25 Eylül 2025 Perşembe

Plotinos'ta Temaşa, Keşf, Bir ve Bir'in Görülmesi

 

Plotinos'ta Temaşa, Keşf, Bir ve Bir'in Görülmesi

Plotinos'un felsefesi, Platoncu geleneğin doruk noktası olarak, ruhun en yüksek gerçekliğe yükselişini temaşa (contemplation) yoluyla açıklar. Bu yükseliş, maddi dünyanın ötesinde, düşünülür (intelligible) alemden başlayarak, mutlak Bir'e (the One) ulaşmayı hedefler. Metinde yer alan Ennead VI.9'daki tartışmalar, Plotinos'un temaşa kavramını, keşf (intuition veya mystical discovery) sürecini, Bir'in doğasını ve Bir'in görülmesi (vision of the One) deneyimini detaylı biçimde aydınlatır. Aşağıda, bu metne dayanarak Plotinos'un görüşlerini sentezleyen bir metin sunuyorum. Bu, orijinal metnin ana hatlarını korurken, felsefi bir bütünlük içinde yeniden yapılandırılmış bir anlatımdır.

 

Temaşa: Ruhun Yükselen Bakışı

Plotinos'a göre temaşa, ruhun pasif bir gözlemden öte, aktif bir katılımıdır. O, ruhun maddi bağlardan kurtulup, düşünülür aleme yönelmesini gerektirir. Metinde vurgulandığı üzere, temaşa bir "içsel hazırlık" sürecidir: Ruh, tüm biçimlerden (forms) ve hatta zekâdaki (intellect) çokluktan arınarak, kendini saflaştırır. Bu arınma, erdemler (virtues), iç düzen (internal order) ve arınmalar (purifications) yoluyla gerçekleşir. Temaşa, zekânın iki gücünden ikincisini harekete geçirir: Birincisi, düşünülür varlıkları parça parça düşünmek (intellectual contemplation); ikincisi ise, zekânın ötesinde, Bir'e doğru bir "aşk dolu sıçrama" (ecstatic leap) yapmaktır.

 

Temaşa, bir "görme" (vision) olarak tanımlanır, ancak bu görme bedensel gözlerle değil, ruhun içsel ışığıyla olur. Metindeki benzetmede, bir eve giren kişinin önce süslemelere (forms) hayran kalması, sonra ev sahibini (the One) gördüğünde her şeyi unutması gibi, temaşa da düşünülür güzellikleri aşarak, Bir'e ulaşır. Bu süreç, ruhu "sarhoş" eder –zekâdaki "ayık" düşünceden daha üstün bir haldir, çünkü Bir ile birleşme (union) getirir. Plotinos, temaşayı, ruhun "kıpırdanması" (stirring) ve "uyanması" (awakening) olarak betimler: İyi (the Good) ruhu ısıtır, kanatlandırır ve yukarı taşır.

 

Keşf: İçsel Sezgi ve Ani Aydınlanma

Keşf, Plotinos'ta temaşanın doruk noktasıdır –bir "ani görme" (sudden vision) veya "sezgi" (intuition). Metinde, ruhun Bir'i "aniden gördüğü" (suddenly sees) anlatılır: Bu, akıl yürütme (reasoning) veya mantıksal adımlarla değil, doğrudan bir temasla olur. Keşf, hazırlık aşamasından sonra gelir: Ruh, tüm nesnelerden (purifications) soyunur, hiçbir "belirli nesne" (particular object) ile meşgul olmaz. Bu, bir "şok" (shock) veya "aşk çılgınlığı" (erotic frenzy) gibidir –Phaedrus'tan esinlenerek, ruh sevdiğiyle (the One) birleşir ve "ikisi tek olur" (they become one).

 

Keşf, olumsuzlamalar (negations) ve analojiler (analogies) yoluyla desteklenir. Metinde, Parménides'ten alınan negatif teoloji (negative theology) vurgulanır: Bir, "yerde değildir" (not in place), "düşünce değildir" (not thought), "biçimli değildir" (formless). Bu keşif, ruhu "gerçek varlığa" (true being) dönüştürür: Ruh, pişmanlık duymaz, kaygıdan kurtulur ve "sevinç" (joy) hisseder –bu, bedensel hazdan değil, "eski mutluluğa dönüş" (return to ancient bliss) kaynaklıdır. Keşf, zekâdaki varlıkları "parça parça" (piecemeal) düşünmekten öte, Bir'in "basit teması" (simple touch) ile bütünleşmektir.

 

Bir: Mutlak Basitlik ve Üstünlük

Bir, Plotinos'un metafiziğinin zirvesidir –mutlak basitlik (absolute simplicity), biçimsizlik (formlessness) ve aşkınlık (transcendence). Metinde, Bir "her şeydir ama hiçbir şey değildir" (all things but none of them): O, varlıkların türeticisi (source) ama kendisi varlık değildir; düşünce değildir, çünkü düşünce çokluk içerir. Bir, "düşünülürün ötesinde" (beyond the intellect) yer alır –zekâ, Bir'den türeyen bir "çokluk" (multiplicity) olduğu için, Bir'i "düşünemez" (cannot think it), ancak "sezgiyle" (intuition) kavrar.

 

Bir, İyi (the Good) ile özdeştir: O, "en büyük bilim" (greatest science) nesnesidir, ama akıl yürütmeyle ulaşılamaz. Metindeki Güneş benzetmesi (from Republic): Güneş nasıl nesneleri görünür kılar ama kendisi görünmezse, Bir de zekâyı aydınlatır ama kendisi "ışığın ötesinde" (beyond light) kalır. Bir, "büyüklüksüz" (without magnitude), "zamansız" (timeless) ve "hareketsiz" (motionless) –bu hareketsizlik, "muhteşem hareketsizlik" (majestic stillness) olarak yüceltilir. Bir, her şeyi üretir ama üretirken "kendini yitirmez" (does not diminish itself); o, "kendi kendine yeterli" (self-sufficient) olduğundan, düşünmeye ihtiyaç duymaz.

 

Bir'in Görülmesi: Mistik Birleşme ve Doruk Deneyimi

Bir'in görülmesi, temaşa ve keşfin zirvesi –bir "mistik birleşme" (mystical union). Metinde, ruhun Bir'i gördüğünde "ikisi tek olur" (they become one): Artık "ayrım" (distinction) yoktur; ruh "bedenini hissetmez" (no longer feels its body), "insan olmadığını söyler" (says it is not human). Bu görme, "ani" (sudden) ve "yer dışı" (placeless): Ruh, "hiçbir nesneyle yetinmez" (content with nothing else), pişmanlık duymaz, kaygıdan kurtulur ve "sonsuz sevinç" (infinite joy) yaşar.

 

Görülme nedeni: Bir, ruhu "ısıtır" (warms), "uyanır" (awakens) ve "aşk ateşiyle yakar" (inflames with love). Bu, Phaedrus'taki âşık çılgınlığı gibidir: Ruh, duyusal güzellikleri küçümser, düşünülür alemi aşar ve Bir ile "sarhoş birleşme" (ecstatic union) yaşar. Ancak bu, "ayık düşünceden üstün" (superior to sober thought): Zekâ, Bir'i "kendini düşünerek" (self-thinking) göremez; Bir, "düşüncenin ötesinde" (beyond thought) bir "basit sezgi" (simple intuition) ile kavranır.

 

Sonuçta, Bir'in görülmesi, ruhu "gerçek varlığa dönüştürür" (transforms into true being): Ruh, "güçlenir" (strengthens), "gerçek zekâya sahip olur" (possesses true intellect) ve "her şeyi terk eder" (abandons all else). Bu deneyim, "pişmanlık yokluğu" (no regret), "kaygıdan kurtuluş" (freedom from anxiety) ve "sonsuz huzur" (eternal peace) getirir –kötülükler silinir, çünkü Bir "kötülüğün ötesinde" (beyond evil).

 

Plotinos'un bu görüşleri, felsefeyi mistisizmle birleştirir: Temaşa, keşif yoluyla Bir'e yükselişi sağlar; Bir'in görülmesi ise, ruhun nihai kurtuluşu (salvation) ve birleşmesidir. Metin, bu süreci negatif teoloji, analojiler ve içsel deneyimle temellendirir, okuyucuyu maddi dünyadan aşkın gerçekliğe davet eder.

8 Eylül 2025 Pazartesi

Plotinus’un Aristoteles eleştirisi

 

Plotinus’un Aristoteles eleştirisi

Bernard Pitou*

 

Plotinus kendisini Antik doktrinlerin yorumcusu olarak görür. Bu konuda şöyle der: “Bizim doktrinlerimizde yeni bir şey yoktur ve onar günümüzde ortaya çıkmış değildir. Onlar uzun zaman önce; fakat geliştirilmeksizin ifade edilmişlerdir ve biz bugün Antikite’den Platon’un yazıları aracılığıyla gelen bu eski doktrinlerin sadece yorumcularıyız.”[1]

Plotinus'un düşüncesini Platonculukla ilişkilendirmesi, diğer düşüncelerle, özellikle Stoacıların, Epikurosçuların ve Aristotelesçilerin düşünceleriyle eleştirel bir karşılaştırmayı gerektirir. Biz bu satırlarda Plotinus'un sadece Aristoteles eleştirilerini ele almak istiyoruz. Onun yönelttiği eleştiriler, Aristoteles düşüncesinin pek çok önemli teziyle; kategoriler’le,[2]  zaman’la,[3] Plotinus'un bütün varlıklara yaydığı temaşanın mahiyetiyle ilgilidir.[4] Asıl eleştiri ise İyi’ye yüklenen, kendini düşünme hakkındadır. Bu eleştiriye Dokuzluklar’ın pek çok yerinde rastlanır. Fakat söz konusu eleştiri, özellikle V, III’te  ve V, VI’da kanıtlarıyla açıklanmıştır. Aristoteles Métaphysique Λ, 9’da Tanrı’yla ve Platon’un İyi’siyle özdeşleştirilen İlk Hareket Ettirici’nin aktivitesini düşüncenin düşüncesi (νησις νοσεως) diye niteler. Oysa Bir ya da İyi, düşünmez; çünkü “o düşünseydi, zekânın ötesinde olamazdı; fakat zekâ olurdu”[5] Plotinus, ilk ilkenin aşkınlığı adına, Aristoteles'in tezini reddeder. Bu reddi anlamak için, Aristoteles'in, ilke ilişkin felsefesinin bu temel sonucuna nasıl ulaştığını görmek gerekir.

Plotinus, İlk ilkenin aşkınlığını korumak için, Aristoteles'in tezini reddeder. Bu reddin tam içeriği nedir? bunun anlamını belirleyebilmek için, Aristoteles'in İlk felsefesiyle ilgili sonuca nasıl ulaştığını açıklamak gerekir.

A. Temel Eleştiri: İyi düşünmez; o, düşüncenin ötesindedir.

1. Aristoteles'in Tezi:

Şunu kabul edebiliriz ki, Aristoteles'in, “ilk felsefe”ye ilişkin kitaplarının konusu, şunlardır: (Biçim, yoksunluk, madde) gibi nedenler; ilkeler ve duyulur olmayan tözlerin ögeleridir.[6] Nedenlerin, ögelerin, duyulur tözlerin ilkelerinin incelenmesi, Fizik’in konusudur. Gerçekte duyulur tözler neden olamazlar? Aristoteles'in sorduğu temel soru, budur. “Duyulur tözlerin dışında tözler var mıdır? Yok mudur? Duyulur tözler nasıl var olabilirler?”[7] nedenlerin ve bu tözlerin ilkelerinin incelenmesi gösterecektir ki, duyulur olmayan, değişmeyen, hareketsiz kalan ve ezelî olan bir töz vardır.

Duyulur tözler, doğal tözlerdir. Onlardaki hareketin ve değişmenin ilkeleri, kendilerindedir. Duyulur tözlerin ayırt edici özellikleri, bazen şuna, bazen de buna değişebilme kapasiteleridir. Onlar pek çok biçime girerek değişime uğrayabilirler. Asıl değişme kendi kendini değiştirmedir (καθ̓ατ).

Bu asıl değişme (μετάβολ), ilineksel değişmeden ayrıdır ve karşıtlarda, karşıtlıklarda, aracılarda ortaya çıkar.[8] Mantıksal olarak değişmenin dört türü bulunmalıdır: Bir süje olmayandan süjeye geçiş(ποκεμενον), yani türeme(γνεσις); bir süjeden bir süje olmaya geçiş ya da yıkım (φθορ);  bir süjeden bir süjeye geçiş yani büyüme (αξησις) ya da küçülme (φθσις); bir süje olmayandan bir süje olmayana geçiş. Fakat süje ya da dayanak karşıtları barındırdığından ve hakkında söz edebildiğimiz şey olduğundan, Aristoteles sonuncu biçimi süje olmayandan süje olmayana geçiş) tümüyle nominal ve irreel olduğu gerekçesiyle reddeder. Gerçekte varlık-olmayanın çelişkili olduğunu hatta varolduğunu söyleyemeyiz. Varlık, yüklemli bir söylemin ve bunun sayesinde bilimin şartıdır.

O halde, gerçekte üç tür değişme vardır:[9] Asıl anlamfa hareket (κνησις), değişme biçimlerinden biridir; bir süjeden başka bir süjeye geçiştir. Mutlak oluş ve mutlak bozuluş hareketler değillerdir.[10] Çünkü onlar, varlık olmayandan varlık olana geçiştir. Varlık-olmayanın ne hareketi ne de dinginliği olamaz (çünkü dinginlik, hareketin karşıtıdır). Bu düşünceleriyle Aristoteles, birtakım güçlüklerle karşılaşır: Mutlak oluşu ve bozuluşu nasıl açıklayabiliriz?

Üç tür hareket vardır: Niteliğe göre, niceliğe göre ve yere göre. Ne diğer kategorilere, ne de töze göre hareket yoktur. Çünkü hiçbir varlık, tözün karşıtı değildir;[11] aynı şekilde ne ilişkiye göre, ne edilgiye göre ne de etkiye hareket yoktur; aynı şekilde hareketin hareketi de yoktur; çünkü hareket süjelerden biri değildir.

Aristoteles'in kanıtlaması karmaşıktır ve onun amacı sonsuzca geriye gitmekten kurtulmaktır. Oysa sonsuz serilerde ilk terim yoktur ve ilk terim yoksa, ikinci terim de, sonuçta seri de yoktur (226a 4-5). Eğer hareketin hareketini kabul etseydik, hareketin düşünülürlüğü de ortadan kalkardı.

Metafizik’te hareketin sınıflaması farklıdır. Aristoteles tözün göre (mutlak oluş ve bozuluş); niteliğin (değişme λλοωσις); niceşliğin (büyüme ve küçülme) ve yerin (yer değiştirme φορ) kategorilerine göre dört tür hareket kabul eder.[12] Bu kararsız tipolojinin nedeni, Aristoteles'in sınıflama ölçütlerini karıştırmasıdır. Değişmenin kategorilerine göre ve süjelerine göre hareketler arasında bir ayırım görmemesidir. Bundan dolayı Aristoteles mutlak oluşu ve mutlak bozuluşu düşünmekte güçlükle karşılaşır. Oysa onlar hareket kabul etmeseydi, hareketin ezelî olduğunu kanıtlaması gerekmeyecekti.

 

Hareketin Tanımı

 

Aristoteles, itiraz edilemez bir olgu olan hareketten başlar ve şöyle sorar: Hareket varlığa gelir mi? O, varlığa gelmeden geçmişte her zaman var oldu mu ve gelecekte de her zaman var olacak mı? genel olarak hareketi nasıl açıklayabiliriz? Onun nedeni nedir? Soru, Elealıların hareketin realitesini inkar etmelerinden daha eleştireldir. Hareketin açıklaması edim ve güç arasında bir ayırımı gerektirir; çünkü hareket güç halinde olan şeyin gücül olarak tanımlanmıştır.[13]

Şimdi bu ünlü tanımı açıklayalım. Aristoteles, başka bir varlıkta veya bir varlığın kendisindeki “hareket ya da değişme ilkesine güç” demektedir.[14]  Ör bina yapma sanatı yapılan binada değildir; oysa tedavi etme sanatı, tedavi edilen insanda bulunabilir. O zaman güç, başka bir varlık ya da kendi tarafından değiştirilme ya da hareket ettirilme yetisidir. Hastanın değişikliğe uğrama gücü böyledir.  Sonuç  olarak  güç, pasif bir kavram gibi görünmektedir. Yine de Aristoteles pasif bir gücü ve aktif bir gücü birbirinden ayırır. Aktif güç, “başka bir varlık ya da kendisi tarafından değiştirilemeyen varlığın durumudur.”[15] Sonuç olarak güç, bir dirençtir.

Güç kavramını inkar etmek, Megaralıların saçmalıklarına götürür. Onların kanıtları hareketi ve oluşu ortadan kaldırır. Megaralılar şunu ileri sürerler: Sadece fiil olduğunda güç vardır ve fiil olmadığında güç de yoktur. Örneğin, bir bina kurmayanın, kurma gücü de yoktur. (Kşz.

Métaphysique Θ, 3).

Fiile (νργεια) gelince, terim, güçle ilişkisi açısından, negatif  olarak tanımlanmıştır: “Fiil, bir nesne için güç halinde olma tarzı değildir; gerçekte var olmadır.”[16]

Aristoteles tümevarım yoluyla, fiilin bir tanımını önerir. Hermes heykeli odunda güç halindedir; yarım çizgi tüm çizgide güç halindedir; çünkü yarım çizgi tam çizgiden çıkarılabilir. Spekülasyon yapmayan (felsefî  olarak düşünmeyen) kişi, güç halinde bilgindir.[17] Fiil ile güç arasındaki fark, uyanık insanla uyuyan insan, gözleri gören kişiyle, gözleri kapalı kişi arasındaki farka benzer.

Aristoteles νργεια (energeia) kelimesini mantıksal  olarak, eser, işi çalışma anlamına gelen ργον (ergon)’dan türetir.[18]

Fiil, herhangi bir şey meydana getirendir. Aktiviteden ayrılmayan şey, ürün olduğu ölçüde, üretmenin saf etkinliğidir. Fiil, varlık olarak varlığın ontolojik belirlenimidir. , νργεια (energeia), insan üretimi olan ποησις’tan (poiesis) ayrıdır; çünkü bu sonuncuda eser ve aktivite arasında bir fark vardır. Üretimin amacı (τλος=telos), bu aktivitenin dışındaki bir eserdir. Heykel, heykeltıraşın dışındaki bir eserdir. Bu fark, ontolojiktir ve gerçekten insanın sonlu oluşunun göstergesidir. Ayırıcı olan şeyin, τλος’la (telos), amaçla ilişki olduğunu söyleyemeyiz. νργεια’da (energeia) var olan aktivite τλος’u (telos) da içerir “Oysa amaç, fiildir; güç, fiil sayesinde algılanır. Gerçekte hayvanlar, görmeye sahip olmak için görmezler; fakat görmek [fiil] için görme yeteneğine [güç] sahiptirler; aynı şekilde bina kurmak [fiil] için, bina kurma sanatına [güç] sahibiz.”[19] buradan üç belirlenim çıkar: Eser/fiil/amaç: “Eser gerçekte amaçtır ve fiil, eserdir.”

Böylece amaçlar arasında bir fark vardır: Bazıları aktivitelerdir (νργειαι=energeiai), bazıları onlardan türeyen eserlerdir (ργαι=ergai)

Eylem ya da üretim alanında eserler, kendilerini meydana getiren aktivitelerden üstündür. Fakat eserin üstünlüğü, νργεια durumunda  yoktur; çünkü eser bizzat fiildedir.

Nihayet fiil, bir harekettir;[20]çünkü hareket, amacına doğru yönelir. Hareket amacına ulaşır ulaşmaz durur. Amaç, hareketin sınırıdır. Edimde şimdi ve yetkin uyuşur.[21] Zamansal süreksizlik yoktur. Bu nedenle edim, ezelidir. Edim, bir sonuç değildir.[22] νργεια’de (energeai) edimin amaç, edimin bizzat kendisidir. Üstelik birçok bölümde edim entelekheia karıştırılmıştır. Fakat yine de bir ayırım vardır. Entelekheia eksik, tamamlanmamış bir edimdir, νργεια τελς. Çünkü,  kendi τλος’unu (telos) içermez; fakat etimolojinin telkin ettiği gibi, amaca doğru yürüyüştür. Entelekheia’nın kendinde yine de potansiyellik vardır. O, tamamlanma, gerçekleşme değildir; ...e doğru yolda olmadır; oysa edim saf, tamamlanmış, yetkin biçimdir (τλεια).

Vizyon, bir edim örneğidir: Vizyon, yetkin, tamamlanmış, bitmiş tam aktivitedir. Vizyon, sürekli bir aktivitedir ve bu süreklilik onu yetkin yapar. Bir edim olan haz için de aynı şey geçerlidir. Haz kendinde vizyonla aynı cinsten bir tamamlanmayı içerir.

Haz bir edimdir; çünkü uzun zamanın yetkinleştireceği bir hazzı, sürenin fonksiyonuna bağlı olmadan deneyimleriz.[23]

Tanım gereği edim, zamanı, süreyi ve oluşu dışlar. Gerçekten zamansızlık demek olan edimsel ezelilik, tanımında içerilmiştir.

Hareket tanımında en kapalı ifade “böyle  olarak” ifadesidir. Aristoteles bunu açıklamak için “tunç” örneğini verir.  “Tunç, güç halinde heykeldir; yine de tuncun tunç  olarak entelekheiası hareket değildir; çünkü tuncun özü ve böyle güç halinde hareketli varlığın özü birbirine karışmaz.”[24] Tuncun özü ve heykelin özü farklıdır. Karşıtların incelenmesi bunu daha iyi kanıtlar. “Sağlıklı olabilme ve hasta olabilme bir ve aynı şey değildir. Fakat sağlıklı ve hasta olduğunu söylediğimiz süje, bir ve aynı kişidir. Sonuç olarak süje ve yüklemleri özdeş değildir.”[25]

İlk tanımdan ikinci bir tanım çıkar: “Hareket, hareketlinin hareket  olarak entelekheiasıdır” (202 a sat. 7)Aristoteles, hareket ettirilen her şeyin, başka herhangi bir şey tarafından hareket ettirilmesini ilke  olarak koyar ()256 a sat. 1). Sonuç olarak değişen her şeyde hareket ettirilen bir hareketli ve dimiyle hareket ettiren bir hareket ettirici vardır yani hareket, hareketlidedir. Aristoteles, önce hareketsiz bir ilk hareket ettiricinin zorunluluğunu kabul eder; ardından bir hareketsiz hareket ettiricinin ezeliliğini, hareketin ezeliliğinde yola çıkarak kanıtlar; sonunda onun özel aktivitesini belirler.

 

Zorunluluk

Hareketsiz bir ilk hareket ettiricinin zorunlu var oluşunun temelinde, hareketin analizi vardır. Aristoteles bunu şöyle ortaya koyar: Hareket ettirilen ve hareketli nesnelerden bazıları, ilineksel  olarak ve diğerleri zorunlu  olarak böyledir. Zorunlu olarak hareketli olan nesneler arasında, hareketlerinin ilkesi kendilerinde olan doğal nesneler vardır. Fakat onlarla ilgili şu güçlük orta çıkar: Onlar neyle hareket ettirilirler?[26] Doğal nesnelerdeki hareketin ilkesi nedir? Bu cevap bizi (pek de yaygın olmayan bir adla, energoloji diyebileceğimiz) varlık  olarak varlığın bilimine ve buradan da teolojiye götürecektir.

Bir ilk hareket ettiriciyi kabul edersek, o zaman sonsuzca geri gideriz. Aristoteles Fizik’insan ve toplum bilimleri V. Kitabının VIII. Kısmında hareketi açıklamak için, ilk hareket ettiricinin zorunlu oluşunu ortaya koyar: “Eğer ilk hareket ettirilen her şey, zorunlu olarak herhangi bir şey tarafından hareket ettirilirse, bu hareket ettirilen şey de ba başka bir şey tarafından hareket ettirilir ya da başka bir şey tarafından hareket ettirilmez ve eğer bir şeyi hareket ettiren de başka şey tarafından hareket ettirilirse, başka bir şey tarafından hareket ettirilmeyen bir ilk hareket ettirici olmalıdır. Fakat diğer yandan böyle bir ilk hareket etiiriciyi bulursak, başka birine ihtiyaç yoktur. gerçekte başka bir şey tarafından hareket ettirilen hareket ettiriciler serisinin sonsuzca geriye gitmesi,, sonsuz serilerde ilk olan hiçbir şeyin bulunamaması imkansızdır. Sonuç olarak hareket ettirilen her şey, başka bir şey tarafından hareket ettirilirse ve hareketli ilk hareket ettirici  başka bir şey tarafından hareket ettirilmezse, onun kendiliğinden hareketli olması zorunludur.[27] Daha açık konuşmak gerekirse, Aristoteles, kanıtını yeniden şöyle formüle eder: “Her hareket ettirici herhangi bir şeyi herhangi bir şey aracılığıyla hareket ettirir. gerçekte hareket ettiricinin hareket ettirme aracı ya kendisidir ya da başka bir şeydir. Örneğin insan ya kendi kendine ya da sopa aracılığıyla hareket eder ve rüzgar insanı ya kendisi ya da kopardığı taşla yere düşürür. Oysa kendiliğinden hareket eden bir şey olmadan  hareket, bir şey aracılığıyla taşınamaz. Eğer bir şey kendiliğinden hareket ederse, kendisini hareket ettirecek bir şeye ihtiyacı yoktur ve diğer taraftan aracı, hareket ettiriciden ayrıysa, ya aracı kendisinden başka olmayacak bir hareket ettirici vardır ya da seri sonsuz kadar geri gidecektir; hareket ettirilen hareket ettirilmiş herhangi bir şeyse, durmak ve sonsuza kadar geri gitmemek gerekir[…]. Hareket ettirici, kendisinin hareket ettirilmesine yol açan şeyden her zaman ayrı olması durumunda, kendi hareketine aracılık eden bir hareket ettiricinin bulunması zorunludur; ardından bu hareket ettirici, kendini hareket ettiren başka bir şey olmaksızın hareket ettirilmişse, zorunlu olarak kendi kendine hareket eder.[28]

“İlk hareket ettirici, kendi tarafından hareket ettirilir ve o, hareketsizdir” demekte çelişki yok mudur? Hareketsizliğe nasıl ulaşılır? Gerçekte harekette üç şey vardır: Hareket ettirilen, hareket ettiren ve hareket vasıtası. “hareket ettirilen, zorunlu olarak hareket ettirilir; fakat zorunlu olarak hareket ettirmez; hareketin zorunlu olarak taşınmasını sağlayan şey, hareket ettirir ve hareket ettirilir; çünkü o, hareket ettirilenle birlikte değişir; hareketin taşınmasını sağlayan şey, hareket ettirilenle birliktedir […] ve onunla aynı ilişki içindedir; nihayet hareket ettirici, hareketin taşınmasını sağlayan şey olmadığı ölçüde, hareketsizdir.[29]  Bu hareket kavramının modeli, yerel harekettir. Çünkü yerel hareket temasla taşınır. Kendiliğinden hareket eden bu şeyde niçin durmamalıdır? Bunun cevabını ilk hareket ettiricinin nasıl kendiliğinden hareket ettiğini inceleyerek verebiliriz.

Bu konuda pek çok öncül vardır. Kendiliğinden hareket eden her şey süreklidir (συνεχς, 257a l. 35). Sürekli varlık her zaman bölünebilir parçalardan oluşan varlıktır. “Bir süreklinin bölünemezlerden oluşması imkansızdır.[30] Hareket eden şeyin tümüyle hareket etmesi imkansızdır; çünkü bütünüyle hareket etmesi halinde hem taşınan hem de taşıyan, hem değiştirilen hem de değiştiren olacaktır (257 b sat. 2 vd.).

Kısaca söylemek gerekirse, hareket hareketlinin yetkin olmayan entelekheiası olduğundan, fiil halinde bir hareket ettirici vardır; örneğin ısıtan sıcaklık gibi. Fiil halinde hareket ettirici olmasaydı, aynı varlık aynı ilişki altında hem sıcaklık hem de sıcak olmayan olurdu.  O halde, kendi kendine hareket eden şeyde, hareket ettiren hareketsiz bir bölüm ve hareket ettirilen bir bölüm vardır (257 b 12. sat.). ilk hareket ettirici, edim olduğu için, İlk Hareket Ettirici, hareketsizdir.

 

Ezelilik

 

Aristoteles ilk hareket ettiricinin ezeli olduğunu kanıtlamak için, hareketin ezeliliğinden yararlanır. Her zaman, kaynağı olmayan hareket vardır; her zaman bitimsiz hareket olacaktır. Başlangıcı ve sonu olmayan şey, ezelidir. Bu ezelilik sadece Fizik’te ortaya konan tezlerin bir özeti olanMetafizik Λ’nın VI. Kısmında ifade edilmiştir. “Tözler, tüm varlıkların ilkleridir ve onlar bozulabilselerdi, bütün varlıklar bozulurdu. Oysa hareketin başlamış ya da bitmiş olması imkansızdır; çünkü ezelidir.[31] Hareketin ezeliliğini nasıl ortaya koyabiliriz?  

Tam kanıtlamaya sahip olmak için, Fizik’in VIII. Kitabının I. Kısmına bakmak gerekir. Bu kanıtlama iki aşamada yapılır.

Önce şöyle bir alternatif konur: “Böylece bu nesnelerin  ya önceden varolmadıkları için bir defada türetilmeleri ya da ezeli olmaları gerekir.”[32] Eğer hareketli, düşünülen değişmeden ve hareketten önce türetilseydi, ondan başka bir hareketlinin  türemesi gerekirdi; bu sonsuzca hareket ettirme ve ettirilme gücüne sahip hareketli, türetilir.

Aristoteles şunu kanıtlar: Hareketi varsaymaksızın bir hareketin başlangıcını düşünmek imkansızdır; çünkü başlama bir harekettir. Hareket olmadan mutlak bir başlangıcı mutlak bir çıkışı nasıl düşünebiliriz? Bu, imkansızdır; çünkü hareket, hareketli  olarak bir hareketlinin edimidir. Hareket, hareket ettirilebilen bir hareketlinin varoluşunu gerektirir. Eğer bu hareketli varlığa gelirse, onun hareketi, önceki hareketin varoluşunu, türemenin hareketini gerektirir (türeme hareket değildir). Bu kanıtlamada Aristoteles, ayırdığı şeyi sonradan birleştirir. Aristoteles türemeyi ve yıkımı sınıflarken gerçek bir güçlükle  karşılaşır.

Dingin olan  şeyin sonradan harekete geçtiğini varsayarsak, dinginliğin açıklanması gerekir; çünkü dinginlik, hareketin bulunmamasıdır. Dinginlik, bir engelden kaynaklanmalıdır ve hareket, bu engelin ortadan kaldırılmasını gerektirir. Engelin ortadan kaldırılması, bir harekettir.

İkinci aşama zamanı işin içine katar. Varolmaya başlayan şey, varolmadığı önceki bir durumu gerektirir. Her durum değişikliği önceki bir değişikliği içerir.  Fakat zaman yoksa, “önce”den nasıl söz edebiliriz? zamandan önce olan şeyi bilme sorunu, saçmadır. Zaman hareketin bir duygulanımı (πθος) ya da belli bir hareket veya hareketin sayısı olduğundan ve her zaman olduğundan, o zaman hareket ezelîdir. Hareketin ezelî olduğunun son kanıtı, zamanın ezeliliğine dayanır.

Bu, nasıl kanıtlanmıştır? Zaman, ânlardan oluşmuştur. “Ân olmadan zamanın varolması ya da kavranması imkansızdır.  Zamandan önce ne olduğunu bilme sorunu, saçmadır. Zaman hareketin bir etkilenimi (πθος) ya da hareketin bir sayısı olduğundan ve daima var olduğundan, hareket de ezelîdir. hareketin ezeliliğini göstermek için ileri sürülen son kanıt, zamanın ezeliliğine dayanır.

Bu, nasıl kanıtlanabilir ? Zaman, ânlardan oluşmuştur. “Ân olmadan zamanın varolması ve algılanması imkansızdır.”[33] Oysa ân, “geçmiş zamanın sonu ve gelecek zamanın başlangıcı olduğundan”[34] bir orta terimdir. Bir il ân ve bir son ân kavramı saçmadır; çünkü  her iki yanda da ân olacaktır. O halde zamanın bir başlangıcı asla yoktur. “Ân kavramı”nın temeli, dünyanın ezeliliği fikriyle aynıdır.”[35] Aristoteles Fizik’te IV, 10, 218a, 6. sat. vd. ânları sürekliliğinin  mümkün olmadığını söylerken dünyanın ezeliliğini bu sürekliliğe dayanarak kanıtlar.Ânlar birbiriyle bir arada var olamazlar; çünkü aktüel  olarak var olmayan; fakat önceden bulunan şey,  zorunlu olarak  ortadan kaldırılmalıdır.[36] Bu çelişki nasıl açıklanabilir?  Gerçekte söz konusu geçiş, bir apori oluşturur; Aristoteles XIII. Kısımda ânı sınırlı diye tanımlayarak bu aporiyi kaldırır. Aristoteles'in zaman anlayışı, önceki ve sonraki ânları birbirine karıştırır; ânların bağımsız varlığını kabul etmez. Ona göre çizgide nokta ne ise, zamanda ân odur. Kşz. Fizik, IV, 13). Oysa çizgi, noktalardan oluşmaz. Ve ân, öncekinin ve sonrakinin sınırı gibidir. Ve nokta düşüncesinde hiçbir şey bir çizginin noktadan sonra geldiğini düşünmeye götürmez. Bir nokta belki, bir yarım doğrunun kaynağı olabilir. Aynı şekilde zamansal nokta gibi kabul edilen ân düşüncesinde, hiçbir şey önceki zamanı düşünmemizi gerektirmez. Sonuç olarak zamanın bir başlangıcı ve onunla birlikte hareketin ve dünyanın olması mümkündür.

Aristoteles'in burada kanıtladığı şey, zamanın kaplamsal sonsuzluğu değildir; fakat içlemsel sonsuzludur, yani bir zaman aralığının içinde bulunan kişinin ilk âna ulaşmanın imkansızlığıdır. Zamanın ezeliliği, ânın belirli bir deneyimini varsayar. Bu deneyim, zamanın bir bölümünün deneyimi değildir; fakat zamanda bir durumun deneyimidir. Ân, zamandadır; çünkü zamandan dışarı çıkamayız. O nedenle zaman, bir süreklilik yapısı içinde yani, içine yerleştiğimiz şeyin sonuna ulaşmamızın imkansızlığı içinde ele alınmıştır. Mutlak b,r sürekliliğin gerekli oluşu, kanıtlamanın sonraki aşamalarına kesinliğini kazandırır.

Özetle söylemek gerekirse, tüm nesnelerin başlangıcı ve sonu aporileri, Aristoteles’i hareketin ezeliliği düşüncesine götürmüştür.  

İlk hareket nedir? İlk hareket, ilk gökyüzünün döngüsel hareketidir; sürekli, belirsiz ve ezelî olan harekettir. Bu ilk hareketin kaynağı, hareketsiz bir İlk Hareket Ettiricidir.[37]

 

Aktivite:

Bu ezelî ilk hareketin bilfiil varolan bir nedeni vardır. “Eğer bu töz, aktüel  olarak hareket etmezse, hareket de olmayacaktır.”

Eğer bu neden gücül halde olursa, neden aktüel  olarak hareket ettirilmek zorunda kaldığında, hareket meydana gelmeyecektir. Çünkü o zaman hareket ezelî olmayacaktır. Bu ise, gücül halde olanın var olmaktan çıkması demektir.”[38] Edimde hiçbir gücülüğün olmaması, onda asla madde olmamasını da gerektirir. Çünkü madde, güçtür.

Sonuç olarak özü hareket ettirme olan bir ilke vardır. bu ilke nedir? O, ezelîdir, tözdür ve saf edimdir. Bu töz, uzamsızdır.[39] Bu ezelî ve hareketsiz töz, yüce arzudur, yüce düşünülürdür. Bu töz, zorunludur ve zorunlu olarak İyi’dir. Bu tanrısal varlık, yetkin aktivitesinden hoşnuttur.  İlk gareket ettiricinin edimi nedir?

“Saf edim olan ve kendisi hareket etmeyen ilk hareket ettiricinin zorunluluğundan, saf edimin bir zekâ ile özdeşleştirilmesine götüren yol, her şeyden önce sadece bir karşılaştırmadır.  Hareket ettirilmeden hareket ettiren şey, bunu  istek ya da intellection konusu  olarak yapar.”[40]

Arzu ettiğimiz şey, kendi değişmeksizin, bizi kendine çeker. İntellection konusu olan şey için de aynı şey geçerlidir.  Aristoteles o zaman Tricot’nun karmaşık dediği bir akıl yürütmede yüce erzu ediliri yüce düşünülürle özdeşleştirir. İlk hareket ettirici dünyayı ereksel bir neden gibi hareket ettirir.”[41] O, aşk objesi  olarak hareket ettirir.[42] Onun arzu edilmemesi imkansızdır. 

İlk hareket ettiricini hayatı (διαγωγ) nedir? Terim, trajiklerin vokabülerine aittir ve diagein fiilini isimleştirir. Diagein, ömrünü tüketmek, zamanı geçirmek anlamlarına gelir. Diagein, aynı zamanda, süre  olarak; fakat aktif süre  olarak zamanın bir deneyimi demektir. Aristoteles aynı zamanda bu kelimeyi hoş bir yananlamıyla birlikte “eğlence, boş vakit” ile eş anlamlı olarak da kullanır. Bunun Almancadaki karşılığı Stimmung’dur (kşz. Sein und Zeit =Varlık ve Zaman § 29 ). İlk hareket ettiricinin bu hayatı, (δον) sevinçtir. İlkenin bu sevinci, evrenin son nedenidir. Bu hayatı biz, sadece anlarla yaşarız (1072b, l. 15). Onun sevinci, edimidir.

Bize en büyük zevkleri sağlayan edimlerle bir karşılaştırma, tanrısal edimi aydınlatacaktır. Bu edimler, uyanıklıktır, algıdır ve düşünmedir. Aristoteles duyumlamayı tanrısal aktiviteden dışlar. Çünkü duyumlama, kendinden başka bir şeyi gerektirir ve pasifliği içerir. Duyumlama dışında geriye kalan, uyanıklıktır ve düşünmedir. Aristoteles hoş durumlar arasından uyanıklığı anar. Bu, açık değildir: “

Aristote cite l’éveil parmi les états agréables. Ce n’est pas évident : « Il faut que l’éveil soit pensé à une profondeur peu commune pour qu’il puisse apparaître comme un état de bonheur à mettre sur le même plan que l’intellection et le perception. » [40] Comment est-ce possible, sachant que je peux anticiper le plaisir d’une perception future et me remémorer celui d’une perception passée, alors que ce n’est pas le cas pour l’éveil. « Quand je suis éveillé, je ne puis jouir du plaisir de l’avoir été la veille, ou de devoir l’être le lendemain » (ibid.). L’éveil présent rétablit la continuité avec celui d’hier et supprime le hiatus du sommeil. Il en est ainsi parce que l’être-éveillé n’a pas d’objet. En fait je suis éveillé au monde, qui est la possibilité d’apparaître de tous les objets. Le monde n’est pas quelque chose de présent, mais la présence même. Pourquoi alors ne pas avoir choisi l’éveil comme acte du Premier Moteur ?

Metafizik’te cevap açık değildir.  Bunun için Ruh Üzerine adlı kitaba bakmalıdır. Aristoteles bir intellection teorisi geliştirir. Buna göre bilmek, zekanın bildirdiği, maddesiz bir biçimi kabul etmektir. Biçim, ayrı herhangi bir şey değildir. O, sadece bu şeyin varlığıdır. Oysa ilk hareket ettirici saf fiildir; sonuçta, maddesiz biçimdir. O bilgidir (νησις). İntellection nasıl olur? Duyulmamanın analizi intellectionun analizi için kılavuzluk eder. intellection, düşünülürün ya da benzer herhangi bir şeyin eylemi altındaki bir tür edilgi gibi olmalıdır.[43] Sonuç olarak intellect güç halindedir. Ve düşünmeden önce varlıklardan hiçbiri fiil halinde değildir.

 

Aristote en tire argument pour affirmer qu’on ne peut pas croire raisonnablement que l’intellect soit mêlé au corps, car alors il prendrait telle ou telle qualité, il serait chaud ou froid, voire muni de quelque organe comme c’est le cas pour la faculté sensitive. Mais sur la question de savoir comment cet intellect est uni au corps, Aristote ne répond pas. Il n’est pas une chose, car il est ce par quoi il y a des choses. Il rend compte du phénomène de la présence, du fait que les choses soient là et que nous y soyons. Nous sommes passifs parce que les choses nous affectent, et que nous sommes là pour être affectés.

Mais l’impassibilité de l’intellect, et celle de la faculté sensitive ne sont pas de même nature. Le sens n’est plus capable de percevoir à la suite d’une perception trop forte ; au contraire, l’intellect lorsqu’il a pensé un objet fortement intelligible est plus capable de penser les intelligibles inférieurs.

Quels sont ces intelligibles ? Ce sont des formes séparées de la matière. Ils ne sont pas à comprendre comme des idées platoniciennes, dont Aristote fait la critique au Livre I de l’Ethique à Nicomaque.

Quelle est l’intellection suprême ? La pensée « par soi » (dont un des sens signifie « ce qui n’a pas de cause autre que soi » [42] ) est la pensée de ce qui est meilleur par soi. La pensée suprême sera donc le pensée du Bien (au double sens du génitif). Comme dans l’intellection, l’intellect devient l’intelligible, alors la pensée suprême sera la pensée de soi du Bien. Cette pensée de soi, νησις νοσεως est la θεωρα, acte divin que nous imitons quelques instants et qui nous assure le suprême bonheur comme le montre l’Ethique à Nicomaque. Cette θεωρα est la vie même du Dieu. Dieu est vivant de cette pure vie de l’intelligence. Dieu est le vivant éternel parfait.

C’est cette pensée de soi qu’Aristote attribue au Bien comme principe suprême du monde que Plotin va critiquer.

2) plotinus’un eleştirisi

Plotinus Metafiziğin Λ Kitabının 9. kısmını V. Dokuzluk’ta VI [24.] en regle eleştirir. Plotinus'un tezi şudur: İlk, düşünmez.[44] Bu merkezi tez pek çok kanıt yardımıyla desteklenir. 

İlkin, düşünme ikilik içerir: “Düşünmek için önce, düşünen bir zeka gerekir. Sonra bu zekanın düşünülür bir konusunun bulunması ve nihayet ilk sıradaki düşünen varlığın bu objeye kendinde sahip olması gerekir.”[45]

İlk düşünülürün düşünen bir varlık olması zorunlu değildir. İlk varlık hem düşünülen hem de düşünen olsaydı, o zaman ilk olmazdı. İlkin sadece düşünülür bir şeyin varlığını kabul etseydik, bir düşünülüre sahip olan zeka var olamazdı. Burada sadece düşünülür olan şey, Bir’i belirtir. Düşünme, düşünülüre sahip olduğunda, yetkindir; fakat o, özü gereği yetkin olmalıdır. Düşünmenin varolmasına, Bir’in ihtiyacı yoktur. O, her düşünmeden önce olduğundan, kendi kendine yeterlidir ; sonuç olarak Bir, kendi kendine yeter.[46]

Eğer İlk düşünseydi, bir yüklemi olurdu; o zaman sadece kendini düşünmüş olsaydı bile, bir olmazdı; fakat çok olurdu. (satır. 19-20). Kendini düşünme ikiliği nasıl içerir? Bu ortaya konması gereken ikinci noktadır. (Kşz. V. Dokuzluk,  V, III, [49]).

Birinci kısım pek çok problemi tartışır: “Kendini düşüne varlığın pek çok bölümü olabilir mi? […] ya da başka varlıklardan bileşmeyen bir varlık kendini bilebilir mi? ya da basit bir varlığın kendini bilebildiğini kabule etmek gerekir mi? Ve “evet” ise, nasıl bilebilir? Ya da bir varlığın kendini gerçekten bildiği kanısını terk etmek gerekir.” Bu son kanıyı terk etmek mümkün değildir. çünkü bu takdirde ruh için ve zeka için pek çok saçmalık doğar.

Ruh, dış nesnelerin varlığını duyulmama sayesinde bilir. Akıl yürütme sayesinde ruh, dış nesnelerden türemiş imgeler arasında ve aynı zamanda zekâdan gelen izlenimler arasında ilişkiler kurar. Ruh, kendini bilmek için kendine doğru döner mi? kendinin bilgisini gerçekleştiren, ruhta zekadır. Saf zeka ruhun bir bölümü değildir (3. kısım sat.22–26). Kuşkusuz kullanmadığımız da bile saf zeka biz olmaktan çıkar. Zekayı kullanmak nedir? Bizim bizzat zeka olmamızdır ve zeka olarak veya ona göre konuşmamızdır. Zeka bedenden ayrıdır. O, bize doğru eğilmez; yukarıya doğru baktığımızda ona doğru yönelen biziz.

Bu zekaya uygun davrandığımızda biz krallarız. Bu uygunluk iki tarzdadır: Ya, bize kazınmış yasalar gibi olan nitelikleri sayesinde onunla dolarız ya da onun varlığını görebiliriz ve hissedebiliriz. Bu vizyonla kendimizi görürüz; çünkü bütün geri kalanını görürüz.

O zaman kendinin bilgisinin iki anlamı vardır: Ruhun diskürsif düşüncesinin doğasını biliriz ya da diskürsif doğayı aşarız ve kendimizi zekaya uygun varlık olarak biliriz.


V. Öz-bilgi ve Düşünce

Öz-bilginin iki anlamı vardır: ya ruhun söylemsel (discursive) düşüncesinin doğasını biliriz ya da onu aşarak kendimizi akla uygun bir varlık olarak biliriz. Bu sayede kendimizi insandan daha fazlası olarak biliriz. Söylemsel akıl kendini aklın bir imajı olarak bilir; biz kendimizi ancak akıl haline gelerek bilebiliriz.

Peki akıl kendini başka bir parçası aracılığıyla mı görür? (bölüm 5, satır 1). Bu durumda bir gören ve bir görülen şey olacaktır; o zaman bu artık kendini görmek değildir. Eğer Aristoteles gibi gören ve görülen kısım arasında hiçbir fark olmadığını söylersek, bu itiraz eleştiri karşısında çöker: "Nasıl olur da tefekkür eden özne, kendini tefekkür edilen nesnede tanır, mademki kendisini tefekkür eden özne mertebesine koymuştur? Çünkü tefekkür eylemi tefekkür edilen nesnede mevcut değildir. Ya da eğer kendini biliyorsa, kendini tefekkür eden bir özne olarak değil, tefekkür edilen bir nesne olarak bilecektir; yani kendini tamamen bilmeyecektir. Gördüğü varlık tefekkür edilen bir varlıktır, tefekkür eden bir varlık değil; dolayısıyla gördüğü kendisi değil, başka biridir." (bölüm 5, satır 10-15). Plotinus, Aristoteles'in eylemin birliği olarak düşünülen tefekkür kavramını doğrudan eleştirir. Herhangi bir teori ikilik, hatta çokluk içerir: "Bu yüzden akıl, ötesindeki ilkeyi kavramak istediğinde çoklu hale gelir." (bölüm 11, satır 1).

Gerçek şu ki, hakikat, aklın ve akledilirlerin özdeşliğini içerir, ancak bu özdeşlik, düşünen varlığın kendisini düşündüğünü iddia etmek için yeterli midir? "Düşünce, aklediliri içerecek veya onunla aynı olacaktır, ancak henüz kendisini düşünen bir akıl olduğu görülmemektedir." (c.5, s.30-32). Plotinus evet diye yanıtlar, çünkü akledilir bir eylemdir. Eylemlerin ilki ve en güzeli akıl eylemidir. Bu akıl potansiyel değil, entelektüel eylemden de farklı değildir. Dolayısıyla eğer o bir eylemse ve özü de eylemiyse, eylemiyle bir olur. Bu özdeşlikten, aklın kendisini düşüneceği sonucuna varabiliriz. Kendi olan eylemi aracılığıyla, yine kendi olan aklediliri düşünecektir. Tamamen kendi aracılığıyla tamamen kendisini görür; bir parçasını başka bir parça aracılığıyla görmez.

Peki Aristoteles ile farkı nedir? O da aklın ve akledilirin bu özdeşliğini iddia etmiyor mu?

Plotinus, kendisini düşünen bu aklın, İyi'ye göre türetilmiş bir varlık olduğunu iddia ederken, Aristoteles'te İyi'nin kendisinin faaliyeti olduğunu söyler.

Aklın ötesinde bir ilke vardır ve bu ilke Bir veya İyi'dir. Tüm varlıkların geldiği ilke, bizzat bir varlık değildir.

Kendini düşünme, ancak İyi'den farklı bir varlıkta var olabilir. Bu varlık, İyi'nin bir imajı olduğu için düşünür. İyi'yi düşünerek kazara kendini düşünür.

Sadelik

Başka bir argüman, Bir'in sadeliğine dayanır: İlke basit ve ihtiyaçsızdır. (Bir ile basitliğin bu özdeşliği Aristoteles tarafından tartışılır: bkz. Metafizik Λ, 7, 1072a, s. 34: "Bir ve basit aynı değildir: Bir bir şeyin belirli bir ölçüsünü ifade ederken, basit şeyin kendisinin belirli bir durumunu ifade eder." Basit, kendi başına var olan şeydir. Basit, kendisinden başka hiçbir şeye bağlı değildir. Basit olmadan bileşik olamaz.

Çokluk kendini arar; kendini yoğunlaştırmaya, kendisi hakkında bütünsel bir algıya sahip olmaya çabalar. Oysa mutlak olarak bir olan, kendine yönelemez, çünkü bu yönelim, kendisiyle arasında bir boşluk, bir mesafe anlamına gelir. İlkinin bütünsel bir algıya ihtiyacı yoktur çünkü o basittir. Bu bütünsel algıdan üstün olan şey, aynı zamanda düşünceden de üstündür. Düşünme eylemi, ne varoluş sırasına göre ne de onur bakımından ilkel değildir: ikinci sırada yer alır (V, VI, 5). Düşünmek, İyi'ye doğru hareket etmek ve onu arzulamaktır. Görme arzusu görmeyi doğurduğu gibi, arzu da düşünceyi doğurur.

Elbette İyi bir eylemdir, ancak bu eylem düşünce değildir (V, VI, 6, s. 8). "Ayrıca, düşünce olsa bile düşünmezdi. Düşünen, düşünceye sahip olandır ve bu nedenle düşünen bir öznede iki şeyin olması gerekir; oysa düşüncenin kendisi bu iki şey değildir" (aynı yer, s. 8-11).

Kullanılan son argüman, düşünce, varlık ve yaşamın özdeşliğine dayanır. Varlıklar kendi başlarına, akledilir varlıklar olarak adlandırılır, çünkü onlar sadece kalıcı ve özdeş olmakla kalmaz, aynı zamanda kendi varlıklarının mükemmelliğine de sahiptirler. Öz, varlığın mükemmelliğidir. Varlığın mükemmelliğini tamamlayan şey düşünce ve yaşamdır. Dolayısıyla, gerçekten var olan şeyde hem varlık, hem düşünce hem de yaşam vardır. Bu yüzden düşünmek, çoklu olmaktır.

Dolayısıyla, sonuç, özün ötesinde olanın aynı zamanda düşüncenin de ötesinde olduğudur. Bu nedenle, kendisini bilmemesi saçma değildir; ancak o, diğer şeyleri de bilmez.

"Gerçekliğin en basiti, kendisi hakkında bir düşünceye sahip değildir. Eğer olsaydı, bir çokluk olurdu. Bu yüzden düşünmez ve o da düşünülmez" [46]. Bir, dile getirilemezdir. Onun ne olmadığını söyleriz [47].


B) Zamanın Hareketin Sayısı Olduğu Teorisinin Eleştirisi

1) Aristoteles'in Teorisi

Aristoteles, Fizik IV, 10'da zamanla ilgili bir dizi aporiyi (çıkmazı) ortaya koyar. Zamanı varlıklar arasına mı yoksa var olmayanlar arasına mı koymak gerekir? Bir dizi argüman onu var olmayanlar arasına koymaya yönelir. Bir yandan, o vardı ve artık değil, ve olacak ama henüz değil olduğu için, geçmiş ve gelecek gibi var olmayan şeylerden oluşmuş gibi görünür. Oysa var olmayanlardan oluşan bir şey var olamaz. Zaman, sürekli olduğu için bölünebilir ve dolayısıyla parçalardan (μέρη) oluşur. Metafizik Δ, 25'e göre "parça", öncelikle bir niceliğin bölünebildiği şey olarak söylenir. Farklı bir anlamda parça, bir bütünü ölçen şey olarak söylenir. O zaman aynı zorlukla karşılaşırız: zamanın parçaları, bazıları geçmiş ve diğerleri gelecektir, yani var değillerdir. Yine de zaman, gerçekten de bölünebilir bir sürekliliktir.

Öte yandan, zaman anlardan oluşmaz; bu, yaygın sezgiye aykırıdır. An, geçmiş ve gelecek arasındaki bir sınır olduğu için, her zaman kendisinin önündedir, kendi başına bir varlığı yoktur, her zaman kendisinden farklıdır. Anlar bir arada var olamaz, çünkü şu anda var olmayan, ancak var olmuş olanın yok olması gerekir; ne de yok edilebilir, çünkü onlar vardır. Anların birbirleriyle sürekliliği mümkün olamaz, çünkü süreklilik, iki şeyin dokunduğu sınırların tek ve aynı şey olduğu zaman söz konusudur (Fizik, V, 3, 227a, s. 11-12). Sürekli, bitişik olanla aynı türdendir. Ancak anların sürekli olmaması bir sorundur: hareketlerinde birbirlerine dokunmazlar mı, mademki birinin sınırı diğerinin sınırına dokunur? Aristoteles bu çözümü benimseyecektir.

Zaman ayrıca bir hareket ve değişim gibi görünür. Oysa değişim ve hareket yalnızca değişen şeyin içindedir, oysa zaman her yerdedir ve her şeyin içindedir. Ayrıca değişimler az ya da çok hızlıdır; bu nitelikler zamana uygulanamaz.

Ancak, zaman değişim olmadan var olmaz. Ne hareketin kendisidir ne de hareket olmadan vardır (219a, 1. 25). Hareketi algılayarak zamanı algılarız. "Nitekim, düşüncemizde bir değişiklik yaşamadığımızda veya onları fark etmediğimizde, zamanın geçtiği bize görünmez [...] Dolayısıyla, eğer an farklı değil de aynı ve tek olsaydı, zaman olmazdı; aynı şekilde, değişimi fark edilmediğinde, arada bir zaman olduğu da görünmez. Bu nedenle, eğer zamanın aktığını düşünmediğimizde, hiçbir değişikliği belirlemediğimizde ve ruh tek ve bölünmez bir durumda kalıyor gibi göründüğünde, tam tersine, hissettiğimizde ve belirlediğimizde zamanın geçtiğini söylediğimizde, hareket ve değişim olmadan zamanın olmadığı anlaşılır." [48] Aristoteles'in vardığı sonuç bir yanlış çıkarım değil midir, çünkü o, zamanın öznel bir kavramına dayanıyor gibi görünmektedir. Zamanın var olması için bir değişimin algılanması gerekir, kendi içinde bir değişimin olması değil. Aslında bu değişim ruhun içinde meydana gelmelidir, bu yüzden zamanın "hareketin bir şeyi" olduğu sonucuna varabilir.

Aristoteles, bu öznel zamandan nesnel bir zamana geçecektir. Hareketin doğası, ve özellikle tüm hareketlerin paradigması olan yerel hareket, aracı olarak hizmet edecektir.

Model olarak hizmet eden şey büyüklük, yani bir uzay aralığıdır. Uzay süreklidir, dolayısıyla zaman da süreklidir. Öncelik ve sonralık, öncelikle uzayın, mekanın belirleyicileridir. Onları zamana benzetmeyle uygulayabiliriz. Zihinle iki anı, önceki ve sonraki anı ve ikisi arasındaki bir aralığı ayırt ettiğimizde, buna bir zaman deriz [49].

Bu tanımdan Aristoteles, zamanın, önceki ve sonraki'ye göre hareketin sayısı olduğu sonucunu çıkarır. Dolayısıyla zaman, bir tür sayıdır [50]. Ancak sayı iki şekilde anlaşılır: sayılan ve sayılabilir olarak ve sayma aracı olarak. Zaman, sayılan, yani sayılan şeydir, sayma aracı değil.

Zaman hangi hareketin sayısıdır? Düzgün dairesel hareketten bahsedilir. "Bu yüzden zaman, kürenin hareketi gibi görünür, çünkü diğer hareketleri ve zamanı ölçen bu harekettir" [51]. Dolayısıyla zamanın bir döngüsü vardır.

Plotinus'un eleştirisi birkaç noktaya odaklanacaktır: zaman sayı değildir. Zaman öznel değildir. Aristoteles zamanı uzay modeline göre kavrar.

2) Plotinus'un Eleştirisi

Platon'un Timaios, 37a'daki tezini ele alan Plotinus, zamanın sonsuzluğun hareketli bir imajı olduğunu iddia eder. Sonsuzluk akledilir öz müdür? Ancak, sonsuzluk sıfatı akledilir varlıklar için söylendiğinden, sonsuzluğun akledilir doğadan başka bir şey olduğunu söylemek gerekir, çünkü onu kapsar. Sonsuzluk, ne vardı ne de olacak, sadece var olan olarak söylenebilecek bir varlıktır. "Her zaman var olan" (ἀεὶ ὄντος) kelimesinden gelen sonsuzluk (αἰών), sonsuz yaşamdır; hiçbir şey kaybetmeyen toplam bir yaşamdır [52].

Zamanın kalbinde sonsuzluk deneyimimiz olduğu için onun doğasını incelemeliyiz. Plotinus, Aristoteles'inki de dahil olmak üzere zamanın doğası hakkındaki çeşitli görüşleri aktarır: "Bu filozoflara göre zaman ya bir harekettir ya da hareketli bir şeydir ya da harekete ait olan bir şeydir. [...] Onu bir hareket olarak görenler, bazıları onun herhangi bir türden bir hareket olduğunu, diğerleri ise evrenin hareketi olduğunu söyler. Onu hareketli bir şey olarak görenler, onun evrenin küresi olduğunu söylerler. Son olarak, onun harekete ait bir şey olduğunu düşünenler, bazıları onun hareketin aralığı olduğunu, diğerleri onun ölçüsü olduğunu, diğerleri ise bir refakatçi olduğunu savunur; dahası, bazen tüm hareketlere, bazen de sadece düzenli harekete ait olduğu söylenir" [53].

Plotinus'un cevabı açıktır: "zaman hareket olamaz", çünkü hareket her zaman zamanın içindedir. Ayrıca, hareket durabilir veya aralıklarla gerçekleşebilir, oysa zaman duramaz. Zaman, hareketin aralığı da değildir, çünkü tüm hareketlerin aynı aralığı yoktur; yerel hareketler az ya da çok hızlı olabilir. İki hareketin boyutlarının ortak bir ölçü birimi vardır ve bu ölçü birimine zaman demek uygundur. Ancak hareketlerin çokluğu, ortak ölçünün ne olduğunu sorgulamaya neden olur (Plotinus burada Fizik'in aporilerini ele alır). Ancak eğer bu aralık evrenin hareketindeyse, önceki itiraza geri döneriz. Ama eğer bu aralık belirli bir uzunluğu ölçüyorsa, o artık zaman değil, uzaydır (τόπος) [54]. Zaman o zaman hareketin sayısı olarak görünür.

Plotinus, Aristoteles'in tezine doğrudan bölüm 9'da saldırır. Plotinus, Aristoteles'in itirazlarını kendi hesabına alır. Eğer herhangi bir hareketi aynı ölçü veya aynı sayı ile değerlendirirsek, zaman olan bu sayı veya bu ölçü, atları veya öküzleri eşit olarak ölçen on sayısı gibi olacaktır. Ancak burada neyi ölçtüğünü söylerken, bu ölçünün ne olduğunu söylemiyoruz. Sayıyı, saydığı şeyden bağımsız olarak nasıl düşünebiliriz? Ölçü, ölçtüğü şeyden bağımsız olarak kendi doğasına sahiptir. Eğer zaman bir ölçüyse, durum aynıdır. Eğer o bir sayıysa, herhangi bir sayıdan ne farkı vardır?

Eğer zamanın hareketi önceki ve sonraki'ye göre ölçtüğünü söylersek, bu sayının ne olduğunu hala söylemiş olmayız. Ancak önceki, şimdiki anda biten zaman, sonraki ise şimdiki anda başlayan zaman olduğundan, ölçen sayı henüz zaman değildir.

Son olarak, zamanın var olduğunu söylemek için neden bir sayının müdahalesine ihtiyaç duyulur? Bu, bir büyüklüğün, onu ölçen biri yoksa belirsiz kalacağı anlamına gelir. Bu, zamanın düşünce tarafından üretildiği anlamına mı gelir? Hayır, var olması için ölçülmesine gerek yoktur: "Bir şey, biz onu ölçmesek bile kendi süresine sahiptir."

Plotinus'un tezi, zamanın sonsuzluğun hareketli bir imajı olduğudur. Zaman, üçüncü hipostaz, yani duyusal şeylere yönelen Ruh tarafından üretilir. Ruh, evreni üretirken zamanı da üretir: "Evren, zamanın kendisi olan ve zamanın içinde olan bir eylemle üretilir" [55]. Ruh, eylemlerini ardı ardına üretir. Zaman, bir düşüş, bir dağılımdır. O, Ruh'un yaşamıdır. Özdeşlik, kalıcılık, tekdüzelik yerine, değişim ve her zaman farklı olan faaliyet; bölünmezlik ve birlik yerine, onun imajı olan, sürekli içinde olan bir; bütün olan bir sonsuzluk yerine, sonsuza kadar durmaksızın bir ilerleme.

Biz zamanı ölçeriz ve zamanın kendisi ölçü değildir. Eğer o ölçü olsaydı, kendisini nasıl ölçebilirdi? O, kendisi bir ölçü olmadan sadece ölçmek için vardır. Ölçü olması tesadüfidir. Zaman, güneşin devrimi tarafından ölçülür, yani tezahür eder, ancak bu devrim tarafından üretilmez. Hareketin ölçüsü, belirli bir hareketle ölçülen aralıktır.


Sonuç

İki filozofun eleştirel karşılaştırması, onların düşüncelerini daha iyi aydınlatır, çünkü tamamen bir sistemin içinde gezindiğimizde gizlenmesi muhtemel olan aporileri, zorlukları vurgular. Bu yöntem verimli görünmektedir, çünkü bir filozofun düşüncesi ex nihilo (hiç yoktan) doğmaz, bir çatışma, bir "aşk dolu mücadeledir". Her seferinde, yorumbilimsel bir bakış açısıyla, açıkça belirtilmiş veya belirtilmemiş düşmanı belirlemek gerekir.

[39] Métaphysique, Λ, 7, 1072b, l. 1-3

[40] Brague, op. cit., p. 444

[41] De Anima, 429a, l. 13 et sq.

[42] Métaphysique Δ, l. 18

[43] V, VI, 2, l. 2

[44] Ibid. l. 2-4

[45] Ibid., l. 16

[46] V, III, 13, l. 35-37

[47] V, III, 14, l. 6-7

[48] 218b, l. 21-35

[49] 219a, l. 25

[50] 219b, l. 5

[51] 223b, l. 21

[52] III, VII, 6, l. 25

[53] III, VII, 7, l. 18-27

[54] III, VII, 8, l. 35

[55] III, VII, 12, , l. 22-23

 



* Bu makale yazarın internette, www.ac-reunion.fr/pedagogie/philo/PlotcritAr.htm, adresinde yayınlanan çalışmasının tam çevirisidir.

[1] Ennéades V, 1, 8, l.10-14.

[2] VI, I à III.

[3] III, VII.

[4] III, VIII.

[5] V, III, 11, l.29-31.

[6] Métaphysique, H, 1042a, l. 5

[7] Métaphysique, Z, 2, 1028b

[8] Physique, V, 224b, l. 28-29

 

[9] Physique V, 225a, l. 7-8

[10] Ibid., 225a, l. 26 et 31, 225b, l. 1

[11] Ibid., 225b, l. 10

 

[12] Métaphysique Λ, 2, 1069b, l. 9

[13] Métaphysique K, 9, 1065b, l. 15 et Physique, III, 200b, l. 10-11

[14] Métaphysique Δ, 12, 1019a, l. 15 et  Θ, 1, 1046a, l. 10

 

[15] Métaphysique Θ, 1, 1046a, l. 12

[16] Métaphysique,  6, 1048a, l. 32

 

[17] loc. cit.

[18] Métaphysique, a, l. 20 sqq.

 

[19] Ibidem, 1050a, l. 10

[20]Idem, Θ, 6, 1048b, l. 18-35

[21] Cf. Pierre Aubenque, Le problème de l’être chez Aristote, Paris, PUF, 5e édition, 1983, p. 455

 

[22] Contra, Aubenque, op. cit., p. 440

[23] Ethique à Nicomaque, 1174a, l. 17-19.

[24] Physique, III, 1, 201a, l. 29 sqq.

[25] Ibid.

[26] Ibidem, 255 a 1

[27] Physique, VIII, V, 256 a sat 13 vd.

[28] Ibidem, 22-35. sat.

[29] Ibidem., 256 b 15-20. sat.

[30] Physique, VI, 231 a 4. sat.

[31] Métaphysique, L 7, 1071b, l. 5 I

[32] Physique, VIII, 1, 251a, sat. 16.

[33] Idem, 251b, l. 19.

[34] Idem, 251b, l. 21

[35] Rémi Brague, Aristote et la question du monde, Paris, PUF, 1988, p. 396

[36] Ibid.

[37] Physique, VIII,8, 261b, 27-28

[38] Métaphysique, L, 6, 1071b, l. 1

[39] Physique, VIII, l. 10, 267b, l. 17

[40] Brague, op. cit., p. 433

[41] Métaphysique, Λ, 7, 1072b, l. 1-3

[42] Ibid.

[43] Aristoteles Ruh üzerine, çev. Zeki Özcan, Alfa Yayınevi 429a, l. 13 et sq.

[44] V, VI, 2, l. 2.

[45] Ibid. l. 2-4

[46] Ibid., l. 16