7 Mayıs 2021 Cuma

AUSTIN'E GÖRE ÖNERMELERİN DOĞRULUĞU

AUSTIN'E GÖRE DOĞRULUK

Şimdi Austin’in “Doğruluk” adlı makalesinde ortaya koyduğu görüşleri ele alalım.

Bilindiği gibi felsefe antik dönemden itibaren hep “doğruluk” araştırması diye anlaşıldı. Bu kavramın mitolojik bir arka planı vardı. Grekçede doğruluk, âletheia* kelimesiyle ifade ediliyordu. Mitolojik arka plan sonradan unutulsa da, bu kavram hep felsefenin ereğini ifade eden bir kelime olarak kullanıldı. O yüzden Austin’in “doğruluk” adlı makalesinde söyledikleri tüm felsefe tarihine onun kendi gözüyle yeni bir bakıştır. Bu zorunlu belirlemelerden sonra şimdi konuyu açıklamaya geçelim.

Austin “Doğruluk” adlı makalesinin başında Pilatus’un** şu alaycı ve cevabını beklemediği sorusuyla başlar: “Hakikat nedir?” Sonra Pilatus’un, farkında olmasa da kendi dönemindeki insanların ilerisinde olduğunu söyler; çünkü bizatihi “doğruluk” soyut bir addır; bir gramerci devesidir.***

Filozof analizinin başında gramere dayalı bir saptama yapmak ister ve şunu sorar: Doğruluk bir töz müdür yani bilginin bir nedeni midir? ya da kırmızı renk gibi bir nitelik midir yani bir şeyden ayrılmayan bir özellik midir?” veya “Bir ilişki midir?” Bu sorulara François Bacon’ın Doğruluk Üzerine adlı denemesinden hareketle şu cevabı verir: Doğruluk soyut bir addır. Austin’e göre doğruluk soyut ad olduğundan, filozoflar bu sorunu çözememişlerdir. Bu soruyu cevaplamak onların gücünü aşar. “Doğruluk”u analiz ederken soyut ad olarak değil; sıfat olarak yani “doğru” şeklindeki kullanımları dikkate almalıdır.

Austin’in “doğruluk” anlayışı Strawson’ın düşüncelerine karşıtlığı sayesinde anlaşılabilir. Austin bu problemi Strawson’a eleştiri olarak ele almıştır. Austin’in tezlerini anlayabilmek için önce Strawson’ın düşüncelerini ana hatlarıyla da olsa bilmek gerekir. O nedenle önce Strawson’ın “doğruluk”u nasıl anladığını açıklayalım.

Strawson “doğruluk” konusunu 1949’da Analysis adlı dergide yayınladığı “Truth” (Doğruluk)* adlı makalesinde ele almıştır. Filozof burada Austin’in performatif kavramından esinlenir. Yukarıda söylediğimiz gibi Austin, ikinci döneminde betimsel/performatif ayrımını terk etmişti ve kognitif denen sözlerin de gerçekte performatif olduklarını söylemişti; bilginin de performatif özellikte olduğunu kabul etmişti. Bu makalede Straw­son, Austin’in etkisiyle doğruluğa ilişkin performatif bir kavramı savunur. Doğruluğun performatif özelliğinden söz eder; “doğruluk” kavramının performatif olduğunu ileri sürer. Strawson’a göre “Doğrudur”, betimsel bir sözce değildir ve onu “bildiriyorum ki,” gibi betimsel olmayan sözcelerle karşılaştırmak ve performatif diye nitelemek gerekir. “Performatif doğruluk” kavramı açısından “doğruluk”a ilişkin yüklem, gereksizdir. Örneğin “Uludağ Bursa’dadır.” “doğrudur” sözcesindeki “doğrudur”, bildirimin anlamına yeni bir şey katmaz; bu nedenle gereksizdir. Görüldüğü gibi Strawson “performatif” kavramını Austin’den farklı biçimde anlar.

Strawson “doğruluk” konusunda gündelik dildeki ifadelerin felsefi analizini yapar. Bu analizle iki farklı tezi, eşdeğerlik tezini ve Carnap’ın semantik kavramını uyuşturmaya çalışır. Bilindiği gibi eşdeğerlik tezi şudur: “Doğrudur ki, P,”, P’dir demekle; “Yanlıştır k, P.”, “P değildir.” demekle aynı şeydir. Eşdeğerlik teorisine göre önermeden “doğru” yüklemini kaldırdığımızda, cümlenin anlamı, semantik değeri değişmez. Diğer teze Carnap’ın semantik tezine gelince; bu konuda şunu diyebiliriz. “Ağacın yeşil olduğu doğrudur.” gibi bir önermede “doğrudur.” doğruluğu bir dile bağlar, diğer deyişle doğruluğu dille söyleyebileceğimizi kabul eder.

Strawson gerçekte Ramsey’in eleyici anlayışını bir başka şekilde savunmak istiyordu. Bu makalede Strawson eleyiciliği iki şekilde yapıyordu:

1. “Doğrudur ki, P”de “Doğrudur ki, …” bildirimin anlamına yeni bir şey katmaz.

2. Bir bildirimin doğru olduğunu söylemek bir başka bildirimde bulunmak değildir.

O nedenle en azından “doğruluk yüklemi”ni semantik planda elemeliyiz.

Strawson’a göre bir cümlenin doğru olduğunu söylemek, bildirimin anlamını değiştirmez. Bir bildirimin doğru olduğunu söyleyerek bir bildirimden farklı bir şey yaparız. Bu nedenle P bildirimiyle “Doğrudur ki, P” bildirimi arasındaki fark, “Doğrudur ki, P” demekten ibaret değildir. “Doğrudur ki, P”, “P’dir” şeklindeki birinci basamak* bir bildirime karşıt ve ona dayanan, ikinci basamak** bir bildirim gibi görülemez.

“Bu doğrudur.” betimsel bir sözce değildir; onu “Onaylıyorum ki,” gibi betimsel olmayan, performatif ifadelerle karşılaştırmak gerekir.

Böylece “Sözcem hiç de bir bildirim değildir; lengüistik bir performanstır.”[1]

Strawson, şu fikri savunur: Bir C cümlesinin doğru olduğunu söylemek, C cümlesiyle bildirilen şeyi onaylamak değildir; çünkü doğruluk yüklemi yani “P, doğrudur.”’daki “doğrudur.” mantıksal açıdan gereksizdir ve C cümlesiyle bildirilen önermeye hiçbir şey eklemez. Bu nedenle bir cümlenin doğru olduğunu söylemek, gereksizdir ve elenebilir. Ancak doğruluk yine de önermeden elenemez. Önerme her ne olursa olsun doğru olmalıdır. “Bir cümle hakkında doğrudur.” demekle cümlenin doğru olması aynı şey değildir. Cümlenin doğru olduğunu söylemekle birşeyi kabul ederiz; belirtiriz vs. Bu nedenle Strawson “C, doğrudur.” cümlesinin performatif olduğunu düşünür.

Strawson’ın “doğruluk” anlayışı ana hatlarıyla böyledir. Peki, Austin bu kelimeden neyi anlamaktadır? Şimdi bunu açıklayalım.

Austin 1950'de Strawson’un bu makalesine tepki olarak kendi doğruluk anlayışını ortaya koydu ve doğruluğa ilişkin performatif bir kavram olamayacağını savundu. Bu tartışma Austin’in ölümünden sonra bile 1960'lı yıllarda sürdü. Austin’e göre “X, doğrudur.” “doğrudur.” veya “X, doğrudur.” doğru değildir.” gibi ifadeler performatif değildir. Bu nedenle “X, doğrudur.” veya “X, yanlıştır.” basit bir bildirimden farklıdır. Onlar belli bir bağlamda ifade edilen bir bildirime ilişkin bir değerlendirmedir.

Austin’e göre bizim cümleleri ifade etmemize yarayan lengüistik araçların bir stoku vardır. “Doğru” ve “yanlış”, lengüistik araçlar değildir. Sözceleri kullanarak genellikle bir kişinin dediği şeyi kabul ederiz, söyleriz, belirtiriz, onaylarız.

Austin’de doğruluğu açıklamaya başlarken önce onun analiz yöntemine değinmekte yarar vardır. Onun yöntemi lengüistik fenomenolojidir yani gündelik dilin analizidir; imkânlarının araştırılmasıdır; kullanımlarının dikkate alınmasıdır. Bu analiz sayesinde başımızı döndüren sarhoşlukların derinliklerinde kaybolmayız.[2] Peki, Austin “doğru”yu lengüistik fenomenolojiyle nasıl açıklamaktadır? Şimdi bu konuyu ortaya koyalım.

Austin göre filozoflar doğru ve yanlış kategorilerine; bilimsel hayatta ve gündelik hayatta dilin betimsel fonksiyonuna ayrıcalık tanırlar. Bu tutum XX. yüzyılın başında özellikle mantıkçı pozitivizmle birlikte çok güç kazanmıştır.

Kuşkusuz bir niteliği, karşıtı bir başka nitelik sayesinde kavrayabiliriz. Bu, “doğru” için de geçerlidir. “Doğru” olanı “yanlış” olanla karşıtlığına dayanarak açıklayabiliriz. Bu nedenle her ikisini de problematik haline getirmeliyiz. O zaman şunu sormak gerekir: Neye “doğru” neye “yanlış” diyoruz? Austin soruların cevabını araştırırken önce “doğru” sıfatını ele alır. Bunu yaparken Wittgensteincı bir tutum takınır ve bu sıfatın çok çeşitli cümlede ve farklı durumları betimlemek için kullanıldığına dikkat çeker. Bu kullanımlara şu örnekleri verir:

İnançlar doğrudur.

Betimler ya da açıklamalar doğrudur.

Önermeler ya da bildirimler doğrudur.

Kelimeler ya da cümleler doğrudur.

Kedinin paspasın üzerinde olduğu doğrudur.

Bazen de şöyle deriz:

Tümüyle Doğrudur.

Bu doğrudur.

Bu oldukça doğrudur.

 

Bu ifadelerin çoğu doğal kullanımlardır ve problemsizdir.

Felsefi açıdan şunu sorabiliriz: Bu kullanımlardan hangileri temeldir? Austin’e göre bu soru indirgeyicidir ve “doğru”nun yer aldığı pek çok ifadeyi anlamaya izin vermez; araştırmada ilerlemeyi sağlamaz. O nedenle Austin tek ve prototip cümle yerine farklı başka model cümleler olup olamayacağını sorar ve şöyle der: Bana göre araştırmamızı başlangıçta yönetecek üç model cümle vardır. Bunlar,

“Kedi paspasın üzerindedir.” demek doğrudur.

“Kedi paspasın üzerindedir”, “doğrudur”.

“Kedi paspasın üzerindedir” bildirimi “doğrudur.”[3]

 

Model cümleleri belirledikten sonra Austin “doğru” sıfatının kullanımının meşru olduğu ifadeleri araştırır ve şöyle sorar: İnanç sözcelerinin doğruluğundan diğer deyişle “doğru bir inanç”tan söz edebilir miyiz? Onun cevabı şöyledir: “Bazılarına göre doğruluk, inancın bir özelliğidir. Fakat bana göre bu, doğru değildir. “Doğru inanç” felsefi ya da teolojik bildirimler dışındaki bildirimlere yaygınlaştırılamaz. Burada şöyle sorabiliriz: Bir kişi hangi durumda doğru inanca sahiptir? Austin’in cevabı şudur: O doğru bir şeye inandığında ya da bir şeyin doğru olduğuna inandığında. Bazıları da demektedirler ki, bir inanç bir imgeyle aynı doğadadır. Eğer onların dedikleri gibiyse, inanç “doğru” olamaz buna karşılık “aslına uygun” olabilir.[4] Bu tıpkı şunlara benzer: Gerçek bir portreden söz edebiliriz; ama bu “Bu portre doğrudur.” diyemeyiz. İmgede yapılan bir betim doğru olabilir; ama bu betim yine de bir imge değildir.

Bundan sonra Austin “doğru”nun yaygın meşru kullanım alanını belirler. Ona göre gerçekte “doğru” ifadesinin felsefe ve teoloji dışında çok geniş bir kullanım alanı vardır. Betimlerin, açıklamaların, bildirimlerin, cevapların, önermelerin ve bunun gibi daha pek çok şeyin “doğru” olduklarını söyleyebiliriz. “Doğruluk”, Hukukta ve geometride de önemlidir. Bütün bunlar bize bir şey söyler: “Doğru” kavramını genelleştirilemez. Genelleştirme doğrudan gözlemin değil; akıl yürütmenin sonucudur.

Austin demektedir ki,

Eğer kediye bakıp “Kedi paspasın üzerindedir.” derseniz, bu bir bildirim olsa da bir önerme değildir. Gerçekte felsefede önerme, bazen bir cümlenin ya da cümleler topluluğunun anlamını belirtmek için özel biçimde kullanılır. Bu durumda önerme sadece “doğru” ya da “yanlış” olur; çünkü asla şöyle demeyiz: “Bu cümlenin ya da kelimelerin anlamı doğrudur.” ya da “yanlıştır.” Bir yargıcın ya da jürinin dediği şeyi söyleriz: “Kelimeler bu anlamda alındığında ya da şu ya da bu anlamı yüklediğimizde ya da onları şöyle yorumladığımızda veya anladığımızda doğrudur.”[5]

Gündelik hayatta kelimelerin nadiren, bazı koşullarla ve cümlelerin de genellikle doğru olduklarını söyleriz. Gerçekte kelimelerin ve cümlelerin her zaman değil; sadece bazı durumlarda doğru olduklarını söyleyebiliriz. Ancak kelimeler filologların, sözlük yazarlarının, gramercilerin, dilcilerin, fonetikçilerin, metin eleştirmenlerinin inceledikleri şekliyle doğru ya da yanlış değildir. Onlar kötü oluşturulmuştur, kapalıdır, çevrilemez, imlası kötüdür, eskimiştir, değişikliğe uğramıştır vb. Cümleler ise eksiltilidir, bileşiktir, gramere aykırıdır vs. Yine de şöyle diyebiliriz: “Onun sonuç bölümündeki sözleri doğruydu.” ya da “Söylevinin beşinci sayfasındaki üçüncü cümlesi yanlıştı.” Fakat kelimeler ve cümle burada belli bir durumda kullanılan kelimelere ve cümlelere referansta bulunur; diğer değişle bildirimlere başvurur.[6]

Bir bildirim gerçekleştiğinde bir tarihsel olay oluşturur yani olmuş bitmiş bir şey vardır; konuşan veya yazan bazı kelimeleri ya da cümleleri söylediklerinde ya da yazdıklarında belli bir durumdan ya da olaydan söz eder.

Bir cümle kelimelerden ve bir bildirim kelimelerle yapılmıştır.[7]

Bir cümle Fransızca ya da iyi Fransızca değildir. Bir bildirim Fransızca ya da iyi Fransızca olamaz. Bildirimlerde bulunuruz; kelimeleri ve cümleleri kullanırız. Fransızca cümleden değil; benim bildirimimden söz ederiz. Farklı bildirimler için aynı cümleyi kurarız. Ben “Bu bana ait.” dediğim gibi siz de “Bu bana ait.” diyebilirsiniz. Aynı cümle aynı kişi tarafından iki farklı durumda ya da iki farklı kişi tarafından aynı durumda kullanılabilir. Fakat bu sonucu durumda cümle aynı şeyden söz etmelidir. “P cümlesi doğrudur.” demek, yerine “P bildirimi doğrudur.” deriz.[8]

Austin “Doğru olan şey, bir bildirimdir.” derken her ne olursa olsun tek bir kelimeyle yetinmeye çalışmaz. Zaman zaman öne sürümden de söz eder; ona göre bildirim, öne sürümden daha geniş bir anlam taşır. Bu iki kelime arasında çok az bir benzerlik vardır. Yine de konuşan kişi onların her ikisiyle de gerçekleşmiş bir duruma referansta bulunabilir. Bunlar sonuçta cümleden farklı kelimelerdir.[9]

Felsefede moda ve temel bir hata vardır: “P” cümlesi şu dilde, (örneğin Türkçede) doğrudur. Oysa burada cümlenin “Türkçe” olduğunu söylemek bir bildirim değeri taşımaz. “Türkçede doğ­ru” veya “Türkçede yanlış” ifadesi uygun bir kullanım değildir. Bu tıpkı “geometride doğru” ifadesi gibi sonuçları problemli bir kullanımdır.

Bildirimlerimizin doğruluğuyla ilgili temel soru şudur: Bir bildirim ne zaman doğrudur? Eğer kendimizi “basit ve doğrudan” bildirimlerle sınırlarsak, felsefede bu soru şöyle cevaplanır: Olgu durumlarına uygun olduğunda.[10] Bir cümlenin yaygın Fransızcayla yazıldığını söylediğimizde bu, olasılıkla yanlış değildir. İtiraf etmeliyiz ki, gerçekte her şeyin yanlış olmasını düşünemeyiz.

Problem şudur: Cümleler kelimeleri ve sözel ifadeleri içerir; kelimeler ve sözel ifadeler hem betimleme hem de kanıtlama aracıdır; hatta genellikle aynı anda her ikisine de yarar. Felsefede betimseli kanıtlayıcı (tümeller teorisi) veya kanıtlayıcıyı betimsel (monadlar teorisi) kabul ederiz. Bir cümleyi bir kelimeden veya bir ifadeden ayrırız. Bunun anlamı şudur: Cümle minimum bir kanıtlayıcı, sözel bir ifade (aynı zamanda Aristoteles’in referansı) içerir. Fakat kanıtlayıcı, gösterici uylaşımlar (parmakla gösterme vs.) sözel değildir. Onlar cümle olmayan tek bir kelimeyle bildirimde bulunmamızı sağlar. Bu nedenle göstergelerin dili (örneğin trafik işaretleri) tümüyle farklı ögeleri hem betimsel hem de kanıtlayıcı olarak kullanır.[11]

Yukarıda söylediğimiz gibi, Austin iki uylaşım kabul eder:

1. Betimsel uylaşım: Bu, kelimeleri ve cümleleri dünyada rastladığımız durumların, nesnelerin, olayların türleriyle ilişkilendirir.

2. Kanıtlayıcı uylaşım: Bu, kelimeleri ve cümleleri, dünyada rastladığımız olmuş-bitmiş durumlarla ilişkilendirir.

Kanıtlayıcı uylaşımların belirttiği nesne durumu, betimsel uylaşımların ifade ettikleri cümleyle aynı türdeyse, bildirim doğrudur.[12]

Austin “aynı türde “ile şunu söylemek ister: “Standart nesne durumlarına yeterince benzeyen”. “Aynı tür”ün anlamı şöyledir: “X olgu durumu, Y olgu durumuna benzer.” Sonuç olarak bir önermenin doğru olması için bir olgu durumunun aynı türde diğer olgulara benzemesi gerekir. Ancak bu benzerlik doğal olmalıdır. “Bu kırmızıdır.” demek, “Bu, şuna benziyor.” ya da “Bu, kırmızı denen şeylere benziyor.” demekle aynı şey değildir. Nesnelerin birbirine benzediğini görebilirim; fakat onların aynı olduklarını göremem. Nesnelerin aynı renk olduklarını söylediğimde, işin içine uylaşım girer.[13]

Filozoflar olguya uygunluktan söz etseler de bu uygunluğun ne olduğu üzerinde durmazlar. Austin demektedir ki, bir önermenin olgu durumuna uygun olduğunu söylemekle yetinemeyiz. Bu kavramı analiz de etmeliyiz. O bu kavramı “doğruluk” adlı makalesinin dipnotunda analiz eder. Bir olgu durumunun formülasyonu şudur: X, Y ile aynı özelliktedir.

Doğruluk kelimelerin anlamına yüklenemez. Austin’in doğruluğu anlamlı ve kesin önermelere yükleyen felsefeyi eleştirir. Ona göre “Bu önerme doğrudur.” demek hiç de lengüistik ve gerçek olgulara gerekli titizliği göstermek değildir.

Kelimeler ya da cümleler anlamlıdır ya da anlamsızdır. Eğer onlar bir referansa sahipse ya da bildirimin parçası ise anlamlıdır.[14]

Kuşkusuz kelimeyi, bazı şeyleri söylemek için kullanırız. Doğru veya yanlış olan, kelimelerin anlaşılma biçimi değil; fakat anlaşılmalarıdır. Peki, onların anlaşılma biçimleri neye bağlıdır? Cevap şudur: Onların kullanılma biçimine. Doğruluk böylece bir sözce tarafından belli bir kullanımda söylenen şeye ilişkindir.

Olmuş-bitmiş durumlardan, olaylardan vs., genel olarak dünyadan söz etmek için “olgular” kelimesini kullanma problemlere yol açar; çünkü olgu, “Olgu P’dir.” veya “Bu bir P olgusudur.” ve “P olgusu” gibi ifadelerdeki kullanımlarıyla özdeştir. Bütün bunlar şu anlama gelir: “P’dir, demek doğrudur.”[15]

“Olgu” kelimesinin çeşitli kullanımları dikkate alındığında iki şeyi saptayabiliriz:

1. “Olgu”, doğru bir bildirimde bulunmak için, sadece bir bildirimde bulunmaktan ibaret bir kelimedir. Örneğin bir dedektif şöyle desin: “Olaylara bakalım!” Bu durumda o, halıda dört ayak üzerinde yürümeye çalışmaz; bu sözüyle bir olaylar serisini açıklamaya başlar; olayları yeniden kurar.

2. Her bildirime uyan sadece tek bir olgu vardır. Tıpkı bütün kafaların her birine uyan tek bir şapka olduğu gibi.[16]

Bunlardan (I) biçimselci teorilerdeki ya da “tutarlılık” teorilerindeki yanlışlara; (II) ise uygunluk teorilerindeki hatalara götürür.[17]

Austin bildirimi ve cümleyi ayırmaya özen gösterir; analizlerini sadece bildirimlere dayandırır; bildirimlerle farkını açıkça göstermediği ifadelerden uzak durur. Bildirimlerin üç ifade biçimi vardır:

P ile sembolize edilen, “Kedi paspasın üzerindedir.”

DP ile anlatılan “Kedinin paspasın üzerinde olduğu doğrudur.”

BK sembolize edilen “Bildiriyorum ki,”dir.

Austin cümlelerle farklarını belirlemekte zorluluk çektiğimiz ifadelere şu örnekleri verir: “Sezar keldi.”; “Katırlar kısırdır.” Bunlar görünüşte bildirimler gibiyse de bildirimlerden ayrıdır; çünkü “Sezar keldi.” ifadesi tarihsel bir durumu belirtmektedir. “Katırlar kısırdır.” cümlesi ise referanssızdır. Filozof bunları hangi kategoriye koymak gerektiğini kendine sorar ve şu cevabı verir: Bunları varoluşsal, genel ve koşullu türde bildirimler gibi görebilirim. Bu tür bildirimler, doğruluk probleminden çok, anlam problemi ortaya çıkarır.

Bir bildirim doğru olduğunda kuşkusuz bir nesne durumu vardır. Bu durum doğru bildirimden tümüyle ayrıdır ve onu doğru yapar. Fakat şu da kesindir: Bu nesne durumunu sadece kelimelerle betimleyebilirim. Kaygılı olduğumu söylemenin doğru olduğu durumu betimleyemem. Yine de kaygılı olduğumu bildirmem ile kaygılı olmam arasında derin bir uçurum vardır.[18]

Doğru betimler ve doğru açıklamalar, örneğin doğru cevaplar gibidir; yalnız doğru bildirimler toplamıdır ya da onların türüdür. Bu durum önermelerin gerçekten doğru olduklarını söylediğimiz anda önermelere de uygulanır. “Doğru” yüklemi, “geçerli” anlamında akıl yürütme için de uygundur.

“Olgu”yu doğru bir bildirim ve nesne durumu arasında bir ayrım yapmadığımız durumlarda kullanırız. Bu gündelik hayatta genellikle bir avantajdır; fakat özellikle doğruluk problemini tartışırken felsefede pek de yararlı değildir. Şöyle bir soru soralım: “P” olgusu, “Doğrudur ki, P”, bildirimi midir? Ya da doğruluğun ne hakkında olduğunu söyleme midir? Bu soru saçma sorulara yol açabilir. Aynı şekilde şöyle sorabiliriz: ‘Fil’ kelimesini mi ya da ya da ‘Hayvan’ı mı gösteriyoruz? Kelimeyi mi ya da hayvanı mı yazıyoruz? Buna karşılık şunu sormak saçmadır: Kelimeyi mi ya da hayvanı mı betimliyoruz? Çünkü bir fili betimlemek hem kelimeyi hem de hayvanı içeren bir işlemin kesin ve tam betimini yapmaktır. Böylece “Bu olgudur.” demek hem kelimeyi hem de dünyayı içeren bir durumdan kesin ve tam bir biçimde söz etmektir.[19]

“Uyum” kavramı bazı problemler ortaya çıkarır; çünkü ona bazen çok sınırlı bir anlamı bazen de çok çeşitli anlamlar yükleriz bazen de bağlama uygun olmayan anlamlar veririz.[20] Bir bildirim, belli terimlerle yapılır ve belli bir referansı vardır. Bu durumda kelimeler (cümleler) ve durum, olay türü arasında bir korelasyon vardır. Bu korelasyon “uyum”un özüdür. İfadeler ve durum arasında korelasyon varsa o zaman bildirim kesinlikle ve tümüyle uylaşımsaldır. Herhangi bir durumu ifade etmek için doğru olmak koşuluyla sembolü seçmekte özgürüz.[21]

İlkel dilde bildirimin anlamı “Özgürlük halkın tercihidir.” bildirimiyle aynı derecede doğrudur. İlkel bir dilde, en gelişmiş bir dildekiyle aynı duruma ilişkin doğru bildirimler yapılabilir. Doğru bir bildirimde bulunmak için kullanılan kelimeler durumun özgünlüğünü yansıtmak zorunda değildir. Bir cümlenin cümle olmak ve bir kelimenin kelime olmak için yazılı olmaları dışında ek bir prosedüre ihtiyaçları yoktur. Bunun gibi, bir bildirimin realitenin çokluğunu, yapısını ya da biçimini yansıtması gerekmez. Varsayalım ki, bildirim bunları yansıtsın; o zaman dilin özelliklerini dünyada bulma hatasına düşeriz.[22]

Bir dilin gelişmişlik derecesi ve realiteyi ayrıntılı biçimde ifade etmesi doğru orantılıdır. İlke bir dil realitenin zenginliğini ve karmaşıklığını gelişmiş bir dil kadar mükemmel aydınlatamaz. Dil ne kadar çok ilkel ise, betimde kullanılan kelime o kadar azdır; hatta betim için sadece tek bir kelime kullanılır. Bu durum, o kelimenin sözünü ettiği şeyin anlaşılmasını imkânsız yapar; alışılmadık ya da önceden görülmedik durumları kavramaya izin vermez.[23]

Şunu da önemle belirtelim: Bir dil çok gelişmiş olabilir; ancak bu, onunla yapılan her bildirimin doğru olacağı anlamına gelmez. En gelişmiş bir dille ifade edilse de bir bildirim yanlış olabilir. Bildirim aracının durumuyla aracın doğru kullanılması ayrı ayrı şeylerdir. Dilin gelişmişliğinin bildirimdeki rolü, onun daha kolay ifade edilmesini ve daha kolay anlaşılmasını sağlamaktır. Gelişmiş bir dil dünyadaki özellikleri daha iyi yansıtmaya izin verir. Sonuç olarak gelişmiş bir dille yanlış, ilkel bir dille doğru bildirim yapılabilir. Uylaşımsal kelimelerle yapılma; bildirimin doğruluğu buna bağlıdır.[24]

Resimler, kopyalar, fotoğraflar doğru değildir; çünkü onlar doğal ya da mekanik araçlarla elde edilen röprodüksiyonlardır. Öte yandan röprodüksiyonlar tıpkı özet gibidir. Bir röprodüksiyon tıpkı bir plağın ya da transkripsiyonun orijinaline benzediği kadar orijinaline benzer olabilir ve bu benzerlik kesindir. Fakat bir tartışmanın özetinin doğru olmasına benzer biçimde doğru olamaz. Tıpkı bunun gibi herhangi bir şeyin doğal göstergesi çok otantik ya da pek de doğal olmayabilir. Oysa herhangi bir şeyi belirten yapay gösterge kesin ya da yanlış olabilir.[25]

Doğru bir ilişki ve uygun imge arasında pek çok ara durum vardır. Bunu haritalar örneğiyle açıklayabiliriz. Kuşkusuz haritalar imgelerdir; ama bu imgeler uylaşımsaldır. Bir harita bir bildirim gibi açık, kesin veya hatalı olabilir. Peki, harita niçin “doğru” veya abartılı olamaz? Harita yapmak için kullanılan sembollerin ve bildirimde bulunmak için yararlanılan sembollerin farkı neden ibarettir? Bir kuşbakışı, bir harita değilse neye benzer? Bir harita ne zaman bir diyagram olur? Bu soruları cevaplamak önemlidir; çünkü doğruluk problemini aydınlatmada anahtar rolü oynar.[26]

Austin bundan sonra doğruluk konusunda bazı önemli yanlışlara işaret eder. Bu yanlışlar şu üç düşünceden ibarettir:

1. Bir bildirim “doğrudur.” demek, ek bir bildirimde bulunmak değildir.

2. “P, doğrudur.” şeklindeki bütün ifadelerde “doğrudur” mantıksal açıdan fazladandır.

3. Bir önermenin doğru olduğunu söylemek sadece onu bildirmektir ve onun yanlış olduğunu söylemek sadece onun çelişkisini söylemektir.[27]

Austin’in bu sözcelerdeki problemlerle ilgili görüşleri şöyledir:

Bir P bildirimi P’yi içermeyen dünyaya ya da dünyanın bir bölümüne başvurur. Oysa “P, doğrudur.”, P bildirimini içeren dünyaya veya dünyanın bir bölümüne başvurur. Diğer deyişle “P, doğrudur.” P’dir”in başvurmadığı bir şeye başvurur.[28]

Bütün bu açıklamalardan sonra Austin, şu sonucu ortaya koyar: Şöyle bir iddia vardır: “Bir bildirim doğrudur.” demek, yeni bir bildirim değildir. Oysa bize göre “P, doğrudur.” demek, “P olduğunu bildiriyorum.” demekten hiç de farklı değildir. Austin bunu bir hırsızlık örneğiyle somut biçimde gösterir: Eğer M. Q. bir pankarta “M. W. Hırsızdır.” diye yazarsa, mahkeme önce M. Q’nun bildiriminin iftira olup olmadığına karar verir. Eğer mahkeme iddianın iftira olmadığına karar verirse, sonra M. W’nin hırsız olup olmadığını araştırır. Mahkemede dava sırasında ve M. Q’nun pankartı hiç dikkate alınmaz ve mahkeme uzun soluklu bir süreçtir. Her iki yargıda aynı verilerin söz konusu olduğu söylenemez.[29]

Şunu demek daha doğrudur: Her ne zaman P bildirimi doğru ise, “P bildirimi doğrudur.” da “doğrudur” ve aynı şekilde her ne zaman P bildirimi yanlışsa, “P bildirimi, doğrudur.” da yanlıştır.

 Genellikle şöyle bir tez vardır: İki bildirim her zaman birlikte doğru veya her zaman birlikte yanlış ise, aynı şeyi belirtirler; bu nedenle “doğrudur.” ifadesi mantıksal açıdan gereksizdir. Austin’e göre bu, tümüyle doğru değildir; çünkü tek başına düşünülen bir bildirimde “doğrudur”un niçin gereksiz olduğunu açıklayamaz.[30]

Austin bu saptamasından sonra felsefede doğru konusunda düşülen hatalardan birine dikkat çeker:

Biliyoruz ki, felsefede “gerçek” ya da “var olmak” gibi olağanüstü, içerikleri belirsiz kelimeler vardır; felsefedeki hataların nedeni, “kırmızı” veya “homurdanmak” gibi gündelik dilin kelimeleri için geçerli olan şeyin “gerçek” ya da “var olmak” gibi olağanüstü kelimeler için de geçerli olduğunu düşünmektir. “Doğru” da açıkça bu olağan üstü kelimelerden biridir.[31]

Doğrudur ki, P” bildiriminin bir “olgu”yu betimlediğini düşünürüz; böylece bildirim ve dünya arasında bir ilişki kurarız.” Ancak bu ilişkinin bir “olgu” olduğunu söyleyemeyiz; çünkü bu ilişki doğal, gözlemlediğimiz ve zorunlu bir ilişki değildir. “Bildiriyorum ki, P” ve dünya arasındaki ilişki “Bildiriyorum ki, P, doğrudur şeklinde ifade edilebilir ve tümüyle uylaşımsaldır; düşünce tarafından kurulmuştur.[32] “Bildirim ve dünya arasındaki ilişki bir olgudur.” dediğimizde “olgu” kelimesinin anlamını isteğimize göre değiştirdiğimizin de bilincindeyiz

Oysa “olgu” doğal, değişmez ve isteğimize göre biçimlendirilemeyen olaylardır. Biz bazen “Fil kelimesi, ifade ettiği şeydir.” deriz ve bunu da bir olgu diye nitelemeyiz.[33]

“Bildirimle dünya arasındaki ilişki olgudur.” demenin bir başka önemli sonucu vardır: “Yanlış”ı ve “değilleme”yi karıştırmak. Buna göre “O, evde değildir.” demek, “Onun evde olduğu yanlıştır.” demek gibi bir şeydir. Değillemeyi açıklamaya çalışan pek çok filozof şunu ileri sürer: Değilleme ikinci basamaktan bir olumlamadır. Örneğin “O, evde değildir.” doğru değildir.” Fakat onlar yanlışlığı açıklamak istediklerinde demektedirler ki, bildirimin yanlış olduğunu söylemek, sadece onun çelişkisini ifade etmektir.[34]

Austin’e göre bildirim ve değilleme aynı düzeydedir. Bunun anlamı şudur: Bunlara ilişkin uylaşımları içermeyen hiçbir dil yoktur. Bildirimin ve değillemenin her ikisi de dünyaya dair bildirimlere değil; doğrudan doğruya dünyaya referansta bulunur. Oysa bir dil, “doğru” ve “yanlış” diyebileceğimiz durumlara yol açan mekanizmadan yoksun olabilir. Doğruluğa ilişkin her tatmin edici teori, yanlışlığı da açıklayabilmelidir. Eğer açıklayamazsa, o zaman yanlışın mantıksal açıdan fazla olduğunu söyleyebiliriz.[35]

“Yanlış olmak”, olgu olmayana uygun olmak değildir; bir olguya kötü şekilde uymaktır. Yanlış olan bir bildirim, kötü şekilde uyduğu bir olguyu betimlemediğinden, bazıları yanlış bildirimi hangi olguyla karşılaştıracaklarını söyleyemezler; çünkü onlar her lengüistik uylaşımın betimsel olduğunu düşünürler. Fakat bildirimin referansta bulunduğu durumu belirleyen, kanıtlayıcı uylaşımlardır. Oysa yanlış olan bildirimin uylaşımsal referansı yoktur. Hiçbir bildirim, referansta bulunduğu şeyi ifade edemez.

Bir başka araç şunu anlamaya izin verir: “Doğrudur.” ifadesi, mantıksal açıdan fazladan değildir. Öte yandan “doğru” ve “yanlış”la aynı sınıfa ait pek çok sıfat vardır. Öyle ki, bunlar da kelimeler ve dünya arasındaki ilişkiye dairdir; yine de kimse bunları mantıksal açıdan gereksiz göremez.[36] Örneğin diyoruz ki, bir bildirim, abartılı, kapalı ve belirsiz; bir betim kesinlikten uzak, yanıltıcı veya yetersiz olabilir; bir açıklama çok genel olabilir. Bütün bu durumlarda bildirimin sadece “doğru” veya “yanlış” olduğunu söylemekle yetinmeyiz. “Belfast Londra'nın kuzeyindedir.”, doğru mudur ya da yanlış mıdır?” Samanyolu sahanda pişmiş bir yumurta biçiminde midir? “Beethoven alkolik miydi?” Wellington Waterloo Savaşı'nı kazandı mı?”[37]

“Bu doğru mudur?” gibi doğrulama amacı güden, tedbir amaçlı bir soru, aklın sınırlarını aşmamalıdır; ulaşmayı düşündüğümüz niyetlerle ve amaçlarla ilgili olmalıdır.[38]

Bu bildirimlerin hem boyutları hem de dereceleri değişir. Bu bildirimler olgulara az veya çok yaklaşık biçimde farklı tarzlarda ve farklı durumlarda farklı amaçlarla şöyle veya böyle uyar. Hepsine uyan gelişmiş genel bir test yoktur.[39] En gelişmiş dil bile anormal durumlarda uygun ifadeyi kullanmaya izin vermeyecektir; yeni keşifleri gerçekleştirmeyi sağlamayacaktır. Köpeğin ineğin çevresinde dönmesi doğru mudur? yanlış mıdır? Bir bildirimin içeriği değiştirildiğinde veya farklı bir alana taşındığında ne doğrudur ne de yanlıştır. Örneğin ekmek karşımda ise, ekmeğin göstergelerine dair bir bildirim doğru veya yanlış olamaz.[40]

“Doğruluk” tıpkı özgürlük gibi bir idedir; nasıl ki, insan davranışından söz ettiğimizde “özgürlük” idesini düşünüyorsak, bir bildirimde bulunduğumuzda da “doğruluk” idesini hatırlarız. Bir eylemin özgürce yapılıp yapılmadığını belirlemeye çalıştığımız­da bunu başaramayız. Buna karşılık bu konuda kullanılan zarfları (kazara, istemeden, dikkatsizlikle vs.) düşündüğümüzde, bu eylemi özgür veya değil diye nitelemek pek de doğru değildir. Özgürlük gibi doğruluk de asgari düzeydedir ya da aldatıcı bir idealdir (doğruluk sadece Waterloo Savaşı'na veya Boticelli’nin İlkbahar’ına[41] dair doğruluktur.)[42]

Bir bildirimin “doğru olma”yı amaçladığını düşünmek naivdir. Öte yandan her bildirimin “doğru olma”yı gerçekten amaçlayıp amaçladığını araştırmak da ilki kadar naivdir. “Her önerme doğru ya da yanlış olmalıdır.” şeklindeki mantık ilkesi uzun zaman en basit, en inandırıcı ve en yaygın hata oldu. Bu ilkenin etkisiyle filozoflar “tüm önermeler”i gözlem ürünü olan “Şu şey kırmızıdır.” bildirimi modelinde yorumladılar.[43]

Son zamanlarda şunu fark ettik: Gramatikal özelliklerinden dolayı emirler ya da sorular kategorisine koyamadığımız pek çok bildirim, gerçekte betimsel değildir; doğrulamaya veya yanlışlamaya da izin vermez. O zaman bir ifade hangi durumda bir bildirim değildir? Cevap şudur: Bir ifade bir hesaplamada formülse, performatif bir sözceyse, bir değer yargısıysa, bir tanımsa, bir kurgu eserinin bir parçasıysa, bildirim değildir.[44]

Problem şuna karar vermektir: Bu yanıltıcı durumlara nereye kadar bildirimler demeyi sürdüreceğiz? “Doğru”yu ve “yanlış”ı ne ölçüde farklı anlamlarda kullanabiliriz? Austin bu soruları sorduktan sonra görüşlerini şöyle açıklar:

Benim düşüncem şudur: Bir yanlış kullanımın farkına vardığımızda ona “bildirim” dememeliyiz ve onun doğru ya da yanlış olduğunu söylememeliyiz. Gündelik hayatta çoğu zaman, filozoflar ve gramerciler söylese de (onlar “doğru”yu ve “yanlış”ı “önermeler”e ilişkin blok kelimeler olarak kullanırlar) biz, onlara bildirimler demiyoruz. “Vaat ettiğinizi söylediniz” ile “Vaat ediyorum.” arasında bir ayrım yaparız. O zaman “Vaat ediyorum.” “Vaat ettim.” dediğiniz anlamına gelmelidir.[45]

“Vaat ettim.” bir bildirimdir “doğru” veya “yanlış” olabilir. Oysa “vaat ettiğinizi söylemiştiniz.” ne doğrudur ne de yanlıştır. Söylemek fiilini burada daha geniş bir anlamda kullanıyoruz. “Bunun güzel bir tablo olduğunu söylüyorsunuz.” ile “Bunun güzel bir tablo olduğunu ileri sürüyorsunuz.” arasında fark vardır. Üstelik matematik formüllerin ve geometri aksiyomlarının “doğ­ru” oldukları söylenemez. Onlar dünyaya dair bildirimler gibi görülemez.[46]

Kısaca söylersek şimdiye kadar incelediğimiz “Bu kırmızıdır.” modeli çöker; çünkü bildirimler bu modele benzese de, olgulara uymaz. Kelimeler de betimsel değildir. Fakat kelimelerin gerçekten betimsel oldukları başka durumlar da vardır. Bu başka durumlarda, “önerme” olgulara kesin olarak uygundur; ama bu uyma “Bu kırmızıdır.”dan başka türlü bir uymadır ve doğru oldukları iddia edilen aynı türde bildirimler de doğru olmalıdır.[47]

Dilimiz insanın zor durumlarında bile bu durumu anlatmak için icat edilmiştir. Sadece tanık olduğumuz nesne durumlarından değil; o zamana kadar görmediğimiz, örneğin gelecekteki nesne durumlarından söz edebiliriz. Herhangi bir şey hakkında şunu diyebiliriz. “Bu bir olgudur (doğru veya yanlış bir bildirim). Bildirimi doğru veya yanlış olacak şekilde yapmam gerekli değildir. Bir olasılıktan da söz edebilirim ve “Kedi paspasın üzerinde olabilir.” diyebilirim. “Kedi paspasın üzerinde olabilir.” sözcesi “Kedi paspasın üzerindedir.” sözcesinden farklıdır; çünkü hiç de bir bildirim değildir; çünkü doğru da yanlış da olamaz. “Kedi paspasın üzerinde olabilir.”, “Kedi paspasın üzerinde olmayabilir.” sözcesiyle uyumlu olabilir.[48] Kısaca söylersek “P’dir” önermesiyle “P olması olasıdır.” ifadesi farklıdır. “P’dir” diyebildiğimiz zaman, “Olasıdır ki, P” diyemeyiz. Tersi de geçerlidir. “Doğrudur ki,” ve “olasıdır ki,” aynı alana olgu alanına ait olsalar da birbirinden farklıdır.[49]

Bu kullanımlardan hangisi söz konusu olursa olsun, doğru bir bildirimde iki şey birbirinden ayrıdır: Olgu durumu ve olgu durumuna ilişkin doğru bildirim.

“Olgu” kelimesini kullanırken doğru bildirim ve bildirimin konusu olan nesne durumunu ayrırız. Bu durum her ne kadar gündelik dilde her zaman yararlı ise de felsefede pek de işe yaramaz. Karışıklığı önlemek için kelimeleri olgular gibi görmemelidir.

Bir bildirimin doğru olması için bir nesne durumu diğerlerine benzemelidir. Bu doğal bir ilişkidir. Fakat bu benzerlik, betim özelliği taşıyacak şekilde olmalıdır. O zaman artık doğal bir ilişki yoktur. Birbirine benzeyen hatta tam anlamıyla benzeyen şeyleri görebilirim. Onların aynı renge sahip olduklarını söylediğimde işin içine bir uylaşım girer. Bir kelimeden ve bir ifadeden ayrı olan cümle, kanıtlayıcı bir öğe içerir yani onun bir referansı vardır. Fakat cümledeki uylaşımsal ögeler lengüistik ögelerden ibaret değildir.

Austin’in “doğru” sıfatını ve “doğruluk” kavramını analiz ederken bir dizi önemli ayrımlar yapar. Onun bu ayrımları yapabilmesini mümkün kılan şey metafizik dili terk edip, gündelik dili kullanmasıdır.

“Doğruluk” kavramına ilişkin açık ve sade bir ifade ortaya koymak kolay değildir. Doğruluk çok genel bir ifadedir; pek çok şey için; farklı durumlar, amaçlar, niyetler ve muhataplar için; bunlar hakkında söylediğimiz şeyin uygun olduğunu anlatmak için kullanılır.

Gündelik dilimizdeki “doğru” kelimesinin yer aldığı ifadeleri analiz ettiğimizde şunu görürüz: Bunlar “Tam uygun”, “sadık” veya “kesin” sıfatlarının kullanıldıkları cümlelerden farklı bir anlam taşır. “Tam uygun”, “sadık” veya “kesin” sıfatları tasavvurla­ra, imgelere, resimlere, haritalara, fotoğraflara vs. uygulanır.

Austin “doğruluk”u Strawson’dan farklı olarak bir bağlamdaki doğruluk olarak düşünür. Bağlam, doğruluğu dünyada şu durumda söylenen bir şeye ilişkin bir yargının sonucu yapar. Oysa “doğru” sıfatı sadece yargılarla ilgilidir. Bir resmin aslına “tam uygun” olduğunu söyleyebilirim; ama “Bu resim doğrudur.” diyemem.” Doğruluk” kavramının analizinde bu durum önemlidir.[50]

Bir şeyi ne zaman ve hangi durumda söylediğimizi belirlemek yeterlidir; çünkü söylediğimiz şey, ortak bilgidir ve herkesçe kabul edilebilmelidir. “Doğruluk” kelimesi bir ad olarak, daha genel bir kullanıma sahiptir ve bu amaçla oluşturulmuştur. Bu kelime oluşturulurken, “doğru” ve “yanlış” kelimelerinin ilk ve temel kullanımları terk edilmiştir. “Doğru” kelimesinin kullanımı, “doğruluk”un ne olduğunu gerçekten anlamamıza izin verir. Üstelik “doğru” kelimesi sayesinde bu kelimenin mümkün değişik kullanımları arasındaki farkları da görebiliriz.[51]

Buradan hareketle diyebiliriz ki, doğru ya da yanlış olan, ister aktüel hayata isterse tarihsel duruma ilişkin olsun; sözce değil; fakat bir bildirimdir. Doğru olmayı ya da yanlış olmayı gündelik dilden öğrenirim. Öte yandan “doğru”nun ve “yanlışı”n ne hakkında olduğunu da gündelik dil sayesinde bilirim. Gündelik dil açısından doğruluk, söylediğim şey ve söylenen şey arasındaki bir bildirim ve bir olgu arasındaki ilişki de söz konusudur. Söylediğim şey doğruysa, o zaman söylediğim şey olgudur ya da durumdur.

Bazılarına göre “doğruluk” bir şeye uygunluk demektir. Oysa Austin’e göre “uygunluk” bazı problemler çıkarır; çünkü ona çok sınırlı ya da çok farklı anlamlar veririz. Uygunluğun en temel özelliği, şudur: Bir bildirim olmuş bitmiş bir duruma referansla ortaya konduğunda kelimeler veya cümleler ile olay ya da durum arasında bir bağlantı olması. O zaman uygunluk, kesinlikle uylaşımsaldır. Bu durumu betimlemek için betimin doğru olması koşuluyla herhangi bir sembolü seçmekte özgürüz. Örneğin “…i bildiriyorum” yerine bq (bildiriyorum ki, q” diyebiliriz.[52]

Austin daha sonra önermelerin doğruluk sorununu ele alır. Ona göre önermeler de tıpkı bildirimler gibi doğru veya yanlış olabilir. Ancak önermeler bildirimler gibi empirik gözlemin değil; genelleştirmenin bir sonucudur. Geometride veya felsefede önemli olan, önermelerde doğruluk lengüistik kullanımlara uygunluk anlamına gelmez; daha çok olgu durumuna uygun olma demektir.

Doğruluk kelimelere değil; söylenen şeye bağlıdır. “Doğru”, kelimeler, kelimelerden oluşan sözce ya da bazı kelimelerle anlattığımız geçmişe ilişkin sözce değildir; fakat kelimeleri kullanarak söylediğimiz şeydir yani kelimelerle anlatılan aktüel ya da tarihsel sözce içerikleridir.[53] Bir durumu ne kadar ayrıntısıyla düşünürsek, zavallı imgelerimizi uyandırmak ve disipline etmek için çok özel kelimeleri hatta can sıkıcı kelimeleri kullanmak zorunda kalırız. O zaman söylememiz gereken şey üzerinde anlaşmazlıklarımız azalır.

Austin göre olumlamanın ya da olumsuzlamanın dünya ile ilişkisi, doğrudan bir ilişkidir. “Kedi halının üzerindedir.” demek için önce kedinin halının üzerinde olup olmadığını düşünmem. Oysa “doğru” ve “yanlış” yüklemi dünyaya doğrudan yüklenmez. Olumlama ya da olumsuzlama, dünyadan söz eder. Oysa “doğru” ve “yanlış” yüklemleri dünyaya ilişkinin bildirimler, dünyaya dair söylediğimiz şey hakkındadır. Gerçekte yanlış olmak… olmamak değildir; fakat kötü bir tarzda olmaktır. Dünya ile kötü bir ilişki içinde olmaktır. Yanlış olan şey var olan şey hakkında var olmayan şeyi söyler. Austin bu düşüncesini desteklemek için şöyle der: Dünya ve kelimeler arasındaki ilişkileri ifade etmek için başka kelimeler de vardır: Bunlar “doğru” ve “yanlış” kelimeleriyle aynı rolü oynar. Bu kelimeler örneğin kapalı, abartılı, belirsiz gibi kelimelerdir. Austin şunu eklemeyi de unutmaz: Bu kelimeler fazla ya da gereksiz görülemez ve elenemez. Onlar, bildirimi nüanslara dayalı olarak ifade etmeye izin verir. “F, X’tir, bildirimi abartılmıştır.”

Austin, “Doğruluk” başlıklı makalesinin sonunda yukarıda görüşlerini verdiğimiz Strawson’ı eleştirir. Austin Strawson hakkında şu değerlendirmeleri yapar: Strawson, doğruluğun “semantik” bir açıklamasını reddeder. Onun gerekçesi de şudur: cümleler’den söz ederken “doğrudur.” ifadesini kullanamayız. Bu tezini de kendine göre titiz bir analize dayandırır. Ancak temellendirmeleri ne kadar sistematik olursa olsun, Strawson anlamı ve doğruluğu karıştırır. Onun açıklamaları bu karışıklığın kurbanıdır. “Doğrudur.” ifadesinin hiçbir şey’e yaramadığını, gereksiz olduğunu göstermek için yeterli değildir; çünkü “Doğrudur.” ifadesi, gerçekte bildirimlerden söz etmeye yarar. Austin’e göre Strawson yanılmıştır; çünkü o, bu görüşünü temellendirirken bildirimleri ve cümleleri ayırmaz. Oysa bildirim ve cümle birbirinden farklıdır. Bildirim bağlama sıkı sıkıya bağlıdır; ama cümle bağlı değildir; cümlenin doğruluğundan değil; bildirimin doğruluğundan söz edebiliriz.

Üstelik Strawson “mantıksal açıdan gereksizlik” fikrini daha ileri götürür ve şunu söyler: “P, doğrudur.” bir ek bildirimde bulunmak değildir. Fakat Strawson “P, doğrudur.” sözcesinin bir bildirimde bulunmaktan daha fazla bir şey yapmak olmasını da kabul etmez. Oysa Austin’e göre “P, doğrudur.”, “P’dir.” gibi bir bildirimi onaylamak ya da garanti etmek’tir.

 



*    Aléthéia Grekçe a olumsuzluk ekinden ve lethe’den oluşur. Aletheia’nın mitolojik bir ırmak, cehennem ırmağı olan Lethe ile benzerliği vardır. Lethe canlıların dünyasıyla ölülerin dünyasını ayırır. Gizli, nüfuz edilemez, ve kaygı verici bir alanı belirtir. Filozof teoria yoluyla letheia’yı aletheia yani gizli, bilinmez olanı açık ve bilinir hale getirir; nüfuz edilemeze nüfuz eder; hakikati ortaya çıkarır. Aletheia planı tanrısal plandır. Onun ayırt edici özelliği ölümsüzlüğü ve değişmezliğidir. Bu plan üremeye, bozulmaya, ölüme ve unutmaya maruz kalan insan varoluşuna karşıt, değişmez ve sürekli varlık planıdır.

** Romalı vali. Pilatus İsa’nın görevinin hakikate şahitlik etmek olduğunu duyunca bu mahkûmun Roma için hiçbir tehdit oluşturmadığı sonucuna vardı. İsa’ya “Hakikat de nedir?” diye sordu. Belli ki, o, hakikatin, üzerinde durulmaya değer olmayan, anlaşılmaz bir kavram olduğunu düşünüyordu. Peki, o hangi sonuca vardı? “Ben bu adamı suçlu bulmuyorum” dedi (Yuhanna 18:37, 38; Luka 23:4).

*** Austin burada “göz” ve “iğne deliği”yle kelime oyunu yapmaktadır. “Gramercinin devesi” “Gramercinin gözünden kaçamayan” demektir. Buradaki deve ise Matta İncili’ndeki İsa’nın şu sözlerini çağrıştırır: “Bir deveyi iğnenin deliğinden geçirmek, bir zengini göklerin krallığına sokmaktan daha kolaydır.”

*    Bu makale filozofun Fransızcaya Études de logiques et de linguistiques, édition du Seuil, Paris, 1977, adıyla çevrilen ve makalelerinden oluşan, kitabın 217-242. sayfaları arasında yayınlanmıştır.

*    Bireysel değişkenden başka değişkeni olmayan mantık sistemi. Örneğin “P’dir”

** Bir önermeye doğru veya yanlış özelliği yükleyen önerme. Örneğin, “P doğrudur.” Doğrudur.

[1]   Strawson, “Vérité”, dans Études de logiques et de linguistiques, Les éditions du Seuil, Paris, 1978 p. 219.

[2]   Austin, “Plaidoyers les excuses”, p. 141.

[3]   Austin, “Vérité”, p. 93.

[4]   Ibid., p. 94.

[6]   Ibid., p. 95.

[7]   Ibid., p. 96.

[8]   Loc. cit.

[9]   Ibid., p. 97.

[10] Loc. cit.

[11] Ibid., p. 98, dipnot.

[12] Loc. cit.

[13] Ibid., p. 99.

[14] Ibid., p. 95

[15] Ibid., p. 99.

[16] Loc. cit.

[17] Ibid., p. 100.

[18] Ibid., p. 100.

[19] Ibid., p. 100-101.

[20] Ibid., p. 101.

[21] Ibid., p. 101.

[22] Loc. cit.

[23] Ibid., p. 102.

[25]Loc. cit.

[26] Loc. cit.

[27] Ibid., p. 104.

[28] Loc. cit.

[29] Loc. cit.

[30] Ibid., p. 105.

[31] Loc. cit.

[32] Loc. cit.

[33] Loc. cit.

[34] Ibid. p. 106.

[35] Ibid., p. 107.

[36] Loc. cit.

[37]Loc. cit.

[38] Austin, “Autrui”, p. 59.

[40] Ibid., p. 108.

[41] 1445-1510 yıllarında yaşayan İtalyan ressam Sandro Botticelli’inin ünlü tablosu.

[42] Ibid., p. 108.

[43] Ibid., p. 109.

[44] Ibid., p. 109.

[45] Loc. cit.

[46] Ibid., p. 110.

[47] Loc. cit.

[48] Ibid., p. 110.

[49] Ibid., p. 111.

[50] Ibid., p. 103.

[51] Ibid., p. 92.

[52] Ibid., p. 101.

[53] Austin, “Plaidoyer les excuses”, p. 146.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder