6 Temmuz 2020 Pazartesi

KOGNİTİF (BİLİŞSEL) BİLİMLER NEDİR


1. KOGNİTİF BİLİMLER NEDİR?

            Bu bilimleri niteleyen kognitif, Lâtince cognoscere’den gelir. Cognoscere aşağı yukarı zekâ ile aynı anlamdadır.[1] Kognitif, bilgi edinme araçlarını ve mekanizmalarını ilgilendiren demektir. Kognitif bilimler, kognitif denen alanı inceleyen bilimler topluluğudur. Kuşkusuz kognitif bilimler günümüzde çok geliştiler ve bilimselliklerini kabul ettirdiler. Buna rağmen onları tanımlamak her zaman problemlidir ve kaynakları da tartışmalıdır. Biz tartışmaların ayrıntısına girmeyeceğiz; sadece bir tanım ve ortaya çıkardığı problem üzerinde kısaca duracağız. Tanımımız şudur: Kognitif bilimler, bilgi edinme süreçlerini ve mekanizmalarını inceleyen bilimlerdir. Bu tanım oldukça geneldir. Böyle bir tanımı kabul edenler, özel kognitif fenomenlere dayalı tanımların risklerinden kaçınmayı isterler. Fakat söz konusu tanımın iki önemli problemi vardır. Bu tanım:
            1. Genel olduğundan, bilimsel açıdan tatmin edici değildir.
            2. Diğer tanımlardaki sınırlı olma riskinden kurtuldu, ancak başka bir önemli yanlışa, indirgemecilik hatasına düştü.
            Tanımın indirgemeciliği hakkında şunlar denebilir: Bu tanım bilgiyi zekâya indirger; sadece zihinsel süreçleri dikkate alır; teknik terimle söylersek kognisyona merkezî bir yer verir; fakat bilmede beynin rolünü ve zekâ ile ilişkisini göz ardı eder. Belirtilen indirgemeciliğe yapay zekâ tartışmalarında çok rastlanır. Bu tartışmalarda “kognitif sistem”den, “zeki olmak”tan ya da genel olarak zekâdan sıkça söz edildi. Kognisyon ve zihin filozofları yalnız insan zekâsına ilgi duydu. Ancak ne yapay zekâ araştırmacıları ne de kognisyon ve zihin filozofları beynin kognisyondaki rolünden, zekânın beyinle ilişkisinden asla söz etmedi; böyle bir problemi tartışmadı.
            Bu indirgemeciliğe tepki olarak nörolojik bilimler merkezli tanımlar ortaya çıktı. Nöro-psikologlar, daha genel konuşmak gerekirse nörolojik bilimciler, zekâ ile beynin ilişkisine değindiler. Kuşkusuz bu sonuncular, yapay zekâcılara ve filozoflara göre daha iyi durumdadır; ancak onlar da indirgemecilikten kurtulamadılar.
            Tanımın problemli olmasından önemli sonuçlar doğdu. Örneğin “kognisyon” kavramına ve kognitif bilimlerin bilimselliğine ilişkin bir dizi tartışma yapıldı. Bazılarına göre “kognisyon”un bir gerçekliği yoktur; bazılarına göre de bu kavramı az veya çok, sınırlamalıdır hatta başka kavramlara indirgemelidir. Kimileri kognitif bilimlerin her zaman yapıldıklarını savundu, kimileri de “totolojik” olduklarını ileri sürdü. Bütün bu teorik, kavramsal ve metodolojik tartışmaların ötesinde tartışmasız bir şey vardır: Kognitif bilimlerin ulaştıkları sonuçlarının bilimselliği.
            Kognitif bilimler, farklı disiplinlerden oluşan bir takımada gibidir. Takımada psikoloji, lengüistik, enformatik, nöroloji vs.den oluşur. Bu disiplinlerin işbirliğiyle bilgi süreçlerini aydınlatabiliriz.[2]
            Bu bilimler insan düşüncesini, daha doğrusu düşüncenin aktif yapılarını keşfetmeye çalışır. Kognitivistlere göre insan zihni, kognitif bir sistemdir. Bu sistemin hep aynı şekilde işleyen mekanizmaları vardır. Kognitif sistemle bilgi ediniriz, edindiğimiz bilgileri koruruz ve başkalarına iletiriz. İşte bu bilimler, eğer denebilirse zihin dediğimiz epistemolojik sistemin bağlı olduğu mekanizmaları inceler ve anlamaya çalışır. Kognitif mekanizmalar zihinsel fenomenler sayesinde anlaşılabilir. Söz konusu fenomenler ise şunlardır: Algılama, zekâ, dil, hesaplama, akıl yürütme ve bilinç. Kognitif bilimler doğrudan gözlemlenemeyen bu fenomenleri birtakım modellerle kavramaya çalışır.
            Kognitif bilimler interdisipliner bir özellik taşırlar, bilimin ve mühendisliğin verilerini birlikte kullanır; özellikle lengüistik, antropoloji, psikoloji, nörolojik bilimler, felsefe ve yapay zekâ gibi alanlardan yararlanır. Bu bilimlerin sınırları ve birbirileriyle bağlantıları oldukça tartışmalıdır.
            Bu bilimlerde 1970’li yıllar boyunca büyük gelişmeler oldu. Onlar özellikle zihinsel içerikleri deneysel tarzda ele almışlardır. Bundan dolayı Howard Gardner, kognitif bilimleri “devrim” diye niteler. Günümüzde kognitif bilimlerin hem epistemolojiye hem de insan ve toplum bilimlerine etkisi gittikçe artar. O nedenle, Gardner’in “devrim” nitelemesi hiç de abartılı değildir.[3]
            Kognitif bilimlerin problemlerini ortaya koymak amacıyla iki örnek seçelim. Birinci örneğimiz, bir matematik problemini çözmek üzere tahtaya kalkan bir öğrenci olsun. Matematik öğretmeni kaşlarını çatarak ona şunları söylesin: “Soruyu yineliyorum. Bir sepette üç kilo kiraz var. Kirazın kilosu beş Y.T.dır. Bu kiraz sepetini almak için kaç tane 25 kuruşluk ödemeliyim?”
            İkinci örneğimiz Jean-Pierre Dortier’nin Le dictionnaire des sciences humaines’inde (İnsanbilimleri Sözlüğü) yer alır. Bu örnek, yorumu da işin içine katan soyut bir özellik taşır ve Baudelaire’in dizelerinden seçildi:
Doğa, canlı sütunların bazen karışık sözlerle konuştuğu bir tapınaktır. İnsan doğada aşina bakışlarla kendini süzen semboller ormanlarının ortasından geçip gider.
Baudelaire, Les fleurs du mal, 1857.
            Bu örneklerden hareketle kognitif bilimler problematiğini nasıl ortaya koyabiliriz? Şimdi bunu görelim ve şöyle soralım: Acaba bu matematik problemini çözmesi gereken çocuğun zihninde neler olup biter? Düşünceler birbirine nasıl eklenir? Onlar, kelimelerden, imgelerden ve iç konuşmalardan mı oluşur? Çocuğun düşüncesi birbiriyle birleşen basit mantıksal işlemler serisine indirgenebilir mi?
            İkinci örneğimizle ilgili şunları sorabiliriz: Baudelaire’in bizde uyandırmak istediği imgeler, izlenimler ve düşünceler hangileridir? “Tapınak”, “semboller ormanı” ya da “aşina bakışlar” ne çağrıştırabilir?
            Bu spesifik soruların dışında başka problemler de ortaya koyabiliriz: Bir bebek ana dilinin kelimelerini referans yapmayı nasıl öğrenir? Yirmi yıldır görmediğimizi birinin yüzünü nasıl hatırlarız? Kırmızı Başlıklı Kız’ı bir telefon listesinden niçin daha kolay hatırlarız? 9’un 2’den ve 6’nın 5’ten daha büyük olduğunu kolaylıkla nasıl bilebiliriz? Nesnelerin, yansıttıkları ışığın dalga boyları değiştiği halde, renkleri neden sabitmiş gibi görünür? Coşkular, alınan kararlarda ne kadar etkilidir? Şimdi kognitif bilimlerin bu problemler karşısında ne tür tavır takındığını görelim. Bunun için problem çözen çocuğu ve Baudelaire’i okuyan kişiyi göz önüne getirelim.
            Bu çocuğun zihninde bir sürü imge geçit resmi yapar. Kırmızı kirazlarla dolu güzel bir sepet; yirmi beş kuruşluk metal paralar; tezgâhın önündeki manav. Bu imgeler yerlerini, arkadaşlarının merak dolu bakışlarına bırakır; ardından öğrencinin kulağında, öğretmenin “cevabın nedir?” sorusu yankılanır.
            Çocuk kendi kendine konuşmaya başlar: “Panik yapmamalıyım, sakin olmalıyım ve problemi çözmeye yoğunlaşmalıyım.” Bu kendi kendine telkinin ardından çocuk, bir dizi hesaplamalar yapar; rakamları çarpar, böler, toplar ve çıkarır.
            Şiir okuyucusuna gelince; onun zihni bu dizeleri anlamak ve yorumlamak için, karmakarışık işlemler yapmak zorundadır. Önce görsel algı gereklidir. Çünkü bu göstergeler görmeden okunamaz. Sonra görsel ögeleri anlamlı cümlelere dönüştürmek için, harflerin ve kelimelerin kodları çözülmelidir. Bu da “doğa”, “tapınak” ve “semboller ormanı” gibi tasavvurları kullanmayı gerektirir yani mental bir sözlüğe ihtiyaç duyar. Bütün bunlarda hafıza ve coşkular vardır. Nihayet bazı formüllerin anlamını kavramak için kültürel referanslar zorunludur. Bilmek gerekir ki, Baudelaire “canlı sütunlar” ile ormanın ağaçlarını anlar. Algılama, hatırlama, tasavvur ve dil; işte Baudelaire’in şiirini okurken harekete geçirilen bazı yetiler bunlardır.
            Problem çözmeye çalışan öğrencinin ve şiir okuyan kişinin mental aktivitelerine, “kognisyon” denir. Kognitif bilimlerin konusu, kognisyonu yani insan zekâsının görünümlerini bütün boyutlarıyla incelemektir.
            Akıl yürüten insan, öncülden hareketle bir dizi düşünmeyi gerçekleştirir. Öbür taraftan kültürler bireylere özel tasavvurlar kazandırır. Bu tasavvurların her biri kültürel değişkendir. İster akıl yürütmede olduğu gibi biçimsel düşünme, isterse değerler ışığında yargıya varma söz konusu olsun; bunların her ikisinin de temelinde nörolojik fenomenler vardır. Bu nörolojik fenomenler evrenseldir. Kognitif bilimlerin amacı, her tür zihinsel süreçteki nörolojik temeli araştırmaktır.[4]
            Her kognitif bilim zihinsel mekanizmaları, kendi açısından inceler. Örneğin psikoloji, problem çözen çocuğun zihinsel aşamalarını anlamaya çalışır. Yapay zekâ, aşamalar problemini enformatik logaritma terimlerine indirgeyerek ele alır yani bir bilgisayarla problem çözme tekniğini kullanarak açıklar. Nörolojik bilimler, bu zihinsel işlemin, beynin hangi bölgelerinde gerçekleştiğini, bu bölgelerin birbirine nasıl bağlandıklarını açıklamaya çalışır. Beyin nasıl algılar? Anlarken ve düşünürken nasıl davranır? Beynin mekanizmasını ortaya çıkarmak için belirlenen bu problemleri çözmek, epistemologların eski bir düşüydü. Farklı kognitif yaklaşımlar bu eski düşü gerçekleştirme projelerinin birer parçasıdır.
            Kognitif bilimler iki gruptur: Yönetici disiplinler ve yardımcı disiplinler. Yönetici disiplinler şunlardır: Psikoloji, yapay zekâ, lengüistik ve nörolojik bilimler. Yardımcı disiplinler ise, bazı zihinsel durumların evrenselliğini inceleyen kognitif antropoloji, hayvan düşüncesini inceleyen etoloji, zihinsel karışıklıkların incelenmesi olan psikiyatri ve düşünceyi sosyal bağlamıyla ele alan kognitif sosyolojidir.
            Zihnin çeşitli süreçlerden geçmesini sağlayan girdiye ya da etkileyici ögeye enformasyon denir. Kognitif bilimler enformasyonu fenomenlerden hareketle ve yapay sistemler oluşturarak açıklar. Açıklanacak fenomenler, nöronlar ağında, beyinlerde ve toplumlarda gözlemlenir; deneyle belirlenir.
            Bu bilimler, bilgi konusunda özellikle sibernetiği model yapmışlardır, böylece iletişim teknolojilerinin gelişmesini sağlamışlardır; doğanın kültürle ve zihinle karşıtlığını ortadan kaldırmışlardır.[5] Kognitif bilimler, iletişim teknolojisindeki başarıları nedeniyle insan ve toplum bilimlerini de etkiledi. Bundan dolayı psikoloji, sosyoloji, ekonomi ve dilbilimleri gibi disiplinler, diğer yöntemlerin yanında deneysel yöntemleri de uygular. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, insan ve toplum bilimlerinin deneysel yöntemi uygulamalarında biyolojik bilimlerin gelişmesinin de rolü vardır.
            Kognitif bilimlerle epistemoloji aynı amacı güderler yani bilgiyi açıklamaya çalışır. Ancak onlar, bilgiye farklı anlam yükler ve ayrı yöntem uygular. Biliyoruz ki, epistemologlara göre bilgi, obje ve süje arasındaki upuygunluktur. Bu uygunluk fenomenal değildir; bilen süjenin kararından çıkarılır. Epistemolog bilgiyi spekülatif tarzda ele alır. Oysa kognitivistlere göre bilgi, zihinsel süreçlere ilişkindir. Zihinsel durumları yani kognitif süreçleri spekülasyonla değil; empirik yolla gösterebiliriz. Bu nedenle kognitif bilimler betimleyicidir.
Kognitif bilimler objelerini sadece betimlemekle yetinmezler; insan zihninin temel yatkınlıklarını ve kapasitelerini; dili, akıl yürütmeyi, algılamayı, hareket koordinasyonunu, gerektiğinde simüle eder; böylece doğru, objektif ve yansız bilgiye ulaşmaya çalışır. Onlar, zihinsel süreçlere ilişkin, fizikte temel partiküllerin, kimyada moleküllerin, biyolojide canlı hücrenin bilgisi kadar nesnel bilginin mümkün olduğuna inanır; böyle bir bilginin de bilgi mekanizmalarını keşfetmekle elde edileceğini düşünürler.
            Kognitif bilimler insan ve toplum bilimleriyle doğa bilimleri arasında bir yer işgal eder; tıpkı insan ve toplum bilimleri gibi, zihinsel tasavvurların oluşumunu ve değişimini inceler. Ancak kognitif bilimlerle insan ve toplum bilimleri arasında giderilemez fark vardır. İnsan ve toplum bilimlerinin amacı düşüncelerin insan hayatındaki rolünü incelemektir. Buna karşılık kognitif bilimlerin gayesi, insan zekâsı hakkında bilgi vermektir. Öte yandan kognitif bilimler, doğa bilimleri gibi nedensel açıklamalar sunmaya çalışır.

2. KOGNİTİF BİLİMLERİN KISA TARİHİ

2.1 Ortaya Çıkışı

            Kognitif bilimler oldukça genç bilimlerdir. Oysa geçmişleri oldukça uzundur;[6] Batı felsefesinin ilk yıllarına kadar uzanır. Ancak onlar büyük ölçüde çağdaş bilimsel akımlardan beslendi. Günümüzdeki etkilerini de buna borçludur. Onlar ne zaman ortaya çıktı? Bu konuda iki görüş vardır:
            1. Bu bilimler sibernetikle aynı yıllarda yani II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıktı. Bu görüş, enformatiğe belirleyici bir rol verir; psikolojinin etkisini önemsizleştirir.
            2. Kognitif bilimler, davranışçılarla karşıtlarının tartışmalarından doğdu yani I. ve II. Dünya Savaşları arasında ortaya çıktı. Bu tez, kognitif bilimlerin gelişmesini kognitif psikolojiye bağlar.
            Okuyucu şöyle sorabilir: Peki, bu görüşlerden hangisi doğrudur? Problemi böyle ortaya koymak bize göre isabetli değildir. Kognitif bilimlerin gelişim sürecini dikkate aldığımızda bunu iyi anlarız. Gerçekte söz konusu bilimler iki aşamada evrildi. Bu iki evre, psikolojik ve enformatik diye nitelenebilir. Onlardan birinin hangi gerekçeyle olursa olsun dışlanması, kesinlikle yanıltıcıdır. Birinci yani psikolojik evre, 1930-1940’lı yıllardaki döneme denir. Bu dönemde psikoloji, önemli bir rol oynadı. Bu aşama, bilimsel psikoloji tarihiyle paraleldir. İkinci yani enformatik evre, 1950’li yılların ortasında başlar. Bu evre, enformasyon alanındaki gelişmelere sıkı sıkıya bağlıdır. Bu dönemde temel problem şudur: Mental tasavvuru deneysel bir şekilde açıklamak; bu amaçla biçimsel ve enformatik programlama dilini kullanmak. Bu evre, birinciden daha metodolojiktir ve daha olumsaldır; çünkü teknik bir evrimin izini taşır.
            Eğer 1940’lı yılların ortalarında bilgisayar icat edilmeseydi, kognitif bilimlerden söz edemeyecektik.[7] Bu bilimleri ilham eden, bilgisayardır. Bilgisayarın hesap yapması verileri sınıflaması, bilgileri depolaması yani insan beyninin yaptığı işleri başarması, insan beyninin de bilgisayar gibi çalıştığı düşüncesini uyandırdı. Bu düşünceden hareketle Herbert A. Simon başta olmak üzere yapay zekâ yanlıları düşünceyi bir enformatik programı gibi gördüler. Onlara göre entelektüel aktiviteler ile enformasyonları mantıksal prosedürlere göre değerlendiren programlar arasında benzerlik vardır. Bu nedenle algılama, akıl yürütme ve dil gibi bütün aktiviteleri, enformasyon programlarına dayanarak açıklayabiliriz.
            Noam Chomsky’ye göre, bütün dünya dillerini evrensel kurallar sistemi yönetir. Peki, dilde derin kurallar olduğunu gösteren bu kodlar nasıl ortaya çıkarılabilir? Dilin kuralları makine diline nasıl çevrilebilir? Bu sorulara cevap bulmak, temel ve büyük kognitif projelerden biridir. Chomsky’nin teorisi, kognitif bilimler projesi için sağlam bir dayanak gibidir.[8] Aynı dönemde psikologlar, Anglo-Sakson psikolojinin hâkim modeli olan davranışçılığı aşmaya çalıştılar; onun sadece gözlemlenebilen davranışla ilgilenmesini eleştirdiler, “zihinsel durumlar”ı inceleyen yeni bir psikoloji, kognitif psikoloji önerdiler. Kognitif bilimler bu dönemde özellikle objeleri sınıflamak ve karar almak için kullanılan kognitif stratejileri belirlemeye çalıştılar.
            1960-1970’li yıllarda kognitif bilimler dalgası Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygınlaştı. Bu dönemde insan beyni bilgisayar modeline göre açıklanmaya çalışıldı. Bu nedenle yapay zekâ yönlendirici kavram oldu; düşünce enformatik programlamaya benzetildi; düşünme, enformasyonu değerlendirme gibi anlaşıldı.
            İlk yıllarda kognitif bilimler, lengüistik, psikoloji ve yapay zekâ çevresinde gelişti. Bu dönemde araştırma konuları özel sistemler, dilin otomatik işleyişi, problem çözümü ve akıl yürütme idi.
            İnsan zihnine bu yeni yaklaşım, zihin felsefesinde pek çok tartışmaya yol açtı; Bu sorunların en önemlisi de şu ikisiydi: Zihin hesap makinesine benzer mi? Makine düşünebilir mi?

2.2. Gelişmesi

            1980’li yıllarda kognitif bilimler, yapay zekâ tartışmalarıyla birlikte mültidisipliner hatta plüridisipliner bir özellik kazandı.[9] Ancak 1985’ten sonra kognitif bilimlerde yapay zekâ modeli terk edildi. Bunun iki nedeni vardı: Otomatik çeviri dilindeki başarısızlık ve kognitif modellerin sınırlılığı; örneğin görme gibi bazı duyusal fenomenlere uyan modellerin bulunmayışı.[10] Bu nedenle, görünmeci (connectioniste) teoriler gibi, bazı yeni modeller ortaya çıktı; bunlar Ortodoks diyebileceğimiz makine modelinin rakibi oldu. Fakat bu yeni görünmeci paradigma, bütün beklentileri karşılamadı. Tam bu anda yeni bir bilim, nöroloji, kognitif bilimlerde yönlendirici rolünü üstlendi.
            Nörolojik keşifler, 1950’lerden itibaren yapılan keşiflerden beslenir. En verimli keşif de, beyni görüntülemeye yarayan tomografi gibi yeni tekniklerin bulunmasıdır. Bu yeni teknikler sayesinde beyne ilişkin bilgilerimiz zenginleşti. Nörolojik bilimler beynin haritasını çıkarmakla yetinmezler. Onların “kognitif” denen asıl amacı, zihinsel işlemleri yöneten mekanizmaları anlamaktır; her beyin bölgesinin özel fonksiyonunu belirlemektir. Örneğin birine “salata” ve “ev” gibi kelimeler söylendiğinde, bu kişi salatayı ve evi zihinsel olarak görüyormuş gibi, görsel bölgelerin aktive oldukları fark edilir. Diğer deyişle dilin görsel bir düşüncesi vardır.
            Nörolojik bilimlerin gelişmesiyle birlikte zihin felsefesinde çeşitli tartışmalar başladı. Bunlardan en önemlisi beyin/zihin (beden/ruh) problemi ya da bilincin statüsü problemidir.

2.3. Günümüzdeki Durumu

            XXI. yüzyıla gelene kadar kognitif bilimler, çeşitli evrelerden geçtiler. 1960’lı ve 1970’li yıllarda enformatik yönlendirici bilim oldu; çünkü o, beyin-bilgisayar analojisi kurmaya izin veriyordu. Bu dönemde hesaplamacılık (computationnalisme), referans paradigması gibi görüldü. 1980’li ve 1990’lı yıllarda nörolojik bilimlerden esinlenen görünmecilik (connectionisme), etkin paradigma sayıldı. Bu iki paradigmaya aşağıda değineceğiz.
            XXI. yüzyılın başında bir konfigürasyon ortaya çıktı. Bunun karşısında ne hesaplamacılık ne de görünmecilik tutunamadı. Bunun başlıca nedenleri:
            1. Hesaplamacı ve görünmeci gibi modellerin sınırlı olduklarının pek çok araştırmayla gösterilmesi.
            2. Hesaplamacılık modelinin dili biçimselleştirmesi ya da biçimlerin dili olduğunu ileri sürmesi.
            3. Görünmeciliğin öğrenme konusunda beklenen yararı sağlamaması.
            4. Evrimci, etkileşimci, inşacı (constructiviste) ya da ekolojist türde çeşitli yaklaşımların ortaya çıkması. Bu yaklaşımlar, psişik süreçlerin hazırlanmasında, bağlamın süjeyi etkilemesine vurgu yaparlar.
            5. Bu yeni yaklaşımlara bağlı olarak, bir eklektizmin zorunlu olması. Artık günümüzde kabul edilir ki, bir disiplin ya da bir model, psişizmin bütün sırlarını tek başına açıklayamaz. Birçok araştırmacı, düşünceyi sadece bir yönüyle incelese de, düşüncenin biyo-psiko-sosyal bir fenomen olduğunu kabul etti.
            1960’lı 1970’li yıllarda kognitif bilimlerin temel konusu algılama, problem çözümü ve dildi; 1990’lı yıllarda hafıza, bilinç, coşku, dikkat ve hareketlilikti. 2000’li yıllarda artık şu görüşler genel kabul gördü: Beyin, canlı bir organdır; düşünceler bedene (beyne) bağımlıdır; beden, sosyal bir çevrede yaşar. Günümüzde bir başka anlayış da şudur: Zihinsel süreçler, hafızalar, zekâlar, dilsel yatkınlıklar çok çeşitlidir.
            Düşünceyi düşünmek için tek bir model bulma umudu, bu bilimlerin gelişmesine paralel olarak kaybolur. Bugün beynin işleyişine, kognitif kargaşalara, algı mekanizmalarına, hafızaya ve zihinsel tasavvurlara ilişkin bilgilerden hareketle, tek bir model oluşturmak imkânsızdır.

3. BAŞARILARI

            Kognitif bilimlerin önemli keşifler diyebileceğimiz birtakım başarıları vardır. Bunlar:
            1. Görsel algının realiteyi yeniden oluşturma mekanizması olduğunun kanıtlanması; algılamanın enformasyonu filtre ettiğinin ve biçimlendirdiğinin anlaşılması; verilerin kognitif yorumunun belli bir kültürel çevrenin etkisiyle yapıldığının ortaya çıkması; görmenin, realitenin basit bir fotoğrafı olmak şöyle dursun, dünyayı okuma olduğunun kanıtlanması.
            2. Pek çok hafıza türü olduğunun anlaşılması; uzun ömürlü ve kısa ömürlü hafıza; semantik ve episodik hafıza; açıklayıcı ve davranışsal hafıza gibi hafıza türlerinin benimsenmesi.
            3. Dünyayı düzene koymanın evrensel bir yatkınlık olduğunun anlaşılması; realitenin en çok dikkati çeken özelliklerinden hareketle oluşturulan prototipleri, zihinsel şemaları, tipleri veya modelleri kullanarak kategorileştirmenin yapılması. Obje, hayvanlar, bitkiler, insanlar, soyut varlıklar gibi mental sözlüğümüzü oluşturan kategorilerin genellikle dilsel olmaktan çok görsel biçimler aldıklarının anlaşılması.
            4. Akıl yürütme ve problem çözme konusundaki araştırmalar gösterdi ki, sokaktaki insan, geçerli bulgusalları ya da zihinsel modelleri kullanır. Bu akıl yürütme modelleri biçimsel mantıkla tanımlanan kurallara uymazlar. İnsan doğru düşünen varlıktan çok, düşünebilen bir varlıktır.

4. GENEL SONUÇLARI

            Bütün kognitif bilimsel araştırmalar, insan zihnine ilişkin yeni bir anlayış getirdi. Beyin artık verileri kaydeden pasif bir sistem olmaktan çıktı. Tersine beynin, enformasyonu değerlendiren bir düzenek gibi olduğu anlaşıldı. Kognitif bilimlere göre enformasyon değerlendirmesi, özel modüllerden hareketle gerçekleşir. Modüllerin bazıları doğuştandır, örneğin insan yüzlerini tanıma ve dil gibi bazıları da bireysel evrim sırasında ortaya çıkar. Gerçekte açıkça gösterildi ki, beyin çok özel işlemleri yapan görsel, dilsel, hareketsel alanlar olan modüllere göre organize olur. Özel alanlar (etkileşimler, kendi kendine organize olma gibi) pek de iyi bilinmeyen modalitelere göre birbirine bağlanır.[11]
            Kuşkusuz bilimsel keşifler, özellikle hesaplamaya başvuran enformatik ve robot alanındaki gelişmeler, düşünme mekanizmalarının aydınlatılmasında çok yararlı oldu. Ancak şuna da dikkat etmek gerekir ki, kognitif bilimler, her ne olursa olsun, doğrusal bir gelişme modeli ortaya koymayı vaat ederler. Bu vaat aslında hem naivdir hem de totaliterdir. Bu alandaki bilim adamları, bir “katı bilim” peşinde koşarlar. Onları sonunda bilimciliğe düşme gibi bir tehlike bekler.
            Changeux’nün L’homme neuronal (Nöron İnsanı) adlı kitabı kognitif bilimleri uzun süre etkiledi.[12] Öte yandan Lacan, beyin elektrosunu bir yazı gibi kabul etti. Beyin elektrosu, nörolojik bilimlerde çok popüler oldu. Kuşkusuz beyin elektrosunun yanında dijital imgeler de kullanılıyordu. Ancak ona beyin elektrosundan daha az başvuruluyordu. Nörolojik bilimlerin beyindeki tümörleri ya da işlev bozukluklarını tedavi ettiklerinden kuşku duyulmaz. Fakat son yirmi küsur yıldan beri sibernetiğin etkisini sürdüren yeni Taylorcı kognisyon akımları, psikolojik-mantıksal alanı ele geçirmeye çalışır. Bu akımların çabası, mekanist bir insan tasavvuruna ulaşmaktan başka bir şeye yaramaz.



[1]     Jacob, Pierre, “Les sciences cognitives” Grand dictionnaire de philosophie, Larousse, Multimédia Édition, 2003.
[2]     Vergnaud, G., “Pourquoi la psychologie cognitive?” La Pensée, 282, Juillet Août, 1991, p. 21.
[3]     Dortier, Jean-François, La révolution des sciences cognitives, Éditions des Sciences Humaines, Paris, 2003, p. 62.
[4]     Dortier, Jean-François, Aux origines du langage, de la culture, de la pensée, Éditions des Sciences Humaines, Paris, 2004, p. 239.
[5]     Derreck, Nicole, “Sciences humaines, sciences de la nature”, dans Les sciences humaines, sont-elle des sciences de l’homme ?, PUF, Paris, 1998, p. 57.
[6]     Andler, Daniel, “Sciences cognitives”, Encyclopaedia Universalis, Multimédia Édition 2002.
[7]     Dortier, Jean-François, Le dictionnaire des sciences humaines, Éditions des Sciences Humaines, Paris, 2004, p. 486.
[8]     Ibid.,  p. 487.
[9]     Delattre-Derreck, p. 58.
[10]   Dortier, Le dictionnaire des sciences humaines, p. 488.
[11]   Ibid.,   p. 489.
[12]   Bu konuda bkz. özellikle Changeux, Jean-Pierre, L’homme neuronal, Fayard, Paris, 1983, pp. 171–190.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder