14 Ekim 2020 Çarşamba
KRİZ Mİ? SESSİZ DEĞİŞİKLİK Mİ?
Yeni insan, bireysel telaşın despotluğu’yla karşı karşıyadır, çünkü onun başına gelenler, toplumdaki büyük olayların önüne geçer. Bunun sonucunda yeni insan kendi dar alanında ve kendi sorunlarıyla yaşar. O, kişisel dünyasına odaklanır; kamusal olanla pek ilgilenmez; birlikte yaşadığı insanların ortak tarihinden uzaklaşır. Tarih onun gözünde yavaş yavaş silinir. Yeni insanın duyguları karmakarışıktır; bireysel telaşın despotluğu onun eylemlerini yöneten bir ilke gibidir. Kısaca söylersek, hayatındaki beklenmedik durumlar, yeni insanı “telaşın kurbanı” yapar.
Yeni insan sadece telaşın kurbanı değildir. O, daha vahim durumlarla, krizlerle karşı karşıyadır. Yeni insan, krizlerin kavşağında yaşar, çünkü XX. yüzyılın ikinci yarısı ve günümüz krizler çağıdır. Bu niteleme hiç de abartılı değildir. Şimdi insanı doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen kriz olgusuna değinmek istiyoruz.
Sözlerimizin başında belirtelim ki, günümüzdeki krizin içeriği yepyenidir; Arendt’in ifadesiyle patolojik kriz’dir. Bu kriz, hayatın her ânında yoğun ve toplumun her kesiminde yaygın biçimde yaşanmaktadır. O, sınıfı, mesleği, cinsiyeti işi, yaşı ne olursa olsun aşağı yukarı herkesi çeşitli derecelerde etkilemektedir; bireyin ve toplumun hayatını mayınlamaktadır. Krizi en çok yaşayan da demokratik toplumlardır.
Kriz, sınıf savaşlarının ya da yeni değerlerin ortaya çıkışına bağlı bir türbülans hareketi değildir. Patolojik kriz yerleşik değerleri terk ettiği için anlam krizi yaşayan moderniteyle birliktedir. Onun yaygınlığı da modernitenin etkisiyle doğru orantılıdır.
Kriz, kelimesi Grekçeden Batı dillerine geçmiştir. Grekçede Κρίσις (Krisis) mümkün iki alternatiften birini seçmeye karar vermedir.
Kriz, pek çok mutasyonun sonucudur; bir karar anıdır. Söz konusu karar krizi tanıya izin verir ve belirsiz bir sürecin evrimiyle birliktedir. Kriz, değişken durumdur. Bu durum, bireyi ya da bir yönetimi yeni bir hayat moduna geçmeye zorlar.
Kriz, belirsizliklerle ve kargaşalarla aynı anda ortaya çıkar. Genellikle derin kargaşa, dengesizlik durumları ve ciddi düzensizlikler kriz diye nitelendi. Kriz kelimesi her sosyal realiteyi, her nosyonu istila edecek şekilde gitgide yayıldı; birbirinden çok farklı durumları ifade etmek için kullanıldı. Bu yüzden psikanalistler, sosyologlar, lengüistler hatta bilim felsefecileri çok çeşitli krizden söz ettiler. Örneğin sosyal, politik, jeopolitik, ekonomik kriz; besin, sağlık, modernite, varoluş, enerji, güven, çevre, medya, rasyonalite, ontoloji, epistemoloji, kapitalizm, değerler, doğa bilimleri, insan ve toplum bilimleri, toplum, aile, gençlik, kültür, insanlık, uygarlık ve anlam krizleri gibi. Krizologlar daha ileri giderler ve şöyle derler: Kriz, sadece insani ilişkilerle sınırlı değildir, sembolik planda bile etkilidir. Kriz kavramı anlam genişlemesiyle bir hastalığın belli bir aşamasını nitelemek için de kullanıldı. Örneğin epilepsi krizi, salgın hastalık krizi gibi.
Krizin iki yan anlamı vardır: Çöküş ve hayat ritimlerindeki değişmeler. Kriz, kişide kimi zaman bir geleceği olmadığı duygusunu uyandırır. Kriz geçmişte yaygın olan kavramları kullanmamayı ve eski tasavvurları terk etmeyi empoze eder. Farklı boyutları tek bir bakış açısından dikkate almak; imkânsız olanları birleştirmek; bunlar krizin ilkeleridir.
Kriz kavramıyla ilgili iki temel handikap vardır: Genelleştirilmeden doğan içerik belirsizliği ve derecesinden söz etmenin imkânsızlığı. Şimdi kısaca bunları açıklayalım.
1. Kriz, bazen çok genel olgular için de kullanılır. Örneğin kültür krizinden, uygarlık veya hümanite krizinden söz edilir. Fakat bu nitelemelerde krizin içi boşaltılmıştır. Genelleştirilme, krizin temel handikabıdır, çünkü kültür, uygarlık veya hümanite krizlerinden söz edildiğinde kriz kavramının somut ve ölçülebilir göstergeleri yoktur. Genelleştirilmiş bir krizin varlığına işaret eden bilgiler, belirsiz ve kapalıdır. Bu durumlarda en çok şunu diyebiliriz: Bir şeyler eskisi gibi iyi değildir.
2. Eğer bir krizden söz ettiğimizde anomali denebilen somut ölçütlerimiz olmalıdır. Örneğin bir organizmada kan veya glikoz değerlerinin alt ve üst sınırları bellidir. Bu değerlerin altında veya üstünde verilerle karşılaştığımızda bir krizden ve krizin derecesinden söz edebiliriz. Oysa krizlerin derecesini belirlemek; anormal olanın normalden ne kadar uzak olduğunu söylemek zordur. Kriz fikrinin haklılığı, insani ve sosyal fenomenlere krizi tespit eden kişinin bakış açısından bakmanın doğru olduğu iddiasına dayanır.
Bugün anladığımız anlamda ilk kriz, politik ve sosyal çözülme fenomenine bağlı olarak Orta Çağ’ın sonunda ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Orta Çağ’ın kurulu düzeni dağılmıştır; İmparatorluk ve Papalık gücünü yitirmiştir; hiyerarşik şekilde kurulan “eski yapı” yok olmuştur.
Geleneksel toplumların krizi, sürekli gerilimler şeklinde yaşanır. Bu gerilimler olarak, modern toplumların gelişmesinin kaynağıdır. Kriz zamanları geleneksel toplumlarda olduğu gibi modern toplumlarda da kişinin ilişkili olduğu çevreleri sarsar. Çağdaş krizin etkisi sadece ortaya çıktığı alanla sınırlı kalmaz; başka alanları da etkiler; diğer deyişle onun etkisi bir domino etkisidir.
Organizasyonların fonksiyonlarıyla krizler arasında sıkı bir bağ vardır. Organizasyonlar fonksiyonlarını yerine getiremezlerse, krizle son bulan bir süreç başlar. Fonksiyonsuzluğun sürekli olması krizin de kümülatif ve sürekli olmasına yol açar.
Kriz genellikle şöyle tanımlanır: Yönetilmesi zor, sonuçları önemli ve sürekli bir durum. Julien Freund demektedir ki, “kriz çelişkilerin ve kopuşların nitelediği gerilimlerle ve uyuşmazlıklarla dolu kolektif bir durumdur. Gerilimler ve uyumsuzluklar, bireyleri yapılacak davranış konusunda çelişkiye düşürür, çünkü uygulanan kurallar ve yerleşik kurumlar fonksiyonlarını yitirmişlerdir. Bu nedenle yeni yollar aramalıdır. Akla gelen yeni yolların doğruluğunu ve etkililiğini belki açıkça söyleyemeyiz. Ama kesindir ki, krizden önceki evreler aşılmış gibidir. Yararlarımız yeni durumlardadır, o yüzden düşüncelerimiz yeni durumlarla uyumlu olmalıdır.
Kriz ister anomi olan ve dayanışmanın ortadan kalktığı sosyal kriz, isterse bireysel kriz olsun; krizlerin a priori anlamı yoktur. O nedenle günümüzde her yeni durum gibi kriz de a posteriori tanımlanmaya çalışılır. Bu davranış Greklerin mirasıdır. Greklerin etkisiyle Batılı insan her krizin yakın nedenlerini araştırır.
Önemle belirtelim ki, kriz, iki değerlidir; hem yıkıcı hem de yeniden türetici enerjiler içerir. Kriz doğal işleyiş biçimlerini alt-üst eder; krizler ilk bakışta görünmeyen bazı önemli gerilimleri gün yüzüne çıkarır. Aktörler krizin ilk ânında kabul edilecek durum ve girişilecek eylem konusunda belirsizlikle karşılaşırlar; kuşkuya düşerler. Kriz, anormal durumun yeni durumlar karşısında gerilemesine ya da gerilmesine yol açar. Bu, yatışma ya da çatışma biçimini alır.
Kriz araştırmalarında temel bir ikilem vardır: Kriz olay mıdır? Yoksa süreç midir? Krizologlar genellikle krizlerin semptomlarına vurgu yaparlar. Onlara göre krizlerin bireysel ve toplumsal belirtileri vardır. Bu belirtiler bazen objektiftir. Örneğin ekonomik istikrarın ortadan kalktığı, ekonomik krizleri alalım. Ekonomik krizlerde nicel ve objektif bazı göstergeler ortaya çıkar. Bu göstergeler, üretimin ve tüketimin azalması, işsizliğin ve iflasların artması gibi fenomenlerdir.
Krizin göstergeleri bazen de sübjektiftir. Krizin sübjektif göstergeleri, kargaşa, tehdit algısı, dengenin bozulması, üzüntü duygusunun ortaya çıkması ve çaresizliktir. Bu negatif fenomenlerin ortaya çıkma nedenleri şunlardır: Toplumsal, dinî, mesleki aidiyet duygularının canlılıklarını yitirmeleri, önemli kurumların ve grupların artık eskisi kadar etkin olmamaları; ailede, sokakta, ekonomik alanda ilişkilerin değişmesi. Bütün bu değişiklikler insanları rahatsız edecek şekilde derindir ve hızlıdır. Krizologlar genellikle sübjektif fenomenleri gösterge sayarlar. Bu nedenle krizologların yargıları indirgemecidir; izlenimleri ise kişiseldir. Örneğin ahlâk krizi, bilim krizi, sanat krizi gibi sosyal fenomenlere ilişkin krizlerden söz edenlerin kriz için gerçekçe gösterdikleri şeyler sübjektif olabilir. Bu fenomenlere ilişkin birtakım tespitlerin kriz olduğunu söylemek en azından herkes için pek de kolay hatta hiç doğru değildir, çünkü kriz belirtisi olan sosyal fenomenlerle doğal ve zorunlu bir sonuç olan fenomenleri ayırmak zordur. Her değişikliğin sonucu kriz şeklinde ortaya çıkmayabilir. Kimi değişimler doğal ve zorunlu sonuçlar olabilir. Bu durumu ise kriz sayamayız. Ama insan ve toplum bilimcilerinin çoğu, değişikliklere böyle bakmadı; onları “kriz” terimi altında topladı.
Oysa insani fenomenlere sadece kriz sonucu çıkaracak şekilde bakmamız gerektiğini empoze eden bir ölçüt yoktur. Birilerine göre herhangi bir konuda kriz diye yorumlanan fenomenler, başkalarına göre bir evrim veya gelişme gibi görülebilir. Bu nedenle bazı alanlarda kriz olgusu son derece tartışmalıdır.
“Kriz süreçtir” diyenler ise krizin geniş bir zaman içinde ortaya çıktığını söylerler. Jullien, krizi bir süreç gibi görenlerdendir. Ona göre krizin etkin nedenleri gerçekte, çok uzak bir geçmişte olabilir ve algılanamayan, sessiz bir geçiş, olay adını verdiğimiz değişmeye yol açabilir. Bu nedenle “kriz” kelimesi ya da kavramı ortaya çıkmadan önceki durumu yeniden oluşturmalıdır. Oysa şimdiye kadar sessiz bir değişiklikten doğan durum uzun bir süreç olarak ele alınmadı ve bu yüzden tarihte kriz adı verilen ardı ardına ortaya çıkan ani sıçramalar kabul edildi.
Jullien, Batılıların dikkat etmedikleri sessiz değişimi Çinlilerin çok iyi algılayabildiklerini söyler. O, demektedir ki:
Çinlilere göre dünya İnsan’a kendini kabul ettiren sessiz bir değişimin bir ana kalıbıdır. İnsan bu yeraltındaki (sessiz) süreçleri ortaya çıkarmak zorundadır.
Kriz, “ezeli şimdi”de çok sessiz ortaya çıkan çatlakların görünür hâle gelmesidir. Bu çatlaklar sonraki pek çok krizin ortaya çıkışına yol açar. Gözü kesinlik tarafından kör edilmiş Batılı insan bu çatlakların sessizce ortaya çıkışını fark edemez.
François Jullien 22 Temmuz 2009 tarihli Le Monde’da yayımlanan makalesinde insanlığın şu anda yaşadığı süreci nitelemek için Kriz kelimesinin kullanılmasına itiraz eder. O, bu sürece sessiz değişiklikler adını verir. Bu tezini aynı adı taşıyan kitabında temellendirir. Jullien demektedir ki, “gözlerimizin önünde olup biten ve bizi en çok etkileyen şey, açıktır, kesindir, fakat ortaya çıkmadan önce görülmez.” Yazar bu sessiz değişikliği ihtiyarlama örneğiyle şöyle açıklar:
Biz, yaşlandığımızı görmeyiz. Bunun nedeni sürekli yaşlanmayışımız değildir, fakat bizde her şeyin birlikte yaşlanmasıdır.
Kriz, toplumun bireysel isteklerle kolektif amaçlar arasındaki dengeyi kuramamasından kaynaklanır. Krizlerin nedenleri birincil veya ikincildir. Dünyanın gittikçe karmaşıklaşması, küreselleşmenin etkisiyle her şeyin her şeye bağlı hâle gelmesi, bilgilerimizdeki artış ve kişisel deneyimlere daha çok başvuru; bunlar, birincil nedenlerdir. Evrim ürünü veya ilineksel durumlar ise krizin ikincil nedenleridir. İkincil nedenlerden doğan kriz, bir durumdan başka bir duruma örneğin bir felaket hâlinden bir kriz hâline geçiştir. İster birincil, isterse ikincil olsunlar; nedenler krizlerin yaygın ve çok etkili olmalarına yol açar; potansiyel olarak yeni riskler ortaya çıkarır; toplu tehditlere yol açar.
Kriz bir dengenin bozulmasıdır. Dengeyi pek çok şey bozabilir; çocuğun doğumu, işten çıkma, aile üyelerinden birinin ölümü ya da hastalığı, savaş, politik kaos, ekonomik kriz, yabancı toplumların kültürel değerlerinin etkisi vs. gibi. Bu durumda sistemin iç tutarlılığı sarsılır. Sistemin üyeleri gerçek acılarla sonuçlanan kriz dönemine girer.
Kriz bu nedenle adlandırılamayana bir ad vermeye yarar ve iki tür belirsizlik içerir. Bu belirsizlikler, bilgimizdeki belirsizlik ve krizin ortaya çıktığı sosyal realitedeki belirsizliktir.
Bütün krizlerin ayırt edici özelliği stresle sonuçlanan bir kırılganlıktır; karşılaşılan güçlükleri her zamanki araçlarla aşmakta veya yönetmekte karşılaşılan zorluklardır. Denge bozulmuştur; önceki düzen ortadan kalkmıştır.
Kriz yeni durumların keşfidir ve eskiden kopmadır. Bu sıfatla dogmaları, yaygın tasavvurları, kazanımları ve mental haritaları aşmayı gerektirir.
Kriz kendini normal kabul edilen bir duruma karşıtlığıyla hissettirir. Örneğin insanlar binlerce yıl aynı şekilde matematik yaptılar. Ama XX. yüzyılın başında matematikte şiddetli tartışmalar oldu ve o zaman bir matematik krizinden söz edildi.
Kriz, derin düşünmeye izin veren bir kuşku ve belirsizlik anıdır. Bu derin düşünme, bir karara, bir eyleme, bir değişmeye ve bir değişikliğe götürür. Aslında sosyal, ekonomik, politik krizler gerçek krizdir, çünkü kişilerin, sosyal grupların, halkların maddi, psişik ve ilişkisel hayatlarını etkiler.
Bireysel kriz ise, atomlar gibi yaşayan süjelerin kendilerini iyi hissetmemeleridir. Bireysel krizler her zaman belli bir sosyal çerçevede ortaya çıkar. Kimi krizler varoluşsaldır. Her birey hayatını belli mekanizmalara göre düzenler. Varoluşsal krizle karşılaşan bireyin bu düzenleme mekanizmaları görünüşte nedensiz olarak zayıflar.”
Birey ne kadar çok özgürse ve kendini değerli hâle getiriyorsa, bunun bedelini güvensizlik ve yorgunluk olarak öder; sonuçta krizle karşı karşıya gelir.
Doğmak, büyümek birbiriyle karşılaşmak, birleşmek, ayrılmak, ölmek bireysel kriz zamanlarıdır. Bireysel krizin en belirgin özelliği, krizdeki insana başkalarının, kurumların ve kuruluşların zamanında ve yeterince yardım edememeleridir. Birdenbire ortaya çıkan ve bireyin hayat düzenini alt-üst eden kriz, çok ağır sonuçları olan ya da olacak olan durumlardır. Bu durumların en hafifi bireyin geleceğe ilişkin belirsizlik duygusunu yaşamasıdır; en ağırı da geleceğin tümüyle kaybolduğunu düşünmedir. Birey krizin yavaş yavaş hazırlandığını uzun süre fark edemez; onu birdenbire karşısında bulur; bu yüzden hazırlıksız yakalanır. Bu durum, süreci kriz yaptığı gibi, krizden kurtulmak için alınacak karar sürecini de kriz hâline getirir.
Bir kriz dönemi, bireyin çıkmaza düştüğünü hissettiği bir oluş anıdır. Bu anda bilinç sadece krize odaklanır. O zaman bilinç, sadece bir krizin bilincinden başka bir şey değildir. Kriz bilinci, krizden çıkma eylemini yönlendirir; eyleme geçmek artık, diğerlerine tercih edilecek bir durumu araştırmaktan ibaret olur.
Kriz deneyimi bireyin daha iyi olmasını sağlayabilir. Bir kriz bireye çıkmaza hapsolduğu bir durumda verilen bir saydamlık anıdır. Krizdeki birey için en öncelikli şey, şimdiyi değiştirmektir, artık düzeni yeniden kurmak değil, onu değiştirmektir.
Bireysel kriz ilk planda varlığın girdiği bir çıkmaz gibidir; birey bu çıkmazdan kurtulmak için deyim yerindeyse mistik bir sayıklamada kendini yeniden türetmek ister..
Birey krizin etkisiyle daha çok egoist olur; depresyona girer; amaçlarını gerçekleştiremez; saldırganlaşır. Bu yüzden kriz, bireyin başkalarıyla ilişkilerini bozar; dayanışma imkânı ortadan kaldırır; oynayacağı rolleri tümüyle belirsizleştirir. O, saldırı-savunma sarmalında, öç duygusunun etkisinde, toplumdan kopuşun yalnızlığında yaşar. Yeni insan toplum içinde güvensizlik duygusu taşır; kendini tehdit edilmiş hisseder, var olmak için gücünün üzerinde mücadele etmek zorunda olduğunu düşünür. Bu insanın uzun vadeli bir projesi yoktur. O yaratıcılığını yitirmiştir; toplumdan kaçma düşüncesi taşır; kolayca şiddete başvurabilir.
Anlam Krizi
Anlam krizi insanın kendine ve dünyaya ilişkin, daha doğrusu dünyadaki yerine ilişkin algısının bozulmasıdır. Bunun nedeni, kültürel, ideolojik hatta bilimsel büyük anlatılara dayanan açıklamaların terk edilmesidir. Anlam krizine Alain Bihr, “kültürel kriz” adını verir. Oysa bize göre buna kültürden doğan kriz demek daha doğrudur.
Anlam krizi kültürel olduğu için, diğer mikro krizlerden daha yaygın ve daha süreklidir. O nedenle bunun biraz ayrıntısına girmek istiyorum.
Günümüzde, teknolojik ve sosyal süreçler çok hızlı yaşanmaktadır. Bu hızlı değişim, anlamlara ve değerlere ilişkin sistemleri sarsmaktadır. Sosyal ve kültürel planda hayat için özsel olan değerler, biçimselleşir ve çelişkili hâle gelir. Biçimselleşen ve gündelik hayatla çelişen değerler, genellikle kişiye destek olmaz. Onlar prosedür olmaktan çok ritüeldir; anlamın yaşanmasını üstlenmez.
İnsan topluluklarında anlamın ve davranışların temeli olan kültür, sosyal gruplara ve sosyal sınıflara göre farklılaşır; kişiler ve aktörler tarafından nüanslaştırılır. Kültür bireylerin yönelimlerini farklı ve nüanslı hâliyle belirler ve onlara bu hâliyle destek olur. Kültür geçen zaman karşı, nesnelerin değersizliğine karşı bir garantidir. Aktör kültürde yaşama isteği bulur. Anlam ve değerler, bireylerin dünya ile ve diğer insanlarla ilişkilerinde yaşayabilecekleri mümkün olumsuzlukları yumuşatır. İnsana tutarlı ve bildik bir evrende, neler yapması gerektiğini bildiği bir evrende hareket etme rahatlığı verir.
Bugün sosyal ilişkilere büyük ölçüde kılavuzluk eden rasyonel ya da biçimsel ilkeler, antropolojik bir nitelikten yoksundur. Bu ilişkiler, kişisel bir problemle karşı karşıya gelen bireye genellikle yardım edemez. Örneğin birey hayatı yaşarken, geleceği planlarken, hastalıkla, kaza ile baş etmeye çalışırken, bir yas durumunda iken; yalnız, işsiz veya sakat haldeyken, bu ilkeler bireye yardım edemez. Bu olaylar, yalın gerçekliklerdir. İnsan sembolik biçimlerden kısmen ayrılarak bu olayları sürede yaşar; onlara ancak bireysel yaratıcılığıyla direnebilir; yeni ritüeller oluşturma kapasitesiyle karşı çıkabilir. Onlarla yeni değerler yaratma gücümüzle mücadele edebiliriz. Bu konuda insana sadece bir yardım ağı ve dostluk ortamı destek olabilir.
Oysa bilimsel ve teknolojik gelişmeler kültürel sistemin etkisini her gün azaltır ve kültürü yetersiz hâle getirir. Böylece kültürel referanslar dağılır ve parçalanır. Bu durumda kültürün yerine sosyalin geçmesi beklenir ve istenir. Ama genellikle gerçekleşmez. Kültürün yerine sosyalin geçememesi anlam krizinin sürekli olmasına yol açar. İnsanı kuşatan ve ona hayatın çeşitli aşamalarında eşlik eden anlam ve değer ilişkileri tümüyle biçimselleşmiş prosedürler karşısında kaybolmakla yüz yüze gelir.
Krizler aşılabilir ya da aşılamaz. Ortaya çıkan yeni durumlar, yani kriz süreçleri deyim yerindeyse gerçekten damıtıldığında ve sonra normale dönüldüğünde, kriz aşılmış demektir. Eğer krizler zinciri aşılmazsa süreç ya bir devrimle ya da krizi yaşayan entitenin dağılmasıyla, parçalanmasıyla ve felaketiyle sonuçlanır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder