6 Ekim 2021 Çarşamba

DİLİN SINIRLARI PROBLEMİ

 

DİLİN SINIRLARI VAR MIDIR?

 


Dilimizin sınırları var mıdır? Soruyu metafizikçiler, mistikler mantıkçılar  çok tartışmıştır. Bu tartışmalar konuyu farklı noktalardan ele alsalar da ulaştıkları sonuç aynıdır: Dilimizin sınırları vardır. Dille sınırsız önermeler ortaya koyma imkanımıza rağmen dille betimleyemediğimiz, olgular, durumlar ve nitelikler vardır. Bu nedenle dilimiz, sınırsız önermeler üretme kapasitesine sahip olmasına rağmen sınırlıdır.

Bu konudaki tartışmalarla ilgili şu noktayı önemle vurgulayalım: Dilin sınırları problemi dilin kendi yapısının doğrudan gözlemlenmesiyle ortaya çıkmış değildir. Dil kimi filozoflar tarafından sınırlı görülmek dursun, bir logos olarak evrenin sonsuz gücüdür ve yasasıdır. Ancak biz bu düşünceleri bir kanıt gibi görmeyeceğiz. Asıl söylemek istediğimiz şey şudur: Dilin sınırlı olduğu dilin kendi yapısından doğan problem değildir; ontolojik tartışmalardan doğmuştur. Bazı filozoflar şu tezi savundular: Nesneler  dünyasının dışında veya üstünde  bir varlık alanı vardır. Bu varlık alanı var olan her şeyin kaynağıdır; betimsel ifadelerle ve mantıksal çıkarımlarla değil,  doğrudan sezgiyle kavranır. Dilimizin yüklem ifadeleri  bu varlık alanını anlatamaz; çünkü dilimiz sadece bu nesneler dünyasında olup biteni betimlemek için icat edilmiştir. Burada mantıksal çıkarımlar da geçerli değildir. Mantığın yasaları sadece bizim dünyamıza uygulanabilir.  Kısaca söylersek burada betim ve çıkarım yoktur anlamında mutlak bir sessizlik vardır.  Teknik terimle söylersek ontolojik zorunluluk lengüistik sınırlılığın zorunlu nedenidir. Nasıl ifade edilirse edilsin dilin sınırlı olduğu tezi ikincil bir öneme  sahiptir; ontolojik bir problemin çözümünden doğan ve amaçlanmayan bir sonuçtur; deyim yerindeyse, asıl hastalığın tedavisi yapıldığında tedavi edilen ikincil bir hastalık gibidir. Bilindiği gibi bu tez  farklı terimlerle felsefede ve değişik kültürlerde savunulmuştur.

Bu tezin ve ontolojik değil de psikolojik durumlara dayanan bir başka versiyonu daha vardır. Bu sonuncu teze göre dilimiz  duyumlamalarımızı ve duygularımızı anlatmada yeterli değildir; daha doğrusu onları asla anlatamayız. Bir şeyi duyumladığımı söyleyebilirim; ama duyumladığım şeyin betimini yapamam. Örneğin pembe bir rengi duyumların ve duyumladığım rengin pembe olduğunu söyleyebilirim; ama pembeyi tıpkı  bir eylemi betimlediğim gibi betimleyemem. Aynı şekilde duygularımızı üzülmek, sevinmek, umut etmek beklemek, korkmak vs. gibi duygulanımlarımız da vardır. Duygulanımlarımızın dille betimini yapamayız. Bunlar sadece yaşantılardır. Yaşantıların nasıl olduklarını betimleyen bir terminolojimiz yoktur. O nedenle dilimiz sınırlıdır.

Bize göre bu sorun kötü ortaya konmuştur; daha doğrusu gerçek bir sorun değildir. Bunu anlamak için gündelik hayattan benzer bir sorunu bir sistemin örneğin organizmamızın  sınırları sorununu düşünelim. Organizmamız biyolojik aktivitelerimizi gerçekleştirebilmemizi sağlayan mükemmel bir sistemdir. Bir sistemde ögeler bütünün fonksiyonunu yerine getirecek şekilde organize olmuşlardır. Sistemle ilgili problem fonksiyonlarının sınırı var mıdır? şeklinde ortaya konamaz. Sistem doğası gereği varoluş amacını kusursuz gerçekleştirir. Sistemde kusurlar ve ârızalar ortaya çıkabilir. Ancak bunlar giderilebilir ve düzeltilebilir. Ancak kusurlar ve ârızalar sistemin yetersizliği sınırlılığı anlamına gelmez.  Dil de bir sistemdir.  Yukarıda değindiğimiz gibi dil metafizik için ya da duygulanımları ifade etmek için icat edilmemiştir. Dilin amacı, bildirim ve yaptırımdır. Bu amaç için icat edilmiştir. Dil dünyada olup biten bir olgu durumunu bildirir veya dinleyene bir şey yaptırır. Dildeki problemler dilden değil kullananlardan kaynaklanır. Doğru kullanıldığında bildirimi başarılı şekilde gerçekleştirmeye izin verir. Bildirimdeki başarısızlık konuşanın başarılı ifadelerin ölçütlerine uymamasından kaynaklanır.  Yaptırım ifadeleri için de aynı şeyu geçerlidir.

Burada şu önemli soruyu soralım: Örneğin “Buna üzüldüm.”, “Başarılı olmana sevindim.” vs gibi sözcelerle ifade ettiğimiz  psikolojik durumlarımızı yani duygularımızı dille anlatamadığımıza göre bu durum dilin sınırları olduğu anlamına gelmez mi? Bize göre bu soru doğru değildir; çünkü dil dediğimiz sistemin fonksiyonları arasında bunları betimleme yoktur. Zihinsel durumlar yaşantılardır ve iletilebilir içeriklere sahip değildir. Bu nedenle yaşantıların grameri kişinin neyi yaşadığını birinci şahıs sözceyle ifade etmesidir. Konuşan kişi   “üzülüyorum”, “istiyorum” vs. diyebilir; ama bunların betimini yapamaz.

Sınır kavramı her şeyden önce kapasite kavramına bağlıdır. Kapasite de daha üst kapasiteye oranla değerlendirilir. Örneğin bir otomobilin hızı bir kapasite olsun. Eğer bundan az ya da çok hız yapabilen bir otomobil varsa o zaman iki otomobilin hız kapasitelerini karşılaştırabiliriz. X otomobil, Y otomobilinden daha hızlıdır ya da yavaştır diyebiliriz. Fakat tek bir otomobil varsa hızını karşılaştırabileceğimiz başka bir otomobil yoksa o zaman bu tek otomobilin kapasitesinin sınırlı olup olmadığını söyleyemeyiz.

Dil için aynı şey geçerlidir. Gündelik dilimizde bir dil, başka örneğin uzaylıların dili varsa ve uzaylıların dilinde psikolojik durumlarımızı betimleyebiliyorsa, o zaman “Bizim dilimiz uzaylıların dillerine göre sınırlıdır.” diyebiliriz. Ancak sadece dünyamızdaki insanların dili vardır ve bu dilin sınırlı olup olmadığını karşılaştırabileceğimiz dil olmadığından dilimiz sınırlı mıdır? diye soramayız. 

 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder