2 Ağustos 2025 Cumartesi

Wittgenstein'da Mantıksal Sentaks

 

mantıksal sentaks

 

Wittgenstein için dil, dünyanın bir resmidir. Dilin realiteyi resmetme kapasitesi,  bu resmin doğruluğu veya yanlışlığı, anlamlı önermelerin yapısı; bütün bunlar  dilin mantıksal sentaksına uygun olmasına bağlıdır. Mantıksal sentaksla dilin sınırları çizilebilir, yapısı anlaşılabilir. Mantıksal sentaks  anlamın koşullarını düzenleyen aşkın bir çerçevedir; bir iskelettir. Mantıksal sentaks sayesinde dilin yüzey gramerinin ötesine geçerek, anlamlı ve anlamsız önermeleri ayırırız ; anlamlı ifadelerin hangi kurallara göre inşa edildiğini ve anlamsızlığın neden ortaya çıktığını belirleriz; önermelerin ve kavramların birbiriyle nasıl ilişki kurduğunu anlarız.

Kısacası, Tractatus’ta mantıksal sentaks, dil-dünya ilişkisinin yapısal anatomisini ortaya koyar ve felsefenin görevini, bu anatomiyi açıklığa kavuşturmakla sınırlar.  Filozofun mantığa dair görüşlerini açıkladıktan sonra konunun bütünleyici bir bölümü olan mantıksal sentaksa dair görüşlerini verelim.

Wittgenstein’a göre dil ile anlam arasındaki içsel ilişki vardır. Sentaksı anlamak için ek açıklamaya gerek yoktur. Çoğu zaman bu açıklık keşfedilecek bir şey değil, kendiliğindendir. Ancak bazen de bir koşula bağlıdır. [1]

Wittgenstein’a göre anlam ve sentaks ayrı ayrı değil, birlikte işler. Sentaks  sembollerin nasıl birleştirileceğini belirleyen kuralları inceler.   Bir göstergenin neyi gösterdiğini anlamak için, onun diğer göstergelerle hangi kurallar çerçevesinde bir araya gelebileceğini de bilmelidir. Bir dildeki her göstergenin (kelime ya da sembol) neyi temsil ettiğini bilirsek, bu göstergelerin bir araya geliş biçimini yani sentakslarını da anlarız. Örneğin, mantıkta `` (ve), `` (veya), `→` (ise) gibi sembollerin anlamları bilinirse, bunların nasıl birleştirilebilecekleri de anlaşılır. Eğer bir mantık sisteminde 'P'nin bir önermeyi (bir yargı ifade eden bir cümle) ve '→'nin bir koşullu önermeyi ("eğer...ise...") temsil ettiğini bilirsek “P→Q” gibi ifadelerin neden geçerli bir sözdizimsel yapı olduğunu anlarız.   Göstergelerin anlamı önceliklidir. Kurallar, bu anlamlar üzerine inşa edilir.  Eğer sembollerin gösterdiği şeyler belirsizse, sentaks kuralları da bilinemez. 

Bu nedenle, mantıksal sentaksın kuralları, dilin anlam yapısından türemelidir ve dışarıdan öğretilmesine gerek kalmadan sezgisel olarak anlaşılmalıdır. Bu, sentaksın dil ile dünya arasında kurduğu “mantıksal izomorfizm” ilkesidir.

 Mantıksal sentaksta önermenin anlamının hiçbir rolü yoktur ve realiteden bağımsızdır.

Mantıksal sözdiziminde bir göstergenin anlamının hiçbir rolü olamaz; sözdizimi, bir göstergenin anlamına atıfta bulunmaksızın kurulmalıdır - yalnızca ifadelerin betimlemesini varsayabilir.[2]

Bu aforizmadan anlaşılıyor ki, mantıksal sistemler kurulurken göstergelerin anlamları değil, yalnızca biçimsel ilişkiler temel alınır. Mantık, dünyanın biçimini yansıtan bir ayna gibidir; bu yansıma ancak anlamdan tamamen bağımsız, saf bir sözdizimiyle mümkündür. Örneğin "" işaretinin "ve" anlamına gelmesi mantıksal ilişkileri belirlemez; asıl önemli olan, göstergelerin birbirleriyle kurduğu biçimsel bağlantılardır. Wittgenstein burada dilin dünyayı resmetme işlevini vurgularken, anlamın sözdizimsel yapıya karışmasını bir kirlilik olarak görür. Bu görüş, modern mantık çalışmaları ve biçimsel sistemlerin temelini oluştururken, dil felsefesindeki köklü bir gerilime de işaret eder.

Wittgenstein tezlerinin açık mantıksal kurallara dayanmasına özen gösterir. Ona göre dilin mantıksal yapısı, dilin anlamıyla doğrudan bağlantılıdır; bu yüzden anlam  dışsal kurallarla değil, dilin kendi iç yapısıyla kavranabilir.

Wittgenstein’a göre, dilin sınırları mantığın sınırlarıyla çakışır; bu nedenle, sentaks kuralları yalnızca biçimsel bir düzenleme konusu değil, aynı zamanda “ontolojik bir zorunluluk”tur.  Wittgenstein’ın amacı, metafiziksel karmaşayı bertaraf ederek, dilin ne söyleyebileceğini (ve neyi söyleyemeyeceğini) netleştirmektir. Bu da ancak mantıksal analizle mümkündür. 

Wittgenstein, ‘gündelik dil’ ile ‘mantıksal sentaksın  kurallarına uyan bir gösterge dili’ni karşılaştırır (3.323−3.325), daha önce söylediğimiz gibi ‘gündelik konuşma dilimizdeki tüm önermelerin aslında, oldukları haliyle, mantıksal olarak tamamen düzenli olduklarını söyler.

Mantıksal sentaks açısından önemli olan, anlamlı bir önermede tek tek anlamlı olan kelimeler değildir; bu kelimelerin birbirleriyle olan belirli ilişkileri içinde bir olguyu ifade etmeleridir. Örneğin, ‘Clinton uzundur.’ cümlesinde, Clinton’a uzunluk atfeden şey ‘uzundur’ ifadesi değil, Clinton’un boyuna ilişkin bir olguyu ifade etmeye katkısıdır.[3]

Mantıksal sentaksın görevi dili korumak değildir. Çünkü mantıksal sentaksın olduğu yerde dili tehdit eden bir şey yoktur. Mantıksal sentaks göstergelerin gayrı meşru kullanımlarına veya gayrı meşru göstergelerin kullanılmasına izin vermez. Sembolik bir dil hem gramere hem de mantıksal sentaksa itaat eder.[4]

Wittgenstein'ın dil felsefesindeki önemli ve belki de tartışmalı bir iddiası, "sözdizimsel olarak düzgün biçimli anlamsızlık" diye bir şeyin varlığını kesinlikle reddetmesidir. Ona göre, bir ifade anlamsızsa, o zaten sözdizimsel olarak da doğru kabul edilemez. Bu durumu Lewis Carroll'ın "Jabberwocky" şiirinden "The slithy toves wept" (Slithy toves ağladı) örneğiyle açıklayabiliriz: Bu ifadede "the" ve "wept" gibi tanıdık İngilizce kelimeler olsa da, "slithy" ve "toves" tamamen anlamsız, uydurma kelimelerdir. Wittgenstein, bu uydurma kelimeler hiçbir şeye işaret etmediği için ifadenin anlamsız olduğunu söyler. Dolayısıyla, "the slithy toves" ifadesi, kelimelerin İngilizce sözlükte yer almaması ve hiçbir sözdizimsel kategoriye ait olmaması nedeniyle gerçekte çoğul bir isim öbeği bile değildir. Bu görüşü desteklemek için, "slithy" ve "toves" gibi kelimeler anlamsız olduğundan, İngilizcenin kelime dağarcığına ait olmadıklarını ve bu yüzden bu kelimeleri içeren daha büyük yapıların (örneğin "the slithy toves") belirli bir sözdizimsel kategoriyegöremeyeceklerini belirtir. Sonuç olarak, “anlamsız ad öbeği" veya "anlamsız cümle" diye bir şey olamaz. Wittgenstein'ın bu düşüncesi, erken dönemdeki yazılarıyla da tutarlıdır; Moore Notları'nda demektedir ki “Yeşil olmama özelliği yeşil değildir.” ifadesinin anlamsız olmasının nedeni şudur: Burada “yeşil” kelimesi bir  sıfat olarak değil de, bir ad gibi kullanılmıştır. Oysa “yeşil olmama” açıkça bir ad değildir. Wittgenstein Cambridge Dersleri'nde ise şöyle düşünür: Anlamsız mantıksal biçimi olan  ifadeler özne-yüklem olarak veya kelime türlerine ayrılabilir; ancak onlar yine de anlamsızdır. Ona göre, bir ifadenin anlamsızlığı, onu sözdizimsel olarak düzgün kabul eden herhangi bir analizin hatalı olduğunu gösterir.

Özetle Wittgenstein, “Gramer kurallarına uyan ama anlamsız olan cümleler.” fikrine karşı çıkar. Ona göre, gerçekten anlamsız bir ifade, sözdizimsel olarak da düzgün sayılamaz.

 Wittgenstein'ın karşı çıktığı saçmalık anlayışında tamamen “doğal” bir yön vardır. Bu durum, doğal dilin yaratıcı yönüne, yani “bileşimliliğine” dair sezgisel anlaşıyımızla yakından ilgilidir. Tractatus bu noktaya büyük önem verir: Wittgenstein'a göre

Bir önerme, eski kelimelerle yeni bir anlam iletmelidir.[5]

Bu zorunluluk,

Önermeyi, anlamı bana açıklanmadan anlarım.[6]

şeklindeki yaygın düşüncenin bir sonucudur. Açıkçası, önceden öğrendiği kelimeler yardımıyla daha önce hiç duymadığım bir cümleyi, ne anlama geldiği bana açıklanmadan anlarım. Buna dilin bileşimselliği denir.

Dilin bileşimselliği, anlamsızlığa ilişkin doğal refleksimize yol açar. Bileşimsellik  sayesinde ilk defa duyduyğumuz bir cümleyi anlayabildiğimiz gibi anlamsız kelimelerin ve cümlelerin de farkına varırız; anlamsız söz yığınını cümle ya da önerme gibi kabul etmeyiz.

Bir ifadede göstergeler anlamlı olsa bile ifade yine de anlamsız olabilir. Örneğin “Platon Sokrates” ifadesi böyledir. Bu ifadenin göstergeleri anlamlıdır; ama ifade anlamsızdır. Çünkü bir olgu durumunu dile getirmemektedir. Oysa “Platon Sokrates’in öğrencisidir.” önermesi bir olgu durumunu bildirir.

Wittgenstein’a göre

 

Mantıksal sentaksın kuralları, her bir tek tek göstergenin nasıl anlam taşıdığını bildikten sonra, kendiliğinden anlaşılır olmalıdır.[7]

Buraya kadar söylediklerimizin sonucu şudur: Wittgenstein’da sembollerin sentaksı, tipler teorisine ihtiyaç duyurmaz. Çünkü semboller sentaksıyla anlamlı ve anlamsız göstergeleri bildiren kurallarımız olur. Bir göstergeler dizisi bir olgu durumunu ifade ettiğinde, bunu anlamlandırmak isteyen kişi için anlam açıktır; sembolik sentaksla ifade edilen olgu kendini gösterecektir.

 

Bir sembolizm teorisi, bir göstergenin  neyi ifade ettiğini değil nasıl anlam taşıdığını açıklar. Buradan hareketle şu sonuca ulaşırız: Mantıksal sentaks, bir göstergenin anlamından söz etmeden de incelenebilir.

 Dil felsefesinin temel sorunlarından biri, kelimelerin görünüşte benzer kullanımlarının ardında yatan mantıksal farklılıklardır. Wittgenstein, bu sorunu Tractatus'ta ele alırken, gündelik dilde sıkça karşılaşılan bir olguyu, tek bir kelimenin farklı 'simgeleri' (mantıksal türleri) temsil edebildiğine dikkat çeker:

 

Gündelik dilde, aynı kelimenin farklı biçimlerde referansta bulunması - ve dolayısıyla farklı simgelere ait olması - ya da farklı biçimlerde referansta bulunan iki kelimenin, önermede görünüşte aynı şekilde kullanılması son derece sık rastlanan bir durumdur.

Örneğin, “olmak” kelimesi bağlaç (kopula), eşitlik işareti ve varlık ifadesi olarak karşımıza çıkar; “var olmak”geçişsiz bir fiil olarak, “gitmek” gibi kullanılır; “özdeş” bir niteleme sıfatıdır; biz « bir şeyden » söz ederiz, ama aynı zamanda « bir şeyin » vuku bulduğunu de söyleriz.

“Kahve rengi kahverengidir.” önermesinde - ilk kelime bir addır sonuncusu ise bir niteleme sıfatıdır - bu iki kelimenin sadece anlamları farklı değildir;, bunlar farklı simgelerdir.[8]

 

Bu gibi durumlarda, göstergedeki sembolü tanımamız gerekir (Tractatus, 3.326), çünkü gösterge, sembolün algılanabilir kısmıdır (Tractatus, 3.32); ancak bu her zaman kolay değildir. O nedenle, bazen belirli bir cümlede bir göstergenin nasıl sembolleştirdiği konusunda yanlış bir görüşe kapılabiliriz. Wittgenstein’a göre bu durum, çoğu (belirtilmemiş) felsefi hatanın nedenidir (bkz. 3.323-3.324). Wittgenstein bunu söylerken  şunu düşünür: “Altın dağ” veya “yuvarlak kare” gibi ifadeler boş ontolojidir. Wittgenstein bu hatalardan kaçınmak için şunu önerir: Aynı göstergeyi farklı semboller olarak kullanmamalıdır ve farklı anlamı olan göstergeler de tek anlamlı şekilde kullanılamaz. Önermeleri anlamak için  hataları dışlayan bir gösterge dili [Zeichensprache] yani mantıksal gramer – mantıksal senktaks – kurallarına uyan bir gösterge dili kullanmalıyız.

Bir gösterge dili tasarlarken iki temel kurala dikkat etmeliyiz:

1. Her gösterge tek bir anlam taşımalıdır; hiçbir gösterge birden fazla şeyi temsil etmemelidir.

2. Farklı anlamlara sahip göstergeler, gramatikal kullanımları birbirinden açıkça ayrılacak şekilde düzenlenmelidir. Örneğin, "hiç kimse" gibi bir ifade, özel isimlerin kullanıldığı pozisyonlarda (Ali geldi) asla yer alamaz.

Anlamlı bir önerme, mantıksal biçimiyle zaten kendini denetler (Tractatus 5.4731). Eğer bir göstergeler kombinasyonu mantıksal sentaksa aykırıysa, bu bir “yanlış” değil, “hiçbir şey”dir. Örneğin, “Yeşil sessizlik öfkelidir.” gibi bir ifade, gramatikal görünse de mantıksal olarak “boş” bir dizidir, çünkü nesne-adlarının mantıksal kategorileri yani  yeşil sessizlik ve öfkeli kelimelerinin bu şekilde birleştirilemez. 

Wittgenstein “dil kendini denetler”, teziyle dilin dışarıdan kurallarla korunması gerektiğini varsayan geleneksel yaklaşımı  eleştirir; çünkü ona göre, dil mantıksal biçimiyle hataya izin vermez. Bu yüzden, "şu kombinasyonlar yasaklanmalı" gibi ek bir teoriye gerek yoktur, anlamsız olan, zaten hiçbir şey söylemez. 

Eğer dilin içinde gerçekten "gayri meşru" kombinasyonlar oluşabilseydi, o zaman bu tür sapmaları engelleyen bir “teori”ye (dışsal bir denetleyiciye) ihtiyaç duyulurdu. Ancak mantık, bu teoriye gerek bırakmaz, çünkü sentaksın kuralları, anlamlı olanla olmayanı “a priori” olarak ayırır.[9] 

Wittgenstein’a göre

Mantıkta hata yapamayız.[10]

Bir dilin anlamlı ögelerini doğru tanımladığımızda, anlamlı göstergelerin anlamsız birleşimleri mümkün değildir. Doğru bir sembolizm teorisi, anlamlı göstergelerin anlamsız şekilde birleşemeyeceğini gösterir. Böyle birleşimler zaten anlamsızdır ve bunu açıklamak için ek bir teori gerekmez. Mantık (yani anlamlı dil), bu durumda kendi kendini denetler.

Wittgenstein tasarladığı "sembolizm teorisi"ni tam olarak sunmaz, ancak belirli ilişkilerin nasıl kurulabileceğine dair ipuçları verir. Örneğin, şu gözlemi yapar:  Semboller göründükleri gibi değildir. 'aRb'de 'R'  a ve b arasında yer alan bir ad gibi görünür, ancak. 'aRb'de R’yi sembolize eden şey, 'R'nin 'a' ve 'b' arasında yer alması değildir; a ve b arasında bir ilişki kurmasıdır. Örneğin eğer "Platon, Sokrates'i sever" dersek, "sever" kelimesi "Platon" ve "Sokrates" kelimeleri arasında belirli bir ilişki kurar. İşte bu sayede ifademiz, "Platon" ve "Sokrates" kelimeleriyle gösterilen kişiler arasında bir ilişkiyi ifade edebilir. (3.1432)

Benzer şekilde, 1914 tarihli Defterler’de şunu belirtir:

Bir özelliğin sembolü (örneğin, φx), φ'nin bir ad formunun solunda durmasıdır.[11]

Wittgenstein, "sembolizm teorisi"ni, anlamsızlık kavramını açıklamada kullanır.

Örneğin, 'Platon Socrates'in bir anlamı varmış gibi görünmesinin, “Abrakadabra Socrates”in ise asla bir anlamı olacağından şüphelenilmemesinin nedeni, “Platon”un bir anlamı olduğunu bilmemiz, ancak tüm ifadenin anlamlı olması için gerekli olan şeyin “Plato”nun değil, “Platon”un bir adın solunda yer alması olgusunun anlam taşıması gerektiğini gözden kaçırmamızdır.[12]

Bu aforizmada, Wittgenstein şunu anlatmak ister: Dilde anlam hem bireysel kelimelerin anlamlarına hem de bu kelimelerin birbirleriyle yapısal ilişkilerine de bağlıdır. “Platon Sokrates” ifadesi, her iki kelimenin de tek başlarına taşıdıkları anlam, yüzeysel anlamdır; ve önermesel anlam değildir. Önermesel anlam olması için iki özel adın yan yana gelmesi yeterli değildir; bunlar arasında  ilişki kuran bir fiil veya başka bir öge de gerekir. Örneğin Platon Sokrates’i sever.” “Platon Aristoteles’in hocasıdır.” gibi ifadelerde bu ilişki fiil ve ad tarafından kurulur. Oysa, “Abrakadabra Sokrates”in anlamsız olduğu hemen fark edilir, çünkü “Abrakadabra”nın belirsizliği dikkat çeker. Ancak asıl önemli nokta şudur: Bir ifadenin anlamlı olabilmesi için kelimelerin anlamlı olması gereklidir; ama yeterli değildir; ayrıca bu kelimelerin gramatikal yapı içinde doğru konumlanmalıdır ve birbirleriyle mantıklı bir ilişki kurmalıdır. “Platon”un bir ad olarak sol tarafta yer alması gibi görünüşte basit bir gramatikal özellik bile, ifadenin anlamlı olup olmamasını belirleyebilir. Bu bize göstermektedir ki, dilin anlamı yalnızca kelimelerin toplamından değil, onların birbirleriyle olan mantıksal ve yapısal bağlantılarından doğar. Buradan hareketle diyebiliriz ki, anlamsız bir cümlede kullanılan her kelime bağlamsızdır. Çünkü

ad sadece  bir önermeden bir anlam taşır.[13]

Hacker'a göre, Wittgenstein Tractatus'ta, göstergelerin mantıksal sentaks kurallarına aykırı kullanımının anlamsızlık ürettiğini savunur.

Wittgenstein'ın görüşüne göre, bir işaretin mantıksal sentaks kurallarına aykırı kullanımı, anlamsız sözde-önermeler üretir. Örneğin, 'Bir bir sayıdır' ifadesinde 'sayı' kelimesi, biçimsel bir kavram terimi olarak sabitlenmiş kullanımından sapar ve bu bir kural ihlalidir.[14]

 Hacker bunu iddia ederken Tractatus 3.325'i referans göstererir. Bu aforizmadan hareketle Wittgenstein'ın kuralların ihlal edilebileceği fikrini ima ettiğini savunur. Ona göre, eğer bir göstergenin  “doğru” kullanımı varsa, bu, yanlış kullanımın da mümkün olduğu anlamına gelir. Mantıksal sentaks, göstergelerin izin verilen kombinasyonlarını belirler; diğerleri dışlanır.  Anlamsızlık, bu kuralların ihlalinden kaynaklanır. 

Conant ise şu ifadeleriyle “kural ihlali" yorumuna karşı çıkar:

Wittgenstein'ın Tractatus'ta 'mantıksal sözdizimi ihlali' diye bir kavram yoktur. “Bir bir sayıdır.”' gibi bir ifade anlamsızdır, çünkü “sayı” göstergesi bu bağlamda bir referansta bulunmaz. Bu, kuralları çiğnemekten değil, göstergelere anlam verilmemesinden kaynaklanır.[15]

Conant, bu argümanını Tractatus 5.4733'e dayandırır: 

Her olası önerme meşru bir şekilde inşa edilmiştir. Eğer bir önerme hiçbir şey ifade etmiyorsa, bu yalnızca bazı bileşenlerine bir anlam vermemiş olmamızdandır.[16]

 

Wittgenstein'ın amacı, dilin yüzeysel grameri ile mantıksal biçim arasındaki uyumsuzluğa dikkat çekmektir. Örneğin:  "Bir nesne düştü." ile "Bir elma düştü." cümleleri yüzeysel olarak benzer görünür, ancak mantıksal gösterimde farklı yapılar ortaya çıkar. 

Mantıksal sentaks, bu tür belirsizlikleri önleyen bir ideal gösterimi hedefler, ancak bu, gündelik dilin kuralları ihlal ettiği anlamına gelmez. Nitekim Wittgenstein Wittgenstein, 5.5563'te gündelik dilin mükemmel mantıksal düzende olduğunu söyler. 

Dil, sabit kurallara sahip bir oyun değildir. Wittgenstein'a göre, bir işaretin yeni bir bağlamda kullanımı örneğin, "sayı"nın dergi sayısı olarak kullanılması anlamlı olabilir. 

Anlamsızlık, kural ihlalinden değil, anlam eksikliğinden kaynaklanır.

Sokrates özdeştir, “özdeş” denen hiçbir nitelik olmadığından hiçbir şey söylemez.[17]

Conant'ın vurguladığı gibi, hiçbir önerme "yasaklı" değildir yalnızca bazı gösterge kombinasyonlarına anlam yüklenmemiştir. Conant’ın bu analizi, Wittgenstein'ın dil felsefesindeki anti-normatif tutumu gösterir: Dilin sınırları, kurallar tarafından değil, “anlamın olgusal koşulları” tarafından belirlenir.[18]



[1] Tractatus, 3.34.

[2] Tractatus, 3.33.

[3] Ian Proops “Logical Syntax in the Tractatus” Grammar in Early Twentieth-Century Philosophy, 2001. p. 2.

[4] Tractatus, 3.325.

[5] Tractatus, 4.03.

[6] Tractatus, 4.021.

[7] Tractatus, 3.337.

[8] Tractatus,  3.323.

[9] Ibid. , p.5.

[10] Tractatus, 5.473

[11] Defterler, 1914.

[12] Loc. cit.

[13] Tractatus, 3.3.

[14] P.M.S. Hacker'ın bu görüşü, "Wittgenstein, Carnap and the New American Wittgensteinians" (2003) pp. 13-14

[15] Conant, James “Le premier, le second &le dernier Wittgenstein” Agon, 2002, p. 27.

2002, s. 195)

[16] Tractatus, 5.4733.

[17] Tractatus, 5.4733.

[18] Conant, p. 33.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder