ÖZGÜRLÜK VE BiR’iN İRADESI ÜZERİNE
1. Tanrılar konusunda, herhangi bir şeyin onlara
bağlı olup olmadığını da sormamız gerekmez mi? Böyle bir soru, daha çok
tereddütlü iradeye sahip ve güçsüz varlıklar olan insanları ilgilendirmeyecek
midir? Tanrıların her şeye güçlerinin yettiğini ve herhangi bir şeye değil, fakat kendilerine bağlı her şeye güçlerinin
yettiğini kabûl etmek zorunda değil, miyiz? Ya sadece Bir’in mutlak güce sahip
olduğunu ve her şeyin ona bağlı olduğunu ve diğer tanrıların bazı durumlarda
tüm güce sahip olduklarını ve diğer durumlarda seçme özgürlüklerinin olduğunu
ve bazen de her ikisinin de olduğunu kabûl etmek gerekir mi? Bu sorunları
incelemek gerekir. İlk varlıklardan, her şeyden üstün ilkeden hangi anlamda söz
edildiğini, nesnelerin ilk varlıklara bağlı olduklarını, hatta tanrıların her
şeye güçlerinin yettiğini kabûl ettikten sonra bile, bu sorunları cesurca
araştırmak gerekir. Bununla birlikte gücü yetmek kelimesinin hangi
anlamda kullanıldığını araştırmak ve ilk varlıklarda eylemlerinden ayrı bir güç
ve gelecekte ortaya çıkacak bir eylem olduğunu söylemekten kaçınmak gerekir.
Fakat şimdilik bu sorunları erteleyeceğiz. Önce bu
tür araştırmalarda âdet olduğu şekilde, bizde, bize bağlı herhangi bir şeyin
bulunup bulunmadığını araştıralım. Ve yapılacak ilk şey, bize bağlı herhangi
bir şey kelimeleriyle neyi anlatmak gerektiğini, yani bu kelimelerle hangi
fikrin[1] ifade edildiğini
belirlemektir.
Böylece bu kavramı diğer tanrılara ve özellikle Tanrı’ya
taşımak uygun mudur, ya da onu onlara taşımak gerekmez mi, ya da gerekir mi,
gerekirse diğer varlıklar için olduğu gibi ilk sıradaki varlıklar için bu hangi
anlamda kullanabileceğimizi araştırmak zorunludur
Bize bağlı herhangi bir şey derken hangi düşünceye
sahibiz? Ve niçin bunu soruyoruz? Bunun nedeninin karşıt yazgılarda,
zorunluluklarda ve ruha egemen tutkuların bizi etkileyen itkilerinde
rastladığımız kargaşalardır. O zaman kendimize (yazgı, zorunluluk ve itki gibi
ç.n.) bir şeylerin egemen olduğunu, bir bakıma onların kölesi olduğumuzu,
bunlar bizi nereye götürürlerse oraya gittiğimizi görüyoruz ve herhangi bir şey
olup olmadığımızı ve herhangi bir şeyin bize bağlı olup olmadığını kendimize
soruyoruz. Elimizde olan şey, sonuçta, talihin, zorlamanın ve itkilerin
baskısıyla yapmadığımız; fakat istediğimiz için, irademize karşı çıkan bir şey
olmadığı takdirde yaptığımız şeydir. Elimizde olan şey ifadesi, o halde
irademize bağlı olan, bizim isteğimiz doğrultusunda vuku bulan ya da bulmayan
şeydir. Gerçekte irade ürünü ve düşünülmüş eylemi, zorlamasız ve bilerek
yaptığımız eylemi, bize bağlı olan yani yapmakta özgür olduğumuz eylemden
ayırmak gerekir. Bunların her ikisi, farklı kavramlara karşılık olsalar da, sık
sık birleşirler; fakat onların ayrıldıkları durumlar da vardır. Örneğin insan,
bir kişiyi öldürmekte özgürdür ve o, öldürdüğü bu kişinin babası olduğunu
bilmiyorsa, onu öldürürken düşünülmüş ve iradî bir eylem yapmamıştır; babasını
öldürme kastı taşımamaktadır; fakat bu eylem onun kendine bağlıdır. İsteyerek
yapılan eylem, hem özel durumların, hem de verensel kuralların bilgisini
içerir. Kimi öldürdüğünü bilmediği için bir dostunu öldürmek kasıtsız bir eylem
ise, öldürmek gerekmediğini bilmediği için, öldürme fiilinin kendisi de niçin
kasıtsız bir eylem değildir? Onu bilmek zorundaydık, diye itiraz edilirse, şunu
söylemek gerekir: Bunu bilmek zorunda olduğumuzu bilmiyorduk ve bu bilgisizlik
kasıtlı değildir; onu öğrenmemize engel olan nedenler vardır.[2]
2. Bir başka sorun: Bizimle ilişkili olan şeyi, bize
bağlı olan olarak, kendimizin hangi bölümüne yüklemek gerekir? Bu, öfkelenmek
ya da öfkelenmemek, arzu etmek ya da etmemek gibi doğal bir eğilime, ya da
başka herhangi bir eğilime, ya da bize yararlı olan şey üzerinde düşünmeyle bir
arada bulunan eğilim midir? Eğer öfke ya da arzu sonucu yapılanı bize bağlı
diye nitelersek, çocuklar, hayvanlar, çılgınlar ve akıl hastaları, bir büyünün
ya da egemen olamadıkları ilineksel imgelerin mahkumu olanların yaptıkları
bütün eylemlerin kendilerine bağlı olduklarını kabûl etmemiz gerekir. Eğer
eğilimlerle bir arada bulunan tefekküre, kendimize bağlı olmayı yüklersek, bu,
aynı zamanda yanılgıya düşen tefekküre yüklemek anlamına gelmez mi? Bize şöyle
cevap veriliyor: Hayır, yanılgıya düşen değil, fakat doğru iradeye ve doğru arzuya
yüklemektir. Fakat bu konuda önce eğilimimizi yönetenin tefekkür mümkün, yoksa
tefekkürü harekete geçirenin eğilim mi olduğunu araştırmak gerekir. Ayrıca
tabiata uygun eğilimler söz konusu mudur? (Bunu da bilmek gerekir ç.n.). Ya
bunlar ruh ve bedenden oluşmuş bir hayvan gibi görülen varlığın eğilimleridir
ve o zaman ruh, tabiî zorunluluğa itaat etmekten başka bir şey yapmaz; ya da
bunlar sadece ruhun eğilimleridir; o zaman şimdi bize bağlı gibi görünen pek
çok eylem, hiç de bize bağlı olmaz. Bundan başka, saf ve basit bir akıl
yürütme, tutkulardan önce gelir. Üstelik bizi zorlayan imgeleme, ya da bizi
istediği yöne götüren eğilim, bizi nasıl kendimize hakim yapabilir? Ve genel
olarak yönlendirildiğimiz halde kendimize nasıl hakim oluruz? Bir ihtiyacı olan
varlık, zorunlu olarak onu giderme eğilimi taşır ve o, hiç de kendini yönelten
eğilimlerin hakimi değildir. ve genel olarak bir varlığın ilkesi, kendinden
başka ve kendi mahiyetinin kaynağı olan bir varlıkta ise, o, nasıl kendine
bağlı olabilir? O, ilkesi olan bu varlığın kendisine verdiği yapıya göre yaşar.
Buna göre cansız varlıklar da kendilerine bağlı eylemler yaparlar; çünkü çılgın
kişi de kabûl ettiğimiz mahiyete göre davranır. Fakat itiraz olarak, bir
hayvanın, yaptığı şeyi bildiği söylenebilir. Bu bilme, duyularla mı olur? Bize
bağlı eylemlerin duyumlaması, bu eylemlere neyi ekler? Eyleme, onu gördüğümüz
için egemen olmayız. Bu, bilgiyle mi olur? Fakat hangi bilgi? Yapılan eylemin
bilgisi mi? Bir defa daha sadece onu biliyoruz; fakat bu davranışa yol açan, bu
bilgi değildir. Fakat eğer akıl davranışta bulunursa ve bilgi, her arzudan
bağımsız biçimde eylemin hakimi olursa, (bu durumda bize bağlı olan nedir?
ç.n.). O zaman eylemi hangi bölümümüze bağlamak gerektiğini ve hangi bölgemizde
yapıldığını araştırmak gerekir. Eğer akıl, başka bir isteği doğurarak etkin
olursa, bunun nasıl olduğunu anlamak gerekir; fakat akıl arzuyu durdurmakla
yetinirse ve bize bağlı olan şey burada ise, bize bağlı olan şey, eylemde
değildir; fakat zekâmızda bulunur. Hem zaten bütün eylemlere akıl egemen olsa
bile, onlar karışıktırlar ve tümüyle bize bağlı olamazlar.
3. Bu sorunları incelemek gerekir. Çünkü bu
incelemeyle, tanrılarla ilgili sorunlara yaklaşabiliriz.
Özetle, söylemiştik ki, bize bağlı olan şey, isteğe
indirgenir; istemenin bulunduğu yer, akıldır; belki sağlam bilgiyi bu akla
eklemek gerekir; çünkü insanların kendilerine doğru gibi gelen bir kanıya göre
davrandıklarını varsayıyoruz; bu kanının niçin doğru olduğunu bilmezsek ve
ödevi rastlantının ya da imgelemenin etkisiyle yaparsak, nedenin belirtilmesi
muhtemelen kuşkulu olacaktır. Oysa imgelememiz hiç de bize bağlı değilse,
imgelemeye uygun eylemleri bağımsız eylemler arasına nasıl koyabiliriz? Gerçek imgelemeyle,
bedenin durumları tarafından uyarılanları anlıyorum; eğer çocuksak, bizdeki
imgeler, besinlere, içeceklere ve her tür bedensel tatminlere ilişkin
eylemlerdir. Ve imgeler, organın tohumsal sıvıyla dolu olup olmamasına göre ve
genel olarak bedenimizdeki sıvı maddelerin niteliklerine göre farklıdır. Bu tür
imgelere uygun eylemleri, bizden bağımsız eylem saymayacağız.[3] Bu nedenle kendi
imgelemelerine göre davranan kötü kişilerde, ne onların kendilerine bağlı
eylemleri, ne de iradî eylemleri buluruz ve bağımsızlığı, zekânın aktivitesi
sayesinde bedenin tutkularından kurtulan kişiye veririz; varlığımız, zekânın
aktivitesi sayesinde daha güzel olduğunda şunu kabûl ederiz ki, zekânın koyduğu
öncüller gerçekten özgürdür. Fakat entelektüel eylemden türeyen eylemler, irade
dışı yapılan eylemler gibi görülmemelidir. Onun için bu (entelektüel ç.n.)
hayatı yaşayan ve hayatlarını zekâlarına ve zekâlarından doğan eğilimlere
uyduran tanrılar, bağımsızlığa sahiptirler.
4. Yine de bu konuda şu soruları sormak gerekir:
Eğilim bizi kendi dışımıza yönelttiği ve bir yoksunluğu gerektirdiği için, bir
eğilimden doğan eylem nasıl bağımsız olabilir? Çünkü arzu eden, iyiye doğru
bile olsa, yönlendirilmiştir.
Zekâ konusundaki bir başka güçlük şudur: Zekâ, tabii
olarak fiil halinde olan bir varlık, olduğundan, fiil halinde olmamak ona bağlı
olmadığı için, özgürlüğe ve bağımsızlığa gerçekten sahip midir? Son problem ise
şudur: Asıl anlamda bize bağlı olan ve pratik eylemler olmayan bize bağlı
şeylerden söz edebilir miyiz? Diğer taraftan davranışımızın nedeni, dışsal bir
zorunluluktur; çünkü her eylemin bir amacı vardır.[4]
Mahiyetleri
gereği, tutsak olan varlıkların özgür olduklarını nasıl söyleyebiliriz? –Fakat
onlar kendilerinden farklı bir varlığa itaat etmeye zorlanmazlarsa, onların
tutsak olduklarını nasıl söyleyebiliriz? Onların iyiye doğru hareketleri,
eğilimleri iradi olduğu için ve onlar iyiye onun iyi olduğunu bilerek
gittikleri için, nasıl zorunluluk olacaktır? İrade dışı eylem, iyiden,
zorlamanın etkisiyle uzaklaşmaktadır ve bu durum hiç de iyiliğimiz olmayan şeye
doğru yöneltilmektir; tutsak kişi, iyiye gitmekte özgür olmayan; fakat üstün
bir gücün etkisiyle, kendi iyiliklerinden yüz çeviren kişidir. Bu nedenle
kölelik, kötülüğe gitme gücünü bizden uzaklaştırdığı zaman değil, fakat kendi iyimize gitmemize engel olduğu
zaman ve bizi başka birinin iyiliğine itaat ettirdiği zaman eleştirilir. Bundan
başka kendi mahiyetinin tutsağı olmak ifadesi, bu varlıkta, itaat eden bir
bölümü ve buyuran başka bir bölümü birbirinden ayırmak gerekir. Tek bir fiil
olan ve fiil halinde olmadan önce güç halinde hiçbir zaman bulunmayan basit bir
mahiyet nasıl özgür olmaz? Çünkü bu mahiyetin kendine uygun davrandığını
söylemek, onda, gerçekleştirdiği fiilden ayrı bir süje olduğu anlamına gelmez;
var olmak ve etkin olmak, onun için tek bir bütündür. Eğer o, hiç de başka bir
şey için hareket etmezse ve başka bir şeye bağlı değilse, nasıl özgür olamaz?
Onun eyleminin kendine bağlı olmadığını söylememizin nedeni, daha güçlü bir
terimin gerekli olmasıdır. Onun kendine bağlı eylemi, ifadesinin buradaki
anlamı şudur: Bu eylem, onun tözünden başka birine bağlı değildir; bu tözden
başka bir şey ona hakim olamaz; çünkü bu fiil halindeki mahiyet, bir ilkedir.
Kuşkusuz zekânın kendinden başka; fakat kendi dışında olmayan bir ilkesi
vardır; çünkü zekâ İyi’dedir. Zekânın İyi’ye uygun olduğunu söylemek, onun
kendine bağlı ve özgür olduğunu kanıt olarak ileri sürmektir. Çünkü bu
nitelikleri, sadece İyi için araştırırız; eğer bir varlığın eylemi İyi’ye
uygunsa, o, sadece kendine bağlıdır. İyi’ye doğru yönelen ve ona bağlı olan bu
varlık, kesinlikle kendinde kalır; çünkü o, kendisi için en iyi olana
yönelmiştir.
5. Gücünü kendine uygulamak ve kendine bağlı olmak,
sadece düşünen, saf zekâ olan zekâda mıdır, yoksa zekâya uygun biçimde davranan
ve erdemi uygulayan ruhta mıdır? Eğer gücü uygulamanın ve bağlı olmanın,
erdemleri uygulayan zekâda bulunduklarını kabûl edersek, kuşkusuz ruha eylemin
başarısını hiçbir zaman koymamak gerekir; çünkü biz onun hakimi değiliz. Bizden
kaynaklanan her şeyde, uygun biçimde davranmanın haklı olarak, bize bağlı şey
anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Nasıl? Örneğin insan, savaş varsa cesaretli
olabilir? Savaş olmasaydı, gerçekleştirilecek cesaretimiz olmadığı için, cesur
eylemin nasıl bize bağlı olduğunu anlamak kolay değildir. Erdemli tüm
davranışlar da böyledir. Erdem, her zaman duruma göre davranmak için, ilineksel
olguları beklemek zorundadır. Erdeme şöyle sorarsak: Kendini gerçekleştirmen
için savaş mı, tespit etmen için haksızlıklar mı organize etmen için haklar mı
olmasını tercih edersin; ya da her şey düzende olduğu için rahat kalmayı mı
yeğlersin? Ve Erdeme bir seçim hakkı verirsek, o, eylemsizliği eyleme tercih
edecektir ve sorumluluk alamamayı hiç kimse erdemden daha çok sevmez; aynı
şekilde Hipokrat gibi bir hekim, sanatına başvurmamayı herkesten daha çok
ister. Erdem, eylemlerde görünür;[5] o, zorunlu olarak bir
savunma görevi görür. O zaman açıkça konuşmak gerekirse, erdem nasıl kendine
bağlı olabilir? Eylemlerin gerçekten zorunlu oldukları, istemli ve düşünülmüş
kararın hiç de böyle olmadığı söylenebilir mi? (Buna “evet” denirse, ç.n.) o
zaman özgürlüğü, kendinden önce ve kendinin dışında olan basit bir niyete
koymamız ve bizzat erdeme bağlı olan şeye bakmamız gerekmez mi?
Alışkanlık ya da ruhsal durum gibi düşünülen erdem
hakkında ne diyebiliriz?[6] Ruh kötü olduğu zaman,
erdemin, tutkuları ve arzuları aşırılıklardan arındırarak ruha düzen vermek
için geldiği doğru değil, midir? (Evet denirse ç.n.) o zaman iyi olmak bize
bağlıdır ve erdemin yönlendiren yoktur, dediğimizde, bu, hangi anlamdadır?
Bunun anlamı şöyledir: Erdemi biz istedik, biz seçtik;[7] o, bizde özgür olan şeyi
ve bize bağlı olan şeyi oluşturur; o, sadece bize önceden egemen olan şeyin
tutsağı olmamıza izin verir.
Son erdem bir tür zekâ ise ve ruhun zekâ ile
dolmasını sağlayan bir alışkanlık ise, tekrar etmek gerekir ki, pratik eylemde
bize bağlı olan hiçbir şey yoktur ve bize bağlı olan her şey, eylemden
kurtulmuş zekâda bulunur.
[1] Stoacı anlamda ortak bir
kavram olan fikir.
[2] Bu kısmın sonu
Aristoteles (Éthique à Nicomaque, III, I) gibi, baskı sonucu yapılan istem
dışı eylemleri ve bilgisizlikten kaynaklanan kasıtsız eylemleri birbirinden
ayırır.
[3] (II. Kısmın başında (7-8)
belirtilen ilineksel imgeler söz konusudur.
[4] Her eylemin tutsaklık
olduğu konusunda kşz. II. kısım, son bölüm.
[5] Erdemin eylemi ve eylemin
de ilineksel durumları gerektirmesi, Aristoteles’in üzerinde ısrar ettiği bir
durumdur; kşz. Özellikle Aristoteles, Ethique a Nicomaque, X, VIII. Kısmın
başlangıcı. Daha önce (II.-IV kısım) gördük ki, her eylem tutsaklığı içerir.
Buradan, çevirisini sunduğumuz Erdemler Üzerine adlı kitapta (I.
Dokuzluk II. Kitap) açıkladığı gibi, etkin erdemleri, en yüksek derecdeki erdem
olduğu sonucu çıkar.
[6] Plotinus burada Ethique
Nicomque’ın sınıflamasını ve ayırımlarını inceler; o, burada
Aristoteles’in III. ve IV. Kitaplarda incelediği, ahlâkî denen erdemlerden söz
eder.
[7] Aristoteles tarafından
belirtilen anlam; biz eylemlerimizin baştan sona kadar egemen oluruz; oysa
alışkanlıklarımıza sadece başlangıçta egemen oluruz (Ethique, liv. III, ch. V,
fin).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder