14 Temmuz 2025 Pazartesi

WITTGENSTEIN'DA MANTIKSAL KOZMOLOJİNİN TEMELİ OLARAK OBJE

 

     WITTGENSTEIN'DA MANTIKSAL KOZMOLOJİNİN TEMELİ OLARAK OBJE 

 

Tractatus’un, dil, mantık ve realite ilişkisini ele alırken dayandığı önemli kavramlardan biri de “obje”dir. Objeler olguların en nihai ve indirgenemez bileşenleridir; basit ve değişmez yapılarıyla dünyanın tözünü oluşturur ve tüm karmaşık durumların ve olguların temelidir; dünyayı resmetme araçlarıdır. Dünyanın yapısını anlamada merkezi bir rol oynar. Objeler birbirine mantıksal tarzda bağlanmışlardır; bu mantıksal bağ, dilin sınırlarını çizmeyi ve anlamlı önermeler ortaya koymayı mümkün kılar.   Ancak bu objeler, somut fiziksel varlıklar değil, daha çok dil ve realite arasındaki yapısal ilişkinin soyut koşullarıdır. Kısaca söylersek Tractatus’un yapısını, dilin dünya ile ilişkisini anlamak için Wittgenstein’ın “obje”den ne anladığını iyi bilmelidir. Şimdi bu satırlarda filozofun “obje” konusundaki düşüncelerini görelim.

Objeler biçimsel kavramlardır; nesnenin birleşme imkanını içerir, ontolojik olarak nötrdür ve bu nedenle hiçbir ontolojik türdeki varlıklarla özdeşleştirilemez.

Biçimsel  obje yalnızca belli bir bağlamdaki işlevleriyle tanımlanabilir. Örneğin, kalp, işlevi kan pompalamak olan bir organdır. Oysa nesne adları da (temel) önermeler oluşturmak üzere bir araya gelir. Bir adın referansı yalnızca bir önerme bağlamında tanımlanabilir, çünkü adın önermedeki kullanımı, referansta bulunduğu nesnenin işlevini temsil eder.

sembolizm

Wittgenstein'ın amacı “obje” kavramına dayanarak Frege’den ve Russell’dan miras aldığı  sembolik bir mantık ortaya koymaktır, aynı şekilde obje kavramı sayesinde bilimsel bilgiyi mantığa dayandırmaktır,  mantıkçılığın hatalarını düzeltmektir. Daha açık konuşmak gerekirse, Russell'da olduğu gibi, Tractatus'ta obje, sembolik dilin analitik açıdan zorunlu oluşunun bir sonucu olarak ortaya çıkar.

 

Obje: Mantıksal Bir Kozmolojinin Temeli 

 

Wittgenstein obje konusunda, Russell'ın mantıksal epistemoloji problematiğini devralır. Ancak Wittgenstein, Russell’ın iki konuda yetersiz olduğunu fark eder. Russell

1. Objeyi içselleştirememiştir,

2. Realitenin empirik anlamı konusundaki belirsizliği giderememiştir. Tractatus’un

Dünya, olup biten her şeydir.[1]

şeklindeki ilk aforizmasının amacı, Russell’ın mantıksal-epistemolojik problematiğini çözmektir.

Russell'ın çıkmazı şudur: Mantık, bilginin yapısını analiz etmek için güçlü bir araçtır, ancak mantığın kendisi de bir bilgi kaynağı olarak nasıl temellendirilecektir?

Dış dünyaya dair bilgimiz, doğrudan deneyimle sınırlıdır, ancak bilim ve gündelik hayat, bu sınırların ötesine geçer. Bunun meşru bir gerekçesi var mıdır? Russell, bu sorulara çeşitli cevaplar vermeye çalışmıştır. Bu cevaplar üç temel düşünce ekseninde şekillenir.

      1. Nötr monizm: Russell zihin ve madde ayrımını reddederek, her ikisinin de "nötr" bir temelde açıklanabileceğini savunmuştur.

       2. Mantıksal çıkarımın pragmatik savunusu: Tümevarım gibi yöntemler, pratikte işe yaradığı için kabul edilmelidir.

      3. Sezgiye sınırlı bir rol: Temel mantıksal ilkeler sezgisel olarak bilinebilir, ancak bu, her şeyi açıklamaz.

Russell'ın aksine Wittgenstein, betimlemenin değil, betimlenen olgunun imkânını sorgular. Peki, bir olgunun tezahür etmesini, “olgu durumu” yapan nedir? Cevap şu önermelerde saklıdır: 

 Olgu durumu, objelerin (varlıkların, nesnelerin) bir bağlantısıdır.[2]

Objelerin konfigürasyonu olgu durumunu oluşturur.[3]

 Olgu durumunda objeler, bir zincirin halkaları gibi birbirine kenetlenir.[4]

Objeler belirli bir tarzda ilişki içindedir.[5]

Olgu durumunda bu belirli ilişkisi, objeler durumunun yapısıdır.[6]

Bir olgunun imkânı, böylece onun iç yapısında aranmalıdır. Bu yapı, bir "objeler" ağının açığa çıkmasıdır. Olgunun tezahür biçimi ("konfigürasyon"), objelerin birbirine bağlanma tarzının sonucudur. Peki Tractatus'ta "obje" nedir? Şimdilik iki temel özelliğini belirleyelim: 

1.       Basitlik: Bir olgunun en temel, indirgenemeyen bileşenleri onun atomik ögeleridir; bu ögeler olgunun temelidir.

2.       İmkan: Olgunun mantıksal olasılığını temsil ederler. Bu, Platoncu anlamda bir "öz" değil, olgunun yapısal imkânıdır: 

                Biçim, yapının imkânıdır.[7]

                Nesnenin olgu / durumlarında ortaya çıkma imkânı, onun biçimidir.[8]"

Wittgenstein’a göre objeler, olgulardan ayrı değildir; onlarla iç içedir. 

Wittgenstein'ın bu yaklaşımı, Russell'ın yukarıda ifade ettiğimiz mantık-epistemoloji çıkmazını aşar.

Wittgenstein bu çıkmazı aşmak için objeleri mantıksal bir kozmolojinin ontolojik tözleri haline getirir. Biçimi ve içeriği özdeşleştirir:

Töz biçim ve içeriktir.[9]

Wittgenstein mantığı (çıkarım biçimleri) ve epistemolojiyi (bilgi teorisi) birleştirir; objeleri “biçimsel tözler” diye tanımlayarak mantığı bir “dünya ontolojisi”ne dönüştürür. Böylece deneyim dünyası, varlığının mantıksal imkânı üzerine temellenir. Bu, önermelerin mantıksal analizi için tutarlı bir zemin hazırlar. 

 

Obje: Tüm Temsilin İlkesi

 

Tractatus'taki obje teorisinin ikinci özgünlüğü şudur: Objeler dünyanın temsilinin ilkesidir. Bunun iki nedeni vardır: 

1.       Tözsel Doğa

Objeler dünyanın tözünü oluşturur. Bu yüzden bileşik olamazlar.[10]

Dünyanın bir tözü olmasaydı, bir önermenin anlamlı olması başka bir önermenin doğruluğuna bağlı olurdu.[11]

O zaman (doğru ya da yanlış) bir dünya resmi çizmek imkânsız olurdu.[12]

Objeler  dünyanın atomlarıdır. Tüm bilgi (betimleme) analizi onlara dayanır. Wittgenstein, Russell'ın bilgi teorisindeki iki sınıf nesneyi (somut objeler ve mantıksal biçimler) tekilleştirir: Mantıksal biçimler somut objelerden türetilmelidir. Ancak Tractatus'ta "somut nesne" yoktur; somut olan "olgu"dur. Objeler, olguların biçimsel imkânlarıdır. 

2. Biçimsel Belirlenim

Dünyadan ne kadar farklı tasavvur edilirse edilsin, bir dünyanın gerçek dünyayla paylaşması gereken bir şey vardır: Biçim.[13]

İşte bu biçim objelerden oluşur.[14]

Objeler, olguların yapısal imkânları olduklarından, onların betimlemelerinin yapısal imkânlarını da belirler. Betimleme ile olgu arasındaki yapısal özdeşlik, objelerin özdeşliğidir. Bu, temsillerin (betimlemelerin) kararlılığını sağlar. 

Wittgenstein'a göre objeler, olguların biçimleri olarak, onların betimlemelerine kendiliğinden yansır. Bu, “Resim Teorisi”nin temelidir: 

Kendimize olguların resimlerini yaparız.[15]

Bir resmin olguyla paylaştığı ortaklık onun “biçimi”dir, ancak bu biçim resimde “gösterilemez”, yalnızca mantıksal ilişki sayesinde de kavramır.

Resmin öğeleri, objelerin resimdeki temsilcileridir.[16]

Sonuç olarak, Tractatus’taki obje anlayışı, Russell'ın referans problemine şu görüşleriyle kökten bir çözüm sunar:  Objeler, dünyanın mantıksal anatomisini oluşturur. Betimleme ile gerçeklik arasındaki ilişki, objelerin biçimsel özdeşliği üzerinden kurulur.  Böylece mantık “dünyanın ontolojik çerçevesi” haline gelir ve Wittgenstein, sembolizmin temellerini "düzeltirken", felsefede yeni bir kapı açar.

Burada Wittgenstein, temsillerimizin olguların  çizimleri olduğunu ima eder. Ancak bir olgu ile onun çizimi arasındaki ortaklık, yapılandırmalar değil, içsel biçimlerdir (objeler). Temsil bu nedenle “içsel” ve “dışsal” olmak üzere çift katmanlı işler; birincisi ikincisini garanti altına alır: 

Bir resmin öğelerinin belirli bir ilişki içinde olması, şeylerin de bu ilişkide olduğunu gösterir. Resmin öğelerinin bu karşılıklı bağımlılığına onun yapısı bu bağımlılığın imkânına ise onun “temsil biçimi” diyelim.[17]

Wittgenstein, Russell'ın olgu ile betimleme arasındaki bağlantı sorununu, nesnelerin biçimsel doğasıyla çözüme kavuşturur. Nesneler, biçimleri sayesinde hem gerçekliğin iç yapısını hem de gerçeklik ile resmi arasındaki ilişkiyi mümkün kılar. Bu nedenle, nesneler kendilerini resimde gösterir—doğrudan temsil edilmezler, ancak yapıları aracılığıyla ifade edilirler.

Bu kendiliğinden referans, onları temsilin temel ilkesi yapar:

Resim bu şekilde gerçekliğe bağlanır; ona ulaşır.[18]

Objeler, dil ve dünya arasındaki mantıksal bağın kurulmasını sağlar. Wittgenstein'a göre, bir resmin anlamı, objelerin biçimsel yapısıyla olan bu uyumdan doğar. Dolayısıyla, realitenin resmedilmesi, nesnelerin mantıksal biçiminin dilde yansımasıyla mümkün olur.

Wittgenstein'ın obje reformu, sembolizme “mantıksal geçerliliği olan ontolojik bir zemin” sağlamıştır. Bu ontoloji, mantıkçılık (logicisme) gereği yalnızca “biçimsel” olabilirdi. Objelerin “salt biçim” olarak tanımlanması, sembolik sistemin tutarlılığı için elzemdi.

SEMBOLİZM İÇİN SONUÇLARı 

 

Yukarıdakiler ışığında, Tractatus'ta obje eleştirisinin, Wittgenstein'ın öncüllerinin mantıksal sembolizm eleştirisinin “kilit taşı” olduğu söylenebilir. Başka bir deyişle, Wittgenstein'a göre Frege ve Russell’ın  hataları, objelerin gerçek mantıksal anlamını kavrayamamalarından kaynaklanır. Onlar bu anlamı yalıtılmış mantıksal objelerin varlığı”na dayandırmıştır. 

Sembolizmdeki temel mantık sorusu şuydu:  Bir önerme objesini nasıl gösterir? 

Wittgenstein'ın cevabı çarpıcıdır:

Bir önermenin imkânı, göstergelerin objelerin temsilcileri olarak konumlandırılması ilkesine dayanır.

Benim temel düşüncem şudur: "Mantıksal sabiteler" hiçbir şeyin temsilcisi değildir. Olguların mantığının kendisinin bir temsilcisi olamaz.[19]

Peki bir nesne nasıl gösterilir? Tractatus'a göre objeler, yalıtılmış varlıklar değil, gerçekliğin içsel biçimleridir. Bir nesneyi dilde göstermek, Frege ve Russell'ın düşündüğü gibi doğrudan veya dolaylı bir referansta bulunmak değil, o realitenin “iç yapı”sını (dolayısıyla temsil imkânını) belirtmektir. 

Önermenin realiteyle bağı “temsil” ilişkisidir:

Önerme, realitenin bir "resmi"dir.[20]

Önermedeki basit göstergeler "ad"lardır.[21]

Ad nesneyi gösterir; nesne onun anlamıdır.[22]

Adlar birbirine bağlanır ve bir "şeyler durumunu" canlı bir tablo gibi betimler.[23]

Objeler uzayda tek başlarına var olan atomlar  değildir.

 Olgu durumları objelerin birleşimidir. [24]

 

 

Wittgenstein’a göre objeler, alışılagelmiş anlamdaki sıradan nesneler değildir; onların doğası, ancak durumlar içindeki potansiyel varlıklarıyla anlaşılabilir. Objeler, tüm olası durumlarda ortaya çıkabilme kapasitesine sahip olmakla birlikte, bu görünüşteki bağımsızlık aslında durumlarla kurdukları zorunlu ilişkinin bir sonucudur – yani bir tür bağımlılıktır. 2.0122’de vurguladığı gibi, bir objenin var olabilmesi için mutlaka bir durumun parçası haline gelmesi gerekir; tıpkı görsel alandaki bir lekenin belirli bir renge (mesela kırmızı) sahip olmak zorunda olmamasına rağmen, mutlaka bir renk taşımak zorunda olması gibi (§2.0131). Bu benzetme, objelerin ancak belirli bir yapı (örneğin "renkli olma" zorunluluğu) içinde anlam kazandığını gösterir: bir leke renksiz olamayacağı gibi, bir obje de durumsuz olamaz. Dolayısıyla objelerin bağımsızlığı, onların durumlara olan bu içsel bağlılığından ayrı düşünülemez.

Objelerin Basitliği

Wittgenstein, objeler ile durumlar arasındaki ilişki hakkında konuşmaktan, objelerin kendi doğalarına geçer. Şu iddiayla başlar: 

Objeler basittir.[25] 

Bu nedenle obje karmaşık bir yapı olarak analiz edilemez; objelerin bölümleri yoktur. Eğer objenin bölümleri olsaydı, o bölümlerin bileşimi olarak analiz edilebilirlerdi.

Her obje bileşik olsaydı. O zaman basit nesne olmadığı için her ad, bileşik bir nesneyi temsil ederdi 

Eğer tüm objeler bileşik olsaydı, önermeler ancak başka önermeler doğru olduğunda anlamlı olurdu.[26]

Eğer bir önermenin doğruluğu başka bir önermenin doğruluğuna bağlı olsaydı o zaman sonsuzca geri gitme dediğimiz durum ortaya çıkardı. 

Böyle bir durumda dünyanın (doğru ya da yanlış) herhangi bir resmini çizemezdik.[27]

Bu nedenle dünya hakkında betim yapabilmemiz için basit objeler sınıfının varlığı zorunludur. Burada şu sorulabilir:

 

Dünyayı betimlemek için objelerin basit olması niçin gereklidir? Bunu anlamak için  adların basitliğini dikkate almalıdır. 

Bir ad, bir nesneyi temsil eder. Nesne onun anlamıdır.[28]

Wittgenstein'ın objenin basitliği tezini desteklemek için şu kanıt öne sürülebilir: Ona göre, bir önermenin anlamı, onun doğruluk koşullarını bilmekle mümkündür ve bu, bileşenlerin doğruluğundan bağımsızdır. Bu nedenle, objeler basit olmalıdır, çünkü ancak bu şekilde önermelerin anlamı, diğer önermelerin doğruluğuna bağlı olmaksızın kavranabilir. Aksi takdirde, anlamın koşulsuz bir şekilde anlaşılabilirliği ortadan kalkar ve bu da dilin işlevselliğini temelden sarsar. Dolayısıyla, objelerin basitliği, dilin mantıksal yapısının tutarlılığı için zorunludur.

Wittgenstein’a göre objeler, alışılagelmiş anlamdaki sıradan nesneler değildir; onların doğası, ancak durumlar içindeki potansiyel varlıklarıyla anlaşılabilir. Objeler, tüm olası durumlarda ortaya çıkabilme kapasitesine sahip olmakla birlikte, bu görünüşteki bağımsızlık aslında durumlarla kurdukları zorunlu ilişkinin bir sonucudur – yani bir tür bağımlılıktır. 2.0122’de vurguladığı gibi, bir objenin var olabilmesi için mutlaka bir durumun parçası haline gelmesi gerekir; tıpkı görsel alandaki bir lekenin belirli bir renge (mesela kırmızı) sahip olmak zorunda olmamasına rağmen, mutlaka bir renk taşımak zorunda olması gibi (§2.0131). Bu benzetme, objelerin ancak belirli bir yapı (örneğin "renkli olma" zorunluluğu) içinde anlam kazandığını gösterir: bir leke renksiz olamayacağı gibi, bir obje de durumsuz olamaz. Dolayısıyla objelerin bağımsızlığı, onların durumlara olan bu içsel bağlılığından ayrı düşünülemez.

4 objelerin Değişmezliği

 

Objeler yalnızca basit değildir, aynı zamanda bir anlamda “değişmez”dirler.

Wittgenstein, objelerin dünyanın tözünü oluşturduğunu söyledikten sonra şunu ekler: 

Töz, olup bitenden bağımsız olarak var olandır.[29]

Objelerin kendileri değişmez, ancak değişimi açıklar.

Değişim, durumların var olup yok olması demektir: Durumlar da objelerin belirli bir şekilde düzenlenmesiyle ortaya çıkar: 

Objelerin düzenlenişi, durumları meydana getirir.[30]

Basit objeler, değişimi iki açıdan temellendirir: 

1. Zamansal değişim: Gerçek dünyadaki değişimlerin altında yatan şeydir.

2. Modal değişim: Gerçek dünya ile mümkün veya hayali dünyalar arasındaki ortaklığı sağlar: 

Wittgenstein'ın burada yaptığı en önemli iddia, durumlar ile dünya arasındaki ilişkiyle ilgilidir: 

Var olan durumların bütünlüğü, dünyadır.[31]

 

Dünyada yalnızca durumlar vardır; bunlar, hangi durumların var olmadığına dair "olguları" da kapsayacak şekilde tüm gerçekliği belirler. 

 

Sonuç 

 

Wittgenstein'ın metafizik sistemi, en temel düzeyde yalnızca objelerin var olduğu iddiasıyla, karmaşık gerçekliği açıklamada şaşırtıcı bir basitlik ve tutarlılık sunar. Ancak bu sistemin bedeli, gündelik deneyimimizdeki pek çok şeyin (özellikler, ilişkiler, negatif gerçekler) temel kategoriler olarak reddedilmesidir. Bu radikal yaklaşım, onun felsefesinin hem gücünü hem de tartışmalı yönünü oluşturur.

 

 

 



[1] Tractatus, 1.

[2] Tractatus, 2.01.

[3] Tractatus, 2.072.

[4] Tractatus, 2.03.

[5] Tractatus, 2.03

[6] Tractatus, 2.032

[7] Tractatus, 2.033

[8] Tractatus, 2.0141

[9] Tractatus, 2.025.

[10] Tractatus, 2021.

[11] Tractatus, 2.0211

[12] Tractatus, 2.0212.

[13] Tractatus, 2.022.

[14] Tractatus, 2.023.

[15] Tractatus, 2.1.

[16] Tractatus, 2.131

[17] Tractatus, 2.15.

[18] Tractatus, 1511.

[19] Tractatus, 4.0312.

[20] Tractatus, 4.01.

[21] Tractatus, 3.202.

[22] Tractatus, 3.203.

[23] Tractatus, 4.0311. 

[24] Tractatus, 2.01.

[25] Tractatus, 2.02.

[26] Tractatus, 2.0211.

[27] Tractatus, 2.0212.

[28] Tractatus, 3.203.

[29] Tractatus, 2.024

[30] Tractatus, 2.0272

[31] Tractatus, 2.04.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder