DİLİN SINIRLARI VAR
MIDIR?
Bu konudaki tartışmalarla ilgili şu noktayı önemle vurgulayalım: Dilin
sınırları problemi dilin kendi yapısının doğrudan gözlemlenmesiyle ortaya
çıkmış değildir. Dil kimi filozoflar tarafından sınırlı görülmek dursun, bir
logos olarak evrenin sonsuz gücüdür ve yasasıdır. Ancak biz bu düşünceleri bir
kanıt gibi görmeyeceğiz. Asıl söylemek istediğimiz şey şudur: Dilin sınırlı
olduğu dilin kendi yapısından doğan problem değildir; ontolojik tartışmalardan
doğmuştur. Bazı filozoflar şu tezi savundular: Nesneler dünyasının dışında veya üstünde bir varlık alanı vardır. Bu varlık alanı var
olan her şeyin kaynağıdır; betimsel ifadelerle ve mantıksal çıkarımlarla değil,
doğrudan sezgiyle kavranır. Dilimizin
yüklem ifadeleri bu varlık alanını
anlatamaz; çünkü dilimiz sadece bu nesneler dünyasında olup biteni betimlemek
için icat edilmiştir. Burada mantıksal çıkarımlar da geçerli değildir. Mantığın
yasaları sadece bizim dünyamıza uygulanabilir.
Kısaca söylersek burada betim ve çıkarım yoktur anlamında mutlak bir
sessizlik vardır. Teknik terimle
söylersek ontolojik zorunluluk lengüistik sınırlılığın zorunlu nedenidir. Nasıl
ifade edilirse edilsin dilin sınırlı olduğu tezi ikincil bir öneme sahiptir; ontolojik bir problemin çözümünden
doğan ve amaçlanmayan bir sonuçtur; deyim yerindeyse, asıl hastalığın tedavisi
yapıldığında tedavi edilen ikincil bir hastalık gibidir. Bilindiği gibi bu
tez farklı terimlerle felsefede ve
değişik kültürlerde savunulmuştur.
Bu tezin ve ontolojik değil de psikolojik durumlara dayanan bir başka
versiyonu daha vardır. Bu sonuncu teze göre dilimiz duyumlamalarımızı ve duygularımızı anlatmada
yeterli değildir; daha doğrusu onları asla anlatamayız. Bir şeyi duyumladığımı
söyleyebilirim; ama duyumladığım şeyin betimini yapamam. Örneğin pembe bir
rengi duyumların ve duyumladığım rengin pembe olduğunu söyleyebilirim; ama
pembeyi tıpkı bir eylemi betimlediğim
gibi betimleyemem. Aynı şekilde duygularımızı üzülmek, sevinmek, umut etmek
beklemek, korkmak vs. gibi duygulanımlarımız da vardır. Duygulanımlarımızın
dille betimini yapamayız. Bunlar sadece yaşantılardır. Yaşantıların nasıl
olduklarını betimleyen bir terminolojimiz yoktur. O nedenle dilimiz sınırlıdır.
Bize göre bu sorun kötü ortaya konmuştur; daha doğrusu gerçek bir sorun
değildir. Bunu anlamak için gündelik hayattan benzer bir sorunu bir sistemin
örneğin organizmamızın sınırları
sorununu düşünelim. Organizmamız biyolojik aktivitelerimizi
gerçekleştirebilmemizi sağlayan mükemmel bir sistemdir. Bir sistemde ögeler
bütünün fonksiyonunu yerine getirecek şekilde organize olmuşlardır. Sistemle
ilgili problem fonksiyonlarının sınırı var mıdır? şeklinde ortaya konamaz. Sistem
doğası gereği varoluş amacını kusursuz gerçekleştirir. Sistemde kusurlar ve
ârızalar ortaya çıkabilir. Ancak bunlar giderilebilir ve düzeltilebilir. Ancak
kusurlar ve ârızalar sistemin yetersizliği sınırlılığı anlamına gelmez. Dil de bir sistemdir. Yukarıda değindiğimiz gibi dil metafizik için
ya da duygulanımları ifade etmek için icat edilmemiştir. Dilin amacı, bildirim
ve yaptırımdır. Bu amaç için icat edilmiştir. Dil dünyada olup biten bir olgu
durumunu bildirir veya dinleyene bir şey yaptırır. Dildeki problemler dilden
değil kullananlardan kaynaklanır. Doğru kullanıldığında bildirimi başarılı
şekilde gerçekleştirmeye izin verir. Bildirimdeki başarısızlık konuşanın
başarılı ifadelerin ölçütlerine uymamasından kaynaklanır. Yaptırım ifadeleri için de aynı şeyu
geçerlidir.
Burada şu önemli soruyu soralım: Örneğin “Buna üzüldüm.”, “Başarılı
olmana sevindim.” vs gibi sözcelerle ifade ettiğimiz psikolojik durumlarımızı yani duygularımızı
dille anlatamadığımıza göre bu durum dilin sınırları olduğu anlamına gelmez mi?
Bize göre bu soru doğru değildir; çünkü dil dediğimiz sistemin fonksiyonları
arasında bunları betimleme yoktur. Zihinsel durumlar yaşantılardır ve
iletilebilir içeriklere sahip değildir. Bu nedenle yaşantıların grameri kişinin
neyi yaşadığını birinci şahıs sözceyle ifade etmesidir. Konuşan kişi “üzülüyorum”, “istiyorum” vs. diyebilir; ama
bunların betimini yapamaz.
Sınır kavramı her şeyden önce kapasite kavramına bağlıdır. Kapasite de
daha üst kapasiteye oranla değerlendirilir. Örneğin bir otomobilin hızı bir
kapasite olsun. Eğer bundan az ya da çok hız yapabilen bir otomobil varsa o
zaman iki otomobilin hız kapasitelerini karşılaştırabiliriz. X otomobil, Y
otomobilinden daha hızlıdır ya da yavaştır diyebiliriz. Fakat tek bir otomobil
varsa hızını karşılaştırabileceğimiz başka bir otomobil yoksa o zaman bu tek
otomobilin kapasitesinin sınırlı olup olmadığını söyleyemeyiz.
Dil için aynı şey geçerlidir. Gündelik dilimizde bir dil, başka örneğin
uzaylıların dili varsa ve uzaylıların dilinde psikolojik durumlarımızı
betimleyebiliyorsa, o zaman “Bizim dilimiz uzaylıların dillerine göre
sınırlıdır.” diyebiliriz. Ancak sadece dünyamızdaki insanların dili vardır ve
bu dilin sınırlı olup olmadığını karşılaştırabileceğimiz dil olmadığından
dilimiz sınırlı mıdır? diye soramayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder