16 Nisan 2024 Salı

HINTIKKA'YA GÖRE DESCARTES ŞAPKADAN TAVŞAN ÇIKARIR.

 

HINTIKKA’NIN DESCARTESÇI

 “COGİTO” YORUMU

Giriş’imizde söylediğimiz gibi Hintikka analitik-dil filozofu olmasına rağmen diğer dil filozoflarının aksine felsefe tarihiyle de ilgilenmiştir. Ancak onun felsefe tarihine yaklaşımı kronolojik değil, problematiktir daha doğrusu hermennötiktir. O, felsefe tarihini baştan sona bir felsefe tarihçisi gibi ele almamıştır; Antik ve modern bazı filozofların sadece kendince önemli saydığı görüşlerini yeniden yorumlamış, çokça tartışılan problemleri yeniden ele alıp mantıksal analizlerle çözmeyi önermiştir. Hintikka’nın kendi metodolojisi açısından ele aldığı filozoflardan biri de Modern felsefenin kurucusu kabul edilen Descartes’tır. O, Descartes’ın kesin bilginin imkanını temellendirirken kullandığı ünlü formülün analitik bir değerlendirmesini yapar. Hintikka Descartesçı Cogito’ya oldukça erken dönemde ilgi duymuştur ve bu ilgisini de hiç kesmemiştir; 1961’den beri bu konuda bir dizi makale yayınlamıştır. Hintikka’da Cogito’nun iki tür yorumu vardır: Cogito a) performarif ifadelerdir, b) mantıksal çıkarımdır. Hintikka görüşlerini başta  Cogito ergo sum : Inference or Performance ? ” (Cogito ergo sum: Çıkarım mı ya da adlı makalesi[1] olmak üzere diğer makalelerinde ortaya koyar.

 Şimdi biz bu konuya değineceğiz.

 

1 PERFORMATİF YORUM

Hintikka Cogito’yu 1962’den itibaren yazdığı makalelerinde[2] pek çok defa performatif ifadeler olarak yorumlamıştır. Bu yorumun hareket tarzı önermelerden yargılara geçiştir. Hintikka yorumlarında önermeleri değil yargıları esas alır. Önermeler doğru ya da yanlış olabildikleri halde söylem edimleri olarak düşünülen yargılar gerçekleştirilebilir veya gerçekleştirilemez.

Performatif yoruma göre

Deascartes Cogito’dan sum’u (varım) çıkarmaz; fakat bir düşünme edimini gerçekleştirerek kendi varlığını kendisine kanıtlar. Cogito ifadesi Sum’un (varım) çıkarsandığı bir öncül oluşturmaz. Fakat düşünce devam ettiği sürece Deascatres’a var olduğuna ilişkin bir düşünce edimi verir.[3]

Cogito'nun deneyiminde esas amaç, doğruluk veya yanlışlık açısından yargının farklı bölümlerinin bağlantısını göstermek değildir, daha ziyade bir konuşma edimi olarak "Ben varım" yargısının gerçekleştirilmesidir. Hintikka, bu yorumunda varoluşsal tutarsızlık kavramına dayanır.

 

 

Bunu şu şekilde tanımlar: “p ve a vardır” önermesi genel anlamda çelişkili ise p önermesi, p diyen a kişisi için varoluşsal olarak tutarsızdır. Eğer a kişisi için p varoluşsal olarak tutarsızsa, p olmayan, a için varoluşsal olarak kendi kendini doğrulamaktadır. "Ben var değilim ve ben varım" önermesi terimin alışılagelmiş anlamında çelişkili olduğundan ve "ben" her zaman konuşmacıyı temsil ettiğinden, "Ben varım" önermesi her konuşmacı için kendini doğrulayan niteliktedir." [4]

 

Hintikka’nın performatif Cogito yorumunun temeli söz edimleridir, daha doğrusu Searle’ün ve Vavderveken’in anladıkları anlamda söz edimleridir. Bu yorumun doğal yolu, söz edimlerini hesaplama biçimidir. Bu tür hesaplamalarda edimsözsel amaç temeldir Hintikka’nın yorumunu iyi anlayabilmek için kullandığı çerçeve olan söz edimleri hakkında kısa bir açıklama yapalım. Söz edimlerine göre konuşan açıklayıcı bir söz söyleyerek performatif ifadenin başarılı olması halinde bir nesne durumunu ifade eder. Searle’ün ve Vanderveken’in söyledikleri gibi bir açıklama sözü bir şey söyleyerek dünyayı değiştirir. Açıklama amacıyla söylenen sözde konuşan sadece başarılı performatif oluşundan dolayı bir önerme içeriğin temsil ettiği nesne durumlarına dile getirir.[5] Açıklayıcı sözcelerin örnekleri şunlardır: “Bir karar almak” “…ad vermek” “…i aforoz etmek”, “bir çifti karı koca ilan etmek.” vs. Bir açıklamanın başarılı bir açıklama olması (örneğin savaş ilanında olduğu gibi) önerme içeriğiyle reel dünya arasındaki uygunluğu garanti eder.

Onun önerdiği Cogito’nun performatif yorumuna göre Cogito edimsözel açıdan imkansız mümkün dünyalarda bir açıklayıcı ifade gibidir. Edimsözel açıdan imkansız mümkün dünya kavramı şöyle betimlenebilir: D bir mümkün dünya a da D’de gerçekleştirilen söz ediminin konusu olsun. D sadece ve sadece D(v) v dünyasının bir alanı ise edimsözel açıdan imkansızdır. [6]

Cogito'nun deneyiminde esas amaç, doğruluk veya yanlışlık açısından yargının farklı bölümleri arasındaki bağlantıyı göstermek değildir, daha ziyade bir konuşma edimi olarak "Ben varım" yargısının gerçekleştirilmesidir. Hintikka, yorumunda varoluşsal tutarsızlık kavramına dayanır. Bunu şu şekilde tanımlamaktadır: Eğer “p ve a vardır” önermesi alışılmış anlamda çelişkili ise, p diyen a kişisi için p önermesi varoluşsal olarak tutarsızdır.[7]

Descartes’ın “varım” ifadesinin performatif açıdan kusurludur yani başarısızdır; çünkü açıklayıcı gibi göründüğü halde hiç de öyle değildir.

Hintikka’nın yorumu söz edimleri düzeyine değil de bu edimlere dayalı önermeler düzeyinde yapması, cogito'nun performatif yorumunu etkilemez; çünkü Cogito’nun performatif yorumu söz edimlerinin uygun terimlerle ve biçimsel tarzda açıklanmasını gerektirir.

Hintikka’ya göre Cogito bir performans yani açıklama ise bu özel açıklamanın açıklama olduğunu söylemekle yetinilmemelidir; ayrıca uygun da olmalıdır. Çağdaş bazı Cogito yorumcuları Descartes’ın sözlerini “René düşünüyor; o halde varım.” şeklinde yazarak bunun performatif yani açıklayıcı olduğunu iddia etmektedirler. Oysa bu, Descartes’ın ağzından çıksa bile ikna edici değildir. René’nin açıklamasını duyan, dış dünyadaki bir tanık olmalıdır.[8]

 

Hintikka’ya göre Descartes bir yandan varoluşsal önvarsayımla birlikte mantıkta “var olduğumu ifade ediyorum” önermesinden “ben varım” önermesini çıkarır. Öte yandan, Descartes’ın düşüncesi, gerçekte var olmayan bireyin ürettiği zihinsel eylemleriymiş gibidir.

Edimsözel yaklaşım

 

Hintikka daha sonra şunları söyler: Edimsözel mantık çerçevesinde süjelerin söz edimleri gerçekleştirdikleri dünya imkansız değildir. Sonuç olarak “Varım.” zorunlu olarak doğrudur ve edimsözel açıdan mümkün her dünyada söz ediminin yaptırıcılığı, mantıksal olarak totolojinin de önceden bilindiği bir dünyada mümkündür.

Hintikka sözlerini şöyle sürdürür: İkinci Düşünce’de Descartes demektedir ki, “Kendimi tasavvur ediyorum, varım.” Bu, kesindir. Fakat ne kadar zaman? Descartes’ın cevabı şudur: Yani düşündükçe. Çünkü düşünmediğim zamanlar da vardır. Düşünmeyi durudurusam o zaman kendimi tasavvur etmeyi ve var olmayı da durdururum.

Görüldüğü gibi Cogito’ sıkı sıkıya zaman ve zamansallığa bağlıdır. Oysa varolmanın gerçekte zamansallıkla ilgisi yoktur. Cogitonun zayıf yanlarından biri budur. Öbür yandandan Descartes edimsözel olarak imkansız dünyalarda yaşamaktadır. Çünkü sözlerinin muhatabı yoktur. Oysa insan mümkün dünyalar semantiğinde insanın hep bir muhatabı vardır ve konuşması da edimsözeldir.

Edimözel açıdan imkansız yani muhatabın olmadığı bir dünyada yaşamanın imkansızlığı mümkün dünyalar semantiğine göre Descartes’ın “düşünüyorum.”dan “varım.”ı çıkarmasını imkansızlaştırmaktadır. Mümkün dünyalar semantiğinde “Düşünüyorum.” ve “Varım.” birbirine öncülün sonuca bağlandığı gibi bağlanmaz; fakat sürecin yol açtığı sonuca bağlandığı gibi bağlanır. Hintikka’ya göre

Cogito'nun varım’la ilişkisi bir öncülün sonuçla ilişkisi değildir. Onların ilişkileri daha çok bir süreçle sürecin sonucunun ilişkisi gibidir. Tıpkı müzik sesinin enstrümanı çalmanın ve ışığın bir ışık kaynağının sonucu olduğu gibi kendi varlığımın şüphe götürmezliği onu düşünmemden doğan sonuçtur.

COGİTO MANTIKSAL ÇIKARIMDIR TEZİNİN YORUMU

Hintikka Cogito’nun performans olduğu şeklindeki tezlere ilişkin yorumları böyledir. Şimdi ikinci teze yani Cogito çıkarımdır görüşüne ilişkin düşüncelerini görelim.

Hintikka’nın bu konudaki düşüncelerini anlayabilmek için önce karşı çıktığı Cogito’nun mantıksal çıkarım olduğuna ilişkin tezleri görelim. Başta Husserl olmak üzere bazı filozoflar Cogito’nun mantıksal çıkarım olduğunu kabul ederler. Onların yorumlarına göre Cogito mantıksal bir önerme olarak anlaşılabilir. Önerme sanki klasik, modus ponens ile inşa edilmiş gibidir. Bilindiği gibi modus ponens, eğer A önermesi doğruysa ve eğer A doğru olduğunda, B de doğruysa, o zaman B doğrudur: Bir modus ponens olarak Cogito şu şekilde yazılabilir:

B(a) => (Örn) [x=a & B(x)].[9]

Şimdi bir modus ponens düşünme biçimi olarak Cogito’ hakkında Husserl’in temel olacak doğrulukla ilgili görüşlerine kısaca yer verelim.

Husserl’e göre modus ponens mutlak kesinlik ilkesine dayanır. Bu ilkeye göre doğruluk yasaları kesindir ve ezelidir; doğa yasalarından ayrıdır. Doğruluk içerme bakımından mantıksal gerçekliklerle olgusal gerçeklikler arasında fark yoktur; doğruluk bir olgu değildir. Saf yasa bilgimizin şimdiki durumuyla uyumlu doğa yasalarından bağımsızdır. Doğruluk insanlar için melekler için veya tanrılar için bir ve aynıdır. Doğruluğun bu yasaları şu ya da bu zorunluluğa bağlamak isteyen psikolojizmin veya başka göreceliliklerin yapaylıklarıyla ilişkisi yoktur.

Husserl bu ifadeleriyle şunu kabul eder: Cogito saf mantık öçütleriyle kavranabilir. Husserl’e göre bu tezi Gassendi’nin tezini içerir. Husserl bunu söylese de gerçekte görüşlerinin Gassendi’ye uygunluğu oldukça kuşkuludur. Bilindiği gibi Gasseni Descartes’ın bilgi teorisine karşı çıkar. Descartes’a yazdığı mektuplarından birinde ironik biçimde demektedir ki, “Ambulo ergo sum.” (Yürüyorum, o halde varım.)[10] Gassendi’ye göre “Düşünüyorum, o halde varım.” ifadesi, yapı bakımından “Görüyorum, o halde varım”, “Hissediyorum, o halde varım.” ifadeleriyle aynıdır. Kısca söylersek gerçekte akıl yürütme hiç de düşünmeye bağlı değildir.

 Bu kısa giriş bilgilerinden sonra şimdi Hintikka’nın Cogito’ya dair değerlendirmelerini verelim. Hintikka’ya göre Descartes düşüncelerinin yeterince açık olmadığını kabul eder. Kanıtlamaya izin veren mantıksal sistemlerin temelinde bazı önemli varoluşsal “varsayımlar” bulunmaktadır. Bu, özellikle tekil terimler için geçerli durumdur.

Hintikka demektedir ki,

x f(x) yerine, E(x) f(x)’i koyduğumuz tümel bir sistemde, açıktır ki, herhangi bir var oluşu, varlığı önceden kabul edilmeyen bir bedenden hareketle kanıtlamaya çalışmak imkansızdır. Boş bir şapkadan sadece büyücü bir tavşan çıkarır. “Boş şapkadan tavşan çıkmaz” şeklindeki itiraz Cogito’nun mantıksal çıkarım olmadığını gösteren çok açık bir tezdir.

Hintikka Cogito’nun mantıksal çıkarım olduğuna ilişkin tezleri şöyle yorumlar: “Hamlet çok düşünüyordu ve çok fazla düşünüyordu; fakat yine de var olduğu sonucunu çıkarmadı.” Burada sadece Homeros’un şu ünlü problematiğinde olduğu gibi bir savı kanıtsama söz konusudur:

Homeros ya Grekti ya da Barbardı. Grek olsaydı mutlaka var olurdu; Çünkü insan var olmadan nasıl bir Grek olabilir ki? Ama eğer o bir Barbar olsaydı aynı şekilde o da var olmuş olmalıydı. Buradan şu sonuç çıkar: Her halükarda Homeros var olmuş olmalıdır.

Bu nedenle “Cogito mantıksal çıkarımdır.” demek doğru değildir.

Hintikka “René pense, donc Cartesius existe” (René Düşünüyor, o halde Descartes Vardır) adlı makalesinin girişinde Cogito’yla ilgili şu önemli tespiti yapar:

Kartezyen Cogito’nun gücü “Var değilim.” şeklinde kendi varlığını reddeden bir önermenin gücüne benzer. Öyle görünüyor ki, Cogito’nun gücü sadece Descartes’ın şu veya bu şekilde dış dünyada bulunan, düşünen bir varlığı (res cogitans) çıkarsamak için hareket noktası olan, içe bakışla fark edilmiş bir Ego’nun varlığını belirleyebilir.[11]

Peki Cogito’nun böyle bir gücü var mıdır? Hintikka bu soruya  Cogito ergo sum : Inference or Performance ? ” (Cogito ergo sum: Çıkarım mı ya da Performans mı?” adlı ve Cogito’nun performans olduğunu ima eden makalesinde şunu tespit eder: Cogito’daki “Düşünüyorum”un “ben’i, “Varım”ın “ben’iyle homojen değildir. Bu nedenle Heidegger’in ifadesiyle bu “Düşünüyorum”, düşünülemez bir “düşünüyorum.”dur.

Descartes ünlü ilkesi üzerine yapılan yüzlerce tartışmadan sonra, öyle görünüyor ki, aklından geçeni yeterince genel ve açık terimlerler ifade etmeyi başaramamıştır; bu nedenle düşüncesinden çıkardığını iddia ettiği sonuçların geçerliliği ve akla uygunluğu konusunda bir yargıya varamıyoruz.[12]

Descartes ünlü ilkesi ile neyi düşünmüştür? Bunu yeterince açık ve kesin ifadelerle ve herkesi tatmin edecek biçimde belirlemek; filozofun kendi ilkesinden çıkardığı sonuçların geçerliliğini ve akla uygunluğu belirlemek kolay değildir.

 

Hintikka’ya göre Descartes bir yandan varoluşsal önvarsayımla birlikte mantıkta “var olduğumu ifade ediyorum” önermesinden “ben varım” önermesini çıkarır. Öte yandan, Descartes’ın düşüncesi, gerçekte var olmayan bireyin ürettiği zihinsel eylemlermiş gibidir. Descartes’ın mantığı özgür yani çıkarım ilkerine uymayan bir mantıktır. Çünkü ontololojik olanın yani düşünen kişinin var olmasının, kişi önceden var olmadan düşünülemeyeceğini yok sayar. Bunu Hamlet’ten hareketle söyleyebiliriz: Özgür mantığı kullanan Hamlet’in “Ben, varım.” demesi Hamlet'in gerçekten yani bizim dünyamızda var olmasını gerektirmez. Kısaca söylersek Özgür mantıktan mantıktan hareket edersek, Gassendi’nin “Ben geziniyorum.” önermesinden de “Ben varım.” önermesi çıkarılabilir.

Hinttikka’ya göre “o halde” ilk bakışta bir çıkarım biçimi izlerimi veriyor gibi ise de bu yanıltıcıdır, çünkü Descartes hiçbir yerde tasıma başvurmaz ama “O halde” ifadesine inkar ettiği bir akıl yürütme görünüşü verir; bir akıl yürütmeden bir çıkarımdan söz etmek için cümleyi bir tasım şeklinde sunar;  düşünme biçiminin akıl yürütmesinin (ratiocinum), çıkarım (inferre) olduğu imasında bulunur; varım’ı bir sonuç olarak ilan eder ancak zihnin içe bakışıyla ve sezgisel tarzda şunu görür: Sum (varım) kendiliğinden açıktır. Cogito’nun bu ilkesini ergo (o halde) terimini hiç kullanmadan şu şekilde formüle eder: ego cogitans existo. Sonuç olarak Descartes sadece basit bir içe bakış sonundaki sezgilerini, kendi doğrulamasını kendisinden alan bir açıklığı ifade eder; zihnin basit bir incelemesi yoluyla sezgisel olarak toplamın apaçıklığını, kendi varoluşunun kanıtını algılar.

Descartes Cogito ergo deus est (Düşünüyorum, o halde Tanrı vardır) demez. Açıkça, cogito cümleye bir ekleme yapar.

Descartes’ın ilk ilkesi gerçekte zihninin varlığının ifadesidir: “Ego cogitans asseto, ergo terimini hiç kullanmadan. » bir hamlede cogito ergo sum’dan sum res cogitans’a geçer. Onun son ilkesi “Düşünen ego olarak varım.”dır. Bu konuda şunu belirtmelidir. “O halde” Metafizik Düşünceler’de yoktur. Burada sadece “Düşünüyorum varım.” ifadesi bulunur

“Düşünüyorum, varım” “Felsefenin ilkeleri”nde şu şekilde bulunur: "Doğal ışık yoluyla gerçeğin aranması"nda olduğu gibi. Eğer imanın bağlacı, ergo, olumsalsa, eğer Kartezyen hüküm bir çıkarım ifade etmiyorsa, utanç ortadan kalkmaz "çünkü o zaman, yalnızca Ergo parçacığı değil, aynı zamanda Cogito terimi de, sadece toplamın apaçıklığına dikkat çekmek için, bir cümle içinde yer değiştirir.

Descartes’taki “O halde” Bir çıkarım ifade etmiyorsa zorunlu değil olumsaldır, fakat “O halde”nin olumsal olması bile güçlüğü ortadan kaldıramaz, sadece varsayılmış bir açıklığa dikkat çeker. Descartes Cogito’nun çok açık bir doğru kullanımı olan “Düşünüyorum, o halde Tanrı vardır.” şeklinde bir formülü ifade etmez; açıkça Cogito cümleye bir ektir.

Düşünüyorum”daki “ben”le “varım”daki “ben” aynı statüde diğer deyişle özdeş değildir. Hintikka pek çok yorumcunun da bu görüşünü farklı şekillerde ifade ettiklerini söyler. Ona göre mümkün dünyalarda özdeşlik temeldir. Açıklayıcı sözcelerimizin anlaşılabilmesi için kişiler hakkındaki çıkarımların doğru olabilmesi için yargılarımızın konusu en azından iki mümkün dünyada özdeş olmalıdır. Yargılar özdeşlikleri taşıabildikleri yani buradaki ve şuradaki dünyada aynı kişiden söz ettiğimizi içerdikleri ölçüde meşrudur.[13] Peki Descartes’ın Cogito’sunda “düşünen kişi” ve “var olan kişi” özdeş midir? Hintikka’ya göre özdeş değildir. Hintikka bunu bir analojiyle açıklar. Bir tiyatro sahnesindeki oyuncuları düşünelim. Sahnede oyunların rolleri adları ve eylemleri oyun bitip oyuncular tiyatrodan çıktıklarında evlerine giden kişilerinkiyle aynı değildir. Sahnedeki kişilere referanslarımız ve sahne dışındaki kişilere referanslarımız farklı farklıdır.

Kuşkusuz sahnedeki oyuncular ve sahne dışındaki kişiler hep aynı dili kullanırlar; ama kullandıkları zamirler farklıdır. Sahnedeki oyuncu ben dediğinde bu “ben” algılanabilir ben değildir. Oysa normal hayatta “ben” her zaman bir başkası yani sen” tarafından algılanabilir. Oysa “Kendine konuşan Descartes’ın” ben”i algılanabilir bir ben yani gerçek anlamda ben değildir.

“Düşünüyorum; o halde varım.”daki “ben”ler farklı mantıksal statüye sahiptir. “Düşünüyorum.”un “ben”i bir idedir; doğrudan deneylenebilir bir obje değildir; “Varım.”daki ben ise objektif bir nesne olduğu izlenimi veren ‘res’e (res cogitans) referansta bulunur.[14] Yine de bu ikinci “ben” objektif görünüme sahip olduğunda problem çözülmez; çünkü zamirin yerine özel ad konulmalıdır. Hintikka bunu bir yemin örneğinden hareketle temellendirir. Benim edereken sadece “Açıkça yemin ediyorum…” demem yeterli değildir; fakat şöyle yemin etmeliyim: “Ben Jaakko Juhani Hintikka, açıkça yemin ediyorum ki…”

Hintikka’ya göre Descartes’ın en derin problemi bir ide olan objelerden hareketle objektif varlıkların var olduğunu çıkarmasıdır. Kuşkusuz bu, özel ama önemli bir problemdir. Hintikka bunu tiyatro oyuncusu analojisinden hareketle açıklığa kavuşturur.

Tiyatroda aktörler bir dramda ya da bir komedide rollerini oynadıklarında onların günlük hayatlarında neye benzediklerini veya ne olmak istediklerini bilmek için yaptıkları tiyatronun imgesel dünyasından çok gerçek dünyada ya da söyledikleri şeye dayalı çıkarımlar yapmanın imkansızlığı açıktır. Hamlet’i sahnede oynayan aktör “Olmak ya da olmamak, işte sorun bu!” diye söylediğinde aktörün intihar etmek istediğini çıkaramayız; sadece Danimarkalı bir prensin Shakespeare’in imgesel dünyasında intiharı düşündüğünü çıkarabiliriz. Ve bu benzetme, Descartes'ın argümanındaki belirleyici biçimsel kusuru bu şekilde ortaya çıkarıyor gibi görünebilir.[15]

Hintikka’ya göre Descartes Cogito ilkesini koyduğunda gerçekte neyi düşünmüştü? Bu düşüncenin geçerliliğini yargılamamıza imkan verecek kadar genel ve kesin terimlerle ifade etmeyi henüz başaramadık. “Düşünüyorum, öyleyse varım.”daki “O halde” Her ne kadar “bu nedenle” ifadesini akla getirse de bunun bir mantıksal çıkarım biçimi olduğu kesin değildir. Bu konuda yüzlerce tartışmaya rağmen belirsizlik hâlâ giderilememiştir.

Bu konuda şunu belirtmek gerekir ki, “Bu nedenle” Meditasyonlarda yoktur: “Düşünüyorum, varım” ama “Yöntemin söylemi”, dördüncü bölüm, “Felsefenin ilkeleri”nde şu şekilde bulunur: "Doğal ışık yoluyla gerçeğin aranması"nda olduğu gibi. Eğer imanın bağlacı, ergo, olumsalsa, eğer Kartezyen hüküm bir çıkarım ifade etmiyorsa, utanç ortadan kalkmaz “çünkü o zaman, yalnızca Ergo parçacığı değil, aynı zamanda Cogito terimi de, sadece toplamın apaçıklığına dikkat çekmek için” bir cümle içinde yer değiştirir.



[1] [1] J. Hintikka, “Cogito, Ergo Sum: Inference or Performance?” The Philosophical Review Vol. 71, No. 1 (Jan., 1962), pp. 3-32

[2] J. Hintikka, « Cogito ergo sum : inférence ou performance ? », Philosophie, no 6, 1985, p. 21-51, trad. fr. de P. Le Quellec-Wolff de l’article « Cogito ergo sum : Inference or Performance ? », Philosophical Review, vol. 71, no 1, 1962, p. 3-32 ; J. Hintikka, « The Cartesian Cogito, Epistemic Logic and Neuroscience : Some Surprising Interrelations », Synthese, vol. 83, no 1, 1990, p. 133-157 ; J. Hintikka, « Cogito ergo sum, comme inférence et comme performance », Revue de métaphysique et de morale, no 1, 2000, p. 3-12 ; J. Hintikka, « Cogito, ergo quis est ? », Revue internationale de philosophie, t. 50, no 195, 1996, p. 5-21. Voir à ce sujet l’article « René pense donc Cartesius existe »

e

[3] Hintikka, “L’interprétation performative du cogito cartésien” Cahier de philosophie de l’universire de Caen Sous la direction de Pierre Fasula

60 | 2023 Narration et sens p. 121-139

[4] Dragalina-Chernaya Elena “L’interprétation performative du cogito cartésien” Cahier de philosophie de l’universire de Caen Sous la direction de Pierre Fasula

60 | 2023 Narration et sens p. 121-139

[5] Vanderveken, Les actes de discours, Marsaga 1988.

[6] Hintikka “L’interprétation performative du cogito cartésien” Cahier de philosophie de l’universire de Caen Sous la direction de Pierre Fasula

60 | 2023 Narration et sens p. 133.

 

[7] Dragalina-Chernaya Elena “L’interprétation performative du cogito cartésien” Cahier de philosophie de l’universire de Caen Sous la direction de Pierre Fasula

60 | 2023 Narration et sens p. 121-139

 

[8] Hintikka, Jaakko “René pense, donc Cartesius existe” traduction Xavier Kieft Figures du cogito 50 | 2013 p. 107-120

[9] Şimdi bu formülün açılımı hakkında açıklamalar yapalım.

“Düşünüyorum”da düşünmek öznenin ben’in bir özelliğidir, biçimsel yazılımı da şudur: B(a); okunuşu da şöyledir: “Ben varoluşa (éxistence) sahibim ” veya “Ben varım.” Bu şu şekilde formüle edilebilir: (Örn) (x=a); yani “a” vardır ve “a”ya benzeyen en az bir birey vardır. Ergo (o halde) açıkça içerme işareti göstergesine dönüşür. Bu nedenle Cogito biçimsel olarak şöyle yazılabilir: B(a) => (Örn) (x=a). Descartes düşündüğünü fark eder, bu da ona B(a) öncülünü sağlar. Üstelik eğer formül geçerliyse, şu sonuca varmak için modus ponens'i kullanabilir. “Düşünmek”, “Ben”in bir özelliğidir ifadesi şunu içerir: “Ben” ile aynı olan bir bireyin vardır ve “düşünmenin” bu bireye aittir. Bu formülasyon şu önceki ifadeyi kabul etmeyi gerektirir: : “Düşünüyorum”, “Ben” ile aynı olan bir bireyin vardır.

[10] Gassendi’nin bu cümlesi doğa müzesinin önündeki mermer bloka kazınmıştır; şunu ima eder: Hareket ve gezinme gezinen kişiye kendi eylemi üzerinde düşünme imkanı verir; yürümek, araştırmak bulmaya ve bilmeye yardım eder (Z. Ö.).

 

[11] Hintikka Jaakko “René pense, donc Cartesius existe” Traducteur : Xavier Kieft dans Cahiers de philosophie de l’université de Caen 50 | 2013 p. 23.

[12] J. Hintikka, “Cogito, Ergo Sum: Inference or Performance?” The Philosophical Review Vol. 71, No. 1 (Jan., 1962), pp. 3-32

 

[13] Hintikka, Jaakko “René pense, donc Cartesius existe” traduction Xavier Kieft Figures du cogito 50 | 2013 p. 107-120

 

 

 


 

 

[14] Hintikka, Jaakko “René pense, donc Cartesius existe” traduction Xavier Kieft Figures du cogito 50 | 2013 p. 107-120

[15] Hintikka, Jaakko “René pense, donc Cartesius existe” traduction Xavier Kieft Figures du cogito 50 | 2013 p. 107-120

 

13 Mart 2024 Çarşamba

İslam Felsefesi'nde Aristoteles ve Platon adlı çevirimle ilgili röportaja cevaplarım

İslam Felsefesi'nde Aristoteles ve Platon adlı çevirimle ilgili röportaja cevaplarımın linki 

https://www.albarakakultur.com/blog/icerik/zeki-ozcan-ile-islam-felsefesinde-aristoteles-ve-plotinos


28 Kasım 2023 Salı

Hintikka'da Mümkün dünyalar

 

                  Hintikka'da Mümkün dünyalar

 

Hintikka’nın dil felsefesi sıkı sıkıya mümkün dünyalar semantiği anlayışına bağlıdır. Peki, bu semantik nedir? Hintikka bunu nasıl anlamaktadır ve uygulamkatadır? Ve bunun felsefesi açısından sonuçları nelerdir? Şimdi bunu görelim.

Hintikka’nın mümkün dünyalar semantiği diğer  filozofların mümkün dünyalar semantiğiyle az veya çok ilişkilidir; diğer semantiklerle onun semantiği arasında türle birey arasındakine benzer bir ilişki vardır. Nasıl k, birey türün temel özelliklerine sahipse Hintikka semantiği de diğer semantiklerin temel özelliklerini içerir. O nedenle konuyu açıklarken önce mümkümkün dünyalar semantiği hakkında genel bir açıklama yapmak uygundur. 

İlk bakışta “mümkün dünya” tümüyle imgesel dünyayı veya gelecek dünyayı, bizden farklı insanların yaşadıkları diğer gezegenleri çağrıştırmaktadır. Kimi insanlara göre mümkün dünyayı düşünmek gerçekte bizim yaşadığımız dünyayı düşünmenin başka bir biçimidir. Bu sonuncu mümkün dünya anlayışı Leibniz’in anlayışına çok yakındır. Leibniz’e göre Tanrı zihninde mümkün ve uygun yani mantıksal açıdan çelişkisiz tüm dünyalara sahiptir; fakat iyilerin ve kötülerin optimum fonksiyonunu gerçekleştirdikleri mümkün dünyaların en iyisini seçmiştir. Leibniz Teodise Denemesi’inde her defasında bir ve aynı tarihin farklı şekillerde cereyan ettiği bir yığının tanelerine benzer “bir mümkün dünyalardan söz ediyordu.[1]

Pek çok filozof son yıllarda Leibniz’in ötesine geçmeye ve onum mümkün dünyalara ilişkin söyleminin tam kaynaklarını aydınlatmaya çalıştılar. Fakat yapılan araştırmalarda bunun tatmin edici bir açıklamasını bulmak mümkün olmadı.[2]

Mümkün dünyalar semantiğini kabul etmeye götüren süreç Fregenin değiş tokuş edilemez ifadelerle ilgili görüşleridir.  Örneğin “Ahmet giren kişinin kaba olduğuna inanıyor.” önermesindeki “inanma”nın süjesinin  Mehmet olduğu ortaya çıkmışsa bu önermeden sadece Mehmet'in kaba olduğu çıkarılabilir. Mümkün ve zorunlu gibi modal gerçekleştiriciler doğruluk fonksiyonları değildir. Eğer P doğru ise, P nin mümkün olup olmadığı hakkında hiçbir şey bilemem.  Modal ifadelerin pek çok hesaplanma yolu vardır. Örneğin tanımlama, birleştirme ve tekrar gibi. Fakat bu durumda doğrulanmayan gerçekleştiricileri içeren bu diller açısından doğruluğun yeniden tanımlanması gerekti.

Mümkün dünyalar teorisi bu zorunluluğun sonucu kabul edildi.

Felsefede mümkün dünyalar  semantiği 1930’lu yıllarda ortaya çıkmıştır. Bu semantik dil felsefesine Carnap’la birlikte girmiştir. Modal mantık için mümkün dünyalar semantiği başlangıçta Carnap tarafından Signification et nécessité’de (Anlam ve Zorunluluk) kabul edilmişti. Carnap tüm mümkün dünyalarda doğru olan şeyin doğru olduğunu kabul ediyordu.[3] Mümkün dünyalar konusunda

Carnap yolu gösterdi. Fakat bu semantiğin ve içlem mantığının gelişmesi 1960’larda Kripke, Hintikka ve Kangerin çalışmalarıyla oldu ve “mümkün düyalar semantiği” adı altında önemli bir araştırma alanı haline geldi. [4]

"Mümkün Dünyalar Semantiği," felsefi ve mantıksal bir kavramdır. Genellikle modal mantık ve dil felsefesi bağlamında kullanılır. Bu kavram, "mümkün dünyalar" veya "olasılık dünyaları" fikrine dayanır. Bu düşünceye göre, gerçeklik tek bir şekilde değil, birden fazla mümkün durumla ifade edilebilir.

Mümkün dünyalar teorileri bizimkinden başka dünyaların var olduğunu ileri süren teorilerdir. Teoriyi ilk defa kimin icat ettiği problemi çözülmese de çağdaş felsefede mantıkçılar  tarafından kullanıldı. Mantıkçılar bu yaklaşımın kendi biçimsel dillerine uygulanabileceğini düşünmüşler doğal dillerin betiminde ondan az veya çok yararlanmışlardır. Mümkün dünyalar semantiği ortaya çıktıktan sonra pek çok çalışmaya esin kaynağı olmuştur. Bu çalışmalar akıl yürütmeyi klasik mantık dışındaki mantığa model epistemik ve zamansal mantıklı ara başvurarak açıklamaya çalıştı.

Mümkün dünyalar modal mantık

 Geleneksel mantık uzun zaman önermelerin geçerliliğini doğruluğunu değerlendirmeye izin veren prosedürler toplamı gibi görüldü. Fakat mümkün ve zorunlu durumlara ilişkin önermelerin nasıl analiz edileceğini söylemedi. Fakat “Ulysse romanın el yazmasının bir gün bulunması olasıdır.” “Bir başlangıç olması zorunludur.” gibi olasılık;  2 X2=5 olduğuna inanıyorum.” Onun gelebileceğini düşünüyorum.” gibi önermesel tutumları ; Eğer kanguruların kuyrukları olmasaydı yere kapaklanırlardı.”;  “Eğer Joyce miyop olmasaydı yazar değil de ressam olabilirdi.” gibi realiteye uygun olmayan önermeleri analize yaramadı. Olasılık, zorunluluk önermesel tutum verealiteye karşıtlık ifade eden bütün bu önermeleri analiz için yeni bir mantık ortaya çıktı. Buna modal mantık denir.

Bu mantık zorunluluk ve olasılık kavramları çerçevesinde antikiteden itibaren filozofların ilgi konusu olmuştur. Modal mantığın kurucusu Aristoteles’tir. Yorum üzerine’nin on ikinci ve on üçüncü paragraflarında ve Birinci Analitikler’de (I, 3 ve I, 8 -22) bu mantığı ele alır. 

Mümkün dünyalar semantiğine giden yolu daha önce Carnap göstermişti.  Fakat bu düşünce biçimi 1960'lı yıllarda Kripke’nin ve Hintikka’nın çalışmalarıyla bir bağımsız düşünme biçimi halini almıştı.

 

Mümkün dünyalar semantiği yaklaşık yirmi yıldan beri pek çok alanda yaygın biçimde açıklama ilkesi olarak kullanılmıştır. Edebiyatçılar, dilciler ve dil filozofları bu konuda yoğun ve önemli çalışmalar yapmışlardır.

Bu teori başlangıçta “zorunludur ki,” “mümkündür ki” gibi gerçekleştiricileri kullanarak sözceler arasındaki ilişkileri analiz eden modal mantık  sitemlerinin tamlık, süreklilik vs gibi biçimsel özelliklerini analiz etmek için kullanıldı.[5]  

Bir mümkün dünyalar semantiğinde lengüistik bir ifade mümkün bir dünya ile ilişkisine dayanarak yorumlanır. Örneğin bir sözcenin doğru veya yanlış olduğunu söylemek yerine mümkün bir dünyada doğru veya yanlış olduğu söylenir.  Eğer yorumlanmış bir dil önermesel bir dil ise mümkün dünyada bir yorum formülasyonu her zaman daha etkin olan Kripkeci anlamda şu üç ögeden oluşur:  <W, R, I>. Burada W mümkün dünyaların bir bütünüdür; R dünyada belirli bir ilişkidir ve I de bir fonksiyondur. Geçerlilik bütün mümkün dünyalarda bütün yorumlarda doğruluk olarak tanımlanmıştır. Eğer yorumlanan dil, modal standart bir dilse ve olasılık ile zorunluluk en azından mümkün bir dünyada doğruluk ve bütün mümkün dünyalarda doğruluk diye yoruumlanmışsa, geçerli formüller ilişkinin yani R’nin biçimsel niteliklerine bağlıdır.

Mümkün dünyalar semantiği, "modalite" olarak adlandırılan kavramları inceler. Bu kavramlar, "zorunluluk," "imkânsızlık," "olasılık" gibi terimlerle ifade edilir. Örneğin, "X olmalıdır," "Y mümkün değildir," gibi ifadeler modaliteyi içerir ve bu ifadeler farklı mümkün dünyalarda farklı anlamlara gelebilir.

Bu semantik yaklaşım, dilin ve mantığın anlamını, gerçekliğin farklı olası durumlarına dayandırır. Bu şekilde, belirli ifadelerin ve mantıksal yapının farklı koşullarda nasıl değişebileceğini anlamak için kullanılır.

Eğer yorumlanan dil bir yüklemsel dil ise durumlar karmaşıklaşır. Geçerli formüller bütünü sonuçta geçerli çıkarımlar bütünü mümkün dünyalardan her birine bağlı bireylerin niteliği konusunda edinilen kanılara ve niteliğin  tüm mümkün dünyalarda aynı (bütün mümkün dünyalarda aynı bireyler vardır ve sadece nitelikleri farklıdır) veya tersine bir mümkün dünyanın belirli bir dünyaya göre  mümkün dünyalardan daha çok veya daha az birey içerip içermediğinin kabul edilip edilmemesine bağlıdır

Frege şunu göstermişti: Dolaylı bağlamlarda bazı ifadelerin referansları yani kaplamları yoktur; fakat anlamları yani içlemleri vardır. Frege kapalı içlemler için “kaplamsal bağlam” terimini kullanır.  Kaplamsal bağlam, dünyada belli bir durumdaki varlıkların toplamıdır.

Leibniz’in metafizik ve teolojik amaçlarla kabul ettiği mümkün dünyalar, modal önermelerin doğruluğunu tanımlamak için kullanıldı. Mümkün dünyalarda modal önermelerin doğruluğunu tanımlamak kolaydır.  Mümkün dünyalarda  iki niceleyici vardır: Varoluşsal (mümkün) ve tümel (zorunlu).  Kuşkusuz Aristoteles de zorunlu, tümel, tikel ve olumsal ifadelerini kullanmıştı; ancak mümkün dünyalar semantiğinde bu ifadeler farklı bağlamlarda kullanılmıştır.  Fakat içlemin mantıksal değeri kabul edilince, bunun ontolojik sonuçları olması kaçınılmazdı.  Mümkün dünyalarda içlemin betimselliğinden hareketle üç modal anlayış ortaya çıktı:

1. Modal realizm: Mümkün dünyalar kendi başlarına vardır; modalite objektiftir.

2. Modal kavramcılık: Modaliteler zihnimizin realiteyle ilişkisini ifade ederler.  Mümkün dünyalar objektif kavramlardır; fakat zihnimizden bağımsız olarak var değildir; modal realite yoktur

3. Modal nominalizm: modaliteler lengüistik söyleyişlerdir; araçlardır fakat modaliteye ilişkin objektif kavramlara zorunlu olarak göndermez.  Modalite kavramı belirsizdir onun kullanımı sınırlanmalıdır;  mümkün olduğunca onu söz modaliteleriyle sınırlamalıdır.[6]

 Bu üç modalite derecesinden birincisi Lewis ikincisi Kripke  ve üçüncüsü de Hintikka tarafından savunuldu. Bunların her birinde mümkün bir dünya farklı biçimde betimlenir.  Realizmde aktüellik dışında bizim tüm özelliklerimize sahip (tam, bağımsız, gerçek) bir dünya olarak; kavramcılıkta mümkün dünyalar bireylerin ve ilişkilerin bütünü olarak yüklemler mantığının semantik modelleri olarak modal realizmde mümkün dünyalar önermelerin bütünü olarak anlaşılmıştır. Hintikka mümkün dünyaların doğasına ilişkin tüm problemleri eler. O klasik felsefi problemleri incelemeyi sürdürür.

Mümkün Dünyalar Semantiği
Mümkün dünyalar semantiğine dair bu temel açıklamalardan sonra şimdi Hintikka’nın mümkün dünyalar semantiğini açıklayalım:

Hintikka tıpkı Kripke gibi bu teoriyi 1960'lı yılların başında ortaya koydu; bununla amacı modal mantığın doğru bir yorumunu yapmaktı. Russel Principia Mathematica’da “ve”, “veya”, “ise” gibi bağlayıcıları doğruluk fonksiyonlarıyla uyuşturmuştu. Diğer yandan Frege şunu kanıtladı: Bazı ifadeler doğru bağlamlarda referanslarına değil anlamlarına başvurur. Pek de açık olmayan bu tür ifadeler için içlemsel bağlam ifadesi kullanıldı.  Örneğin

 

Ahmet giren kişinin hoyrat olduğuna inanıyor.

 

önermesinden, bu adamın Hasan olduğu ortaya çıkarsa bundan sadece Hasanın hoyrat olduğunu çıkarabiliriz. “İçlemsel bağlam”ı ortaya çıkaran gerçekleştiriciler   (“ise”, “ve”, “veya”, “ancak ve ancak”) doğruluk fonksiyonları değildir. Eğer P doğruysa, P’nin mümkün olması konusunda hiçbir şey bilmem. Hintikka modal mantık analizlerini doğruluk değerine dayandırmaktan çok sözdizimsel anlama dayandırıyordu. Mümkün dünyalar teorisi doğruluğun ihmal edilmesine tepki olarak ortaya çıktı. Modal önermelerin doğruluğunun mümkün dünyalar terimleri ile tanımlanması son derece basittir. Bir P önermesi en azından bir dünyada doğruysa mümkündür ve bütün mümkün dünyalarda doğruysa zorunludur. Bu semantiğin niceleyicileri varoluşsal (mümkün) ve tümel (zorunlu) kavramlardır.  Kuşkusuz bu kavramlar zorunlu/tümel olumsal/tikel şeklinde de vardır Fakat mümkün dünyalar semantiğinde farklı bir bağlamda kullanılır.

Her bir “mümkün dünya”, belli bir olasılık ya da koşul altında gerçekleşebilecek olan her şeyin tamamını içerir. Örneğin, bir mümkün dünyada yerçekimi farklı olabilir, başka birinde insanlar farklı bir dil konuşabilir veya temel fiziksel yasalar değişiklik gösterebilir.

Hintikka’nın mümkün dünyaları ontolojik değil semantiktir. Mümkün dünyanın ögeleri nesneler ya da kişiler değil önermelerdir. Bu mümkün dünyalar teorisinin temeli olguların ya da nesnelerin varlığı değildir, fakat bir bütünde önermeler arası ilişkidir.

 Bu nedenle doğrulamanın konusu önermeler değil; fakat bu bütündeki tutarlılıklardır. Mümkün dünyalar söz konusu olduğunda bir önermenin bir dünyada doğru ve diğer dünyada yanlış olduğu ortaya çıkabilir. Bir bütünde bir önermenin doğruluk değerini hakkında bir başka bütünde sahip olduğu doğruluk değerine göre belirleyemeyiz.

Bir öğe bir dünyaya ait olup olmadığını belirlemek için bir önerme ve “reel” bir dünya arasında uygunluk olarak doğruluk ölçüt olamaz. Bu doğruluk uygunluk ölçütünün yerine tatmin edilebilirlik ya da tutarlılık ölçütü konmalıdır. Bu dünyayı çelişkisi ve tutarlı yapan bir dünyadaki bu hiç ölçütler bütünüdür.

 Eğer bir dünyada doğru ve diğer bir dünyada mümkün ise yanlış olabilir; fakat bu iki dünya uyuşabilir olmayacaktır. İki önermenin aynı mümkün dünyaya ait olduğunu nasıl biliriz? Onlar çelişkili ise aynı dünyaya referansta bulunmaz[7] mümkün sıfatı mümkün dünyalar ifadesinde karışıklıyor yol açar. 

Hintikka’nın felsefesini mümkün dünyalar semantiğinden ibaret görülemez; felsefeye katkısını mümkün dünyalar semantiği ile sınırlanamaz. Fakat bu teori olmadan onun teorisi de anlaşılamaz. Mümkün dünyalar bir kurgu değildir; verimli ama sınırlı olan bir açıklama biçimidir.[8]

 

Analitik felsefenin dil felsefesinin bütün alanları dilin ve düşüncenin yönelimli görüşlerini açıklamak söz konusu olduğunda mümkün dünyalar semantiğinden yararlandılar. [9]

 

       Mümkün dünyalar semantiği anlamın modelleştirilebilmesine karşıttır. Biçimsel bir dil sadece göstergelerin kullanımına ilişkin bir araçtır; model ifade etmez. İlk biçimsel diller doğal olarak kaplamsaldır yani özdeşliği ifade etmez ve gerçekliği sağlamak için kullanılır özdeşlik ifadesi olarak ve A ve A eşittir b ise f(b) genelleştirme ilkeki ev x x bilmek inanmak algılamak istemek dilemek gibi önermesel tutum fiilleri özdeşliğin ve kaplamın belirlediği doğruluk değeri içermez .

Mümkün dünyalar semantiği sezgilerimize daha yakın anlamın biçimsel bir modelini oluşturmaya izin vermez; fakat bizi anlamların çokluğuna karşı tedbirler almaya ve söylemle varlığın ilişkileri konusunda alternatifler ortaya koymaya zorlar.

Mümkün dünyalar semantiği fiktif bir düşünce bir fantezi değildir Hintikka’yı mümkün dünyalar semantiğini kabul etmeye götüren neden şudur: Anlamın modelleştirilmesine karşıtlık: Biçimsel bir dil sadece göstergelerin kullanımına ilişkin bir araçtır ve anlamı ifade etmez. İlk biçimsel diller doğal olarak kaplamsaldır yani özdeşliği ifade etmek için ve genelliği sağlamak için kullanılır

Özdeşlik şöyle formüle edilir: (Fa ve a=b)Fb. Genelleştirme ilmesinin formülü şöyledir: Fc(Ex) Fx.[10]

Frege’nin mantıksal semantiği dilin analizini, doğrulukları sadece reel dünya ile bağlı sözcelerin analiziyle sınırlıyordu. Mümkün dünyalar semantiği dilin referans fonksiyonunu reel dünyada var olmayan mümkün dünyalara genişletir. O zaman reel dünya ile mümkün dünya arasındaki ilişki epistemolojik bir problem olur. Hintikka’nın önerdiği teorik model bu problemi ele alır. Bu modelin orijinalliği her iki dünyayı birleştirmesidir. O, diyalogda karşılıklı konuşmada iki epistemik tutumu ayırır. Bir ve aynı sözce ya inanç dünyasına ya da bilgi dünyasına dayalı olarak anlaşılabilir. “Sezar Rubikon Irmağı’nı aştı.” sözcesini duyduğu ya da okuduğu için inanmak ve tarihsel bilgi tarafından kanıtlanan sebeplerden dolayı bilmek aynı şeydir. Bir ve aynı süjenin kognitif tutumu bir kutuptan öbürüne değişebilir aynı şekilde farklı süjeler karşıt kognitif tutumları benimseyebilirler. Öğrenme durumunda öğretici aynı konuda inanç durumundan bilgi durumuna geçirebilir. Ancak bu, doğruya ve yanlışa ilişkin ölçütü dikkate almayı gerektirir. İnancı ve bilgiyi karşıt yapan şey gerçekte nedir? Bilgi, özü gereği doğru olan şeydir ve sadece reel dünyaya ilişkindir. İnanç ise doğru veya yanlış olabilir. Bunu şöyle bir örnekle  açıklayabiliriz: Eğer 1994’te “Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğunu biliyorum.” dersem, doğrusu bu, realitedir; bunu kanıtlayabilirim. Fakat 1994’te “Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğuna inanıyorum.” dersem, bu inancım ya doğrudur ya da yanlıştır.  Hintikka inanç sorununu yönelimli olmayan  terimler yardımıyla çözmek için mümkün dünyalar semantiğini geliştirdi. İnançlar gerçekte süjenin iç dünyasını dolduran ideler değildir. Onların dünyadaki olgulara, olaylara ya da nesne durumlarına dayalı bir içeriği vardır. Bir inanç aktüel dünyada var olan bir şeye uygun olursa doğrudur; onun konusu konuşanın sözünü ettiği aktüel dünyada var değilse, yanlıştır.   Hintikka’nın tümüyle orijinal katkısı şudur: Yanlış bir inanç, yanıltıcı ve sonuçta içi boş, negatif bir fikir değildir. İnanç gerçekte reel olmayan bir ya da pek çok dünyanın imkanını açar; çünkü var olan dünyamızda bir ya da pek çok alternatifi ortaya çıkarabilir. Mantıksal semantiğin kaplamsal bakış açısıyla uyumlu olarak Hintikka inancı süjenin bir iç düşüncesi yapmayı reddeder. Çünkü inanç empirik dünyadan başka mümkün bir realiteyi nesneleştirme ve temsil etme gücüne sahip bir önermede ifade edilir. Örneğimize dönelim: Eğer “1994’te “Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğuna inanıyorum.” dersem, bu ya bir doğru inançtır; çünkü gerçekte durum böyledir ya da yanlış bir inançtır; çünkü Özal milletvekili seçilmemiştir. Fakat bir yanlış inancı ifade etmek hiçbir şey söylememektir; çünkü Turgut Özal’dan başka birini, sonuçta bilmediğimiz birinin Cumhurbaşkanı olduğunu varsayar.  Turgut Özal’tan başka politikacıların meşru başkan olabildikleri mümkün dünyaların bir çokluğunu kabul edebiliriz. Görüyoruz ki, mümkün dünyalarda farklılaşmalar vardır. Bir yandan bir inanç paradoksal olarak pozitiftir; tümüyle gerçekleşebilir mümkünlerin bir alanını açar. Bu inanç reel dünyada yanlışsa başka mümkün bir dünyada doğru olabilir. Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olabildiği reel dünyaya karşıt olarak mümkün bir dünyayı kabul edebilirim. Diğer yandan reel dünya mümkün dünyalardan biridir. Kim olduğunu belirlemeye çalıştığımız tek bir Cumhurbaşkanı vardır. Bunlardan birinin başarısının ve diğerlerinin başarısızlığının (örneğimizde Turgut Özal’ın)  koşullarını bilmeyi sağlayan soruşturmayı sürdürmek zorunludur.  Objektif bilgi bu noktada aktüel dünyamızda gerçekleyen olasılıkları elemek anlamına gelir. İnançtan bilgiye geçtiğinde bilen süjenin epistemik hayatının işleyişi böyledir.

Hintikka mümkün dünyalar semantiğini aydınlatmak için üç konuyu açıklayacaktır: Alternatiflik, nüfuz edilebilirlik ve özdeşliğin taşınması

 

1. Hintikka mümkün dünya ile  R dünyada belirli ontolojik bir ilişkidir bu ilişkinin yerine alternatiflik ilişkisini koyar. Bir dünyanın yerine alternatif bir dünyayı (m’) koyar; bu ilişki sayesinde bilginin ve metafiziğin problemlerini ve farklı biçimde ele alır.

Alternatiflik, Alternatiflik (mümkün ya da gerçek) başka bir dünyaya dayanarak mümkün bir dünya oluşturmanın kurallarını verir. Şöyle genelleştirilebilen bir örnek verelim: Örneğin “Hayvanlar konuşur.” Önermesini düşünelim. Doğru ve yanlış birbirinin alternatifi ve birbirine karşıt bir çift dünya oluşturur. Eğer aktüel deneyim dünyamızda (en azından şimdiki bilimsel bilgilerin bildirdiği kadarıyla) hayvanlar konuşmazsa, en azından hayvanların konuşabildikleri (buna düşünmeyi de ekleyebiliriz)  karşıt bir dünyayı kabul edebiliriz. Aynı şekilde niceleme terimlerini kullanarak diyebiliriz ki, nütün hayvanlar değil; bazı hayvanlar konuşur veya adlandırabildiğimiz ve belirleyebildiğimiz bir konuşur. Böylece empirik dünyamızda yanlış olan şey, bir mümkün dünyada doğru olabilir. Mümkün dünyayı böylece yeni özelliklerle zenginleştirebiliriz. Bu dünyanın hayvanlarından başka tüm bireyleri mavi olabilir Şirinler’in dünyasında olduğu gibi mavi olabilir. Örneğin mavi olmayan bir birey olursa, bu yeni olaylara neden olur. Sonuç olarak bir dünya belirli önermelerin bütünü için kabul edilebilir uygulama alanlarından biridir. Mümkün dünyalar her zaman başka bir dünyanın evirmesinin mantıksal ilkesi temelinde birbirinin alternatifidir. Onlar sadece uzaysal-zamansal algımızla bildiğimiz tek empirik dünyamızın alternatifi değildir.

2  Nüfuz edilebilirlik bir ilişki kurma imkanıdır. Nüfuz edilebilirlik mümkün dünyaların yapısını belirler.   Nüfuz edilebilirlik  süjelerin sahip olduğu süjelerin sahip oldukları bilgi yardımıyla bir inanç ya da bilgi evrenine geçebilmeleridir. Mümkün bir dünyaya D1 başka mümkün bir dünyadan D2den hareketle nüfuz edilebilir. Nüfuz edilebilmenin koşulu da şudur : D2de  doğru olan bir şeyin en azından bir  D1de mümkün olmasıdır.

3. Özdeşliğin Taşınması: Bu da  bir ve aynı bireyin özgün özelliklerinin farklı dünyalarda varlığının belirlenmesidir.

Bu taşunma bir ve aynı bireyin bulunduğu farklı dünyalarda tecessüm etmiş halini belirlemekten ibarettir. Onun farklı biçimleri, dünyaların fizik özelliklerindeki özelliklerin değişmesine bağlıdır. Çünkü bir birey içinde hareket ettiği dünyalardan bağımsız olarak var değildir. Hintikka özdeşliğin taşınmasını şöyle açıklar:

Belirli bir mümkün dünyanın bir üyesinin bir başka mümkün dünyanın hangi üyesine özdeş olduğuna karar vermek için bu özellikleri ve ilişkileri kullanmalıyız. Bireylerin adları alınlarında yazmaz. Onlar kendilerinden hareketle bilinmez. Onları yalın olarak gözlemleyemeyiz. Sadece onların özelliklerini ve ilişkilerini gözlemleyebiliriz.

     Bu üç kavram birbirini tamamlar. Alternatif bir mümkün dünyaya erişimin reel dünya temelinde gerçekleşir.

 

 Buraya kadar yaptığımız açıklamalarda mantıksal semantik açısından mümkün kavramının neden ibaret olduğunu söylemedik. Bir dünya biçimsel olarak a b c özelliklerine sahip X, Y; Z, bireyler listesinden oluşur.  Bireylerin sahip oldukları nitelikler bu dünyada bulunur; bu niteliklerin ilişkileri eylemler, olaylar, fenomenler olan nesne durumlarının bütününü oluşturur. Mümkün dünyaların belirlenmesi bu dünyadaki bireylerin ve niteliklerin arasında tespit edilebilen kombinzonların sonucudur. 

Eğer alternatiflilik dünyaların kendi aralarında kabul edilebilirliğiy temelinde anmlaşılabilen bir nitelik ise nüfuz edilebilirlik, süjenin aktüel olarak bulunduğu bir referans dünyası temelinde yeni bir dünyaya nüfuz edebilme gücüne sahip süjelerin episteik kapasitesini belirtir. Bu nedenle  bu başka dünya söz konusu süjenin bildiğinen inandığı evrenle uyuşmalıdır. (Bütün köpeklerin/kurtların kötü olduklarına inanırsam komşumun köpeğinin beni ısırmayacağını kabul etmekte zorluk çekerim.” Ve o, kişinin deneyiminin dünyasıyla (örneğin (görmeyi umduğu şeyle) uyuşmalıdır.  Diğer yandan dünyalar arasında mantıksal bir ilişki örneğin simetri olmalıdır; aksi halde eşdeğerlik  olmadığından diğerini düşünemezdik. D2 kara dünyasın kurbağa D1 su dünyasındaki hayati fonksiyonlarını (soluma hareketlilik) yerine getiren organlar  bütününe  sahip olmalıdır. Kurbağa ilk D1 dünyasından hareketle değişerek D2 dünyasına geçer ve aynı şekilde yer değiştirme ve soluk alma için zorunlu değişiklikleri gerçekleştirerek D1 dünyasına geri döner. Nihayet fiksiyon metninin büyük bir bölümü deneyim dünyamızı az veya çok yansıtan reel dünyaya okuyucunun parçası olduğu bilgi evrenine referansla oluşturulur. Fiksiyon dünyası karşıt olmak için reel dünyaya gönderir demek yeterli değildir. Çünkü fiksiyon içeriğini reel dünyanın bölümlerinin içeriğine birleştirir. (Kırmızı Şapkalı Kurt havada uçmaz; yürür, koşar vs.). Çelişkili olarak reel dünyanın doğal yasaları kendilerinin karşıtı olan fiksiyonun açık bir işlemini devreye soktuğunda fiksiyon dışında korunmuştur. Çoğu zaman anlatıda reel dünya hakkında hiçbir şey söylenmez; aynı şekilde reel ve fiksiyon arasındaki ilişki konusunda fiksiyon metninde her şey söylenmiş değildir. Bu, yorum oyunlarının alanını düzenlemeye yol açar. Özdeşliğin taşınması bunun sonucudur.

Bir birey pek çok farklı mümkün dünyada farklı şekillerde bulunabilir: Bir iskorpit balığı bir kurbağa olabilir; bir ve aynı yüklem farklı özellikler farklı dünyalardaki bireylerde farklı özellikler (yüzgeç, hayvan ayağı ve bacaklar) olabilir. Bir ve aynı birey örneğin bir kurt konuştuğu fiktif dünyada farklı bir sınıf oluşturabilir; kırmızı başlıklı kızın büyük annesi kılığına girebilir.  Okuyucu bu farklı durumları bilir; fakat kırmızı başlıklı kız kendi inanç evreninde kurtun, büyük annesinin yatağında onun kılığına girdiğini bilmez.  Fiksiyon hikayesinin şahısları önermesel tutumlara sahiptirler. Onlar bilirler ya da bilmezler; doğru ya da yanlış inanca sahiptirler. Dünyaların her birinde adların ve kavramların referansları farklılaşır. Bu, bilgi referansının göreceliliğidir.

 

Hintikka ortak duyu mantığına uygun olarak tutumunu şöyle özetler:

Mümkün dünyalar semantiğinde tek bir dünyadakinden daha fazla ifadelerin referanslarını dikkete almalıyız. …] İfadelerimizin reel dünyamıza referanslarını belirtmek yani her temel sembole bir referans değeri yüklemek artık yeterli değildir. Bunu yapmak yerine dilimizin her ilkel ifadesi için ifadelerimizin reel dünyaya referansını belirtmek artık yeterli değildir. Bunun yerine dilimizin her primitif ifadesi için mümkün tüm dünyalarda (ya da senaryolarda) referansta bulunacağı bir anlam fonksiyonunu postulat kabul etmelidir. Örneğin referansı bir ve aynı birey olan bir ad olan şey, bir fonksiyona sahiptir; bu fonksiyon bu bireyi belirli bir dünyada somut hale getirir. Bu dünyaların tümü bireylerin gerçek özdeşliğini oluşturur.[11]

 

Bu aşamada şunu hatırda tutmalıdır: Fiksiyon metninin egemen referansı doğal yasalar tarafından yönetilen reel dünyadır. Doğal dünyanın fenomenleri, fiksiyon olaylarıyla karşıtlığına dayanarak sorgulanabilir. Betimlerin kapsamındaki ne gibi değişiklik olmuştur? Örneğin, Aristoteles yerine “Antikitenin büyük filozofu” ya da “İskender’in hocası” ifadelerini yazabiliriz. Birinci önerme başta Platon olmak üzere pek çok filozof hakkında doğrudur. İkinci önerme tek bir kişi hakkında doğrudur. Hem reel dünyada hem de mümkün dünya(lar)da referansta bulunulan kişiler kimlerdir? “X yani değişken bir ad (“balık” adı) “balık” denen  bir bireyi belirtir.” demek hangi dünyalarda mümkündür?  Bunu açıklarken şu hipotezi kabul ederiz: “Balık” terimi ait oldukları dünyalara göre farklı bireyleri belirtebilir.

“X biliyor ki P” sadece ve sadece X’in bildiği bütün mümkün dünyalarda doğru ise doğrudur. Her konuşma mümkün dünyalardan konuşma değildir. Fiktif ve imgesel durumlar mümkün dünyalar semantiğinin söylemi değildir. Örneğin “Ah! Paris deniz kenarında olsaydı!” ifadesi mümkün dünyalara ilişkin değildir.

 Hintikka daha sonra Wittgenstein’ın dil oyunları düşüncesine yeni bir biçim ve içerik vermek istedi. Bilindiği gibi İkinci Wittgenstein’a göre dil, dil oyunlarının bir koleksiyonudur ve dil oyunları arasında sadece aile benzerliği vardır. Dil oyunlarının en basit örneği bir inşaatta duvar ustasının çırakta döşeme taşı! Tuğla! Şakül! Gibi tek kelimelik cümlelerle isteğini ifade eden kelimelerdir. Hintikka bu oyunları mantıksal açıdan açık bir biçime kavuşturmak istedi. Bu mantıksal biçim bir diyalog ortamında görebiliriz. Örneğin sizin karşınızda “Bütün kedilerin bıyıkları vardır.” dersem, siz bana “Bıyıksız bir kedi olamaz mı?” diye sorarak benim iddiamı test etmeye çalışırsınız. Ben bunu söyleyemezsem yanıldığım ortaya çıkar. Fakat “Gri kediler vardır.” dersem sizin haklı çıkma benim de yanılma olasılığım yoktur; çünkü gri kedilerin var olduklarını kanıtlayabilirim. Hintikka, modalite durumlarında olduğu gibi, basit fikirlerden hareketle dil felsefesinin pek çok problemini incelemek için bir kavramlar bütünü oluşturmayı düşündü. Örneğin yüklemler mantığı da denen normal mantıkta “Sigara içen Yunanlıların sayısı Bira içen Almanların sayısı kadardır:” gibi niceleyiciler yoktur. Bu niceleme tarzı ancak diyalog tarzında anlaşılabilir. Çünkü farklı süjelere farklı eylemler yüklenmektedir. Üstelik oyunlara yoğunlaşırsak ve niceleme formüllerini  biraz unutursak, kuralları çeşitlendirebiliriz bu çeşitlendirme; örneğin bazı oyuncuların değiştirilmiş kurallara göre vuruşunun diğer oyuncular vuruş olduğunu bilmeyebilirler. Dallara ayrılmış niceleyicileri bu şekilde açıklayabiliriz. Mantığın formülünün doğrusal biçimde okunamayacağı durumlar vardır;  çünkü birbirine bağlı iki değişkenden bir diğerinden sonra gelir; ilki zorunlu olarak ikincisine bağlı değildir. Örneğin “Ülkenin tüm güney bölgesi bir temsilci gönderdi ve ülkenin tüm kuzey bölgesi temsilcinin karşılaşacağı bir ajan gönderdi.” dersem, kuzeyin ajanı  güneyin seçtiği ajana bağlı değildir.

mümkün dünyalar teorisi ve inanç evrenleri

 Bir mümkün dünyada inancı yansıtan doğru bir önerme yanlış olabilir; buna karşılık bilgi bu tür mümkün bir dünyaya yol açmaz.

 Mümkün bir dünya bir süje için kabul edilebilir bir dünyadır; süjenin modal sözceleri şunu belirtir: Süje bu dünyaya yalnız kavramlar sistemi aracılığıyla referansta bulunabilir, düşünce kategorisi gibi imkanlar ona bildiği inandığı ve algıladığı şeyle uyumuna göre olayları düzenlenmesine izin verir.

 Mümkün dünyaların olduğuna başvurma iki şeye yol açar: Referansın kapalılığı ve onu bir nesne durumu gibi tutarlı bir sisteme entegre etme ve onun mümkün bir dünyada doğru olduğunu söyleme.

 A, P’nin doğru olduğuna inandığında P'nin doğru olduğunu hiçbir şey kanıtlamaz.  Açıkça P, nesnelerin mümkün bir durumunu temsil eder.  Düşündüğümüz önerme ne olursa olsun onun doğru olduğunu boşuna söyleriz ve tekrar ederiz. Bu onu yine de doğru kılmaz; onu doğru kılan şey, onun dışındadır. O, sadece nesnelerin mümkün durumunun bir betimidir.

 



[1] Leibniz – Gerhardt 1875-1890, VI, 364 (Théodicée, § 416).

[2] Jacob Schmutz Qui a inventé les mondes possibles ? Cahiers de philosophie de l’université de Caen 42 | 2005

 

[3] Carnap Signification et nécessité p. 13.

[4] Marconi, Diego, La philosophiedu langage au XXème siècle,

traduit de l'italien par Michel Valensi, édition de l’eclat,Paris, 1997

 

[5] Marconi, Diego, La philosophiedu langage au XXème siècle,

traduit de l'italien par Michel Valensi, édition de l’eclat,Paris, 1997






 

[6] Philosophie de la logique et philosophie du langage IV, Collectif, Odil Jacob p. II.

[7] Jaakko Hintikka “Modality ans Quantification”, İn: Models and modalities, Dordrecht, D. Riedel, 1969.

[8]  Hintikka, Jaakko  l’ıntentıonnalıté et les mondes possıble sOpuscules

Nadine Lvand (éd.) Presses universitaires du Septentrion, Villeneuve d'Ascq

2011, Nadine Lavand (éd.)

 

 

 

[9] Bruguıère, Catherine “Mondes possibles et compréhension du reel”, Aster, 2007, 14, p. 22.

[10] Hintikka L’intentionnalité et les mondes possibles, Septentrions, Paris, 2011, p. 13.

[11] (Jaakko & Hintikka au Congrès Wittgenstein de 1981, dans Hintikka, 1989, p. 20).