Resim teorisi
Wittgenstein’ın Tractatus’ta ortaya koyduğu dil teorisi, olasılıkla şu
formülle özetlenebilir: Önerme, gerçekliğin bir resmidir. Bu görüş resim
teorisi denen düşüncelerin temelidir. Wittgenstein resim teorisini önermelerin
doğasını aydınlatmak için ortaya koymuştur. Bu teori, felsefe tarihi, dil felsefesi,
mantık, zihin felsefesi, bilgi felsefesi sanat felsefesi ve iletişim teorisi gibi farklı alanlarda da etkili olmuştur; özellikle,
dilin ve temsilin doğası üzerine yapılan tartışmalarda önemli bir referans
noktasıdır. Resim teorisi, dilin ve dünyanın ilişkisi üzerine önemli bir
düşünce deneyidir; dilin anlamını, yapısını ve sınırlarını anlamada önemli bir
araçtır. Her ne kadar eleştirilse de resim teorisi, felsefe tarihindeki yerini
korumaktadır.
Wittgenstein
kendisini bir "görsel düşünür" kabul eder.
Sanırım benim önermelerim çoğunlukla
aklıma gelen görsel imgelerin betimlemeleridir.[1]
Wittgenstein felsefi problemleri hem
görsel hem de söylemsel yollarla ele alır; “imge”lerle düşünür. Çizimler,
şematik resimler ve grafikler onun için önemlidir. Bunları referans noktası,
karşılaştırma aracı ve kanıtlama yöntemi olarak kullanır. Wittgenstein’a göre imgeler bilme ve problemleri somutlaştırma aracıdır.
Nachlass'ta 1300'den fazla görsel malzeme vardır. Bunlar eskizler, teknik
çizimler, diyagramlar ve geometrik şekillerdir.
Peki, bu düşünce nasıl ortaya
çıkmıştır? Teoriyi açıklamaya geçmeden önce soruyu cevaplayalım.
Bu teorinin ortaya çıkışında şu altı
faktör etkilidir:
1. Frege ve Russell Etkisi
Wittgenstein, mantıksal analizin gücünü
Frege’den ve Russell’dan alır; Frege’nin anlam ve referans ayrımından,
mantıksal sisteminden etkilenmiştir. Bu etkiyle
önermelerin analitik olarak çözümlenebileceğini göstermiştir. Russell ise mantıksal atomculuğuyla ve Principia
Mathematica’da (1910-1913) kurduğu mantık ve matematik arasındaki
bağıntıyla[2] Wittgenstein’a dilin yapısını analiz etme
konusunda ilham kaynağı olmuştur.
2. Mühendislik ve Görselleştirme Deneyimi
Wittgenstein’ın mühendislik eğitimi alması
ve teknik çizimlerle ilgilenmesi, resim teorisini oluşturmasında etkili
olmuştur. Ona göre, dilin dünyayı bir resim gibi temsil etmesi, bir teknik
çizimin veya modelin bir nesneyi temsil etmesine benzer.
3. Mantık ve Dil Üzerine Yoğun Çalışmaları
Wittgenstein, 1910’ların başında
Cambridge’de Russell ile çalışırken mantığın ve dilin yapısını anlamaya
yoğunlaştı. Bu dönemde, bir önermenin dünyadaki olguları nasıl temsil
edebileceğini düşündü.
4. Savaş Deneyimi ve Felsefi Aydınlanma
I. Dünya Savaşı sırasında Wittgenstein,
cephede felsefi düşüncelerini derinleştirdi. Bu süreçte, dil ile gerçeklik
arasındaki ilişkiye dair bir içgörü elde etti. Savaş notlarında ve
mektuplarında, Tractatus’un temel kavramlarını geliştirdiği görülmektedir.
5) Hertz ve Boltzmann'ın Fiziksel
Modelleri
Wittgenstein, fizik teorilerinde
kullanılan modelleme yöntemlerinden de etkilenmiştir. Wittgenstein Hertz’in, Matematiksel
İlkeler adlı kitabının giriş bölümünden ve Boltzmann'ın doğa
bilimlerindeki temsili sistemlere dair düşüncelerinden yola çıkarak şu görüşü
öne sürmüştür: Belirli olgular mantıksal resimler oluşturur.[3]
6. Wittgenstein’ın bir gazetede
Paris mahkemelerinde otomobil kazalarını canlandırmak için modellerin kullanıldığını
okuması. Mahkemede oyuncak arabalar ve bebekler, gerçekleşip gerçekleşmediği
kesin olmayan olayları temsil etmek için kullanılmıştır. Bu modellerde hangi
oyuncağın hangi nesneye karşılık geldiği ve oyuncaklar arasındaki ilişkilerin
hangi gerçek ilişkileri temsil ettiği açıkça belirtiliyordu.[4].[5]
Ancak resim teorisi bu faktörlerin
bir bileşkesi değildir. Tıpkı bütünün parçalardan daha büyük olması gibi bu
teori çok özgündür; bu nedenle hâlâ etkilidir.
Resim teorisi, mantıkçı pozitivizmi ve
analitik felsefenin gelişimini çok etkilemiştir. Viyana Çevresi filozofları
(Schlick, Carnap vb.), Wittgenstein’ın etkisiyle, yalnızca doğrulanabilir
önermelerin anlamlı olduğunu savunan bir dil felsefesi geliştirmişlerdir.[6]
Resim teorisiyle Wittgenstein
1. Dil ve realite arasındaki ilişkiyi
açıklar;
2. Önermelerin anlamını belirler;
3. Dilin mantıksal yapısını vurgular;
4. Anlamlı ve anlamsız önermeleri ayırt
eder;
5. Dilin sınırlarını çizer;
6. Felsefenin görevini yeniden
tanımlar;
7. Dil felsefesinde devrim yapar.
Ancak, Wittgenstein daha sonraki döneminde bu teoriyi eleştirmiş ve Felsefi
Soruşturmalar’da dilin daha
pratik ve bağlamsal bir anlayışını geliştirmiştir. Buna rağmen, resim teorisi,
dil felsefesi tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır.
Resim teorisinin özü şudur: Basit adların (temel
göstergelerin) neyi temsil ettiklerini gösteren şey, önermelerdeki
kullanımlarıdır. Önermelerin mantıksal çerçevesi olmadan, bu göstergelerin bir
anlamı yoktur. Bir göstergenin anlamı, temsil ettiği nesnedir; bu anlam yalnız
ad ile nesne arasındaki bağı gösteren bir önermeyle açıklanabilir.[7]
Wittgenstein felsefesinin temeli, dil
ve gerçeklik arasındaki ilişkidir. O, bu bağlamda, mantıksal yapıyı
ve dilin temel bileşenlerini; resimlerdeki doğru ve yanlış ayrımını inceler; temsilin
referans sorununu ele alır. Referans ve temsil konularının birbiriyle iç içe geçmesine dikkat eder.
Wittgenstein Mantık Üzerine Notlar'da şunu söyler: Dil
ve gerçeklik, dilin ve dünyanın
yapıları, bir
önermenin biçimi ve olgu, bütün bunlar arasında
yapısal bir benzerlik vardır.
Resim teorisine bazen önerme teorisi denir. Resim
teorisi önermeler aracılığıyla ifade edilen şeye değil önermelerin temsil ettikleri şeye ilişkin
teoridir. Önerme neyi temsil eder? Anlamını nasıl belirler? Teori bu sorularna
cevap arar. Resim teorisi önermenin karmaşıklığını fark etmek ve anlamak için
bir araçtır.
Resim teorisinin hareket noktası, dille
resim arasındaki benzerliktir.
Önerme sadece resim olduğu ölçüde bir şey söyler.[8]
Buna göre, önerme ile gerçek durum
arasındaki bağ "mantıksal resim" aracılığıyla kurulur. Önermeler,
dünyadaki durumları temsil eden mantıksal resimlerdir (logische Bilder).
Mantıksal biçime sahip imgelere
mantıksal resim denir.
Eğer temsil biçimi
mantıksal biçim ise, o zaman bu resme mantıksal resim denir.[9]
Wittgenstein
gündelik anlamdaki resimlerden mantıksal
resme giden bir soyutlama süreci yaşar; bu soyutlama süreci hiyerogliflerden
alfabenin elde edilmesine benzer:
Önermenin özünü anlamak
için, betimledikleri olguları temsil eden hiyeroglifleri düşünelim.
Alfabetik yazı onlardan
türetilmiştir, ancak temsilin esas özelliği kaybolmamıştır.[10]
Görüldüğü gibi
hiyeroglifler, gerçekliğin yapısını yansıtan resimlerdir; nesneleri doğrudan
görsel benzerliklerle temsil eder. Alfabe bu doğrudan benzerliği kaybetse bile
temel "mantıksal biçimi" (olguları temsil yeteneğini) korur. Alfabenin
hiyerogliflerden daha soyut olması, olguları temsil etme gücünü zayıflatmaz;
yalnızca temsil biçimi değişir.
Wittgenstein
temsil ile mantık arasındaki kritik bağlantıya dikkat çeker.
Her resim aynı zamanda
mantıksal resimdir.[11]
Mantıksal resim
bir müzik partisyonu gibidir. Bir partisyon, besteyi doğru bir şekilde yansıtmak
için onun yapısını taşır. Tıpkı bunun gibi bir resim mantıklı ve anlamlı
olabilmek için temsil ettiği şeyin mantıksal yapısını korumalıdır.
Her imge
belirli ilişkiler içindeki ögelerden oluşur. Mantıksal biçim tıpkı resim gibi
ögeler arası ilişkilerle temsil edilebilir; bir yapıya sahiptir. Asıl bağlantı resim ile düşünce
arasındadır.
Olguların yalnızca
mantıksal resmi düşüncedir.[12]
Bir duruma
ilişkin resim veya model oluşturabiliyorsak, o durum "düşünülebilir"
demektir (3.001). Modeller "düşünme imkanları", yani temelde
düşüncelerdir ve Wittgenstein için belirleyici ölçüt bunların mantıksallığıdır.
Mantıksal resimde önemli olan, temsilin
biçimsel yapısıdır; resmin içsel yapıları ve bu yapıların gerçekliğe uygunluğudur.
Böylece resim ve önerme, bir yandan gerçek dünyadaki olgularla, diğer yandan
düşüncelerimiz arasında köprü oluşturarak temsil imkânını sağlar. Burada önemli
olan, geleneksel temsil teorilerindeki gibi basit bir "gösterme"
ilişkisi değil, birebir eşleşme ve yapıyı koruyan cebirsel koşullardır.
Wittgenstein (nesneler ve adlar gibi) gibi tekil öğelerin eşleştirilmesinden
çok, dilin ve dünyanın aynı mantıksal yapıyı paylaşmasını vurgular. Vurgulanan bu
ortak yapı, temsil ilişkisini mümkün kılar. "Resmetme", basit bir
benzetme veya betim değil, yapısal bir uyumu sağlamaktır.
??????????
Resim teorisine göre bir önerme
yalnızca dünyanın (olası) bir durumunu temsil etmekle (söylemekle) kalmaz, aynı
zamanda önermenin bileşenleri arasındaki mantıksal ilişkileri de gösterir. Bu
ilişkiler, önermenin anlamlı olmasının koşuludur. Wittgenstein, bir önermenin
ancak dünyanın "imgesi" olarak sunulduğunda doğru veya yanlış
olabileceğini belirtir. Ancak "imge" (*Bild*) kelimesi burada görsel
bir temsili (resim, çizim vb.) değil, bir karşılıklılık ilişkisinin imkanını
ifade eder.
Wittgenstein şöyle yazar:
Gramofon diski, müzikal düşünce, nota yazımı ve ses dalgaları,
dil ile dünya arasındaki o içsel tasvir ilişkisini (*abbildenden*) paylaşır.[13]
Wittgenstein'ın Tractatus döneminde
esas olarak "şematik" temsiller üzerinde durur. Ona göre portrelerde veya
günlük hayattaki resimlerde fiziksel
özellikler veya anlamlar önemlidir. Wittgenstein
sonraki çalışmalarında bu yaklaşımını daha da netleştirerek "resim"
yerine "plan" kavramını kullanmaya başladı. Burada "plan"
kelimesi en geniş anlamıyla ele alınır ve mantıksal ilişkileri açıklamada
merkezi rol oynar. Ona göre düşünce, uygulamaya konulan bir plandır;
düşünmek ise plan yapmak ve bu plan üzerinde çalışmaktır. Bu açıdan
bakıldığında, temsil etme bir tür plan oluşturma veya yapısal resimler yaratma
sürecidir.
Bu teori,
yalnızca görsel resimlerle sınırlı değildir. Burada "resim" kavramı,
gerçekliğin mümkün bir durumunu temsil eden herhangi bir şey olabilir: Bir
tablo, bir fotoğraf veya hatta bir müzik parçası.
Resim teorisine göre tablolar, portreler veya resimler,
cümleler, gibi anlam ifade eder.
Resmin kendisi bir olaydır.[14]
Resimler nasıl anlam ifade eder?
Ancak bu psikolojik bir olay
değildir. Resim, durumu mantıksal uzamda sunar.[15]
Resim teorisi Wittgenstein’ın dil oyunlarını keşfi gibi bir
anda ondaya çıkmamıştır. Filozof bunu farklı alanlardaki deneyimler sonucunda kabul
etmiştir.
benzerlik
Tractatus'ta resim teorisi, eş biçimliliğe
(isomorphisme) dayanır. Bir resmin, gerçeği temsil edebilmesi için gerçekle eş
biçimli yani aynı mantıksal yapıya sahip
olması gerekir.[16] Bu
görüş, dilin dünyayı nasıl yansıttığını anlamak için temel bir kavrayış verir.
Dil dünyayı resmederken, fiziksel
benzerlikten çok mümkün durumların
mantıksal mimarisini yansıtır, yapısal olana indirger. Wittgenstein,
"benzerlik" kavramını örneklerle açıklar, ancak bu açıklama yapısal
olana indirgeyerek yapılır.
Resim teorisindeki benzerlik, görsel
olmaktan çok mantıksaldır; somut olmaktan çok, soyuttur, bir müzik eseriyle
notalar arasındaki benzerlik gibidir. (Tractatus 4.014).
Bu teoride esas olan, yapısal eş biçimliliktir;
benzerlik ise ikincil bir önem taşır; benzerlik ikincil olsa bile, yapısal eş biçimliliğe
dayanır ve yapıyı somutlaştırır.
Bir
resimle resmedilen şey birbirine benzer.[17]
Bu benzerlik, dilin dünyayı doğru bir
şekilde temsil edebilmesini sağlar. Resim teorisi bu düşüncenin
derinleştirilmesinden ibarettir.
Benzerlik
düşüncesi resim teorisinin temelidir; benzerlik içseldir[18]
ve resmin resim olabilmesini koşuludur;[19]
önermeler olgu durumlarının
resimleri gibidir, diye düşünüldüğünde anlaşılabilir. Önermenin ögelerinin düzeni, resmettiği durumun
ögelerinin düzeniyle aynı olmalıdır. İşte bu yapısal benzerlik sağlandığında,
mantıksal sembol anlam kazanır ve gerçek
bir resim haline gelir
Wittgenstein'a göre, bir resim
(önerme), betimlediği olgunun mantıksal bir modelidir. Resim ile realite
arasındaki ilişki, tek tek öğelerin benzerliğinden çok, öğelerin birbirleriyle
olan ilişkilerinin (yani yapılarının) eşleşmesine dayanır. Bu, bir haritanın
araziye benzemesinden çok, haritadaki noktaların ve ilişkilerin arazideki
noktalara ve ilişkilere birebir karşılık gelmesi gibidir. Önermeler dünyanın olgularını fotoğraf gibi resmetmez, ancak onlarla aynı
mantıksal biçimi paylaşarak temsil eder.
Resim, realitenin
bir modelidir.[20]
Mantıksal Yapı
Bu nedenle resim
ister dilsel ifadeler isterse görsel ögeler olsun, önerme, olgunun mantıksal yapısını yansıtır. Tıpkı bir
resmin, resmettiği şeyin bazı özelliklerini yansıtması gibi, bir önerme de bir
olgunun bazı özellikleri bulunur. Ancak bu resmetme, birebir bir kopya
değildir. Resim, resmettiği şeyin özünü verir.
Resim teorisi,
gerçekliğin dil ve düşünce aracılığıyla nasıl temsil edildiğini açıklayan temel
bir araçtır. Resim, gerçekliğin mantıksal yapısını yansıtan bir model olarak
işlev görür.
Biz
kendimize olguların resimlerini yaparız.[21]
Dolayısıyla, resim teorisine göre, resim
ve realite aynı mantıksal yapıya sahiptir.
Örneğin "a, b'nin
yanındadır" önermesi, nesnelerin belirli bir düzenini temsil eder çünkü
önermedeki öğelerin ilişkisi (örneğin "yanında olma"), gerçek
dünyadaki nesnelerin ilişkisine karşılık gelir. Asıl olan benzerlik değil, “mantıksal
çerçevenin örtüşmesi”dir.
Bir resmin bir şeyi
temsil edebilmesi için, yalnızca bir ilişki kurması, parçalarının sayısının
aynı olması yetmez; resmin yapısı ve parçalarının düzeni, temsil ettiği şeyin
yapısıyla uyumlu olmalıdır. Resmin mantıksal yapısıyla gerçekliğin mantıksal
yapısı birbirine benzemelidir. Wittgenstein bu şöyle ifade eder:
Bir resim, kendi yapısına
uyan her gerçekliği yansıtabilir.[22]
Wittgenstein’a göre dünya, olgular
toplamıdır.[23] Olgular,
dünyadaki nesnelerin belirli bir yapı içinde bir araya gelmesinin sonucudur.
Dilin işlevi, olguları resmeden önermelerle dünyayı modellemektir.
Her resim, kendisini oluşturan ögelerin
belirli bir düzeni sayesinde anlam kazanır. Örneğin, bir resimdeki, bir tablodaki
veya fotoğraftaki öğelerin
(renkler, şekiller, çizgiler) düzeni, gerçekliğin belirli bir yönünü temsil eder. Tıpkı bunun gibi bir dilsel önermedeki kelimelerin dizilişi,
gerçek dünyadaki nesnelerin ilişkilerini yansıtır.
Dilsel ögelerin bu düzeni, mantıksal bir
biçimdir, bu biçim, resmin kendisi ve temsil ettiği durum arasında bağı kurar.[24]
Wittgenstein, Frege ve Russell'ın dil teorilerindeki
bir sorunu çözmeye çalışır. Bu sorun, yanlış önermelerin nasıl anlamlı
olabildiğidir. Örneğin, "Mars yeşildir" ifadesi yanlış olabilir ama
anlamlıdır. Russell bunu açıklayamamıştı. Wittgenstein, resim teorisiyle bu
soruna yanıt verir. Ona göre önermelerin iki yönü vardır. Birincisi, önermenin
"söylediği" şeydir. Bu, dünyadaki bir durumu temsil eder. İkincisi,
önermenin "gösterdiği" şeydir. Bu, onun mantıksal yapısıdır.
Önermeler, tıpkı resimler gibi gerçekliği temsil eder. Yanlış önermeler,
gerçekliğe uymayan resimler gibidir. Ancak yine de mantıksal bir biçime
sahiptir. Bu nedenle anlamlıdırlar. Resim teorisi, dilin yönelimliliğini ve yanlışlık
sorununu açıklar. Bunu, temsil yeteneği ile mantıksal yapı arasındaki ayrımla
yapar.
Resim kuramının en güçlü yönü, yanlışlığın imkanını yani bir
önerme yanlış olsa da nasıl anlamlı olabildiğini açıklamasıdır. Önermeler doğru
olduklarında gerçeklikle örtüşürler, ancak yanlış olduklarında bile
anlamlılıklarını korurlar. Russell’ın iki ilişkili yargı kuramı bu sorunu
çözememişken, Wittgenstein’ın kuramı bu konuda başarılı olmuştur.[25]
Wittgenstein’ın çözümü şudur: Önermeler, bileşenlerinin belli bir biçimde
birleşmiş olmasından dolayı olasılıkları betimler. Bu birleşimin olasılığı,
önermenin öğelerinin temsil ettikleri şeyleri yansıtmalarından kaynaklanır;
ayrıca bir mantıksal forma ihtiyaç yoktur .[26]
Bir önermenin tümüyle bir olguya denk düşmesi gerekmez.
Gerekli olan, önermenin öğeleri ile dünyadaki olguların öğeleri arasında
birebir bir karşılıklılık olmasıdır. Bu karşılıklı öğeler, benzer bir yapıda
ilişki içindeyse, önerme o durumu temsil eder—gerçekleşip gerçekleşmemesi
önemli değildir. Yanlış bir önerme kurmak, yalnızca var olan öğeleri gerçekte
birleşmedikleri bir biçimde birleştirmektir.[27]
Önerme öğeleri gerçekliğe aykırı değildir, ama bu öğelerin birleştirilme şekli
gerçekliğe aykırıdır. Bu tür önermeler, olası durumları temsil eder.
Wittgenstein’a göre, önermeler bu olası durumları betimleyerek temsil eder.[28]
Hertz’in yaklaşımıyla, resimler yalnızca mantıksal olasılığı temsil eder.[29]
(FBu tür temsil mümkündür çünkü önermeler doğrudan yalanlanamaz; yalnızca
onların betimledikleri durumun gerçekleşip gerçekleşmediği yalanlanabilir.[30]
Siyah-beyaz bir
fotoğraf ilk bakışta gerçek dünyaya benzese de, aslında kendine özgü bir temsil
sistemine sahiptir: Üç boyutluluk yoktur, renkler yalnızca gri tonlarla ifade
edilir ve nesneler orantılı görünse de gerçek boyutlarından farklıdır.
Fotoğraf, gerçekliği kendi kuralları ve sınırlı temsil yöntemleriyle yansıtan
özel bir yapıdır. Stilize bir çizimde ise benzerlik yalnızca belirli geometrik
ve metrik ilişkilerin korunmasına dayanır: Albüm imgesi masa imgesinin üstünde
yer alır, masa yüzeyi imgesiyle temas halindedir, ayak imgeleri masa yüzeyiyle
dik açı oluşturur - tıpkı gerçekte olduğu gibi. Burada temsil biçimi
değişmiştir; çizim artık renk ilişkilerini (fotoğraftaki gibi) değil, ancak
geometrik ilişkileri yansıtabilir. En soyut temsil düzeyine ise ilişkileri
genel olarak ele alan (mekansal ilişkileri mekansal yollarla değil) bir temsil
biçimiyle ulaşılır:
Düşünce,
imgelerin temsil ettikleri olgularla yalnızca en soyut anlamda bir yapıyı
(mekansal veya renksel değil) paylaştığı temsil sistemidir.
Resim,
gerçekliğin yapısını yansıtır ve bu yapı, resmin gerçekliği doğru bir şekilde
temsil etmesini sağlar.
Her
resmin, ne türden olursa olsun, gerçeklikle ortak olması gereken bir şey
vardır: mantıksal biçim, yani gerçekliğin biçimi.[31]
Bu ifade,
resmin sadece bir temsil olmadığını, aynı zamanda gerçek bir varlığı olduğunu
vurgular. Resim, dünya ile dil arasında bir köprü kurar.
Wittgenstein,
resmin ögelerinin gerçek dünyadaki nesnelere uygun olduklarını belirtir. Ona
göre resimde, resmin ögeleri nesnelerin yerini tutar. Resmin
ögeleri, örneğin dilin ögeleri belirli bir şekilde bir araya gelerek, resmin
olgusunu oluşturur. Aynı şekilde bir önermede
kelimelerin bir araya geliş biçimi, nesneler arasındaki ilişkiyi
gösterir.
Resmi
oluşturan şey ögelerin birbiriyle belirli bir ilişki içinde olmalarıdır.[32]
Wittgenstein’ın resim teorisi, yalnızca
dilin nasıl işlediğini değil, aynı zamanda dilin sınırlarını da belirler. Ona
göre, ancak resmedilebilir olan şeyler anlamlıdır. Yani, yalnızca dünya
içindeki olgulara ilişkin önermeler anlamlıdır.[33]
Wittgenstein'a
göre, bir önerme, dünyadaki bir olguyu resmeder.
Biz bu
resimleri olgulardan elde ederiz.[34]
Bir önermenin
anlamı, resmettiği olgudur. Eğer bir önerme bir olguyu resmedemiyorsa, o zaman
anlamsızdır. Bu nedenle, metafiziksel önermeler anlamsızdır, çünkü onlar hiçbir
olguyu resmedemezler.
Bir resim, gerçekte
var olmayan bir şeyi temsil edemez. Resim teorisi, birbiriyle bağlantılı üç
temel kavrama dayanır. Bir şeyin resim olarak kabul edilebilmesi için şu üç
kavramı içermelidir:
- Yapı: Resim, bir gerçekliği temsil eden bir olgu olduğu
için belirli bir yapısı olmalıdır. Bu yapı, ögelerin belirli bir düzenini
içermeli ve gerçek dünyadaki nesnelerin bir araya gelme tarzlarını yansıtmalıdır
(TLP: 2.14-2.15).
- Resimsel İlişki: Resimle temsil ettiği gerçeklik
mantıksal açıdan birbirine uygun ve aynı mantıksal çokluğa sahip olmalıdır
(TLP: 2.1513-2.1514).
- Resimsel Biçim: Resmin ögelerinin olası kombinasyonları, temsil
ettiği olgunun ögelerinin olası kombinasyonlarıyla uyumlu olmalıdır; hem
resim hem de temsil ettiği şey aynı yapısal olasılıkları (aynı resimsel
biçimi) paylaşmalıdır (TLP: 2.15-2.151, 2.16-2.17).
Wittgenstein'a göre, bir resmin parçaları ile temsil
ettiği şeyin parçaları eşleşmelidir. Bu eşleşme sayesinde resim, gerçekliği
doğru bir şekilde yansıtır. Ancak bunun mümkün olabilmesi için, resimdeki parça
sayısı ile temsil edilen şeydeki parça sayısı aynı olmalıdır. Çünkü her bir
resim ögesi ancak parçaları eşitse gerçeklikteki bir nesneyle bire bir
eşleşebilir. Wittgenstein bunu her resmin bir önerme olmasını dikkate alarak
söyler:
Bir önermede, temsil ettiği durumda olduğu kadar kesin olarak
ayırt edilebilir parça olmalıdır. [...] İkisi de aynı mantıksal
(matematiksel) çokluğa sahip olmalıdır.[35]
Resim teorisi, aslında
daha genel bir temsil teorisinin dilsel önermelere uyarlanmış halidir.
Wittgenstein bir resme dair bütün koşulları
önermelere de uygular; önermelerin gerçekliğin birebir resimleri ya da
modelleri olduğunu söyler.
Wittgenstein’a göre
bir önerme, düşüncenin duyularla algılanabilen halidir (TLP: 3.1). Düşünce ise,
gerçekliğin mantıksal bir tasavvurudur (TLP: 3). İlginç olan, düşüncenin de bir
olgu sayılmasıdır. Yani düşünce, belli parçalardan oluşan bir durumdur. Bu
parçalar, onu anlatan önermedeki kelimelerle birebir örtüşür. Wittgenstein bu
durumu Russell’a yazdığı bir mektupta şöyle açıklar:
Bir düşünce bir olgudur
[...] ve dildeki sözcüklere karşılık gelen parçalardan oluşmalıdır.[36]
Bir mantıksal sembol
tek başına bir resim değildir. O sadece bir olgudur ve her olgu otomatik olarak
resim sayılmaz, çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi her olgunun resimsel bir
yapısı yoktur. Bir mantıksal sembolün resim niteliği kazanabilmesi için, temsil
ettiği olguyla arasında özel bir ilişki olmalıdır:
Resim teorisi, dilin sınırlarını da belirler. Dil, sadece
olguları resmedebilir. Değer yargıları, ahlaki önermeler veya metafiziksel
ifadeler gibi olgusal olmayan şeyler dilin sınırlarının ötesindedir.
Resim teorisi gerçekte bir tür anlam otomatizmidir. Wittgenstein'a
göre, bir önermenin anlamı, dünyadaki olguların mantıksal
resmiyle (logical picture) otomatik olarak oluşur. Eğer bir önermedeki
göstergeler, temsil ettikleri nesnelerin birleşim imkanlarına uygun şekilde
düzenlenmişse, önerme otomatik olarak bir anlam taşır. Şimdi bu konuyu
açıklayalım.
Anlamın Otomatizmi İlkesi’ne göre bir dilin kelime
dağarcığı ve gramer kurallarına hakim olan biri, daha önce hiç duymadığı sonsuz
sayıda cümleyi anında kavrayabilir. Bu, Noam Chomsky'nin "türetici
gramer" dediği fenomenle ilgilidir. Belirli bir durumda kullanılmak üzere
birleştirilmiş göstergeler, tamamen farklı bir durumu temsil etmek için yeni
bir kombinasyon içinde kullanılabilir ve bu yeni kombinasyonu da hemen
anlayabilmemiz gerekir. Moritz Schlick, bu durumu şu şekilde ortaya koyar: İfadenin
(temsil etmeye karşıt olarak) temel özelliği, göstergelerin farklı şekillerde
birleştirilebilmesi imkanıdır. Bu, yalnızca belirli bir düzen (örneğin mekânsal
ya da zamansal) değil, genel olarak düzen – başka bir deyişle, "Mantıksal
Düzen" veya sadece "yapı" olarak adlandırılabilecek bir şeydir.[37]
Wittgenstein, bir önermenin yeni anlamlar üretebilme
yeteneğinin özünde olduğunu savunur:
Bir önerme, eski ifadelerle yeni bir anlam iletmelidir.[38]
Ayrıca, bir önermeyi anlama süreci bir görsel temsili
algılamaya benzer. Nasıl bir resimdeki nesneleri hemen tanıyorsak, bir
önermenin anlamını da (normal koşullarda) anında kavrarız. Ancak bu durum, dili
yeni öğrenenler için geçerli değildir; onlar için kelimelerin algılanmasıyla anlamın
kavranması arasında bir boşluk olabilir.
Eğer göstergeler,
temsil ettikleri nesnelerin birleşim imkanlarına gerçekten uygun bir şekilde
bir önermede birleşmişlerse önerme
otomatik olarak bir anlam iletir. Anlamın otomatik olarak iletilmesi bir kent
planının düzen bildirmesinden farklıdır. Kent planında, imkansız ve anlaşılmaz
bir mekan düzeni yoktur. Oysa günlük dildeki bir önerme, “mantıksal sentaks”ın
katı ve açık kurallarına uygun değilse son derece saçma bir ifade olabilir.
Gerçekten mantıksal gramer ya da sentaks kurallarına
uyan bir önerme yani göstergelerin mümkün birleşimi aynı zamanda doğası gereği anlamlıdır. Wittgenstein
bunu şöyle açıklar:
Mümkün bir gösterge aynı zamanda bir şey ifade
edebilmelidir. Mantıkta mümkün olan her şey aynı zamanda izin verilendir.[39]
Örneğin “Sokrates
özdeştir.” önermesini ele alalım. Burada bir adı (Sokrates), “özdeşle”
birleşir; “özdeş” görünüşte bir özellik belirtiyor gibidir. Ancak önerme anlam
taşımaz, çünkü “özdeş” kişinin bir niteliği değildir. Doğal dilin bir
zayıflığı, o da kelimelerin, mantıksal kurallarını çiğnemeden, anlamlarını
yitirecek şekilde bir araya getirilebilmesidir.
“Bir resimde ve temsil edilen şeyde, birinin diğerinin
resmi olması için, bir şeyin her iki yerde de aynen bulunması gerekir.”
Eğer bir resim
–veya bu durumda bir önerme–, dünyadaki olgularla, yani onun aynası olduğu
olgularla uyumluysa, o resim (önermesi) doğrudur. Eğer dünyadaki olgularla
uyumlu değilse, bu önerme yanlıştır. Böylece, bir önermeyi doğru veya yanlış
yapan şey, onun olgularla uyumlu olup olmamasıdır.
Önerme, dünyanın olası bir durumuna benzeyebilmeli ve
bu benzerlik, gerçeklikle fiili uyumundan bağımsız olmalıdır. İmgeyi oluşturan
şey, önermenin içindeki bu uyum potansiyelidir.
[1]
L. Wittgenstein, Denkbewegungen. Tagebücher 1930-1932 1936-1937, Frankfurt/M
1999, S. 58.
[2]
Russell, Bertrand & Whitehead, Alfred North. Principia Mathematica,
1910-1913.
[3]
Boltzmann, Ludwig. Wissenschaftliche Abhandlungen, 1909.
⁹ Wittgenstein, Tractatus, 4.001.
[4]
Glock, Hans-Johann. A Wittgenstein Dictionary. Malden, MA:
Blackwell Publishers, 1997, p. 300.
[5]
Finch, Henry Le Roy. Wittgenstein – The Early Philosophy: An Exposition
of the Tractatus. New York: Humanities Press, 1971, p. 13.
[6] Carnap, Rudolf. La construction logique du monde,
1928
[7]
Hunnings, Gordon. The World and Language in Wittgenstein’s Philosophy.
New York: Macmillan, 1988, 47.
[8]Tractatus,
4.03.
[9]
Tractatus, 2.181.
[10]
Tractatus, 4.016.
[11]
Tractatus, 2.182.
[12]
Tractatus, 3.
[13]
Tractatus, 4.014.
[14]
Tractatus, 2.141.
[15]
Tractatus, 2.11).
[16]
Wittgenstein, Tractatus, 2.16.
[17]
Tractatus,
4.012.
[18]
Tractatus,
4.141.
[19]
Tractatus,
2.161.
[20] Tractatus 2.12.
[21]
Tractatus,
2.1.
[22] Tractatus,
2.171.
[23] Tractatus, 1.1.
[24]
Hintikka, Jaakko. Wittgenstein: An Introduction. Oxford: Oxford University
Press, 1999, s. 67.
[25]
Glock, Hans-Johann. A Wittgenstein Dictionary. Malden, MA:
Blackwell Publishers, 1997, p. 298.
[26]
Glock, Hans-Johann. A Wittgenstein Dictionary. Malden, MA:
Blackwell Publishers, 1997, p. 299.
[27]
Glock, p. 299-300.
[28]
Finch, p. 3.
[29]
Finch, 10.
[30]
Finch, 65.
[31]
Tractatus 2.18.
[32]
Tractatus 2.14.
[33]
Tractatus,
4.001.
[34]
Tractatus,
2.1.
[35]
Tractatus, 4.04.
[36]
Notebooks 1914–1916, p. 130.
[37]
Bu konuda bkz. Schlick, Moritz, Allgemeine Erkenntnislehre Verlag
von Julius Springer Berlin, 1925, (özellikle §7 ve §28)
[38]
Tractatus 4.03
[39]
Tractatus, T 5.473.