ARKA PLAN
Yönelimlilik
konusunda söyleyeceklerimiz bundan ibarettir. Şimdi Searle’ün dil felsefesinin
diğer taşıyıcı kolonunu arka planı
açıklayalım.
Searle’ün bütün
eserlerinde iki temel problem vardır: Olguları betimlemek ve nedenleri
göstermek. O, olguların betimini kurallar yardımıyla yapar; nedenlerini arka plana dayanarak gösterir. Arka plan
kültürel tutumlarımızı ve dünya ile ilişkimizi de belirler; zihinsel kapasitelerimizin
ve yatkınlıklarımızın bir bütünüdür; bir dizi sayıltıdan oluşur;
her tasavvuru mümkün kılar;
ama kendisi tasavvur değildir; [1]
tam tersine her tasavvuru işlevselleştirir. Tasavvur ister
lengüistik olsun ister olmasın, arka plan temelinde fonksiyoneldir.
Arka plan bir hipotezdir;[2]
her hipotez gibi bu hipotez de kanıtlanamaz.
Searle bu açıkça şöyle ifade eder:
Ben sadece bu hipotezden ne
anladığımı söyleyebilirim.[3]
Arka plan hipotezi kanıtlanamasa da her tasavvur aktivitesinde
onun varlığını kabul etmek yeterlidir.
Onun somut betimini yapmak ve sonuçlarını empirik tarzda
göstermek zordur.
Bu fenomene her yerde
rastlandığı konusunda ısrar edebilirim.[4]
Searle arka planın hipotez oluşunu söylerken Wittgenstein’ın
yukarı tırmanan adam imgesinden esinlenir. Wittgenstein Felsefi
Soruşturmalar’da demektedir ki,
Bir resim görüyorum; bir
bastona dayanarak dik bir yolu çıkan yaşlı bir adamı temsil ediyor.-Nasıl? Eğer
o bu konumda yokuş aşağı kayıyor olsaydı tıpkı aynı görülemez miydi? Belki de
bir Merihli resmi böyle betimleyecektir. Bizim onu neden böyle
betimlemediğimizi açıklamaya gerek görmüyorum.[5]
Searle, Wittgenstein’ın bu sözünden hareketle şunu söyler:
Arka plan hipotezi bizi hiçbir zaman zora sokmaz. Diğer deyişle yaptığımız
hiçbir yorum arka plan hipotezine zarar vermez.[6]
Pek çok şey arka plan sayesinde anlaşılabilir ve yapılabilir.
Örneğin arka planla cümlelerin literal anlamlarını biliriz, dolaylı söz
edimlerini gerçekleştiririz, fiziksel yatkınlıklarımızı işlevselleştiririz.
Searle’e göre arka plan önceki bazı filozoflarda da vardır.
Ancak onlar arka planı farklı terimlerle ifade etmişlerdir. Arka
planı insan bilgisini açıklamada ilk kullanan filozof Hume’dur. Bu kavramı daha sonra XIX. yüzyılda Nietzsche kullanmıştır. Nietzsche’ye
göre arka plan vardır; ama onu determine eden bir şey yoktur, kültüreldir. Searle’e göre ikinci Wittgenstein’ın
çalışması büyük ölçüde arka plana yöneliktir.
Pierre Bourdieu’nün habitusu teorisi arka plan teorisidir.[7]
Searle arka plan
fenomenlerini 1970’li yılların başında bunlara bir ad vermeden araştırmaya
başlamıştır;[8]
bu kavramı ilk defa 1979’da yazdığı
“Literal Anlam” adlı yazısında kullanmıştır. Filozof burada arka plan konusunda
ayrıntılı bir açıklama yapmaz şunu söylemekle yetinir: Nasıl kelimeyi bağlamda
anlıyorsak, cümleyi de arka plan sayesinde anlarız. Bu konudaki açıklamalarını Searle
ilk defa 1980 yılında “Anlamın Arka Planı” başlıklı yazısında yapar;[9] 1983’te
yayınladığı Yönelimlilik adlı kitabında arka plan kavramına kesin
şeklini verir.
Genel olarak yönelimlilik özel olarak da
anlam, kapasitelerimizin ve yönelim öncesi durumlarımızı arka planına bağlıdır.
Arka plan yönelimli durumların etkin olmasına izin verir. Yönelimli
durumlar arka planda aktüelleşir.
Arka plan yönelimli olmayan
ya da yönelim öncesi kapasiteler bütünüdür; yönelimli durumların fonksiyonel
olmalarına izin verir.[10]
Searle arka planın yönelim öncesi özelliği üzerinde ısrar
eder. Ona göre arka planın minimal bir coğrafyası yönelim öncesi arka planı ya
da derin bağlamı anlamaya izin verir.
Anlamlar, anlayışlar,
yorumlar, inançlar, istekler ve deneyimler gibi fenomenler sadece bir arka plan
yetileri kümesinde gerçekleşir.[11]
Arka plan konusunda Searle’ün iki tür açıklaması vardır:
Pratik açıklamalar ve teorik söylemler. Bunlardan hangi türü öncelikli
olmalıdır? Felsefi metinlerde çoğunlukla önce teorik çerçeve çizilir, sonra
pratik sonuçlarına işaret edilir. Teorinin her zaman pratiğe önceliği vardır.
Okuyucuların altyapıları ve felsefi bilgileri
yeterli olduğunda bu pek de sorun
çıkarmaz. Ancak aksi durumda anlama problemi ortaya çıkar. Bu nedenle zorunlu olarak
pratiği teoriye öncelemelidir. Ben de arka plan konusunda aynı zorunluluğu
duyuyorum; bu nedenle açıklamalarıma önce arka planın ne işe yaradığını
söylemekle başlıyorum.
Arka planın yedi fonksiyonu vardır. Bunlar:
1. Lengüistik yoruma izin vermek: Arka plan sayesinde
literal anlamı ve metaforik anlamı ayırabiliriz ve anlayabiliriz. Bu ifadeleri
anlamak için sözcelerin seçilmesi, yönelimlilik, bağlam vs. gibi bir dizi
faktör işin içine girer. Bu faktörler toplamı arka plandır. Cümlenin literal
anlamı, onun doğru olması için gerekli koşulları içerir. Bu gerekli koşulları
sağlayan da arka plan kapasitelerimizdir. “Kesme” fiili pek çok cümlede
kullanılsa da arka plan yatkınlıklarımız sayesinde hangi durumda hangi anlamın
doğru olduğunu biliriz.
2. Algıları yorumlamaya izin vermek: Arka planın etkisiyle bazı
şeyleri şöyle değil de böyle görürüz. Wittgenstein’ın bazen tavşan bazen ördek
gibi görülen şeklini hatırlayalım. Biz bütün arka plan yatkınlıklarımızı kaba
algıya dönüştürüp yoğunlaştırırız. O nedenle bu resmi kimi zaman tavşan kimi
zaman da ördek görürüz. Searle’e göre bu durum bütün algılarımız için
geçerlidir. Şunu bir sandalye, şunu bir masa, şunu bir bardak olarak görürüm.
Gerçek bir şeyi algılamak, onu …olarak algılamaktır. Algılayan kişi, algıladığı
şeyi az veya çok bildiği şeyi şu veya bu kategoriye yerleştirir.
3. Bilinci yapılandırmak: Bilinç her zaman aşina olduğumuz bir
görünüşle ortaya çıkar. İlk defa gördüğüm yerler, giysiler ve kişiler çok tuhaf
olsalar bile, şunu birim: Onların önceden bildiğim ev, giysi ve insan vs.
kategorisine girer. Bilincimizin kaynağı aşinası olduğumuz, normal görünüşlerdir.
Bu, arka plan kapasitelerimizin özelliklerindendir.[12]
Bütün yönelimlilikler de böyledir. Bildiğimiz
kategorileri kullanarak algılarız.
Gördüğümüz bir objeyi ve anladığımız bir cümleyi yorumlamayız.
Yorum, özel entelektüel bir eylemdir. Yorumla bir ifadenin yerine bir başka
ifadeyi koyarız. Fakat bunu yapabilmek için cümleyi anlamak ve normal bilinçli
durumları deneyimlemek gerekir. Bu anlama ve deneyimleme de arka plan
kapasitelerine sahip olmakla mümkündür.[13]
4. Geçmişteki
deneyimlerimizi anlatmamıza ve canlandırmamıza izin verir. Deneyimlerimizin
anlatılabilir bir özelliği vardır. Onlar art arda ortaya çıkan dinamik
süreçleri içerir. Onların anlatım ya da canlandırma yoluyla aktüelleştirilmesi
ancak arka planla olur.
5. Kişilerin
motivasyonlarını yönetir. Kişilerin zevkleri, hazları, idealleri, inançları ne
kadar farklı olursa olsun, bunların tümünü arka plan yönetir.
6. Bazı şeylerin ortaya
çıkmasının şaşırtıcı olmadığını anlamayı sağlar: Büyük şehirlerde araç
gürültülerinin duyulması, bir sürü eve mağazaya rastlanması, sokaklarda
kalabalıkların görülmesi, hiç de beklenmedik bir şey değildir. Arka plan
sayesinde bunu anlarız. Arka plan kapasitelerim deneyimimin doğasını
yapılandıran beklentilerin bütününü belirler.
7. Kişiyi bazı davranışları yapmaya hazırlar: Örneğin,
ciddi bir sözü değil şakaları duyduğumda gülmeye; insanlarla konuşacağım zaman
kısık sesle değil; onların duyacağı sesle konuşmaya ve onlarla belli bir
mesafede durmaya hazırımdır. Bütün bunlar, arka planın tezahürleri dediğim
şeydir.[14]
Arka plan bir
bağlantıcılıktır *(connexionisme). Searle
bunu Construction de la réalité
sociale’de açıklar.
Arka planla ilgili her söylem
kognisyona ilişkin bağlantıcı modelle uyumludur.[15]
Bağlantıcılık hem düalizme hem de bedenle kognitivizm
arasındaki ayrılığa karşıttır.
Arka
plan belirsiz midir? Değildir; çünkü arka plan ifadelerindeki fiillerin çok
çeşitli yorumları yapılabilir. Örneğin
“kesmek” fiilini alalım “keki kesmek”, “çimleri kesmek”, “derisini kesmek”
cümlelerinde bu fiili farklı şekillerde yorumlarız. Bu kullanımlar arasındaki fark yok sayılamaz
ve “General Elektrik çim, kek, kumaş ve deri kesen bir alet icat etti.”
denemez. Arka plan yanlış yorumlanamaz; çünkü arka plana dayalı ifadeler
açıktır. Örneğin restoranda “Biftek ve
patates kızartması istiyorum.” diyen veren müşteri, bu siparişinin açıklığından
emindir. Kuşkusuz siparişle ilgili bir dizi olasılık vardır. Örneğin garson
yemeği müşterinin evine veya iş yerine götürebilir; paketlenmiş veya
dondurulmuş halde getirebilir; müşterinin cebine koyabilir vs. Fakat bunlar
mümkün ise de garson müşterinin ifadesi anlar ve gereğini yapar.[16]
Arka plan, zihinsel durumlar ağımızı holizmden daha iyi
açıklar. Arka planın etkisiyle düşünürüz ve davranırız; bunları yaparken bir
teoriye başvurmayız. Bu görüşüyle Searle İkinci Wittgenstein’a yaklaşır.
Onların her ikisine göre de anlamla ilgili sorunlar teoriyle açıklanamaz.[17]
Herhangi bir şeyi yapmaya yönelmeden önce, birtakım şeyleri
bilmeliyim; ancak bu sayede bir eylemi yapabilirim. Örneğin eyleme geçmeden
önce bilmeliyim ki, nesnelerin değişmez özellikleri vardır ve bu
eylemi gerçekleştirebilme gücüne sahibim. Bütün bunların bilgisine arka plan
sayesinde sahip olabilirim.
Felaket durumları arka
planı gözlemlemenin en iyi örneklerindendir. Searle bu konu şöyle açıklar: Arka
plana ilişkin seminerlerime katılan konuk misafir filozofu ikna edememiştim.
Fakat bana sonradan yazdığına göre hafif bir deprem, bu konudaki sözlerimin
anlaşılmasına ve kabul edilmesine yetmiş. Çünkü çevresindeki nesnelerin nasıl
bir ağ gibi olan jeolojik yapılara ayrılmaz derecede bağlı olduğunu anlamış.[18]
Ağ bağlantısı
Arka planımı oluşturan bütün ögeler;
örneğin yönelimlilik, inançlar, istekler, anılar, beklentiler bir ağ bağlantısı oluşturur. Bu ögeler ağ
bağlantısı sayesinde izole, kişisel; atomik ve kendi kendine yeten bir zihinsel
durum olmaktan çıkar ve pek çok şeyle ve durumla ilişkili olur. Bunların her
biri diğerleriyle bağlantısı içinde yani bir ağ bağlantısında anlam kazanır; yönelim,
söz edimine veya eyleme yol açar. Ağ bağlantısı arka planla birlikte birey ve
dünya arasındaki ilişkileri somutlaştırır ve nedensel bir rol oynar; bir “iç
çevre oluşturur.”
Arka plan ağın izole bir düğümü yani tekil bir deneyim ve inanç olarak değil,
bir ağ olarak etkindir. Bir şeyi yapmayı istemek tek başına yapmayı
gerçekleştirmeye yetmez. İstediğimi yapabilmem için diğer inançların ve
isteklerin ağ bağlantısına da sahip olmalıyım. Arka planı oluşturan bütün
ögelerin ve süreçlerin bilinmesi bir eylemin, bir isteğin, bir inancın nihai açıklaması değildir. Bunlar arka plan
ögelerinden daha fazla bir şeydir.
Ağ bağlantısı hipotezine göre tasavvurlar
arasındaki bağ mantıksal değildir. Tasavvurlarımızın bütünüdür ve
deneyimlerimizin nedensel kaynağıdır ve arka planla birlikte etker neden
oluşturur.
Ağ bağlantısı sayesinde inançlar birbirine bir bağlanır. Yönelimli
durumlar tek başlarına tatmin koşullarına sahip değildir. Onların tatmin
edilebilmeleri için bir inanç ağına ihtiyaç vardır. Bir inanca, bir isteğe
sahip olabilmem için bir ağ bağlantısına ihtiyacım vardır. Bir restoranda bir
şey yemek için bir dizi inanca sahip olmalıyım; orasının yemek yenen bir kurum
olduğuna, orada yemeğin ücretle yendiğine vs. inanmalıyım. Bu inançlarım başka
inançlarıma ihtiyaç duyar ve bütün inançlarım bir ağ oluşturur. Ağ
bağlantısının ögeleri olan inançlar, kendi kendilerini yorumlayamazlar ve
uygulayamazlar. Uygulama ve yorumlama, arka plan sayesinde olur.[19]
Bilincin ortaya çıkışında nöronlar ağının
ve nöronlar arası iletişimin rolü ne kadar önemliyse, arka planı oluşturan
ögelerin birbirine bağlığı da o kadar önemlidir.
Bilindiği gibi biyolojik
yapımız nöronların ağıyla donatılmıştır; bilişsel etkinliklerimiz ve
becerilerimiz nöron ateşlenmelerinin
ürünüdür. Tıpkı bunun gibi öğrenilmiş becerilerimiz ve sosyal inançlarımız da bir
arka plan ağı oluşturur. Bütün yönelimli eylemler bu arka plan ağına göre
gerçekleşir; her eylem ve her karar birbiriyle bağlantılı pek çok çok deneyimi
ve inancı işin içine katar.
Kısaca söylersek arka plan bir ilkedir. Daha doğrusu, ağ
bağlantısının tümünün bir arka plana ihtiyacı vardır. Çünkü ağ bağlantısının
ögeleri kendi kendilerini yorumlayamaz ve kendilerini uygulayamaz.[20]
Ağ bağlantısı tezi şunları içerir:
1. Yönelimli durumlar kendi başlarına işlemezler; karşılama koşullarını
tek başlarına belirlemezler.
2. Her yönelimli durum, diğer yönelimli durumları içeren bir ağ bağlantısına
ihtiyaç duyar. Karşılama koşulları ancak bu ağ bağlantısında sağlanır.
3. Hatta ağ bağlantısı da yeterli değildir; çünkü bu ağ bağlantısı
ancak bir arka plan yetileri kümesiyle bağlantılı olarak işler.
4. Bu yetiler yönelimli durumlar değildir; yönelimli bir durumun
içeriğinin parçası gibi da görülemez.
5. Aynı yönelimli içerik farklı arka planlarla bağlantılı olabilir;
bağlı olduğu bu arka planları asla belirlemez; ancak doğrulama koşullarını bu
arka planlara bağı olarak belirleyebilir.[21]
Arka plan ile ağ bağlantısı arasına bir
sınır çizilemez. Çünkü arka plan bir yetiler kümesidir; oysa ağ bağlantıları
yetilerle değil; yönelimli durumlarla ilgilidir.[22]
Arka plan ve ağ bağlantıları davranış
normlarının bütününü içerir; davranış normları ise toplumun normlarını oluşturur.
Arka plan ve ağ sonuçta bireyin toplumdaki eylemini normalleştirme gücüne sahiptir.
Bu güç bir yasayı kullanmaz; fakat biçimsel olmayan yaptırımların algılaması
veya kınaması sayesinde bireyleri ait oldukları toplumun ya da grubun diğer
üyeleriyle uyuşturur. “Arka plan gücü”
kavramını aydınlatmak için şunları kabul etmelidir:
1. Yönelimlilik “…e uy!” biçimindeki
sürekli bir yönetici lengüistik edim tarafından tatmin edilmelidir. Sosyal arka
plan yaptırımların bilgisini içerir, yaptırımlar bu bilgiyi destekler; yaptırımların
verdiği bilginin yönelimli ve örtük bir
içeriği vardır.
2. Ağ bağlantısı sayesinde kim, kimin üzerinde
gücünü uygularsa uygulasın, sosyal ilişkilerin nasıl kurulacağı kesinlikle
bellidir. Kısaca, yönelimli durumlar pek
çoktur ve karmaşık bir ağ oluşturur. Bu karmaşık ağ da bir arka planda kurulur;
arka plan ise yönelimli durumları mümkün kılan koşuldur.[23]
Biyo-güç olarak arka planın gücünün sonucu konformizmdir ve
bireylerin eylemlerinin normalleştirilmesidir. Arka plan sosyal hayatta kontrol
edilebilir süjeler ortaya çıkarır. Dış kontrolden bir aynı grubun normlarını
paylaşması koşuluyla kişinin
kendini kontrolüne geçişi sağlar.
Sosyal arka plan dışarıdan empoze edilse bile süjelerin davranış kapasitelerine
ilişkin uylaşımlarla içselleşir ve
doğallaşır. Sonuçta sosyal arka plan ağı kültürleşme süreçlerinden hareketle
kabul edilmiş bir güç biçimidir.
KAPASİTE
Searle arka plan konusunda iki ayrı tezi
savunur: Birinci tez şudur: Arka plan ister yönelimli isterse lengüistik
biçiminde olsun; sadece zihinsel kapasiteler bütününde var olabilir.[24]
Arka plan kapasitesi eylemin bilgisinin kaynağıdır. Bir şeyi nasıl
yapacağımızı bu arka plan kapasitesinden öğreniriz. Bir şeyi nasıl yapacağımızı
bilmek, nesnelere ve olgulara dair bilgimizden, diğer deyişle önermesel
bilgiden farklıdır. Burada Searle Ryle’ın çok önemli ayrımını benimser: Bir şeyin
nasıl yapıldığını bilmek, ne olduğunu bilmekten farklıdır
Searle bu tezi temellendirirken
Wittgenstein’ın Felsefi Soruşturmalar’ından esinlenmiştir. İkinci
tez birincinin tersidir: Bu ikinci teze göre arka plan sadece kurumsal
içerikler yani istekler, yönelimler inançlar vs. tarafından aktive edilirse
fonksiyoneldir. Herhangi bir yönelim olmadan arka plan fonksiyonel olamaz.
Arka plan
Zihinsel kapasitelerin,
şemaların, uygulamaların yatkınlıkların, alışkanlıkların, varsayımların
bütünüdür; tasavvurlarımızın uygulamalarını mümkün kılan koşulların tümüdür.[25]
O, insanların
yönelimli durumları olmayan kapasitelerinden, eğilimlerinden oluşur.
Bu tezini desteklemek için Searle, şu düşünceyi savunur: Yönelimli
durumlar, arka plan kapasiteleri sayesinde içeriklere sahiptir.
Şu anda sahip olduğum
yönelimli durumlara sahip olabilmem için bazı becerilere sahip olmalıyım; olup
biten şeylerin nasıl olup bittiklerini yani bir arka planı bilmeliyim.[26]
Searle’de merkezi sorun kuşkusuz dildir; ancak dili
incelemek için arka planı dikkate almalıdır. Arka plan söz edimleriyle dolaylı ve yönelimlilikle doğrudan ilişkilidir.
Şöyle ki, gördüğümüz gibi yönelimlilik söz edimlerini gerçekleştirmeyi ve
anlamayı mümkün kılar; yönelimlilik ise arka plana bağlı olarak gerçekleşen
olgulardır.
Searle bunu şöyle açıklar:
Bir kişinin Amerikan Başkanlık seçiminde aday olma niyetini taşıyabilmesi için
şuna inanması gerekir: Birleşik Devletler bir cumhuriyettir. Başkanlık seçimleri düzenli aralıklarla
yapılır; bu seçimlerde iki parti adaylarıyla yarışır. Aday seçmenlerin
kendisine oy vermelerini ister. Onun niyeti sadece diğer istekler ve inançlar
ağı içinde yer aldığından niyet olabilir. Fakat varsayalım ki bir yönelimli
durumu bağlı olduğu bütün durumlarla ilişkilendirerek açıklamak istiyoruz.
Böyle bir girişim başarısızlığa mahkumdur; çünkü sonunda birbirinden ayrılmayan
inançları ifade eden bir yığın tuhaf
önerme yığını elde ederiz. Bu
önermelerden bazıları kurucu inançlara bazıları da bilinçsiz inançlara dairdir.[27]
“Seçimler belli bir ülkede yapılır.” “Üzerinde yürüdüğümüz zemin genellikle
serttir.”; “İnsanlar ayıkken oy kullanırlar.” “Dokunduğumuz nesnelerin basıncı
ve direnci vardır.” Bu tür önermelere örnektir.
Arka plan bir eylemde
bulunan ya da yönelimli bir şey yapan kişinin pratik bilgilerinin rezervidir. Searle bunu şu somut örnekle açıklar:
Buzdolabından soğuk bir şey içmek, bir sürü biyolojik kapasiteyi ve kültürden
öğrenilen bilgileri gerektirir. Bir şey içme niyeti oluşturabilmem için, pek
çok şeyi yapabilme kapasitem olmalıdır ve pek çok şeyi nasıl yapabileceğimi bilmeliyim.
Kalkmak, yürümek, kapıları açmak ve kapatmak, içecek şişesini nasıl alacağımı
ve kapağını nasıl açacağımı, bardağa nasıl dolduracağımı bilmem gerekir.[28]
Varsayalım ki, buzdolabından
bir kola şişesi almak istiyorum ve bu isteğimi (yönelimli durum)
gerçekleştirmek için buzdolabımın kapısını
açmam gerektiğine inanıyorum (bir başka yönelimli durum) diğer deyişle buzdolabından bir şişe kola almak
istersem bu kuralın geçerli olduğuna inanıyorum. Arka plan sayesinde her
yönelimli durum bilinçli olur. Diğer deyişle bilinçli bir durum yönelimli
olabildiği ölçüde bilinçlidir; örneğin kişi sorulduğunda neye inandığını ve
neyi istediğini söyleyebilir.
Arka plan yönelimi
eylemin sadece gerçekleştirilmesini sağlamaz; açıklamasını da mümkün kılar.
Yönelimli açıklama sayesinde buzdolabı kapısının kolunu kavrama ve kapıyı
kendime doğru çekme eylemini açıklayabilirim. Kapıyı açmak istiyorum (yönelimli
bir durum) ve şu kuralı kabul ediyorum: Bir buzdolabının kapısını açmak istersem
onun tutamağını kavramalıyım ve kendime doğru çekmeliyim (açıkça bilinç dışı
bir kural: Bir buzdolabı kapsını açmaya hazırlandığında aklımda tutmaya
ihtiyacım olmayan kural).
Tutamağı kavramak
istiyorum; fakat bunu nasıl yapacağımı bildiren bir kural yoktur; kural
olmadığından bilinçli ya da bilinçsiz davrandığımdan söz edilemez. Açıklama
sadece şudur: Yalnız tutamağı kavramak istiyordum ve bu isteğim bir eyleme yol
açtı; bu eylemim bu tür objeyi yönelimli olmayan biçimde kavramak kapasiteme
uygundur.
Bana niçin böyle davrandığım sorulursa,
buzdolabının tutamağını kavramaya ilişkin bir kural olduğunu söyleyemem; ancak
şunu diyebilirim: “Ben tutamağı kavramak
istiyordum ve bunu yapabiliyordum.”
Karşıtını varsayarsanız sonsuzca geri gidime düşersiniz. Varsayalım ki,
kurala itaat ediyorum ve bu kural da şudur: Tutamağı parmaklarımla kavramak.
Bunu yapmak istediğimde kaslarımı germeliyim: Oysa kaslarımı germek kapasitesi
yönelimli olmayan bir kapasitedir. Öyle görünüyor ki, bir kuralı
bilinçsizce izlemek zorundayım. Bu
kuralın içeriği şudur: Şu ya da bu kası kasmak istediğimde belli bir eylemi
yapmalıyım yani şu ya da bu nöronları aktif hale getirmeliyim.
Arka plan lengüistik olan ve olmayan bir çıkarım stratejisi olarak
etkindir.[29] Bu
strateji hem lengüistik olan hem de lengüistik olmayan anlamı uygulamaya izin
verir.[30]
arka plan nasıl işler
Arka
planın sosyal kaynağı
Arka plan nasıl işler? Searle bunu
Amerika’daki başkanlık seçimi örneğiyle açıklar. O, demektedir ki, nasıl ki,
Amerikan Anayasası bir kişiye başkan adayı olma hakkını potansiyel olarak
veriyorsa, nasıl ki, adaylar seçim propagandaları boyunca çeşitli yerlere
gidiyorlarsa arka plan da bize tıpkı Amerikan Anayasası gibi yönelimlilikler
oluşturma imkânı verir. Kuşkusuz her
analoji gibi bu analoji de sınırlıdır. Çünkü Amerikan seçim yasaları veya
anayasa maddeleri tasavvurlar bütünüdür ve özellikle oluşturucu kurallar bütünüdür.
Bu durum dikkate alındığında Searle’ün arka planı Amerikan Anayasasına
benzetmesinin pek de açıklayıcı olmadığı düşünülebilir. Searle yine de şu söylemekten geri
kalmaz. Her şeye rağmen arka plan bir kurgu değildir.
Nasıl ki bir oyunun kuralları ya da Anayasa bize hareket imkânları sağlıyorsa,
arka plan da yapabileceğimiz şeyleri mümkün kılan koşulları verir. Arka plan
sadece neden olarak etkindir. Arka plan anlamak, inanmak, istemek, niyetler
oluşturmak vs. için yeter koşulları değil; gerekli koşulları da verir. Hiçbir
şey beni “Kapıyı açın!” sözcesinin semantik içeriğini doğru biçimde anlamaya
zorlamaz. Fakat arka plan olmadan bunu anlayamam. Her anlama arka planın bir
müdahalesini gerektirir.
Yönelimli durumlar sadece yönelimli fenomenler olmayan arka plan
kapasitelerinin bütününe bağlı olarak etkin olur. Aynı şekilde arka planı fonksiyonlar bütün gibi görmek de hatadır.[31]
Burada şöyle sorabiliriz: Arka plan taklitle karşılaştırıldığında
ne söylenebilir? Taklidin arka plandan daha etkili olduğunu düşünebilir miyiz?
Searle bu soruyu bir röportajında şöyle cevaplar: Kuşkusuz taklit sosyal fenomenlerin
yayılmasında önemli bir fenomendir. Örneğin üniversite bugün tüm dünyada ortak
bir eğitim kurumudur ve pek çok ülke, Batı ve özellikle Amerikan
üniversitelerinin modellerini isteyerek taklit etmektedir. Fakat bana göre
sosyal realitenin oluşturulmasında taklit ne kadar önemli olsa da merkezi bir
olgu değildir. Kurumları açıklamak yeni kurumların nasıl doğduklarını
söylemekten çok ontolojik bir temel bulmaktır.
Sosyal kurumların oluşumunda Dawkins’in genetik açıklamaları da taklit
kadar bile değer taşımaz; hiç yararsızdır. Onu arka planla hiçbir ortak
noktasının olmamasından dolayı aldatıcı buluyorum. Tanrı ve özgürlük gibi
kavramların anlaşılması ve kuşaktan kuşağa taşınması farklı arka planlar
sayesinde mümkün olmuştur ve özel uygulamaları olmuştur. Anlam kelimesi bunlara
farklı bir anlamda uygulanır. Her
taşınma ya da taklit kavramı, yönelimli içeriğin rolünü ve aynı şekilde arka
planın rolü belirginleştirmelidir.[32]
Searle bu tanımda güçlük çıkaran şu dört kavrama dikkat çeker:
“Kapasite”, “izin vermek”, “yönelimli durumlar” ve “fonksiyonel olmak.”. Şimdi
bunları kısaca açıklayalım:
1. Kapasite: Bu yatkınlık, istidat, eğilim ve genel olarak
nedensel yapılardır.[33]
Arka plandan söz ettiğimde nörofizyolojik nedenselliğin belli bir türünden söz ederim. Bu yapıların
nasıl işlediklerini bilmediğimiz için onları bir üst düzeyde betimlemek
zorundayız. Bu mahzurlu gibi görülemez. Örneğin “İngilizce konuşabiliyorum.”
dediğimde beynimin nedensel bir kapasitesinden söz ederim.[34]
2. İzin vermek, nedensel bir kavram gibi anlaşılmalıdır. İmkânın
mantıksal koşullarından söz etmiyoruz; fakat bazı yönelimli fenomenlerin ortaya
çıkışında nedensel olarak etkin nörofizyolojik yapılardan konuşuyoruz.
3. Yönelimli durumlar: Yönelimli durumlar dünyaya gönderirler.
Bilinçli veya bilinçsiz olabilirler. Onların istekler ve inançlar gibi pek çok
çeşidi vardır. Yönelimli durumlar dünyaya bağlı değildir. Hayvanlarda ve
konuşmayı henüz öğrenememiş çocuklarda yönelimli durumlar vardır.
4. Fonksiyonel olmak: Arka planın şu üç farklı zeminde görünür:
Düz anlam, metaforik anlam ve tekniğin kullanılması. Düz anlamı ve metaforik
anlamı arka plan sayesinde anlayabiliriz. Günlük hayatımızda araba kullanmaktan
buzdolabından bir şey almaya kadar pek çok teknik becerimiz arka plana göre
etkindir.
arka plan türleri
Searle üç tür arka plan kabul eder:
1. Derin arka plan: Tüm insanlardaki ortak ve biyolojik temeli olan kapasitelerden ibarettir. Örneğin yürümek, bir nesneyi tutmak, algılamak, fiziksel yatkınlıklarımız;
algı objelerine, bu objelerin sürekliliğine dünyanın varoluşuna ve bilinçten
bağımsız başka insanların var oluşuna karşı tutumlarımız derin arka plandır.
Derin arka plan yönelim öncesi durumdur.[35] Filozof bunu şöyle açıklar:
Bana yürümek için kurallar
öğretilmedi; aynı şekilde nesnelerin katı oldukları da öğretilmedi.
Başlangıçta, “Bir arka plan vardır.” şeklindeki sezginin kaynağı budur.[36]
Burada “derin” kavramı ilk bakışta çelişkili
gibi görünebilir. “Plan” kelimesi düz yüzey demektir ve derinlik özelliği içermez;
“Düzse derin değildir ve derinse düz değildir, denebilir. Ancak burada “derin” literal anlamda değil;
metaforik anlamdadır ve bunu en iyi anlatan da “bilinç altı.” kavramıdır. Burada derinlik perde arkasındaki suflör gibidir.
2. Lokal arka plan: Objelerden ve
nesnelerden bağımsız bir var oluşa sahiptir. Bunlar egzersizle kazanılmış becerilerdir.
Lokal arka plan üç türlüdür.
A) Kültürel pratikler: Lokantada
yemek, çeşitli toplantılar yapmak, bazı toplumlarda çay
içme seansları, çeşitli selamlama biçimleri, danslar gibi eylemlerdir. Bu
kültürel pratikler bedenin çeşitli durumlarıyla gerçekleştirilirler.
B) Yönelim öncesi durumlar: Otomobilleri,
buzdolapları, bilgisayar, para gibi teknik kullanma; şişenin kapağını
açma ve skiyle kayarak karlı yamaçtan aşağı inme gibi kapasitelerimizdir.
c) Egzersizle kazanılmayan ya da yönelimsel
olmayan zihinsel kapasiteler: Bunlar ne tasavvurlardır ne de yönelimlerdir;
niyetlerin, isteklerin, inançların, tercihlerin vs. yönelimli bir eyleme yol
açabilmelerini sağlar.
3. Holizmin bir türü olan yönelimlilik. Bu, fizik becerilerden
farklıdır. Searle bunu Yönelimlik’te açıklar. Buna göre bir kişi tek bir yönelimli
durumda olamaz; bir yönelimli durumda olmak, birden fazla yönelimli durumda
olmayı gerektirir.
Arka planın iki sorumluluğu vardır:
Nesnelerin nasıl olduklarını kavramaktan sorumlu özelliği ve herhangi bir şeyi
nasıl yapacağımızı bilmekten sorumlu özelliği.[37]
Searle’e göre kapasiteleri, eğitimini almadan
kazanabiliriz. Bu da onların yönelimli olmadıklarını gösterir. Bir kapasite
açık bir öğretim sonunda kazanıldığında tasavvur ürünü olamaz. Böyle bir
durumda kurallar yönelimli bilinç dışı içerikler biçiminde verilmez.
Öyle görünüyor ki, öğrenirken tekrar edilen deneyimler daha çok,
fizik kapasiteleri yaratır. Bu kapasitelerin yaratılması nöronların iletişiminde gerçekleşir.
Nöronların iletişiminde kuralları yararsızdır.[38]
Searle bir başka kitabında şuna dikkat çeker:
Arka plandan söz ettiğimizde
nörofizyolojik bir nedensellik kategorisinden söz ederiz.[39]
Örneğin bir şişenin kapağını açmayı öğrenebilirim. Öğrenmem bir
arka plan kapasitesi; tasavvur kapasitesi olur. Bu kapasitemi kullanmam için
kurallar etkili değildir. Ancak kazanılmış bütün kapasitelerde bunun böyle
olduğu açık değildir. Şişenin kapağının nasıl açılacağını gösterdiğimiz kişi
birkaç yıl sonra şişe kapağını açmasını istersek şöyle diyebilir: Bu kapak
nasıl açılır?
Bu durumda bilinçli olmasa da bu kuralı izlediğini ve kapasitenin
bir arka plan kapasitesi değil de yönelimli bir kapasite olduğunu ileri süremez
miyiz? Ya da bu koşul yani kişinin
kuralı izleyecek durumda olma kapasitesi yönelimli olduğundan yeterli bir koşul
değil de zorunlu koşul olduğunu kabul edebilir miyiz? Eğer durum böyleyse,
görünüşte izlediği kuralın davranışının açıklamasına girip girmediğine veya ne
zaman girdiğine karar veremeyiz. Diğer deyişle öğrenmeyle kazanılan
kapasitelerinin tezahürleri ve arka plan kapasitelerinin tezahürleri arasında
ayrım yapmak zor olur.
Searle Yönelimlilik’te
bir ölçüt koyar. Bu ölçüt tasavvur olan ve olmayan bir durum hakkında karar
vermemizi sağlar. Ölçütü verdiği kayakçı örneğine dayanarak açıklar.
Kayakçı başlangıçta yapması gerekenler konusunda belli talimatlar
alır. Bu talimatlardan her biri davranışı belirleyen yönelimli içeriğin parçası
sıfatıyla nedensel olarak etkin olan açık bir tasavvurdur.[40]
Kayakçı bir süre sonra kolayca kaymaya başlar,
Artık talimatları yani kuralları hatırlamasına
ihtiyacı yoktur. Piste yalnız kaymak için gider.[41]
Burada iki hipotez
düşünebiliriz.
1. Talimatlar
içselleştirilmiştir ve bundan böyle her zaman bilinçsiz; fakat tasavvurlar
olarak etkindir.[42]
2. Tekrar edilen
uygulama, kuralların arka plana geçmesini sağlar. Kayakçının uzluğu şimdi bir
arka plan uzluğu olmuştur; bundan böyle kurallar yararsızdır.
Searle’e göre birinci hipotez akla uygun değildir. İkinci hipotez
verileri bir açıklayıcı araç kabul eder.
Öyle görünüyor ki, ikinci hipotez basittir; çünkü hipotezin,
kayakçının hareketlerini açıklamak için bilinçsiz ve zihinsel pek çok tasavvuru
işin içine dahil etmesi gerekmez. Ayrıca kayakçının bilinçsiz kuralların
uygulanmasıyla bilinçsiz çok hızlı hesaplamalar serisi gerçekleştirdiğini de
varsaymak zorunda değildir.
Searle görünüşte eylemden önce düşünüp taşınmanın olduğu bir
durumu düşünür. Açıktır ki, normal durumlarda kayakçının düşünüp taşınmaya
ihtiyacı yoktur ve bir karar alması gerekmez.
Tersine bedeni öyle eğitilmiştir ki, kayakçı pistteki değişiklikleri
otomatik olarak inceler; sonuçta hiçbir kuralı izlemez.[43]
Fakat Searle’e şu itirazı yapabiliriz: Tasavvurların bilinçsiz ve
bilinçli kullanımları nörofizyolojik planda farklı süreçler oluşturur.
Bilinçsiz kullanım öbüründen çok daha hızlı olabilir. Diğer yandan onun kabul
ettiği ölçüt, tüm durumlarda açık bir ölçüt vermez; kayak pistindeki hareketler
kuralların bilinçsiz bir uygulamasından doğamaz. Kısaca söylersek yönelimli
olmayan bir kapasite fikri bir ölçüde akla uygundur; fakat bu uygunluğu özel durumlara uygulamak
zordur.
Yukarıda ikinci örneği açıklarken demiştik ki, arka plan yönelimli
durumlar olmadan fonksiyonel olamaz. Kayakçı örneği bunu aydınlatabilir. Searle
demektedir ki,
Eylemleri yapan kayakçının bedenidir; onun yönelimliliği yarışı
kazanmaya odaklanmıştır.[44]
Normalde usta kayakçının yönelimli eylemleri inişten önce ve iniş
sırasında yarışa odaklanmıştır ve yarışı kazanmayı ister. İkinci teze göre
sadece yönelimli durumlar arka plan birikimini aktive edebilir.
Fakat bütün bu biyolojik, sosyal ve
fiziksel ilişkiler arka planın üretimlerini sadece arka plan benim üzerimdeki
etkilerinden; özellikle zihnim-beynim üzerindeki etkilerden dolayı beni
ilgilendirir. Dünya ile, arka planımı sadece başkalarıyla karşılıklı
etkileşimimden dolayı ilgilenmeliyim. Bir fıçıdaki beyin olsam bile, diğer
deyişle dünya hakkındaki bütün algılarım ve eylemleri halüsinasyon olsa bile
hatta dış dünyaya ilişkin tüm yönelimli durumlarımın tatmin koşulları yerine
getirilmese bile yine de bendeki yönelimli içeriğe sahip olurum. Sonuç olarak
arka plan ne nesneler ne de nesnelerle bizim aramızdaki gizemli ilişkiler toplamından
oluşur. Arka plan gerçekte yatkınlıklar, durumlar, yönelim öncesi varsayımlar,
pratikler ve alışkanlıklar bütünüdür. Bütün bu kapasiteler yine de bedenlerde
ve beyinlerde gerçekleştirilmişlerdir.
Yönelimli durumların içeriklerini olması için benzer kapasiteler
var olmalıdır. Şu an sahip olduğum yönelim durumlarına sahip olabilmem için
yapmayı-bilmenin bazı biçimlerine sahip olmam gerekir. Olup bitenlerin nasıl
olduklarını ve nasıl yapıldıklarını bilmeliyim.
Arka planın nedenselliği
Toplumsal kurumların yapısı arka planın yapısını belirler. Peki bu
nasıl anlarız? Şu gerçeği kabul ederek: Arka plan kurumlarını kurucu
kurallarının özel biçimine bağlıdır. Bu bağlanmada bir inanç, bir istek yoktur.
Kuralların sembollerine bağlanma da değildir. Searle bunu bir beysbol
oyucusunun beysbol oynaması örneğinden hareketle açıklar. Beysbolcu başlangıçta oyunu oynayabilmesi
için gerekli kuralları, ilkeleri ve stratejileri öğrenir. Fakat ustalaştıktan
sonra davranışları daha çok akıcı, daha çok ritmik ve pozisyonun gereklerine
karşı daha çok duyarlı hale gelir. Bir oyuncu ne kadar usta olursa olsun,
kuralları daha iyi uygulamaz; daha doğrusu ustalık kuralların ustaca
uygulanması değildir.
Ustalık bir dizi uygun
karşılıklar verme ustalığı ya da yatkınlığı kazanmıştır. Şimdi açıklayacağım
temel düşünce şudur: Herhangi biri, niyetselliğin özel yapılarına duyarlı,
bilfiil bu niyetsellikle kurulmamış olan bir dizi yetiler geliştirip tekamül
ettirebilir.[45]
Arka planın nedenselliği sadece beysboldaki kadar basit değildir.
Daha karmaşık olgu durumlarında da bu nedenselliği fark edebiliriz. Örneğin
paranın kullanımı alalım. Parayla alışveriş yaparken aklımıza getirmediğimiz
pek çok arka plan ögesi vardır. Örneğin paranın bağımsızlık sembolü olması,
belli bir resmi kurum tarafından basılması, kağıdının belli özellikler
taşıması, resmi yetkililerin imzalarını taşıması sahtesiyle gerçeğini ayırmanın
ölçütleri vs. , Kişi alışveriş yaparken ticari eşyayı alırken cebindeki paranın bütün bu koşulları
taşıdığını bilir; ama bunları düşünmez.
Parada kurucu kurallar işbasındadır. Bu kurallar fiziksel
özelliklerinden dolayı değil; uylaşımsal olduklarından dolayı etkindir. Kişi
parayı kullanabilme becerisine sahiptir. Arka plan uylaşımları kişiye bu
beceriyi kazandırır.
Kişi toplumsal fenomenlere bağlı olarak kuralları uygulardan her
zaman bunun bilincinde olmayabilir. Bazı kuralları uygularken her zaman onları
her zaman aklında tutması gerekmez. Örneğin dili kullanırken dilin oluşturucu
ve düzenleyici kurallarına uyar. Ama bunu otomatik olarak yapar. Her konuşmada
ve yazmada gramer bilgilerini hatırlamak zorunda değildir.
Kişiler toplumsal kurallara uya uya bir dizi arka plan
alışkanlıkları, beceriler ve yatkınlıklar edinir.[46] Kişiler kuralları öğrenmeseler de görerek ve
uygulayarak arka plan birikimi haline getirebilirler. Searle bu konuda tıpkı
Wittgenstein gibi fiktif bir antropolojiden yararlanır. O demektedir ki
çocukların sadece beysbol oynayarak büyüdüğü bir kabile olduğunu düşünün. Bu
çocuklar kuralları hiçbir zaman kodlanmış kurallar olarak öğrenmesinler;
sadece doğru bir şey yaparlarsa
ödüllendirilsinler; ama yanlış bir şey yaptıklarında eleştirilsinler. Örneğin çocuğun üst üste dördüncü yapma
isteğine izin verilmesin. Üçüncü atıştan sonra yerini bir başka oyuncuya
bırakması söylensin. Bu durumda çocukların usta birer beysbolcu olduklarını
düşünebiliriz. Bir antropolog sadece bu çocukların
davranışlarını gözlemleyerek ve oyunda uydukları prosedürleri belirleyerek
beysbolun kurallarını ortaya
çıkarabilir. Varsayımımızı sadece besbolle sınırlamayalım; bu kabilenin bütün
kültürünü de işe karıştırarak varsayımımızı şöyle genişletelim: Bu antropolog
kabilenin kültürüne ait ne varsa, hiçbirini ihmal etmeden hepsini, gözlemlesin.
Antropolog şunları sormaz: Benim gözlemlerin gerçekten titiz ve doğru mudur?
Topluluğun kuralları izlemesi bilinçli midir ya da bilinçsiz midir? Onun için
yeterli olan şey, şu saptamadır: Kurallar ve davranışlar arasında tam bir
uygunluk vardır. Yine de bu kurallar kabile halkının davranışlarını açıklar. Çünkü beysbol
örneğinde olduğu gibi kültür diğer alanlarda da
insanlarda yatkınlık oluşturur.[47]
Bu yatkınlığın oluşturulmasında birincil rol, söz edimlerinindir. Örneğin bir
çocuk büyürken, şunu iyi fark edecektir: Söz verdiğinde, sözünü tutmalıdır;
tutmazsa eleştirilecektir. Çocuk söz verme oyununu gerektiği gibi oynayarak yani sözünü tutarak
bunu beceri haline dönüştürür.
Kuşkusuz arka plan bizde bilişsel nedensellik olarak etkindir.
Ancak arka planı oluşturan bilişsel ögelerin hepsi aynı statüde değildir. Kimi
öğeleri niyetlerin ifadesi olarak, kimilerini de kuralların ve kurumların
empozesi olarak öğreniriz.
Buna göre iddiam şu ki, toplumsal gerçeklikle başa çıkmanın
öğrenilmesinde biz her yerde niyetsel bir
yapıya duyarlı, özelde ise karmaşık kurumların kural yapılarına duyarlı olan,
bu kurumların kurallarının temsillerini her yerde zorunlu olarak içermeyen, bir
dizi bilişsel yetiler ediniriz. Özetlemek gerekirse, biz insani yapıların
oldukça karmaşık kural-yönetimli yapılar olgusunu kabul edebiliriz; ayrıca bu
kural-yönetimli yapıların bizim davranış yapımızda nedensel bir rol oynadığını
da kabul edebiliriz.
Gündelik davranışlarımızın uyacağı kurallar üzerinde uzun uzun
düşünülüp taşınmayız. Bunlara otomatik biçimde e yakın biçimde ve bilinçsizce
uyarız. Bunun önemli bir sonucu vardır. Davranışlarımızla kuralların yapısı tam
anlamıyla örtüşmez.
Arka plan kesin kurallar
sistemi değildir. Tersine kurallar, arka plan yetilerine göre uygulanır.
Kurallar kendi kendilerini yorumlayamazlar ve bu yüzden işlev için bir arka
plana ihtiyaç duyarlar.[48]
Görüldüğü gibi arka plan bilinçli kognitif
davranışımızı betimlemek yerine nedensel açıdan açıklamaya çalışır.
Eylemlerimizin nedenini varsayımlar ve kapasiteler toplamı gibi görür. Bu bütün
son derece heterojen ögelerden oluşur.
Arka planla ilgili problem şudur: Süjenin
zihinsel hayatının ekonomisinin kaynağı olan arka planın somut olarak neden
oluşur? Nasıl çalışır? Nasıl kazanılır ve nasıl taşınır? Bunları bilmiyoruz.
Arka plan ne
deneysel dünyaya ilişkin bilgilerimizin özetidir ne de olgulardır; olguları
yorumlayan sözcelerdir. Arka plan olguları aşar; olguların ötesine geçen
vizyonlar önerir. Onlar dünyanın deneysel olgularına varsayımsal ve genellikle
imgesel belirlenimler yükler. Eğer yüklenen bu belirlenimler imgesel ve
varsayımsal değil de gözlemlenen belirlenimler olsaydı hipotezler değil sadece
deneysel sözceler söz konusu olurdu. Lengüistik açıdan hipotezler sadece
olgulara referansta bulunan adlar ve fiiller içerebilir; fakat hipotezler
normalde birbiriyle ilintisi olmayan olgular arasında ilişki kurar. Kısaca
hipotezler sözcelerden ibarettir.
Failin
zihinsel durumları sözcelerin anlamında önemli bir rol oynar. Önermelerimizin
doğruluk koşulları farkına varmaksızın işin içine dahil ettiğimiz geniş bir
varsayımlar bütünü tarafından belirlenir. Searle’e göre restoranda bir
hamburger siparişi verirsem, siparişimin tatmin koşullarından ayrılmayan bir
dizi örtük beklentileri işin içine katarım. Örneğin hamburgerin makul bir
sürede bana servis yapılacağını varsayarım; yağmurun yağdığını söylersem,
yağmurun varlığından daha fazla şey varsayarım; toprağın yağmurla ıslanacağını
varsayarım. Eğer arka plan teorisi doğruysa ayrıca şunu da ima ederim: Yağmurun
düştüğü yüzey yeterince geniştir; su, damlalar halinde düşer; bütün bunlar
evimin dışında olup biter; gökten tek bir damla değil; pek çok damla;
birbirinin ardından değil; birlikte
düşer vs. Eğer bu beklentiler
karşılanmazsa sözcenin doğru olduğu söylenemez.
Arka plan
lehine kanıtın en önemli özelliği şudur: Bu, referansın özelliğini belirlediği
varsayılan bir teoridir. Bu teoride
sözcenin doğruluğu veya yanlışlığı arka planda var oldukları varsayılan önerme
olarak ifade edilmemiş durumlar tarafından belirlenir. Sözcenin tatminine
katkıda bulabilen şey önceden konuşanın zihninde bulunmalıdır. Bu düşünceyi
daha önce Frege ileri sürmüştü; aynı düşünce Husserl’de Tractatus’ta da vardır. Husserl’de yönelimli davranışların
içeriği onu tatmin eden şeyden öncedir. Anlamlandırma yönelimleri sezgiler
tarafından tamamlanır.[49]
Aynı şekilde Wittgenstein’da önermelerin gerçek üzerine yansıtılmış
göstergeleri doğru göstergeler olduklarında temsil ettikleri olgularla
izomorfik ilişki içindedir. [50] Kuşkusuz Wittgenstein Felsefi Soruşturmalar’da bu tezi reddedecektir.
Searle
kitaplarında arka plana ilişkin yanlış
anlamalara da değinir. Bu özellikle Zihnin Yeniden Keşfi adlı kitabında ele alır. Bu yanlış anlamaları
şöyle özetleyebiliriz:
1. Temel
karşıtlığı yanlılarının yanılgıları:
Searle’e göre temel karşıtları yönelimlilik, akıl ve anlam gibi kavramların
belli bir temele dayandırılmasını mahzurlu bulurlar. Bu kavramların onlara
göre bir arka plana dayandırılması doğru
değildir. Arka plan bir temel olduğundan onları endişelendirmektedir. Onlar
sanki anlam, niyetlilik
akılcılık vb. eğer uygulanmaları insanoğlu hakkında mümkün olarak var olan
biyolojik ve kültürel olgulara dayanırsa, bir şekilde tehdit altında kalır.[51]*
Searle bu şöyle cevaplar: Arka plan ne gündelike hayatımızı
ne de düşünce hayatımızı tehdit eder. Arka plana ilişkin düşüncelerimden
niyeti, anlamı ve aklı belirsizleştirdiğim, iletişimi imkansız saydığım sonucu
çıkmaz. Ben sadece onların nasıl ve hangi zeminde tutarlı ve etkin biçimde
ortaya çıktıklarını gösterdim.[52]
2. Arka planın imkansızlığını düşünenler: Çünkü onlara göre
arka plan belirsizdir. Bu nedenle bir teorinin, doğrulanabilir ve sağlam temeli olamaz. Arka plana dayanmayan, sağlam
ve güvenilir bir temeli olan teoriler vardır. O nedenle bir arka plan yoktur.
Searle’ün buna cevabı ise şöyledir: Arka plan teori üretmeye
engel olmak şöyle dursun; en iyi teori ortaya koymanın zeminidir.[53]
3. Arka planın görecelilik veya idealizm olduğu düşünenler:
Bunlara göre arka plan gerçekliğin kendisi değil; temsilidir. Oysa bu Searle’e
göre doğru değildir. Searle kendini dışsal realist diye niteler; dünyanın ve
fizik realitenin insandan bağımsız olarak var olduğunu ve bunun da
temellendirilmeye ihtiyaç duyurmayacak açık olduğunu söyler. Dış dünya bizim
onu betimleme biçimimizden ve bu betimler için sahip olduğumuz arka plan
yetilerinden bağımsızdır. Kısaca söylersek benim bir arka plan ağı içinde
hareket etmem dünyanın realitesine başvursa da bu realite üzerinde hiçbir
bozucu etkim olamaz.
4. Hermenötikçilerin yanılgısı: Bu yanılgı şudur: Bir metni
anlamak onu yorumlamakla mümkündür. Yorumlamasız anlama yoktur. Her anlamak
anlaşılan şeyi sadece belli bir yönüyle anlamaktır. Her zaman alternatif anlama
yani yorumlama vardır. Oysa arka plan yorumu ve alternatif anlamayı ortadan
kaldırır; iyi belirlenmiş bir arka plan her zaman doğru anlamayı mümkün kılar.
Arka plan bunu hem metni hem de duyu algısını gerektiğinde düzelterek
yapar. Örneğin bir ağacın belli bir
açıdan algısına sahip olduğumda arka plan bilgisi sayesinde bu algıyı
tamamlarım veya düzeltirim.[54]
anlama
ARKA PLAN VE ANLAMA
Arka plan hipotezinin buraya kadar genel
bir betimini yaptık. Onun, dil felsefesindeki rolü üzerinde yeterince durmadık.
Şimdi arka plan hipotezinin anlamadaki rolünü ele alalım.
Searle’e göre her tür anlama arka plan
sayesinde mümkündür. “Kedi paspasın üzerindedir.” gibi en basit cümlelerin
literal anlamı dâhil, fiziğin en karmaşık cümlelerine kadar her anlama, yönelim
öncesi bir arka planı gerektirir. Örneğin, “Kedi paspasın üzerindedir.”
cümlesi, doğruluk koşullarının bütününü sadece, literal anlamın bir parçası
olmayan yönelim öncesi çağrışımlar temelinde belirler. Bunun kanıtı şudur:
Yönelim öncesi arka planı değiştirirsek, aynı literal anlama sahip aynı cümle farklı
doğruluk koşullarını farklı tatmin koşullarını belirleyecektir. Oysa literal
anlam değişmeyecektir. Buradan şu sonuç çıkar: Bir cümlenin literal
anlamı bağlamdan bağımsız değildir.
Bu göreceliliği en iyi biçimde gösterme
yolu, şu soruları cevaplamaktır: Aynı literal anlam farklı doğruluk koşullarını
nasıl belirler? Belli arka planlarla semantik açıdan doğru cümleler nasıl
anlaşılmaz olmaktadır? ve açık hiçbir
doğruluk koşulu içermemektedir? Cevaplar için aşağıdaki beş cümleyi düşünelim.
“Bu cümleler X, y’yi açtı.” biçiminde olsun.
Ahmet kapıyı açtı.
Nilgün gözlerini açtı.
İnşaat ustası duvarı açtı.
Ali kitabın 37. Sayfasını açtı.
Operatör yarayı açtı.
Searle bu cümleleri yorumlarken şöyle
demektedir: Bana öyle geliyor ki bu beş cümledeki “açmak” kelimesi” aynı
literal anlamdadır. “Açmak” kelimesiyle taşınan semantik içerik aynı olmasına
rağmen bu semantik içeriği anlama modu her defasında zorunlu olarak farklıdır.
“Açmak” fiiliyle belirtilen doğruluk koşulları, semantik içerik aynı olmasına
rağmen her durumda değişmektedir. Bir yarayı açmak, bir kitabı açmadan tümüyle
farklı bir eylemdir. “Açmak” her iki durumda aynı literal anlama sahip olsa da bu
cümleleri anlamak, farklı şekilde anlamayı gerektirir. “Açmak” kelimesiyle
ifade edilen olguları dikkate aldığımızda, açmayla sonuçlanan süreçleri
düşündüğümüzde, bu fiilin farklı çağrışımları olduğunu fark ederiz. Örneğin
“Kapıyı açmak” dediğimizde kimsenin aklına bisturi ile yapılan bir eylem
gelmez. “Kapıyı açın!”, anlaşılmak için, onu oluşturan ifadelerin semantik
içeriğinden daha fazla bir şeyi gerektirir. “X, Y’yi açtı.” şeklindeki bir
formülasyon bile bu yorumu vermez.
Anlamak, anlamı kavramaktan başka bir
şeydir. Çünkü anladığımız şey, anlamın ötesine gider. Cümleyi anlamasak bile
cümlenin anlamlı bütün bileşenlerini anlayabiliriz. Şu üç cümleyi düşünelim:
Hasan dağ açtı.
Osman otu açtı.
Hüseyin güneş açtı.
Bu cümleler gramatikal bakımdan hiçbir
anomali içermez. Bu cümlelerin her bir kelimesini kolayca anlasak da
nasıl yorumlanacaklarını bilmiyoruz. Çünkü bunların dayandıkları bir arka plan
yoktur. Oysa yukarıdaki “açmak” fiilinin yer aldığı cümlelerin arka planı
vardır; yani “açmak”la sonuçlanan bir dizi süreci anlamı mümkün kılan bir arka
plan vardır.
Arka plan sadece açık anlamı belirtmekle kalmaz; kapalı anlamları
da açık hale getirmeyi sağlar. Örneğin pragmatikte çok tartışılan cümle
tiplerinden biri olan şu cümleyi alalım: “Hanım eşine anahtarını verdi ve eşi
kapıyı açtı.” Bu cümlede kapıyı açmayla ilgili belirsizlik şöyledir: Koca
kapıyı açarken eşinin verdiği anahtarı kullanmış mıdır kullanmamış mıdır?
Arka plan sayesinde bu cümlenin düz anlamında problem olmadığını
ve cümlenin anlamının şu olduğunu anlarız: “Koca, eşinden aldığı anahtarla
kapıyı açtı.” Arka plan bizi bir sürü gülünç yorumlar yapmaktan korur.[55]
Gülünç yorumları yasaklayan şey cümlenin semantik içeriği değildir; fakat
dünyanın nasıl işlediğine ve insanların hangi durumlarda nasıl davrandıklarına
ilişkin bilgilerimizdir; dünyada olup bitenlere uygun davranma
yatkınlığımızdır. Bu yatkınlıklar cümlenin düz anlamına girmez.[56]
Arka plan metaforik sözceleri üretmeye ve
bunları anlamaya izin veren kuralları ve ilkeleri de belirler. Bu kurallar ve
ilkeler algoritmik hiçbir şeye sahip değildir. Öyle ki, kuralların uygulanması
bir metaforun iyi bir yorumunu verir. Arka planın ürettiği kurallar şunu düşünmeye
izin verir: Konuşan metaforik olarak X, Y’dir dediğinde, T’nin bazı
özelliklerini dikkate alırsak, X; Y gibidir demek ister. Fakat bu kurallar
mekanik olarak işlemez.[57]
Bir
sözcenin metaforik bir niyetle söylendiğini keşfetmeye izin veren lengüistik
hiçbir şey yoktur. Metaforların kişisel özellikler ve ilişki betimi olarak
kullanıldıkları şu cümleleri düşünelim. “Tatlı (Y) kişi
(X) ”, “katı(Y) mizaç(X)”, “Sert (Y) doğa (X) ”; söz aynı şekilde “Soğuk (Y) karşılama (X) ”,
“Ateşli (Y) aşk (X) .” Görüldüğü gibi Y
terimleri ve X referansları arasında bir benzerlik yoktur; bu metaforlar bir
benzerlik algısına dayanmaz. Benzerlik algısına dayanmayan sayısız metafor
vardır.[58]
Bu metaforların anlaşılması sadece arka plana dayanarak anlaşılabilir.
Searle bu açıklamalardan sonra arka plana
ilişkin yapılan yorumlara değinir. Bu yorumlarda arka plan a) sosyal bir şey;
b) karşılıklı etkileşimin bir sonucu; c) biyolojik bir şey; d) masalar ve sandalyeler gibi dünyanın reel
objelerinden ibaret bir şey e) Kullanılabilir
gereçlerin referans olan bütünü gibi düşünülmektedir.
Searle bu konuda demektedir ki, bütün bu
nitelemelerde bir dereceye kadar haklılık payı vardır. Ama arka planın zihinsel
bir şey olduğu hiç de dikkate alınmamaktadır.[59]
Kuşkusuz biz biyolojik ve sosyal bir
varlığız. Başka biyolojik ve sosyal varlıklarla bir arada yaşıyoruz. Doğal ve
nesnelerle ve kendi yaptığımı eşyalarla kuşatılmışızdır. Arka plan gerçekte her
biyolojik-sosyal varlığın kendini çevreleyen dünya ile sürdürdüğü ilişkilerin
birikmesinden doğar. Biyolojik varlığım ve sosyal ilişkilerimin bütünü
olmasaydı, bir arka plana sahip olamazdım.[60]
Arka plan kavramı
Searle’ün anlam kavramı üzerine düşüncelerini açıklarken ortaya koyduğu
tezidir. Bu tezin amacı şu soruların cevabını bulmaktır: Bir cümlenin doğruluk koşullarını
belirleyen lengüistik anlamı mıdır yoksa düz anlamı mıdır?
Bu hipoteze göre bir sözceyi anlamak
dünyanın yapısına ve bu yapı karşısında belli bir tutum takınabilme
yatkınlığını da içerir. Bu bilgiler ve yatkınlıklar bir cümlenin literal
anlamının bir parçası değildir; lengüistik uygulamanın alttaki
belirleyicileridir.
Literal anlam
Arka plan
teorisi şu düşünceyle birliktedir: Dilin her sözcesine bağlı pek çok belirsiz
varsayım vardır. İfade edilebilirlik ilkesinden de vazgeçmelidir.[61]
Searle
yine de şunu ileri sürer: Bir sözcenin literal anlamını anlayabilmek için arka
planı dikkate almalıyız. Arka planı kuşkusuz tam olarak belirlemek imkansızdır.
Ancak bu, yine de literal anlamın arka
plana bağlılığını ortadan kaldırmaz.
Burada literal anlamla ilgili bazı itirazlar yapılabilir. Cümlelerin
literal anlamı belirli bir sözcelemenin tam ve
bütün anlamını tek başına belirleyemez. Konuşanlar genellikle cümleleri
sözceleyerek literal olarak ifade ettikleri şeyden daha çoğunu demek isterler;
sürekli olarak sözcenin literal anlamını
aşan ek olguları eklerler. Konuşanlar
her şeyden önce kelimelerinin demek istedikleri şeyi tam olarak
anlayamayabilir. Bu nedenle demek istedikleri şey ve gerçekte dedikleri şey
arasında bir aralık vardır. Konuşan kişi ironi yapmış; mecazi anlamda
söylemiş; kullandığı kelimelerin
anlamlarından sadece birini seçmiş; dolaylı söz ediminde bulunmuş; bir şeyi ima
etmiş; şiirsel bir ifade kullanmış vs.
olabilir. Dil, öncelikle söylenen şeyin literal anlamına nüfuz etmemizi sağlar.
Oysa gerçek sözceleme konuşanın demek
istediği şey tarafından belirlenir. Bu, ifade edilebilirlik ilkesini uygularsak
kurumsalcılıkla uyumludur. Ve bunun arka plan teziyle hiçbir ilişkisi yoktur.
Her özel sözceleme kuşkusuz faillerin açıkladığından daha fazlasını belirtir;
faillerden beklenti, sözcelerinin tatmin koşullarını belirler. Fakat sorun daha
çok şunu bilmektir: Sözceler, daha söylenmeden önce çeşitli zamanlarda fiilen
uygulanan şeylerin söylendiği andaki ifadeleri midir? Cevap evet ise o zaman şunu
da sormadan edemeyiz: Konuşanlar zihinsel durumlarını tatmin edecek bütün
durumları önceleyen inançların belirsiz bir bütününü içerek beklenti ufkuna
sahip midir? Sahip değildir. Eğer sadece
ifade etme alanlarının, açıklık alanından büyük ölçüde taştığı tezini kabul edersek, bu, hiç kimsenin
itiraz edemeyeceği kadar açıktır. Bunu
kabul etmek yine de bizi “anlam arka plana bağlı değildir.” düşüncesinden
vazgeçmeye zorlamaz. Bu en çok şunu içerir: Söylenen bir cümlenin tatmin
koşullarının beklenti ufkumu açıkça dile getiren kısmen belirlenmişlerdir.[62]
İfade edilebilirlik ilkesini savunmayı sürdürebiliriz. İmaların,
metaforların, ironilerin, varsayımların ilke olarak dilin uylaşımsal ve literal
kurallarına uygun cümleler yardımıyla açıklanabileceklerini de kabul
edebiliriz.
doğruluk koşulları
Arka plan literal anlamın doğruluk koşulları için bir
ölçüttür. Bu koşullar sadece hipotetik ya
da pratik bir arka plana göre belirlenir. Arka planı belirleyen, anlamın
doğruluk koşulları değildir; tam tersine arka plan sayıltıları cümlenin
doğruluk koşullarını belirler.
Arka plan bir cümlenin anlamının doğruluk koşullarını
belirler; bunu yaparken kapasitelere, istidatlara ve pratik bilgilere dayanır.
Kuşkusuz kapasiteler, istidatlar ve pratik bilgiler ise cümlenin semantik
içeriğinin parçası değildir. Ama bunlar cümlenin anlamını açıkça anlamamızı
sağlarlar. Örneğin iki grup cümleyi düşünelim Birinci gruptaki cümleler
“kesmek” fiilini; ikinci gruptaki cümleler ise “bitmek” fiilini içersin. Birinci grup cümlelerimiz şunlar olsun:
“Pastacı pastayı kesti.”; “Bahçıvan otu kesti”.”; “Terzi kumaşı kesti.” İkinci
grup cümlelerimiz ise “Burada çok ot biter.” “Çocuk tabağındaki yemeği
bitirdi.”; “Yol burada bitti.” cümleleri olsun.
“Kesmek” ve “bitmek” fiillerini yer aldıkları bu cümlelerden her birinin
normal düz sözcelenmesinde sabit bir anlam vardır hiçbir sözlüksel belirsizlik
ve metaforik kullanım yoktur. Fakat bu durumların her birinde aynı fiil,
doğruluk koşullarını ya da farklı tatmin koşullarını belirleyecektir; çünkü
“kesmek” ya da “bitmek” diye düşünülen şey, bağlama göre değişecektir. Örneğin
“Otu kesmek” cümlesini alırsanız bilirsiniz ki, bu cümle “pastayı kesmek”ten
farklı biçimde yorumlanmalıdır.[63]
Eğer bir kişi bana pastayı kesmekten söz ederse ve ben de pastayı biçme
makinesiyle kesersem ya da bana otu kesmem söylenirse ve ben de otu mutfak
bıçağıyla kesmeye çalışırsam, benden istenen şeyi yapmadığım çok açıktır. Yine
de bu yanlış yorumları yasaklayan bu cümlelerin düz anlamında hiçbir
belirsizlik yoktur. “Kesmek fiilinin düz anlamı sabit olmasına rağmen, her
durumda fiili farklı biçimde anlarız; çünkü “kesmek” fiilinin her farklı
kullanımında arka plan farklıdır.[64]
Tatmin koşulları
Arka plan sadece literal anlamın doğruluk koşullarını değil;
ayrıca örneğin inançların, isteklerin ve kuralların hem doğruluk koşullarını
hem tatmin koşullarını hem de gerçekleştirilme koşullarını belirler; bu
belirlemeyi de yönelimli olmayan kapasitelere bağlı olarak yapar.
Arka plan yönelimli içerik ve tatmin koşullarının
belirlenmesi arasında bir köprü gibi değildir; çünkü yönelimli içeriğin tatmin koşullarına ulaşma sorunu yoktur.
Her yönelimli durumun içeriği diğer pek çok yönelimli durumun
içeriğiyle bağlantılıdır ve tatmin koşulları da diğer yönelimli durumların
tatmin koşularından ayrı değildir.[65]
Arka planın sınırlanamazlığını dikkate aldığımızda kabul etmeliyiz
ki, ifadeleri anlamlı yapan tatmin koşullarının tümünü önceden belirlenemez;
çünkü bağlamlar düşünemeyeceğimiz kadar çok olabilir. Bu durumun sonucu şudur:
Söylenen, dile getirilen, ima edilen ve örtük biçimde ifade edilen anlamlar, mümkün anlamların tümü değildir;
söylenmeyen ifadeler ve önceden
belirleyemediğimiz pek çok literal anlam her zaman var. Fakat literal anlamların çokluğu iletişimi
imkansız yapmaz. İletişim söz edimleriyle kurulur. Söz edimleri ise tür olarak
sınırlıdır. Söz edimlerini gerçekleştirebilmek yani iletişimi
gerçekleştirebilmek için önce literal anlamı bilmeliyiz. Literal anlamı
bilmeden söz edimi gerçekleştirilemez. Bu demektir ki, teorik olarak çok olsa
da pratikte biz sadece sınırlı sayıda literal anlamı kullanarak söz edimi
gerçekleştiririz. Arka plana dayanarak
belirlediğimiz literal anlamın söz edimleri olması için uylaşımlardan
yararlanırız. Eğer uylaşım yoksa bir literal anlam söz edimi oluşturamaz.
Burada şu önemli noktayı da belirtelim. Bir literal anlam söz edimine yol
açtığında artık uylaşımsal bir nitelik kazandığında literal anlam ortadan
kalkmaz. Söz edimi literal anlamın otonomisine zarar vermez.
Arka planın anlamla ilgili en önemli sonuçlarından biri de
yorumlar konusundadır. Bir sözü yorumlayabilmek için önce literal anlamı
belirlenmelidir. Yorum yaparken uylaşımsal kurallardan yararlanmakla
yetinemeyiz. Çünkü yorumu düşünmeye izin veren koşullar sadece literal anlam
sayesinde bilinebilir. [66]
Seymour
Bu konuda
söyleyeceklerimizi Seymour’un değerlendirmesiyle bitirelim. Seymour arka plan hakkında L’institution
du langage adlı kitabında
arka planla ilgili şu
değerlendirmeyi yapar: Bu teoriyle ilgili problem şudur: Searle, arka plan
ağının etkili olmakla birlikte sınırlanamayacak kadar geniş olmasından
hareketle çok kötü sonuçlar çıkarmıştır.
Çok açıktır ki, sözceler tüm tatmin koşullarını önceden
karşılamaz. Bu durum karşısında farklı biçimlerde reaksiyon gösterilebilir.
Fakat diyebiliriz ki, arka planın açık ve kesin biçimde belirlenmesinin
imkansızlığı anlamda aşılamaz bir problemdir. Ne yaparsak yapalım dil, belirsiz
olarak kalmaya mahkumdur.[67]
Bu nedenle sözceleri yeni bağlamlara uygulama biçimi karara bağlıdır;
alınan kararlar sözcenin baştaki anlamını zenginleştirmeye yarayabilir; fakat
onu ortadan kaldırmaz. Sözce açıkça
söylendikten sonra karar alınmıştır.
Searle’e göre arka plan beklentisi sayesinde tüm mümkün ve imgelenebilir
durumları örtük biçimde önceden düşünebilirim. Bu, biraz da şunu söylemeye
benzer: Sözcenin gelecekteki tüm uygulamalarına olumlu ya da olumsuz bir cevap
vermemi sağlayan bir algoritmaya sahibim. Bu ne kadar inanılmaz görünürse
görünsün Searle’ün arka plan teorisinde kabul ettiği bir tezdir. [68]
Searle’e nasıl cevap verilebilir? Seymour’un cevabı şudur: Sözceye eşlik eden varsayımlar asla
söylenen cümlenin tüm uygulamalarını öncelemez. Bana restoransa küçük küçük
parçalara ayrılmış bir hamburger servisi yapıldığında hoşnutsuzluğumu
gösterirsem, bu, zorunlu olarak hamburgerimin tek parça olarak servis
edilmesini önceden örtük biçimde beklediğim anlamına gelmez. Eğer beklentimin
böyle olduğunu düşünme eğilimi taşırsam, bu bazen olup bittikten sonra bir
yeniden inşa nedeniyle olabilir. Böyle bir şeyi sözcemle önceden göremezdim.
Hamburgerlerimi tek bir parça halinde alma alışkanlığına sahip olduğum için bu
durum beni şaşırtsa bile bu bekleme ufku hamburger siparişi verdiğim sözcelerin
tümünün anlamını tek bir defada belirlemez.
Zihinsel durumlarımız birden bire
ortaya çıkan somut durumların bütününe önceden katılamaz. Karşıtını düşünmek,
faillerin zihinsel kapasiteleri konusunda yanılmak demektir. Zihinsel halimi
tatmin eden durumun zihinsel hallerimin içeriğinde doldurulacak bir boşluk
olarak önceden var olduğuna inanmak yanılsamadır.
Beklenti
ufku doğruluk koşullarının belirlenmesine katkıda bulunur demek doğru değildir.
Eğer böyle bir ufuk varsa, ironiyle, ek açıklamayla, örtük ifadeyle dolaylı söz edimleriyle
metaforlarla ve diğer belagat sanatlarıyla aynı şekilde literal anlama eklenir.
Beklenti ufku bir sözcenin doğruluk koşullarının belirlenmesinden bir rol
oynar; fakat cümlenin doğruluk koşullarının literal anlamı tarafından
belirlendiğini söylemez. Karın yağdığını söyleyen iki birey belli bir anlamda
aynı şeyi söylerler. Onların karşılıklı beklenti ufukları pek de önemli
değildir. Onların sözcelerinin doğruluk koşullar, tümüyle belirlenmese de
aynıdır. Onların karşılıklı beklenti ufukları kendi sözcelerinin anlamı
konusunda etkili olabilir; fakat bu, arka plan literal anlamı belirler
şeklindeki düşünceyle uyuşmaz. Bu, olsa olsa şunu kanıtlar: Bir sözcenin tatmin
koşulları kısmen sözcenin literal anlamı tarafından, kısmen de
beklentilerimizin içeriğini bildiren sözcelerin literal anlamı tarafından
belirlenir.
Bu
nedenle beklenti ufku sözcelerin doğruluk koşullarını belirlemeye katkıda
bulunsa bile, bu ufkun sözcelerin doğruluk koşullarının belirlenmesine ya da
literal anlamının belirlenmesine katkıda bulunduğu sonucunu çıkaramayız.
Sözcelerin literal anlamı arka plana bağlı değildir. Tam tersine ifade
edilebilirlik ilkesi gereği, arka plan literal anlama bağlıdır.[69]
Şu çok
açıktır : Beklentilerimiz tüm problematik uygulamalarını öncelemez.
Problematik uygulamalar ortaya çıktıklarında sözcenin anlamını zenginleştirecek
belirginleştirecek kararlar alabiliriz. Fakat bundan, kararların daha önceden
alındıkları sonucunu çıkaramayız. Kararların önceden alındıklarını iddia etmek,
anlamın belirlenmiş özelliğini ifade eden yanlış bir tezin etkisinde olmaktır.
Diyebiliriz ki, Arka plan teorisi, Searle itiraf etmese de gerektiğinde
Putnam’ın anlamın belirlenmesinde uzmanlardan yararlanma ilkesini ve Wittgenstein’ın dilin sosyal bir durum
olduğu düşüncesini kabul eder. Searle sözcelerimizi tatmin eden şeyin ne
olduğuna dair kararlarımızı, arka plan teorisiyle açıklarken, bu teoriyi bir
büyücü gibi sunmaktadır.[70]
Sonuç
olarak sözceler belirsiz olduklarında onların tatmin koşulları önceden
görülemez nesne durumlarıyla uyumludur. Standart olmayan bir yorum
önerildiğinde bu yorum açıkça dışlanmak içim müdahale edilir ve beklenti
ufkumuz oluşturucu biçimde düzenlenir.
Eylem bir kapasitenin
ya tümüyle yönelimli olan ya da kısmen yönelimli kısmen yönelimli olmayan
uygulanmasıdır. Eğer eylem yönelimli olmayan kapasitenin uygulaması ise bunun
açıklaması yönelimli değil; fizikseldir. Örneğin K kişisinin Y yürüme eylemini
düşünelim. Bu kişi yürürken fiziksel
kapasitesini kullanır. Yürürken nöronları aktive olur; kasları kasılır
vs. Ancak fizyolojik açıklamalar
sonsuzca geri gitmeyi dışlar; aksi halde
Açıklama olmaz. Böyle bir kapasitenin uygulamasından ibaret değilse, o
zaman şöyle bir kural vardır:” Şu ya da bu nöronlarımı aktive etmek istersem,
bir Y eylemini gerçekleştirmeliyim.” Kişi bu kuralı izler. Kişi Y eylemini gerçekleştirmek için de
başka nöronları harekete geçirmelidir. Bu, uzayıp gider. Bu geri gitmede eylem
sadece kısmen yönelimli olmayan bir açıklamayı kabul etmelidir.
[1]
Searle Intentionnalité, p. 174.
[2] Searle Intentionnalité, p. 176.
[3] Searle Intentionnalité, p. 176.
[4] Searle, La construction de la
réalité sociale, p. 171.
[5]
Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar, çev. Deniz Kanıt, s. 76.
[6]
Searle, Zihnin
Yeniden Keşfi, s. 219.
[7]
Searle, Zihnin Yeniden Keşfi, s. 220.
[8]
Searle, Zihnin Yeniden Keşfi, s. 217.
[9]
Bu konuda bkz. “The Background of Meaning”, in Speech Act
Theory and Pragmatics pp
221-232.
[10] Searle, La construction de la
réalité sociale, p. 169.
[11] Searle, Zihnin Yeniden Keşfi, s.
217.
[12] Searle, La construction de la
réalité sociale, p. 174.
[13] Searle, La construction de la
réalité sociale, p. 175.
[14] Searle, La construction de la
réalité sociale, p. 178.
* Öğrenmenin,
uyarıcı ve tepki arasında bağ kurularak gerçekleştiği yolundaki görüş.
[15]
Searle, John, La construction de la réalité sociale, p.184.
[16]
Searle, Zihnin Yenden Keşfi, s. 223.
[17]
Searle Intentionnalité, p. 176.
[18]
Searle, Zihnin Yenden Keşfi, s. 228.
[19] Searle, Zihnin Yeniden Keşfi s.
230
[20]
Searle, Zihnin Yeniden
Keşfi s. 219.
[21]
Loc. cit.
[22]
Searle, Redécouverte de
l’esprit, 182.
[23]
Searle, John, La construction de la réalité sociale, p.185.
[24] Searle, Redécouverte de l’esprit,
175/238
[25]
Searle Intentionnalité, p. 324.
[26]
Searle Intentionnalité, p. 176.
[27]
Ibid., p. 173.
[29]
Searle, Sens
et expression: études de théorie des actes de langage, Les Éditions de Minuit, Paris, 1982, p. 77.
[30]
Searle, Sens
et expression: études de théorie des actes de langage, Les Éditions de Minuit, Paris, 1982, p. 126.
[31] Searle, L’intentionnalité, p.
190.
[32]
Éric Monnet et Pierre Navarro, “Les
institutions sont-elles dans la tête ? Entretien avec John Searle”, Tracés,
Revue de Sciences humaines, 17, 2009, p. 252.
[33] Searle, La construction de la
réalité sociale, p. 170.
[34] Searle, La construction de la
réalité sociale, p. 171.
[35] Saerle, Intentionnalité, p. 175.
[36]
Searle, Redécouvert de l’esprit, p. 256.
[37] Searle, İntentionnalité, p. 175.
[38]
Searle, İntentionnalité, p. 183.
[39]
Searle, La construction de la
réalité sociale, p. 169-170.
[40]
Searle, İntentionnalité, p. 183.
[41]
Loc. cit.
[42]
Loc. cit.
[43]
Loc. cit.
[44]
Ibid., p. 184.
[45]
Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası,
s. 179.
[46]
Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası,
s. 182.
[47]
Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası,
s. 183.
[48]
Searle, Zihnin Yeniden keşfi, s. 237.
[49]
Husserl, Edmund, Recherches logiques, Paris, PUF, tome 2,
recherche I, chapitre 1, 42-45.
[50]
Wittgenstein demeltedir ki, “Realite önerme sayesinde evet veya hayır
tarafından belirlenmelidir. “La réalité doit être fixée par oui ou par non
grâce à la proposition. 4.023.
[51]
Searle, Zihnin Yeniden Keşfi, s. 235.
* Alıntı metindeki ifade problemi bize ait
değildir. ff
[52]
Searle, Zihnin Yeniden Keşfi, s. 236.
[53]
Loc. cit.
[54]
Searle, Zihnin Yeniden Keşfi, s. 237.
[55] Searle, La construction de la réalité
sociale, p. 172.
[56] Searle, La construction de la
réalité sociale, p. 172.
[57] Searle, L’intentionnalité, p.
181.
[58]
Searle, L’intentionnalité, p.
181.
[59] Searle, Intentionnalité, p. 186.
[60] Searle, Intentionnalité, p. 187.
[61]
Récanati, François, « The
Limits of Expressibility », dans B. Smith (dir.), John Searle,
Cambridge, Cambridge University Press, 2003.
[62]
Michel, Seymour, L’institution du langage, Presses
de l’Université de Montréal, 2005, p. 282.
[63] Searle, La construction de la
réalité sociale, p. 171.
[64] Searle, La construction de la réalité
sociale, p. 171.
[65]
Ibid., p. 172.
[66]
Loc. cit.
[67]
Michel, Seymour, L’institution du langage, Presses
de l’Université de Montréal, 2005, p. 280.
[68]
Michel, Seymour, L’institution du langage, Presses
de l’Université de Montréal, 2005, p. 281.
[69]
Michel, Seymour, L’institution du langage, Presses
de l’Université de Montréal, 2005, p. 284.
[70]
Michel, Seymour, L’institution du langage, Presses
de l’Université de Montréal, 2005, p. 285.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder