AUSTIN'E GÖRE DOĞRULUK
Şimdi Austin’in “Doğruluk” adlı
makalesinde ortaya koyduğu görüşleri ele alalım.
Bilindiği gibi felsefe antik
dönemden itibaren hep “doğruluk” araştırması diye anlaşıldı. Bu kavramın
mitolojik bir arka planı vardı. Grekçede doğruluk, âletheia* kelimesiyle ifade ediliyordu. Mitolojik
arka plan sonradan unutulsa da, bu kavram hep felsefenin ereğini ifade eden bir
kelime olarak kullanıldı. O yüzden Austin’in “doğruluk” adlı makalesinde
söyledikleri tüm felsefe tarihine onun kendi gözüyle yeni bir bakıştır. Bu
zorunlu belirlemelerden sonra şimdi konuyu açıklamaya geçelim.
Austin “Doğruluk” adlı makalesinin
başında Pilatus’un** şu alaycı ve cevabını beklemediği sorusuyla başlar:
“Hakikat nedir?” Sonra Pilatus’un, farkında olmasa da kendi dönemindeki
insanların ilerisinde olduğunu söyler; çünkü bizatihi “doğruluk” soyut bir
addır; bir gramerci devesidir.***
Filozof analizinin başında gramere
dayalı bir saptama yapmak ister ve şunu sorar: Doğruluk bir töz müdür yani
bilginin bir nedeni midir? ya da kırmızı renk gibi bir nitelik midir yani bir
şeyden ayrılmayan bir özellik midir?” veya “Bir ilişki midir?” Bu sorulara
François Bacon’ın Doğruluk Üzerine adlı denemesinden hareketle şu cevabı verir: Doğruluk
soyut bir addır. Austin’e göre doğruluk soyut ad olduğundan, filozoflar bu
sorunu çözememişlerdir. Bu soruyu cevaplamak onların gücünü aşar. “Doğruluk”u
analiz ederken soyut ad olarak değil; sıfat olarak yani “doğru” şeklindeki
kullanımları dikkate almalıdır.
Austin’in “doğruluk” anlayışı
Strawson’ın düşüncelerine karşıtlığı sayesinde anlaşılabilir. Austin bu
problemi Strawson’a eleştiri olarak ele almıştır. Austin’in tezlerini
anlayabilmek için önce Strawson’ın düşüncelerini ana hatlarıyla da olsa bilmek
gerekir. O nedenle önce Strawson’ın “doğruluk”u nasıl anladığını açıklayalım.
Strawson “doğruluk” konusunu
1949’da Analysis adlı dergide yayınladığı “Truth” (Doğruluk)* adlı
makalesinde ele almıştır. Filozof burada Austin’in performatif kavramından
esinlenir. Yukarıda söylediğimiz gibi Austin, ikinci döneminde
betimsel/performatif ayrımını terk etmişti ve kognitif denen sözlerin de
gerçekte performatif olduklarını söylemişti; bilginin de performatif özellikte
olduğunu kabul etmişti. Bu makalede Strawson, Austin’in etkisiyle doğruluğa
ilişkin performatif bir kavramı savunur. Doğruluğun performatif özelliğinden
söz eder; “doğruluk” kavramının performatif olduğunu ileri sürer. Strawson’a
göre “Doğrudur”, betimsel bir sözce değildir ve onu “bildiriyorum ki,” gibi
betimsel olmayan sözcelerle karşılaştırmak ve performatif diye nitelemek
gerekir. “Performatif doğruluk” kavramı açısından “doğruluk”a ilişkin yüklem,
gereksizdir. Örneğin “Uludağ Bursa’dadır.” “doğrudur” sözcesindeki “doğrudur”,
bildirimin anlamına yeni bir şey katmaz; bu nedenle gereksizdir. Görüldüğü gibi
Strawson “performatif” kavramını Austin’den farklı biçimde anlar.
Strawson “doğruluk” konusunda
gündelik dildeki ifadelerin felsefi analizini yapar. Bu analizle iki farklı
tezi, eşdeğerlik tezini ve Carnap’ın semantik kavramını uyuşturmaya çalışır.
Bilindiği gibi eşdeğerlik tezi şudur: “Doğrudur ki, P,”, P’dir demekle;
“Yanlıştır k, P.”, “P değildir.” demekle aynı şeydir. Eşdeğerlik teorisine göre
önermeden “doğru” yüklemini kaldırdığımızda, cümlenin anlamı, semantik değeri
değişmez. Diğer teze Carnap’ın semantik tezine gelince; bu konuda şunu
diyebiliriz. “Ağacın yeşil olduğu doğrudur.” gibi bir önermede “doğrudur.”
doğruluğu bir dile bağlar, diğer deyişle doğruluğu dille söyleyebileceğimizi
kabul eder.
Strawson gerçekte Ramsey’in eleyici
anlayışını bir başka şekilde savunmak istiyordu. Bu makalede Strawson
eleyiciliği iki şekilde yapıyordu:
1. “Doğrudur ki, P”de “Doğrudur ki,
…” bildirimin
anlamına yeni bir şey katmaz.
2. Bir bildirimin doğru olduğunu
söylemek bir başka bildirimde bulunmak değildir.
O nedenle en azından “doğruluk
yüklemi”ni semantik planda elemeliyiz.
Strawson’a göre bir cümlenin doğru
olduğunu söylemek, bildirimin anlamını değiştirmez. Bir bildirimin doğru
olduğunu söyleyerek bir bildirimden farklı bir şey yaparız. Bu nedenle P
bildirimiyle “Doğrudur ki, P” bildirimi arasındaki fark, “Doğrudur ki, P”
demekten ibaret değildir. “Doğrudur ki, P”, “P’dir” şeklindeki birinci basamak*
bir bildirime karşıt ve ona dayanan, ikinci basamak** bir bildirim gibi görülemez.
“Bu doğrudur.” betimsel bir sözce
değildir; onu “Onaylıyorum ki,” gibi betimsel olmayan, performatif ifadelerle
karşılaştırmak gerekir.
Böylece “Sözcem hiç de bir bildirim
değildir; lengüistik bir performanstır.”[1]
Strawson, şu fikri savunur: Bir C
cümlesinin doğru olduğunu söylemek, C cümlesiyle bildirilen şeyi onaylamak
değildir; çünkü doğruluk yüklemi yani “P, doğrudur.”’daki “doğrudur.” mantıksal
açıdan gereksizdir ve C cümlesiyle bildirilen önermeye hiçbir şey eklemez. Bu
nedenle bir cümlenin doğru olduğunu söylemek, gereksizdir ve elenebilir. Ancak
doğruluk yine de önermeden elenemez. Önerme her ne olursa olsun doğru
olmalıdır. “Bir cümle hakkında doğrudur.” demekle cümlenin doğru olması aynı
şey değildir. Cümlenin doğru olduğunu söylemekle birşeyi kabul ederiz;
belirtiriz vs. Bu nedenle Strawson “C, doğrudur.” cümlesinin performatif
olduğunu düşünür.
Strawson’ın “doğruluk” anlayışı ana
hatlarıyla böyledir. Peki, Austin bu kelimeden neyi anlamaktadır? Şimdi bunu
açıklayalım.
Austin 1950'de Strawson’un bu
makalesine tepki olarak kendi doğruluk anlayışını ortaya koydu ve doğruluğa
ilişkin performatif bir kavram olamayacağını savundu. Bu tartışma Austin’in
ölümünden sonra bile 1960'lı yıllarda sürdü. Austin’e göre “X, doğrudur.”
“doğrudur.” veya “X, doğrudur.” doğru değildir.” gibi ifadeler performatif
değildir. Bu nedenle “X, doğrudur.” veya “X, yanlıştır.” basit bir bildirimden
farklıdır. Onlar belli bir bağlamda ifade edilen bir bildirime ilişkin bir
değerlendirmedir.
Austin’e göre bizim cümleleri ifade
etmemize yarayan lengüistik araçların bir stoku vardır. “Doğru” ve “yanlış”,
lengüistik araçlar değildir. Sözceleri kullanarak genellikle bir kişinin
dediği şeyi kabul ederiz, söyleriz, belirtiriz, onaylarız.
Austin’de doğruluğu açıklamaya
başlarken önce onun analiz yöntemine değinmekte yarar vardır. Onun yöntemi
lengüistik fenomenolojidir yani gündelik dilin analizidir; imkânlarının
araştırılmasıdır; kullanımlarının dikkate alınmasıdır. Bu analiz sayesinde
başımızı döndüren sarhoşlukların derinliklerinde kaybolmayız.[2]
Peki, Austin “doğru”yu lengüistik fenomenolojiyle nasıl açıklamaktadır? Şimdi
bu konuyu ortaya koyalım.
Austin göre filozoflar doğru ve
yanlış kategorilerine; bilimsel hayatta ve gündelik hayatta dilin betimsel
fonksiyonuna ayrıcalık tanırlar. Bu tutum XX. yüzyılın başında özellikle
mantıkçı pozitivizmle birlikte çok güç kazanmıştır.
Kuşkusuz bir niteliği, karşıtı bir
başka nitelik sayesinde kavrayabiliriz. Bu, “doğru” için de geçerlidir. “Doğru”
olanı “yanlış” olanla karşıtlığına dayanarak açıklayabiliriz. Bu nedenle her
ikisini de problematik haline getirmeliyiz. O zaman şunu sormak gerekir: Neye
“doğru” neye “yanlış” diyoruz? Austin soruların cevabını araştırırken önce
“doğru” sıfatını ele alır. Bunu yaparken Wittgensteincı bir tutum takınır ve bu
sıfatın çok çeşitli cümlede ve farklı durumları betimlemek için kullanıldığına
dikkat çeker. Bu kullanımlara şu örnekleri verir:
İnançlar doğrudur.
Betimler ya da açıklamalar doğrudur.
Önermeler ya da bildirimler
doğrudur.
Kelimeler ya da cümleler doğrudur.
Kedinin paspasın üzerinde olduğu
doğrudur.
Bazen de şöyle deriz:
Tümüyle Doğrudur.
Bu doğrudur.
Bu oldukça doğrudur.
Bu ifadelerin çoğu doğal
kullanımlardır ve problemsizdir.
Felsefi açıdan şunu sorabiliriz: Bu
kullanımlardan hangileri temeldir? Austin’e göre bu soru indirgeyicidir ve
“doğru”nun yer aldığı pek çok ifadeyi anlamaya izin vermez; araştırmada
ilerlemeyi sağlamaz. O nedenle Austin tek ve prototip cümle yerine farklı başka
model cümleler olup olamayacağını sorar ve şöyle der: Bana göre araştırmamızı
başlangıçta yönetecek üç model cümle vardır. Bunlar,
“Kedi paspasın üzerindedir.” demek
doğrudur.
“Kedi paspasın üzerindedir”,
“doğrudur”.
“Kedi paspasın üzerindedir”
bildirimi “doğrudur.”[3]
Model cümleleri belirledikten sonra
Austin “doğru” sıfatının kullanımının meşru olduğu ifadeleri araştırır ve şöyle
sorar: İnanç sözcelerinin doğruluğundan diğer deyişle “doğru bir inanç”tan söz
edebilir miyiz? Onun cevabı şöyledir: “Bazılarına göre doğruluk, inancın bir
özelliğidir. Fakat bana göre bu, doğru değildir. “Doğru inanç” felsefi ya
da teolojik bildirimler dışındaki bildirimlere yaygınlaştırılamaz. Burada şöyle
sorabiliriz: Bir kişi hangi durumda doğru inanca sahiptir? Austin’in cevabı
şudur: O doğru bir şeye inandığında ya da bir şeyin doğru olduğuna inandığında.
Bazıları da demektedirler ki, bir inanç bir imgeyle aynı doğadadır. Eğer
onların dedikleri gibiyse, inanç “doğru” olamaz buna karşılık “aslına uygun”
olabilir.[4]
Bu tıpkı şunlara benzer: Gerçek bir portreden söz edebiliriz; ama bu “Bu portre
doğrudur.” diyemeyiz. İmgede yapılan bir betim doğru olabilir; ama bu betim
yine de bir imge değildir.
Bundan sonra Austin “doğru”nun
yaygın meşru kullanım alanını belirler. Ona göre gerçekte “doğru” ifadesinin
felsefe ve teoloji dışında çok geniş bir kullanım alanı vardır. Betimlerin,
açıklamaların, bildirimlerin, cevapların, önermelerin ve bunun gibi daha pek
çok şeyin “doğru” olduklarını söyleyebiliriz. “Doğruluk”, Hukukta ve geometride
de önemlidir. Bütün bunlar bize bir şey söyler: “Doğru” kavramını
genelleştirilemez. Genelleştirme doğrudan gözlemin değil; akıl yürütmenin sonucudur.
Austin demektedir ki,
Eğer kediye bakıp “Kedi paspasın
üzerindedir.” derseniz, bu bir bildirim olsa da bir önerme değildir. Gerçekte felsefede
önerme, bazen bir cümlenin ya da cümleler topluluğunun anlamını
belirtmek için özel biçimde kullanılır. Bu durumda önerme sadece “doğru” ya da
“yanlış” olur; çünkü asla şöyle demeyiz: “Bu cümlenin ya da kelimelerin anlamı
doğrudur.” ya da “yanlıştır.” Bir yargıcın ya da jürinin dediği şeyi söyleriz:
“Kelimeler bu anlamda alındığında ya da şu ya da bu anlamı yüklediğimizde ya da
onları şöyle yorumladığımızda veya anladığımızda doğrudur.”[5]
Gündelik hayatta kelimelerin
nadiren, bazı koşullarla ve cümlelerin de genellikle doğru olduklarını
söyleriz. Gerçekte kelimelerin ve cümlelerin her zaman değil; sadece bazı
durumlarda doğru olduklarını söyleyebiliriz. Ancak kelimeler filologların,
sözlük yazarlarının, gramercilerin, dilcilerin, fonetikçilerin, metin
eleştirmenlerinin inceledikleri şekliyle doğru ya da yanlış değildir. Onlar
kötü oluşturulmuştur, kapalıdır, çevrilemez, imlası kötüdür, eskimiştir, değişikliğe uğramıştır vb. Cümleler ise
eksiltilidir, bileşiktir, gramere aykırıdır vs. Yine de şöyle diyebiliriz:
“Onun sonuç bölümündeki sözleri doğruydu.” ya da “Söylevinin beşinci
sayfasındaki üçüncü cümlesi yanlıştı.” Fakat kelimeler ve cümle burada belli
bir durumda kullanılan kelimelere ve cümlelere referansta bulunur; diğer
değişle bildirimlere başvurur.[6]
Bir bildirim gerçekleştiğinde bir
tarihsel olay oluşturur yani olmuş bitmiş bir şey vardır; konuşan veya yazan
bazı kelimeleri ya da cümleleri söylediklerinde ya da yazdıklarında belli bir durumdan
ya da olaydan söz eder.
Bir cümle kelimelerden ve bir
bildirim kelimelerle yapılmıştır.[7]
Bir cümle Fransızca ya da iyi
Fransızca değildir. Bir bildirim Fransızca ya da iyi Fransızca olamaz.
Bildirimlerde bulunuruz; kelimeleri ve cümleleri kullanırız. Fransızca cümleden
değil; benim bildirimimden söz ederiz. Farklı bildirimler için aynı cümleyi
kurarız. Ben “Bu bana ait.” dediğim gibi siz de “Bu bana ait.” diyebilirsiniz.
Aynı cümle aynı kişi tarafından iki farklı durumda ya da iki farklı kişi tarafından
aynı durumda kullanılabilir. Fakat bu sonucu durumda cümle aynı şeyden söz
etmelidir. “P cümlesi doğrudur.” demek, yerine “P bildirimi doğrudur.” deriz.[8]
Austin “Doğru olan şey, bir
bildirimdir.” derken her ne olursa olsun tek bir kelimeyle yetinmeye çalışmaz.
Zaman zaman öne sürümden de söz eder; ona göre bildirim, öne sürümden daha
geniş bir anlam taşır. Bu iki kelime arasında çok az bir benzerlik vardır. Yine
de konuşan kişi onların her ikisiyle de gerçekleşmiş bir duruma referansta
bulunabilir. Bunlar sonuçta cümleden farklı kelimelerdir.[9]
Felsefede moda ve temel bir
hata vardır: “P” cümlesi şu dilde, (örneğin Türkçede) doğrudur. Oysa burada
cümlenin “Türkçe” olduğunu söylemek bir bildirim değeri taşımaz. “Türkçede doğru”
veya “Türkçede yanlış” ifadesi uygun bir kullanım değildir. Bu tıpkı
“geometride doğru” ifadesi gibi sonuçları problemli bir kullanımdır.
Bildirimlerimizin doğruluğuyla
ilgili temel soru şudur: Bir bildirim ne zaman doğrudur? Eğer kendimizi “basit
ve doğrudan” bildirimlerle sınırlarsak, felsefede bu soru şöyle cevaplanır:
Olgu durumlarına uygun olduğunda.[10]
Bir cümlenin yaygın Fransızcayla yazıldığını söylediğimizde bu, olasılıkla
yanlış değildir. İtiraf etmeliyiz ki, gerçekte her şeyin yanlış olmasını
düşünemeyiz.
Problem şudur: Cümleler kelimeleri
ve sözel ifadeleri içerir; kelimeler ve sözel ifadeler hem betimleme hem de
kanıtlama aracıdır; hatta genellikle aynı anda her ikisine de yarar. Felsefede
betimseli kanıtlayıcı (tümeller teorisi) veya kanıtlayıcıyı betimsel (monadlar
teorisi) kabul ederiz. Bir cümleyi bir kelimeden veya bir ifadeden ayrırız.
Bunun anlamı şudur: Cümle minimum bir kanıtlayıcı, sözel bir ifade (aynı
zamanda Aristoteles’in referansı) içerir. Fakat kanıtlayıcı, gösterici
uylaşımlar (parmakla gösterme vs.) sözel değildir. Onlar cümle olmayan tek bir
kelimeyle bildirimde bulunmamızı sağlar. Bu nedenle göstergelerin dili (örneğin
trafik işaretleri) tümüyle farklı ögeleri hem betimsel hem de kanıtlayıcı
olarak kullanır.[11]
Yukarıda söylediğimiz gibi, Austin
iki uylaşım kabul eder:
1. Betimsel uylaşım: Bu, kelimeleri
ve cümleleri dünyada rastladığımız durumların, nesnelerin, olayların türleriyle
ilişkilendirir.
2. Kanıtlayıcı uylaşım: Bu,
kelimeleri ve cümleleri, dünyada rastladığımız olmuş-bitmiş durumlarla
ilişkilendirir.
Kanıtlayıcı uylaşımların belirttiği
nesne durumu, betimsel uylaşımların ifade ettikleri cümleyle aynı türdeyse,
bildirim doğrudur.[12]
Austin “aynı türde “ile şunu
söylemek ister: “Standart nesne durumlarına yeterince benzeyen”. “Aynı tür”ün
anlamı şöyledir: “X olgu durumu, Y olgu durumuna benzer.” Sonuç olarak bir
önermenin doğru olması için bir olgu durumunun aynı türde diğer olgulara
benzemesi gerekir. Ancak bu benzerlik doğal olmalıdır. “Bu kırmızıdır.” demek,
“Bu, şuna benziyor.” ya da “Bu, kırmızı denen şeylere benziyor.” demekle aynı
şey değildir. Nesnelerin birbirine benzediğini görebilirim; fakat onların aynı
olduklarını göremem. Nesnelerin aynı renk olduklarını söylediğimde, işin içine
uylaşım girer.[13]
Filozoflar olguya uygunluktan söz
etseler de bu uygunluğun ne olduğu üzerinde durmazlar. Austin demektedir ki,
bir önermenin olgu durumuna uygun olduğunu söylemekle yetinemeyiz. Bu kavramı
analiz de etmeliyiz. O bu kavramı “doğruluk” adlı makalesinin dipnotunda analiz
eder. Bir olgu durumunun formülasyonu şudur: X, Y ile aynı özelliktedir.
Doğruluk kelimelerin anlamına
yüklenemez. Austin’in doğruluğu anlamlı ve kesin önermelere yükleyen felsefeyi
eleştirir. Ona göre “Bu önerme doğrudur.” demek hiç de lengüistik ve gerçek
olgulara gerekli titizliği göstermek değildir.
Kelimeler ya da cümleler
anlamlıdır ya da anlamsızdır. Eğer onlar bir referansa sahipse ya da bildirimin
parçası ise anlamlıdır.[14]
Kuşkusuz kelimeyi, bazı şeyleri
söylemek için kullanırız. Doğru veya yanlış olan, kelimelerin anlaşılma biçimi
değil; fakat anlaşılmalarıdır. Peki, onların anlaşılma biçimleri neye bağlıdır?
Cevap şudur: Onların kullanılma biçimine. Doğruluk böylece bir sözce tarafından
belli bir kullanımda söylenen şeye ilişkindir.
Olmuş-bitmiş durumlardan,
olaylardan vs., genel olarak dünyadan söz etmek için “olgular” kelimesini
kullanma problemlere yol açar; çünkü olgu, “Olgu P’dir.” veya “Bu bir P
olgusudur.” ve “P olgusu” gibi ifadelerdeki kullanımlarıyla özdeştir. Bütün
bunlar şu anlama gelir: “P’dir, demek doğrudur.”[15]
“Olgu” kelimesinin çeşitli
kullanımları dikkate alındığında iki şeyi saptayabiliriz:
1. “Olgu”, doğru bir bildirimde
bulunmak için, sadece bir bildirimde bulunmaktan ibaret bir kelimedir. Örneğin
bir dedektif şöyle desin: “Olaylara bakalım!” Bu durumda o, halıda dört ayak
üzerinde yürümeye çalışmaz; bu sözüyle bir olaylar serisini açıklamaya başlar;
olayları yeniden kurar.
2. Her bildirime uyan sadece tek
bir olgu vardır. Tıpkı bütün kafaların her birine uyan tek bir şapka olduğu
gibi.[16]
Bunlardan (I) biçimselci
teorilerdeki ya da “tutarlılık” teorilerindeki yanlışlara; (II) ise uygunluk
teorilerindeki hatalara götürür.[17]
Austin bildirimi ve cümleyi
ayırmaya özen gösterir; analizlerini sadece bildirimlere dayandırır; bildirimlerle
farkını açıkça göstermediği ifadelerden uzak durur. Bildirimlerin üç ifade
biçimi vardır:
P ile sembolize edilen, “Kedi
paspasın üzerindedir.”
DP ile anlatılan “Kedinin paspasın
üzerinde olduğu doğrudur.”
BK sembolize edilen “Bildiriyorum
ki,”dir.
Austin cümlelerle farklarını
belirlemekte zorluluk çektiğimiz ifadelere şu örnekleri verir: “Sezar keldi.”;
“Katırlar kısırdır.” Bunlar görünüşte bildirimler gibiyse de bildirimlerden
ayrıdır; çünkü “Sezar keldi.” ifadesi tarihsel bir durumu belirtmektedir.
“Katırlar kısırdır.” cümlesi ise referanssızdır. Filozof bunları hangi
kategoriye koymak gerektiğini kendine sorar ve şu cevabı verir: Bunları
varoluşsal, genel ve koşullu türde bildirimler gibi görebilirim. Bu tür
bildirimler, doğruluk probleminden çok, anlam problemi ortaya çıkarır.
Bir bildirim doğru olduğunda kuşkusuz
bir nesne durumu vardır. Bu durum doğru bildirimden tümüyle ayrıdır ve onu
doğru yapar. Fakat şu da kesindir: Bu nesne durumunu sadece kelimelerle
betimleyebilirim. Kaygılı olduğumu söylemenin doğru olduğu durumu
betimleyemem. Yine de kaygılı olduğumu bildirmem ile kaygılı olmam arasında
derin bir uçurum vardır.[18]
Doğru betimler
ve doğru açıklamalar, örneğin doğru cevaplar gibidir; yalnız doğru bildirimler
toplamıdır ya da onların türüdür. Bu durum önermelerin gerçekten doğru
olduklarını söylediğimiz anda önermelere de uygulanır. “Doğru” yüklemi,
“geçerli” anlamında akıl yürütme için de uygundur.
“Olgu”yu doğru bir bildirim ve
nesne durumu arasında bir ayrım yapmadığımız durumlarda kullanırız. Bu gündelik
hayatta genellikle bir avantajdır; fakat özellikle doğruluk problemini
tartışırken felsefede pek de yararlı değildir. Şöyle bir soru soralım: “P”
olgusu, “Doğrudur ki, P”, bildirimi midir? Ya da doğruluğun ne hakkında
olduğunu söyleme midir? Bu soru saçma sorulara yol açabilir. Aynı şekilde şöyle
sorabiliriz: ‘Fil’ kelimesini mi ya da ya da ‘Hayvan’ı mı gösteriyoruz?
Kelimeyi mi ya da hayvanı mı yazıyoruz? Buna karşılık şunu sormak saçmadır:
Kelimeyi mi ya da hayvanı mı betimliyoruz? Çünkü bir fili betimlemek hem
kelimeyi hem de hayvanı içeren bir işlemin kesin ve tam betimini yapmaktır.
Böylece “Bu olgudur.” demek hem kelimeyi hem de dünyayı içeren bir durumdan
kesin ve tam bir biçimde söz etmektir.[19]
“Uyum” kavramı bazı problemler ortaya
çıkarır; çünkü ona bazen çok sınırlı bir anlamı bazen de çok çeşitli anlamlar
yükleriz bazen de bağlama uygun olmayan anlamlar veririz.[20]
Bir bildirim, belli terimlerle yapılır ve belli bir referansı vardır. Bu
durumda kelimeler (cümleler) ve durum, olay türü arasında bir korelasyon
vardır. Bu korelasyon “uyum”un özüdür. İfadeler ve durum arasında korelasyon
varsa o zaman bildirim kesinlikle ve tümüyle uylaşımsaldır.
Herhangi bir durumu ifade etmek için doğru olmak koşuluyla sembolü seçmekte
özgürüz.[21]
İlkel dilde bildirimin anlamı
“Özgürlük halkın tercihidir.” bildirimiyle aynı derecede doğrudur. İlkel bir
dilde, en gelişmiş bir dildekiyle aynı duruma ilişkin doğru bildirimler
yapılabilir. Doğru bir bildirimde bulunmak için kullanılan kelimeler durumun
özgünlüğünü yansıtmak zorunda değildir. Bir cümlenin cümle olmak ve bir
kelimenin kelime olmak için yazılı olmaları dışında ek bir prosedüre
ihtiyaçları yoktur. Bunun gibi, bir bildirimin realitenin çokluğunu, yapısını
ya da biçimini yansıtması gerekmez. Varsayalım ki, bildirim bunları yansıtsın;
o zaman dilin özelliklerini dünyada bulma hatasına düşeriz.[22]
Bir dilin gelişmişlik derecesi ve
realiteyi ayrıntılı biçimde ifade etmesi doğru orantılıdır. İlke bir dil
realitenin zenginliğini ve karmaşıklığını gelişmiş bir dil kadar mükemmel
aydınlatamaz. Dil ne kadar çok ilkel ise, betimde kullanılan kelime o kadar
azdır; hatta betim için sadece tek bir kelime kullanılır. Bu durum, o kelimenin
sözünü ettiği şeyin anlaşılmasını imkânsız yapar; alışılmadık ya da önceden
görülmedik durumları kavramaya izin vermez.[23]
Şunu da önemle belirtelim: Bir dil
çok gelişmiş olabilir; ancak bu, onunla yapılan her bildirimin doğru olacağı
anlamına gelmez. En gelişmiş bir dille ifade edilse de bir bildirim yanlış
olabilir. Bildirim aracının durumuyla aracın doğru kullanılması ayrı ayrı
şeylerdir. Dilin gelişmişliğinin bildirimdeki rolü, onun daha kolay ifade
edilmesini ve daha kolay anlaşılmasını sağlamaktır. Gelişmiş bir dil dünyadaki
özellikleri daha iyi yansıtmaya izin verir. Sonuç olarak gelişmiş bir dille
yanlış, ilkel bir dille doğru bildirim yapılabilir. Uylaşımsal kelimelerle
yapılma; bildirimin doğruluğu buna bağlıdır.[24]
Resimler, kopyalar, fotoğraflar
doğru değildir; çünkü onlar doğal ya da mekanik araçlarla elde edilen
röprodüksiyonlardır. Öte yandan röprodüksiyonlar tıpkı özet gibidir. Bir
röprodüksiyon tıpkı bir plağın ya da transkripsiyonun orijinaline benzediği
kadar orijinaline benzer olabilir ve bu benzerlik kesindir. Fakat bir
tartışmanın özetinin doğru olmasına benzer biçimde doğru olamaz. Tıpkı bunun
gibi herhangi bir şeyin doğal göstergesi çok otantik ya da pek de doğal
olmayabilir. Oysa herhangi bir şeyi belirten yapay gösterge kesin ya da yanlış
olabilir.[25]
Doğru bir ilişki ve uygun imge arasında
pek çok ara durum vardır. Bunu haritalar örneğiyle açıklayabiliriz. Kuşkusuz
haritalar imgelerdir; ama bu imgeler uylaşımsaldır. Bir harita bir bildirim
gibi açık, kesin veya hatalı olabilir. Peki, harita niçin “doğru” veya abartılı
olamaz? Harita yapmak için kullanılan sembollerin ve bildirimde bulunmak için
yararlanılan sembollerin farkı neden ibarettir? Bir kuşbakışı, bir harita
değilse neye benzer? Bir harita ne zaman bir diyagram olur? Bu soruları
cevaplamak önemlidir; çünkü doğruluk problemini aydınlatmada anahtar rolü
oynar.[26]
Austin bundan sonra doğruluk
konusunda bazı önemli yanlışlara işaret eder. Bu yanlışlar şu üç düşünceden
ibarettir:
1. Bir bildirim “doğrudur.” demek,
ek bir bildirimde bulunmak değildir.
2. “P, doğrudur.” şeklindeki bütün
ifadelerde “doğrudur” mantıksal açıdan fazladandır.
3. Bir önermenin doğru olduğunu
söylemek sadece onu bildirmektir ve onun yanlış olduğunu söylemek sadece onun
çelişkisini söylemektir.[27]
Austin’in bu sözcelerdeki
problemlerle ilgili görüşleri şöyledir:
Bir P bildirimi P’yi içermeyen
dünyaya ya da dünyanın bir bölümüne başvurur. Oysa “P, doğrudur.”, P
bildirimini içeren dünyaya veya dünyanın bir bölümüne başvurur. Diğer deyişle
“P, doğrudur.” P’dir”in başvurmadığı bir şeye başvurur.[28]
Bütün bu açıklamalardan sonra
Austin, şu sonucu ortaya koyar: Şöyle bir iddia vardır: “Bir bildirim
doğrudur.” demek, yeni bir bildirim değildir. Oysa bize göre “P, doğrudur.”
demek, “P olduğunu bildiriyorum.” demekten hiç de farklı değildir. Austin bunu
bir hırsızlık örneğiyle somut biçimde gösterir: Eğer M. Q. bir pankarta “M. W.
Hırsızdır.” diye yazarsa, mahkeme önce M. Q’nun bildiriminin iftira olup
olmadığına karar verir. Eğer mahkeme iddianın iftira olmadığına karar verirse,
sonra M. W’nin hırsız olup olmadığını araştırır. Mahkemede dava sırasında ve M.
Q’nun pankartı hiç dikkate alınmaz ve mahkeme uzun soluklu bir süreçtir. Her
iki yargıda aynı verilerin söz konusu olduğu söylenemez.[29]
Şunu demek daha doğrudur: Her ne
zaman P bildirimi doğru ise, “P bildirimi doğrudur.” da “doğrudur” ve aynı
şekilde her ne zaman P bildirimi yanlışsa, “P bildirimi, doğrudur.” da
yanlıştır.
Genellikle şöyle bir tez
vardır: İki bildirim her zaman birlikte doğru veya her zaman birlikte
yanlış ise, aynı şeyi belirtirler; bu nedenle “doğrudur.” ifadesi mantıksal
açıdan gereksizdir. Austin’e göre bu, tümüyle doğru değildir; çünkü tek başına
düşünülen bir bildirimde “doğrudur”un niçin gereksiz olduğunu açıklayamaz.[30]
Austin bu saptamasından sonra
felsefede doğru konusunda düşülen hatalardan birine dikkat çeker:
Biliyoruz ki, felsefede “gerçek”
ya da “var olmak” gibi olağanüstü, içerikleri belirsiz kelimeler vardır;
felsefedeki hataların nedeni, “kırmızı” veya “homurdanmak” gibi gündelik dilin
kelimeleri için geçerli olan şeyin “gerçek” ya da “var olmak” gibi olağanüstü
kelimeler için de geçerli olduğunu düşünmektir. “Doğru” da açıkça bu olağan
üstü kelimelerden biridir.[31]
Doğrudur ki, P” bildiriminin bir
“olgu”yu betimlediğini düşünürüz; böylece bildirim ve dünya arasında bir ilişki
kurarız.” Ancak bu ilişkinin bir “olgu” olduğunu söyleyemeyiz; çünkü bu ilişki
doğal, gözlemlediğimiz ve zorunlu bir ilişki değildir. “Bildiriyorum ki, P” ve
dünya arasındaki ilişki “Bildiriyorum ki, P, doğrudur şeklinde ifade edilebilir
ve tümüyle
uylaşımsaldır; düşünce tarafından kurulmuştur.[32]
“Bildirim ve dünya arasındaki ilişki bir olgudur.” dediğimizde “olgu”
kelimesinin anlamını isteğimize göre değiştirdiğimizin de bilincindeyiz
Oysa “olgu” doğal, değişmez ve
isteğimize göre biçimlendirilemeyen olaylardır. Biz bazen “Fil kelimesi, ifade
ettiği şeydir.” deriz ve bunu da bir olgu diye nitelemeyiz.[33]
“Bildirimle dünya arasındaki ilişki
olgudur.” demenin bir başka önemli sonucu vardır: “Yanlış”ı ve “değilleme”yi
karıştırmak. Buna göre “O, evde değildir.” demek, “Onun evde olduğu yanlıştır.”
demek gibi bir şeydir. Değillemeyi açıklamaya çalışan pek çok filozof şunu
ileri sürer: Değilleme ikinci basamaktan bir olumlamadır. Örneğin “O, evde
değildir.” doğru değildir.” Fakat onlar yanlışlığı açıklamak istediklerinde
demektedirler ki, bildirimin yanlış olduğunu söylemek, sadece onun çelişkisini
ifade etmektir.[34]
Austin’e göre bildirim ve değilleme
aynı düzeydedir. Bunun anlamı şudur: Bunlara ilişkin uylaşımları içermeyen
hiçbir dil yoktur. Bildirimin ve değillemenin her ikisi de dünyaya dair
bildirimlere değil; doğrudan doğruya dünyaya referansta bulunur. Oysa bir dil,
“doğru” ve “yanlış” diyebileceğimiz durumlara yol açan mekanizmadan yoksun
olabilir. Doğruluğa ilişkin her tatmin edici teori, yanlışlığı da
açıklayabilmelidir. Eğer açıklayamazsa, o zaman yanlışın mantıksal açıdan fazla
olduğunu söyleyebiliriz.[35]
“Yanlış olmak”, olgu olmayana uygun
olmak değildir; bir olguya kötü şekilde uymaktır. Yanlış olan bir bildirim,
kötü şekilde uyduğu bir olguyu betimlemediğinden, bazıları yanlış bildirimi
hangi olguyla karşılaştıracaklarını söyleyemezler; çünkü onlar her lengüistik
uylaşımın betimsel olduğunu düşünürler. Fakat bildirimin referansta bulunduğu
durumu belirleyen, kanıtlayıcı uylaşımlardır. Oysa yanlış olan bildirimin
uylaşımsal referansı yoktur. Hiçbir bildirim, referansta bulunduğu şeyi ifade
edemez.
Bir başka araç şunu anlamaya izin
verir: “Doğrudur.” ifadesi, mantıksal açıdan fazladan değildir. Öte yandan
“doğru” ve “yanlış”la aynı sınıfa ait pek çok sıfat vardır. Öyle ki, bunlar da
kelimeler ve dünya arasındaki ilişkiye dairdir; yine de kimse bunları mantıksal
açıdan gereksiz göremez.[36]
Örneğin diyoruz ki, bir bildirim, abartılı, kapalı ve belirsiz; bir betim
kesinlikten uzak, yanıltıcı veya yetersiz olabilir; bir açıklama çok genel
olabilir. Bütün bu durumlarda bildirimin sadece “doğru” veya “yanlış” olduğunu
söylemekle yetinmeyiz. “Belfast Londra'nın kuzeyindedir.”, doğru
mudur ya da yanlış mıdır?” Samanyolu sahanda pişmiş bir yumurta biçiminde
midir? “Beethoven alkolik miydi?” Wellington Waterloo Savaşı'nı kazandı mı?”[37]
“Bu doğru mudur?” gibi doğrulama
amacı güden, tedbir amaçlı bir soru, aklın sınırlarını aşmamalıdır; ulaşmayı
düşündüğümüz niyetlerle ve amaçlarla ilgili olmalıdır.[38]
Bu bildirimlerin hem boyutları
hem de dereceleri değişir. Bu bildirimler olgulara az veya çok
yaklaşık biçimde farklı tarzlarda ve farklı durumlarda farklı amaçlarla şöyle
veya böyle uyar. Hepsine uyan gelişmiş genel bir test yoktur.[39]
En gelişmiş dil bile anormal durumlarda uygun ifadeyi kullanmaya izin
vermeyecektir; yeni keşifleri gerçekleştirmeyi sağlamayacaktır. Köpeğin ineğin
çevresinde dönmesi doğru mudur? yanlış mıdır? Bir bildirimin içeriği
değiştirildiğinde veya farklı bir alana taşındığında ne doğrudur ne de
yanlıştır. Örneğin ekmek karşımda ise, ekmeğin göstergelerine dair bir bildirim
doğru veya yanlış olamaz.[40]
“Doğruluk” tıpkı özgürlük gibi bir
idedir; nasıl ki, insan davranışından söz ettiğimizde “özgürlük” idesini
düşünüyorsak, bir bildirimde bulunduğumuzda da “doğruluk” idesini hatırlarız.
Bir eylemin özgürce yapılıp yapılmadığını belirlemeye çalıştığımızda bunu
başaramayız. Buna karşılık bu konuda kullanılan zarfları (kazara, istemeden,
dikkatsizlikle vs.) düşündüğümüzde, bu eylemi özgür veya değil diye nitelemek
pek de doğru değildir. Özgürlük gibi doğruluk de asgari düzeydedir ya da
aldatıcı bir idealdir (doğruluk sadece Waterloo Savaşı'na veya Boticelli’nin
İlkbahar’ına[41]
dair doğruluktur.)[42]
Bir bildirimin “doğru olma”yı amaçladığını
düşünmek naivdir. Öte yandan her bildirimin “doğru olma”yı gerçekten amaçlayıp
amaçladığını araştırmak da ilki kadar naivdir. “Her önerme doğru ya da yanlış
olmalıdır.” şeklindeki mantık ilkesi uzun zaman en basit, en inandırıcı ve en
yaygın hata oldu. Bu ilkenin etkisiyle filozoflar “tüm önermeler”i gözlem ürünü
olan “Şu şey kırmızıdır.” bildirimi modelinde yorumladılar.[43]
Son zamanlarda şunu fark ettik:
Gramatikal özelliklerinden dolayı emirler ya da sorular kategorisine
koyamadığımız pek çok bildirim, gerçekte betimsel değildir; doğrulamaya veya
yanlışlamaya da izin vermez. O zaman bir ifade hangi durumda bir bildirim
değildir? Cevap şudur: Bir ifade bir hesaplamada formülse, performatif bir
sözceyse, bir değer yargısıysa, bir tanımsa, bir kurgu eserinin bir parçasıysa,
bildirim değildir.[44]
Problem şuna karar vermektir: Bu
yanıltıcı durumlara nereye kadar bildirimler demeyi sürdüreceğiz? “Doğru”yu ve
“yanlış”ı ne ölçüde farklı anlamlarda kullanabiliriz? Austin bu soruları
sorduktan sonra görüşlerini şöyle açıklar:
Benim düşüncem şudur: Bir yanlış
kullanımın farkına vardığımızda ona “bildirim” dememeliyiz ve onun doğru ya da
yanlış olduğunu söylememeliyiz. Gündelik hayatta çoğu zaman, filozoflar ve
gramerciler söylese de (onlar “doğru”yu ve “yanlış”ı “önermeler”e ilişkin blok
kelimeler olarak kullanırlar) biz, onlara bildirimler demiyoruz. “Vaat
ettiğinizi söylediniz” ile “Vaat ediyorum.” arasında bir ayrım yaparız. O zaman
“Vaat ediyorum.” “Vaat ettim.” dediğiniz anlamına gelmelidir.[45]
“Vaat ettim.” bir bildirimdir
“doğru” veya “yanlış” olabilir. Oysa “vaat ettiğinizi söylemiştiniz.” ne
doğrudur ne de yanlıştır. Söylemek fiilini burada daha geniş bir anlamda
kullanıyoruz. “Bunun güzel bir tablo olduğunu söylüyorsunuz.” ile “Bunun güzel
bir tablo olduğunu ileri sürüyorsunuz.” arasında fark vardır. Üstelik matematik
formüllerin ve geometri aksiyomlarının “doğru” oldukları söylenemez. Onlar
dünyaya dair bildirimler gibi görülemez.[46]
Kısaca söylersek şimdiye kadar
incelediğimiz “Bu kırmızıdır.” modeli çöker; çünkü bildirimler bu modele
benzese de, olgulara uymaz. Kelimeler de betimsel değildir. Fakat kelimelerin
gerçekten betimsel oldukları başka durumlar da vardır. Bu başka durumlarda,
“önerme” olgulara kesin olarak uygundur; ama bu uyma “Bu kırmızıdır.”dan başka
türlü bir uymadır ve doğru oldukları iddia edilen aynı türde bildirimler de
doğru olmalıdır.[47]
Dilimiz insanın zor durumlarında
bile bu durumu anlatmak için icat edilmiştir. Sadece tanık olduğumuz nesne
durumlarından değil; o zamana kadar görmediğimiz, örneğin gelecekteki nesne
durumlarından söz edebiliriz. Herhangi bir şey hakkında şunu diyebiliriz. “Bu
bir olgudur (doğru veya yanlış bir bildirim). Bildirimi doğru veya yanlış olacak
şekilde yapmam gerekli değildir. Bir olasılıktan da söz edebilirim ve “Kedi
paspasın üzerinde olabilir.” diyebilirim. “Kedi paspasın üzerinde
olabilir.” sözcesi “Kedi paspasın üzerindedir.” sözcesinden farklıdır; çünkü
hiç de bir bildirim değildir; çünkü doğru da yanlış da olamaz. “Kedi paspasın
üzerinde olabilir.”, “Kedi paspasın üzerinde olmayabilir.” sözcesiyle uyumlu
olabilir.[48]
Kısaca söylersek “P’dir” önermesiyle “P olması olasıdır.” ifadesi farklıdır.
“P’dir” diyebildiğimiz zaman, “Olasıdır ki, P” diyemeyiz. Tersi de geçerlidir.
“Doğrudur ki,” ve “olasıdır ki,” aynı alana olgu alanına ait olsalar da
birbirinden farklıdır.[49]
Bu kullanımlardan hangisi söz
konusu olursa olsun, doğru bir bildirimde iki şey birbirinden ayrıdır: Olgu
durumu ve olgu durumuna ilişkin doğru bildirim.
“Olgu” kelimesini kullanırken doğru
bildirim ve bildirimin konusu olan nesne durumunu ayrırız. Bu durum her ne
kadar gündelik dilde her zaman yararlı ise de felsefede pek de işe yaramaz.
Karışıklığı önlemek için kelimeleri olgular gibi görmemelidir.
Bir bildirimin doğru olması için
bir nesne durumu diğerlerine benzemelidir. Bu doğal bir ilişkidir. Fakat bu
benzerlik, betim özelliği taşıyacak şekilde olmalıdır. O zaman artık doğal bir
ilişki yoktur. Birbirine benzeyen hatta tam anlamıyla benzeyen şeyleri
görebilirim. Onların aynı renge sahip olduklarını söylediğimde işin içine bir
uylaşım girer. Bir kelimeden ve bir ifadeden ayrı olan cümle, kanıtlayıcı bir
öğe içerir yani onun bir referansı vardır. Fakat cümledeki uylaşımsal ögeler
lengüistik ögelerden ibaret değildir.
Austin’in “doğru”
sıfatını ve “doğruluk” kavramını analiz ederken bir dizi önemli ayrımlar yapar.
Onun bu ayrımları yapabilmesini mümkün kılan şey metafizik dili terk edip,
gündelik dili kullanmasıdır.
“Doğruluk” kavramına ilişkin açık
ve sade bir ifade ortaya koymak kolay değildir. Doğruluk çok genel bir
ifadedir; pek çok şey için; farklı durumlar, amaçlar, niyetler ve muhataplar
için; bunlar hakkında söylediğimiz şeyin uygun olduğunu anlatmak için kullanılır.
Gündelik dilimizdeki “doğru”
kelimesinin yer aldığı ifadeleri analiz ettiğimizde şunu görürüz: Bunlar “Tam
uygun”, “sadık” veya “kesin” sıfatlarının kullanıldıkları cümlelerden farklı
bir anlam taşır. “Tam uygun”, “sadık” veya “kesin” sıfatları tasavvurlara,
imgelere, resimlere, haritalara, fotoğraflara vs. uygulanır.
Austin “doğruluk”u Strawson’dan
farklı olarak bir bağlamdaki doğruluk olarak düşünür. Bağlam, doğruluğu dünyada
şu durumda söylenen bir şeye ilişkin bir yargının sonucu yapar. Oysa “doğru”
sıfatı sadece yargılarla ilgilidir. Bir resmin aslına “tam uygun” olduğunu
söyleyebilirim; ama “Bu resim doğrudur.” diyemem.” Doğruluk” kavramının
analizinde bu durum önemlidir.[50]
Bir şeyi ne zaman ve hangi durumda
söylediğimizi belirlemek yeterlidir; çünkü söylediğimiz şey, ortak bilgidir ve
herkesçe kabul edilebilmelidir. “Doğruluk” kelimesi bir ad olarak, daha genel
bir kullanıma sahiptir ve bu amaçla oluşturulmuştur. Bu kelime oluşturulurken,
“doğru” ve “yanlış” kelimelerinin ilk ve temel kullanımları terk edilmiştir.
“Doğru” kelimesinin kullanımı, “doğruluk”un ne olduğunu gerçekten anlamamıza
izin verir. Üstelik “doğru” kelimesi sayesinde bu kelimenin mümkün değişik
kullanımları arasındaki farkları da görebiliriz.[51]
Buradan hareketle diyebiliriz ki,
doğru ya da yanlış olan, ister aktüel hayata isterse tarihsel duruma ilişkin
olsun; sözce değil; fakat bir bildirimdir. Doğru olmayı ya da yanlış olmayı
gündelik dilden öğrenirim. Öte yandan “doğru”nun ve “yanlışı”n ne hakkında
olduğunu da gündelik dil sayesinde bilirim. Gündelik dil açısından doğruluk,
söylediğim şey ve söylenen şey arasındaki bir bildirim ve bir olgu arasındaki
ilişki de söz konusudur. Söylediğim şey doğruysa, o zaman söylediğim şey
olgudur ya da durumdur.
Bazılarına göre “doğruluk” bir şeye
uygunluk demektir. Oysa Austin’e göre “uygunluk” bazı problemler çıkarır; çünkü
ona çok sınırlı ya da çok farklı anlamlar veririz. Uygunluğun en temel
özelliği, şudur: Bir bildirim olmuş bitmiş bir duruma referansla ortaya
konduğunda kelimeler veya cümleler ile olay ya da durum arasında bir bağlantı
olması. O zaman uygunluk, kesinlikle uylaşımsaldır. Bu durumu betimlemek için
betimin doğru olması koşuluyla herhangi bir sembolü seçmekte özgürüz. Örneğin
“…i bildiriyorum” yerine bq (bildiriyorum ki, q” diyebiliriz.[52]
Austin daha sonra önermelerin
doğruluk sorununu ele alır. Ona göre önermeler de tıpkı bildirimler gibi doğru
veya yanlış olabilir. Ancak önermeler bildirimler gibi empirik gözlemin değil;
genelleştirmenin bir sonucudur. Geometride veya felsefede önemli olan,
önermelerde doğruluk lengüistik kullanımlara uygunluk anlamına gelmez; daha çok
olgu durumuna uygun olma demektir.
Doğruluk kelimelere değil; söylenen
şeye bağlıdır. “Doğru”, kelimeler, kelimelerden oluşan sözce ya da bazı
kelimelerle anlattığımız geçmişe ilişkin sözce değildir; fakat kelimeleri
kullanarak söylediğimiz şeydir yani kelimelerle anlatılan aktüel ya da tarihsel
sözce içerikleridir.[53]
Bir durumu ne kadar ayrıntısıyla düşünürsek, zavallı imgelerimizi uyandırmak ve
disipline etmek için çok özel kelimeleri hatta can sıkıcı kelimeleri kullanmak
zorunda kalırız. O zaman söylememiz gereken şey üzerinde anlaşmazlıklarımız
azalır.
Austin göre olumlamanın ya da
olumsuzlamanın dünya ile ilişkisi, doğrudan bir ilişkidir. “Kedi halının üzerindedir.”
demek için önce kedinin halının üzerinde olup olmadığını düşünmem. Oysa “doğru”
ve “yanlış” yüklemi dünyaya doğrudan yüklenmez. Olumlama ya da olumsuzlama,
dünyadan söz eder. Oysa “doğru” ve “yanlış” yüklemleri dünyaya ilişkinin
bildirimler, dünyaya dair söylediğimiz şey hakkındadır. Gerçekte yanlış olmak…
olmamak değildir; fakat kötü bir tarzda olmaktır. Dünya ile kötü bir ilişki
içinde olmaktır. Yanlış olan şey var olan şey hakkında var olmayan şeyi söyler.
Austin bu düşüncesini desteklemek için şöyle der: Dünya ve kelimeler arasındaki
ilişkileri ifade etmek için başka kelimeler de vardır: Bunlar “doğru” ve
“yanlış” kelimeleriyle aynı rolü oynar. Bu kelimeler örneğin kapalı,
abartılı, belirsiz gibi kelimelerdir. Austin şunu eklemeyi de unutmaz: Bu
kelimeler fazla ya da gereksiz görülemez ve elenemez. Onlar, bildirimi
nüanslara dayalı olarak ifade etmeye izin verir. “F, X’tir, bildirimi
abartılmıştır.”
Austin, “Doğruluk” başlıklı
makalesinin sonunda yukarıda görüşlerini verdiğimiz Strawson’ı eleştirir.
Austin Strawson hakkında şu değerlendirmeleri yapar: Strawson, doğruluğun
“semantik” bir açıklamasını reddeder. Onun gerekçesi de şudur: cümleler’den
söz ederken “doğrudur.” ifadesini kullanamayız. Bu tezini de kendine göre titiz
bir analize dayandırır. Ancak temellendirmeleri ne kadar sistematik olursa
olsun, Strawson anlamı ve doğruluğu karıştırır. Onun açıklamaları bu
karışıklığın kurbanıdır. “Doğrudur.” ifadesinin hiçbir şey’e
yaramadığını, gereksiz olduğunu göstermek için yeterli değildir; çünkü “Doğrudur.”
ifadesi, gerçekte bildirimlerden söz etmeye yarar. Austin’e göre
Strawson yanılmıştır; çünkü o, bu görüşünü temellendirirken bildirimleri ve cümleleri ayırmaz. Oysa bildirim ve
cümle birbirinden farklıdır. Bildirim bağlama sıkı sıkıya bağlıdır; ama cümle
bağlı değildir; cümlenin doğruluğundan değil; bildirimin doğruluğundan söz
edebiliriz.
Üstelik Strawson “mantıksal açıdan
gereksizlik” fikrini daha ileri götürür ve şunu söyler: “P, doğrudur.” bir ek
bildirimde bulunmak değildir. Fakat Strawson “P, doğrudur.” sözcesinin bir
bildirimde bulunmaktan daha fazla bir şey yapmak olmasını da kabul etmez. Oysa
Austin’e göre “P, doğrudur.”, “P’dir.” gibi bir bildirimi onaylamak ya da garanti
etmek’tir.
* Aléthéia Grekçe a
olumsuzluk ekinden ve lethe’den oluşur. Aletheia’nın
mitolojik bir ırmak, cehennem ırmağı olan Lethe ile benzerliği vardır. Lethe
canlıların dünyasıyla ölülerin dünyasını ayırır. Gizli, nüfuz edilemez, ve
kaygı verici bir alanı belirtir. Filozof teoria yoluyla letheia’yı aletheia
yani gizli, bilinmez olanı açık ve bilinir hale getirir; nüfuz edilemeze nüfuz
eder; hakikati ortaya çıkarır. Aletheia planı tanrısal plandır.
Onun ayırt edici özelliği ölümsüzlüğü ve değişmezliğidir. Bu plan üremeye,
bozulmaya, ölüme ve unutmaya maruz kalan insan varoluşuna karşıt, değişmez ve
sürekli varlık planıdır.
** Romalı vali. Pilatus İsa’nın görevinin
hakikate şahitlik etmek olduğunu duyunca bu mahkûmun Roma için hiçbir tehdit
oluşturmadığı sonucuna vardı. İsa’ya “Hakikat de nedir?” diye sordu. Belli ki,
o, hakikatin, üzerinde durulmaya değer olmayan, anlaşılmaz bir kavram olduğunu
düşünüyordu. Peki, o hangi sonuca vardı? “Ben bu adamı suçlu bulmuyorum” dedi (Yuhanna 18:37, 38; Luka 23:4).
*** Austin burada “göz” ve “iğne deliği”yle kelime oyunu yapmaktadır.
“Gramercinin devesi” “Gramercinin gözünden kaçamayan” demektir. Buradaki deve
ise Matta İncili’ndeki İsa’nın şu sözlerini çağrıştırır: “Bir deveyi iğnenin
deliğinden geçirmek, bir zengini göklerin krallığına sokmaktan daha kolaydır.”
* Bu makale filozofun Fransızcaya Études de logiques et de
linguistiques, édition du Seuil, Paris, 1977, adıyla çevrilen ve
makalelerinden oluşan, kitabın 217-242. sayfaları arasında yayınlanmıştır.
* Bireysel değişkenden başka değişkeni olmayan mantık sistemi.
Örneğin “P’dir”
** Bir önermeye doğru veya yanlış özelliği yükleyen önerme. Örneğin, “P
doğrudur.” Doğrudur.
[1]
Strawson, “Vérité”, dans Études de logiques et de linguistiques, Les éditions du Seuil, Paris, 1978 p. 219.
[2]
Austin, “Plaidoyers les excuses”, p.
141.
[3]
Austin, “Vérité”, p. 93.
[4]
Ibid., p. 94.
[6]
Ibid., p. 95.
[7]
Ibid., p. 96.
[8]
Loc.
cit.
[9]
Ibid., p. 97.
[10]
Loc.
cit.
[11]
Ibid., p. 98, dipnot.
[12]
Loc.
cit.
[13]
Ibid.,
p. 99.
[14]
Ibid.,
p. 95
[15]
Ibid.,
p. 99.
[16]
Loc. cit.
[17]
Ibid.,
p. 100.
[18]
Ibid.,
p. 100.
[19]
Ibid.,
p. 100-101.
[20]
Ibid.,
p. 101.
[21]
Ibid.,
p. 101.
[22]
Loc. cit.
[23]
Ibid.,
p. 102.
[25]Loc. cit.
[26]
Loc. cit.
[27]
Ibid.,
p. 104.
[28]
Loc. cit.
[29]
Loc. cit.
[30]
Ibid.,
p. 105.
[31]
Loc. cit.
[32]
Loc. cit.
[33]
Loc. cit.
[34]
Ibid.
p. 106.
[35]
Ibid.,
p. 107.
[36]
Loc. cit.
[37]Loc. cit.
[38]
Austin, “Autrui”, p. 59.
[40]
Ibid.,
p. 108.
[41]
1445-1510 yıllarında yaşayan İtalyan ressam Sandro Botticelli’inin ünlü tablosu.
[42]
Ibid.,
p. 108.
[43]
Ibid.,
p. 109.
[44]
Ibid.,
p. 109.
[45]
Loc. cit.
[46]
Ibid.,
p. 110.
[47]
Loc. cit.
[48]
Ibid.,
p. 110.
[49]
Ibid.,
p. 111.
[50]
Ibid.,
p. 103.
[51]
Ibid.,
p. 92.
[52]
Ibid.,
p. 101.
[53]
Austin, “Plaidoyer les excuses”, p. 146.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder