14 Temmuz 2025 Pazartesi

ÇAĞDAŞ FELSEFENİN EN ÖNEMLİ KAZANIMLARINDAN BİRİ: WITTGENSTEIN'IN "ÖNERMELER OLGULARIN RESİMLERİDİR" TEZİ

 

Resim teorisi

 

Wittgenstein’ın Tractatus’ta ortaya koyduğu dil teorisi, olasılıkla şu formülle özetlenebilir: Önerme, gerçekliğin bir resmidir. Bu görüş resim teorisi denen düşüncelerin temelidir. Wittgenstein resim teorisini önermelerin doğasını aydınlatmak için ortaya koymuştur.  Bu teori, felsefe tarihi, dil felsefesi, mantık, zihin felsefesi, bilgi felsefesi sanat felsefesi ve iletişim teorisi gibi farklı alanlarda da etkili olmuştur; özellikle, dilin ve temsilin doğası üzerine yapılan tartışmalarda önemli bir referans noktasıdır. Resim teorisi, dilin ve dünyanın ilişkisi üzerine önemli bir düşünce deneyidir; dilin anlamını, yapısını ve sınırlarını anlamada önemli bir araçtır. Her ne kadar eleştirilse de resim teorisi, felsefe tarihindeki yerini korumaktadır.

 Wittgenstein kendisini bir "görsel düşünür" kabul eder.  

Sanırım benim önermelerim çoğunlukla aklıma gelen görsel imgelerin betimlemeleridir.[1]

Wittgenstein felsefi problemleri hem görsel hem de söylemsel yollarla ele alır; “imge”lerle düşünür. Çizimler, şematik resimler ve grafikler onun için önemlidir. Bunları referans noktası, karşılaştırma aracı ve kanıtlama yöntemi olarak kullanır. Wittgenstein’a  göre imgeler bilme ve  problemleri somutlaştırma aracıdır. Nachlass'ta 1300'den fazla görsel malzeme vardır. Bunlar eskizler, teknik çizimler, diyagramlar ve geometrik şekillerdir.

Peki, bu düşünce nasıl ortaya çıkmıştır? Teoriyi açıklamaya geçmeden önce soruyu cevaplayalım.

Bu teorinin ortaya çıkışında şu altı faktör etkilidir:

1. Frege ve Russell Etkisi

Wittgenstein, mantıksal analizin gücünü Frege’den ve Russell’dan alır; Frege’nin anlam ve referans ayrımından, mantıksal sisteminden etkilenmiştir. Bu etkiyle  önermelerin analitik olarak çözümlenebileceğini göstermiştir.  Russell ise mantıksal atomculuğuyla ve Principia Mathematica’da (1910-1913) kurduğu mantık ve matematik arasındaki bağıntıyla[2]  Wittgenstein’a dilin yapısını analiz etme konusunda ilham kaynağı olmuştur.

2. Mühendislik ve Görselleştirme Deneyimi

Wittgenstein’ın mühendislik eğitimi alması ve teknik çizimlerle ilgilenmesi, resim teorisini oluşturmasında etkili olmuştur. Ona göre, dilin dünyayı bir resim gibi temsil etmesi, bir teknik çizimin veya modelin bir nesneyi temsil etmesine benzer.

3. Mantık ve Dil Üzerine Yoğun Çalışmaları

Wittgenstein, 1910’ların başında Cambridge’de Russell ile çalışırken mantığın ve dilin yapısını anlamaya yoğunlaştı. Bu dönemde, bir önermenin dünyadaki olguları nasıl temsil edebileceğini düşündü.

4. Savaş Deneyimi ve Felsefi Aydınlanma

I. Dünya Savaşı sırasında Wittgenstein, cephede felsefi düşüncelerini derinleştirdi. Bu süreçte, dil ile gerçeklik arasındaki ilişkiye dair bir içgörü elde etti. Savaş notlarında ve mektuplarında, Tractatus’un temel kavramlarını geliştirdiği görülmektedir.

5) Hertz ve Boltzmann'ın Fiziksel Modelleri

Wittgenstein, fizik teorilerinde kullanılan modelleme yöntemlerinden de etkilenmiştir. Wittgenstein Hertz’in, Matematiksel İlkeler adlı kitabının giriş bölümünden ve Boltzmann'ın doğa bilimlerindeki temsili sistemlere dair düşüncelerinden yola çıkarak şu görüşü öne sürmüştür: Belirli olgular mantıksal resimler oluşturur.[3]

6. Wittgenstein’ın bir gazetede Paris mahkemelerinde otomobil kazalarını canlandırmak için modellerin kullanıldığını okuması. Mahkemede oyuncak arabalar ve bebekler, gerçekleşip gerçekleşmediği kesin olmayan olayları temsil etmek için kullanılmıştır. Bu modellerde hangi oyuncağın hangi nesneye karşılık geldiği ve oyuncaklar arasındaki ilişkilerin hangi gerçek ilişkileri temsil ettiği açıkça belirtiliyordu.[4].[5]

Ancak resim teorisi bu faktörlerin bir bileşkesi değildir. Tıpkı bütünün parçalardan daha büyük olması gibi bu teori çok özgündür; bu nedenle hâlâ etkilidir.

Resim teorisi, mantıkçı pozitivizmi ve analitik felsefenin gelişimini çok etkilemiştir. Viyana Çevresi filozofları (Schlick, Carnap vb.), Wittgenstein’ın etkisiyle, yalnızca doğrulanabilir önermelerin anlamlı olduğunu savunan bir dil felsefesi geliştirmişlerdir.[6]

Resim teorisiyle Wittgenstein

1. Dil ve realite arasındaki ilişkiyi açıklar;

2. Önermelerin anlamını belirler;

3. Dilin mantıksal yapısını vurgular;

4. Anlamlı ve anlamsız önermeleri ayırt eder;

  5. Dilin sınırlarını çizer;

6. Felsefenin görevini yeniden tanımlar;

7. Dil felsefesinde devrim yapar.

   Ancak, Wittgenstein daha sonraki döneminde bu teoriyi eleştirmiş ve Felsefi Soruşturmalar’da  dilin daha pratik ve bağlamsal bir anlayışını geliştirmiştir. Buna rağmen, resim teorisi, dil felsefesi tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır.

Resim teorisinin özü şudur: Basit adların (temel göstergelerin) neyi temsil ettiklerini gösteren şey, önermelerdeki kullanımlarıdır. Önermelerin mantıksal çerçevesi olmadan, bu göstergelerin bir anlamı yoktur. Bir göstergenin anlamı, temsil ettiği nesnedir; bu anlam yalnız ad ile nesne arasındaki bağı gösteren bir önermeyle açıklanabilir.[7]

Wittgenstein felsefesinin temeli, dil ve gerçeklik arasındaki ilişkidir. O, bu bağlamda, mantıksal yapıyı ve dilin temel bileşenlerini; resimlerdeki doğru ve yanlış ayrımını inceler; temsilin referans sorununu ele alır. Referans ve temsil konularının  birbiriyle iç içe geçmesine dikkat eder.

Wittgenstein Mantık Üzerine Notlar'da  şunu söyler: Dil ve gerçeklik,  dilin ve dünyanın yapıları, bir önermenin biçimi ve olgu,  bütün bunlar arasında yapısal bir benzerlik vardır.

Resim teorisine bazen önerme teorisi denir. Resim teorisi önermeler aracılığıyla ifade edilen şeye değil  önermelerin temsil ettikleri şeye ilişkin teoridir. Önerme neyi temsil eder? Anlamını nasıl belirler? Teori bu sorularna cevap arar. Resim teorisi önermenin karmaşıklığını fark etmek ve anlamak için bir araçtır.

Resim teorisinin hareket noktası, dille resim arasındaki benzerliktir.

Önerme sadece resim olduğu ölçüde bir şey söyler.[8]

Buna göre, önerme ile gerçek durum arasındaki bağ "mantıksal resim" aracılığıyla kurulur. Önermeler, dünyadaki durumları temsil eden mantıksal resimlerdir (logische Bilder). Mantıksal biçime sahip imgelere mantıksal resim denir.

Eğer temsil biçimi mantıksal biçim ise, o zaman bu resme mantıksal resim denir.[9] 

Wittgenstein gündelik anlamdaki resimlerden  mantıksal resme giden bir soyutlama süreci yaşar; bu soyutlama süreci hiyerogliflerden alfabenin elde edilmesine benzer:

Önermenin özünü anlamak için, betimledikleri olguları temsil eden hiyeroglifleri düşünelim. 

Alfabetik yazı onlardan türetilmiştir, ancak temsilin esas özelliği kaybolmamıştır.[10] 

Görüldüğü gibi hiyeroglifler, gerçekliğin yapısını yansıtan resimlerdir; nesneleri doğrudan görsel benzerliklerle temsil eder. Alfabe bu doğrudan benzerliği kaybetse bile temel "mantıksal biçimi" (olguları temsil yeteneğini) korur. Alfabenin hiyerogliflerden daha soyut olması, olguları temsil etme gücünü zayıflatmaz; yalnızca temsil biçimi değişir.

Wittgenstein temsil ile mantık arasındaki kritik bağlantıya dikkat çeker.

Her resim aynı zamanda mantıksal resimdir.[11]

Mantıksal resim bir müzik partisyonu gibidir. Bir partisyon, besteyi doğru bir şekilde yansıtmak için onun yapısını taşır. Tıpkı bunun gibi bir resim mantıklı ve anlamlı olabilmek için temsil ettiği şeyin mantıksal yapısını korumalıdır.

Her imge belirli ilişkiler içindeki ögelerden oluşur. Mantıksal biçim tıpkı resim gibi ögeler arası ilişkilerle temsil edilebilir; bir yapıya sahiptir.  Asıl bağlantı resim ile düşünce arasındadır.

Olguların yalnızca mantıksal resmi düşüncedir.[12]

Bir duruma ilişkin resim veya model oluşturabiliyorsak, o durum "düşünülebilir" demektir (3.001). Modeller "düşünme imkanları", yani temelde düşüncelerdir ve Wittgenstein için belirleyici ölçüt bunların mantıksallığıdır.

Mantıksal resimde önemli olan, temsilin biçimsel yapısıdır; resmin içsel yapıları ve bu yapıların gerçekliğe uygunluğudur. Böylece resim ve önerme, bir yandan gerçek dünyadaki olgularla, diğer yandan düşüncelerimiz arasında köprü oluşturarak temsil imkânını sağlar. Burada önemli olan, geleneksel temsil teorilerindeki gibi basit bir "gösterme" ilişkisi değil, birebir eşleşme ve yapıyı koruyan cebirsel koşullardır. Wittgenstein (nesneler ve adlar gibi) gibi tekil öğelerin eşleştirilmesinden çok, dilin ve dünyanın aynı mantıksal yapıyı paylaşmasını vurgular. Vurgulanan bu ortak yapı, temsil ilişkisini mümkün kılar. "Resmetme", basit bir benzetme veya betim değil, yapısal bir uyumu sağlamaktır.

??????????

Resim teorisine göre bir önerme yalnızca dünyanın (olası) bir durumunu temsil etmekle (söylemekle) kalmaz, aynı zamanda önermenin bileşenleri arasındaki mantıksal ilişkileri de gösterir. Bu ilişkiler, önermenin anlamlı olmasının koşuludur. Wittgenstein, bir önermenin ancak dünyanın "imgesi" olarak sunulduğunda doğru veya yanlış olabileceğini belirtir. Ancak "imge" (*Bild*) kelimesi burada görsel bir temsili (resim, çizim vb.) değil, bir karşılıklılık ilişkisinin imkanını ifade eder.

 

Wittgenstein şöyle yazar: 

Gramofon diski, müzikal düşünce, nota yazımı ve ses dalgaları, dil ile dünya arasındaki o içsel tasvir ilişkisini (*abbildenden*) paylaşır.[13]

 

Wittgenstein'ın Tractatus döneminde esas olarak "şematik" temsiller üzerinde durur. Ona göre portrelerde veya günlük hayattaki resimlerde  fiziksel özellikler veya anlamlar  önemlidir. Wittgenstein sonraki çalışmalarında bu yaklaşımını daha da netleştirerek "resim" yerine "plan" kavramını kullanmaya başladı. Burada "plan" kelimesi en geniş anlamıyla ele alınır ve mantıksal ilişkileri açıklamada merkezi rol oynar. Ona göre düşünce, uygulamaya konulan bir plandır; düşünmek ise plan yapmak ve bu plan üzerinde çalışmaktır. Bu açıdan bakıldığında, temsil etme bir tür plan oluşturma veya yapısal resimler yaratma sürecidir.

Bu teori, yalnızca görsel resimlerle sınırlı değildir. Burada "resim" kavramı, gerçekliğin mümkün bir durumunu temsil eden herhangi bir şey olabilir: Bir tablo, bir fotoğraf veya hatta bir müzik parçası.

Resim teorisine göre tablolar, portreler veya resimler, cümleler, gibi anlam ifade eder.

Resmin kendisi bir olaydır.[14]

Resimler nasıl anlam ifade eder?

 Ancak bu psikolojik bir olay değildir. Resim, durumu mantıksal uzamda sunar.[15]

Resim teorisi Wittgenstein’ın dil oyunlarını keşfi gibi bir anda ondaya çıkmamıştır. Filozof bunu farklı alanlardaki deneyimler sonucunda kabul etmiştir.

benzerlik

Tractatus'ta resim teorisi, eş biçimliliğe (isomorphisme) dayanır. Bir resmin, gerçeği temsil edebilmesi için gerçekle eş biçimli  yani aynı mantıksal yapıya sahip olması gerekir.[16] Bu görüş, dilin dünyayı nasıl yansıttığını anlamak için temel bir kavrayış verir.

Dil dünyayı resmederken, fiziksel benzerlikten çok mümkün  durumların mantıksal mimarisini yansıtır, yapısal olana indirger. Wittgenstein, "benzerlik" kavramını örneklerle açıklar, ancak bu açıklama yapısal olana indirgeyerek yapılır.

Resim teorisindeki benzerlik, görsel olmaktan çok mantıksaldır; somut olmaktan çok, soyuttur, bir müzik eseriyle notalar arasındaki benzerlik gibidir. (Tractatus 4.014).

Bu teoride esas olan, yapısal eş biçimliliktir; benzerlik ise ikincil bir önem taşır; benzerlik ikincil olsa bile, yapısal eş biçimliliğe  dayanır ve yapıyı somutlaştırır.

Bir resimle resmedilen şey birbirine benzer.[17]

Bu benzerlik, dilin dünyayı doğru bir şekilde temsil edebilmesini sağlar.  Resim teorisi bu düşüncenin derinleştirilmesinden ibarettir.

Benzerlik düşüncesi resim teorisinin temelidir; benzerlik içseldir[18] ve resmin resim olabilmesini koşuludur;[19] önermeler olgu durumlarının resimleri gibidir, diye düşünüldüğünde anlaşılabilir. Önermenin ögelerinin düzeni, resmettiği durumun ögelerinin düzeniyle aynı olmalıdır. İşte bu yapısal benzerlik sağlandığında, mantıksal sembol  anlam kazanır ve gerçek bir resim haline gelir

Wittgenstein'a göre, bir resim (önerme), betimlediği olgunun mantıksal bir modelidir. Resim ile realite arasındaki ilişki, tek tek öğelerin benzerliğinden çok, öğelerin birbirleriyle olan ilişkilerinin (yani yapılarının) eşleşmesine dayanır. Bu, bir haritanın araziye benzemesinden çok, haritadaki noktaların ve ilişkilerin arazideki noktalara ve ilişkilere birebir karşılık gelmesi gibidir.  Önermeler dünyanın olgularını fotoğraf gibi resmetmez, ancak onlarla aynı mantıksal biçimi paylaşarak temsil eder.

Resim, realitenin bir modelidir.[20]

Mantıksal Yapı

Bu nedenle resim ister dilsel ifadeler isterse görsel ögeler olsun, önerme, olgunun mantıksal yapısını yansıtır. Tıpkı bir resmin, resmettiği şeyin bazı özelliklerini yansıtması gibi, bir önerme de bir olgunun bazı özellikleri bulunur. Ancak bu resmetme, birebir bir kopya değildir. Resim, resmettiği şeyin özünü verir.

Resim teorisi, gerçekliğin dil ve düşünce aracılığıyla nasıl temsil edildiğini açıklayan temel bir araçtır. Resim, gerçekliğin mantıksal yapısını yansıtan bir model olarak işlev görür.

Biz kendimize olguların resimlerini yaparız.[21]

 

Dolayısıyla, resim teorisine göre, resim ve realite aynı mantıksal yapıya sahiptir.  Örneğin  "a, b'nin yanındadır" önermesi, nesnelerin belirli bir düzenini temsil eder çünkü önermedeki öğelerin ilişkisi (örneğin "yanında olma"), gerçek dünyadaki nesnelerin ilişkisine karşılık gelir. Asıl olan benzerlik değil, “mantıksal çerçevenin örtüşmesi”dir.

Bir resmin bir şeyi temsil edebilmesi için, yalnızca bir ilişki kurması, parçalarının sayısının aynı olması yetmez; resmin yapısı ve parçalarının düzeni, temsil ettiği şeyin yapısıyla uyumlu olmalıdır. Resmin mantıksal yapısıyla gerçekliğin mantıksal yapısı birbirine benzemelidir. Wittgenstein bu şöyle ifade eder:

Bir resim, kendi yapısına uyan her gerçekliği yansıtabilir.[22]

Wittgenstein’a göre dünya, olgular toplamıdır.[23] Olgular, dünyadaki nesnelerin belirli bir yapı içinde bir araya gelmesinin sonucudur. Dilin işlevi, olguları resmeden önermelerle dünyayı modellemektir.

Her resim, kendisini oluşturan ögelerin belirli bir düzeni sayesinde anlam kazanır. Örneğin, bir resimdeki, bir tablodaki veya fotoğraftaki öğelerin (renkler, şekiller, çizgiler) düzeni, gerçekliğin belirli bir yönünü temsil eder. Tıpkı bunun gibi  bir dilsel önermedeki kelimelerin dizilişi, gerçek dünyadaki nesnelerin ilişkilerini yansıtır.

Dilsel ögelerin bu düzeni, mantıksal bir biçimdir, bu biçim, resmin kendisi ve  temsil ettiği durum arasında bağı kurar.[24]   

Wittgenstein, Frege ve Russell'ın dil teorilerindeki bir sorunu çözmeye çalışır. Bu sorun, yanlış önermelerin nasıl anlamlı olabildiğidir. Örneğin, "Mars yeşildir" ifadesi yanlış olabilir ama anlamlıdır. Russell bunu açıklayamamıştı. Wittgenstein, resim teorisiyle bu soruna yanıt verir. Ona göre önermelerin iki yönü vardır. Birincisi, önermenin "söylediği" şeydir. Bu, dünyadaki bir durumu temsil eder. İkincisi, önermenin "gösterdiği" şeydir. Bu, onun mantıksal yapısıdır. Önermeler, tıpkı resimler gibi gerçekliği temsil eder. Yanlış önermeler, gerçekliğe uymayan resimler gibidir. Ancak yine de mantıksal bir biçime sahiptir. Bu nedenle anlamlıdırlar. Resim  teorisi, dilin yönelimliliğini ve yanlışlık sorununu açıklar. Bunu, temsil yeteneği ile mantıksal yapı arasındaki ayrımla yapar.

Resim kuramının en güçlü yönü, yanlışlığın imkanını yani bir önerme yanlış olsa da nasıl anlamlı olabildiğini açıklamasıdır. Önermeler doğru olduklarında gerçeklikle örtüşürler, ancak yanlış olduklarında bile anlamlılıklarını korurlar. Russell’ın iki ilişkili yargı kuramı bu sorunu çözememişken, Wittgenstein’ın kuramı bu konuda başarılı olmuştur.[25] Wittgenstein’ın çözümü şudur: Önermeler, bileşenlerinin belli bir biçimde birleşmiş olmasından dolayı olasılıkları betimler. Bu birleşimin olasılığı, önermenin öğelerinin temsil ettikleri şeyleri yansıtmalarından kaynaklanır; ayrıca bir mantıksal forma ihtiyaç yoktur .[26]

Bir önermenin tümüyle bir olguya denk düşmesi gerekmez. Gerekli olan, önermenin öğeleri ile dünyadaki olguların öğeleri arasında birebir bir karşılıklılık olmasıdır. Bu karşılıklı öğeler, benzer bir yapıda ilişki içindeyse, önerme o durumu temsil eder—gerçekleşip gerçekleşmemesi önemli değildir. Yanlış bir önerme kurmak, yalnızca var olan öğeleri gerçekte birleşmedikleri bir biçimde birleştirmektir.[27] Önerme öğeleri gerçekliğe aykırı değildir, ama bu öğelerin birleştirilme şekli gerçekliğe aykırıdır. Bu tür önermeler, olası durumları temsil eder. Wittgenstein’a göre, önermeler bu olası durumları betimleyerek temsil eder.[28] Hertz’in yaklaşımıyla, resimler yalnızca mantıksal olasılığı temsil eder.[29] (FBu tür temsil mümkündür çünkü önermeler doğrudan yalanlanamaz; yalnızca onların betimledikleri durumun gerçekleşip gerçekleşmediği yalanlanabilir.[30]

Siyah-beyaz bir fotoğraf ilk bakışta gerçek dünyaya benzese de, aslında kendine özgü bir temsil sistemine sahiptir: Üç boyutluluk yoktur, renkler yalnızca gri tonlarla ifade edilir ve nesneler orantılı görünse de gerçek boyutlarından farklıdır. Fotoğraf, gerçekliği kendi kuralları ve sınırlı temsil yöntemleriyle yansıtan özel bir yapıdır. Stilize bir çizimde ise benzerlik yalnızca belirli geometrik ve metrik ilişkilerin korunmasına dayanır: Albüm imgesi masa imgesinin üstünde yer alır, masa yüzeyi imgesiyle temas halindedir, ayak imgeleri masa yüzeyiyle dik açı oluşturur - tıpkı gerçekte olduğu gibi. Burada temsil biçimi değişmiştir; çizim artık renk ilişkilerini (fotoğraftaki gibi) değil, ancak geometrik ilişkileri yansıtabilir. En soyut temsil düzeyine ise ilişkileri genel olarak ele alan (mekansal ilişkileri mekansal yollarla değil) bir temsil biçimiyle ulaşılır:

 

Düşünce, imgelerin temsil ettikleri olgularla yalnızca en soyut anlamda bir yapıyı (mekansal veya renksel değil) paylaştığı temsil sistemidir.

Resim, gerçekliğin yapısını yansıtır ve bu yapı, resmin gerçekliği doğru bir şekilde temsil etmesini sağlar.

Her resmin, ne türden olursa olsun, gerçeklikle ortak olması gereken bir şey vardır: mantıksal biçim, yani gerçekliğin biçimi.[31]

Bu ifade, resmin sadece bir temsil olmadığını, aynı zamanda gerçek bir varlığı olduğunu vurgular. Resim, dünya ile dil arasında bir köprü kurar.

Wittgenstein, resmin ögelerinin gerçek dünyadaki nesnelere uygun olduklarını belirtir. Ona göre resimde, resmin ögeleri nesnelerin yerini tutar. Resmin ögeleri, örneğin dilin ögeleri belirli bir şekilde bir araya gelerek, resmin olgusunu oluşturur. Aynı şekilde bir önermede  kelimelerin bir araya geliş biçimi, nesneler arasındaki ilişkiyi gösterir.

Resmi oluşturan şey ögelerin birbiriyle belirli bir ilişki içinde olmalarıdır.[32]

Wittgenstein’ın resim teorisi, yalnızca dilin nasıl işlediğini değil, aynı zamanda dilin sınırlarını da belirler. Ona göre, ancak resmedilebilir olan şeyler anlamlıdır. Yani, yalnızca dünya içindeki olgulara ilişkin önermeler anlamlıdır.[33]

Wittgenstein'a göre, bir önerme, dünyadaki bir olguyu resmeder.

Biz bu resimleri olgulardan elde ederiz.[34]

Bir önermenin anlamı, resmettiği olgudur. Eğer bir önerme bir olguyu resmedemiyorsa, o zaman anlamsızdır. Bu nedenle, metafiziksel önermeler anlamsızdır, çünkü onlar hiçbir olguyu resmedemezler.

Bir resim, gerçekte var olmayan bir şeyi temsil edemez. Resim teorisi, birbiriyle bağlantılı üç temel kavrama dayanır. Bir şeyin resim olarak kabul edilebilmesi için şu üç kavramı içermelidir:

  1. Yapı: Resim, bir gerçekliği temsil eden bir olgu olduğu için belirli bir yapısı olmalıdır. Bu yapı, ögelerin belirli bir düzenini içermeli ve gerçek dünyadaki nesnelerin bir araya gelme tarzlarını yansıtmalıdır (TLP: 2.14-2.15).
  2. Resimsel İlişki: Resimle temsil ettiği gerçeklik mantıksal açıdan birbirine uygun ve  aynı mantıksal çokluğa sahip olmalıdır (TLP: 2.1513-2.1514).
  3. Resimsel Biçim: Resmin ögelerinin olası kombinasyonları, temsil ettiği olgunun ögelerinin olası kombinasyonlarıyla uyumlu olmalıdır; hem resim hem de temsil ettiği şey aynı yapısal olasılıkları (aynı resimsel biçimi) paylaşmalıdır (TLP: 2.15-2.151, 2.16-2.17).

 

Wittgenstein'a göre, bir resmin parçaları ile temsil ettiği şeyin parçaları eşleşmelidir. Bu eşleşme sayesinde resim, gerçekliği doğru bir şekilde yansıtır. Ancak bunun mümkün olabilmesi için, resimdeki parça sayısı ile temsil edilen şeydeki parça sayısı aynı olmalıdır. Çünkü her bir resim ögesi ancak parçaları eşitse gerçeklikteki bir nesneyle bire bir eşleşebilir. Wittgenstein bunu her resmin bir önerme olmasını dikkate alarak söyler: 

Bir önermede, temsil ettiği durumda olduğu kadar kesin olarak ayırt edilebilir parça olmalıdır. [...] İkisi de aynı mantıksal (matematiksel) çokluğa sahip olmalıdır.[35]

Resim teorisi, aslında daha genel bir temsil teorisinin dilsel önermelere uyarlanmış halidir. Wittgenstein bir resme dair bütün koşulları  önermelere de uygular; önermelerin gerçekliğin birebir resimleri ya da modelleri olduğunu söyler.

Wittgenstein’a göre bir önerme, düşüncenin duyularla algılanabilen halidir (TLP: 3.1). Düşünce ise, gerçekliğin mantıksal bir tasavvurudur (TLP: 3). İlginç olan, düşüncenin de bir olgu sayılmasıdır. Yani düşünce, belli parçalardan oluşan bir durumdur. Bu parçalar, onu anlatan önermedeki kelimelerle birebir örtüşür. Wittgenstein bu durumu Russell’a yazdığı bir mektupta şöyle açıklar:

Bir düşünce bir olgudur [...] ve dildeki sözcüklere karşılık gelen parçalardan oluşmalıdır.[36]

Bir mantıksal sembol tek başına bir resim değildir. O sadece bir olgudur ve her olgu otomatik olarak resim sayılmaz, çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi her olgunun resimsel bir yapısı yoktur. Bir mantıksal sembolün resim niteliği kazanabilmesi için, temsil ettiği olguyla arasında özel bir ilişki olmalıdır:

Resim teorisi, dilin sınırlarını da belirler. Dil, sadece olguları resmedebilir. Değer yargıları, ahlaki önermeler veya metafiziksel ifadeler gibi olgusal olmayan şeyler dilin sınırlarının ötesindedir.

Resim teorisi gerçekte bir tür anlam otomatizmidir. Wittgenstein'a göre, bir önermenin anlamı, dünyadaki olguların mantıksal resmiyle (logical picture) otomatik olarak oluşur. Eğer bir önermedeki göstergeler, temsil ettikleri nesnelerin birleşim imkanlarına uygun şekilde düzenlenmişse, önerme otomatik olarak bir anlam taşır. Şimdi bu konuyu açıklayalım.

Anlamın Otomatizmi İlkesi’ne göre bir dilin kelime dağarcığı ve gramer kurallarına hakim olan biri, daha önce hiç duymadığı sonsuz sayıda cümleyi anında kavrayabilir. Bu, Noam Chomsky'nin "türetici gramer" dediği fenomenle ilgilidir. Belirli bir durumda kullanılmak üzere birleştirilmiş göstergeler, tamamen farklı bir durumu temsil etmek için yeni bir kombinasyon içinde kullanılabilir ve bu yeni kombinasyonu da hemen anlayabilmemiz gerekir. Moritz Schlick, bu durumu şu şekilde ortaya koyar: İfadenin (temsil etmeye karşıt olarak) temel özelliği, göstergelerin farklı şekillerde birleştirilebilmesi imkanıdır. Bu, yalnızca belirli bir düzen (örneğin mekânsal ya da zamansal) değil, genel olarak düzen – başka bir deyişle, "Mantıksal Düzen" veya sadece "yapı" olarak adlandırılabilecek bir şeydir.[37]

Wittgenstein, bir önermenin yeni anlamlar üretebilme yeteneğinin özünde olduğunu savunur: 

Bir önerme, eski ifadelerle yeni bir anlam iletmelidir.[38]

Ayrıca, bir önermeyi anlama süreci bir görsel temsili algılamaya benzer. Nasıl bir resimdeki nesneleri hemen tanıyorsak, bir önermenin anlamını da (normal koşullarda) anında kavrarız. Ancak bu durum, dili yeni öğrenenler için geçerli değildir; onlar için kelimelerin algılanmasıyla anlamın kavranması arasında bir boşluk olabilir.

 Eğer göstergeler, temsil ettikleri nesnelerin birleşim imkanlarına gerçekten uygun bir şekilde bir önermede birleşmişlerse  önerme otomatik olarak bir anlam iletir. Anlamın otomatik olarak iletilmesi bir kent planının düzen bildirmesinden farklıdır. Kent planında, imkansız ve anlaşılmaz bir mekan düzeni yoktur. Oysa günlük dildeki bir önerme, “mantıksal sentaks”ın katı ve açık kurallarına uygun değilse son derece saçma bir ifade  olabilir.

Gerçekten mantıksal gramer ya da sentaks kurallarına uyan bir önerme yani göstergelerin mümkün birleşimi  aynı zamanda doğası gereği anlamlıdır. Wittgenstein bunu şöyle açıklar:

Mümkün bir gösterge aynı zamanda bir şey ifade edebilmelidir. Mantıkta mümkün olan her şey aynı zamanda izin verilendir.[39]

Örneğin “Sokrates özdeştir.” önermesini ele alalım. Burada bir adı (Sokrates), “özdeşle” birleşir; “özdeş” görünüşte bir özellik belirtiyor gibidir. Ancak önerme anlam taşımaz, çünkü “özdeş” kişinin bir niteliği değildir. Doğal dilin bir zayıflığı, o da kelimelerin, mantıksal kurallarını çiğnemeden, anlamlarını yitirecek şekilde bir araya getirilebilmesidir.

“Bir resimde ve temsil edilen şeyde, birinin diğerinin resmi olması için, bir şeyin her iki yerde de aynen bulunması gerekir.”

Eğer bir resim –veya bu durumda bir önerme–, dünyadaki olgularla, yani onun aynası olduğu olgularla uyumluysa, o resim (önermesi) doğrudur. Eğer dünyadaki olgularla uyumlu değilse, bu önerme yanlıştır. Böylece, bir önermeyi doğru veya yanlış yapan şey, onun olgularla uyumlu olup olmamasıdır.

 Önerme, dünyanın olası bir durumuna benzeyebilmeli ve bu benzerlik, gerçeklikle fiili uyumundan bağımsız olmalıdır. İmgeyi oluşturan şey, önermenin içindeki bu uyum potansiyelidir. 




[1] L. Wittgenstein, Denkbewegungen. Tagebücher 1930-1932 1936-1937, Frankfurt/M 1999, S. 58.

[2] Russell, Bertrand & Whitehead, Alfred North. Principia Mathematica, 1910-1913.

[3] Boltzmann, Ludwig. Wissenschaftliche Abhandlungen, 1909.
⁹ Wittgenstein, Tractatus, 4.001.

[4] Glock, Hans-Johann. A Wittgenstein Dictionary. Malden, MA: Blackwell Publishers, 1997, p. 300.

[5] Finch, Henry Le Roy. Wittgenstein – The Early Philosophy: An Exposition of the Tractatus. New York: Humanities Press, 1971, p. 13.

[6]  Carnap, Rudolf. La construction logique du monde, 1928

[7] Hunnings, Gordon. The World and Language in Wittgenstein’s Philosophy. New York: Macmillan, 1988, 47.

[8]Tractatus, 4.03.

[9] Tractatus,  2.181.

[10] Tractatus, 4.016.

[11] Tractatus, 2.182.

[12] Tractatus, 3.

[13] Tractatus, 4.014.

[14] Tractatus, 2.141.

[15] Tractatus, 2.11).

[16] Wittgenstein, Tractatus, 2.16.

[17] Tractatus, 4.012.

[18] Tractatus, 4.141.

[19] Tractatus, 2.161.

[20] Tractatus 2.12.

[21] Tractatus, 2.1.

[22] Tractatus, 2.171.

[23] Tractatus, 1.1.

[24] Hintikka, Jaakko. Wittgenstein: An Introduction. Oxford: Oxford University Press, 1999, s. 67.

[25] Glock, Hans-Johann. A Wittgenstein Dictionary. Malden, MA: Blackwell Publishers, 1997, p. 298.

[26] Glock, Hans-Johann. A Wittgenstein Dictionary. Malden, MA: Blackwell Publishers, 1997, p. 299.

[27] Glock, p. 299-300.

[28] Finch, p. 3.

[29] Finch, 10.

[30] Finch, 65.

[31] Tractatus 2.18.

[32] Tractatus 2.14.

[33] Tractatus, 4.001.

[34] Tractatus, 2.1.

[35] Tractatus, 4.04.

[36] Notebooks 1914–1916, p. 130.

[37] Bu konuda bkz. Schlick, Moritz, Allgemeine Erkenntnislehre Verlag von Julius Springer Berlin, 1925, (özellikle §7 ve §28)

[38] Tractatus  4.03

[39] Tractatus, T 5.473.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder