İNSAN ve TOPLUM BİLİMLERİNDE RASYONELİTE
.
1.Felsefî Açıdan Rasyonalite
Filozofların kullandıkları
şekliyle rasyonalite tanımı, hiç de açık değildir. Rasyonalitenin evrensel
uygulaması diyebileceğimiz bir prosedür yoktur. Bu terim, filozoflar tarafından
hep yeniden tanımlanmıştır ve belirlenmiştir; çünkü, insanın dünyaya ve tabiata
bakışı sürekli değişmekte ya da gelişmektedir. Bu değişiklikler veya gelişmeler
yeniden tanımlamayı gerekli kılmıştır. Sonuç olarak şu ya da bu şeyin rasyonel
olduğunda uzlaşamayız. Rasyonalite kelimesindeki belirsizlik, filozofların
farklı spekülasyonlarına uygun olabilir; ancak bilimsel olmak isteyen bir
disiplin tarafından yeniden ele alındığında ciddî problemler çıkarır. Bilimsel
bir terim iyi tanımlanmalıdır ve onun kesin kaplamı olmalıdır. Tanımı sağlam ve
kaplamı belirli terim sayesinde bilim adamları topluluğu, şu ya da bu objeyi
aynı şekilde kabul ederler. Bütün kimyacılar potasyumu aynı şekilde anlarlar.
İnsan ve toplum bilimcileri de şu eylemin ya da bu inancın aklî olduğunda
uzlaşılmasını isterler.
Bize öyle geliyor ki, rasyonalite
kavramındaki belirsizlikte onun çok anlamlı oluşunun etkisi vardır.
Wittgenstein bu çok anlamlılığa işaret eder ve şöyle der: Rasyonalite kelimesi
çok anlamlıdır. Bu anlamlar, ikişer ikişer ortak özelliğe sahiptirler. Örneğin
A, B’ye yakın bir anlama sahipse ve B’nin, C’ye yakın bir anlamı varsa, bundan
A’nın C’ye yakın bir anlamı olduğu sonucunu çıkaramayız; çünkü A’nın ve C’nin
artık ortak hiçbir ögeleri yoktur. Rasyonalite kelimesinin her anlamına
uygun düşen bir realite vardır. Bundan dolayı rasyonalite kavramının
herkes tarafından kabul edilebilir bir tanımını bulmak imkanı ortadan kalkar.[1]
Bu konuda, Needham’ın inanç
teriminin çok anlamlılığına ilişkin analizinden yararlanmak daha doğrudur.
Needham, inanç kavramını analiz ederek inançların farklılaşmalarına neden olan
ögeleri ortadan kaldırır ve bu kavramın anlamını sadece “inanmak” fiilinden
hareketle ortaya koyar. Needham bir ölçü belirlemez. O, sadece inanmak fiilini
analiz eder ve sonunda şu karara varır: Bir inancın kanıtlanması yalnız bu
inancın kabul edilmesinden ibarettir; (inanıyorum ki, ...) bu kanıtın
biçimidir. Rasyonellik kavramını anlamak için bu yöntemi uygulayabiliriz. Buna
göre rasyonaliteyi tanımlardan değil de, dilimizdeki kullanımdan hareketle
anlamak daha doğru bir tutumdur. Çünkü dilimize güvenmeliyiz; insan ve toplum
bilimlerindeki rasyonaliteyi kelimenin sosyal kullanımına bakarak kavramalıyız.
2. Bilimsel İlke Olarak Rasyonalite
Bilindiği gündelik dilde
rasyonalite, mantıksal olan şeyin niteliğidir; akla bağlı ve akla ait şeyin
özelliğidir. Rasyonalite örtük biçimde şunu ifade eder: Her tecrübe, bilimsel
prosedürlere göre düzenlenmelidir. Bu şekilde düzenlenmeyen tecrübelere
gerçeklik gözüyle bakılamaz. Epistemolojinin son amacı, realitenin üstünlüğünü
vurgulamaktır ya da rasyonel bilginin anlamını ve kapsamını
belirginleştirmektir. Şunu kabul etmek zorundayız ki, insan ve toplum
bilimlerinde rasyonalite, epistemolojik rasyonalite ışığında ele alınmalıdır.
Bu nedenle önce epistemolojik rasyonalite hakkında kısa açıklamalar yapalım.
Epistemoloji, gücünü bilim
tarihiyle kurduğu, sabit ve yakın bir ilişkiden alır. O, rasyonel düşüncenin
tek parçalı olduğunu kolayca savunamaz. Birtakım felsefeler şunu iddia ederler:
İnsanların farklı arzularından ve bu arzulara eşlik eden fantazmalardan saçma
şeyler doğar. Bu iddiaya göre rasyonalite söz konusu saçma şeylerden pek de
farklı değildir. Epistemolojiden, saçma şeylere benzeyen rasyonalite’yi
kabul etmesi beklenemez. Epistemolojik açıdan rasyonalite kavramı, en somut
ifadesini bilimde bulur. Rasyonalitenin sınırları kesin olarak çizilmemiştir.
Bu sınırlar geçicidir. Ancak her geçen gün sınırların daha netleştiğini
görmekteyiz. Her ne olursa olsun, bu sınırları çizmek epistemologların işidir.
Rasyonalite konusundaki
tartışmalarda hareket noktası olan iki temel düşünce vardır. Bunlar:
1. Bilimsel rasyonalite, soyut
şemalar önerir. Bu şemalara modeller denir ve onlar fenomenleri temsil
edebilirler. Şemalaştırma çabası, mitolojik açıklamalardan ve sanatsal
yaratımlardan farklıdır. Kuşkusuz rasyonel açıklamanın, mitolojinin ve sanatsal
yaratımın ortak metinleri tecrübedir; bu tecrübenin konusu da nesnel
fenomenlerdir. Ancak mitoloji ve sanat, bu fenomenleri yaşanan diğer ögeler
aracılığıyla başka bir bağlama, metaforik bir bağlama yerleştirir. Çünkü
onların amaçları dünyanın bilimsel bir açıklamasını yapmak değildir;
fenomenleri, insanları etkilemek amacıyla kullanmaktır. Oysa epistemolog için
önemli olan, anlamlı şu iki şeyi yapmaktır:
a) Gerçek bilimsel bilginin,
zorunlu olarak Leibnizci anlamda sembolik olduğuna dikkat çekmek.
b) Duyumlama düzenindeki
konstrüksiyonların kanıtlayıcı bilgi sayılmalarına engel olmak.
Epistemolog açısından bir model
oluşturma ve bir yaşantıyı doğrudan üretme, bilerek karıştırılmaktadır. O,
böyle bir karıştırmanın önüne geçmeye çalışır.
Fakat modellerin soyut olmaları,
bizi hiç de köklü bir tekbiçimliliğe götürmez. Bilimin farklı alanlarının karşılaştırmalı
incelemesi, pek çok modelin olduğunu gösterir. Bilimsel bilginin rasyonelliği,
bu çokluğu açıkça kabul etmeyi gerektirir.
2. Soyut modellere göre
tanımlanan şematik evrende bilim, mantıksal-matematiksel bağlantıların
kurulmasıyla gerçekleşir. Görüldüğü gibi rasyonel şemada, daha doğrusu
karikatürde, ılımlı bir rasyonalizme yer yoktur.[2]
Bir rasyonellik sorununun nasıl
doğduğunu anlamak için, bu kavramın karmaşıklığına, hatta belirsizliğine dikkat
etmek yeterlidir. Sözlüklerin bu kavramı tanımlamalarında belli bir belirsizlik
vardır. Rasyonellik akla bağlanmış olan şeydir; oysa rasyonellikle ilişkili
olan ratio,
doğrulama, saik, ortak duyu, öncüllerden sonuçlara ulaşmamızı sağlayan
entelektüel yeti gibi çeşitli anlamlara gelir. Aklî ve akla uygun bazen
karıştırılır, bazen de ayrılır.
Bilimsel rasyonalitede mantıksal
düşünce ve strateji kesinlikle birbirinden ayrıdır. Şimdi bu konuyu kısaca
açıklayalım. Bilimsel rasyonalite, klasik teoriciler tarafından belirlenen
kurallara göre düşünmedir. Matematikteki gelişmeler, tümüyle mantıksal
düşünceden çıkmasalar da, onu sürdürürler. Bu şekilde takınılan tavırlar, geçmişteki
ve şimdiki bilimden ayrılamaz. Yine de bu tutumlar, sanki bilimin yalnız
taktiğini temsil ederler. Bilimsel düşüncenin strateji yanına gelince; bu
hususta şunları söyleyebiliriz: Stratejide, seçimler ve organizasyonlar
gerçekleşir. Seçimler ve organizasyonlar, herhangi bir mantıksal taktiği
belirlemede yetersizdirler. Fakat onlar, yine de bilginin bütünüyle
ilişkilidirler; birtakım yönelimler ve ilkeler aracılığıyla düzenlenmişlerdir.
Bu sonuncular, bilginin egemenliğini ifade ederler. Bilimin rasyonalitesi, bu
anlamda iyi tanımlanmış evrensel bir yöntem değildir. Bilimsel keşif yapma
davranışının, önceden düzenlenmiş kurallara hiç de itaat etmemesi, bu alanda
her şeyin mümkün olduğu ya da her şeyin eşit olduğu anlamına gelmez. Astrologun
ve el falcısının denetlenemeyen; daha doğrusu açıkça denetlenemeyen
kehanetleri, bireyler veya toplumlar tarafından ilgiyle karşılanabilir. Fakat
onlar astronomun ya da fizyolojistin öngörüsüyle hiçbir zaman aynı mahiyette
değillerdir. Onları aynı plana yerleştirmek yanlıştır.
Mantıkçılar, bilimsel
rasyonalitenin taktik, deyim yerindeyse lokal görünüşünü, mükemmel biçimde
tanımlayabilmeyi umabilirler. Stratejik, yani global rasyonaliteye gelince;
onun tüm özelliklerini belirlemek tutkusundan vazgeçmelidir. Yine de epistemologun
görevi, bu rasyonalitenin çeşitli görünümlerini ve farklı objelere somut
uyumlarını mümkün olduğunda ortaya çıkarmaktır. Eğer epistemoloji kelimesini en
geniş anlamda tanımlamak gerekirse diyebiliriz ki, o, bilimdeki rasyonalitenin
anlamını ve sınırlarını, bugün ve şimdi belirlemek için yapılan her denemenin
adıdır.
Raymond Boudon rasyonaliteden
şunu anlamaktadır: Belli bir alanı, varolan bilgilerden hareketle tanımaya
çalışırken girişilen eylemler arasındaki tutarlılık.
Rasyonalite Fransız sosyolog
Morin’e göre hataya ve yanılsamaya karşı en iyi korunma yoludur. O, iki tür
rasyonalite kabul eder:
1. Konstrüktif rasyonalite: Bu
rasyonalite, teorik organizasyonun mantıksal özelliğini doğrulayarak tutarlı
teoriler hazırlar; teoriyi hazırlayan fikirleri uyuşturur; teorinin
iddialarıyla, empirik veriler arasındaki uyuşmazlığı giderir. Böyle bir
rasyonalite, kendisine itiraz eden şeye açık olmalıdır. Aksi halde bir doktrine
dönüşür ve sonunda rasyonelleştirmeden ibaret olur.
2. Eleştirel rasyonalite: Bu,
inançlardan, doktrinlerden ve teorilerden doğan hataların ve yanılsamaların
giderilmesini sağlar.[3]
Rasyonalite, söylediğimiz gibi,
rasyonalizasyon (sübjektif akla uydurma) olduğunda hata ve yanılsama ihtimalini
içinde taşır. Rasyonalizasyon kendisinin rasyonel olduğuna inanır; çünkü
tümdengelime ya da tümevarıma dayalı, mükemmel bir mantık oluşturduğu
inancındadır. Oysa rasyonalizasyonun temelleri gerçekten çürüktür ve
geçersizdir. O, kendine karşı ileri sürülen kanıtların itirazlarına kapalıdır
ve empirik doğrulamalardan yoksundur. Kısaca söylemek gerekirse,
rasyonalizasyon kapalıdır, rasyonalite açıktır. Rasyonalizasyon, rasyonaliteyle
aynı kaynaklardan yararlanır; fakat hataların ve yanılsamaların en güçlü
kaynaklarından biri olur. Örneğin dünyayı açıklamak için mekanist ve
determinist bir modele başvuran bir doktrin, rasyonel değil; fakat
rasyonelleştiricidir. Özü gereği açık hakiki rasyonalite, kendisine direnen
realiteyle diyalog halindedir. O, mantıksal çıkarımlar ve empirik kanıtlar
arasında sürekli gider gelir. Hakiki rasyonalie bir fikirler sisteminin
özelliği değildir; fikirlere ilişkin kanıtlanmış bir tartışmanın ürünüdür.
Varlıkları, sübjektifliği,
duyusallığı, hayattı yok sayan bir rasyonalite, gerçekte irrasyoneldir.[4]
Rasyonalite duygunun, sevginin,
pişmanlığın payını kabul etmelidir. Hakiki rasyonalite mantığın, determinizmin
ve mekanizmin sınırlarını bilir; insan aklının her şeyi bilemeyeceğini ve
realitenin mister içerdiğini kabul eder. Rasyonaliteyi yetersizliklerini tanıma
kapasitesine dayanarak biliriz.
3.Rasyonalite ve Batı
Rasyonalite bazı bilim
adamlarının ve teknisyenlerin sahip ve diğerlerinin yoksun oldukları bir
nitelik değildir. Kendi uzmanlık alanlarında rasyonel olan bilginler,
politikada ve özel hayatlarında irrasyonel olabilirler. Rasyonalite Batı
uygarlığının teklinde bulunan bir nitelik de değildir. Batı Avrupa uzun süre
kendini rasyonalitenin sahibi gibi gördü. Başka kültürlerdeki insanların
yanılsamalar içinde olduklarını varsaydı; her kültürü teknolojik performansları
ölçüsüne göre değerlendirdi. Oysa bilmek zorundayız ki, arkaik toplumlar dâhil,
her toplumda sadece mit, büyü, din yoktur; bunların yanında özel rasyonalite
biçimleri vardır. Bu rasyonaliteyle onlar, araçlar yaparlar, av stratejileri
belirlerler; bitkileri, hayvanları ve içinde yaşadıkları coğrafyayı tanırlar.[5]
Bugün insan ve toplum
bilimleriyle tabiat bilimlerinin arasındaki diyalogun kurulamaması, bir
rasyonalite krizine yol açmıştır. Bu rasyonalite krizinin kökleri, Aydınlanma’nı
bazı felsefî doktrinlerinde yatmaktadır. Bu nedenle her iki bilim alanındaki
böyle bir diyalogu başlatmak için Aydınlanma’ya başvurmak doğru
değildir.[6] Günümüzde evrensel ve dış
bir rasyonaliteden değil; özel, parçalanmış ve bir iç rasyonaliteden söz
edebiliriz. Bu rasyonalitenin garantisi, etkiliğidir; sadece insanın kendisine
bağlı olmasıdır. Bu özel rasyonalitenin itaat edeceği bütün, genel bir norm
yoktur. Yeni rasyonalite analitiktir; problemleri ögelerine ayırarak inceler;
onlara anlam veren daha büyük bütünlerin peşinde koşmaz.[7]
Modernite, bir dünya görüşü
ortaya koydu. Bu dünya görüşü, bilimsel aktivitenin çerçevesi oldu. Bilim
adamları modernitenin dünya görüşüne ilgisiz kaldılar ve de kalmalıydılar. Çünkü
onlar, deneyci olmak, “evrensel hakikatler”i keşfetmek zorundaydılar. Onların
görevi, karmaşık realiteleri analiz etmekti; onlardan basit ve temel kurallar
çıkarmaktı. Fakat her şeye rağmen bilim adamlarının, ereksel nedenleri değil;
etker nedenleri araştırmaları gerekiyordu. Ayrıca bütün bu nitelikler ve bu
ödevler bir bütün oluşturmalıydı.
Bilim adamı, yapması gerekeni
doğru biçimde tasvir ettiği iddiasında bulunabilir. O zaman bilginin uyması
gereken bu ethos, efsanevî bir değer halini alır. Bilim, deneysel
bilim, Newtoncı mekanik aktivitenin modeli olmuştur. Bu modele insan ve toplum
bilimcileri de başvuracaklardır ve onu ana hatlarıyla kopya etmeye
çalışacaklardır. Modern dünya bilim adamının bu ethos’unu rasyonalitenin bir
imgesi gibi kabul etmiştir ve aydınlar sınıf bu modeli sürekli öne
çıkarmışlardır.
4.Rasyonalite Görecelilik midir?
Rasyonalizmin uzun bir geleneği
vardır; bu gelenek de idealist felsefedir. Söz konusu felsefî gelenek, bağlam
tarafından belirlenen rasyonalizmlerden değil; her zaman var olan Evrensel
Akıl’dan söz eder. Rasyonalizmde hümanist bir yan bulunur. O, insanı
genelleştirir ve İnsan olarak ele alır. Bu İnsan’ı farklı tezahürleri içinde
ele almayı felsefî antropolojinin hakkı sayar. Rasyonalizm, bilime aşırı saygı
gösterir (bazen rasyonalizm ve bilimsellik eş anlamlı olarak kullanılır); ayrıca
rasyonalizm, objektifliği her şeyin üstünde tutar. Bağlamla sınırlı (kültürel,
bilimsel veya teknik) bir rasyonalite her zaman genel bir rasyonalitenin
aşağısındadır. Bu düşünce rasyonalizmin bir başka çekici özelliğidir.
Rasyonalizmin araştırma çerçevesini daha iyi çizdiği ve araştırmaya haklılık
kazandırdığı düşüncesi yaygındır. Bu düşünce, rasyonalizmin bir başka çekici
özelliğidir.
Batı, XVIII. yüzyıldan itibaren
diğer toplumlarla kendi arasındaki farkı romantik bir açıdan ele almaya
başladı. Bu romantik bakış Batı’nın diğer toplumlara karşı tutumunu değiştirdi.
Teknolojik açıdan gelişmemiş toplumlar, özellikle XX. yüzyılda Batı’ya bir
zamanlar bulunduğu durumunu, ebediyen kaybettiği durumunu hatırlattı; bir
göreceliliğin ortaya çıkışına yol açtı.
Göreceliliğin çekici gelmesi,
dünyayı büyüden arındırmanın, hatta bir pesimizmin ürünüdür. Bilimin bazı
soruları cevaplamakta ve ya tinsel sorunlara çözüm bulmakta yetersizliği,
büyüden arındırmaya neden oldu.
İki dünya savaşının ortaya
çıkışını bilimsel ve teknolojik gelişmelerin önleyememesi, şunların sorulmasını
gerektirdi: Bilimsel gelişmelerin insanî bir temeli var mıdır? Batılı hayat
tarzı insanları mutlu edebilir mi? Bu sorular, göreceliği daha da derinleştirdiler.
Bundan sonra artık bilimin dünyayı tek açıklama tarzı olmadığı ileri sürülmeye
başlandı; mutlak hakikatin olmadığı düşüncesi daha çok seslendirildi; bizim
açıklamalarımızın her zaman dünyanın sınırlı bir alanına ilişkin olduğu
söylendi. Sonuç olarak bütün açıklamalar değerli kabul edildi.
Rölativizmin tehlikesi, ahlakî
nihilizme götürmesiydi. Çünkü değer yargılarının yokluğu, insan davranışlarını
kontrol etmeyi ortadan kaldırır; ahlaki kaosa neden olur; sonunda her tür
değerin yok olması tehlikesini doğurur. Değerlerden çok kuşku duymak, onları
yok etmektir; az kuşku duymak, dogmatizme ve değişmezciliğe (immobilisme)
saplanmaktır. Gelenek kelimesinin hem olumsuz, hem de olumlu yansımaları
vardır. Görecelilik sayılmak, kültürlere saygı göstermeme nedeni kabul edilmek;
bir etnosantrizm (ırk merkezlilik) biçimini almak; rasyonalizm için bu üç
durumdan biri mümkündür. Bu durum oldukça ilginçtir. Görecelilik bir taraftan,
farklı ve başka halkların haklarına saygı göstererek ve kültürler arası
karşılaştırmayı yasakladı; böylece başka toplumlara bir ilgisizlik biçimi oldu
ve halklar arasında iletişimsizlik görünümü kazandı. Rasyonalistler, bilimde ve
Batı Akılı’nda aynı Akıl tipini görürler; Batı’nın üstünlüğünü savunurlar.
Çünkü onlara göre bilimsel rasyonaliteye en çok saygıyı Batı göstermiştir ve
akıldan en çok yine Batı yararlanmıştır. Rasyonalistlerin bu düşüncesi,
etnosantrizmden başka bir şey değildir.
İnsan ve toplum bilimlerinin
teorilerinde dışsal ögelerin göz ardı edilemez etkileri vardır. Bu etkiler,
gittikçe önem kazanmaktadır. Bu dışsal etkiler şunlardır: Söylenmeden teoriye
sokulan düşünceler, ahlakî ve politik nitelikteki kaygıların sonuçları vs.
Rasyonalite kavramında çeşitli
düzeylerde görünen ve zorunlu olarak değer yükleyen bir nitelik vardır. Bunları
iki madde halinde özetleyebiliriz:
1. Rasyonel bir eylem, kurallar
ve idealler bütününe itaat eder. Bu kuralların ve ideallerin temelleri hem
objektiftir, hem de mutlaktır. O nedenle rasyonel eylemlerde kesin, olduğu
kadar mutlak bir ahlakî özellik vardır.
2. Biliyoruz ki, bazı açıklamalar
bağlamla sıkı sıkıya ilişkilidir, yani görecelidir; bazıları ise evrensel
olmayı ister, o nedenle bağlamdan ayrıdır. Evrensel bir rasyonalite bize
anlatmaktadır ki, göreceli açıklamalar, bağlamla ilgisiz açıklamalardan
aşağıdır.
Bir eylemin rasyonel olduğu veya
olmadığını söylemek, nötr söylem değildir. Rasyonaliteyi kabul etmek, hakikate
ilişkin bilimsel bir yargı olmanın yanında, tehlikeli ve tartışmalı bir alan
olan “doğru”ya ilişkindir.
İnsan davranışı zorunlu olarak
rasyoneldir. “Rasyonel eylem” terimi, sözü gereksiz yere uzatmaktır ve bundan
kaçınmalıdır. Rasyonel ve irrasyonel terimlerini bir eylemin son amaçlarına
uygulamak pek de uygun değildir ve böyle bir uygulama anlamdan yoksundur.
Eylemin son amacı, her zaman davranışta bulunan insanın isteğini karşılamaktır.
Başkasının amaçlarını ve isteklerini yargılayamayız. Çünkü davranışta bulunan
insanların yargılarının yerine kendimizinkileri koyma hakkımız yoktur. Hiçbir
insan, herhangi bir şeyin başkasını daha mutlu ve daha çok tatmin ettiğini
söyleyemez.
5. İnsan ve Toplum Bilimlerinde Rasyonalite
Rasyonellik sorunu insan ve
toplum bilimlerinde özel biçimler kazanmıştır. Bunun nedeni kuşkusuz
rasyonalitenin çok anlamlı oluşudur. Şimdi bu özel biçimleri görelim. Söz
konusu biçimler şu sorularla ortaya konur: Hangi tanım daha etkilidir? Bu
etkili tanım hangi düşünceleri ifade eder ve ona dayanarak hangi açıklama
modelleri ortaya konabilir? Açıktır ki, belirlenen modeller şu veya bu açıdan
tartışmalıdır. Onları tüm politik ve tarihsel durumlara genelleştirmek pek de
kolay değildir. Fakat bu modellerde ortak bir şey vardır: Onların hepsi,
aktörün özgür seçim yaptığında ısrarlıdır. Onlar, bireyin içinde yaşadığı
sosyal ve politik sistemin bu seçime engel olmadığını kabul eder. Söz konusu
modeller açısından insanın iki ayırt edici özelliği vardır: İradesinin özgür
olması, sabit ve değişmez istekleri bulunması. İnsan isteklerinin ortaya
çıkışında ve belirlenmesinde sosyal yapının bir etkisi yoktur. Rasyonalite,
bireye öncelik veren teorilerle açıklanır; tersine holist teoriler topluma
öncelik verirler.
Sosyoloji rasyonellik konusunda
ekonomiden etkilenmiştir. Yine de sosyoloji, ekonomik ütilitarizmden ayrı bir
model geliştirmiştir. Sosyolojik rasyonelliğe göre, tıpkı ekonomik aktör gibi,
sosyal aktör de akla uygun hareket eder. Bir ve aynı eylemi, farklı sosyal
aktörler, farklı şekilde değerlendirir. O nedenle sosyal rasyonalite her zaman
ve her yerde aynı şekilde anlaşılmaz.
Sosyal rasyonalite genellikle herkesin düşündüğünün tersine,
evrenselin evrensel bir tasavvuru değildir.[8]
Dünyada yaşamış ve hâlâ yaşayan
toplumlar ve kültürler kadar, yaşanan dönemler kadar çok rasyonalite vardır.
Akla uygun hareketin anlamı şudur: Sosyal aktörün davranışını belirleyen
şeyler, topluma ve varoluşa verdiği anlamdır; karşılaştığı alternatifleri
algılama biçimidir. Toplumun canlı dokusu, anlamdır. Anlam belli bir yerde,
sübjektif ve/ya intersübjektif bir söylemde somut biçimde ortaya çıkar. Sosyal
rasyonalite hiyerarşik bir rasyonalitedir. Bir eğitim sistemi her zaman bir
sosyal düzeni rasyonelleştirme biçimidir.[9]
Rasyonalite kendi kendini
açıklar. Bundan dolayı “X, inanılmak için yeterli nedene sahiptir; Bu olgu
(eylem, inanç) aklîdir. Aktörün, aklî eylemleri yapmak için haklı nedenleri
vardır. Başkaları da inceleme sonunda bunu kabul eder. Böylece, rasyonalite
kelimesinin kaplamını belirlemek için etkin bir prosedür bulabiliriz. Terimin
çok anlamlı olması buna engel değildir. Yine de dikkat edelim ki, bulduğumuz
prosedür, sadece insan eylemlerine ve inançlarına uygulanabilir. Filozoflar
tarafından aklî diye nitelenen (tarih, tabiat vs. gibi) bazı soyut objeler için
bu prosedür uygulanamaz. Bu prosedürün en azından felsefe için uygun olmadığı
ortadadır. X eylemi ya da inancı karşısında şu soruyu sormalıyız: “X’in
yapılması ya da ona inanılması için haklı nedenler var mıdır? “X’in aklî olup
olmadığını, cevap belirleyecektir. Böyle bir kriterin indirgeyici olmamak gibi
büyük bir avantajı vardır. Gerçekte aklî olduğu söylenen her şey, açık bir
biçimde, belirlediğimiz testten geçer. Böylece “aklî eylemler, aklî diye
nitelenen eylemdir” şeklindeki kullanımı onaylarız. Aklî kelimesinin kaplamı,
her şeyi içermez.
Bireyin rasyonalitesi, bütün
eylemlerin aklî olmasını ifade etmez; çünkü bireyin bazı davranışları aklîdir,
bazıları değildir. Bireyin rasyonalitesi, insanın pek çok durumda aklını
kullandığı anlamına gelir. Bu ise, insanı sosyal bir kukla değil; bir aktör
yapar; onu sorumlu olarak görür. Tocqueville Amerika’daki dindarlığı
araştırırken, bireyin dini nasıl algıladığını sorgular. O, politik ve dinî olan
arasındaki ilişkileri belirleyen tarihsel ve sosyal olumsallıkları inceler;
toplulukta dinî olanın yerini araştırır. Tocqueville bu araştırmalarıyla şunu
tespit etti: Amerikalılara göre din, bir doktrinden çok bir ahlak gibidir.
Dini böyle algılamaları,
Amerikalıların inanma nedenidir. Bu algı, ayrıca dinî alanın dışında da
Kilise’nin müdahalesini kabul etmeye izin verir. Tocqueville’in açıklamasının
avantajı şudur: Bu açıklama, “Amerikan ruhu” gibi esrarengiz kavramlara değil;
gözlemlenebilir, tarihsel olgulara başvurur. Tocqueville’in amacı, bireysel
inançları analiz etmektir; tipik bir aktörün inanma nedenlerini ortaya
çıkarmaktır. Bu nedenle o, toplumda egemen kolektif din imgesinden değil; fakat
bireysel inançların etkisinden söz eder. Bu durum rasyonel modelin özelliğidir.
Az önce söylediğimiz gibi, iyi
tanımlanmış ve gerçekten kanıtlanmış bir Evrensel Rasyonalite yoktur.
Rasyonalite bireyin kendi kültürel ortamına, sosyal düzeyine, entelektüel
kapasitelerine bağlıdır. Her bireyin özelliği gibi olan rasyonaliteden söz
edilemez. Bu durum, rasyonalitenin ölçütünü veren kamuoyunun niçin şu eylemi
rasyonel, niçin bu eylemi irrasyonel gördüğünü açıklar. Sonuçta Evrensel Akıl’a
uygun olan şeyi belirleyen, çelişkili biçimde, bireyin içinde yaşadığı
toplumdur.
Kanıtlanmasa da şöyle bir düşünce
ileri sürülür: İnsanlar, çoğunlukla rasyonel olarak davranırlar. Bu postulat
ontolojik bir iddiadır ve postulat olmak bakımından pozitif bilimlerdeki
postulatlarla aynı statüdedir. Bilindiği gibi deneysel bilimlerde postulatlar,
birtakım hakikatlerin elde edilmesine yararlar; ancak kendileri
kanıtlanamazlar. Postulatın değeri, metodolojiktir ve postulat bu ölçüte göre
değerlendirilmelidir. İnsan ve toplum bilimlerindeki rasyonalite postulatı da
tabiat bilimlerindeki postulatların özellikleri taşır, daha doğrusu
taşımalıdır. Rasyonalite postulatının fenomenleri açıklayıcı bir değeri vardır.
Rasyonalite reeli ne kadar çok açıklarsa, o kadar değerli olduğu kabul edilir.
Fenomenleri açıklayamayan postulatın yine de yararlı olduğu söylenemez. Örneğin
bazı ekonomik davranışlar bilgiye ve seçime bağlı olarak yapılmaz. O zaman
ekonomideki yararcı rasyonalite postulatı açıklayıcı değildir. Buna karşılık
yararcı rasyonalitenin, kâr zarar hesabı yapan bir rasyonalite olduğu açıktır.
Sonuç olarak açıklayıcı rasyonalitelerin mutlak hakikatlerini kanıtlamaya
çalışmayız. Rasyonalite teorilerini, sadece realiteyle uygunluk, kabul
edilebilirlik ve sonuçlar bakımından karşılaştırabiliriz.
Belirtilen rasyonalite
açıklamaları tartışmacıdır. Bu, onların ortak özellikleridir. Rasyonalite adına
yapılan itirazlar genellikle, bilimsel olmaktan çok, ideolojiktir. Çünkü
sonuçlara değil; paradigmalara itiraz edilir. Hakikat adına yapılan
reddiyelerin arkasında, farklı ideolojik bir tutum vardır. Böylece, çoğunlukla
bilimsel teoriyi ve açıklamayı belirleyen şey, genellikle ideolojiktir.
“Ekonomik aktör rasyonel olarak davranır; tercihlerine uygun karar verir”
demek, ekonomik liberalizme bağlanmaktır. Bu liberalizmden yola çıkmak,
bireysel davranışları, bireyin bağlı olduğu toplumla açıklayan Marksist
determinizme ya da sosyalist teorilere karşıt olmaktır. Açıklama teorileri
kabul edilirken, genellikle onların akla uygunlukları tartışılmaz. Teorilerin
kabullerinde daha çok, politik tercihler etkilidir. Marksizm’e göre bireyi,
ekonomik çıkarlar ve toplumsal yapı yönlendirir. Bu Marksist düşünce, bireyin
hayatını rasyonel olarak seçtiğini savunan düşünceyle bir arada olamaz. Aynı
şekilde antropolog, çeşitli toplulukları açıklamak için bir toplumun sınırını
aşabilir; ancak yine de birtakım ideolojilerin etkisinden kendini kurtaramaz.
Onu etkileyen ideolojilerin kimi politikaların ürünüdür, kimi de sömürgecilik
karşıtı ve ırkçı ideolojilerdir. İnsan ve toplum bilimlerinde ideolojik
mücadele çok aktüeldir ve tartışma ortamını yok eder.
Popper’a göre rasyonalite
ilkesine dayanarak insan ve toplum bilimlerini birliğe kavuşturabiliriz. Ancak
bu tez çokça tartışılmıştır. Popper bu tezi, iyi bilinen ve çok yorumlanan,
“Rasyonalite ve Rasyonalitenin Statüsü” başlıklı yazısında ortaya koyar. Popper
burada özetle şunu söyler: Sosyal bilimler, bilimsel açıklamayı genel bir
epistemolojik modele göre yapar. Bu model ise, sadece rasyonalite seviyesinde
belirlenebilir. İnsan ve toplum bilimlerinde yöntem birliği düşüncesi, böyle
bir zorunluluktan kaynaklanır. Eğer bu birlik sağlanmış olsaydı, bu amaçtan
daha fazlası gerçekleştirilmiş olurdu. Çünkü bu yöntem sayesinde yalnız insan
ve toplum bilimleri değil; kesin bilimler de metodolojik olarak birbirine
bağlanırdı.
Boudon’a göre, ekonomistlerin
araçsal rasyonalite teorisi, insan eylemlerini açıklamada yetersizdir. O, söz
konusu yetersizlikleri aşmak için yeni bir postulat önerir. Boudon, kendi postulatına
genel rasyonalite modeli der. Boudon’a göre sosyal
aktörler kendi eylemleri, inançları, tutumları hakkında birtakım duygular
taşır. Onlar bu duyguların tümüyle ya da kısmen bilincindedir. Bu duygu,
eylemlerin, inançların ve tutumların nedenidir. Boudon, genel rasyonalite
modelini şöyle ifade eder: X süjesi, Y kendisi için bir anlam taşıdığında, Y’yi
yapar; çünkü, ... dir”. O zaman bu yargı açıklama kabul edilebilir ve bizi
başka olgulara (“çünkü y, z ...” ) gönderir.
Bu modele göre, aktörün, yaptığı şeyi yapmak
ve inandığı şeye inanmak için güçlü nedenleri vardır. Fakat bazı durumlarda
eylemin sonuçları da eylemin nedeni ya da nedenlerden biri olur. Aktör bu
sonuçları çıkarları açısından değerlendirir; daha kesin konuşmak gerekirse, bu
sonuçları bedel-avantaj açısından değerlendirmeye çalışır. Bazı
durumlarda aktör, X’i, yaparken, kendi çıkarına uygunluğu düşünmez. X’i yapmak
ona doğru gibi göründüğünden, böyle bir eylemi gerçekleştirir.
Genel rasyonel modele şöyle bir
itiraz yapılır: Bir aktör, belli bir nedenler sistemini niçin iyi olarak görür?
Bu, genellikle keyfi değil midir? Keyfi ise, genel rasyonel model bu durumda
belirsiz olmaz mı? Buna şöyle cevap verebiliriz: Genellikle Kant’ın dediği gibi
hakikatin ölçütlerini araştırmak, tekeden süt sağmak gibidir. Bir hakikat
teorisinin doğru olduğunu ileri sürmeye izin veren ölçütler yoktur. Fakat
bilimsel bir teorinin bir başka teoriden daha üstün olduğunu ileri sürebiliriz.
Buna izin veren ölçütlerimiz vardır.
Biçimsel modeller (rasyonalite hipotezleri)
diğer modeller karşısında belki güç kaybedebilirler. Ancak onlar hiçbir zaman
sonunda yöntemsel bireyselciliğe kadar gitmezler. Şunu açıkça söyleyebiliriz
ki, rasyonel seçimi hipotezleri her şeye rağmen az veya çok belirsizdir.
Yukarıda söylediğimiz gibi
rasyonalite, insan davranışlarının değişmez kuralları gibi kabul edilir;
bireysel aktörün eylemlerinin modeli yapılır. O nedenle insan davranışını,
özellikle sebeplere bağlı olarak gerçekleştirilen eylemleri değerlendirirken,
hep rasyonellik ilkesini uygularız. Peki, gündelik ilişkilerde sürekli
başvurduğumuz, insan ve toplum bilimlerinde bilimselliğin ölçütü yaptığımız bu
ilke nedir? Bu soruyu ayrıntılı biçimde ele almadan önce, söz konusu ilkenin
neye karşıt olduğunu belirleyelim. Rasyonellik, mutlak rastlantının, katı
şartlanmanın, fevrî kararın ve fikirlerin düzensiz şekilde ifade edilmesinin
karşıtıdır. Bu karşıtlık, eğer denebilirse, rasyonelliğin negatif bir
tasviridir. Bu ilkenin pozitif tasvirine gelince, şunları söyleyebiliriz:
Epistemologlar pozitifliğe üç farklı fonksiyon yüklerler: Düşünülürlük, belli
bir bakış açısı ve gözlemlenmiş davranışlar. Rasyonellik ilkesi, bazı insan
davranışlarının hem yorumlanabilir, hem de önceden görülebilir özelliklerini açıklar
ve temellendirir.[10] Bu ilke, açıklayıcı
özelliğinden dolayı insan ve toplum bilimlerinin metodolojisine egemen
olmuştur. Bu rasyonellik anlayışı, oldukça hipotetik bir yaklaşım gibi
görünmektedir.[11]
Bu konuda daha ihtiyatlı bir
tasvir yapmak istersek, birazcık kapalı olma pahasına şu önermeyi
söyleyebiliriz: İnsanların yaptıkları davranışların kendilerine göre sebepleri vardır.
Burada “sebepler”den, şunu anlamak gerekir: Gerçekleştirilmiş bir eylemi
onaylamaya yarayan ve normatif belli bir güce sahip açıklamalar. Pek çok kişi
rasyonaliteyi, araçların amaçlara uydurulması diye tanımlamaktadır. Onlara göre
insanlar,
belli bir davranışta bulunurken araçlarını amaçlarına uydururlar. Ne
kadar kapalı görünürse görünsün, bu formülasyon çok cesurdur. Anglo-Sakson
felsefesinin yaptığı ayırıma göre, sebepler iki ayrı düzen oluştururlar:
Arzulardaki düzen ve inançlardaki düzen. Her ne olursa olsun, sebep fikrinde
bir düalite vardır. O nedenle bu ilkeyi geçici olarak tanımlasak bile;
tanımımız, sebep fikrine ve bu fikrin düalite içermesine dayanarak
yapılmalıdır. Rasyonelliğin amaçlarla araçlar arasındaki uygunluk diye
tanımlanmasına itiraz edilmiştir. Bu tanımın sınırlı olduğu ileri sürülmüştür.
Bu itirazı yapanlar Weber’e dayanırlar ve rasyonelliğin, araçsal görünüşlerine
indirgenmesine karşı çıkarlar. Ama onların gözden kaçırdığı önemli bir nokta
vardır. O da şudur: Araçsal rasyonalite bu kavramın bütün görünüşlerini ifade
etmez. O nedenle insanlar, arzularına ve inançlarına uygun olacak şekilde davranırlar
formülünü terk etmek yerine, iyileştirmek gerekir.[12]
Bütün rasyonalite
formülasyonları, bu kavramı her durumda, belli bir denklik ilişkisi’ne
dayandırır. Sözünü ettiğimiz, amaç ve araç denkliği dışında başka denklik
formülasyonları da vardır. Örneğin eylemleri kişinin şartlarına ya da objektif
veya sübjektif olarak anlaşılan durumuna uydurma gibi. Denk, uydurulmuş,
uygunlaştırılmış
vs. gibi sıfatları seçmek pek de önemli değildir. Önemli olan sebeplere,
şartlara, araçlara ya da duruma uygunluktan söz etmektir.
Amacımız rasyonellik kavramını
iyileştirmek olabilir. Bu probleme iyi ya da tatmin edici çözümler getirmek
niyeti taşıyabiliriz. Ama her ne olursa olsun; bütün bunları yaparken, dikkat
etmemiz gereken şey şudur: Anlamları çok daha açık, etkililik ve en uygunluk
kavramlarını da göz önüne getirmek. Ancak burada bir noktaya dikkat çekmekte
yarar vardır. Bu iki kavramın kullanılması rasyonel eylemle genel eylem
arasındaki farkı ortadan kaldırmamalıdır. Aksi halde rasyonellik etkisizleşir
ve sonuçta açıklayıcı olmaktan çıkar. Rasyonel eylemlerin etkili ve en uygun
eylemler olduğunu söylemekle iki şeyi yapmış oluruz. Onları,
a) arketipi refleks olan kaba
davranıştan köklü biçimde ayırırız;
b) hatadan, ihtirastan, ya da
düşüncesizlikten doğan irrasyonel eylemlerden ayrı tutarız.
Ancak her ne olursa olsun,
rasyonelliği belirlemek için kullandığımız denklik kavramı, soyut ve belirsiz
bir fikirdir. Bu nedenle rasyonellik ilkesini başka açılardan da ele almalıyız.
Rasyonellik ilkesi, bir davranış kuralı değildir; tersine bir önermedir; bundan
dolayı da, mantığın doğruluk ya da yanlışlık kurallarına bağlıdır. Bu durum
asla gözden kaçırılmamalıdır. Bütün insanlar araçlarını amaçlarına uydururlar
önermesi, kuşkusuz epistemolojik bir özellik taşır. Ancak burada bir şeye
dikkat çekmek istiyorum. Eylem, sebep, denklik, ilke, rasyonellik ilkesi gibi
kavramlar, her ne kadar bilimsel açıklamalarda kullanılsalar da metafizikten ödünç
alınmışlardır. Onlar bilimsel bir terim olmadan önce spekülatif bir içeriğe
sahipti. Bugün pek çok filozof, bu kavramların metafizikten alınmasının yol
açtığı sorunlarla ilgilenmektedir. İnsan ve toplum bilimcileri, az önce
saydığımız kavramlara, “insanın evrenselliği” fikrini de eklemlemişlerdir. Bu
ilkeyi Poppercı veya yeni pozitivist ölçülere vurduğumuzda, bilimsel önermeler
gibi değil; metafizik önermeler gibi görmemiz gerekir.
Geleneksel olarak psikoloji,
rasyonaliteyi, özgürleştirilecek insanın ayırt edici özelliği diye anlama
eğilimindedir. Psikolojide rasyonalite, bireyin belli bir davranışı seçerken,
yaşadığı süreçlerdir. Ekonomi ve sosyoloji rasyonaliteyi, seçim süreçlerinden
ibaret görmez. Onlar sadece bir davranışın rasyonalitesinden söz ederler.
John Searle,
bir söyleşide rasyonalitenin
kendi başına var olmadığını söyler. Ona göre bu terim gerçek anlamını sadece
bir eyleyen insanla birlikte kazanır. O şöyle demektedir: Bir eyleyen kavramı
yoksa, rasyonalite kavramının da anlamı yoktur. Eğer Hume’un yaptığı gibi ben’i
algılamalardan ibaret görürsek, rasyonaliteyi açıklamak imkansız olur.
Rasyonalite, zamanda etkin olmakla birlikte değişmez bir eyleyeni varsayar.
Bundan başka politik karar süreçleri, örneğin savaş zamanında eyleyenlerin çoğulluğunu
işin içine katar. Kolektif aktörleri kabul etmek gerekir. Sadece bireyin
çıkarını en yüksek noktada tutmasını dikkate alan rasyonel seçim teorisi, tüm
insan eylemlerini açıklayamaz. Eğer sadece seçimler dizisinden birini seçmek
elimizdeyse, rasyonel seçimin bir anlamı vardır.[13]
Geniş anlamda rasyonalite, bütün
insan davranışlarındaki şu ortak paydadır: “İnsanların yaptıkları şeyi
yapmaları için nedenleri vardır. Onlar, sorulduğu takdirde bu nedenleri
açıklayabilirler.”
Ancak insanlar rasyonel nedenler
konusunda yanılabilirler ve belirledikleri amaçlara her zaman
ulaşamayabilirler. Gerçek nedenler, insanların gerçek saydıklarından farklı
olabilir. “İnsan eylemlerinin nedenleri vardır” demek, eylemler ve amaçlar
(değerler, yararlılık fonksiyon) arasında bir bağlantı vardır, anlamına gelir.
Eylemler, bu amaçlardan bazılarına ulaşılması imkanını artırır. Yine de
rasyonel bir davranış diyebildiğimiz durumda, eylem ile amacın
gerçekleştirilmesi arasında gerçek bir mesafe olabilir.
İnsan ve toplum bilimlerinde bazı
sorunlar son derede karmaşıktır. Bu sorunlar, fonksiyondan formülasyonlara,
formülasyonlardan epistemolojiye kadar epistemolojik çeşitli alanlarda ortaya
çıkmaktadır. Onların karmaşıklığı, insan ve toplum bilimcileri arasındaki
anlaşmazlıkları daha da derinleştirir Rasyonellik ilkesi bizi çok büyük
problemlerle karşı karşıya bırakır. Rasyonellik konusunu tartışırken çözüme
doğru ilerleyebilmemizin tek şartı vardır: Problemin sadece belli görünüşlerini
ele almakla yetinmek. Biz aşağıda onu yapmaya çalışacağız. Bunu yaparken önce
üç tez ortaya koyacağız.
1. İnsan ve toplum bilimcilerinin
rasyonellik ilkesini uygulayarak elde ettikleri hakikat, hakikatin sadece küçük
bir bölümüdür; rasyonelleştirme, temelde basitleştiricidir.
2. Bütün insan ve toplum
bilimlerinin rasyonellik ilkesiyle ilişkileri, aynı değildir; farklı farklıdır.
Bu durum, ilkeyi tek bir defada ve enlemesine, yani bütün insan ve toplum
bilimlerindeki durumuyla kavramayı yasaklar.
3. Rasyonellik ilkesi, yasa
değildir, fakat bir davranış ilkesidir, daha doğrusu metafizik ilkedir. Bunu
ekonomide çok açık biçimde görürüz. Rasyonellik ilkesi, bize rasyonel
şemalar verir. Bu şemalar sayesinde içerikleri iyi belirlenmiş, sosyal
davranışları gerçekçi biçimde açıklayabiliriz. Rasyonellik ilkesi her ne kadar
metafizik olsa da, bu rasyonel şemalara ilişkin açıklama yasalarından söz etmek
pek de yanlış değildir. Çeşitli insan ve toplum bilimleri rasyonellik konusunda
iki bakımdan ayrılırlar: Onların rasyonel şemaları kullanım biçimleri birbirine
benzemez; ayrıca bu şemalara ilişki teorileri de farklıdır.
Rayonalite belli bir durumda verilen değerleri en yüksek
noktaya çıkarmayı amaçlar. Bu amaca süje hakkında sahip olduğumuz gerçek
bilgiye bağlı olarak bir amaca ulaşmaya çalışır. Rasyonalite bilinçli bir
eylemdir; bireyin ya da kuruluşun sahip olduğu araçları, belirlenen amaçlara
uydurmaya çalışır.
6. Bir İdeoloji Olarak Rasyonalite
Günümüzün insan ve toplum bilimcileri
rasyonaliteyi insanî erdemlerin kaynağı gibi görmekle yetinmezler; onu bir
ideoloji haline getirirler. Onların düşünceleri şöyledir: Reel dünyayı gittikçe
derinden kavrıyoruz; toplumu daha iyi yönetir hale geliyoruz; insanda varolan
potansiyelleri aktüelleştiriyoruz. Bunda insan ve toplum bilimlerinin payları
büyüktür. İnsan ve toplum bilimleri, insanî ve toplumsal şartları
iyileştirmemize yardım ederler; bundan başka rasyonalitenin ne olduğunu anlamak
için en güvenilir yöntemi de verirler.
Kuşkusuz toplum anlayışımızda iyi
yönde değişiklikler olmuştur ve bu değişiklikler modern zamanlarda
gerçekleşmiştir. Bir zamanlar topluma kötümser tarzda yaklaşılmıştır; o,
eksikliğin ve eşitsizliğin kaynağı gibi görülmüştür. Bundan dolayı toplumu
iyileştirmenin mümkün olmadığına inanılmıştır. Augustinus’a göre toplum, ilk
günahın kirlettiği kişilerden oluşmuştur.[14] Bu toplum anlayışı, Hristiyan
Avrupa’da yüzyıllar boyunca egemen oldu. Augustinus’un bu görüşü bir
kronosofiydi yani statik, döngüsel ve kıyamete yönelmiş bir tarihsel zaman
görüşüydü. Budizm’in Nirvana’sı ise, Hristiyanlıktaki azizliğe ulaşma ideali
kadar uzun bir yolda yürümek anlamına geliyordu.
Modernite ise, dünyaya ilişkin,
evrensel bir kronosofi ortaya koydu. Bu kronosofiye göre dünya, ne kadar kötü
olursa olsun, yine de iyileştirilebilir ve herkesin yararlanabileceği bir ortama
dönüştürülebilir. Sosyal bir gelişmenin mümkün olduğuna inanmak, çağdaş
düşüncenin özelliklerinden biridir. Burada dikkat etmek gerekir ki, Ortaçağ
bireyin daha iyi hale geleceğini iddia etmiyordu. Çünkü bireyin kurtuluşu Tanrı’nın
inayetine ve yargısına bağlıydı. Oysa modernite, kesinlikle bu dünyaya aitti.
Onun vaadi bu dünyada yaşayan kişileri ilgilendiriyordu. Onun projesi gerçekte
materyalistti. O, herkes için ekonomik gelişme vaat ediyordu.
Kısaca söylemek gerekirse,
modernite toplumcu bir ideal taşımaktadır. O, tarihsel sistemi iyileştirmeyi,
daha doğrusu yeni bir düzen kurmayı vaat eder. Bu yeni düzende, herkes nispeten
âdil biçimde maddî refahtan pay alacaktır; hiç kimsenin hiç kimseden ayrıcalığı
bulunmayacaktır.
Bu kolektivizm fikri, önceki filozoflarda
bulunmayan yeni bir fikirdir. Ancak materyalist ve kolektivist öncüllere dayalı
bu düşünce, çağdaş dünyadaki krizden de sorumludur. Çünkü çelişkili gelişmelere
yol açmıştır. Bu düşünce, çağdaş toplulukların itici gücü olmuş, sermaye
birikimini sürekli körüklemiştir. Oysa sermaye birikimi, materyalist ve
kolektivist vaatlerle uyuşmamaktadır. Çünkü bazılarının zararına olacak
şekilde, artık değeri onaylamıştır.
7. Rasyonalite ve Bireyselcilik
Pek çok insan ve toplum bilimcisi
normları, özellikle etik normları bireyselci açıdan analiz etti; normların
kabulünü kişiden hareketle yorumladı. Onlar, sosyal olanı anlamak için,
bireyselci modelden yararlandılar. Bu eğilim, her ne kadar tartışılsa da, günümüzde
gittikçe yaygınlaşmaktadır. Rasyonalitenin bireyselci analizleri bireysel
kararlar başlığı altında toplanabilir. Bu analizler çok farklı alanlara
uygulanmıştır. Örneğin eylem filozofları zihin halleriyle insan davranışları
arasındaki ilişkiyi bireyselci analizle açıklar. Optimizasyon teorisyenleri
buna dayanarak bireyin en yüksek faydayı elde etmeye çalışmasına bir izah
getirir. Hukukçular, ücret-verimlilik arasındaki dengeyi onunla belirlemeye
çalışır. Kamu kurallarının belirlenmesinde dış etkilerin rolü, bireyselci
analizin bir başka uygulama alanıdır. Aşağıda açıklayacağımız rasyonel seçim
teorisi, ayrıca oyunlar teorisi gibi teoriler, birey merkezlidir. Kısaca
söylemek gerekirse, bu tür analiz son zamanlarda büyük gelişmeler kaydetti.
Bireyselci analiz, pozitif
politik bilimler teorisinde de çok önemlidir. Birtakım politolog sosyal
hayattaki işbirliği fenomenlerini ve karşılıklılık fenomenlerini
evrimci-bireyselci bir açıdan ele aldı. Onlar bunu yaparken oyunlar
teorisinden, özellikle tekrar edilen oyunlar teorisinden yararlandılar.[15] David Lewis uzlaşımlar
konusunda; Robert Axelrod özgecilik ve güven alanında çok değerli çalışmalar
yaptı. Aynı şekilde, Maynard-Smith’in canlılar dünyasındaki işbirliğine ve
çatışmaya ilişkin araştırmaları son derece özgündür, açıklayıcıdır. Bu
çalışmaların etkisiyle git gide daha iyi anlaşıldı ki, bireyselcilik, normların
ortaya çıkışını ve değişmezliğini oldukça iyi açıklayabilmektedir ve güçlü
analitik araçlara sahiptir. Bu araçlar çeşitli alanlara başarıyla uygulanabilir.
Söz konusu araçların tümünü keşfetmesek de onların varlığında kuşku yoktur.
Aynı şekilde ekonomistler, özgün
ahlakî bir model aradılar. Onlar evrensellik problemlerini ahlakî modelle
çözmeyi düşündüler; bu amaçla Kant’ın kategorik imperatifini (ahlak konusunda
kesin buyruk) sistemlerine eklemlediler. Bireysel ahlaka dayalı analizler
özellikle kamu ekonomisinde gereklidir. İnsanlar neden kamu yararına olan bir
aktiviteye gönüllü katılırlar? Bu sorunun cevabını ancak ahlakî modellerle
verebiliriz. Sosyal aktörler, kendilerini düşünmelerine rağmen, gerektiğinde,
kamu yararına olduğunda, çıkarlarını terk ederler; “yurttaşlık” görevini
yapmayı seçebilirler. Bu durum ekonomistler için ilham kaynağıdır.[16]
Birey, belli bir tercihte
bulunurken, bir şeye angaje olurken rasyonel bir seçim yapar. Onun yaptığı bu
seçimde referansı, ya normlardır, ya da ahlakî değerlerdir. Bir ekonomist için,
bireyin normlara veya değerlere bağlanma nedenlerini incelemek özel bir
araştırma konusudur. Bir davranışı yapanlar nasıl akıl yürütürler? Kuşkusuz bu
konuda model oluşturmak gerekir. Böyle bir model de ahlakî tutumların özünlü
rasyonalitesini aydınlatmakla olur. Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Bir
model oluşturmak için ahlakî tutumların realitesini incelemek neden gereklidir?
Cevap olarak diyebiliriz ki, modelin açıklayıcılığı, çeşitli etik ölçütlerle
uyumlu ya da uyumsuz olduğunu belirlemeye bağlıdır. Bu nedenle etik ölçütler
rasyonel ve objektif biçimde incelenmelidir. Kuşkusuz bireyin seçimlerinde,
toplumsal konumunun da bir rolü vardır ve her seçim, bir çözümün seçimidir. O
yüzden ekonomik aktörlerin sosyal durumlarını ya da çözümleri seçmesini de
incelemelidir. Hem
zaten etkililiğin tümüyle ekonomik olduğu varsayılan normları da etik açısından
incelenebilir.
Burada olası bir yanlış anlamayı
önlemeliyiz. Okuyucu, söylediklerimizden, ekonomide tüm kognitivist teorilerin
etik olduğu sonucunu çıkarmamalıdır. Etik olmayan kognitivist teoriler de
vardır. Bu sonuncular, bireysel seçimlerde yararlılık fonksiyonunu dikkate alırlar.
Bunlar, anlaşılabilir kognitif ögelerin nasıl araştırılacağını aydınlatmaya
çalışırlar. Bu aydınlatma bazı ahlakî değerlere (diğerlerin zararına)
bağlanarak ya da bazı ahlakî tutumları seçerek olmaz. Bu tutum bazı açılardan
bireysel akıl yürütmeyi aydınlatma tutumuna benzer; bu sonuncu tutum, bireysel
davranışın doğru normlarını, sosyal işbirliği bağlamında tanımayı sağlar.
Sosyolojide normların rasyonel diye kabul edilmesi, günümüzde rasyonalite
modellerinin zenginleşmesini sağlamıştır; bu modellerin daha farklı
görünümlerinin incelenmesine zemin hazırlamıştır. Özellikle davranıştaki
kognitif boyutun sistematik analizine hizmet etmiştir.
8. Rasyonalite ve Yaratıcılık
Rasyonaliteyi yukarıda karar alma
prosedürlerinden hareketle tanımlamıştık. Bu durum acaba, insanların bütünüyle
prosedürler tarafından belirlendiklerini ve yaratıcı olamadıklarını varsaymak
anlamına gelir mi? Şimdi bu önemli sorunun cevabını bulmaya çalışalım.
Bize öyle geliyor ki, insanların
sınırlı prosedürlere göre davranması, onlardaki yaratıcılığı ortadan kaldırmaz.
Yeni objeler ya da düşünceler yaratma prosedürleriyle, karar prosedürleri
arasında kesin bir ayırım yoktur. Bireyler, zorunlu prosedürlere göre
davransalar da yeni şeyler icat edebilirler. Öğrenme prosedürlerini, yani
bireylerin yeni şeyler yapmayı öğrenme biçimlerini gözlemlediğimizde bunu
temellendirebiliriz. Yeni öğrendiğimiz; fakat daha önce başkalarının bildikleri
şeyi, herkes için yeni olan şeyden ayıran hiçbir şey yoktur. Problemler,
sistemin ruhunda var olan bilgilere göre çözülür. Yenilik dediğimiz şey de, bu
bilgilere bağlıdır. Aynı şekilde yenilik, bilgilerimizi tamamlayan çevrenin
bize yardım şekliyle de bağlantılıdır. Sonuç olarak, yaratıcılık süreçleri,
eğitim sistemlerinin kullandıkları süreçlere çok benzer. Yaratıcılığın sürekli
olması için, bu süreçlerin bir sistem olması gerekir; başka bir deyişle, yeni
bilgileri keşfeden sistemlerin keşfi olması gerekir.
Bireyler, uzun süreli ve kısa
süreli olmak üzere iki tür hafızaya sahiptir. Uzun süreli hafızada bilgiler
konularına göre ve bağlantıları gözetilerek stoklanmıştır. Kısa süreli hafıza
ise, aktif ve canlıdır. Bu hafıza, uzun süreli hafızaya karşıt olarak,
sınırlıdır. Bir kişinin uzluğu, hem uzun süreli hafızadaki bilgiye, hem de kısa
süreli hafızayı kullanma kapasitesine, yani akla en uygun bilgileri seçme
kapasitesine bağlıdır.
Üstelik her kognitif süreç,
ögelerine ayrılabilir ve şu özellikleri taşır:
1. Başlangıçtaki bir durum
vardır.
2. Yeni durumları türetebilmek
için operatörler gerekir.
3. Alternatifler arasında seçim
yapabilmek için bulgular lazımdır.
4. Araştırmayı durdurmak için,
ölçütler olmalıdır.
Öğrenme süreci gibi, icatları
gerçekleştirmeye izin veren kognitif süreç, karmaşıklığı ne olursa olsun,
tasvir edilebilir. Kognitif süreçlerin pek çok ögesi vardır. Onlar, kendi
başlarına alındıklarında son derece basit ögelerden oluşur. Yine de yaratma
süreci, özgündür. Bir yaratma sürecine girişmek için yapılan çaba, bu
aktiviteye ayrılmış kaynakların varlığını gerekli kılar; aktüel durumun tatmin
edilememiş gibi görünmesini varsayar.
9. İnsan ve Toplum Bilimlerinde Rasyonalite Çeşitleri
9.1.Veriler Açısından Rasyonalite
Rasyonel seçim yapmada kullanılan verilerin
niceliği açısından rasyonalite ikiye ayrılır:
9.1.1. Yetkin Rasyonalite
Bu rasyonalite neo-klasik ekonominin rasyonalite
anlayışıdır. Yetkin rasyonaliteye, tam veya tözsel rasyonalite de denir. Bu
rasyonalite her insanın her zaman aynı ilkeye uygun davranacağını varsayar. Bu
ilkeye göre, kişiler en çok yarar sağlayacak şeyi seçerler ve maddi imkanları
ölçüsünde hareket ederler. İşte bu evrensel bir ilkedir. Buna göre yukarıda
söylediğimiz gibi amaçlar ile araçlar arasında bir uygunluk vardır. Bu
rasyonalitenin amacı, mümkün olan en iyi sonuca götürecek eylemi belirlemektir.
Davranış, şartlar tarafından, zorlayıcı veriler tarafından empoze edilen
sınırlar içinde belirli amaçlara ulaşmaya izin veriyorsa, rasyoneldir. Şunu
belirtelim ki, davranış rasyonalitesi sadece aktörün tek bir bakış açısına,
onun amaçlarına bağlıdır. Bu amaçlar bir defa belirlenince, rasyonel davranış,
gerçekleştirildiği çevrenin özellikleri tarafından bütünüyle belirlenir.
Davranış, zorlayıcı veriler sistemi çerçevesinde rasyoneldir. Gerçekleştirilen
seçim, izlenen amaca uygundur. Davranış, gerçekleştirilen seçimin sonuçları
dikkate alınarak değerlendirilir. Bu rasyonalite örtük biçimde şu postulatı
kabul eder: Karar, kendini ortaya çıkaran süreçlerden bağımsızdır. Bu nedenle
o, sadece bu sürecin sonucuyla ilgilenir.
9.1.2. Sınırlı Rasyonalite
Bireysel kararların alınmasında
etkili olan rasyonaliteye, sınırlı rasyonalite denir. Sınırlı rasyonalite,
yetkin rasyonaliteye karşıttır. Çünkü yetkin rasyonalitede araçlar amaçlara tam
uygundur ve gene araçlar zorlayıcı nedenlere göre yapılan en etkili davranışı
seçmeye izin verir. Oysa sınırlı rasyonalitede çevreden gelen bütün verileri,
bireyin dikkate alması mümkün değildir.
Her insan organizması, her saniye
milyonlarca baytlık yeni bilgiler üreten çevrede yaşar. Fakat algılarımız bin
baytlık muhtemelen daha az veriyi algılar. Bireylerin çevrelerini
kavramalarındaki bu sınırlılık, dünyayı tasavvur etme biçimlerini sorgulamayı
gerektirir. Gerçekte bir aktörün dünya tasavvuru, karar alma biçimini ve
kararın içeriğini belirleyecektir. Karar alan kişinin hem bilgisinin, hem de
gücünün sınırlı olduğunu kabul edersek, o zaman gerçek dünyayı ve aktörlerin
onun hakkındaki algısını, bu dünya üzerine akıl yürütmeden ayırmamız gerekir.
Bu demektir ki, karar süreci üzerine bir teori oluşturmak ve onu empirik olarak
test etmek zorundayız. Teorimiz hem akıl yürütmenin süreçlerini hem de
sübjektif tasavvuru ortaya çıkaran süreçleri içermelidir.
Bu sübjektif tasavvurdan iki
sonuç doğar:
1. Tasavvur, bireyin içinde
bulunduğu bağlamın ürünüdür. Rasyonalite sosyal bir uzaya yerleştirilmiştir.
Karar alan kişinin yaşadığı sosyal ve organizasyonel ortam, beklenen ve
beklenmeyen sonuçları, mümkün seçimleri ve bir kenara bırakılacak seçimleri
belirler. Coşku, bir kişinin seçimini yönlendirebilir. Gerçekte coşku, insanın
dikkatini, çevresinin belli bir görünüşüne doğru çekebilir.
2. Eylem ile amaçların
gerçekleştirilmesi arasında mesafeler vardır. Aktörler, durum ile durumun
potansiyel değişmeleri hakkında yanlış ya da eksik bilgi sahibi olabilirler.
Bir bilgi tam olsa bile, bir kişinin yaptığı eyleminin bütün sonuçlarını
hesaplaması her zaman mümkün olmayabilir. İnsanların genellikle tek bir amacı
vardır. Amaçlar ile onlar arasından birini gerçekleştirmek ve diğerlerini
gerçekleştirmemek arasında uyumsuzluklar olabilir. Bir insan eylemini gerçekleştirirken
kullanacağı araçlar konusunda bilgisiz olduğundan dolayı, amacına
ulaşamayabilir.
Sınırlı rasyonalite anlayışı,
insan ve toplum bilimleri araştırmacısı için, yoksun bırakıcı gibi görünebilir.
Çünkü sınırlı bir rasyonalite insan davranışlarının çok çeşitli olmasına yol
açar. Bu durum ise, bireysel davranışlar konusunda aksiyomlar koymaya engel
olur. Yine de insanların karar alma biçimlerinin tasvirini yapmak mümkündür.
“insanların “nasıl” davrandıklarına ilişkin düşünce, “davranış rasyonalitesi”
dediğimiz kavramı ortaya çıkarır.
10. Etkiler Açısından Rasyonalite
İnsan ve toplum bilimcileri,
duygulara ve terimin geniş anlamıyla normatif inançlara ilişkin teoriler
oluşturdular. Bu teorilerle rasyonaliteyi daha geniş bir spektrum içinde ele aldılar.
Bunlara genel etkici (conséquentaliste) teoriler denir.
Etkicilik (conséquentialisme), bir düşüncenin, bir
bilginin, bir davranışın değerini, pratik sonuçlarına göre değerlendirme
demektir. Etkicilik, bir düşünceyi, bir bilgiyi ve bir davranışı, onun
mahiyetine ya da özüne göre değerlendiren temelciliğe ya da (fondamentalisme) özcülüğe karşıttır.
Etkicilik/temelcilik çatışması insan ve toplum bilimlerinde çok uzun süreden
beri yaşanmaktadır.[17] Amacımız bu
karşıtlığı açıklamak değildir. biz bu satırlarda etkiciliği yalnız rasyonalite
açısından ele almak istiyoruz. Etkici rasyonalite teorilerini, fonksiyonalizm
ve umulan yararlılık başlıkları altında açıklamayı düşünüyoruz.
Yukarıdaki satırlarda
rasyonalitenin, ekonomik, psikolojik aksiyolojik vs. pek çok biçimi olduğunu
söylemiştik. Ekonomik rasyonalitenin insan davranışlarında çıkarı ve yararı
motivasyon nedeni kabul ettiğini belirtmiştik. Psikolojik rasyonalitenin insanî
olguları coşkularla ve tutkularla açıkladığını kaydetmiştik. Sosyal aktörlerin
kararlarını ve eylemlerini bedel-çıkar temelinde ele aldıklarını söylemiştik.
Ama bir değerler rasyonalitesinden söz etmemiştik. Şimdi bu değerler
rasyonalitesine ilişkin mümkün olduğunca bilgi vermek istiyoruz.
Açıklamalarımıza başlarken önce şunu
belirtelim: İnsan eylemlerini değerlerle açıklama, yararcı rasyonaliteden
farklı bir rasyonaliteye başvurur. Hatta yararcı rasyonalite açısından
bakıldığında, değerler rasyonalitesinin bir irrasyolizm olduğu bile
söylenebilir.[18]
Ayrıca bu rasyonalite, teleolojik rasyonaliteden de köklü biçimde ayrılır.[19]
Değerler rasyonalitesi ilk defa
günümüzde ortaya çıkmış değildir. O, daha önce Alman sosyolog Weber tarafından
ileri sürülmüştür. Max Weber, ekonomistlerin araçsal rasyonalitesini, değerler
rasyonalitesinden ayırır. Ona göre değerler rasyonalitesi, araçsal biçimiyle
karışmaz. Değerler rasyonalitesi kavramı o kadar açıktır ki, onda kognitif
rasyonalitenin normatif sorunlara bir uygulaması görülür. Bu uygulama şu
şekildedir: İnanıyorum ki, “X, iyi, meşru vs. dir.” Söz konusu uygulama
yapılırken bu önerme, “X’in doğru olduğuna inanıyorum” gibi çok güçlü görünen
bir sistemden türetilir.
Bu rasyonalite aksiyolojik
fenomenleri, pek çok ahlak duygusunu oldukça iyi açıklar. Bu nedenle değerler
rasyonalitesi eylemlerin analizinde önemlidir. Fakat o, aşağıda göreceğimiz
gibi, bütün önemli ahlakî fenomenleri açıklamakta yetersizdir. Değerler
rasyonalitesi gücünü şu varsayımdan alır: Normatif inançlar, güçlü nedenler
tarafından üretilirler. Gerçekten inanıyoruz ki, şu kurum, bu davranış, şöyle
bir karar herkesin iyi veya kötü bulduğu sonuçlara neden oldukları için iyi
veya kötüdür.
Değerler rasyonalitesi, eylemin
açıklamasını “doğruluk değeri”ne göre yaptığından, ona kognitif rasyonalite de
denir. Daha doğru deyişle, değerler rasyonalitesi gerçekte, kognitif
rasyonalitenin bir biçimidir. Yalnız değerler rasyonalitesinde nedenler
sistemi, kognitif süreçlere göre değerlendirilmez; değersel sonucu bakımından
dikkate alınır. Bu özelliğiyle değerler rasyonalitesi, kognitif rasyonaliteden
ayrılır. Değerler rasyonalitesi kesinliği, genel olarak örtük
karşılaştırmaların az ve ya çok geniş bir bütününden yorumla türetir. Yaptığı
karşılaştırmalar sonunda süje, T 1 sistemini akla uygun ölçütlere dayanarak
alternatif sistemlere tercih eder. Aktörün nedenleri bağlam tarafından
belirlenmiştir. Descartes, tabiatın boşluk bırakmadığına inanıyordu. Kendi
kognitif bağlamından hareket edecek olursak, diyebiliriz ki, Descartes bu
inancı kabul ederken çok güçlü nedenlere sahiptir. O, bazı fenomenleri
açıklamak için bu kavramdan vazgeçmeyi düşünmüyordu. Nedenlerin gücü, Pascal’ın
büyük tecrübe’siyle birden çöktü. Pascal, daha kabul edilebilir
bir kavramı önerdi.
Ahlaki normlar ve değerler diğer
kişisel değerlerden ayrılamaz. Ahlak bilimi ve sosyal bilimler tarihleri
normların ve değerlerin asla birbirinden hiç ayrılmadıklarını çok açık biçimde
gösterir. Bu nedenle, eylemin bütünüyle araçsal ya da bütünüyle ekonomik bir
boyutunu izole edemeyiz. İnsan davranışlarının açıklaması eylemin nedenlerinin
açıklanmasıyla ve düzenlenmesiyle mümkündür. Bu açıklama stratejisinin temeli
şu durumun tespitidir: Sosyal fenomenler son tahlilde, çoğu durumda, bilinçli
hareket eden ve eylemlerini nedenlerle açıklayabilen bireylerin hareketleriyle
ortaya çıkar.
Değerler rasyonalitesini
savunanlar, kişisel ve egoist çıkar araştırmasına dayalı bireyselci
açıklamalara itiraz ederler ve bu itirazlarını şu örneklerle desteklemeye
çalışırlar. Örneğin, kişisel çıkar hile yapmayı gerektirdiği halde, dürüst bir
rekabet kurallarına saygı gösterme, seçime gönüllü katılma, kişisel fedakarlık
yaparak kamu yararına katkıda bulunma; kişisel çıkarların aleyhine olmasına
rağmen hukuki haklar ve ahlaki değerler için mücadele etme; bütün bunlar
insanların davranışlarının nedenleri olabilir. Oysa rasyonel seçim teorisi
yanlıları bu itirazların kendi tezlerini çürütmeyeceği görüşündedirler. Çünkü
onlara göre aksiyolojik eleştiriler, her ne kadar özgeci, ritüalist ya da
ahlakî seçimlerden söz ediyorlarsa da gerçekte onlar, bireylerin motivasyonlarına
spontane olarak giren akıl yürütmenin veya hesaplamanın indirgenemez payını
ihmal ederler. Örneğin başkalarının seçimde oy kullanmamasına rağmen kendisi oy
kullanan kişi spontane olarak şöyle düşünür: “Eğer bizim gibi pek çok insan
seçim sandığına gitmezse, diğer yönetim biçimlerinden daha az mahzurlu olan
demokrasi tehlikeye düşer.” Aksiyolojik rasyonalitenin açıklaması, “kognitif
rasyonalite”ye dayalı bir açıklama kabul edilmelidir. Kognitif rasyonalitenin
temeli, aktörün kendi fizik çevresi ve sosyal çevresiyle karşılıklı ilişkisini
anlama biçimidir. “Kognitif rasyonalite”, araçsal rasyonaliteden ayrılamaz.
Çünkü sosyal bir karşılıklı etkileşim bağlamında amaçlarla araçların
ilişkilerinin aydınlatılması, doğru ya da yanlış, bir sosyal karşılıklı
etkileşim teorisinin hazırlanmasını gerektirir. Tümüyle rasyonel olan şeyi
nitelemek için bu, gereklidir. Eylemdeki sübjektif nedenler de bu teori
çerçevesinde aydınlatılır. Sosyal karşılıklı etkileşim birey açısından kişilere
karşı ya da kişilerle birlikte bir oyundur. Tabiata karşı oynanan böyle bir
oyunda, bireysel eylemin pek çok sonucu vardır. Bunun nedeni, anonim güçlerin
oyunu değil; diğer bireylerin mümkün kararlarıdır. Oysa aksiyolojik
rasyonalitenin değerli saydığı örneklerde farklı bireyler, sosyal karşılıklı
etkileşimde birbirlerinin durumlarını benzer şekilde düşünebilirler.
Değerler rasyonalizmiyle ilgili
önemli görüşlerden biri de Fransız sosyolog Raymond Boudon’a aittir. Pierre
Lannoy’in dediği gibi Boudon’un değerler rasyonalizmi temelde bir kognitivist
bireyselciliktir. Değerler rasyonalizmiyle bu sosyolog, rasyonel seçim
modellerinin değişmez gibi kabul edilen sınırlarını aşmaya çalışır; akla uygun
diye nitelenen davranışların hem çok yaygın hem de çeşitli olduğunu düşünen
Weber’in görüşlerini düzeltir.
Boudon’a göre insanlar şaşırtıcı
davranışlar yapabilirler. Ancak yine de bu davranışların bir rasyonalitesi
vardır. Sosyal aktörler, anormal kişiler hariç, her zaman sebeplere göre
hareket ederler. Fakat Boudon’a göre sosyal aktörlerin davranışlarını ahlakî
değerlere başvurarak açıklamak, yine de bir görecelilik, kültürel görecelilik
değildir.[20]
Gerçekte ahlakî değerler
evrenseldirler ve tersinmez bir biçimde gelişirler. Sosyal aktörler değerlere
göre davranmak zorundadır. Ancak bu durum, yine de onların geniş anlamda
yararınadır. Çünkü onların bu değerlere uygun davranmak için nedenleri vardır.
Bununla birlikte Raymond Boudon’a göre liberal ekonomistlerin homo
economicus’unu sosyologların homo economicus’uyla karıştırmamalıdır.
Her zaman çıkarına göre davranan homo economicus’a karşıt olarak homo
sociologicus, kendisine şu şekilde davranmasını söyleyen değerlere
bağlı olarak, alışkanlıkla hareket edebilir. Homo sociologicus’un
seçimi, homo economicus’un seçimi kadar açıkça tanımlanmış
değildir. Onun seçimi, ritüelleştirilebilen çevreye bağlıdır ve bu seçimin
rasyonelleştirilmesi, seçimin kendisinden sonra olabilir.[21]
.
[1] Bouveresse, Jaques, La
mythe d’intériorité, Eclat, Paris, 1986, p. 335.
[2] Lasvergnas, Isabelle, Rationalité
instrumentale, Liber, Québec, 2003, p. 74.
[3] Morin, Edgar, Les
sept savoirs fondamentaux oubliés, Pleins Feu, Paris, 2000, p. 95.
[4] op. cit., p. 67.
[5] loc. cit.
[6] op. cit. , p. 89.
[7] Meyer, Michel, Problématologie, Biblio, Paris, 1987, p. 153.
[8] Lecerf, Yves, Éthnomethodologie et éthique, thèse
de doctorat, soutenue, en 1993, édition éléctronique.
[9] Rancière, Jacques, Le maître ignorant, Éditeur,
10X18, Paris, 2004, p. 75.
[10] Aubert, François, Confiance
et rationalité, Inra, Paris, 2001; p. 233.
[11] Boudon, R. , Raisons,
bonnes raisons, PU. F. , Paris, 2003, p. 61.
[12] Démailly, André, Le
Moignes Jean Louis, Herbert Simon et les sciences de conception, Harmattan, Paris,
1997, p. 27.
[13] Searle, John, “Langage,
conscience, rationalité : une philosophie naturelle”,
http://socrates. berkeley. edu/~jsearle/ledebat. pdf
[14] Augustinus, Cité de
Dieu T. II, Traduction Nouvelle par M. Émile Saisset, Éditeur Charpentier, Paris,
1855.
[15] Emmanuel Picavet “Identité
des raisons et rationalité
axiologique”, Cahiers de philosophie de l’Université
de Caen, n°37, 2001, p. 11.
[16] Ibid. , p.
13.
[17] Valcke, Louis, “Le conséquentialisme” Journal des Economistes et des Etudes
Humaines, Printemps 90,
p. 63.
[18] Boudon, “La rationalité axiologique, p.103.
[19] Boudon, Raisons,
bonnes raisons, p. 14.
[20] Boudon, “La rationalité
axiologique...”, p. 104.
[21] a. y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder