18 Nisan 2024 Perşembe

HINTIKKA'NIN STRATEJİK ANLAM TEORİSİ

 

HİNTİKKA’NIN STRATEJİK ANLAM TEORİSİ

Dil felsefesinin öncelikli problemlerinden biri de anlamdır. Anlam iletişim, bildirim ve yaptırım sözcelerinin içeriğidir. Her sözcenin söylenme ve ifade amacıdır. Bu konuda filozoflar arasında farklılık yoktur. Farklı olan, görüş ileri süren filozofların anlam konusunda dikkat çektikleri özel durumlar yani nüanslardır. Bu farklılıkların ötesinde dil filozoflarının hepsinin uylaştıkları noktalar da vardır. Bu uylaşımsal hususları dikkate aldığımızda diyebiliriz ki, bir anlam, sözcelerin ifade ettikleri şeydir; sözceler ise olguları dünyaya, adları nesnelere yüklemleri niteliklere bağlar; dilin ve sözdizimin kurallarına uygundur.

Sözlerimize başlarken şunu önemle belirtelim Searle’ün anlam teorisi için Austin’in performatif anlam teorisi ne ise Hintikka’ın yineleyici yani tanımlarla sınırlı  olmayan stratejik anlam teorisi için de Wittgenstein'ın dil oyunları teorisi odur.

Dil Oyunları

Hintikka, aşağıda göreceğimiz gibi Wittgenstein'ın aşkın anlamda yorumladığı dil oyunları teorisinden esinlenerek bir anlam teorisi oluşturur; bu teorisine de “oyunlar semantiği” adını verir.  Filozof dil oyunları kavramı sayesinde, anlam teorisini "matematiksel oyun teorisi" ile karşılaştırır. Hintikka bunu yaparken  Wittgenstein’ın teorisini sadece yeniden ele almaz, Wittgenstein’ı yeniden okur. Onu aşmak için yeniden yorumlar. Hintikka Wittgenstein’ı öyle yorumlar ki, Danimarkalı filozof,  sanki Wittgenstein’ı Wittgenstein’dan da iyi anlamış gibi   bir izlenim uyandırır.

Hintikka’ya göre dil oyunları, özellikle niceleyicilerin ve özellikle  doğruluk kavramının yorumunu destekler. Filozof dil oyunlarının doğasını biçimsel dille ortaya koyar.

Hintikka’nın görüşlerini anlayabilmek için dil oyunlarının temel özelliklerini görelim.

A . Dil oyunları pek çoktur. Tamamlanmış anlamı olan tek bir dil oyunu yoktur. Onları belirleyen faktörler vardır. Örneğin “Musa var olmadı.” (Felsefi Soruşturmalar §79) dil oyununu alalım. Bunun tüm zamanlar ve herkes için değişmez bir anlamı olamaz. Bu cümlenin pek çok anlamı olabilir. Cümle örneğin “Musa Mısır'da yaşamadı.”, “Yahudiler Kızıldeniz'den geçerken başlarında Musa diye biri yoktu.” anlamlarına gelebilir. Anlam bağlamlara göre değişir.

B. Dil teorik değil pratik araçtır. İnsan etkinliği dilden ayrılamaz. Dil oyunları öğrenilir. Dili öğrenmek hem dilin fonksiyonunu hem de hayat biçimini öğrenmektir.

C. Dili öğrenmek öğreten kişinin etkinliklerini öğrenmek ve bu etkinlikleri doğru olarak gerçekleştirmektir. Anlamı öğrenmek zihinsel bir etkinliği öğrenmek değildir.

D. Kelimelerin pek çok kullanımları vardır; fakat bir bağlamda anlamlardan biri sadece geçerlidir.

Burada şunu sorabiliriz: Hintikka’nın oyun kavramıyla Wittgenstein’ın oyun kavramı arasında ne gibi ilişki vardır? Hintikka entelektüel otobiyografisinde Wittgenstein’ın dil oyunları düşüncesinin kendisine bir noktaya kadar ilham kaynağı olduğunu kabul eder. Hintikka’ya göre göre dil oyunlarının kesin sınırları çizilemez ve açık bir tanımı yapılamaz.

Kuşkusuz her olgu durumuna aynı derecede dikkat edilmez. Kimi olgu durumları gerekli dikkati çekmeyebilir. O zaman  dikkat edilmeyen durumlar uygun ve doğru sözcelerle ifade edilmeyebilir. Dil felsefesi açsısından bu tür olgularla ilgili problem şudur:  Kimi olgu durumlarına ilişkin sözceler pek iyi ifade edilmemiştir. Anlamla ilgili temel sorunlardan biri de şudur: Dikkat edilmemiş olgu durumlarına ilişkin sözceleri önce belirlemek, ardından örneğin belirli betimler, katı belirticiler, söz edimleri, dil oyunları gibi sınıflara ayırmaktır ya da kategorize etmektir  ve son olarak da bu sözceleri analiz etmektir.  Bu kategoriler dilde keşif içinde keşiflerdir. Kısaca söylersek dil filozofunu özgün ve önemli yapan şey, anlama ilişkin özel keşifleridir. Hintikka da dil felsefesini domine eden filozoflardan biridir; onun da anlam konusunda özgün görüşleri vardır. Peki Hintikka’nın anlama ilişkin düşünceleri nelerdir? Şimdi bu satırlarda soruyu cevaplamaya çalışalım.

Hintikka'nın anlam teorisine göre, çeşitli anlam bağlamları uyuşturulabilir. Bu da bağlamı rasyonelleştirmedir. Bunun için anlamı mümkün dünyalarda (olgu durumlarında)  düşünmelidir. Bağlamı rasyonelleştirme Searle'ün yaklaşımından oldukça farklıdır.  Searle, Austin’in tanımladığı şekliyle edimsöz edimlerinden hareketle bir anlam teorisi oluşturmaya çalıştı; Searle’ün anlam teorisi "performatif sözcelerin biçimsel mantık" görünümünde, kümeler teorisiydi. Searle ifade edilebilirlik ilkesini kabul eder yani söylemin amacını ifadesiyle sınırlandırır. Ona göre anlam ifadelerde ne eksik ne fazla dile getirilmiştir; söylenende, bildirilen dışında bir anlam yoktur. Ayrıca Searle söz edimlerini birkaç spesifik türe indirgeyerek anlamın bağlamsal özelliklerini basitleştirir. Oysa Hintikka bağlamsal özellikleri tamamen korur. Ancak bunları bu şekilde analiz etmek yerine, genel bir anlam teorisi oluşturmaya hizmet edecek aşkın ve çapraz dil kavramlarına dahil eder. Bu kavramlar oyunlar semantiğinin ögeleridir.

Hintikka’ya göre her semantik Wittgenstein’ın Tractatus’taki terimlerle betimlediği dilin özelliğini açıklayabilmelidir. Wittgenstein bu kitabında şöyle diyordu: “Bir önerme yeni bir ifadenin anlamını eski ifadelerle ilişkilendirmelidir.” Pek çok semantikçi bu koşulu yerine getirmek için bileşimsellik ilkesini kabul etti. Bu ilke şuydu: Bütünün anlamı bölümlerin anlamına bütünü oluşturacak şekilde bağlıdır. Bu ilkeye göre oluşturulmuş bir semantikte bütünün anlamı bölümlerin anlamından hareketle oluşturulmuştur. Böyle bir semantiğin hareketi içeriden dışarıya doğrudur. Bu yöntemi önce Tarski biçimsel dillere; sonra Montague gündelik dilin bölümlerine uyguladı. Hintikka’nın oyunlar semantiği bileşimsellik ilkesiyle taban tabana zıttır. Hintikka oyuna dayalı kendi semantiğiyle Tarski semantiğini karşılaştırarak bu konuda ısrar eder. Oyunlar semantiğinde bileşik cümleden hareket ederiz. Bileşik cümlenin yerine daha basit bir cümle koyarız. Diğer deyişle oyunlar semantiği dışarıdan içeriye doğru hareket eder. Hintikka’yı bileşimsel semantiğin yerine oyunlar semantiğini koymaya yönelten nedenlerden biri cümleler sınıfının varlığıdır. Şöyle bir cümle düşünelim: “Trende rastladığı adam bana şapkasını sattı.” Burada iyelik zamiri kuşkusuz trende rastladığım adama gönderir. Bileşimsel semantik bunu kolayca açıklar. Fakat bundan önce söylediğim şöyle bir cümleyi düşünelim: “Elvis Presley’in hatıra eşyalarının koleksiyonunu yapıyorum.” Ve bu cümle o zaman şöyle olsun: “Elvis Presley’in anı eşyalarının koleksiyonun yapıyorum. Trende rastladığım adam bana şapkasını sattı.” Burada açıktır ki, iyelik zamiri artık trende rastladığım adama değil; fakat Elvis Presley’e gönderir. İyi bir yorum yapmak için cümleyi tek bir cümle değil; bileşik cümle gibi görmek, dışarıdan içeriye doğru hareket etmek gerekir. Bu tür durumlar Hintikka’ya şunu esinledi: Bir bileşik cümlede bir mülkiyet zamirinin kiminle ilintili olduğunu söylemek stratejik bir tercihle belirlenir. Hintikka dilde yaratıcılığın kaynağını araştırmaz; fakat dili belli bir amaca yönelmiş bir etkinlik gibi kabul eder. Bu durum ona, basit birleştirici bir etkiden daha çok güçlü hassas bir yaratıcılığı kabul etme imkânı verir.[1]

Hintikka’ya göre dilin kullanımı erekli süreçlerdir. Bu süreçleri de rasyonalitenin genel ilkeleri yönetir. Stratejik kurallar  oyuna benzeyen bir süreci yönetir, bu kurallar sayesinde dil stratejik paradigmaya göre incelenebilir. Kuşkusuz rasyonaliteye ilişkin genel bir teori sadece bir ütopyadır. Hintikka’ya göre yine de oyunlar teorisi altında bilinen, kısmi teori amaçlarına ulaşmak için yeterlidir. Oyunlar teorisinin yararı sadece erekli kurallar belirlemekle sınırlanamaz. Bu teori stratejileri incelemede çok önemlidir. Erekli paradigmadan hareketle oluşturulan bir dil teorisi stratejilere dayanmalıdır. Bu durum  Hintikka’nın dil anlayışının Oxford filozoflarından ne kadar farklı olduğunu gösterecektir.

Ona göre Oxford filozofları dilde iletişim süreçlerine dikkat çekerler; dili temel lengüistik anlam fenomenlerini taşıyan araç gibi görürler. Hintikka sonra şunu ekler:  Grice’a göre dil,  diğer Oxfordlulardan farklı olarak sadece bir iletişim değil, erekli bir iletişim sürecidir. İngiliz filozof hayran olunacak bir açıklıkla ifade etmiştir.[2]

Hintikka'ya göre iletişim teorisi genel rasyonalite teorisinin içinde yer alır; temeli de referans kavramıdır. Gündelik dil filozoflarında önermeler stratejik olamayan bir özellik taşır. Bu yüzden güçlü bir dil teorisi ortaya koymaya izin vermez, gündelik dil filozoflarının dil teorisi kurallar paradigmasıdır.

Hintikka pek çok alanda verimli olduğu anlaşılan hem kurallarla hem de anlamla ilgili iki ana ve bunlara ait iki alt paradigma kabul eder. Bunlar: 

I. Kurallar paradigması:

A. Tanım kuralları paradigması

B. Stratejik kurallar paradigmasıdır.

II. Anlam paradigması: Bunlar

A Yinelemeci paradigma

B. Stratejik Oyunlar paradigmasıdır.

Şimdi bunları sırasıyla görelim.

 

A.    Tanım Kuralları Paradigması

 

 

A. Tanım kuralları Paradigması:

Tanım kuralları yineleyici kurallardır; bir sözceyi iyi biçimlendirmek için meşru iç bağlantıları belirtir; anlam araştırmalarını frenler; tümdengelimsel bir kanıtı nasıl kullanacağımıza dair hiçbir şey söylemez.[3]

Hintikka’da yineleyici tanım kuralları Searle’de oluşturucu kurallardır.

Tanım kurallarına niçin bu ad verilir? Hintikka demektedir ki,

Tanım kuralları oyunu oluşturdukları için böyle nitelenmişlerdir. Onlar bu özel oyunda meşru hamlelerin neler olduklarını size söyler.[4]

B. Stratejik kurallar paradigması

Stratejik kurallara gelince; bunlar tanım kurallarının bilgisine karşıttır; anlamın yaratıcı ögeleridir.  Tanım kuralları stratejik krallara hiçbir etki yapmaz. Bu oyun en iyi nasıl oynanır? Örneğin kazanmak için en iyi stratejiler nelerdir? Bunları stratejik kurallar söyler.[5] Aşağıda göreceğimiz gibi, tanım kuralları ve stratejik kurallar karşıtlığı gerçekte yineleyici paradigmayı stratejik paradigmadan ayıran kişiye bağlıdır. Kural terimi belirsiz değilse kişi, yineleyici paradigmayı değil; kuralların yönettikleri paradigmayı kullanır.[6]

Stratejik kurallar sözcenin biçimsel yapısına değil; fakat kullanımın iç ve akla uygun imkanlarına dayanır.  Satranç oynarken tanım kuralları ihlal edilirse, satranç oynanamaz. Tanım kuralları oyunu belirler. Fakat iyi bir oyuncu olmak için daha fazla bir şey gerekir. Satrançta iyi veya kötü hamle nedir?  Oyuncu bunu bilmelidir. Bunu bilmek bir stratejiye sahip olmaktır. Strateji kavramı gündelik zamirlerin kullanımına ilişkin semantiği aydınlatabilir.

Bu kurallar Hintikka’nın stratejik oyun kurallarının karşılığı ise Searle’de normatif kurallardır. Stratejik kurallar lengüistik ifadelerin ya da söz edimlerinin çeşitli kullanım tarzlarıdır.

Bu paradigma lengüistik teoride gerçek birlikleri oluşturur. Wittgenstein'a göre kuralların ötesine geçemeyiz; çünkü öte yoktur. Dilde prototip fenomenler diye görebileceğimiz bir temeli araştırmak boşunadır. Dil oyunları örneğin emir vermek, rapor yazmak, satranç, oynamak gibi uygulamalardan ve kullanımlardan ibarettir. Hintikka'ya göre Wittgenstein'ın kuralların hegemonyası altındadır, bu da kapsamlı bir teorisi ortaya koymasını engellemiştir.

Kurallar paradigmalarına ilişkin bu açıklamalarımız yeterlidir. Şimdi anlam paradigmalarını görelim. İlk önce yineleyici paradigmayı açıklayalım.

 

Anlam Paradigmaları

 

Yineleyici paradigma

Hintikka’ya göre bu, dile dair güncel yaklaşımlara hakimdir; mantıktaki farklı oyun anlayışlarında belirleyicidir. Bunun nedeni Kuhncu anlamda bir paradigma olmasıdır. Yineleyici paradigmaya göre dil, kurallarla yönetilen bir süreçtir; dilin işleyişine dair tümdengelimli mantıksal akıl yürütmedir. Bu paradigma  matematiksel olarak biçimlendirilebilir kuralları belirler.

Yineleyici paradigma anlamı belirlemede kullanılamaz; çünkü yineleyici paradigmaya göre anlam, söylemi biçimsel olarak nasıl oluşturabileceğimizi yani sözcelerin biçimsel kurallarını bilmeyi gerektirir. Bu ise Hintikka’ya göre mantıksal akıl yürütme oyununu bilmemektir.

Yineleyici paradigma hem oluşturulan teorilerin biçimini yönetir hem de teorik bir açıklama olabilmek için önemli oldukları varsayılan fenomenler arasından seçim yapar.

Hintikka Fondements d' une theorie du langage adlı kitabında bunları ifade ettikten sonra Chomsky'nin yineleyici paradigmaya dair tezini değerlendirir. Hintikka'ya göre Chomsky'nin türetici grameri bir yineleyici paradigmadır. Chomsky'ye göre dilde yaratıcılığın kaynağı  ayrık birliklerdir;  yineleyici kurallar bu ayrık biçimleri yönetir. Fakat Chomsky’de kural kavramı yeterince açık değildir; bu belirsizliğin sonuçları önemlidir. Belirsizlik kural kavramına yüklenen anlamın kapalı olmasından kaynaklanır ve stratejik paradigma sayesinde giderilebilir. Bir başka yetersizlik örneği de Frege'nin,  bileşimsellik ilkesidir.

Hintikka'ya göre Frege’nin bu ilkesi  de stratejik paradigmayla karşılaştırıldığında yetersizdir. Çünkü bu paradigmaya karşıt pek çok örnek vardır. Bu karşıt örnekler mantıksal açıdan çelişkilidir. Örneğin "Herkes milyoner olabilir " herkes milyoner olabilirse doğrudur. cümlesi gibi. Oysa bu Sözce açıkça yanlıştır. [7]  

Yineleyici tanıma göre mantıksal çıkarımın biçimsel kurallarının hepsi formüle edilebilir. Tüm mantıksal doğruların bir sayım dökümü yapılabilir. Çünkü tüm kurallar yineleyici türdedir.

Türetici gramer yineleyici paradigmanın etkin olma biçiminin en somut örneğidir. Türetici gramerde sözdizimsel teori yineleyici kuralların bir bütünüdür; bu kuralların bir dilin kabul edilebilir ve iyi biçimlendirilmiş cümlelerini türetebildiği kabul edilir.

Yineleyici paradigmaya ilişkin bu açıklamaların yeterli olduğunu düşünüyoruz. Şimdi Hintikka’nın özgün görüşleriyle açıkladığı bir başka ve önemli  paradigmayı stratejik paradigmayı görelim.

Stratejik paradigma

Hintikka Stratejik paradigmayı yineleyici paradigmanın yetersizliklerini aşmak için kabul etmiştir. Lengüistik ifadeler nedir ve nasıl oluşturulmuştur? Bunu bilmek için yineleyici paradigma yeterlidir. Ancak bunları bilmek anlam analizi için yeterli değildir. Ayrıca ve özellikle kullanıldıkları durumları da bilmelidir. Oysa yineleyici paradigma bunu söyleyemez. Anlam ancak yineleyici paradigmaya karşıt stratejik paradigmayla analiz edilebilir.

Hintikka’nın “stratejik” paradigması ve “yineleyici” paradigmanın ayrımın temeli onları belirleyen ve dayandıkları kuralların farklı doğada olmalarıdır. “Yineleyici” paradigmada anlam analizi gerçekte tanım kurallarına dayanırken, “stratejik” paradigmada stratejik kurallara dayanmaktadır.

Stratejik paradigma, dil teorisi ve mantığın temelleri konusunda son yıllarda yaygın biçimde kullanılmaktadır. Hintikka’ya göre bu, kaçınılmazdır.[8]

 

Yineleyici paradigmadan uzaklaşmalıdır; çünkü anlamı söylemin biçimsel yapısına ilişkin tek bilgiyle yani söylemin ifadelerini oluşturan biçimsel kurallarla sınırlar. Üstelik bu durum, mantıksal akıl yürütme oyununu yanlış anlamaya yol açar. Bu yanlış anlama da şunu gözden kaçırır: Tanım kurallarını temel yaptığımızda “tümdengelimli” akıl yürütmemizi ve düşünmemiz konusunda açık bir bilgimiz olamaz. Tanım kurallarının kendileri anlam analizinde temel olamadıkları gibi bu kurallara temel aramak da çılgıncadır. Tümdengelimli akıl yürütmeyi sadece stratejik kurallar yönetebilir.  Öte yandan biçimsel mantık  “tüm mantıksal doğruları”  yineleyici tarzda ifade etmek için biçimsel mantığın  çıkarım kurallarının tam bir dizisini formüle etme olasılığına duyulan  inançtan  ibarettir. [9]

Böyle bir inanış, tüm kuralların yineleyici tipte olduğunu öne sürer, ancak durum böyle değildir; tüm kurallar yineleyici olamaz. İfadelerin semantiğini yöneten kurallar stratejik tiptedir.

Anlamın doğruluğu benim için oyunlar teorisindeki anlamda kazanan bir stratejinin varlığıdır; yanlışlığı ise oyunda kaybetmektir. [10]

Hintikka’nın stratejik anlam teorisi Von Neumann tarafından hazırlanan oyunlara ilişkin matematik teoriye dayanır. Hintikka bunu şu ifadelerle ortaya koyar:

Oyunlar semantiği anlamın lengüistik, felsefi ve mantıksal analizine bir yaklaşımdır (…) Bu yaklaşımı ilham eden, Wittgenstein’ın dil oyunlarıdır (…) Ben Wittgenstein’ı izlemekle yetinmedim; onun tezlerinin mümkün sonuçlarını dikkate aldım ve Wittgenstein’ın anlamın oluşturucu ögeleri diye nitelemekle yetindiği dil oyunlarını oyunlar matematik teorisinin yaptım. Oyunlar teorisini lengüistik ve mantıksal ifadelerin anlaşılmasına uyguladım.[11]

Stratejik kurallar gerçekte bir oyunda iki muhayyel kişinin, konuşanın ve dinleyenin tutumlarını belirler.

Stratejik paradigma tanım kurallarını yineleme değildir, stratejik kuralları uygulanmadır. Bu kuralları uygulamadan sadece genel dil bağlamında  söz edebiliriz.

Oyunu oluşturan tanım kuralları ile “bu oyunun nasıl iyi oynanacağını söyleyen” stratejik kurallar arasındaki karışıklık ancak dil oyunları sayesinde giderilebilir.

Şu ya da bu tür kuralı seçmenin temelinde şu sorular vardır: Söz edimlerinde anlamın yaratıcı ögesini belirleyen nedir? Yaratıcı öge iç sürece mi yoksa dış sürece mi bağlıdır? Diğer deyişle bu öge kullanımlarında içkin biçimsel kurallara mı ya da tersine kullanımlarında içkin pratik modaliteleri belirleyen pragmatik kurallara mı dayanır?

Bunlara cevap olarak Hintikka şunu ileri sürer: Tanım kurallarını  bildiğimizde değil; onlara hakim olduğumuzda anlamın gerçekten yaratıcı ögesi ortaya çıkar.[12] Diğer deyişle, ifadelerin (veya söz edimlerinin) anlamı, uylaşımsal anlamlarından çok, çeşitli durumlarda kullanılma biçimlerine bağlıdır.

Oyunlar semantiğinin bu oldukça basitleştirilmiş ifadesi daha çok kuralların stratejik doğasına dayanır; dilin yorumlanmış sembollerinden hareket ettiği ölçüde dil dışı bir sürece bağlıdır. Kurallar, sözceleri a posteriori belirler, çünkü kurallar, dil dışındaki bir becerinin göstergesidir; bu beceriyle oyuncu, sözcelerde kendini ifade eder; muhayyel muhatabı bu sözceleri yalanlayamaz. Yalanlanamaz sözceler sayesinde, sözcelerin doğruluğuna ilişkin bir algıya sahip olabiliriz; sahip olduğumuz bu algı yineleyici paradigmadaki algıdan tümüyle farklıdır. Bir sözce sadece var olan bir olguya ve özellikle ve oyunda her mümkün yanlışlamaya direnen olguya referansla doğrudur. Bu demektir ki, bir sözce oyunda kazanan bir stratejiyi mümkün kıldığı ölçüde doğrudur. Hintikka bunu şöyle açıklar:

Strateji derken, oyuncuya oyun sırasında oluşabilecek her durumda hangi hamleyi yapacağını söyleyen bir kuralı veya fonksiyonu kastediyorum. Her oyuncunun stratejisi bir defa belirlendikten sonra oyunun tüm gidişatı ve dolayısıyla sonucu, kesin olarak belirlenmektedir. Belirli bir oyuncu için kazanma stratejisi, rakiplerinin izlediği stratejilerden bağımsız olarak onu kazanmaya yönlendiren stratejidir. Diyebiliriz ki, bir D dilinin C cümlesi sadece ve sadece oyunda benim için kazandıran bir strateji varsa doğrudur ve oyunda sadece doğa için kazanan bir strateji varsa yanlıştır.[13]

Bu şekilde bir sözce, oyunda hem bir hamleye işaret ettiği hem de yanlışlanamadığı için doğrudur.

Bundan, sözcelerin, literal ya da soyut anlamdan farklı ve “stratejik anlam”ı doğar. Kuşkusuz oyunlar semantiğinde S sözcesinin literal anlamı vardır. Literal anlam  oyunlar semantiğinde O(S)'de kazanma stratejimi belirlemek için gereklidir. Sözcenin doğruluğunu bilmek için literal anlamın varlığı gerekli şarttır, ama yeterli şart değildir. .Çünkü literal anlam S sözcesinin soyut anlamıdır. Bu yüzden sözcenin doğru olduğunu bilmek için yeterli değildir.  S sözcesinin doğru olduğunu bilmek, kelimenin tam anlamıyla ne eksik ne fazla bir stratejinin var olduğunu bilmektir. Olumlu bir S sözcesi söylediğimde, sözcemin genellikle somut bir içeriği vardır. İçerik de soyut olmayan ve oyunda kazanmamı sağlayan stratejiden oluşur. Bu içeriğe dayanarak oyunda kazanmamın ne olduğunu az veya çok bilirim ve konuşmamı doğrularım ve bu doğrulamanın da bilincine varırım.[14]

Bu alıntı şu iki nedenle, stratejik paradigmanın yineleyici paradigmaya üstünlüğünü aydınlatır:

1. Stratejik paradigma yineleyici paradigmaya göre daha tamdır çünkü yineleyici paradigmaya dayanan anlam teorileri sadece tanım kurallarına dayanır. Sonuç olarak, bu teoriler sadece sözcelerin literal anlamını içerirler. Oysa stratejik paradigmada hem literal anlam hem de literal anlamın ötesine giden bir stratejik anlamı da dikkate alınır.

2. Öte yandan stratejik anlam, sözcelerimizin en önemli özelliğidir, Hintikka'nın işaret ettiği gibi, anlamı dünyaya daha çok bağlı şekilde inceler:

 

Bir S cümlesinin soyut anlamını açıklamamanın en doğru yolu, onun mümkün dünyaların hangilerinde doğru, hangilerinde yanlış olduğunu bildiren bir tanım yapmaktır. Soyut anlam bir anlamda birçok farklı mümkün dünya içerir. Öte yandan, bir strateji pratikte sadece çoğu zaman gerçek dünya olan bir dünyaya referansla ancak bir stratejinin kazanır.[15]

Başka bir deyişle soyut anlam, anlamın yalnızca bir imkanını temsil eder. Bu nedenle yalnızca biçimsel değer taşır. Tersine,  stratejik anlam ifadelerin hem biçimsel (veya mümkün) değerlerini açıklar hem de bunların mümkün gerçek kullanımlarını ve dolayısıyla bunların kullanımlarının gerçek bağlamlarına bağlı değerleriyle de ilgilidir. Dolayısıyla semantik oyunlar daha tam ve genel bir anlam teorisi olacaktır.

Hintikka oyunlar kavramını matematiğe, semantiğe ve mantığa uygular. Oyunlar mantığı teorisinin temellerinin ikinci görünüşü dilin özel bir kavramına bağlıdır. Bu kavram Wittgenstein felsefesinin kurallar kavramı aracılığıyla evrimleşmesinin sonucudur.

Hintikka'nın stratejik anlam teorisi iki a priori'ye dayanmaktadır.

1. Wittgenstein'ın "dil oyunu" kavramının aşkın bir yorumu;

2. Matematiksel oyun teorisinin kurallarının dile uygulanması.

Bu ikisi anlamın yeni pozitivist bir yorumunun hareket noktasıdır.

 

Oyunlar semantiği teorisinin kaynağı Wittgenstein’dır, demek şunu kabul etmektir: “Dil oyunları, dilin betimsel anlamını oluşturur, dilin uygulamaları da bu betime dayanır. Dil oyunları temelde dil ve realite arasında bir aracı olan semantik oyunlardır. Hintikka oyunlar semantiğinde Wittgenstein’ın düşüncelerini sistematik biçimde geliştirdiğini söyler. Hintikka’nın “Wittgenstein’da dil ve realite arasındaki ilişki semantik oyunlarıdır.” görüşü dil oyunlarının aşkın yorumudur. Burada şunu sorabiliriz: Hintikka neye dayanarak böyle bir yorum yapmaktadır? Bunu şöyle açıklayabiliriz: Hintikka’ya göre Wittgenstein'ın Tractatus'tan Felsefi Soruşturmalar'a kadar düşüncelerinin temelinde aynı arayış vardır. Bu arayış şu soruyla ifade edilir: “Dil ile realite arasındaki temel semantik ilişkilerin varoluş tarzı nedir?”[16] Hintikka şöyle düşünmektedir:  Wittgenstein’ın olgunluk dönemi yazılarındaki "dil oyunu" kavramı,  Tractatus’taki (aph) 3.12.) dil ve dünya arasındaki önermesel  göstergenin belirttiği "yansıtmalı ilişkinin" doğasını yalnızca daha iyi aydınlatır. Son Wittgenstein ilkinin semantik teorisini yani Tractatus’aki teoriyi farklı şekilde sürdürür.

Şöyle ki,  Tractatus'ta “dünyanın soyut tasavvuru” yani "mantıksal biçim"i olarak algılanan şey Soruşturmalar'da, yerini "dil oyunları”na bırakır.  Hintikka “dil oyunları”nı Wittgenstein’ın son dönem semantiği diye anlar ve mantıksal biçimin farklı bir ifadesi diye yorumlar.

Hintikka’ya göre son Wittgenstein’ın semantik teorisi dilin realiteye mantıksal  önermelerle doğrudan bağlandığını kanıtlamaktan vazgeçer;[17]  Oysa bu görüşe katılmak mümkün değildir; Wittgenstein gerçekte dil-realite ilişkisini kurmaktan hiç de vazgeçmemiştir. Bu nedenle “dil oyunu” kavramının bu aşkın yorumunu kabul edilemez. Sadece  şu denebilir: Wittgenstein ikinci döneminde realite  kavramını genişletmiştir, empirik realitenin yanında hayat biçimleri şeklinde görünen realiteyi de kabul etmiştir. Bu nedenle

Wittgenstein’ın dil ve realite arasındaki bir ilişkiyi kurmaktan vazgeçtiği doğru değildir. Fakat dil oyunları teorisinde dil realite ilişkisine merkezi bir yer verdiğini söylemek  de aşırı bir tezdir. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Wittgenstein Felsefi Soruşturmalar’da   Tractatus’taki ideal dil arayışından vazgeçmiştir.  Bu feragat, her şeyden önce ideal bir semantik  teoriyi yani dünyanın tüm mümkün  tasavvurlarını içeren  bir teoriyi biçimsel olarak ortaya koymanın imkansız olduğu anlamına gelir. Dahası, bu imkânsızlık, Wittgenstein'ın sadece  basitleştirmediği, aksine karmaşıklaştırdığı bir dünya algısını gösterir. Dünyanın bu karmaşıklığının algıladığımızda, bu karmaşıklığı anlamamızı sağlayan pek çok dil oyununun indirgenemezliğini açıkça görürüz.

Hintikka’ya göre doğal dillere özgü semantik bir fenomen vardır. Bu fenomen marjinal olmaktan çok süjeden bağımsızdır ve objektifliğin kaynağıdır.  Bu bağımsızlığa bilgisel bağımsızlık (B.B) denir.  Hintikka bu konuda şunları söyler:

Fakat burada asıl ilgi çeken sorun, birinci basamak mantığın kusuru değildir, doğal dilin, semantiği birinci basamak mantığı ulaşamayacağı yere yerleştiren güce ulaşma biçimidir. Bu sorunun akla uygunluğunun nedeni, doğal dillerin, örneğin özellikler veya ilişkiler, ilişkilerin özellikleri ve özellik ilişkileri gibi üst basamakta entiteler üzerinden nicelendirilen bir üst basamak mantığın donanımına benzeyen hiçbir şey kullanmamasıdır.  Bilginin bağımsızlığının (B.B.) özü, birinci basamak mantığın gücünü açma biçimlerinden birini temsil etmesidir.[18]

Hintikka bilginin bağımsızlığı (B.B) böyle betimler. Bu betim göstermektedir ki, doğal dillerde oyunlar teorisi ortaya koymaya izin veren hem aşkın hem de çapraz ögeler vardır. Dahası, dilin ögelerinin aşkın doğası, bu ögelerin ancak üst basamak bir dil aracılığıyla yorumlanabileceğini gösterir. Bu nedenle yineleyici paradigmada geliştirilen anlam teorileri onları temsil etmede yetersizdir.

Hintikka’nın oyunlar teorisi ortaya koyma sürecini düşündüğümüzde şu dikkatimizi çekmektedir: Bu teori, anlam teorisi konusunda Tractatus’taki başlangıçta var olan amacı gözetmektedir. Oyunlar teorisi Tractatus’taki amaçtan sadece anlam araştırmasını Wittgenstein’in yaptığı gibi dilin biçimsel boyutuyla sınırlamadığı için ayrılır. Yine de lengüistik anlam problemine Tractatus’taki kadar teknik bir çözüm bulmaya çalışır. Fakat yine de Hintikka’nın teorisinde bir yapaylık var gibidir; çünkü stratejik anlamı, her mümkün bağlamından bir soyutlama olarak öne çıkarır. Stratejik anlam teorisi söylemin her yorumunu ya da sözcelerin mümkün anlamını a priori önceden görmeyi mümkün kılar. Söylem gündelik dilin programlı ama zorunlu olarak reel olmayan kullanımıyla ilgilenmelidir. Hintikka’nın teorisi, söylemi ortaya koymanın bu amaçlarını gerçekleştirir ve tekniklerini belirler.

Burada şunu açıkça ortaya koyabiliriz: Wittgenstein'ın dil oyunları teorisi, tam tersine, Tractatus’unkine benzer programı izlemeyi terk eder; hem biricikliği hem de bütünlüğü içeren bir anlam teorisi değildir. Kısaca söylersek Wittgenstein’ın anlam teorisi hem Hintikka’nın teorisinden oldukça farklıdır.

Hintikka’ya göre dil oyunları dilin lengüistik olmayan amaçlar için kullanımdan ibaret değildir. Onlar dilin uygulamalarının dayandıkları betimsel anlamı oluşturur. Özellikle temel dil oyunları doğruluğu da oluşturur. Onlar mantıkçıların önermeleri değildir.[19]

Görüldüğü gibi Hintikka’nın bu dil oyunu yorumu, semantiktir. Hintikka mantıksal çıkarım kuralları sayesinde semantik diye nitelediği dil oyunlarında doğruluğu belirleme çabalarını sayar. Oysa gerçekte “dil oyunu” kavramı “dilin reelle ilişkisi” sorununu göz ardı etmez.

Kontrol

Hintikka’ya göre Wittgenstein’ın asıl kaygısı dil oyunlarının realiteyle ilişkisini kurmaktır. Tractatus dil aracılığıyla söylenebilir ve gösterilebilir alanı ayırdı. Wittgenstein otuzlu yıllardan sonra yeni bir yola girdi. Hintikka’ya göre yine de Wittgenstein’da gösterilebilir ve söylenebilir ayrımı farklı bir şekilde varlığını korudu. Dil oyunları dünya dil ilişkisinde aracı rolünü oynadı.

Tarski’nin semantiğinde ortaya konduğu şekliyle belirli bir ifadenin doğruluk değerinin belirlenmesi düşüncesi bu paradigmada somut biçimde ortaya çıkar. Bu belirleme, Frege’nin bileşimsellik ilkesine göre yapılır. Yukarıda söylediğimiz gibi bileşimsellik ilkesine göre bileşik bir ifadenin doğruluk değeri veya anlamı kendini oluşturan atomik ifadelerin doğruluk değerlerinin ya da anlamlarının fonksiyonudur. Bu ise şunu kabul etmeye yol açar: Mantıksal doğruları belirlemeye izin veren mantıksal tümden gelime ilişkin biçimsel kuralların bütününü belirlemek mümkündür. Fakat Hintikka’nın belirttiği gibi

Pratikte bir tür semantik bağlılığı içeren bir iç—dış ilke olmalıdır. Bileşik bir ifadenin anlamı sadece bölümlerinin anlamına bağlıysa, asla daha tam bir ifade olarak geliştirilebilen bağlamına asla bağlı olamaz. Böylece bileşimsellik ilkesinin etkin gücünün en büyük bölümü semantik bağlama bağlılığı elemekten gelir.[20]

 

Hintikka’ya göre tıpkı Chomsky’de olduğu gibi Frege’nin  bileşimsellik ilkesinde de  kural kavramı belirsizdir; buna bağlı olarak Fregeci ilke yetersizlikler içerir. Bu belirsizlik oyunu oluşturan tanımın kurallarının ve bu oyunu iyi oynamak için nasıl davranılması gerektiğini bildiren stratejik kuralların birbirine karışmasıdır.[21]

Kural kavramının neden olduğu yetersizlikleri aşmak için yineleyici paradigmayı terk edip stratejik paradigmayı tercih etmelidir. İkinci Wittgenstein'da kural anlayışında meydana gelen değişikliğin önerdiği şey tam olarak budur. Wittgenstein aslında, gördüğümüz gibi, kuralları dil oyunlarını yöneten en yüksek otorite yapan bir anlayıştan, dil oyunlarının kurallar karşısında önceliğini kabul eden bir anlayışa geçmiştir: Bir cümleyi anlamak bir dili anlamaktır; bir dili anlamak ise bir kurala uymaktır; kurala uymak ise artık ona itaat etmek değil, oldukça basit bir şekilde “bir tekniğe hakim olmaktır.”

  O zaman dil amaçlı bir süreç gibi görülmelidir.[22] Böylece oyunlara ilişkin semantik teori ya da stratejik dil teorisinde kurallar dışarıdan içeriye doğru etkilidir.  Böylece bileşimselliğin yetersizliğinden doğan bütün problemler çözülür.

Fakat Hintikka’ya göre bu kendi teorisi Wittgenstein’nı dil oyunlarıyla yapmak istediği şeyi iyi anlamayı sağlar. Wittgenstein’nın dil oyunları her şeyden önce dil ve dünya arasındaki temek ilişkileri kurmaktır. Bunu Felsefî Soruşturmalar’ın 37. Aforizmasından hareketle söyleyebiliriz. Burada Avusturyalı filozof demektedir ki “Ad ile adlandırılan şey arasındaki ilişki nedir?” diye sorar. Hintikka’ya göre Wittgenstein’nı bu soruyla amacı iletişim oyunlarına karşıt olarak dil oyunları ortaya koymaktır.

Hintikka daha sonra Wittgenstein’ın dil oyunları düşüncesine yeni bir biçim ve içerik vermek istedi. Bilindiği gibi İkinci Wittgenstein’a göre dil, dil oyunlarının bir koleksiyonudur ve dil oyunları arasında sadece aile benzerliği vardır. Dil oyunlarının en basit örneği bir inşaatta duvar ustasının çıraktan döşeme taşı! Tuğla! Şakül! gibi tek kelimelik cümlelerle isteğini ifade eden kelimelerdir. Hintikka bu oyunları mantıksal açıdan açık bir biçime kavuşturmak istedi. Bu mantıksal biçim bir diyalog ortamında görebiliriz. Örneğin “Bütün kedilerin bıyıkları vardır.” diyen birine “Bıyıksız bir kedi olamaz mı?” diye sorarak iddiayı test etmeye çalışırız. Ben bunu söyleyemezsem yanıldığım ortaya çıkar. Fakat “Gri kediler vardır.” dersem sizin haklı çıkma benim de yanılma olasılığım yoktur; çünkü gri kedilerin var olduklarını kanıtlayabilirim. Hintikka, modalite durumlarında olduğu gibi, basit fikirlerden hareketle dil felsefesinin pek çok problemini incelemek için bir kavramlar bütünü oluşturmayı düşündü. Örneğin yüklemler mantığı da denen normal mantıkta “Sigara içen Yunanlıların sayısı Bira içen Almanların sayısı kadardır:” gibi niceleyiciler yoktur. Bu niceleme tarzı ancak diyalog tarzında anlaşılabilir. Çünkü farklı süjelere farklı eylemler yüklenmektedir. Üstelik oyunlara yoğunlaşırsak ve niceleme formüllerini biraz unutursak, kuralları çeşitlendirebiliriz bu çeşitlendirme; örneğin bazı oyuncuların değiştirilmiş kurallara göre vuruşunun diğer oyuncular vuruş olduğunu bilmeyebilirler. Dallara ayrılmış niceleyicileri bu şekilde açıklayabiliriz. Mantığın formülünün doğrusal biçimde okunamayacağı durumlar vardır; çünkü birbirine bağlı iki değişkenden bir diğerinden sonra gelir; ilki zorunlu olarak ikincisine bağlı değildir. Örneğin “Ülkenin tüm güney bölgesi bir temsilci gönderdi ve ülkenin tüm kuzey bölgesi temsilcinin karşılaşacağı bir ajan gönderdi.” dersem, kuzeyin ajanı güneyin seçtiği ajana bağlı değildir.

Stratejik paradigmaya göre “dil, sonuçlanmış bir süreç olarak düşünülmelidir.”. Bu paradigmayı en iyi anlatan ifade “hedefe yönelmiş süreç”tir. Çünkü Hintikka’ya göre, bu, adım adım kurallara değil, kişinin tüm süreç boyunca izleyebileceği stratejilere odaklanan kavramsallaştırmalara ve açıklamalara kapıyı açar.



[1] Hintikka, Fondements d’un téorie du langage, PUF, Paris, 1994, p. 43.

[2]Hintikka Fondements d’une theori du Langage p. 10)

[3] Loc. Cit.

[4] Ibid., p. 7.

[5] Hintikka, Fondement d’une théorie du langage, Traduit de l’américain par Nadine Lavand, Paris, Éditions Presses Universitaires de France, Collection « L’interrogation philosophique », 1994, p. 136.

[6] Fondements 7-8.

[7] Fondements 5-6

[8] Hintikka, Fondement d’une théorie du langage, Traduit de l’américain par Nadine Lavand, Paris, Éditions Presses Universitaires de France, Collection « L’interrogation philosophique », 1994, p. 7

[9] Hintikka, Fondement d’une théorie du langage, Traduit de l’américain par Nadine Lavand, Paris, Éditions Presses Universitaires de France, Collection « L’interrogation philosophique », 1994, p. 8-9.

[11] J.Hintikka, Fondement d’une théorie du langage, Traduit de l’américain par Nadine Lavand, Paris, Éditions Presses Universitaires de France, Collection « L’interrogation philosophique », 1994, p. 136 

[12] Loc. Cit.

[13] Hintikka, Fondement d’une théorie du langage, Traduit de l’américain par Nadine Lavand, Paris, Éditions Presses Universitaires de France, Collection « L’interrogation philosophique », 1994, p. 139

 

[14] Hintikka, Fondement d’une théorie du langage, Traduit de l’américain par Nadine Lavand, Paris, Éditions Presses Universitaires de France, Collection « L’interrogation philosophique », 1994, p. 176

 

[15] Hintikka, Fondement d’une théorie du langage, Traduit de l’américain par Nadine Lavand, Paris, Éditions Presses Universitaires de France, Collection “L’interrogation philosophique”», 1994, p. 177

[16] Merril B. Hintikka, Jaakko Hintikka, Investigations sur Wittgenstein, p. 237. 

[17] Ibid., p. 238.

[18] Merril B. Hintikka, Jaakko Hintikka, Investigations sur Wittgenstein, p. 80-81 

 

[19] Hintikka, Fondement d’une théorie du langage, p. 14.

[20] Hintikka, Fondements d’une théorie du langage, trad. N. Lavand, Paris, PUF, 1994, p. 291.

[21] Ibid., p. 7.

[22] Ibid. P. 9.

16 Nisan 2024 Salı

HINTIKKA'YA GÖRE DESCARTES ŞAPKADAN TAVŞAN ÇIKARIR.

 

HINTIKKA’NIN DESCARTESÇI

 “COGİTO” YORUMU

Giriş’imizde söylediğimiz gibi Hintikka analitik-dil filozofu olmasına rağmen diğer dil filozoflarının aksine felsefe tarihiyle de ilgilenmiştir. Ancak onun felsefe tarihine yaklaşımı kronolojik değil, problematiktir daha doğrusu hermennötiktir. O, felsefe tarihini baştan sona bir felsefe tarihçisi gibi ele almamıştır; Antik ve modern bazı filozofların sadece kendince önemli saydığı görüşlerini yeniden yorumlamış, çokça tartışılan problemleri yeniden ele alıp mantıksal analizlerle çözmeyi önermiştir. Hintikka’nın kendi metodolojisi açısından ele aldığı filozoflardan biri de Modern felsefenin kurucusu kabul edilen Descartes’tır. O, Descartes’ın kesin bilginin imkanını temellendirirken kullandığı ünlü formülün analitik bir değerlendirmesini yapar. Hintikka Descartesçı Cogito’ya oldukça erken dönemde ilgi duymuştur ve bu ilgisini de hiç kesmemiştir; 1961’den beri bu konuda bir dizi makale yayınlamıştır. Hintikka’da Cogito’nun iki tür yorumu vardır: Cogito a) performarif ifadelerdir, b) mantıksal çıkarımdır. Hintikka görüşlerini başta  Cogito ergo sum : Inference or Performance ? ” (Cogito ergo sum: Çıkarım mı ya da adlı makalesi[1] olmak üzere diğer makalelerinde ortaya koyar.

 Şimdi biz bu konuya değineceğiz.

 

1 PERFORMATİF YORUM

Hintikka Cogito’yu 1962’den itibaren yazdığı makalelerinde[2] pek çok defa performatif ifadeler olarak yorumlamıştır. Bu yorumun hareket tarzı önermelerden yargılara geçiştir. Hintikka yorumlarında önermeleri değil yargıları esas alır. Önermeler doğru ya da yanlış olabildikleri halde söylem edimleri olarak düşünülen yargılar gerçekleştirilebilir veya gerçekleştirilemez.

Performatif yoruma göre

Deascartes Cogito’dan sum’u (varım) çıkarmaz; fakat bir düşünme edimini gerçekleştirerek kendi varlığını kendisine kanıtlar. Cogito ifadesi Sum’un (varım) çıkarsandığı bir öncül oluşturmaz. Fakat düşünce devam ettiği sürece Deascatres’a var olduğuna ilişkin bir düşünce edimi verir.[3]

Cogito'nun deneyiminde esas amaç, doğruluk veya yanlışlık açısından yargının farklı bölümlerinin bağlantısını göstermek değildir, daha ziyade bir konuşma edimi olarak "Ben varım" yargısının gerçekleştirilmesidir. Hintikka, bu yorumunda varoluşsal tutarsızlık kavramına dayanır.

 

 

Bunu şu şekilde tanımlar: “p ve a vardır” önermesi genel anlamda çelişkili ise p önermesi, p diyen a kişisi için varoluşsal olarak tutarsızdır. Eğer a kişisi için p varoluşsal olarak tutarsızsa, p olmayan, a için varoluşsal olarak kendi kendini doğrulamaktadır. "Ben var değilim ve ben varım" önermesi terimin alışılagelmiş anlamında çelişkili olduğundan ve "ben" her zaman konuşmacıyı temsil ettiğinden, "Ben varım" önermesi her konuşmacı için kendini doğrulayan niteliktedir." [4]

 

Hintikka’nın performatif Cogito yorumunun temeli söz edimleridir, daha doğrusu Searle’ün ve Vavderveken’in anladıkları anlamda söz edimleridir. Bu yorumun doğal yolu, söz edimlerini hesaplama biçimidir. Bu tür hesaplamalarda edimsözsel amaç temeldir Hintikka’nın yorumunu iyi anlayabilmek için kullandığı çerçeve olan söz edimleri hakkında kısa bir açıklama yapalım. Söz edimlerine göre konuşan açıklayıcı bir söz söyleyerek performatif ifadenin başarılı olması halinde bir nesne durumunu ifade eder. Searle’ün ve Vanderveken’in söyledikleri gibi bir açıklama sözü bir şey söyleyerek dünyayı değiştirir. Açıklama amacıyla söylenen sözde konuşan sadece başarılı performatif oluşundan dolayı bir önerme içeriğin temsil ettiği nesne durumlarına dile getirir.[5] Açıklayıcı sözcelerin örnekleri şunlardır: “Bir karar almak” “…ad vermek” “…i aforoz etmek”, “bir çifti karı koca ilan etmek.” vs. Bir açıklamanın başarılı bir açıklama olması (örneğin savaş ilanında olduğu gibi) önerme içeriğiyle reel dünya arasındaki uygunluğu garanti eder.

Onun önerdiği Cogito’nun performatif yorumuna göre Cogito edimsözel açıdan imkansız mümkün dünyalarda bir açıklayıcı ifade gibidir. Edimsözel açıdan imkansız mümkün dünya kavramı şöyle betimlenebilir: D bir mümkün dünya a da D’de gerçekleştirilen söz ediminin konusu olsun. D sadece ve sadece D(v) v dünyasının bir alanı ise edimsözel açıdan imkansızdır. [6]

Cogito'nun deneyiminde esas amaç, doğruluk veya yanlışlık açısından yargının farklı bölümleri arasındaki bağlantıyı göstermek değildir, daha ziyade bir konuşma edimi olarak "Ben varım" yargısının gerçekleştirilmesidir. Hintikka, yorumunda varoluşsal tutarsızlık kavramına dayanır. Bunu şu şekilde tanımlamaktadır: Eğer “p ve a vardır” önermesi alışılmış anlamda çelişkili ise, p diyen a kişisi için p önermesi varoluşsal olarak tutarsızdır.[7]

Descartes’ın “varım” ifadesinin performatif açıdan kusurludur yani başarısızdır; çünkü açıklayıcı gibi göründüğü halde hiç de öyle değildir.

Hintikka’nın yorumu söz edimleri düzeyine değil de bu edimlere dayalı önermeler düzeyinde yapması, cogito'nun performatif yorumunu etkilemez; çünkü Cogito’nun performatif yorumu söz edimlerinin uygun terimlerle ve biçimsel tarzda açıklanmasını gerektirir.

Hintikka’ya göre Cogito bir performans yani açıklama ise bu özel açıklamanın açıklama olduğunu söylemekle yetinilmemelidir; ayrıca uygun da olmalıdır. Çağdaş bazı Cogito yorumcuları Descartes’ın sözlerini “René düşünüyor; o halde varım.” şeklinde yazarak bunun performatif yani açıklayıcı olduğunu iddia etmektedirler. Oysa bu, Descartes’ın ağzından çıksa bile ikna edici değildir. René’nin açıklamasını duyan, dış dünyadaki bir tanık olmalıdır.[8]

 

Hintikka’ya göre Descartes bir yandan varoluşsal önvarsayımla birlikte mantıkta “var olduğumu ifade ediyorum” önermesinden “ben varım” önermesini çıkarır. Öte yandan, Descartes’ın düşüncesi, gerçekte var olmayan bireyin ürettiği zihinsel eylemleriymiş gibidir.

Edimsözel yaklaşım

 

Hintikka daha sonra şunları söyler: Edimsözel mantık çerçevesinde süjelerin söz edimleri gerçekleştirdikleri dünya imkansız değildir. Sonuç olarak “Varım.” zorunlu olarak doğrudur ve edimsözel açıdan mümkün her dünyada söz ediminin yaptırıcılığı, mantıksal olarak totolojinin de önceden bilindiği bir dünyada mümkündür.

Hintikka sözlerini şöyle sürdürür: İkinci Düşünce’de Descartes demektedir ki, “Kendimi tasavvur ediyorum, varım.” Bu, kesindir. Fakat ne kadar zaman? Descartes’ın cevabı şudur: Yani düşündükçe. Çünkü düşünmediğim zamanlar da vardır. Düşünmeyi durudurusam o zaman kendimi tasavvur etmeyi ve var olmayı da durdururum.

Görüldüğü gibi Cogito’ sıkı sıkıya zaman ve zamansallığa bağlıdır. Oysa varolmanın gerçekte zamansallıkla ilgisi yoktur. Cogitonun zayıf yanlarından biri budur. Öbür yandandan Descartes edimsözel olarak imkansız dünyalarda yaşamaktadır. Çünkü sözlerinin muhatabı yoktur. Oysa insan mümkün dünyalar semantiğinde insanın hep bir muhatabı vardır ve konuşması da edimsözeldir.

Edimözel açıdan imkansız yani muhatabın olmadığı bir dünyada yaşamanın imkansızlığı mümkün dünyalar semantiğine göre Descartes’ın “düşünüyorum.”dan “varım.”ı çıkarmasını imkansızlaştırmaktadır. Mümkün dünyalar semantiğinde “Düşünüyorum.” ve “Varım.” birbirine öncülün sonuca bağlandığı gibi bağlanmaz; fakat sürecin yol açtığı sonuca bağlandığı gibi bağlanır. Hintikka’ya göre

Cogito'nun varım’la ilişkisi bir öncülün sonuçla ilişkisi değildir. Onların ilişkileri daha çok bir süreçle sürecin sonucunun ilişkisi gibidir. Tıpkı müzik sesinin enstrümanı çalmanın ve ışığın bir ışık kaynağının sonucu olduğu gibi kendi varlığımın şüphe götürmezliği onu düşünmemden doğan sonuçtur.

COGİTO MANTIKSAL ÇIKARIMDIR TEZİNİN YORUMU

Hintikka Cogito’nun performans olduğu şeklindeki tezlere ilişkin yorumları böyledir. Şimdi ikinci teze yani Cogito çıkarımdır görüşüne ilişkin düşüncelerini görelim.

Hintikka’nın bu konudaki düşüncelerini anlayabilmek için önce karşı çıktığı Cogito’nun mantıksal çıkarım olduğuna ilişkin tezleri görelim. Başta Husserl olmak üzere bazı filozoflar Cogito’nun mantıksal çıkarım olduğunu kabul ederler. Onların yorumlarına göre Cogito mantıksal bir önerme olarak anlaşılabilir. Önerme sanki klasik, modus ponens ile inşa edilmiş gibidir. Bilindiği gibi modus ponens, eğer A önermesi doğruysa ve eğer A doğru olduğunda, B de doğruysa, o zaman B doğrudur: Bir modus ponens olarak Cogito şu şekilde yazılabilir:

B(a) => (Örn) [x=a & B(x)].[9]

Şimdi bir modus ponens düşünme biçimi olarak Cogito’ hakkında Husserl’in temel olacak doğrulukla ilgili görüşlerine kısaca yer verelim.

Husserl’e göre modus ponens mutlak kesinlik ilkesine dayanır. Bu ilkeye göre doğruluk yasaları kesindir ve ezelidir; doğa yasalarından ayrıdır. Doğruluk içerme bakımından mantıksal gerçekliklerle olgusal gerçeklikler arasında fark yoktur; doğruluk bir olgu değildir. Saf yasa bilgimizin şimdiki durumuyla uyumlu doğa yasalarından bağımsızdır. Doğruluk insanlar için melekler için veya tanrılar için bir ve aynıdır. Doğruluğun bu yasaları şu ya da bu zorunluluğa bağlamak isteyen psikolojizmin veya başka göreceliliklerin yapaylıklarıyla ilişkisi yoktur.

Husserl bu ifadeleriyle şunu kabul eder: Cogito saf mantık öçütleriyle kavranabilir. Husserl’e göre bu tezi Gassendi’nin tezini içerir. Husserl bunu söylese de gerçekte görüşlerinin Gassendi’ye uygunluğu oldukça kuşkuludur. Bilindiği gibi Gasseni Descartes’ın bilgi teorisine karşı çıkar. Descartes’a yazdığı mektuplarından birinde ironik biçimde demektedir ki, “Ambulo ergo sum.” (Yürüyorum, o halde varım.)[10] Gassendi’ye göre “Düşünüyorum, o halde varım.” ifadesi, yapı bakımından “Görüyorum, o halde varım”, “Hissediyorum, o halde varım.” ifadeleriyle aynıdır. Kısca söylersek gerçekte akıl yürütme hiç de düşünmeye bağlı değildir.

 Bu kısa giriş bilgilerinden sonra şimdi Hintikka’nın Cogito’ya dair değerlendirmelerini verelim. Hintikka’ya göre Descartes düşüncelerinin yeterince açık olmadığını kabul eder. Kanıtlamaya izin veren mantıksal sistemlerin temelinde bazı önemli varoluşsal “varsayımlar” bulunmaktadır. Bu, özellikle tekil terimler için geçerli durumdur.

Hintikka demektedir ki,

x f(x) yerine, E(x) f(x)’i koyduğumuz tümel bir sistemde, açıktır ki, herhangi bir var oluşu, varlığı önceden kabul edilmeyen bir bedenden hareketle kanıtlamaya çalışmak imkansızdır. Boş bir şapkadan sadece büyücü bir tavşan çıkarır. “Boş şapkadan tavşan çıkmaz” şeklindeki itiraz Cogito’nun mantıksal çıkarım olmadığını gösteren çok açık bir tezdir.

Hintikka Cogito’nun mantıksal çıkarım olduğuna ilişkin tezleri şöyle yorumlar: “Hamlet çok düşünüyordu ve çok fazla düşünüyordu; fakat yine de var olduğu sonucunu çıkarmadı.” Burada sadece Homeros’un şu ünlü problematiğinde olduğu gibi bir savı kanıtsama söz konusudur:

Homeros ya Grekti ya da Barbardı. Grek olsaydı mutlaka var olurdu; Çünkü insan var olmadan nasıl bir Grek olabilir ki? Ama eğer o bir Barbar olsaydı aynı şekilde o da var olmuş olmalıydı. Buradan şu sonuç çıkar: Her halükarda Homeros var olmuş olmalıdır.

Bu nedenle “Cogito mantıksal çıkarımdır.” demek doğru değildir.

Hintikka “René pense, donc Cartesius existe” (René Düşünüyor, o halde Descartes Vardır) adlı makalesinin girişinde Cogito’yla ilgili şu önemli tespiti yapar:

Kartezyen Cogito’nun gücü “Var değilim.” şeklinde kendi varlığını reddeden bir önermenin gücüne benzer. Öyle görünüyor ki, Cogito’nun gücü sadece Descartes’ın şu veya bu şekilde dış dünyada bulunan, düşünen bir varlığı (res cogitans) çıkarsamak için hareket noktası olan, içe bakışla fark edilmiş bir Ego’nun varlığını belirleyebilir.[11]

Peki Cogito’nun böyle bir gücü var mıdır? Hintikka bu soruya  Cogito ergo sum : Inference or Performance ? ” (Cogito ergo sum: Çıkarım mı ya da Performans mı?” adlı ve Cogito’nun performans olduğunu ima eden makalesinde şunu tespit eder: Cogito’daki “Düşünüyorum”un “ben’i, “Varım”ın “ben’iyle homojen değildir. Bu nedenle Heidegger’in ifadesiyle bu “Düşünüyorum”, düşünülemez bir “düşünüyorum.”dur.

Descartes ünlü ilkesi üzerine yapılan yüzlerce tartışmadan sonra, öyle görünüyor ki, aklından geçeni yeterince genel ve açık terimlerler ifade etmeyi başaramamıştır; bu nedenle düşüncesinden çıkardığını iddia ettiği sonuçların geçerliliği ve akla uygunluğu konusunda bir yargıya varamıyoruz.[12]

Descartes ünlü ilkesi ile neyi düşünmüştür? Bunu yeterince açık ve kesin ifadelerle ve herkesi tatmin edecek biçimde belirlemek; filozofun kendi ilkesinden çıkardığı sonuçların geçerliliğini ve akla uygunluğu belirlemek kolay değildir.

 

Hintikka’ya göre Descartes bir yandan varoluşsal önvarsayımla birlikte mantıkta “var olduğumu ifade ediyorum” önermesinden “ben varım” önermesini çıkarır. Öte yandan, Descartes’ın düşüncesi, gerçekte var olmayan bireyin ürettiği zihinsel eylemlermiş gibidir. Descartes’ın mantığı özgür yani çıkarım ilkerine uymayan bir mantıktır. Çünkü ontololojik olanın yani düşünen kişinin var olmasının, kişi önceden var olmadan düşünülemeyeceğini yok sayar. Bunu Hamlet’ten hareketle söyleyebiliriz: Özgür mantığı kullanan Hamlet’in “Ben, varım.” demesi Hamlet'in gerçekten yani bizim dünyamızda var olmasını gerektirmez. Kısaca söylersek Özgür mantıktan mantıktan hareket edersek, Gassendi’nin “Ben geziniyorum.” önermesinden de “Ben varım.” önermesi çıkarılabilir.

Hinttikka’ya göre “o halde” ilk bakışta bir çıkarım biçimi izlerimi veriyor gibi ise de bu yanıltıcıdır, çünkü Descartes hiçbir yerde tasıma başvurmaz ama “O halde” ifadesine inkar ettiği bir akıl yürütme görünüşü verir; bir akıl yürütmeden bir çıkarımdan söz etmek için cümleyi bir tasım şeklinde sunar;  düşünme biçiminin akıl yürütmesinin (ratiocinum), çıkarım (inferre) olduğu imasında bulunur; varım’ı bir sonuç olarak ilan eder ancak zihnin içe bakışıyla ve sezgisel tarzda şunu görür: Sum (varım) kendiliğinden açıktır. Cogito’nun bu ilkesini ergo (o halde) terimini hiç kullanmadan şu şekilde formüle eder: ego cogitans existo. Sonuç olarak Descartes sadece basit bir içe bakış sonundaki sezgilerini, kendi doğrulamasını kendisinden alan bir açıklığı ifade eder; zihnin basit bir incelemesi yoluyla sezgisel olarak toplamın apaçıklığını, kendi varoluşunun kanıtını algılar.

Descartes Cogito ergo deus est (Düşünüyorum, o halde Tanrı vardır) demez. Açıkça, cogito cümleye bir ekleme yapar.

Descartes’ın ilk ilkesi gerçekte zihninin varlığının ifadesidir: “Ego cogitans asseto, ergo terimini hiç kullanmadan. » bir hamlede cogito ergo sum’dan sum res cogitans’a geçer. Onun son ilkesi “Düşünen ego olarak varım.”dır. Bu konuda şunu belirtmelidir. “O halde” Metafizik Düşünceler’de yoktur. Burada sadece “Düşünüyorum varım.” ifadesi bulunur

“Düşünüyorum, varım” “Felsefenin ilkeleri”nde şu şekilde bulunur: "Doğal ışık yoluyla gerçeğin aranması"nda olduğu gibi. Eğer imanın bağlacı, ergo, olumsalsa, eğer Kartezyen hüküm bir çıkarım ifade etmiyorsa, utanç ortadan kalkmaz "çünkü o zaman, yalnızca Ergo parçacığı değil, aynı zamanda Cogito terimi de, sadece toplamın apaçıklığına dikkat çekmek için, bir cümle içinde yer değiştirir.

Descartes’taki “O halde” Bir çıkarım ifade etmiyorsa zorunlu değil olumsaldır, fakat “O halde”nin olumsal olması bile güçlüğü ortadan kaldıramaz, sadece varsayılmış bir açıklığa dikkat çeker. Descartes Cogito’nun çok açık bir doğru kullanımı olan “Düşünüyorum, o halde Tanrı vardır.” şeklinde bir formülü ifade etmez; açıkça Cogito cümleye bir ektir.

Düşünüyorum”daki “ben”le “varım”daki “ben” aynı statüde diğer deyişle özdeş değildir. Hintikka pek çok yorumcunun da bu görüşünü farklı şekillerde ifade ettiklerini söyler. Ona göre mümkün dünyalarda özdeşlik temeldir. Açıklayıcı sözcelerimizin anlaşılabilmesi için kişiler hakkındaki çıkarımların doğru olabilmesi için yargılarımızın konusu en azından iki mümkün dünyada özdeş olmalıdır. Yargılar özdeşlikleri taşıabildikleri yani buradaki ve şuradaki dünyada aynı kişiden söz ettiğimizi içerdikleri ölçüde meşrudur.[13] Peki Descartes’ın Cogito’sunda “düşünen kişi” ve “var olan kişi” özdeş midir? Hintikka’ya göre özdeş değildir. Hintikka bunu bir analojiyle açıklar. Bir tiyatro sahnesindeki oyuncuları düşünelim. Sahnede oyunların rolleri adları ve eylemleri oyun bitip oyuncular tiyatrodan çıktıklarında evlerine giden kişilerinkiyle aynı değildir. Sahnedeki kişilere referanslarımız ve sahne dışındaki kişilere referanslarımız farklı farklıdır.

Kuşkusuz sahnedeki oyuncular ve sahne dışındaki kişiler hep aynı dili kullanırlar; ama kullandıkları zamirler farklıdır. Sahnedeki oyuncu ben dediğinde bu “ben” algılanabilir ben değildir. Oysa normal hayatta “ben” her zaman bir başkası yani sen” tarafından algılanabilir. Oysa “Kendine konuşan Descartes’ın” ben”i algılanabilir bir ben yani gerçek anlamda ben değildir.

“Düşünüyorum; o halde varım.”daki “ben”ler farklı mantıksal statüye sahiptir. “Düşünüyorum.”un “ben”i bir idedir; doğrudan deneylenebilir bir obje değildir; “Varım.”daki ben ise objektif bir nesne olduğu izlenimi veren ‘res’e (res cogitans) referansta bulunur.[14] Yine de bu ikinci “ben” objektif görünüme sahip olduğunda problem çözülmez; çünkü zamirin yerine özel ad konulmalıdır. Hintikka bunu bir yemin örneğinden hareketle temellendirir. Benim edereken sadece “Açıkça yemin ediyorum…” demem yeterli değildir; fakat şöyle yemin etmeliyim: “Ben Jaakko Juhani Hintikka, açıkça yemin ediyorum ki…”

Hintikka’ya göre Descartes’ın en derin problemi bir ide olan objelerden hareketle objektif varlıkların var olduğunu çıkarmasıdır. Kuşkusuz bu, özel ama önemli bir problemdir. Hintikka bunu tiyatro oyuncusu analojisinden hareketle açıklığa kavuşturur.

Tiyatroda aktörler bir dramda ya da bir komedide rollerini oynadıklarında onların günlük hayatlarında neye benzediklerini veya ne olmak istediklerini bilmek için yaptıkları tiyatronun imgesel dünyasından çok gerçek dünyada ya da söyledikleri şeye dayalı çıkarımlar yapmanın imkansızlığı açıktır. Hamlet’i sahnede oynayan aktör “Olmak ya da olmamak, işte sorun bu!” diye söylediğinde aktörün intihar etmek istediğini çıkaramayız; sadece Danimarkalı bir prensin Shakespeare’in imgesel dünyasında intiharı düşündüğünü çıkarabiliriz. Ve bu benzetme, Descartes'ın argümanındaki belirleyici biçimsel kusuru bu şekilde ortaya çıkarıyor gibi görünebilir.[15]

Hintikka’ya göre Descartes Cogito ilkesini koyduğunda gerçekte neyi düşünmüştü? Bu düşüncenin geçerliliğini yargılamamıza imkan verecek kadar genel ve kesin terimlerle ifade etmeyi henüz başaramadık. “Düşünüyorum, öyleyse varım.”daki “O halde” Her ne kadar “bu nedenle” ifadesini akla getirse de bunun bir mantıksal çıkarım biçimi olduğu kesin değildir. Bu konuda yüzlerce tartışmaya rağmen belirsizlik hâlâ giderilememiştir.

Bu konuda şunu belirtmek gerekir ki, “Bu nedenle” Meditasyonlarda yoktur: “Düşünüyorum, varım” ama “Yöntemin söylemi”, dördüncü bölüm, “Felsefenin ilkeleri”nde şu şekilde bulunur: "Doğal ışık yoluyla gerçeğin aranması"nda olduğu gibi. Eğer imanın bağlacı, ergo, olumsalsa, eğer Kartezyen hüküm bir çıkarım ifade etmiyorsa, utanç ortadan kalkmaz “çünkü o zaman, yalnızca Ergo parçacığı değil, aynı zamanda Cogito terimi de, sadece toplamın apaçıklığına dikkat çekmek için” bir cümle içinde yer değiştirir.



[1] [1] J. Hintikka, “Cogito, Ergo Sum: Inference or Performance?” The Philosophical Review Vol. 71, No. 1 (Jan., 1962), pp. 3-32

[2] J. Hintikka, « Cogito ergo sum : inférence ou performance ? », Philosophie, no 6, 1985, p. 21-51, trad. fr. de P. Le Quellec-Wolff de l’article « Cogito ergo sum : Inference or Performance ? », Philosophical Review, vol. 71, no 1, 1962, p. 3-32 ; J. Hintikka, « The Cartesian Cogito, Epistemic Logic and Neuroscience : Some Surprising Interrelations », Synthese, vol. 83, no 1, 1990, p. 133-157 ; J. Hintikka, « Cogito ergo sum, comme inférence et comme performance », Revue de métaphysique et de morale, no 1, 2000, p. 3-12 ; J. Hintikka, « Cogito, ergo quis est ? », Revue internationale de philosophie, t. 50, no 195, 1996, p. 5-21. Voir à ce sujet l’article « René pense donc Cartesius existe »

e

[3] Hintikka, “L’interprétation performative du cogito cartésien” Cahier de philosophie de l’universire de Caen Sous la direction de Pierre Fasula

60 | 2023 Narration et sens p. 121-139

[4] Dragalina-Chernaya Elena “L’interprétation performative du cogito cartésien” Cahier de philosophie de l’universire de Caen Sous la direction de Pierre Fasula

60 | 2023 Narration et sens p. 121-139

[5] Vanderveken, Les actes de discours, Marsaga 1988.

[6] Hintikka “L’interprétation performative du cogito cartésien” Cahier de philosophie de l’universire de Caen Sous la direction de Pierre Fasula

60 | 2023 Narration et sens p. 133.

 

[7] Dragalina-Chernaya Elena “L’interprétation performative du cogito cartésien” Cahier de philosophie de l’universire de Caen Sous la direction de Pierre Fasula

60 | 2023 Narration et sens p. 121-139

 

[8] Hintikka, Jaakko “René pense, donc Cartesius existe” traduction Xavier Kieft Figures du cogito 50 | 2013 p. 107-120

[9] Şimdi bu formülün açılımı hakkında açıklamalar yapalım.

“Düşünüyorum”da düşünmek öznenin ben’in bir özelliğidir, biçimsel yazılımı da şudur: B(a); okunuşu da şöyledir: “Ben varoluşa (éxistence) sahibim ” veya “Ben varım.” Bu şu şekilde formüle edilebilir: (Örn) (x=a); yani “a” vardır ve “a”ya benzeyen en az bir birey vardır. Ergo (o halde) açıkça içerme işareti göstergesine dönüşür. Bu nedenle Cogito biçimsel olarak şöyle yazılabilir: B(a) => (Örn) (x=a). Descartes düşündüğünü fark eder, bu da ona B(a) öncülünü sağlar. Üstelik eğer formül geçerliyse, şu sonuca varmak için modus ponens'i kullanabilir. “Düşünmek”, “Ben”in bir özelliğidir ifadesi şunu içerir: “Ben” ile aynı olan bir bireyin vardır ve “düşünmenin” bu bireye aittir. Bu formülasyon şu önceki ifadeyi kabul etmeyi gerektirir: : “Düşünüyorum”, “Ben” ile aynı olan bir bireyin vardır.

[10] Gassendi’nin bu cümlesi doğa müzesinin önündeki mermer bloka kazınmıştır; şunu ima eder: Hareket ve gezinme gezinen kişiye kendi eylemi üzerinde düşünme imkanı verir; yürümek, araştırmak bulmaya ve bilmeye yardım eder (Z. Ö.).

 

[11] Hintikka Jaakko “René pense, donc Cartesius existe” Traducteur : Xavier Kieft dans Cahiers de philosophie de l’université de Caen 50 | 2013 p. 23.

[12] J. Hintikka, “Cogito, Ergo Sum: Inference or Performance?” The Philosophical Review Vol. 71, No. 1 (Jan., 1962), pp. 3-32

 

[13] Hintikka, Jaakko “René pense, donc Cartesius existe” traduction Xavier Kieft Figures du cogito 50 | 2013 p. 107-120

 

 

 


 

 

[14] Hintikka, Jaakko “René pense, donc Cartesius existe” traduction Xavier Kieft Figures du cogito 50 | 2013 p. 107-120

[15] Hintikka, Jaakko “René pense, donc Cartesius existe” traduction Xavier Kieft Figures du cogito 50 | 2013 p. 107-120

 

13 Mart 2024 Çarşamba

İslam Felsefesi'nde Aristoteles ve Platon adlı çevirimle ilgili röportaja cevaplarım

İslam Felsefesi'nde Aristoteles ve Platon adlı çevirimle ilgili röportaja cevaplarımın linki 

https://www.albarakakultur.com/blog/icerik/zeki-ozcan-ile-islam-felsefesinde-aristoteles-ve-plotinos