanıyorum ki, ...) bu kanıtın biçimidir. Rasyonellik kavramını anlamak için bu yöntemi uygulayabiliriz. Buna göre rasyonaliteyi tanımlardan değil de, dilimizdeki kullanımdan hareketle anlamak daha doğru bir tutumdur. Çünkü dilimize güvenmeliyiz; insan ve toplum bilimlerindeki rasyonaliteyi kelimenin sosyal kullanımına bakarak kavramalıyız.

 

 

2. Bilimsel İlke Olarak Rasyonalite

 

Bilindiği gündelik dilde rasyonalite, mantıksal olan şeyin niteliğidir; akla bağlı ve akla ait şeyin özelliğidir. Rasyonalite örtük biçimde şunu ifade eder: Her tecrübe, bilimsel prosedürlere göre düzenlenmelidir. Bu şekilde düzenlenmeyen tecrübelere gerçeklik gözüyle bakılamaz. Epistemolojinin son amacı, realitenin üstünlüğünü vurgulamaktır ya da rasyonel bilginin anlamını ve kapsamını belirginleştirmektir. Şunu kabul etmek zorundayız ki, insan ve toplum bilimlerinde rasyonalite, epistemolojik rasyonalite ışığında ele alınmalıdır. Bu nedenle önce epistemolojik rasyonalite hakkında kısa açıklamalar yapalım.

Epistemoloji, gücünü bilim tarihiyle kurduğu, sabit ve yakın bir ilişkiden alır. O, rasyonel düşüncenin tek parçalı olduğunu kolayca savunamaz. Birtakım felsefeler şunu iddia ederler: İnsanların farklı arzularından ve bu arzulara eşlik eden fantazmalardan saçma şeyler doğar. Bu iddiaya göre rasyonalite söz konusu saçma şeylerden pek de farklı değildir. Epistemolojiden, saçma şeylere benzeyen rasyonalite’yi kabul etmesi beklenemez. Epistemolojik açıdan rasyonalite kavramı, en somut ifadesini bilimde bulur. Rasyonalitenin sınırları kesin olarak çizilmemiştir. Bu sınırlar geçicidir. Ancak her geçen gün sınırların daha netleştiğini görmekteyiz. Her ne olursa olsun, bu sınırları çizmek epistemologların işidir.

Rasyonalite konusundaki tartışmalarda hareket noktası olan iki temel düşünce vardır. Bunlar:

1. Bilimsel rasyonalite, soyut şemalar önerir. Bu şemalara modeller denir ve onlar fenomenleri temsil edebilirler. Şemalaştırma çabası, mitolojik açıklamalardan ve sanatsal yaratımlardan farklıdır. Kuşkusuz rasyonel açıklamanın, mitolojinin ve sanatsal yaratımın ortak metinleri tecrübedir; bu tecrübenin konusu da nesnel fenomenlerdir. Ancak mitoloji ve sanat, bu fenomenleri yaşanan diğer ögeler aracılığıyla başka bir bağlama, metaforik bir bağlama yerleştirir. Çünkü onların amaçları dünyanın bilimsel bir açıklamasını yapmak değildir; fenomenleri, insanları etkilemek amacıyla kullanmaktır. Oysa epistemolog için önemli olan, anlamlı şu iki şeyi yapmaktır:

a) Gerçek bilimsel bilginin, zorunlu olarak Leibnizci anlamda sembolik olduğuna dikkat çekmek.

b) Duyumlama düzenindeki konstrüksiyonların kanıtlayıcı bilgi sayılmalarına engel olmak.

Epistemolog açısından bir model oluşturma ve bir yaşantıyı doğrudan üretme, bilerek karıştırılmaktadır. O, böyle bir karıştırmanın önüne geçmeye çalışır.

Fakat modellerin soyut olmaları, bizi hiç de köklü bir tekbiçimliliğe götürmez. Bilimin farklı alanlarının karşılaştırmalı incelemesi, pek çok modelin olduğunu gösterir. Bilimsel bilginin rasyonelliği, bu çokluğu açıkça kabul etmeyi gerektirir.

2. Soyut modellere göre tanımlanan şematik evrende bilim, mantıksal-matematiksel bağlantıların kurulmasıyla gerçekleşir. Görüldüğü gibi rasyonel şemada, daha doğrusu karikatürde, ılımlı bir rasyonalizme yer yoktur.[2]

Bir rasyonellik sorununun nasıl doğduğunu anlamak için, bu kavramın karmaşıklığına, hatta belirsizliğine dikkat etmek yeterlidir. Sözlüklerin bu kavramı tanımlamalarında belli bir belirsizlik vardır. Rasyonellik akla bağlanmış olan şeydir; oysa rasyonellikle ilişkili olan ratio, doğrulama, saik, ortak duyu, öncüllerden sonuçlara ulaşmamızı sağlayan entelektüel yeti gibi çeşitli anlamlara gelir. Aklî ve akla uygun bazen karıştırılır, bazen de ayrılır.

Bilimsel rasyonalitede mantıksal düşünce ve strateji kesinlikle birbirinden ayrıdır. Şimdi bu konuyu kısaca açıklayalım. Bilimsel rasyonalite, klasik teoriciler tarafından belirlenen kurallara göre düşünmedir. Matematikteki gelişmeler, tümüyle mantıksal düşünceden çıkmasalar da, onu sürdürürler. Bu şekilde takınılan tavırlar, geçmişteki ve şimdiki bilimden ayrılamaz. Yine de bu tutumlar, sanki bilimin yalnız taktiğini temsil ederler. Bilimsel düşüncenin strateji yanına gelince; bu hususta şunları söyleyebiliriz: Stratejide, seçimler ve organizasyonlar gerçekleşir. Seçimler ve organizasyonlar, herhangi bir mantıksal taktiği belirlemede yetersizdirler. Fakat onlar, yine de bilginin bütünüyle ilişkilidirler; birtakım yönelimler ve ilkeler aracılığıyla düzenlenmişlerdir. Bu sonuncular, bilginin egemenliğini ifade ederler. Bilimin rasyonalitesi, bu anlamda iyi tanımlanmış evrensel bir yöntem değildir. Bilimsel keşif yapma davranışının, önceden düzenlenmiş kurallara hiç de itaat etmemesi, bu alanda her şeyin mümkün olduğu ya da her şeyin eşit olduğu anlamına gelmez. Astrologun ve el falcısının denetlenemeyen; daha doğrusu açıkça denetlenemeyen kehanetleri, bireyler veya toplumlar tarafından ilgiyle karşılanabilir. Fakat onlar astronomun ya da fizyolojistin öngörüsüyle hiçbir zaman aynı mahiyette değillerdir. Onları aynı plana yerleştirmek yanlıştır.

Mantıkçılar, bilimsel rasyonalitenin taktik, deyim yerindeyse lokal görünüşünü, mükemmel biçimde tanımlayabilmeyi umabilirler. Stratejik, yani global rasyonaliteye gelince; onun tüm özelliklerini belirlemek tutkusundan vazgeçmelidir. Yine de epistemologun görevi, bu rasyonalitenin çeşitli görünümlerini ve farklı objelere somut uyumlarını mümkün olduğunda ortaya çıkarmaktır. Eğer epistemoloji kelimesini en geniş anlamda tanımlamak gerekirse diyebiliriz ki, o, bilimdeki rasyonalitenin anlamını ve sınırlarını, bugün ve şimdi belirlemek için yapılan her denemenin adıdır.

Raymond Boudon rasyonaliteden şunu anlamaktadır: Belli bir alanı, varolan bilgilerden hareketle tanımaya çalışırken girişilen eylemler arasındaki tutarlılık.

Rasyonalite Fransız sosyolog Morin’e göre hataya ve yanılsamaya karşı en iyi korunma yoludur. O, iki tür rasyonalite kabul eder:

1. Konstrüktif rasyonalite: Bu rasyonalite, teorik organizasyonun mantıksal özelliğini doğrulayarak tutarlı teoriler hazırlar; teoriyi hazırlayan fikirleri uyuşturur; teorinin iddialarıyla, empirik veriler arasındaki uyuşmazlığı giderir. Böyle bir rasyonalite, kendisine itiraz eden şeye açık olmalıdır. Aksi halde bir doktrine dönüşür ve sonunda rasyonelleştirmeden ibaret olur.

2. Eleştirel rasyonalite: Bu, inançlardan, doktrinlerden ve teorilerden doğan hataların ve yanılsamaların giderilmesini sağlar.[3]

Rasyonalite, söylediğimiz gibi, rasyonalizasyon (sübjektif akla uydurma) olduğunda hata ve yanılsama ihtimalini içinde taşır. Rasyonalizasyon kendisinin rasyonel olduğuna inanır; çünkü tümdengelime ya da tümevarıma dayalı, mükemmel bir mantık oluşturduğu inancındadır. Oysa rasyonalizasyonun temelleri gerçekten çürüktür ve geçersizdir. O, kendine karşı ileri sürülen kanıtların itirazlarına kapalıdır ve empirik doğrulamalardan yoksundur. Kısaca söylemek gerekirse, rasyonalizasyon kapalıdır, rasyonalite açıktır. Rasyonalizasyon, rasyonaliteyle aynı kaynaklardan yararlanır; fakat hataların ve yanılsamaların en güçlü kaynaklarından biri olur. Örneğin dünyayı açıklamak için mekanist ve determinist bir modele başvuran bir doktrin, rasyonel değil; fakat rasyonelleştiricidir. Özü gereği açık hakiki rasyonalite, kendisine direnen realiteyle diyalog halindedir. O, mantıksal çıkarımlar ve empirik kanıtlar arasında sürekli gider gelir. Hakiki rasyonalie bir fikirler sisteminin özelliği değildir; fikirlere ilişkin kanıtlanmış bir tartışmanın ürünüdür.

Varlıkları, sübjektifliği, duyusallığı, hayattı yok sayan bir rasyonalite, gerçekte irrasyoneldir.[4]

Rasyonalite duygunun, sevginin, pişmanlığın payını kabul etmelidir. Hakiki rasyonalite mantığın, determinizmin ve mekanizmin sınırlarını bilir; insan aklının her şeyi bilemeyeceğini ve realitenin mister içerdiğini kabul eder. Rasyonaliteyi yetersizliklerini tanıma kapasitesine dayanarak biliriz.

 

3.Rasyonalite ve Batı

 

Rasyonalite bazı bilim adamlarının ve teknisyenlerin sahip ve diğerlerinin yoksun oldukları bir nitelik değildir. Kendi uzmanlık alanlarında rasyonel olan bilginler, politikada ve özel hayatlarında irrasyonel olabilirler. Rasyonalite Batı uygarlığının teklinde bulunan bir nitelik de değildir. Batı Avrupa uzun süre kendini rasyonalitenin sahibi gibi gördü. Başka kültürlerdeki insanların yanılsamalar içinde olduklarını varsaydı; her kültürü teknolojik performansları ölçüsüne göre değerlendirdi. Oysa bilmek zorundayız ki, arkaik toplumlar dâhil, her toplumda sadece mit, büyü, din yoktur; bunların yanında özel rasyonalite biçimleri vardır. Bu rasyonaliteyle onlar, araçlar yaparlar, av stratejileri belirlerler; bitkileri, hayvanları ve içinde yaşadıkları coğrafyayı tanırlar.[5]

Bugün insan ve toplum bilimleriyle tabiat bilimlerinin arasındaki diyalogun kurulamaması, bir rasyonalite krizine yol açmıştır. Bu rasyonalite krizinin kökleri, Aydınlanma’nı bazı felsefî doktrinlerinde yatmaktadır. Bu nedenle her iki bilim alanındaki böyle bir diyalogu başlatmak için Aydınlanma’ya başvurmak doğru değildir.[6] Günümüzde evrensel ve dış bir rasyonaliteden değil; özel, parçalanmış ve bir iç rasyonaliteden söz edebiliriz. Bu rasyonalitenin garantisi, etkiliğidir; sadece insanın kendisine bağlı olmasıdır. Bu özel rasyonalitenin itaat edeceği bütün, genel bir norm yoktur. Yeni rasyonalite analitiktir; problemleri ögelerine ayırarak inceler; onlara anlam veren daha büyük bütünlerin peşinde koşmaz.[7]

Modernite, bir dünya görüşü ortaya koydu. Bu dünya görüşü, bilimsel aktivitenin çerçevesi oldu. Bilim adamları modernitenin dünya görüşüne ilgisiz kaldılar ve de kalmalıydılar. Çünkü onlar, deneyci olmak, “evrensel hakikatler”i keşfetmek zorundaydılar. Onların görevi, karmaşık realiteleri analiz etmekti; onlardan basit ve temel kurallar çıkarmaktı. Fakat her şeye rağmen bilim adamlarının, ereksel nedenleri değil; etker nedenleri araştırmaları gerekiyordu. Ayrıca bütün bu nitelikler ve bu ödevler bir bütün oluşturmalıydı.

Bilim adamı, yapması gerekeni doğru biçimde tasvir ettiği iddiasında bulunabilir. O zaman bilginin uyması gereken bu ethos, efsanevî bir değer halini alır. Bilim, deneysel bilim, Newtoncı mekanik aktivitenin modeli olmuştur. Bu modele insan ve toplum bilimcileri de başvuracaklardır ve onu ana hatlarıyla kopya etmeye çalışacaklardır. Modern dünya bilim adamının bu ethos’unu rasyonalitenin bir imgesi gibi kabul etmiştir ve aydınlar sınıf bu modeli sürekli öne çıkarmışlardır.

 

4.Rasyonalite Görecelilik midir?

 

Rasyonalizmin uzun bir geleneği vardır; bu gelenek de idealist felsefedir. Söz konusu felsefî gelenek, bağlam tarafından belirlenen rasyonalizmlerden değil; her zaman var olan Evrensel Akıl’dan söz eder. Rasyonalizmde hümanist bir yan bulunur. O, insanı genelleştirir ve İnsan olarak ele alır. Bu İnsan’ı farklı tezahürleri içinde ele almayı felsefî antropolojinin hakkı sayar. Rasyonalizm, bilime aşırı saygı gösterir (bazen rasyonalizm ve bilimsellik eş anlamlı olarak kullanılır); ayrıca rasyonalizm, objektifliği her şeyin üstünde tutar. Bağlamla sınırlı (kültürel, bilimsel veya teknik) bir rasyonalite her zaman genel bir rasyonalitenin aşağısındadır. Bu düşünce rasyonalizmin bir başka çekici özelliğidir. Rasyonalizmin araştırma çerçevesini daha iyi çizdiği ve araştırmaya haklılık kazandırdığı düşüncesi yaygındır. Bu düşünce, rasyonalizmin bir başka çekici özelliğidir.

Batı, XVIII. yüzyıldan itibaren diğer toplumlarla kendi arasındaki farkı romantik bir açıdan ele almaya başladı. Bu romantik bakış Batı’nın diğer toplumlara karşı tutumunu değiştirdi. Teknolojik açıdan gelişmemiş toplumlar, özellikle XX. yüzyılda Batı’ya bir zamanlar bulunduğu durumunu, ebediyen kaybettiği durumunu hatırlattı; bir göreceliliğin ortaya çıkışına yol açtı.

Göreceliliğin çekici gelmesi, dünyayı büyüden arındırmanın, hatta bir pesimizmin ürünüdür. Bilimin bazı soruları cevaplamakta ve ya tinsel sorunlara çözüm bulmakta yetersizliği, büyüden arındırmaya neden oldu.

İki dünya savaşının ortaya çıkışını bilimsel ve teknolojik gelişmelerin önleyememesi, şunların sorulmasını gerektirdi: Bilimsel gelişmelerin insanî bir temeli var mıdır? Batılı hayat tarzı insanları mutlu edebilir mi? Bu sorular, göreceliği daha da derinleştirdiler. Bundan sonra artık bilimin dünyayı tek açıklama tarzı olmadığı ileri sürülmeye başlandı; mutlak hakikatin olmadığı düşüncesi daha çok seslendirildi; bizim açıklamalarımızın her zaman dünyanın sınırlı bir alanına ilişkin olduğu söylendi. Sonuç olarak bütün açıklamalar değerli kabul edildi.

Rölativizmin tehlikesi, ahlakî nihilizme götürmesiydi. Çünkü değer yargılarının yokluğu, insan davranışlarını kontrol etmeyi ortadan kaldırır; ahlaki kaosa neden olur; sonunda her tür değerin yok olması tehlikesini doğurur. Değerlerden çok kuşku duymak, onları yok etmektir; az kuşku duymak, dogmatizme ve değişmezciliğe (immobilisme) saplanmaktır. Gelenek kelimesinin hem olumsuz, hem de olumlu yansımaları vardır. Görecelilik sayılmak, kültürlere saygı göstermeme nedeni kabul edilmek; bir etnosantrizm (ırk merkezlilik) biçimini almak; rasyonalizm için bu üç durumdan biri mümkündür. Bu durum oldukça ilginçtir. Görecelilik bir taraftan, farklı ve başka halkların haklarına saygı göstererek ve kültürler arası karşılaştırmayı yasakladı; böylece başka toplumlara bir ilgisizlik biçimi oldu ve halklar arasında iletişimsizlik görünümü kazandı. Rasyonalistler, bilimde ve Batı Akılı’nda aynı Akıl tipini görürler; Batı’nın üstünlüğünü savunurlar. Çünkü onlara göre bilimsel rasyonaliteye en çok saygıyı Batı göstermiştir ve akıldan en çok yine Batı yararlanmıştır. Rasyonalistlerin bu düşüncesi, etnosantrizmden başka bir şey değildir.

İnsan ve toplum bilimlerinin teorilerinde dışsal ögelerin göz ardı edilemez etkileri vardır. Bu etkiler, gittikçe önem kazanmaktadır. Bu dışsal etkiler şunlardır: Söylenmeden teoriye sokulan düşünceler, ahlakî ve politik nitelikteki kaygıların sonuçları vs.

Rasyonalite kavramında çeşitli düzeylerde görünen ve zorunlu olarak değer yükleyen bir nitelik vardır. Bunları iki madde halinde özetleyebiliriz:

1. Rasyonel bir eylem, kurallar ve idealler bütününe itaat eder. Bu kuralların ve ideallerin temelleri hem objektiftir, hem de mutlaktır. O nedenle rasyonel eylemlerde kesin, olduğu kadar mutlak bir ahlakî özellik vardır.

2. Biliyoruz ki, bazı açıklamalar bağlamla sıkı sıkıya ilişkilidir, yani görecelidir; bazıları ise evrensel olmayı ister, o nedenle bağlamdan ayrıdır. Evrensel bir rasyonalite bize anlatmaktadır ki, göreceli açıklamalar, bağlamla ilgisiz açıklamalardan aşağıdır.

Bir eylemin rasyonel olduğu veya olmadığını söylemek, nötr söylem değildir. Rasyonaliteyi kabul etmek, hakikate ilişkin bilimsel bir yargı olmanın yanında, tehlikeli ve tartışmalı bir alan olan “doğru”ya ilişkindir.

İnsan davranışı zorunlu olarak rasyoneldir. “Rasyonel eylem” terimi, sözü gereksiz yere uzatmaktır ve bundan kaçınmalıdır. Rasyonel ve irrasyonel terimlerini bir eylemin son amaçlarına uygulamak pek de uygun değildir ve böyle bir uygulama anlamdan yoksundur. Eylemin son amacı, her zaman davranışta bulunan insanın isteğini karşılamaktır. Başkasının amaçlarını ve isteklerini yargılayamayız. Çünkü davranışta bulunan insanların yargılarının yerine kendimizinkileri koyma hakkımız yoktur. Hiçbir insan, herhangi bir şeyin başkasını daha mutlu ve daha çok tatmin ettiğini söyleyemez.

 

5. İnsan ve Toplum Bilimlerinde Rasyonalite

 

 

Rasyonellik sorunu insan ve toplum bilimlerinde özel biçimler kazanmıştır. Bunun nedeni kuşkusuz rasyonalitenin çok anlamlı oluşudur. Şimdi bu özel biçimleri görelim. Söz konusu biçimler şu sorularla ortaya konur: Hangi tanım daha etkilidir? Bu etkili tanım hangi düşünceleri ifade eder ve ona dayanarak hangi açıklama modelleri ortaya konabilir? Açıktır ki, belirlenen modeller şu veya bu açıdan tartışmalıdır. Onları tüm politik ve tarihsel durumlara genelleştirmek pek de kolay değildir. Fakat bu modellerde ortak bir şey vardır: Onların hepsi, aktörün özgür seçim yaptığında ısrarlıdır. Onlar, bireyin içinde yaşadığı sosyal ve politik sistemin bu seçime engel olmadığını kabul eder. Söz konusu modeller açısından insanın iki ayırt edici özelliği vardır: İradesinin özgür olması, sabit ve değişmez istekleri bulunması. İnsan isteklerinin ortaya çıkışında ve belirlenmesinde sosyal yapının bir etkisi yoktur. Rasyonalite, bireye öncelik veren teorilerle açıklanır; tersine holist teoriler topluma öncelik verirler.

Sosyoloji rasyonellik konusunda ekonomiden etkilenmiştir. Yine de sosyoloji, ekonomik ütilitarizmden ayrı bir model geliştirmiştir. Sosyolojik rasyonelliğe göre, tıpkı ekonomik aktör gibi, sosyal aktör de akla uygun hareket eder. Bir ve aynı eylemi, farklı sosyal aktörler, farklı şekilde değerlendirir. O nedenle sosyal rasyonalite her zaman ve her yerde aynı şekilde anlaşılmaz.

Sosyal rasyonalite genellikle herkesin düşündüğünün tersine, evrenselin evrensel bir tasavvuru değildir.[8]

Dünyada yaşamış ve hâlâ yaşayan toplumlar ve kültürler kadar, yaşanan dönemler kadar çok rasyonalite vardır. Akla uygun hareketin anlamı şudur: Sosyal aktörün davranışını belirleyen şeyler, topluma ve varoluşa verdiği anlamdır; karşılaştığı alternatifleri algılama biçimidir. Toplumun canlı dokusu, anlamdır. Anlam belli bir yerde, sübjektif ve/ya intersübjektif bir söylemde somut biçimde ortaya çıkar. Sosyal rasyonalite hiyerarşik bir rasyonalitedir. Bir eğitim sistemi her zaman bir sosyal düzeni rasyonelleştirme biçimidir.[9]

Rasyonalite kendi kendini açıklar. Bundan dolayı “X, inanılmak için yeterli nedene sahiptir; Bu olgu (eylem, inanç) aklîdir. Aktörün, aklî eylemleri yapmak için haklı nedenleri vardır. Başkaları da inceleme sonunda bunu kabul eder. Böylece, rasyonalite kelimesinin kaplamını belirlemek için etkin bir prosedür bulabiliriz. Terimin çok anlamlı olması buna engel değildir. Yine de dikkat edelim ki, bulduğumuz prosedür, sadece insan eylemlerine ve inançlarına uygulanabilir. Filozoflar tarafından aklî diye nitelenen (tarih, tabiat vs. gibi) bazı soyut objeler için bu prosedür uygulanamaz. Bu prosedürün en azından felsefe için uygun olmadığı ortadadır. X eylemi ya da inancı karşısında şu soruyu sormalıyız: “X’in yapılması ya da ona inanılması için haklı nedenler var mıdır? “X’in aklî olup olmadığını, cevap belirleyecektir. Böyle bir kriterin indirgeyici olmamak gibi büyük bir avantajı vardır. Gerçekte aklî olduğu söylenen her şey, açık bir biçimde, belirlediğimiz testten geçer. Böylece “aklî eylemler, aklî diye nitelenen eylemdir” şeklindeki kullanımı onaylarız. Aklî kelimesinin kaplamı, her şeyi içermez.

Bireyin rasyonalitesi, bütün eylemlerin aklî olmasını ifade etmez; çünkü bireyin bazı davranışları aklîdir, bazıları değildir. Bireyin rasyonalitesi, insanın pek çok durumda aklını kullandığı anlamına gelir. Bu ise, insanı sosyal bir kukla değil; bir aktör yapar; onu sorumlu olarak görür. Tocqueville Amerika’daki dindarlığı araştırırken, bireyin dini nasıl algıladığını sorgular. O, politik ve dinî olan arasındaki ilişkileri belirleyen tarihsel ve sosyal olumsallıkları inceler; toplulukta dinî olanın yerini araştırır. Tocqueville bu araştırmalarıyla şunu tespit etti: Amerikalılara göre din, bir doktrinden çok bir ahlak gibidir.

Dini böyle algılamaları, Amerikalıların inanma nedenidir. Bu algı, ayrıca dinî alanın dışında da Kilise’nin müdahalesini kabul etmeye izin verir. Tocqueville’in açıklamasının avantajı şudur: Bu açıklama, “Amerikan ruhu” gibi esrarengiz kavramlara değil; gözlemlenebilir, tarihsel olgulara başvurur. Tocqueville’in amacı, bireysel inançları analiz etmektir; tipik bir aktörün inanma nedenlerini ortaya çıkarmaktır. Bu nedenle o, toplumda egemen kolektif din imgesinden değil; fakat bireysel inançların etkisinden söz eder. Bu durum rasyonel modelin özelliğidir.

Az önce söylediğimiz gibi, iyi tanımlanmış ve gerçekten kanıtlanmış bir Evrensel Rasyonalite yoktur. Rasyonalite bireyin kendi kültürel ortamına, sosyal düzeyine, entelektüel kapasitelerine bağlıdır. Her bireyin özelliği gibi olan rasyonaliteden söz edilemez. Bu durum, rasyonalitenin ölçütünü veren kamuoyunun niçin şu eylemi rasyonel, niçin bu eylemi irrasyonel gördüğünü açıklar. Sonuçta Evrensel Akıl’a uygun olan şeyi belirleyen, çelişkili biçimde, bireyin içinde yaşadığı toplumdur.

Kanıtlanmasa da şöyle bir düşünce ileri sürülür: İnsanlar, çoğunlukla rasyonel olarak davranırlar. Bu postulat ontolojik bir iddiadır ve postulat olmak bakımından pozitif bilimlerdeki postulatlarla aynı statüdedir. Bilindiği gibi deneysel bilimlerde postulatlar, birtakım hakikatlerin elde edilmesine yararlar; ancak kendileri kanıtlanamazlar. Postulatın değeri, metodolojiktir ve postulat bu ölçüte göre değerlendirilmelidir. İnsan ve toplum bilimlerindeki rasyonalite postulatı da tabiat bilimlerindeki postulatların özellikleri taşır, daha doğrusu taşımalıdır. Rasyonalite postulatının fenomenleri açıklayıcı bir değeri vardır. Rasyonalite reeli ne kadar çok açıklarsa, o kadar değerli olduğu kabul edilir. Fenomenleri açıklayamayan postulatın yine de yararlı olduğu söylenemez. Örneğin bazı ekonomik davranışlar bilgiye ve seçime bağlı olarak yapılmaz. O zaman ekonomideki yararcı rasyonalite postulatı açıklayıcı değildir. Buna karşılık yararcı rasyonalitenin, kâr zarar hesabı yapan bir rasyonalite olduğu açıktır. Sonuç olarak açıklayıcı rasyonalitelerin mutlak hakikatlerini kanıtlamaya çalışmayız. Rasyonalite teorilerini, sadece realiteyle uygunluk, kabul edilebilirlik ve sonuçlar bakımından karşılaştırabiliriz.

Belirtilen rasyonalite açıklamaları tartışmacıdır. Bu, onların ortak özellikleridir. Rasyonalite adına yapılan itirazlar genellikle, bilimsel olmaktan çok, ideolojiktir. Çünkü sonuçlara değil; paradigmalara itiraz edilir. Hakikat adına yapılan reddiyelerin arkasında, farklı ideolojik bir tutum vardır. Böylece, çoğunlukla bilimsel teoriyi ve açıklamayı belirleyen şey, genellikle ideolojiktir. “Ekonomik aktör rasyonel olarak davranır; tercihlerine uygun karar verir” demek, ekonomik liberalizme bağlanmaktır. Bu liberalizmden yola çıkmak, bireysel davranışları, bireyin bağlı olduğu toplumla açıklayan Marksist determinizme ya da sosyalist teorilere karşıt olmaktır. Açıklama teorileri kabul edilirken, genellikle onların akla uygunlukları tartışılmaz. Teorilerin kabullerinde daha çok, politik tercihler etkilidir. Marksizm’e göre bireyi, ekonomik çıkarlar ve toplumsal yapı yönlendirir. Bu Marksist düşünce, bireyin hayatını rasyonel olarak seçtiğini savunan düşünceyle bir arada olamaz. Aynı şekilde antropolog, çeşitli toplulukları açıklamak için bir toplumun sınırını aşabilir; ancak yine de birtakım ideolojilerin etkisinden kendini kurtaramaz. Onu etkileyen ideolojilerin kimi politikaların ürünüdür, kimi de sömürgecilik karşıtı ve ırkçı ideolojilerdir. İnsan ve toplum bilimlerinde ideolojik mücadele çok aktüeldir ve tartışma ortamını yok eder.

Popper’a göre rasyonalite ilkesine dayanarak insan ve toplum bilimlerini birliğe kavuşturabiliriz. Ancak bu tez çokça tartışılmıştır. Popper bu tezi, iyi bilinen ve çok yorumlanan, “Rasyonalite ve Rasyonalitenin Statüsü” başlıklı yazısında ortaya koyar. Popper burada özetle şunu söyler: Sosyal bilimler, bilimsel açıklamayı genel bir epistemolojik modele göre yapar. Bu model ise, sadece rasyonalite seviyesinde belirlenebilir. İnsan ve toplum bilimlerinde yöntem birliği düşüncesi, böyle bir zorunluluktan kaynaklanır. Eğer bu birlik sağlanmış olsaydı, bu amaçtan daha fazlası gerçekleştirilmiş olurdu. Çünkü bu yöntem sayesinde yalnız insan ve toplum bilimleri değil; kesin bilimler de metodolojik olarak birbirine bağlanırdı.

Boudon’a göre, ekonomistlerin araçsal rasyonalite teorisi, insan eylemlerini açıklamada yetersizdir. O, söz konusu yetersizlikleri aşmak için yeni bir postulat önerir. Boudon, kendi postulatına genel rasyonalite modeli der. Boudon’a göre sosyal aktörler kendi eylemleri, inançları, tutumları hakkında birtakım duygular taşır. Onlar bu duyguların tümüyle ya da kısmen bilincindedir. Bu duygu, eylemlerin, inançların ve tutumların nedenidir. Boudon, genel rasyonalite modelini şöyle ifade eder: X süjesi, Y kendisi için bir anlam taşıdığında, Y’yi yapar; çünkü, ... dir”. O zaman bu yargı açıklama kabul edilebilir ve bizi başka olgulara (“çünkü y, z ...” ) gönderir.

 Bu modele göre, aktörün, yaptığı şeyi yapmak ve inandığı şeye inanmak için güçlü nedenleri vardır. Fakat bazı durumlarda eylemin sonuçları da eylemin nedeni ya da nedenlerden biri olur. Aktör bu sonuçları çıkarları açısından değerlendirir; daha kesin konuşmak gerekirse, bu sonuçları bedel-avantaj açısından değerlendirmeye çalışır. Bazı durumlarda aktör, X’i, yaparken, kendi çıkarına uygunluğu düşünmez. X’i yapmak ona doğru gibi göründüğünden, böyle bir eylemi gerçekleştirir.

Genel rasyonel modele şöyle bir itiraz yapılır: Bir aktör, belli bir nedenler sistemini niçin iyi olarak görür? Bu, genellikle keyfi değil midir? Keyfi ise, genel rasyonel model bu durumda belirsiz olmaz mı? Buna şöyle cevap verebiliriz: Genellikle Kant’ın dediği gibi hakikatin ölçütlerini araştırmak, tekeden süt sağmak gibidir. Bir hakikat teorisinin doğru olduğunu ileri sürmeye izin veren ölçütler yoktur. Fakat bilimsel bir teorinin bir başka teoriden daha üstün olduğunu ileri sürebiliriz. Buna izin veren ölçütlerimiz vardır.

 Biçimsel modeller (rasyonalite hipotezleri) diğer modeller karşısında belki güç kaybedebilirler. Ancak onlar hiçbir zaman sonunda yöntemsel bireyselciliğe kadar gitmezler. Şunu açıkça söyleyebiliriz ki, rasyonel seçimi hipotezleri her şeye rağmen az veya çok belirsizdir.

Yukarıda söylediğimiz gibi rasyonalite, insan davranışlarının değişmez kuralları gibi kabul edilir; bireysel aktörün eylemlerinin modeli yapılır. O nedenle insan davranışını, özellikle sebeplere bağlı olarak gerçekleştirilen eylemleri değerlendirirken, hep rasyonellik ilkesini uygularız. Peki, gündelik ilişkilerde sürekli başvurduğumuz, insan ve toplum bilimlerinde bilimselliğin ölçütü yaptığımız bu ilke nedir? Bu soruyu ayrıntılı biçimde ele almadan önce, söz konusu ilkenin neye karşıt olduğunu belirleyelim. Rasyonellik, mutlak rastlantının, katı şartlanmanın, fevrî kararın ve fikirlerin düzensiz şekilde ifade edilmesinin karşıtıdır. Bu karşıtlık, eğer denebilirse, rasyonelliğin negatif bir tasviridir. Bu ilkenin pozitif tasvirine gelince, şunları söyleyebiliriz: Epistemologlar pozitifliğe üç farklı fonksiyon yüklerler: Düşünülürlük, belli bir bakış açısı ve gözlemlenmiş davranışlar. Rasyonellik ilkesi, bazı insan davranışlarının hem yorumlanabilir, hem de önceden görülebilir özelliklerini açıklar ve temellendirir.[10] Bu ilke, açıklayıcı özelliğinden dolayı insan ve toplum bilimlerinin metodolojisine egemen olmuştur. Bu rasyonellik anlayışı, oldukça hipotetik bir yaklaşım gibi görünmektedir.[11]

Bu konuda daha ihtiyatlı bir tasvir yapmak istersek, birazcık kapalı olma pahasına şu önermeyi söyleyebiliriz: İnsanların yaptıkları davranışların kendilerine göre sebepleri vardır. Burada “sebepler”den, şunu anlamak gerekir: Gerçekleştirilmiş bir eylemi onaylamaya yarayan ve normatif belli bir güce sahip açıklamalar. Pek çok kişi rasyonaliteyi, araçların amaçlara uydurulması diye tanımlamaktadır. Onlara göre insanlar, belli bir davranışta bulunurken araçlarını amaçlarına uydururlar. Ne kadar kapalı görünürse görünsün, bu formülasyon çok cesurdur. Anglo-Sakson felsefesinin yaptığı ayırıma göre, sebepler iki ayrı düzen oluştururlar: Arzulardaki düzen ve inançlardaki düzen. Her ne olursa olsun, sebep fikrinde bir düalite vardır. O nedenle bu ilkeyi geçici olarak tanımlasak bile; tanımımız, sebep fikrine ve bu fikrin düalite içermesine dayanarak yapılmalıdır. Rasyonelliğin amaçlarla araçlar arasındaki uygunluk diye tanımlanmasına itiraz edilmiştir. Bu tanımın sınırlı olduğu ileri sürülmüştür. Bu itirazı yapanlar Weber’e dayanırlar ve rasyonelliğin, araçsal görünüşlerine indirgenmesine karşı çıkarlar. Ama onların gözden kaçırdığı önemli bir nokta vardır. O da şudur: Araçsal rasyonalite bu kavramın bütün görünüşlerini ifade etmez. O nedenle insanlar, arzularına ve inançlarına uygun olacak şekilde davranırlar formülünü terk etmek yerine, iyileştirmek gerekir.[12]

Bütün rasyonalite formülasyonları, bu kavramı her durumda, belli bir denklik ilişkisi’ne dayandırır. Sözünü ettiğimiz, amaç ve araç denkliği dışında başka denklik formülasyonları da vardır. Örneğin eylemleri kişinin şartlarına ya da objektif veya sübjektif olarak anlaşılan durumuna uydurma gibi. Denk, uydurulmuş, uygunlaştırılmış vs. gibi sıfatları seçmek pek de önemli değildir. Önemli olan sebeplere, şartlara, araçlara ya da duruma uygunluktan söz etmektir.

Amacımız rasyonellik kavramını iyileştirmek olabilir. Bu probleme iyi ya da tatmin edici çözümler getirmek niyeti taşıyabiliriz. Ama her ne olursa olsun; bütün bunları yaparken, dikkat etmemiz gereken şey şudur: Anlamları çok daha açık, etkililik ve en uygunluk kavramlarını da göz önüne getirmek. Ancak burada bir noktaya dikkat çekmekte yarar vardır. Bu iki kavramın kullanılması rasyonel eylemle genel eylem arasındaki farkı ortadan kaldırmamalıdır. Aksi halde rasyonellik etkisizleşir ve sonuçta açıklayıcı olmaktan çıkar. Rasyonel eylemlerin etkili ve en uygun eylemler olduğunu söylemekle iki şeyi yapmış oluruz. Onları,

a) arketipi refleks olan kaba davranıştan köklü biçimde ayırırız;

b) hatadan, ihtirastan, ya da düşüncesizlikten doğan irrasyonel eylemlerden ayrı tutarız.

Ancak her ne olursa olsun, rasyonelliği belirlemek için kullandığımız denklik kavramı, soyut ve belirsiz bir fikirdir. Bu nedenle rasyonellik ilkesini başka açılardan da ele almalıyız. Rasyonellik ilkesi, bir davranış kuralı değildir; tersine bir önermedir; bundan dolayı da, mantığın doğruluk ya da yanlışlık kurallarına bağlıdır. Bu durum asla gözden kaçırılmamalıdır. Bütün insanlar araçlarını amaçlarına uydururlar önermesi, kuşkusuz epistemolojik bir özellik taşır. Ancak burada bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Eylem, sebep, denklik, ilke, rasyonellik ilkesi gibi kavramlar, her ne kadar bilimsel açıklamalarda kullanılsalar da metafizikten ödünç alınmışlardır. Onlar bilimsel bir terim olmadan önce spekülatif bir içeriğe sahipti. Bugün pek çok filozof, bu kavramların metafizikten alınmasının yol açtığı sorunlarla ilgilenmektedir. İnsan ve toplum bilimcileri, az önce saydığımız kavramlara, “insanın evrenselliği” fikrini de eklemlemişlerdir. Bu ilkeyi Poppercı veya yeni pozitivist ölçülere vurduğumuzda, bilimsel önermeler gibi değil; metafizik önermeler gibi görmemiz gerekir.

Geleneksel olarak psikoloji, rasyonaliteyi, özgürleştirilecek insanın ayırt edici özelliği diye anlama eğilimindedir. Psikolojide rasyonalite, bireyin belli bir davranışı seçerken, yaşadığı süreçlerdir. Ekonomi ve sosyoloji rasyonaliteyi, seçim süreçlerinden ibaret görmez. Onlar sadece bir davranışın rasyonalitesinden söz ederler.

John Searle,

bir söyleşide rasyonalitenin kendi başına var olmadığını söyler. Ona göre bu terim gerçek anlamını sadece bir eyleyen insanla birlikte kazanır. O şöyle demektedir: Bir eyleyen kavramı yoksa, rasyonalite kavramının da anlamı yoktur. Eğer Hume’un yaptığı gibi ben’i algılamalardan ibaret görürsek, rasyonaliteyi açıklamak imkansız olur. Rasyonalite, zamanda etkin olmakla birlikte değişmez bir eyleyeni varsayar. Bundan başka politik karar süreçleri, örneğin savaş zamanında eyleyenlerin çoğulluğunu işin içine katar. Kolektif aktörleri kabul etmek gerekir. Sadece bireyin çıkarını en yüksek noktada tutmasını dikkate alan rasyonel seçim teorisi, tüm insan eylemlerini açıklayamaz. Eğer sadece seçimler dizisinden birini seçmek elimizdeyse, rasyonel seçimin bir anlamı vardır.[13]

Geniş anlamda rasyonalite, bütün insan davranışlarındaki şu ortak paydadır: “İnsanların yaptıkları şeyi yapmaları için nedenleri vardır. Onlar, sorulduğu takdirde bu nedenleri açıklayabilirler.”

Ancak insanlar rasyonel nedenler konusunda yanılabilirler ve belirledikleri amaçlara her zaman ulaşamayabilirler. Gerçek nedenler, insanların gerçek saydıklarından farklı olabilir. “İnsan eylemlerinin nedenleri vardır” demek, eylemler ve amaçlar (değerler, yararlılık fonksiyon) arasında bir bağlantı vardır, anlamına gelir. Eylemler, bu amaçlardan bazılarına ulaşılması imkanını artırır. Yine de rasyonel bir davranış diyebildiğimiz durumda, eylem ile amacın gerçekleştirilmesi arasında gerçek bir mesafe olabilir.

İnsan ve toplum bilimlerinde bazı sorunlar son derede karmaşıktır. Bu sorunlar, fonksiyondan formülasyonlara, formülasyonlardan epistemolojiye kadar epistemolojik çeşitli alanlarda ortaya çıkmaktadır. Onların karmaşıklığı, insan ve toplum bilimcileri arasındaki anlaşmazlıkları daha da derinleştirir Rasyonellik ilkesi bizi çok büyük problemlerle karşı karşıya bırakır. Rasyonellik konusunu tartışırken çözüme doğru ilerleyebilmemizin tek şartı vardır: Problemin sadece belli görünüşlerini ele almakla yetinmek. Biz aşağıda onu yapmaya çalışacağız. Bunu yaparken önce üç tez ortaya koyacağız.

1. İnsan ve toplum bilimcilerinin rasyonellik ilkesini uygulayarak elde ettikleri hakikat, hakikatin sadece küçük bir bölümüdür; rasyonelleştirme, temelde basitleştiricidir.

2. Bütün insan ve toplum bilimlerinin rasyonellik ilkesiyle ilişkileri, aynı değildir; farklı farklıdır. Bu durum, ilkeyi tek bir defada ve enlemesine, yani bütün insan ve toplum bilimlerindeki durumuyla kavramayı yasaklar.

3. Rasyonellik ilkesi, yasa değildir, fakat bir davranış ilkesidir, daha doğrusu metafizik ilkedir. Bunu ekonomide çok açık biçimde görürüz. Rasyonellik ilkesi, bize rasyonel şemalar verir. Bu şemalar sayesinde içerikleri iyi belirlenmiş, sosyal davranışları gerçekçi biçimde açıklayabiliriz. Rasyonellik ilkesi her ne kadar metafizik olsa da, bu rasyonel şemalara ilişkin açıklama yasalarından söz etmek pek de yanlış değildir. Çeşitli insan ve toplum bilimleri rasyonellik konusunda iki bakımdan ayrılırlar: Onların rasyonel şemaları kullanım biçimleri birbirine benzemez; ayrıca bu şemalara ilişki teorileri de farklıdır.

Rayonalite  belli bir durumda verilen değerleri en yüksek noktaya çıkarmayı amaçlar. Bu amaca süje hakkında sahip olduğumuz gerçek bilgiye bağlı olarak bir amaca ulaşmaya çalışır. Rasyonalite bilinçli bir eylemdir; bireyin ya da kuruluşun sahip olduğu araçları, belirlenen amaçlara uydurmaya çalışır.

 

 

6. Bir İdeoloji Olarak Rasyonalite

 

Günümüzün insan ve toplum bilimcileri rasyonaliteyi insanî erdemlerin kaynağı gibi görmekle yetinmezler; onu bir ideoloji haline getirirler. Onların düşünceleri şöyledir: Reel dünyayı gittikçe derinden kavrıyoruz; toplumu daha iyi yönetir hale geliyoruz; insanda varolan potansiyelleri aktüelleştiriyoruz. Bunda insan ve toplum bilimlerinin payları büyüktür. İnsan ve toplum bilimleri, insanî ve toplumsal şartları iyileştirmemize yardım ederler; bundan başka rasyonalitenin ne olduğunu anlamak için en güvenilir yöntemi de verirler.

Kuşkusuz toplum anlayışımızda iyi yönde değişiklikler olmuştur ve bu değişiklikler modern zamanlarda gerçekleşmiştir. Bir zamanlar topluma kötümser tarzda yaklaşılmıştır; o, eksikliğin ve eşitsizliğin kaynağı gibi görülmüştür. Bundan dolayı toplumu iyileştirmenin mümkün olmadığına inanılmıştır. Augustinus’a göre toplum, ilk günahın kirlettiği kişilerden oluşmuştur.[14] Bu toplum anlayışı, Hristiyan Avrupa’da yüzyıllar boyunca egemen oldu. Augustinus’un bu görüşü bir kronosofiydi yani statik, döngüsel ve kıyamete yönelmiş bir tarihsel zaman görüşüydü. Budizm’in Nirvana’sı ise, Hristiyanlıktaki azizliğe ulaşma ideali kadar uzun bir yolda yürümek anlamına geliyordu.

Modernite ise, dünyaya ilişkin, evrensel bir kronosofi ortaya koydu. Bu kronosofiye göre dünya, ne kadar kötü olursa olsun, yine de iyileştirilebilir ve herkesin yararlanabileceği bir ortama dönüştürülebilir. Sosyal bir gelişmenin mümkün olduğuna inanmak, çağdaş düşüncenin özelliklerinden biridir. Burada dikkat etmek gerekir ki, Ortaçağ bireyin daha iyi hale geleceğini iddia etmiyordu. Çünkü bireyin kurtuluşu Tanrı’nın inayetine ve yargısına bağlıydı. Oysa modernite, kesinlikle bu dünyaya aitti. Onun vaadi bu dünyada yaşayan kişileri ilgilendiriyordu. Onun projesi gerçekte materyalistti. O, herkes için ekonomik gelişme vaat ediyordu.

Kısaca söylemek gerekirse, modernite toplumcu bir ideal taşımaktadır. O, tarihsel sistemi iyileştirmeyi, daha doğrusu yeni bir düzen kurmayı vaat eder. Bu yeni düzende, herkes nispeten âdil biçimde maddî refahtan pay alacaktır; hiç kimsenin hiç kimseden ayrıcalığı bulunmayacaktır.

Bu kolektivizm fikri, önceki filozoflarda bulunmayan yeni bir fikirdir. Ancak materyalist ve kolektivist öncüllere dayalı bu düşünce, çağdaş dünyadaki krizden de sorumludur. Çünkü çelişkili gelişmelere yol açmıştır. Bu düşünce, çağdaş toplulukların itici gücü olmuş, sermaye birikimini sürekli körüklemiştir. Oysa sermaye birikimi, materyalist ve kolektivist vaatlerle uyuşmamaktadır. Çünkü bazılarının zararına olacak şekilde, artık değeri onaylamıştır.

7. Rasyonalite ve Bireyselcilik

Pek çok insan ve toplum bilimcisi normları, özellikle etik normları bireyselci açıdan analiz etti; normların kabulünü kişiden hareketle yorumladı. Onlar, sosyal olanı anlamak için, bireyselci modelden yararlandılar. Bu eğilim, her ne kadar tartışılsa da, günümüzde gittikçe yaygınlaşmaktadır. Rasyonalitenin bireyselci analizleri bireysel kararlar başlığı altında toplanabilir. Bu analizler çok farklı alanlara uygulanmıştır. Örneğin eylem filozofları zihin halleriyle insan davranışları arasındaki ilişkiyi bireyselci analizle açıklar. Optimizasyon teorisyenleri buna dayanarak bireyin en yüksek faydayı elde etmeye çalışmasına bir izah getirir. Hukukçular, ücret-verimlilik arasındaki dengeyi onunla belirlemeye çalışır. Kamu kurallarının belirlenmesinde dış etkilerin rolü, bireyselci analizin bir başka uygulama alanıdır. Aşağıda açıklayacağımız rasyonel seçim teorisi, ayrıca oyunlar teorisi gibi teoriler, birey merkezlidir. Kısaca söylemek gerekirse, bu tür analiz son zamanlarda büyük gelişmeler kaydetti.

Bireyselci analiz, pozitif politik bilimler teorisinde de çok önemlidir. Birtakım politolog sosyal hayattaki işbirliği fenomenlerini ve karşılıklılık fenomenlerini evrimci-bireyselci bir açıdan ele aldı. Onlar bunu yaparken oyunlar teorisinden, özellikle tekrar edilen oyunlar teorisinden yararlandılar.[15] David Lewis uzlaşımlar konusunda; Robert Axelrod özgecilik ve güven alanında çok değerli çalışmalar yaptı. Aynı şekilde, Maynard-Smith’in canlılar dünyasındaki işbirliğine ve çatışmaya ilişkin araştırmaları son derece özgündür, açıklayıcıdır. Bu çalışmaların etkisiyle git gide daha iyi anlaşıldı ki, bireyselcilik, normların ortaya çıkışını ve değişmezliğini oldukça iyi açıklayabilmektedir ve güçlü analitik araçlara sahiptir. Bu araçlar çeşitli alanlara başarıyla uygulanabilir. Söz konusu araçların tümünü keşfetmesek de onların varlığında kuşku yoktur.

Aynı şekilde ekonomistler, özgün ahlakî bir model aradılar. Onlar evrensellik problemlerini ahlakî modelle çözmeyi düşündüler; bu amaçla Kant’ın kategorik imperatifini (ahlak konusunda kesin buyruk) sistemlerine eklemlediler. Bireysel ahlaka dayalı analizler özellikle kamu ekonomisinde gereklidir. İnsanlar neden kamu yararına olan bir aktiviteye gönüllü katılırlar? Bu sorunun cevabını ancak ahlakî modellerle verebiliriz. Sosyal aktörler, kendilerini düşünmelerine rağmen, gerektiğinde, kamu yararına olduğunda, çıkarlarını terk ederler; “yurttaşlık” görevini yapmayı seçebilirler. Bu durum ekonomistler için ilham kaynağıdır.[16]

Birey, belli bir tercihte bulunurken, bir şeye angaje olurken rasyonel bir seçim yapar. Onun yaptığı bu seçimde referansı, ya normlardır, ya da ahlakî değerlerdir. Bir ekonomist için, bireyin normlara veya değerlere bağlanma nedenlerini incelemek özel bir araştırma konusudur. Bir davranışı yapanlar nasıl akıl yürütürler? Kuşkusuz bu konuda model oluşturmak gerekir. Böyle bir model de ahlakî tutumların özünlü rasyonalitesini aydınlatmakla olur. Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Bir model oluşturmak için ahlakî tutumların realitesini incelemek neden gereklidir? Cevap olarak diyebiliriz ki, modelin açıklayıcılığı, çeşitli etik ölçütlerle uyumlu ya da uyumsuz olduğunu belirlemeye bağlıdır. Bu nedenle etik ölçütler rasyonel ve objektif biçimde incelenmelidir. Kuşkusuz bireyin seçimlerinde, toplumsal konumunun da bir rolü vardır ve her seçim, bir çözümün seçimidir. O yüzden ekonomik aktörlerin sosyal durumlarını ya da çözümleri seçmesini de incelemelidir. Hem zaten etkililiğin tümüyle ekonomik olduğu varsayılan normları da etik açısından incelenebilir.

Burada olası bir yanlış anlamayı önlemeliyiz. Okuyucu, söylediklerimizden, ekonomide tüm kognitivist teorilerin etik olduğu sonucunu çıkarmamalıdır. Etik olmayan kognitivist teoriler de vardır. Bu sonuncular, bireysel seçimlerde yararlılık fonksiyonunu dikkate alırlar. Bunlar, anlaşılabilir kognitif ögelerin nasıl araştırılacağını aydınlatmaya çalışırlar. Bu aydınlatma bazı ahlakî değerlere (diğerlerin zararına) bağlanarak ya da bazı ahlakî tutumları seçerek olmaz. Bu tutum bazı açılardan bireysel akıl yürütmeyi aydınlatma tutumuna benzer; bu sonuncu tutum, bireysel davranışın doğru normlarını, sosyal işbirliği bağlamında tanımayı sağlar. Sosyolojide normların rasyonel diye kabul edilmesi, günümüzde rasyonalite modellerinin zenginleşmesini sağlamıştır; bu modellerin daha farklı görünümlerinin incelenmesine zemin hazırlamıştır. Özellikle davranıştaki kognitif boyutun sistematik analizine hizmet etmiştir.

 

8. Rasyonalite ve Yaratıcılık

 

Rasyonaliteyi yukarıda karar alma prosedürlerinden hareketle tanımlamıştık. Bu durum acaba, insanların bütünüyle prosedürler tarafından belirlendiklerini ve yaratıcı olamadıklarını varsaymak anlamına gelir mi? Şimdi bu önemli sorunun cevabını bulmaya çalışalım.

Bize öyle geliyor ki, insanların sınırlı prosedürlere göre davranması, onlardaki yaratıcılığı ortadan kaldırmaz. Yeni objeler ya da düşünceler yaratma prosedürleriyle, karar prosedürleri arasında kesin bir ayırım yoktur. Bireyler, zorunlu prosedürlere göre davransalar da yeni şeyler icat edebilirler. Öğrenme prosedürlerini, yani bireylerin yeni şeyler yapmayı öğrenme biçimlerini gözlemlediğimizde bunu temellendirebiliriz. Yeni öğrendiğimiz; fakat daha önce başkalarının bildikleri şeyi, herkes için yeni olan şeyden ayıran hiçbir şey yoktur. Problemler, sistemin ruhunda var olan bilgilere göre çözülür. Yenilik dediğimiz şey de, bu bilgilere bağlıdır. Aynı şekilde yenilik, bilgilerimizi tamamlayan çevrenin bize yardım şekliyle de bağlantılıdır. Sonuç olarak, yaratıcılık süreçleri, eğitim sistemlerinin kullandıkları süreçlere çok benzer. Yaratıcılığın sürekli olması için, bu süreçlerin bir sistem olması gerekir; başka bir deyişle, yeni bilgileri keşfeden sistemlerin keşfi olması gerekir.

Bireyler, uzun süreli ve kısa süreli olmak üzere iki tür hafızaya sahiptir. Uzun süreli hafızada bilgiler konularına göre ve bağlantıları gözetilerek stoklanmıştır. Kısa süreli hafıza ise, aktif ve canlıdır. Bu hafıza, uzun süreli hafızaya karşıt olarak, sınırlıdır. Bir kişinin uzluğu, hem uzun süreli hafızadaki bilgiye, hem de kısa süreli hafızayı kullanma kapasitesine, yani akla en uygun bilgileri seçme kapasitesine bağlıdır.

Üstelik her kognitif süreç, ögelerine ayrılabilir ve şu özellikleri taşır:

1. Başlangıçtaki bir durum vardır.

2. Yeni durumları türetebilmek için operatörler gerekir.

3. Alternatifler arasında seçim yapabilmek için bulgular lazımdır.

4. Araştırmayı durdurmak için, ölçütler olmalıdır.

Öğrenme süreci gibi, icatları gerçekleştirmeye izin veren kognitif süreç, karmaşıklığı ne olursa olsun, tasvir edilebilir. Kognitif süreçlerin pek çok ögesi vardır. Onlar, kendi başlarına alındıklarında son derece basit ögelerden oluşur. Yine de yaratma süreci, özgündür. Bir yaratma sürecine girişmek için yapılan çaba, bu aktiviteye ayrılmış kaynakların varlığını gerekli kılar; aktüel durumun tatmin edilememiş gibi görünmesini varsayar.

 

9. İnsan ve Toplum Bilimlerinde Rasyonalite Çeşitleri

 

 

9.1.Veriler Açısından Rasyonalite

 

Rasyonel seçim yapmada kullanılan verilerin niceliği açısından rasyonalite ikiye ayrılır:

 

9.1.1. Yetkin Rasyonalite
 

Bu rasyonalite neo-klasik ekonominin rasyonalite anlayışıdır. Yetkin rasyonaliteye, tam veya tözsel rasyonalite de denir. Bu rasyonalite her insanın her zaman aynı ilkeye uygun davranacağını varsayar. Bu ilkeye göre, kişiler en çok yarar sağlayacak şeyi seçerler ve maddi imkanları ölçüsünde hareket ederler. İşte bu evrensel bir ilkedir. Buna göre yukarıda söylediğimiz gibi amaçlar ile araçlar arasında bir uygunluk vardır. Bu rasyonalitenin amacı, mümkün olan en iyi sonuca götürecek eylemi belirlemektir. Davranış, şartlar tarafından, zorlayıcı veriler tarafından empoze edilen sınırlar içinde belirli amaçlara ulaşmaya izin veriyorsa, rasyoneldir. Şunu belirtelim ki, davranış rasyonalitesi sadece aktörün tek bir bakış açısına, onun amaçlarına bağlıdır. Bu amaçlar bir defa belirlenince, rasyonel davranış, gerçekleştirildiği çevrenin özellikleri tarafından bütünüyle belirlenir. Davranış, zorlayıcı veriler sistemi çerçevesinde rasyoneldir. Gerçekleştirilen seçim, izlenen amaca uygundur. Davranış, gerçekleştirilen seçimin sonuçları dikkate alınarak değerlendirilir. Bu rasyonalite örtük biçimde şu postulatı kabul eder: Karar, kendini ortaya çıkaran süreçlerden bağımsızdır. Bu nedenle o, sadece bu sürecin sonucuyla ilgilenir.

 

9.1.2. Sınırlı Rasyonalite
 

Bireysel kararların alınmasında etkili olan rasyonaliteye, sınırlı rasyonalite denir. Sınırlı rasyonalite, yetkin rasyonaliteye karşıttır. Çünkü yetkin rasyonalitede araçlar amaçlara tam uygundur ve gene araçlar zorlayıcı nedenlere göre yapılan en etkili davranışı seçmeye izin verir. Oysa sınırlı rasyonalitede çevreden gelen bütün verileri, bireyin dikkate alması mümkün değildir.

Her insan organizması, her saniye milyonlarca baytlık yeni bilgiler üreten çevrede yaşar. Fakat algılarımız bin baytlık muhtemelen daha az veriyi algılar. Bireylerin çevrelerini kavramalarındaki bu sınırlılık, dünyayı tasavvur etme biçimlerini sorgulamayı gerektirir. Gerçekte bir aktörün dünya tasavvuru, karar alma biçimini ve kararın içeriğini belirleyecektir. Karar alan kişinin hem bilgisinin, hem de gücünün sınırlı olduğunu kabul edersek, o zaman gerçek dünyayı ve aktörlerin onun hakkındaki algısını, bu dünya üzerine akıl yürütmeden ayırmamız gerekir. Bu demektir ki, karar süreci üzerine bir teori oluşturmak ve onu empirik olarak test etmek zorundayız. Teorimiz hem akıl yürütmenin süreçlerini hem de sübjektif tasavvuru ortaya çıkaran süreçleri içermelidir.

Bu sübjektif tasavvurdan iki sonuç doğar:

1. Tasavvur, bireyin içinde bulunduğu bağlamın ürünüdür. Rasyonalite sosyal bir uzaya yerleştirilmiştir. Karar alan kişinin yaşadığı sosyal ve organizasyonel ortam, beklenen ve beklenmeyen sonuçları, mümkün seçimleri ve bir kenara bırakılacak seçimleri belirler. Coşku, bir kişinin seçimini yönlendirebilir. Gerçekte coşku, insanın dikkatini, çevresinin belli bir görünüşüne doğru çekebilir.

2. Eylem ile amaçların gerçekleştirilmesi arasında mesafeler vardır. Aktörler, durum ile durumun potansiyel değişmeleri hakkında yanlış ya da eksik bilgi sahibi olabilirler. Bir bilgi tam olsa bile, bir kişinin yaptığı eyleminin bütün sonuçlarını hesaplaması her zaman mümkün olmayabilir. İnsanların genellikle tek bir amacı vardır. Amaçlar ile onlar arasından birini gerçekleştirmek ve diğerlerini gerçekleştirmemek arasında uyumsuzluklar olabilir. Bir insan eylemini gerçekleştirirken kullanacağı araçlar konusunda bilgisiz olduğundan dolayı, amacına ulaşamayabilir.

Sınırlı rasyonalite anlayışı, insan ve toplum bilimleri araştırmacısı için, yoksun bırakıcı gibi görünebilir. Çünkü sınırlı bir rasyonalite insan davranışlarının çok çeşitli olmasına yol açar. Bu durum ise, bireysel davranışlar konusunda aksiyomlar koymaya engel olur. Yine de insanların karar alma biçimlerinin tasvirini yapmak mümkündür. “insanların “nasıl” davrandıklarına ilişkin düşünce, “davranış rasyonalitesi” dediğimiz kavramı ortaya çıkarır.

 

10. Etkiler Açısından Rasyonalite

 

İnsan ve toplum bilimcileri, duygulara ve terimin geniş anlamıyla normatif inançlara ilişkin teoriler oluşturdular. Bu teorilerle rasyonaliteyi daha geniş bir spektrum içinde ele aldılar. Bunlara genel etkici (conséquentaliste) teoriler denir.

Etkicilik (conséquentialisme), bir düşüncenin, bir bilginin, bir davranışın değerini, pratik sonuçlarına göre değerlendirme demektir. Etkicilik, bir düşünceyi, bir bilgiyi ve bir davranışı, onun mahiyetine ya da özüne göre değerlendiren temelciliğe ya da (fondamentalisme) özcülüğe karşıttır. Etkicilik/temelcilik çatışması insan ve toplum bilimlerinde çok uzun süreden beri yaşanmaktadır.[17] Amacımız bu karşıtlığı açıklamak değildir. biz bu satırlarda etkiciliği yalnız rasyonalite açısından ele almak istiyoruz. Etkici rasyonalite teorilerini, fonksiyonalizm ve umulan yararlılık başlıkları altında açıklamayı düşünüyoruz.

Yukarıdaki satırlarda rasyonalitenin, ekonomik, psikolojik aksiyolojik vs. pek çok biçimi olduğunu söylemiştik. Ekonomik rasyonalitenin insan davranışlarında çıkarı ve yararı motivasyon nedeni kabul ettiğini belirtmiştik. Psikolojik rasyonalitenin insanî olguları coşkularla ve tutkularla açıkladığını kaydetmiştik. Sosyal aktörlerin kararlarını ve eylemlerini bedel-çıkar temelinde ele aldıklarını söylemiştik. Ama bir değerler rasyonalitesinden söz etmemiştik. Şimdi bu değerler rasyonalitesine ilişkin mümkün olduğunca bilgi vermek istiyoruz.

Açıklamalarımıza başlarken önce şunu belirtelim: İnsan eylemlerini değerlerle açıklama, yararcı rasyonaliteden farklı bir rasyonaliteye başvurur. Hatta yararcı rasyonalite açısından bakıldığında, değerler rasyonalitesinin bir irrasyolizm olduğu bile söylenebilir.[18] Ayrıca bu rasyonalite, teleolojik rasyonaliteden de köklü biçimde ayrılır.[19]

Değerler rasyonalitesi ilk defa günümüzde ortaya çıkmış değildir. O, daha önce Alman sosyolog Weber tarafından ileri sürülmüştür. Max Weber, ekonomistlerin araçsal rasyonalitesini, değerler rasyonalitesinden ayırır. Ona göre değerler rasyonalitesi, araçsal biçimiyle karışmaz. Değerler rasyonalitesi kavramı o kadar açıktır ki, onda kognitif rasyonalitenin normatif sorunlara bir uygulaması görülür. Bu uygulama şu şekildedir: İnanıyorum ki, “X, iyi, meşru vs. dir.” Söz konusu uygulama yapılırken bu önerme, “X’in doğru olduğuna inanıyorum” gibi çok güçlü görünen bir sistemden türetilir.

Bu rasyonalite aksiyolojik fenomenleri, pek çok ahlak duygusunu oldukça iyi açıklar. Bu nedenle değerler rasyonalitesi eylemlerin analizinde önemlidir. Fakat o, aşağıda göreceğimiz gibi, bütün önemli ahlakî fenomenleri açıklamakta yetersizdir. Değerler rasyonalitesi gücünü şu varsayımdan alır: Normatif inançlar, güçlü nedenler tarafından üretilirler. Gerçekten inanıyoruz ki, şu kurum, bu davranış, şöyle bir karar herkesin iyi veya kötü bulduğu sonuçlara neden oldukları için iyi veya kötüdür.

Değerler rasyonalitesi, eylemin açıklamasını “doğruluk değeri”ne göre yaptığından, ona kognitif rasyonalite de denir. Daha doğru deyişle, değerler rasyonalitesi gerçekte, kognitif rasyonalitenin bir biçimidir. Yalnız değerler rasyonalitesinde nedenler sistemi, kognitif süreçlere göre değerlendirilmez; değersel sonucu bakımından dikkate alınır. Bu özelliğiyle değerler rasyonalitesi, kognitif rasyonaliteden ayrılır. Değerler rasyonalitesi kesinliği, genel olarak örtük karşılaştırmaların az ve ya çok geniş bir bütününden yorumla türetir. Yaptığı karşılaştırmalar sonunda süje, T 1 sistemini akla uygun ölçütlere dayanarak alternatif sistemlere tercih eder. Aktörün nedenleri bağlam tarafından belirlenmiştir. Descartes, tabiatın boşluk bırakmadığına inanıyordu. Kendi kognitif bağlamından hareket edecek olursak, diyebiliriz ki, Descartes bu inancı kabul ederken çok güçlü nedenlere sahiptir. O, bazı fenomenleri açıklamak için bu kavramdan vazgeçmeyi düşünmüyordu. Nedenlerin gücü, Pascal’ın büyük tecrübe’siyle birden çöktü. Pascal, daha kabul edilebilir bir kavramı önerdi.

Ahlaki normlar ve değerler diğer kişisel değerlerden ayrılamaz. Ahlak bilimi ve sosyal bilimler tarihleri normların ve değerlerin asla birbirinden hiç ayrılmadıklarını çok açık biçimde gösterir. Bu nedenle, eylemin bütünüyle araçsal ya da bütünüyle ekonomik bir boyutunu izole edemeyiz. İnsan davranışlarının açıklaması eylemin nedenlerinin açıklanmasıyla ve düzenlenmesiyle mümkündür. Bu açıklama stratejisinin temeli şu durumun tespitidir: Sosyal fenomenler son tahlilde, çoğu durumda, bilinçli hareket eden ve eylemlerini nedenlerle açıklayabilen bireylerin hareketleriyle ortaya çıkar.

Değerler rasyonalitesini savunanlar, kişisel ve egoist çıkar araştırmasına dayalı bireyselci açıklamalara itiraz ederler ve bu itirazlarını şu örneklerle desteklemeye çalışırlar. Örneğin, kişisel çıkar hile yapmayı gerektirdiği halde, dürüst bir rekabet kurallarına saygı gösterme, seçime gönüllü katılma, kişisel fedakarlık yaparak kamu yararına katkıda bulunma; kişisel çıkarların aleyhine olmasına rağmen hukuki haklar ve ahlaki değerler için mücadele etme; bütün bunlar insanların davranışlarının nedenleri olabilir. Oysa rasyonel seçim teorisi yanlıları bu itirazların kendi tezlerini çürütmeyeceği görüşündedirler. Çünkü onlara göre aksiyolojik eleştiriler, her ne kadar özgeci, ritüalist ya da ahlakî seçimlerden söz ediyorlarsa da gerçekte onlar, bireylerin motivasyonlarına spontane olarak giren akıl yürütmenin veya hesaplamanın indirgenemez payını ihmal ederler. Örneğin başkalarının seçimde oy kullanmamasına rağmen kendisi oy kullanan kişi spontane olarak şöyle düşünür: “Eğer bizim gibi pek çok insan seçim sandığına gitmezse, diğer yönetim biçimlerinden daha az mahzurlu olan demokrasi tehlikeye düşer.” Aksiyolojik rasyonalitenin açıklaması, “kognitif rasyonalite”ye dayalı bir açıklama kabul edilmelidir. Kognitif rasyonalitenin temeli, aktörün kendi fizik çevresi ve sosyal çevresiyle karşılıklı ilişkisini anlama biçimidir. “Kognitif rasyonalite”, araçsal rasyonaliteden ayrılamaz. Çünkü sosyal bir karşılıklı etkileşim bağlamında amaçlarla araçların ilişkilerinin aydınlatılması, doğru ya da yanlış, bir sosyal karşılıklı etkileşim teorisinin hazırlanmasını gerektirir. Tümüyle rasyonel olan şeyi nitelemek için bu, gereklidir. Eylemdeki sübjektif nedenler de bu teori çerçevesinde aydınlatılır. Sosyal karşılıklı etkileşim birey açısından kişilere karşı ya da kişilerle birlikte bir oyundur. Tabiata karşı oynanan böyle bir oyunda, bireysel eylemin pek çok sonucu vardır. Bunun nedeni, anonim güçlerin oyunu değil; diğer bireylerin mümkün kararlarıdır. Oysa aksiyolojik rasyonalitenin değerli saydığı örneklerde farklı bireyler, sosyal karşılıklı etkileşimde birbirlerinin durumlarını benzer şekilde düşünebilirler.

Değerler rasyonalizmiyle ilgili önemli görüşlerden biri de Fransız sosyolog Raymond Boudon’a aittir. Pierre Lannoy’in dediği gibi Boudon’un değerler rasyonalizmi temelde bir kognitivist bireyselciliktir. Değerler rasyonalizmiyle bu sosyolog, rasyonel seçim modellerinin değişmez gibi kabul edilen sınırlarını aşmaya çalışır; akla uygun diye nitelenen davranışların hem çok yaygın hem de çeşitli olduğunu düşünen Weber’in görüşlerini düzeltir.

Boudon’a göre insanlar şaşırtıcı davranışlar yapabilirler. Ancak yine de bu davranışların bir rasyonalitesi vardır. Sosyal aktörler, anormal kişiler hariç, her zaman sebeplere göre hareket ederler. Fakat Boudon’a göre sosyal aktörlerin davranışlarını ahlakî değerlere başvurarak açıklamak, yine de bir görecelilik, kültürel görecelilik değildir.[20]

Gerçekte ahlakî değerler evrenseldirler ve tersinmez bir biçimde gelişirler. Sosyal aktörler değerlere göre davranmak zorundadır. Ancak bu durum, yine de onların geniş anlamda yararınadır. Çünkü onların bu değerlere uygun davranmak için nedenleri vardır. Bununla birlikte Raymond Boudon’a göre liberal ekonomistlerin homo economicus’unu sosyologların homo economicus’uyla karıştırmamalıdır. Her zaman çıkarına göre davranan homo economicus’a karşıt olarak homo sociologicus, kendisine şu şekilde davranmasını söyleyen değerlere bağlı olarak, alışkanlıkla hareket edebilir. Homo sociologicus’un seçimi, homo economicus’un seçimi kadar açıkça tanımlanmış değildir. Onun seçimi, ritüelleştirilebilen çevreye bağlıdır ve bu seçimin rasyonelleştirilmesi, seçimin kendisinden sonra olabilir.[21]

 

.



[1] Bouveresse, Jaques, La mythe d’intériorité, Eclat, Paris, 1986, p. 335.

[2] Lasvergnas, Isabelle, Rationalité instrumentale, Liber, Québec, 2003, p. 74.

[3] Morin, Edgar, Les sept savoirs fondamentaux oubliés, Pleins Feu, Paris, 2000, p. 95.

[4] op. cit., p. 67.

[5] loc. cit.

[6] op. cit. , p. 89.

[7] Meyer, Michel, Problématologie, Biblio, Paris, 1987, p. 153.

[8] Lecerf, Yves, Éthnomethodologie et éthique, thèse de doctorat, soutenue, en 1993, édition éléctronique. 

[9] Rancière, Jacques, Le maître ignorant, Éditeur, 10X18, Paris, 2004, p. 75. 

[10] Aubert, François, Confiance et rationalité, Inra, Paris, 2001; p. 233.

[11] Boudon, R. , Raisons, bonnes raisons, PU. F. , Paris, 2003, p. 61.

[12] Démailly, André, Le Moignes Jean Louis, Herbert Simon et les sciences de conception, Harmattan, Paris, 1997, p. 27.

[13] Searle, John, “Langage, conscience, rationalité : une philosophie naturelle”,

http://socrates. berkeley. edu/~jsearle/ledebat. pdf

[14] Augustinus, Cité de Dieu T. II, Traduction Nouvelle par M. Émile Saisset, Éditeur Charpentier, Paris, 1855.

[15] Emmanuel Picavet “Identité des raisons et rationalité

axiologique”, Cahiers de philosophie de l’Université de Caen, n°37, 2001, p. 11.

[16] Ibid. , p. 13.

[17] Valcke, Louis, “Le conséquentialisme” Journal des Economistes et des Etudes Humaines, Printemps 90, p. 63.

[18] Boudon, “La rationalité axiologique, p.103.

[19] Boudon, Raisons, bonnes raisons, p. 14.

[20] Boudon, “La rationalité axiologique...”, p. 104.

[21] a. y.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder