WITTGENSTEIN'DA MANTIKSAL KOZMOLOJİNİN TEMELİ OLARAK OBJE
Tractatus’un, dil, mantık ve realite
ilişkisini ele alırken dayandığı önemli kavramlardan biri de “obje”dir. Objeler
olguların en nihai ve indirgenemez bileşenleridir; basit ve değişmez
yapılarıyla dünyanın tözünü oluşturur ve tüm karmaşık durumların ve olguların
temelidir; dünyayı resmetme araçlarıdır. Dünyanın yapısını anlamada merkezi bir
rol oynar. Objeler birbirine
mantıksal tarzda bağlanmışlardır; bu mantıksal bağ, dilin sınırlarını çizmeyi
ve anlamlı önermeler ortaya koymayı mümkün kılar. Ancak bu objeler, somut fiziksel varlıklar
değil, daha çok dil ve realite arasındaki yapısal ilişkinin soyut koşullarıdır.
Kısaca söylersek Tractatus’un yapısını, dilin dünya ile ilişkisini anlamak için
Wittgenstein’ın “obje”den ne anladığını iyi bilmelidir. Şimdi bu satırlarda
filozofun “obje” konusundaki düşüncelerini görelim.
Objeler biçimsel kavramlardır; nesnenin
birleşme imkanını içerir, ontolojik olarak nötrdür ve bu nedenle hiçbir
ontolojik türdeki varlıklarla özdeşleştirilemez.
Biçimsel
obje yalnızca belli bir bağlamdaki işlevleriyle tanımlanabilir. Örneğin,
kalp, işlevi kan pompalamak olan bir organdır. Oysa nesne adları da (temel)
önermeler oluşturmak üzere bir araya gelir. Bir adın referansı yalnızca bir
önerme bağlamında tanımlanabilir, çünkü adın önermedeki kullanımı, referansta
bulunduğu nesnenin işlevini temsil eder.
sembolizm
Wittgenstein'ın amacı “obje” kavramına
dayanarak Frege’den ve Russell’dan miras aldığı
sembolik bir mantık ortaya koymaktır, aynı şekilde obje kavramı
sayesinde bilimsel bilgiyi mantığa dayandırmaktır, mantıkçılığın hatalarını düzeltmektir. Daha
açık konuşmak gerekirse, Russell'da olduğu gibi, Tractatus'ta obje, sembolik
dilin analitik açıdan zorunlu oluşunun bir sonucu olarak ortaya çıkar.
Obje: Mantıksal Bir Kozmolojinin Temeli
Wittgenstein obje konusunda, Russell'ın
mantıksal epistemoloji problematiğini devralır. Ancak Wittgenstein, Russell’ın
iki konuda yetersiz olduğunu fark eder. Russell
1. Objeyi içselleştirememiştir,
2. Realitenin empirik anlamı konusundaki
belirsizliği giderememiştir. Tractatus’un
Dünya,
olup biten her şeydir.[1]
şeklindeki ilk aforizmasının amacı, Russell’ın
mantıksal-epistemolojik problematiğini çözmektir.
Russell'ın çıkmazı şudur: Mantık, bilginin
yapısını analiz etmek için güçlü bir araçtır, ancak mantığın kendisi de bir
bilgi kaynağı olarak nasıl temellendirilecektir?
Dış dünyaya dair bilgimiz, doğrudan deneyimle
sınırlıdır, ancak bilim ve gündelik hayat, bu sınırların ötesine geçer. Bunun
meşru bir gerekçesi var mıdır? Russell, bu sorulara çeşitli cevaplar vermeye
çalışmıştır. Bu cevaplar üç temel düşünce ekseninde şekillenir.
1. Nötr
monizm: Russell zihin ve madde ayrımını reddederek, her ikisinin de
"nötr" bir temelde açıklanabileceğini savunmuştur.
2. Mantıksal
çıkarımın pragmatik savunusu: Tümevarım gibi yöntemler, pratikte işe
yaradığı için kabul edilmelidir.
3. Sezgiye
sınırlı bir rol: Temel mantıksal ilkeler sezgisel olarak bilinebilir,
ancak bu, her şeyi açıklamaz.
Russell'ın aksine Wittgenstein, betimlemenin
değil, betimlenen olgunun imkânını sorgular. Peki, bir olgunun tezahür
etmesini, “olgu durumu” yapan nedir? Cevap şu önermelerde saklıdır:
Olgu durumu, objelerin (varlıkların, nesnelerin) bir
bağlantısıdır.[2]
Objelerin
konfigürasyonu olgu durumunu oluşturur.[3]
Olgu durumunda objeler, bir zincirin halkaları
gibi birbirine kenetlenir.[4]
Objeler
belirli bir tarzda ilişki içindedir.[5]
Olgu
durumunda bu belirli ilişkisi, objeler durumunun yapısıdır.[6]
Bir olgunun imkânı, böylece onun iç
yapısında aranmalıdır. Bu yapı, bir "objeler" ağının açığa
çıkmasıdır. Olgunun tezahür biçimi
("konfigürasyon"), objelerin birbirine bağlanma tarzının sonucudur.
Peki Tractatus'ta "obje" nedir? Şimdilik iki temel özelliğini
belirleyelim:
1.
Basitlik: Bir
olgunun en temel, indirgenemeyen bileşenleri onun atomik ögeleridir; bu ögeler
olgunun temelidir.
2.
İmkan: Olgunun
mantıksal olasılığını temsil ederler. Bu, Platoncu anlamda bir "öz"
değil, olgunun yapısal imkânıdır:
Biçim,
yapının imkânıdır.[7]
Nesnenin
olgu / durumlarında ortaya çıkma imkânı, onun biçimidir.[8]"
Wittgenstein’a göre objeler, olgulardan ayrı
değildir; onlarla iç içedir.
Wittgenstein'ın bu yaklaşımı, Russell'ın
yukarıda ifade ettiğimiz mantık-epistemoloji çıkmazını aşar.
Wittgenstein bu çıkmazı aşmak için objeleri
mantıksal bir kozmolojinin ontolojik tözleri haline getirir. Biçimi ve
içeriği özdeşleştirir:
Töz
biçim ve içeriktir.[9]
Wittgenstein mantığı (çıkarım biçimleri) ve
epistemolojiyi (bilgi teorisi) birleştirir; objeleri “biçimsel tözler” diye
tanımlayarak mantığı bir “dünya ontolojisi”ne dönüştürür. Böylece deneyim
dünyası, varlığının mantıksal imkânı üzerine temellenir. Bu, önermelerin
mantıksal analizi için tutarlı bir zemin hazırlar.
Obje: Tüm Temsilin İlkesi
Tractatus'taki obje teorisinin ikinci
özgünlüğü şudur: Objeler dünyanın temsilinin ilkesidir.
Bunun iki nedeni vardır:
1.
Tözsel Doğa
Objeler
dünyanın tözünü oluşturur. Bu yüzden bileşik olamazlar.[10]
O
zaman (doğru ya da yanlış) bir dünya resmi çizmek imkânsız olurdu.[12]
Objeler
dünyanın atomlarıdır. Tüm bilgi (betimleme) analizi onlara dayanır.
Wittgenstein, Russell'ın bilgi teorisindeki iki sınıf nesneyi (somut objeler ve
mantıksal biçimler) tekilleştirir: Mantıksal biçimler somut objelerden
türetilmelidir. Ancak Tractatus'ta "somut nesne" yoktur; somut olan
"olgu"dur. Objeler, olguların biçimsel imkânlarıdır.
2. Biçimsel Belirlenim
Dünyadan
ne kadar farklı tasavvur edilirse edilsin, bir dünyanın gerçek dünyayla
paylaşması gereken bir şey vardır: Biçim.[13]
İşte
bu biçim objelerden oluşur.[14]
Objeler, olguların yapısal imkânları
olduklarından, onların betimlemelerinin yapısal imkânlarını da belirler.
Betimleme ile olgu arasındaki yapısal özdeşlik, objelerin özdeşliğidir. Bu,
temsillerin (betimlemelerin) kararlılığını sağlar.
Wittgenstein'a göre objeler, olguların
biçimleri olarak, onların betimlemelerine kendiliğinden yansır. Bu, “Resim
Teorisi”nin temelidir:
Kendimize
olguların resimlerini yaparız.[15]
Bir resmin olguyla paylaştığı ortaklık onun
“biçimi”dir, ancak bu biçim resimde “gösterilemez”, yalnızca mantıksal ilişki
sayesinde de kavramır.
Resmin
öğeleri, objelerin resimdeki temsilcileridir.[16]
Sonuç olarak, Tractatus’taki obje anlayışı,
Russell'ın referans problemine şu görüşleriyle kökten bir çözüm sunar: Objeler, dünyanın mantıksal anatomisini
oluşturur. Betimleme ile gerçeklik arasındaki ilişki, objelerin biçimsel
özdeşliği üzerinden kurulur. Böylece
mantık “dünyanın ontolojik çerçevesi” haline gelir ve Wittgenstein, sembolizmin
temellerini "düzeltirken", felsefede yeni bir kapı açar.
Burada Wittgenstein, temsillerimizin
olguların çizimleri olduğunu ima eder.
Ancak bir olgu ile onun çizimi arasındaki ortaklık, yapılandırmalar değil,
içsel biçimlerdir (objeler). Temsil bu nedenle “içsel” ve “dışsal” olmak üzere
çift katmanlı işler; birincisi ikincisini garanti altına alır:
Bir
resmin öğelerinin belirli bir ilişki içinde olması, şeylerin de bu ilişkide
olduğunu gösterir. Resmin öğelerinin bu karşılıklı bağımlılığına onun yapısı bu
bağımlılığın imkânına ise onun “temsil biçimi” diyelim.[17]
Wittgenstein, Russell'ın olgu ile betimleme
arasındaki bağlantı sorununu, nesnelerin biçimsel doğasıyla çözüme kavuşturur. Nesneler, biçimleri sayesinde
hem gerçekliğin iç yapısını hem de gerçeklik ile resmi arasındaki ilişkiyi
mümkün kılar. Bu nedenle, nesneler kendilerini resimde gösterir—doğrudan temsil edilmezler,
ancak yapıları aracılığıyla ifade edilirler.
Bu kendiliğinden referans, onları temsilin
temel ilkesi yapar:
Resim
bu şekilde gerçekliğe bağlanır; ona ulaşır.[18]
Objeler, dil ve dünya arasındaki mantıksal
bağın kurulmasını sağlar. Wittgenstein'a göre, bir resmin anlamı, objelerin
biçimsel yapısıyla olan bu uyumdan doğar. Dolayısıyla, realitenin resmedilmesi,
nesnelerin mantıksal biçiminin dilde yansımasıyla mümkün olur.
Wittgenstein'ın obje reformu, sembolizme
“mantıksal geçerliliği olan ontolojik bir zemin” sağlamıştır. Bu ontoloji,
mantıkçılık (logicisme) gereği yalnızca “biçimsel” olabilirdi. Objelerin “salt
biçim” olarak tanımlanması, sembolik sistemin tutarlılığı için elzemdi.
SEMBOLİZM İÇİN SONUÇLARı
Yukarıdakiler ışığında, Tractatus'ta obje
eleştirisinin, Wittgenstein'ın öncüllerinin mantıksal sembolizm eleştirisinin
“kilit taşı” olduğu söylenebilir. Başka bir deyişle, Wittgenstein'a göre Frege
ve Russell’ın hataları, objelerin gerçek
mantıksal anlamını kavrayamamalarından kaynaklanır. Onlar bu anlamı yalıtılmış
mantıksal objelerin varlığı”na dayandırmıştır.
Sembolizmdeki temel mantık sorusu şuydu: Bir önerme objesini nasıl gösterir?
Wittgenstein'ın cevabı çarpıcıdır:
Bir
önermenin imkânı, göstergelerin objelerin temsilcileri olarak konumlandırılması
ilkesine dayanır.
Benim
temel düşüncem şudur: "Mantıksal sabiteler" hiçbir şeyin temsilcisi
değildir. Olguların mantığının kendisinin bir temsilcisi olamaz.[19]
Peki bir nesne nasıl gösterilir? Tractatus'a
göre objeler, yalıtılmış varlıklar değil, gerçekliğin içsel biçimleridir. Bir
nesneyi dilde göstermek, Frege ve Russell'ın düşündüğü gibi doğrudan veya
dolaylı bir referansta bulunmak değil, o realitenin “iç yapı”sını (dolayısıyla
temsil imkânını) belirtmektir.
Önermenin realiteyle bağı “temsil”
ilişkisidir:
Önerme,
realitenin bir "resmi"dir.[20]
Önermedeki
basit göstergeler "ad"lardır.[21]
Ad
nesneyi gösterir; nesne onun anlamıdır.[22]
Adlar
birbirine bağlanır ve bir "şeyler durumunu" canlı bir tablo gibi
betimler.[23]
Objeler uzayda tek başlarına var olan
atomlar değildir.
Olgu
durumları objelerin birleşimidir. [24]
Wittgenstein’a göre objeler, alışılagelmiş
anlamdaki sıradan nesneler değildir; onların doğası, ancak durumlar içindeki
potansiyel varlıklarıyla anlaşılabilir. Objeler, tüm olası durumlarda ortaya
çıkabilme kapasitesine sahip olmakla birlikte, bu görünüşteki bağımsızlık
aslında durumlarla kurdukları zorunlu ilişkinin bir sonucudur – yani bir tür
bağımlılıktır. 2.0122’de vurguladığı gibi, bir objenin var olabilmesi için
mutlaka bir durumun parçası haline gelmesi gerekir; tıpkı görsel alandaki bir
lekenin belirli bir renge (mesela kırmızı) sahip olmak zorunda olmamasına
rağmen, mutlaka bir renk taşımak zorunda olması gibi (§2.0131). Bu benzetme,
objelerin ancak belirli bir yapı (örneğin "renkli olma" zorunluluğu)
içinde anlam kazandığını gösterir: bir leke renksiz olamayacağı gibi, bir obje
de durumsuz olamaz. Dolayısıyla objelerin bağımsızlığı, onların durumlara olan
bu içsel bağlılığından ayrı düşünülemez.
Objelerin Basitliği
Wittgenstein, objeler ile durumlar arasındaki
ilişki hakkında konuşmaktan, objelerin kendi doğalarına geçer. Şu iddiayla
başlar:
Objeler
basittir.[25]
Bu nedenle obje karmaşık bir yapı olarak
analiz edilemez; objelerin bölümleri yoktur. Eğer objenin bölümleri olsaydı, o
bölümlerin bileşimi olarak analiz edilebilirlerdi.
Her obje bileşik olsaydı. O zaman basit nesne
olmadığı için her ad, bileşik bir nesneyi temsil ederdi
Eğer
tüm objeler bileşik olsaydı, önermeler ancak başka önermeler doğru olduğunda
anlamlı olurdu.[26]
Eğer bir önermenin doğruluğu başka bir
önermenin doğruluğuna bağlı olsaydı o zaman sonsuzca geri gitme dediğimiz durum
ortaya çıkardı.
Böyle
bir durumda dünyanın (doğru ya da yanlış) herhangi bir resmini çizemezdik.[27]
Bu nedenle dünya hakkında betim yapabilmemiz
için basit objeler sınıfının varlığı zorunludur. Burada şu sorulabilir:
Dünyayı betimlemek için objelerin basit olması
niçin gereklidir? Bunu anlamak için
adların basitliğini dikkate almalıdır.
Bir
ad, bir nesneyi temsil eder. Nesne onun anlamıdır.[28]
Wittgenstein'ın objenin basitliği tezini
desteklemek için şu kanıt öne sürülebilir: Ona göre, bir önermenin anlamı, onun
doğruluk koşullarını bilmekle mümkündür ve bu, bileşenlerin doğruluğundan
bağımsızdır. Bu nedenle, objeler basit olmalıdır, çünkü ancak bu şekilde
önermelerin anlamı, diğer önermelerin doğruluğuna bağlı olmaksızın
kavranabilir. Aksi takdirde, anlamın koşulsuz bir şekilde anlaşılabilirliği
ortadan kalkar ve bu da dilin işlevselliğini temelden sarsar. Dolayısıyla,
objelerin basitliği, dilin mantıksal yapısının tutarlılığı için zorunludur.
Wittgenstein’a göre objeler, alışılagelmiş
anlamdaki sıradan nesneler değildir; onların doğası, ancak durumlar içindeki
potansiyel varlıklarıyla anlaşılabilir. Objeler, tüm olası durumlarda ortaya
çıkabilme kapasitesine sahip olmakla birlikte, bu görünüşteki bağımsızlık
aslında durumlarla kurdukları zorunlu ilişkinin bir sonucudur – yani bir tür
bağımlılıktır. 2.0122’de vurguladığı gibi, bir objenin var olabilmesi için
mutlaka bir durumun parçası haline gelmesi gerekir; tıpkı görsel alandaki bir
lekenin belirli bir renge (mesela kırmızı) sahip olmak zorunda olmamasına
rağmen, mutlaka bir renk taşımak zorunda olması gibi (§2.0131). Bu benzetme,
objelerin ancak belirli bir yapı (örneğin "renkli olma" zorunluluğu)
içinde anlam kazandığını gösterir: bir leke renksiz olamayacağı gibi, bir obje
de durumsuz olamaz. Dolayısıyla objelerin bağımsızlığı, onların durumlara olan
bu içsel bağlılığından ayrı düşünülemez.
4 objelerin Değişmezliği
Objeler yalnızca basit değildir, aynı zamanda
bir anlamda “değişmez”dirler.
Wittgenstein, objelerin dünyanın tözünü
oluşturduğunu söyledikten sonra şunu ekler:
Töz,
olup bitenden bağımsız olarak var olandır.[29]
Objelerin kendileri değişmez, ancak değişimi
açıklar.
Değişim, durumların var olup yok olması
demektir: Durumlar da objelerin belirli bir şekilde düzenlenmesiyle ortaya
çıkar:
Objelerin
düzenlenişi, durumları meydana getirir.[30]
Basit objeler, değişimi iki açıdan
temellendirir:
1. Zamansal değişim: Gerçek dünyadaki
değişimlerin altında yatan şeydir.
2. Modal değişim: Gerçek dünya ile mümkün veya
hayali dünyalar arasındaki ortaklığı sağlar:
Wittgenstein'ın burada yaptığı en önemli
iddia, durumlar ile dünya arasındaki ilişkiyle ilgilidir:
Var
olan durumların bütünlüğü, dünyadır.[31]
Dünyada yalnızca durumlar vardır; bunlar,
hangi durumların var olmadığına dair "olguları" da kapsayacak şekilde
tüm gerçekliği belirler.
Sonuç
Wittgenstein'ın metafizik sistemi, en temel
düzeyde yalnızca objelerin var olduğu iddiasıyla, karmaşık gerçekliği açıklamada
şaşırtıcı bir basitlik ve tutarlılık sunar. Ancak bu sistemin bedeli, gündelik
deneyimimizdeki pek çok şeyin (özellikler, ilişkiler, negatif gerçekler) temel
kategoriler olarak reddedilmesidir. Bu radikal yaklaşım, onun felsefesinin hem
gücünü hem de tartışmalı yönünü oluşturur.
[1] Tractatus, 1.
[2] Tractatus, 2.01.
[3] Tractatus, 2.072.
[4] Tractatus, 2.03.
[5] Tractatus, 2.03
[6] Tractatus, 2.032
[7] Tractatus, 2.033
[8] Tractatus, 2.0141
[9] Tractatus, 2.025.
[10] Tractatus, 2021.
[11] Tractatus, 2.0211
[12] Tractatus, 2.0212.
[13] Tractatus, 2.022.
[14] Tractatus, 2.023.
[15] Tractatus, 2.1.
[16] Tractatus, 2.131
[17] Tractatus, 2.15.
[18] Tractatus, 1511.
[19] Tractatus, 4.0312.
[20] Tractatus, 4.01.
[21] Tractatus, 3.202.
[22] Tractatus, 3.203.
[23] Tractatus, 4.0311.
[24] Tractatus, 2.01.
[25] Tractatus, 2.02.
[26] Tractatus, 2.0211.
[27] Tractatus, 2.0212.
[28] Tractatus, 3.203.
[29] Tractatus, 2.024
[30]
Tractatus, 2.0272
[31] Tractatus, 2.04.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder