18 Ekim 2025 Cumartesi

ÖZGÜRLÜK VE BiR’iN İRADESI ÜZERİNE

 

  ÖZGÜRLÜK VE BiR’iN İRADESI ÜZERİNE

 

1. Tanrılar konusunda, herhangi bir şeyin onlara bağlı olup olmadığını da sormamız gerekmez mi? Böyle bir soru, daha çok tereddütlü iradeye sahip ve güçsüz varlıklar olan insanları ilgilendirmeyecek midir? Tanrıların her şeye güçlerinin yettiğini ve herhangi bir şeye değil,  fakat kendilerine bağlı her şeye güçlerinin yettiğini kabûl etmek zorunda değil, miyiz? Ya sadece Bir’in mutlak güce sahip olduğunu ve her şeyin ona bağlı olduğunu ve diğer tanrıların bazı durumlarda tüm güce sahip olduklarını ve diğer durumlarda seçme özgürlüklerinin olduğunu ve bazen de her ikisinin de olduğunu kabûl etmek gerekir mi? Bu sorunları incelemek gerekir. İlk varlıklardan, her şeyden üstün ilkeden hangi anlamda söz edildiğini, nesnelerin ilk varlıklara bağlı olduklarını, hatta tanrıların her şeye güçlerinin yettiğini kabûl ettikten sonra bile, bu sorunları cesurca araştırmak gerekir. Bununla birlikte gücü yetmek kelimesinin hangi anlamda kullanıldığını araştırmak ve ilk varlıklarda eylemlerinden ayrı bir güç ve gelecekte ortaya çıkacak bir eylem olduğunu söylemekten kaçınmak gerekir.

Fakat şimdilik bu sorunları erteleyeceğiz. Önce bu tür araştırmalarda âdet olduğu şekilde, bizde, bize bağlı herhangi bir şeyin bulunup bulunmadığını araştıralım. Ve yapılacak ilk şey, bize bağlı herhangi bir şey kelimeleriyle neyi anlatmak gerektiğini, yani bu kelimelerle hangi fikrin[1] ifade edildiğini belirlemektir.

Böylece bu kavramı diğer tanrılara ve özellikle Tanrı’ya taşımak uygun mudur, ya da onu onlara taşımak gerekmez mi, ya da gerekir mi, gerekirse diğer varlıklar için olduğu gibi ilk sıradaki varlıklar için bu hangi anlamda kullanabileceğimizi araştırmak zorunludur

Bize bağlı herhangi bir şey derken hangi düşünceye sahibiz? Ve niçin bunu soruyoruz? Bunun nedeninin karşıt yazgılarda, zorunluluklarda ve ruha egemen tutkuların bizi etkileyen itkilerinde rastladığımız kargaşalardır. O zaman kendimize (yazgı, zorunluluk ve itki gibi ç.n.) bir şeylerin egemen olduğunu, bir bakıma onların kölesi olduğumuzu, bunlar bizi nereye götürürlerse oraya gittiğimizi görüyoruz ve herhangi bir şey olup olmadığımızı ve herhangi bir şeyin bize bağlı olup olmadığını kendimize soruyoruz. Elimizde olan şey, sonuçta, talihin, zorlamanın ve itkilerin baskısıyla yapmadığımız; fakat istediğimiz için, irademize karşı çıkan bir şey olmadığı takdirde yaptığımız şeydir. Elimizde olan şey ifadesi, o halde irademize bağlı olan, bizim isteğimiz doğrultusunda vuku bulan ya da bulmayan şeydir. Gerçekte irade ürünü ve düşünülmüş eylemi, zorlamasız ve bilerek yaptığımız eylemi, bize bağlı olan yani yapmakta özgür olduğumuz eylemden ayırmak gerekir. Bunların her ikisi, farklı kavramlara karşılık olsalar da, sık sık birleşirler; fakat onların ayrıldıkları durumlar da vardır. Örneğin insan, bir kişiyi öldürmekte özgürdür ve o, öldürdüğü bu kişinin babası olduğunu bilmiyorsa, onu öldürürken düşünülmüş ve iradî bir eylem yapmamıştır; babasını öldürme kastı taşımamaktadır; fakat bu eylem onun kendine bağlıdır. İsteyerek yapılan eylem, hem özel durumların, hem de verensel kuralların bilgisini içerir. Kimi öldürdüğünü bilmediği için bir dostunu öldürmek kasıtsız bir eylem ise, öldürmek gerekmediğini bilmediği için, öldürme fiilinin kendisi de niçin kasıtsız bir eylem değildir? Onu bilmek zorundaydık, diye itiraz edilirse, şunu söylemek gerekir: Bunu bilmek zorunda olduğumuzu bilmiyorduk ve bu bilgisizlik kasıtlı değildir; onu öğrenmemize engel olan nedenler vardır.[2]

2. Bir başka sorun: Bizimle ilişkili olan şeyi, bize bağlı olan olarak, kendimizin hangi bölümüne yüklemek gerekir? Bu, öfkelenmek ya da öfkelenmemek, arzu etmek ya da etmemek gibi doğal bir eğilime, ya da başka herhangi bir eğilime, ya da bize yararlı olan şey üzerinde düşünmeyle bir arada bulunan eğilim midir? Eğer öfke ya da arzu sonucu yapılanı bize bağlı diye nitelersek, çocuklar, hayvanlar, çılgınlar ve akıl hastaları, bir büyünün ya da egemen olamadıkları ilineksel imgelerin mahkumu olanların yaptıkları bütün eylemlerin kendilerine bağlı olduklarını kabûl etmemiz gerekir. Eğer eğilimlerle bir arada bulunan tefekküre, kendimize bağlı olmayı yüklersek, bu, aynı zamanda yanılgıya düşen tefekküre yüklemek anlamına gelmez mi? Bize şöyle cevap veriliyor: Hayır, yanılgıya düşen değil,  fakat doğru iradeye ve doğru arzuya yüklemektir. Fakat bu konuda önce eğilimimizi yönetenin tefekkür mümkün, yoksa tefekkürü harekete geçirenin eğilim mi olduğunu araştırmak gerekir. Ayrıca tabiata uygun eğilimler söz konusu mudur? (Bunu da bilmek gerekir ç.n.). Ya bunlar ruh ve bedenden oluşmuş bir hayvan gibi görülen varlığın eğilimleridir ve o zaman ruh, tabiî zorunluluğa itaat etmekten başka bir şey yapmaz; ya da bunlar sadece ruhun eğilimleridir; o zaman şimdi bize bağlı gibi görünen pek çok eylem, hiç de bize bağlı olmaz. Bundan başka, saf ve basit bir akıl yürütme, tutkulardan önce gelir. Üstelik bizi zorlayan imgeleme, ya da bizi istediği yöne götüren eğilim, bizi nasıl kendimize hakim yapabilir? Ve genel olarak yönlendirildiğimiz halde kendimize nasıl hakim oluruz? Bir ihtiyacı olan varlık, zorunlu olarak onu giderme eğilimi taşır ve o, hiç de kendini yönelten eğilimlerin hakimi değildir. ve genel olarak bir varlığın ilkesi, kendinden başka ve kendi mahiyetinin kaynağı olan bir varlıkta ise, o, nasıl kendine bağlı olabilir? O, ilkesi olan bu varlığın kendisine verdiği yapıya göre yaşar. Buna göre cansız varlıklar da kendilerine bağlı eylemler yaparlar; çünkü çılgın kişi de kabûl ettiğimiz mahiyete göre davranır. Fakat itiraz olarak, bir hayvanın, yaptığı şeyi bildiği söylenebilir. Bu bilme, duyularla mı olur? Bize bağlı eylemlerin duyumlaması, bu eylemlere neyi ekler? Eyleme, onu gördüğümüz için egemen olmayız. Bu, bilgiyle mi olur? Fakat hangi bilgi? Yapılan eylemin bilgisi mi? Bir defa daha sadece onu biliyoruz; fakat bu davranışa yol açan, bu bilgi değildir. Fakat eğer akıl davranışta bulunursa ve bilgi, her arzudan bağımsız biçimde eylemin hakimi olursa, (bu durumda bize bağlı olan nedir? ç.n.). O zaman eylemi hangi bölümümüze bağlamak gerektiğini ve hangi bölgemizde yapıldığını araştırmak gerekir. Eğer akıl, başka bir isteği doğurarak etkin olursa, bunun nasıl olduğunu anlamak gerekir; fakat akıl arzuyu durdurmakla yetinirse ve bize bağlı olan şey burada ise, bize bağlı olan şey, eylemde değildir; fakat zekâmızda bulunur. Hem zaten bütün eylemlere akıl egemen olsa bile, onlar karışıktırlar ve tümüyle bize bağlı olamazlar.

3. Bu sorunları incelemek gerekir. Çünkü bu incelemeyle, tanrılarla ilgili sorunlara yaklaşabiliriz.

Özetle, söylemiştik ki, bize bağlı olan şey, isteğe indirgenir; istemenin bulunduğu yer, akıldır; belki sağlam bilgiyi bu akla eklemek gerekir; çünkü insanların kendilerine doğru gibi gelen bir kanıya göre davrandıklarını varsayıyoruz; bu kanının niçin doğru olduğunu bilmezsek ve ödevi rastlantının ya da imgelemenin etkisiyle yaparsak, nedenin belirtilmesi muhtemelen kuşkulu olacaktır. Oysa imgelememiz hiç de bize bağlı değilse, imgelemeye uygun eylemleri bağımsız eylemler arasına nasıl koyabiliriz? Gerçek imgelemeyle, bedenin durumları tarafından uyarılanları anlıyorum; eğer çocuksak, bizdeki imgeler, besinlere, içeceklere ve her tür bedensel tatminlere ilişkin eylemlerdir. Ve imgeler, organın tohumsal sıvıyla dolu olup olmamasına göre ve genel olarak bedenimizdeki sıvı maddelerin niteliklerine göre farklıdır. Bu tür imgelere uygun eylemleri, bizden bağımsız eylem saymayacağız.[3] Bu nedenle kendi imgelemelerine göre davranan kötü kişilerde, ne onların kendilerine bağlı eylemleri, ne de iradî eylemleri buluruz ve bağımsızlığı, zekânın aktivitesi sayesinde bedenin tutkularından kurtulan kişiye veririz; varlığımız, zekânın aktivitesi sayesinde daha güzel olduğunda şunu kabûl ederiz ki, zekânın koyduğu öncüller gerçekten özgürdür. Fakat entelektüel eylemden türeyen eylemler, irade dışı yapılan eylemler gibi görülmemelidir. Onun için bu (entelektüel ç.n.) hayatı yaşayan ve hayatlarını zekâlarına ve zekâlarından doğan eğilimlere uyduran tanrılar, bağımsızlığa sahiptirler.

4. Yine de bu konuda şu soruları sormak gerekir: Eğilim bizi kendi dışımıza yönelttiği ve bir yoksunluğu gerektirdiği için, bir eğilimden doğan eylem nasıl bağımsız olabilir? Çünkü arzu eden, iyiye doğru bile olsa, yönlendirilmiştir.

Zekâ konusundaki bir başka güçlük şudur: Zekâ, tabii olarak fiil halinde olan bir varlık, olduğundan, fiil halinde olmamak ona bağlı olmadığı için, özgürlüğe ve bağımsızlığa gerçekten sahip midir? Son problem ise şudur: Asıl anlamda bize bağlı olan ve pratik eylemler olmayan bize bağlı şeylerden söz edebilir miyiz? Diğer taraftan davranışımızın nedeni, dışsal bir zorunluluktur; çünkü her eylemin bir amacı vardır.[4]

 Mahiyetleri gereği, tutsak olan varlıkların özgür olduklarını nasıl söyleyebiliriz? –Fakat onlar kendilerinden farklı bir varlığa itaat etmeye zorlanmazlarsa, onların tutsak olduklarını nasıl söyleyebiliriz? Onların iyiye doğru hareketleri, eğilimleri iradi olduğu için ve onlar iyiye onun iyi olduğunu bilerek gittikleri için, nasıl zorunluluk olacaktır? İrade dışı eylem, iyiden, zorlamanın etkisiyle uzaklaşmaktadır ve bu durum hiç de iyiliğimiz olmayan şeye doğru yöneltilmektir; tutsak kişi, iyiye gitmekte özgür olmayan; fakat üstün bir gücün etkisiyle, kendi iyiliklerinden yüz çeviren kişidir. Bu nedenle kölelik, kötülüğe gitme gücünü bizden uzaklaştırdığı zaman değil,  fakat kendi iyimize gitmemize engel olduğu zaman ve bizi başka birinin iyiliğine itaat ettirdiği zaman eleştirilir. Bundan başka kendi mahiyetinin tutsağı olmak ifadesi, bu varlıkta, itaat eden bir bölümü ve buyuran başka bir bölümü birbirinden ayırmak gerekir. Tek bir fiil olan ve fiil halinde olmadan önce güç halinde hiçbir zaman bulunmayan basit bir mahiyet nasıl özgür olmaz? Çünkü bu mahiyetin kendine uygun davrandığını söylemek, onda, gerçekleştirdiği fiilden ayrı bir süje olduğu anlamına gelmez; var olmak ve etkin olmak, onun için tek bir bütündür. Eğer o, hiç de başka bir şey için hareket etmezse ve başka bir şeye bağlı değilse, nasıl özgür olamaz? Onun eyleminin kendine bağlı olmadığını söylememizin nedeni, daha güçlü bir terimin gerekli olmasıdır. Onun kendine bağlı eylemi, ifadesinin buradaki anlamı şudur: Bu eylem, onun tözünden başka birine bağlı değildir; bu tözden başka bir şey ona hakim olamaz; çünkü bu fiil halindeki mahiyet, bir ilkedir. Kuşkusuz zekânın kendinden başka; fakat kendi dışında olmayan bir ilkesi vardır; çünkü zekâ İyi’dedir. Zekânın İyi’ye uygun olduğunu söylemek, onun kendine bağlı ve özgür olduğunu kanıt olarak ileri sürmektir. Çünkü bu nitelikleri, sadece İyi için araştırırız; eğer bir varlığın eylemi İyi’ye uygunsa, o, sadece kendine bağlıdır. İyi’ye doğru yönelen ve ona bağlı olan bu varlık, kesinlikle kendinde kalır; çünkü o, kendisi için en iyi olana yönelmiştir.

5. Gücünü kendine uygulamak ve kendine bağlı olmak, sadece düşünen, saf zekâ olan zekâda mıdır, yoksa zekâya uygun biçimde davranan ve erdemi uygulayan ruhta mıdır? Eğer gücü uygulamanın ve bağlı olmanın, erdemleri uygulayan zekâda bulunduklarını kabûl edersek, kuşkusuz ruha eylemin başarısını hiçbir zaman koymamak gerekir; çünkü biz onun hakimi değiliz. Bizden kaynaklanan her şeyde, uygun biçimde davranmanın haklı olarak, bize bağlı şey anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Nasıl? Örneğin insan, savaş varsa cesaretli olabilir? Savaş olmasaydı, gerçekleştirilecek cesaretimiz olmadığı için, cesur eylemin nasıl bize bağlı olduğunu anlamak kolay değildir. Erdemli tüm davranışlar da böyledir. Erdem, her zaman duruma göre davranmak için, ilineksel olguları beklemek zorundadır. Erdeme şöyle sorarsak: Kendini gerçekleştirmen için savaş mı, tespit etmen için haksızlıklar mı organize etmen için haklar mı olmasını tercih edersin; ya da her şey düzende olduğu için rahat kalmayı mı yeğlersin? Ve Erdeme bir seçim hakkı verirsek, o, eylemsizliği eyleme tercih edecektir ve sorumluluk alamamayı hiç kimse erdemden daha çok sevmez; aynı şekilde Hipokrat gibi bir hekim, sanatına başvurmamayı herkesten daha çok ister. Erdem, eylemlerde görünür;[5] o, zorunlu olarak bir savunma görevi görür. O zaman açıkça konuşmak gerekirse, erdem nasıl kendine bağlı olabilir? Eylemlerin gerçekten zorunlu oldukları, istemli ve düşünülmüş kararın hiç de böyle olmadığı söylenebilir mi? (Buna “evet” denirse, ç.n.) o zaman özgürlüğü, kendinden önce ve kendinin dışında olan basit bir niyete koymamız ve bizzat erdeme bağlı olan şeye bakmamız gerekmez mi?

Alışkanlık ya da ruhsal durum gibi düşünülen erdem hakkında ne diyebiliriz?[6] Ruh kötü olduğu zaman, erdemin, tutkuları ve arzuları aşırılıklardan arındırarak ruha düzen vermek için geldiği doğru değil, midir? (Evet denirse ç.n.) o zaman iyi olmak bize bağlıdır ve erdemin yönlendiren yoktur, dediğimizde, bu, hangi anlamdadır? Bunun anlamı şöyledir: Erdemi biz istedik, biz seçtik;[7] o, bizde özgür olan şeyi ve bize bağlı olan şeyi oluşturur; o, sadece bize önceden egemen olan şeyin tutsağı olmamıza izin verir.

Son erdem bir tür zekâ ise ve ruhun zekâ ile dolmasını sağlayan bir alışkanlık ise, tekrar etmek gerekir ki, pratik eylemde bize bağlı olan hiçbir şey yoktur ve bize bağlı olan her şey, eylemden kurtulmuş zekâda bulunur.

 



[1] Stoacı anlamda ortak bir kavram olan fikir.

[2] Bu kısmın sonu Aristoteles (Éthique à Nicomaque, III, I) gibi, baskı sonucu yapılan istem dışı eylemleri ve bilgisizlikten kaynaklanan kasıtsız eylemleri birbirinden ayırır.

[3] (II. Kısmın başında (7-8) belirtilen ilineksel imgeler söz konusudur.

[4] Her eylemin tutsaklık olduğu konusunda kşz. II. kısım, son bölüm.

[5] Erdemin eylemi ve eylemin de ilineksel durumları gerektirmesi, Aristoteles’in üzerinde ısrar ettiği bir durumdur; kşz. Özellikle Aristoteles, Ethique a Nicomaque, X, VIII. Kısmın başlangıcı. Daha önce (II.-IV kısım) gördük ki, her eylem tutsaklığı içerir. Buradan, çevirisini sunduğumuz Erdemler Üzerine adlı kitapta (I. Dokuzluk II. Kitap) açıkladığı gibi, etkin erdemleri, en yüksek derecdeki erdem olduğu sonucu çıkar.

[6] Plotinus burada Ethique Nicomque’ın sınıflamasını ve ayırımlarını inceler; o, burada Aristoteles’in III. ve IV. Kitaplarda incelediği, ahlâkî denen erdemlerden söz eder.

[7] Aristoteles tarafından belirtilen anlam; biz eylemlerimizin baştan sona kadar egemen oluruz; oysa alışkanlıklarımıza sadece başlangıçta egemen oluruz (Ethique, liv. III, ch. V, fin).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder