WITTGENSTEIN FELSEFESİNİN TRACTATUS'UN KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞUŞU
Birinci bölümde gördüğümüz gibi Wittgenstein "Tractatus
atomik mantıkçı bir dil anlayışına
sahiptir. Bu mantıkçılığın iki
temel tezi vardır: Dil özü gereği mantıksal bir yapıya sahiptir; doğru bir
düşünce bir olgu durumunun
betimidir. Wittgenstein'ın odak
noktası dilin kendisiydi. Kitabına şu önermelerle başlar: "Dünya, vuku
bulan her şeydir. Dünya, nesnelerin değil, olguların toplamıdır."
Wittgenstein'ın tüm felsefesi bu iki önerme üzerine kuruludur. Dil, bu olguları
resmeden bir "mantıksal resim"dir. Atomik önermeler, dünyadaki atomik
olguların mantıksal resimleridir ve bu önermeler bir araya gelerek daha
karmaşık önermeler oluşturur, böylece dil dünyanın toplam resmini ortaya koyar.
Anlamlı önermeler dünyadaki bir durumu betimler; mantık,
düşünceyi ve dili sınırlar. Düşüncenin ifade edebildiği alan
söylenebilirdir, Dilin sınırlarının
ötesindeki alan mistiktir, etik, estetik ve din dilin ötesinde oldukları için
bunların anlamları dünyanın da ötesindedir.
Felsefenin amacı, dünyadaki olgu durumlarını anlatan önermelerin
mantıksal analizidir.
Wittgenstein’a göre gündelik dil ne kadar mükemmel olursa
olsun felsefenin dili olamaz; çünkü kapalıdır, belirsizdir ve yetersizdir. Felsefenin dili olguları betimlemeye ve
mantıksal analize uygun özel bir dildir, kuralları mantıksal sentaksla
oluşturulmuş semboller arası ilişkilere dayanan sembolik bir dildir. Ancak Wittgenstein 1920'lerin sonlarına doğru
aşağıda göreceğimiz eleştirilerin sonunda Wittgenstein şunu fark etti: Mantıkçılığın
dil anlayışı sınırlıdır. Çünkü dilde, emir vermek, ricada bulunmak, soru
sormak, şaka yapmak gibi çok zengin ve çeşitli kullanımlar da vardır.
Bunlar olgu sözceleri değildir; mantıksal açıdan analiz edileme. Bu nedenle Wittgenstein dil ve
önerme anlayışında değişiklik yaptı; sembolik, mantıksal dilin yerine gündelik
dili mantığa uygunluğun yerine gramere
uygunluğu koydu. Anlamlı sözcelerin dilin gramerine uygun olması idealini
getirdi. Buna göre gündelik dilin sentaksına ve gramerine uygun her sözce
anlamlıdır. Dilin kelimeleri çok anlamlıdır; ama cümleden anlamlardan sadece
biri kastedilir. Konuşmak dil oyunu oynamaktır; konuşmayı anlamak hangi dil
oyununun oynandığı bilmektir. Dil
mantıksal uzayda değil bir hayat biçiminde etkindir.
Wittgenstein’ın gündelik dili bir analiz aracı kabul etmesi
felsefede bir dönüm noktasıdır; gündelik dil felsefesi denen yeni bir felsefe yapma tazının
doğuşudur. Dil felsefesi böylece yeni bir evreye geçmiştir.
cambridge’e gönüş nedenleri
İlk bölümde Birinci Wittgenstein’a dair açıklamalarımızdan
sonra şimdi Wittgenstein’ın son dönem felsefesini ele alalım.
Biyografisinde söylediğimiz gibi Wittgenstein Tractatus’ta
felsefenin bütün problemlerini çözdüğüne inandığı için artık felsefeyle
ilişkisini kesti; 20’li yıllar boyunca Avusturya’da kaldı. Ancak bu sırada felsefi
sorunlar hakkındaki görüşlerini ve Tractatus'ta yazdıklarını değiştirdi.
Felsefe ve sorunları üzerinde çalışmaya devam etmeye ve 1929 yılında akademik
hayata dönmeye karar verdi. Burada haklı olarak şu sorulacaktır: Wittgenstein
niye Cambridge'e geri dönme kararı verdi:
1. Ramsey'in 1923 ve 1924'te Puchberg'de
Wittgenstein'ı ziyaret etmesi.
2. 1925'te Ramsey ve Wittgenstein'ın Keynes ailesiyle
bir araya gelmesi.
3. Keynes'in 1925'te Wittgenstein'a Cambridge'e
dönmesi için teklifte bulunması ve Ramsey ile Keynes arasındaki Wittgenstein'ı
geri döndürme konusundaki yazışmalar.
4. Wittgenstein’ın Mart 1928'de Brouwer'ın
matematiğin temelleri üzerine verdiği dersi dinlemesi
5. 1927-28 yıllarında Moritz Schlick ile yapılan
toplantılar ve tartışmalar.
Bu olaylar, Wittgenstein'ın düşünce yapısında bir dönüşüm
yaratmasına ve felsefeye yeniden dönerek Tractatus'taki görüşlerini
revize etmesine yol açan başlıca faktörler olarak görülmektedir.
Wittgenstein’ın
Cambridge’e dönüşünü sağlayan faktörlere kısaca işaret ettikten sonra
şimdi bu dönüşün sonuçlarına yani Wittgenstein felsefesindeki köklü değişikliği
görelim. Bu değişikliğin nedeni Ramsey’in
ve Sraffa’nın Wittgenstein’a yönelttiği eleştirilerdir: Her ne kadar Tractatus
felsefe kamu oyu tarafından
ilgiyle ve hayranlıkla karşılanmışsa da bazılarınca çeşitli açılardan
eleştirildi. Wittgenstein bu eleştirileri görmezden gelmedi, dikkate aldı ve
önemsedi. Eleştirileri yapanlarla yüz yüze konuşup tartıştı. Sonunda
eleştirilerin haklı olduğunu kabul etti ve Tractatus’taki
görüşlerini tümüyle terk ederek yeni bir felsefe tarzı, gündelik dil felsefesi
kabul etti
Şimdi bunları sırasıyla görelim.
1.Ramsey'in eleştitileri
Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar’ın
önsözünde demektedir ki, “Tractatus'ta
"ciddi hatalar yaptım. Bu
hatalarımı Ramsey’in, kendisi ölmeden iki yıl önce yaptığım sayısız sohbetteki
eleştirileriyle fark ettim. Bu eleştiriler bana tahmin edemeyeceğim kadar
yardımcı olmuştur.
Ramsey, Tractatus dönemindeki
Wittgenstein'ın pek çok fikrini reddetmiştir.
Felsefe, dilimizin mantığını anlamamaktan gelir; ancak dilimizin
mantığı Wittgenstein'ın düşündüğü gibi değildir. Kendimize yaptığımız resimler,
olguların resimleri değildir.
[1]
Ramsey eleştirilerini şöyle sürdürür:
Tractatus'un
resmettiği dünya, inanç ve hakikat kavramlarını anlamaya çalışan ve inançları
değerlendirmeye çalışan gerçek insanlar için iflas etmiştir. Tüm
inançlarımız, hipotezlerimiz ve teorilerimiz, gelecekle başa çıkmak için
edindiğimiz eylem alışkanlıkları veya kurallarıdır.[2] Wittgenstein, Tractatus'ta tüm
zorunlulukların sadece mantıksal olabileceğini savunur.
Tek zorunluluk totolojinin zorunluluğu,
tek imkânsızlık da çelişkinin imkânsızlığıdır.[3]
Ancak Ramsey, bu iddiayı görsel algı örneğiyle çürütür:
Görsel alandaki bir nokta aynı anda hem kırmızı hem de mavi
olamaz. [4]
Ramsey’in bu önermesi göstermektedir ki, çelişkili
olmadığı halde (yani "kırmızı ve mavi" mantıksal
çelişki değildir), fiziksel olarak imkânsızdır. Wittgenstein'ın
sisteminde bunun açıklanamaması ciddi bir açıktır.
Bu eleştirinin etkisiyle Wittgenstein felsefesinde Ekim
1929’da ciddi ve tarihsel bir kırılma oldu.
Bu kırılmanın etkisiyle Wittgenstein
- Temel önerme ve Genel önerme
biçimi" iddiasından vazgeçti.
- Anlamlı/anlamsız ayrımı için kesin
kurallar arayışını bıraktı.
- Tractatus projesinin
uygulanabilirliğine olan inancını yitirdi
- Dilin grameri altında
"mantıksal sözdizimi" keşfetme fikrini terk etti.
Yerine şunları getirdi:
A "Aile benzerliği" kavramı:
Buna göre dilin kuralları katı mantıksal
formüllerle değil, esnek benzerlik ağlarıyla işler.
B Dil oyunları teorisi:
Anlam, pratik bağlamlardaki kullanıma bağlıdır; evrensel
mantıksal formüller yoktur.
Sonunda, ractatus'u düzeltme çabasını
tamamen bırakarak, ömrünün geri kalanını adayacağı yeni bir kitaba (Felsefi
Araştırmalar) yöneldi:
2. sraffa’nın eleştirileri
Şimdi İkinci Wittgenstein’a giden süreç
bir başka kilometre taşımı Sraffa’nın eleştirilerini görelim. Sraffa’nın
Wittgenstein üzerindeki etkisinin boyutları konusunda çeşitli tartışmalar
vardır. Ama Wittgenstein bu konuda açık bir itirafta bulunur.
Piero Sraffa'nın Wittgenstein üzerindeki
etkisi, belirleyici bir role sahiptir. Bunu Wittgenstein’ın şu cümlesinde görebiliriz: Sraffa beynimde fırtınalar
estirdi.
Sraffa ile tartışmalar sırasında Wittgenstein hangi
psikolojiyi yaşadı? Cevabı Georg Henrik von Rigth’ta buluyoruz. Von Rigth, demektedir
ki, Wittgenstein’ın şöyle dediğini kulaklarımla duydum: “Sraffa ile
tartışmalarımdan sonra kendimi, dalları budanmış bir ağaç gövdesi gibi
hissediyorum.” [5]
Wittenstein’ın bu itirafının varyantı
olan bazı anekdotlar vardır. Anlatılanlara göre Sraffa tartışmaları sırasında
Wittgenstein’a Napoliten bir jest yapar.*[6] Sraffa, bu jestle Wittgenstein'a,
bir önermenin ve onun tanımladığı şeyin aynı mantıksal biçime sahip olması
gerekmediğini ikna etmiştir. Onun bu jesti bir "önerme" değildir. Bir
önerme, bir durum hakkında doğru veya yanlış olabilen bir iddia içerir. Jest
ise bir sözcük, sembol veya cümlenin aksine, doğrudan bir düşünceyi veya
duyguyu ifade eden bir eylemdir. Sraffa tam da bunu vurgulamak için o jesti
kullanmıştır. Onun niyeti, jestin kendisinin bir "önerme" olduğunu
iddia etmek değil, tam tersine, dilin tüm anlamlarının Tractatus'un
katı mantıksal yapısına sığdırılamayacağını göstermekti. Jest, dilin mantıksal
bir resim olmadığına, aksine sosyal, kültürel ve kullanım bağlamına bağlı bir
şey olduğuna dair bir örnek teşkil ediyordu.
Wittgenstein,
dilin dünyayı bir resim gibi yansıttığı tezini savunurken, Sraffa bu tezin
anlamsız ve değersiz olduğunu düşünüyordu. Sözlü bir argüman yerine, bu güçlü
ve kültürel jesti kullanarak Wittgenstein'ın felsefi dogmasını küçümsediğini
ve onun teorisini "hiç" saydığını ifade etmiştir. Bu jest, bir
sözden çok daha etkili bir meydan okuma olmuştur ve Wittgenstein'ın düşünce
sistemini sorgulamasına neden olmuştur.
Sraffa etkisi olmasaydı, Wittgenstein'ın "geç dönem
felsefesi" bu derece radikal olamazdı.[7]
Ramsey ise Tractatus'taki çatlakları
gösteren mikroskop ise Sraffa, Wittgenstein'ı "dilin mantıksal bir sistem
değil, insani bir pratik olduğu" fikrine zorlayan “çekiç”tir. İkisinin
bileşik etkisi XX. yüzyıl felsefesinin en büyük dönüşümünü yarattı.
[1] 1991b. On Truth, edited by
Nicholas Rescher and Ulrich Majer. Dordrecht: Kluwer p. 51.
[2] Ramsey, F. P., The
Foundations of Mathematics and Other Logical Essays, Bölüm 9:
"General Propositions and Causality".1931.
[3] Tractatus,
6.375.
[4] Ramsey, “Critical Notices”Mind
1923, 473.
[5] Rigth,
Gerog Henrik Von, “Notice bibliographique”, De la certitude, Gallimard, Paris, 1976, p. 23.
* Napoliten
jestin görseli
Bu jestin temel anlamı küçümseme, umursamama,
reddetme veya "beni ilgilendirmiyor" demektir.
Kullanıldığı bağlama göre şu anlamlara gelebilir:"Umurumda değil,"
"Aldırmıyorum." "Git başımdan," "Rahat bırak
beni." "Hiçbir şey," "Değersiz bir şey."
Sraffa anekdotunda ise Sraffa, bu jesti tam da bu
anlamda kullanmıştır.
[7] Loc. cit.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder