1. KOGNİTİF
BİLİMLER NEDİR?
Bu
bilimleri niteleyen kognitif, Lâtince cognoscere’den
gelir. Cognoscere aşağı
yukarı zekâ ile aynı anlamdadır.[1]
Kognitif,
bilgi edinme araçlarını ve mekanizmalarını ilgilendiren demektir. Kognitif
bilimler, kognitif denen alanı inceleyen bilimler topluluğudur. Kuşkusuz
kognitif bilimler günümüzde çok geliştiler ve bilimselliklerini kabul
ettirdiler. Buna rağmen onları tanımlamak her zaman problemlidir ve kaynakları
da tartışmalıdır. Biz tartışmaların ayrıntısına girmeyeceğiz; sadece bir tanım
ve ortaya çıkardığı problem üzerinde kısaca duracağız. Tanımımız şudur: Kognitif
bilimler, bilgi edinme süreçlerini ve mekanizmalarını inceleyen bilimlerdir. Bu
tanım oldukça geneldir. Böyle bir tanımı kabul edenler, özel kognitif
fenomenlere dayalı tanımların risklerinden kaçınmayı isterler. Fakat söz konusu
tanımın iki önemli problemi vardır. Bu tanım:
1. Genel
olduğundan, bilimsel açıdan tatmin edici değildir.
2. Diğer
tanımlardaki sınırlı olma riskinden kurtuldu, ancak başka bir önemli yanlışa,
indirgemecilik hatasına düştü.
Tanımın
indirgemeciliği hakkında şunlar denebilir: Bu tanım bilgiyi zekâya indirger;
sadece zihinsel süreçleri dikkate alır; teknik terimle söylersek kognisyona
merkezî bir yer verir; fakat bilmede beynin rolünü ve zekâ ile ilişkisini göz
ardı eder. Belirtilen indirgemeciliğe yapay zekâ tartışmalarında çok rastlanır.
Bu tartışmalarda “kognitif sistem”den, “zeki olmak”tan ya da genel olarak
zekâdan sıkça söz edildi. Kognisyon ve zihin filozofları yalnız insan zekâsına
ilgi duydu. Ancak ne yapay zekâ araştırmacıları ne de kognisyon ve zihin
filozofları beynin kognisyondaki rolünden, zekânın beyinle ilişkisinden asla
söz etmedi; böyle bir problemi tartışmadı.
Bu
indirgemeciliğe tepki olarak nörolojik bilimler merkezli tanımlar ortaya çıktı.
Nöro-psikologlar, daha genel konuşmak gerekirse nörolojik bilimciler, zekâ ile
beynin ilişkisine değindiler. Kuşkusuz bu sonuncular, yapay zekâcılara ve
filozoflara göre daha iyi durumdadır; ancak onlar da indirgemecilikten
kurtulamadılar.
Tanımın
problemli olmasından önemli sonuçlar doğdu. Örneğin “kognisyon” kavramına ve
kognitif bilimlerin bilimselliğine ilişkin bir dizi tartışma yapıldı.
Bazılarına göre “kognisyon”un bir gerçekliği yoktur; bazılarına göre de bu
kavramı az veya çok, sınırlamalıdır hatta başka kavramlara indirgemelidir.
Kimileri kognitif bilimlerin her zaman yapıldıklarını savundu, kimileri de
“totolojik” olduklarını ileri sürdü. Bütün bu teorik, kavramsal ve metodolojik
tartışmaların ötesinde tartışmasız bir şey vardır: Kognitif bilimlerin
ulaştıkları sonuçlarının bilimselliği.
Kognitif
bilimler, farklı disiplinlerden oluşan bir takımada gibidir. Takımada
psikoloji, lengüistik, enformatik, nöroloji vs.den oluşur. Bu disiplinlerin
işbirliğiyle bilgi süreçlerini aydınlatabiliriz.[2]
Bu bilimler
insan düşüncesini, daha doğrusu düşüncenin aktif yapılarını keşfetmeye çalışır.
Kognitivistlere göre insan zihni, kognitif bir sistemdir. Bu sistemin hep aynı
şekilde işleyen mekanizmaları vardır. Kognitif sistemle bilgi ediniriz,
edindiğimiz bilgileri koruruz ve başkalarına iletiriz. İşte bu bilimler, eğer
denebilirse zihin dediğimiz epistemolojik sistemin bağlı olduğu mekanizmaları
inceler ve anlamaya çalışır. Kognitif mekanizmalar zihinsel fenomenler
sayesinde anlaşılabilir. Söz konusu fenomenler ise şunlardır: Algılama, zekâ,
dil, hesaplama, akıl yürütme ve bilinç. Kognitif bilimler doğrudan
gözlemlenemeyen bu fenomenleri birtakım modellerle kavramaya çalışır.
Kognitif
bilimler interdisipliner bir özellik taşırlar, bilimin ve mühendisliğin
verilerini birlikte kullanır; özellikle lengüistik, antropoloji, psikoloji,
nörolojik bilimler, felsefe ve yapay zekâ gibi alanlardan yararlanır. Bu
bilimlerin sınırları ve birbirileriyle bağlantıları oldukça tartışmalıdır.
Bu
bilimlerde 1970’li yıllar boyunca büyük gelişmeler oldu. Onlar özellikle
zihinsel içerikleri deneysel tarzda ele almışlardır. Bundan dolayı Howard
Gardner, kognitif bilimleri “devrim” diye niteler. Günümüzde kognitif
bilimlerin hem epistemolojiye hem de insan ve toplum bilimlerine etkisi
gittikçe artar. O nedenle, Gardner’in “devrim” nitelemesi hiç de abartılı
değildir.[3]
Kognitif
bilimlerin problemlerini ortaya koymak amacıyla iki örnek seçelim. Birinci
örneğimiz, bir matematik problemini çözmek üzere tahtaya kalkan bir öğrenci
olsun. Matematik öğretmeni kaşlarını çatarak ona şunları söylesin: “Soruyu
yineliyorum. Bir sepette üç kilo kiraz var. Kirazın kilosu beş Y.T.dır. Bu
kiraz sepetini almak için kaç tane 25 kuruşluk ödemeliyim?”
İkinci
örneğimiz Jean-Pierre Dortier’nin Le dictionnaire des sciences humaines’inde
(İnsanbilimleri Sözlüğü) yer alır. Bu örnek, yorumu da işin içine katan soyut
bir özellik taşır ve Baudelaire’in dizelerinden seçildi:
Doğa,
canlı sütunların bazen karışık sözlerle konuştuğu bir tapınaktır. İnsan doğada
aşina bakışlarla kendini süzen semboller ormanlarının ortasından geçip gider.
Baudelaire,
Les fleurs du mal, 1857.
Bu
örneklerden hareketle kognitif bilimler problematiğini nasıl ortaya
koyabiliriz? Şimdi bunu görelim ve şöyle soralım: Acaba bu matematik problemini
çözmesi gereken çocuğun zihninde neler olup biter? Düşünceler birbirine nasıl
eklenir? Onlar, kelimelerden, imgelerden ve iç konuşmalardan mı oluşur? Çocuğun
düşüncesi birbiriyle birleşen basit mantıksal işlemler serisine indirgenebilir
mi?
İkinci
örneğimizle ilgili şunları sorabiliriz: Baudelaire’in bizde uyandırmak istediği
imgeler, izlenimler ve düşünceler hangileridir? “Tapınak”, “semboller
ormanı” ya da “aşina bakışlar”
ne çağrıştırabilir?
Bu
spesifik soruların dışında başka problemler de ortaya koyabiliriz: Bir bebek
ana dilinin kelimelerini referans yapmayı nasıl öğrenir? Yirmi yıldır
görmediğimizi birinin yüzünü nasıl hatırlarız? Kırmızı Başlıklı Kız’ı bir telefon listesinden niçin daha
kolay hatırlarız? 9’un 2’den ve 6’nın 5’ten daha büyük olduğunu kolaylıkla
nasıl bilebiliriz? Nesnelerin, yansıttıkları ışığın dalga boyları değiştiği
halde, renkleri neden sabitmiş gibi görünür? Coşkular, alınan kararlarda ne
kadar etkilidir? Şimdi kognitif bilimlerin bu problemler karşısında ne tür
tavır takındığını görelim. Bunun için problem çözen çocuğu ve Baudelaire’i
okuyan kişiyi göz önüne getirelim.
Bu
çocuğun zihninde bir sürü imge geçit resmi yapar. Kırmızı kirazlarla dolu güzel
bir sepet; yirmi beş kuruşluk metal paralar; tezgâhın önündeki manav. Bu
imgeler yerlerini, arkadaşlarının merak dolu bakışlarına bırakır; ardından
öğrencinin kulağında, öğretmenin “cevabın nedir?” sorusu yankılanır.
Çocuk
kendi kendine konuşmaya başlar: “Panik yapmamalıyım, sakin olmalıyım ve
problemi çözmeye yoğunlaşmalıyım.” Bu kendi kendine telkinin ardından çocuk,
bir dizi hesaplamalar yapar; rakamları çarpar, böler, toplar ve çıkarır.
Şiir
okuyucusuna gelince; onun zihni bu dizeleri anlamak ve yorumlamak için,
karmakarışık işlemler yapmak zorundadır. Önce görsel algı gereklidir. Çünkü bu
göstergeler görmeden okunamaz. Sonra görsel ögeleri anlamlı cümlelere
dönüştürmek için, harflerin ve kelimelerin kodları çözülmelidir. Bu da “doğa”, “tapınak” ve “semboller
ormanı” gibi tasavvurları kullanmayı gerektirir yani mental bir sözlüğe
ihtiyaç duyar. Bütün bunlarda hafıza ve coşkular vardır. Nihayet bazı
formüllerin anlamını kavramak için kültürel referanslar zorunludur. Bilmek
gerekir ki, Baudelaire “canlı sütunlar” ile ormanın ağaçlarını anlar. Algılama,
hatırlama, tasavvur ve dil; işte Baudelaire’in şiirini okurken harekete
geçirilen bazı yetiler bunlardır.
Problem
çözmeye çalışan öğrencinin ve şiir okuyan kişinin mental aktivitelerine,
“kognisyon” denir. Kognitif bilimlerin konusu, kognisyonu yani insan zekâsının
görünümlerini bütün boyutlarıyla incelemektir.
Akıl
yürüten insan, öncülden hareketle bir dizi düşünmeyi gerçekleştirir. Öbür
taraftan kültürler bireylere özel tasavvurlar kazandırır. Bu tasavvurların her
biri kültürel değişkendir. İster akıl yürütmede olduğu gibi biçimsel düşünme,
isterse değerler ışığında yargıya varma söz konusu olsun; bunların her ikisinin
de temelinde nörolojik fenomenler vardır. Bu nörolojik fenomenler evrenseldir.
Kognitif bilimlerin amacı, her tür zihinsel süreçteki nörolojik temeli
araştırmaktır.[4]
Her
kognitif bilim zihinsel mekanizmaları, kendi açısından inceler. Örneğin
psikoloji, problem çözen çocuğun zihinsel aşamalarını anlamaya çalışır. Yapay
zekâ, aşamalar problemini enformatik logaritma terimlerine indirgeyerek ele
alır yani bir bilgisayarla problem çözme tekniğini kullanarak açıklar.
Nörolojik bilimler, bu zihinsel işlemin, beynin hangi bölgelerinde
gerçekleştiğini, bu bölgelerin birbirine nasıl bağlandıklarını açıklamaya
çalışır. Beyin nasıl algılar? Anlarken ve düşünürken nasıl davranır? Beynin
mekanizmasını ortaya çıkarmak için belirlenen bu problemleri çözmek,
epistemologların eski bir düşüydü. Farklı kognitif yaklaşımlar bu eski düşü
gerçekleştirme projelerinin birer parçasıdır.
Kognitif
bilimler iki gruptur: Yönetici disiplinler ve yardımcı disiplinler. Yönetici
disiplinler şunlardır: Psikoloji, yapay zekâ, lengüistik ve nörolojik bilimler.
Yardımcı disiplinler ise, bazı zihinsel durumların evrenselliğini inceleyen
kognitif antropoloji, hayvan düşüncesini inceleyen etoloji, zihinsel
karışıklıkların incelenmesi olan psikiyatri ve düşünceyi sosyal bağlamıyla ele
alan kognitif sosyolojidir.
Zihnin
çeşitli süreçlerden geçmesini sağlayan girdiye ya da etkileyici ögeye
enformasyon denir. Kognitif bilimler enformasyonu fenomenlerden hareketle ve
yapay sistemler oluşturarak açıklar. Açıklanacak fenomenler, nöronlar ağında,
beyinlerde ve toplumlarda gözlemlenir; deneyle belirlenir.
Bu
bilimler, bilgi konusunda özellikle sibernetiği model yapmışlardır, böylece
iletişim teknolojilerinin gelişmesini sağlamışlardır; doğanın kültürle ve
zihinle karşıtlığını ortadan kaldırmışlardır.[5]
Kognitif bilimler, iletişim teknolojisindeki başarıları nedeniyle insan ve
toplum bilimlerini de etkiledi. Bundan dolayı psikoloji, sosyoloji, ekonomi ve
dilbilimleri gibi disiplinler, diğer yöntemlerin yanında deneysel yöntemleri de
uygular. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, insan ve toplum bilimlerinin
deneysel yöntemi uygulamalarında biyolojik bilimlerin gelişmesinin de rolü
vardır.
Kognitif
bilimlerle epistemoloji aynı amacı güderler yani bilgiyi açıklamaya çalışır.
Ancak onlar, bilgiye farklı anlam yükler ve ayrı yöntem uygular. Biliyoruz ki,
epistemologlara göre bilgi, obje ve süje arasındaki upuygunluktur. Bu uygunluk
fenomenal değildir; bilen süjenin kararından çıkarılır. Epistemolog bilgiyi
spekülatif tarzda ele alır. Oysa kognitivistlere göre bilgi, zihinsel süreçlere
ilişkindir. Zihinsel durumları yani kognitif süreçleri spekülasyonla değil;
empirik yolla gösterebiliriz. Bu nedenle kognitif bilimler betimleyicidir.
Kognitif bilimler objelerini sadece betimlemekle
yetinmezler; insan zihninin temel yatkınlıklarını ve kapasitelerini; dili, akıl
yürütmeyi, algılamayı, hareket koordinasyonunu, gerektiğinde simüle eder;
böylece doğru, objektif ve yansız bilgiye ulaşmaya çalışır. Onlar, zihinsel
süreçlere ilişkin, fizikte temel partiküllerin, kimyada moleküllerin,
biyolojide canlı hücrenin bilgisi kadar nesnel bilginin mümkün olduğuna inanır;
böyle bir bilginin de bilgi mekanizmalarını keşfetmekle elde edileceğini
düşünürler.
Kognitif
bilimler insan ve toplum bilimleriyle doğa bilimleri arasında bir yer işgal
eder; tıpkı insan ve toplum bilimleri gibi, zihinsel tasavvurların oluşumunu ve
değişimini inceler. Ancak kognitif bilimlerle insan ve toplum bilimleri
arasında giderilemez fark vardır. İnsan ve toplum bilimlerinin amacı
düşüncelerin insan hayatındaki rolünü incelemektir. Buna karşılık kognitif
bilimlerin gayesi, insan zekâsı hakkında bilgi vermektir. Öte yandan kognitif
bilimler, doğa bilimleri gibi nedensel açıklamalar sunmaya çalışır.
2. KOGNİTİF BİLİMLERİN KISA TARİHİ
2.1
Ortaya Çıkışı
Kognitif
bilimler oldukça genç bilimlerdir. Oysa geçmişleri oldukça uzundur;[6]
Batı felsefesinin ilk yıllarına kadar uzanır. Ancak onlar büyük ölçüde çağdaş
bilimsel akımlardan beslendi. Günümüzdeki etkilerini de buna borçludur. Onlar
ne zaman ortaya çıktı? Bu konuda iki görüş vardır:
1.
Bu bilimler sibernetikle aynı yıllarda yani II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya
çıktı. Bu görüş, enformatiğe belirleyici bir rol verir; psikolojinin etkisini
önemsizleştirir.
2.
Kognitif bilimler, davranışçılarla karşıtlarının tartışmalarından doğdu yani I.
ve II. Dünya Savaşları arasında ortaya çıktı. Bu tez, kognitif bilimlerin
gelişmesini kognitif psikolojiye bağlar.
Okuyucu
şöyle sorabilir: Peki, bu görüşlerden hangisi doğrudur? Problemi böyle ortaya
koymak bize göre isabetli değildir. Kognitif bilimlerin gelişim sürecini
dikkate aldığımızda bunu iyi anlarız. Gerçekte söz konusu bilimler iki aşamada
evrildi. Bu iki evre, psikolojik
ve enformatik diye
nitelenebilir. Onlardan birinin hangi gerekçeyle olursa olsun dışlanması,
kesinlikle yanıltıcıdır. Birinci yani psikolojik evre, 1930-1940’lı yıllardaki
döneme denir. Bu dönemde psikoloji, önemli bir rol oynadı. Bu aşama, bilimsel
psikoloji tarihiyle paraleldir. İkinci yani enformatik evre, 1950’li yılların
ortasında başlar. Bu evre, enformasyon alanındaki gelişmelere sıkı sıkıya
bağlıdır. Bu dönemde temel problem şudur: Mental tasavvuru deneysel bir şekilde
açıklamak; bu amaçla biçimsel ve enformatik programlama dilini kullanmak. Bu
evre, birinciden daha metodolojiktir ve daha olumsaldır; çünkü teknik bir
evrimin izini taşır.
Eğer
1940’lı yılların ortalarında bilgisayar icat edilmeseydi, kognitif bilimlerden
söz edemeyecektik.[7] Bu bilimleri ilham eden,
bilgisayardır. Bilgisayarın hesap yapması verileri sınıflaması, bilgileri
depolaması yani insan beyninin yaptığı işleri başarması, insan beyninin de
bilgisayar gibi çalıştığı düşüncesini uyandırdı. Bu düşünceden hareketle
Herbert A. Simon başta olmak üzere yapay zekâ yanlıları düşünceyi bir
enformatik programı gibi gördüler. Onlara göre entelektüel aktiviteler ile
enformasyonları mantıksal prosedürlere göre değerlendiren programlar arasında
benzerlik vardır. Bu nedenle algılama, akıl yürütme ve dil gibi bütün
aktiviteleri, enformasyon programlarına dayanarak açıklayabiliriz.
Noam
Chomsky’ye göre, bütün dünya dillerini evrensel kurallar sistemi yönetir. Peki,
dilde derin kurallar olduğunu gösteren bu kodlar nasıl ortaya çıkarılabilir?
Dilin kuralları makine diline nasıl çevrilebilir? Bu sorulara cevap bulmak,
temel ve büyük kognitif projelerden biridir. Chomsky’nin teorisi, kognitif
bilimler projesi için sağlam bir dayanak gibidir.[8]
Aynı dönemde psikologlar, Anglo-Sakson psikolojinin hâkim modeli olan
davranışçılığı aşmaya çalıştılar; onun sadece gözlemlenebilen davranışla
ilgilenmesini eleştirdiler, “zihinsel durumlar”ı inceleyen yeni bir psikoloji, kognitif
psikoloji önerdiler. Kognitif bilimler bu dönemde özellikle objeleri sınıflamak
ve karar almak için kullanılan kognitif stratejileri belirlemeye çalıştılar.
1960-1970’li
yıllarda kognitif bilimler dalgası Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygınlaştı.
Bu dönemde insan beyni bilgisayar modeline göre açıklanmaya çalışıldı. Bu
nedenle yapay zekâ yönlendirici kavram oldu; düşünce enformatik programlamaya
benzetildi; düşünme, enformasyonu değerlendirme gibi anlaşıldı.
İlk
yıllarda kognitif bilimler, lengüistik, psikoloji ve yapay zekâ çevresinde
gelişti. Bu dönemde araştırma konuları özel sistemler, dilin otomatik işleyişi,
problem çözümü ve akıl yürütme idi.
İnsan
zihnine bu yeni yaklaşım, zihin felsefesinde pek çok tartışmaya yol açtı; Bu
sorunların en önemlisi de şu ikisiydi: Zihin hesap makinesine benzer mi? Makine
düşünebilir mi?
2.2.
Gelişmesi
1980’li
yıllarda kognitif bilimler, yapay zekâ tartışmalarıyla birlikte mültidisipliner
hatta plüridisipliner bir özellik kazandı.[9]
Ancak 1985’ten sonra kognitif bilimlerde yapay zekâ modeli terk edildi. Bunun
iki nedeni vardı: Otomatik çeviri dilindeki başarısızlık ve kognitif modellerin
sınırlılığı; örneğin görme gibi bazı duyusal fenomenlere uyan modellerin
bulunmayışı.[10] Bu nedenle, görünmeci
(connectioniste) teoriler gibi, bazı yeni modeller ortaya çıktı; bunlar
Ortodoks diyebileceğimiz makine modelinin rakibi oldu. Fakat bu yeni görünmeci
paradigma, bütün beklentileri karşılamadı. Tam bu anda yeni bir bilim,
nöroloji, kognitif bilimlerde yönlendirici rolünü üstlendi.
Nörolojik
keşifler, 1950’lerden itibaren yapılan keşiflerden beslenir. En verimli keşif
de, beyni görüntülemeye yarayan tomografi gibi yeni tekniklerin bulunmasıdır.
Bu yeni teknikler sayesinde beyne ilişkin bilgilerimiz zenginleşti. Nörolojik
bilimler beynin haritasını çıkarmakla yetinmezler. Onların “kognitif” denen
asıl amacı, zihinsel işlemleri yöneten mekanizmaları anlamaktır; her beyin
bölgesinin özel fonksiyonunu belirlemektir. Örneğin birine “salata” ve “ev” gibi
kelimeler söylendiğinde, bu kişi salatayı ve evi zihinsel olarak görüyormuş
gibi, görsel bölgelerin aktive oldukları fark edilir. Diğer deyişle dilin
görsel bir düşüncesi vardır.
Nörolojik
bilimlerin gelişmesiyle birlikte zihin felsefesinde çeşitli tartışmalar
başladı. Bunlardan en önemlisi beyin/zihin (beden/ruh) problemi ya da bilincin
statüsü problemidir.
2.3.
Günümüzdeki Durumu
XXI.
yüzyıla gelene kadar kognitif bilimler, çeşitli evrelerden geçtiler. 1960’lı ve
1970’li yıllarda enformatik yönlendirici bilim oldu; çünkü o, beyin-bilgisayar
analojisi kurmaya izin veriyordu. Bu dönemde hesaplamacılık
(computationnalisme), referans paradigması gibi görüldü. 1980’li ve 1990’lı
yıllarda nörolojik bilimlerden esinlenen görünmecilik (connectionisme), etkin
paradigma sayıldı. Bu iki paradigmaya aşağıda değineceğiz.
XXI.
yüzyılın başında bir konfigürasyon ortaya çıktı. Bunun karşısında ne
hesaplamacılık ne de görünmecilik tutunamadı. Bunun başlıca nedenleri:
1.
Hesaplamacı ve görünmeci gibi modellerin sınırlı olduklarının pek çok
araştırmayla gösterilmesi.
2.
Hesaplamacılık modelinin dili biçimselleştirmesi ya da biçimlerin dili olduğunu
ileri sürmesi.
3.
Görünmeciliğin öğrenme konusunda beklenen yararı sağlamaması.
4. Evrimci,
etkileşimci, inşacı (constructiviste) ya da ekolojist türde çeşitli
yaklaşımların ortaya çıkması. Bu yaklaşımlar, psişik süreçlerin
hazırlanmasında, bağlamın süjeyi etkilemesine vurgu yaparlar.
5. Bu yeni
yaklaşımlara bağlı olarak, bir eklektizmin zorunlu olması. Artık günümüzde
kabul edilir ki, bir disiplin ya da bir model, psişizmin bütün sırlarını tek
başına açıklayamaz. Birçok araştırmacı, düşünceyi sadece bir yönüyle incelese
de, düşüncenin biyo-psiko-sosyal bir fenomen olduğunu kabul etti.
1960’lı
1970’li yıllarda kognitif bilimlerin temel konusu algılama, problem çözümü ve
dildi; 1990’lı yıllarda hafıza, bilinç, coşku, dikkat ve hareketlilikti.
2000’li yıllarda artık şu görüşler genel kabul gördü: Beyin, canlı bir
organdır; düşünceler bedene (beyne) bağımlıdır; beden, sosyal bir çevrede
yaşar. Günümüzde bir başka anlayış da şudur: Zihinsel süreçler, hafızalar,
zekâlar, dilsel yatkınlıklar çok çeşitlidir.
Düşünceyi
düşünmek için tek bir model bulma umudu, bu bilimlerin gelişmesine paralel
olarak kaybolur. Bugün beynin işleyişine, kognitif kargaşalara, algı
mekanizmalarına, hafızaya ve zihinsel tasavvurlara ilişkin bilgilerden
hareketle, tek bir model oluşturmak imkânsızdır.
3. BAŞARILARI
Kognitif
bilimlerin önemli keşifler diyebileceğimiz birtakım başarıları vardır. Bunlar:
1. Görsel
algının realiteyi yeniden oluşturma mekanizması olduğunun kanıtlanması;
algılamanın enformasyonu filtre ettiğinin ve biçimlendirdiğinin anlaşılması;
verilerin kognitif yorumunun belli bir kültürel çevrenin etkisiyle yapıldığının
ortaya çıkması; görmenin, realitenin basit bir fotoğrafı olmak şöyle dursun,
dünyayı okuma olduğunun kanıtlanması.
2. Pek çok
hafıza türü olduğunun anlaşılması; uzun ömürlü ve kısa ömürlü hafıza; semantik
ve episodik hafıza; açıklayıcı ve davranışsal hafıza gibi hafıza türlerinin
benimsenmesi.
3. Dünyayı
düzene koymanın evrensel bir yatkınlık olduğunun anlaşılması; realitenin en çok
dikkati çeken özelliklerinden hareketle oluşturulan prototipleri, zihinsel
şemaları, tipleri veya modelleri kullanarak kategorileştirmenin yapılması.
Obje, hayvanlar, bitkiler, insanlar, soyut varlıklar gibi mental sözlüğümüzü
oluşturan kategorilerin genellikle dilsel olmaktan çok görsel biçimler
aldıklarının anlaşılması.
4. Akıl
yürütme ve problem çözme konusundaki araştırmalar gösterdi ki, sokaktaki insan,
geçerli bulgusalları ya da zihinsel modelleri kullanır. Bu akıl yürütme
modelleri biçimsel mantıkla tanımlanan kurallara uymazlar. İnsan doğru düşünen
varlıktan çok, düşünebilen bir varlıktır.
4. GENEL SONUÇLARI
Bütün
kognitif bilimsel araştırmalar, insan zihnine ilişkin yeni bir anlayış getirdi.
Beyin artık verileri kaydeden pasif bir sistem olmaktan çıktı. Tersine beynin,
enformasyonu değerlendiren bir düzenek gibi olduğu anlaşıldı. Kognitif
bilimlere göre enformasyon değerlendirmesi, özel modüllerden hareketle
gerçekleşir. Modüllerin bazıları doğuştandır, örneğin insan yüzlerini tanıma ve
dil gibi bazıları da bireysel evrim sırasında ortaya çıkar. Gerçekte açıkça
gösterildi ki, beyin çok özel işlemleri yapan görsel, dilsel, hareketsel
alanlar olan modüllere göre organize olur. Özel alanlar (etkileşimler, kendi
kendine organize olma gibi) pek de iyi bilinmeyen modalitelere göre birbirine
bağlanır.[11]
Kuşkusuz
bilimsel keşifler, özellikle hesaplamaya başvuran enformatik ve robot alanındaki
gelişmeler, düşünme mekanizmalarının aydınlatılmasında çok yararlı oldu. Ancak
şuna da dikkat etmek gerekir ki, kognitif bilimler, her ne olursa olsun,
doğrusal bir gelişme modeli ortaya koymayı vaat ederler. Bu vaat aslında hem
naivdir hem de totaliterdir. Bu alandaki bilim adamları, bir “katı bilim”
peşinde koşarlar. Onları sonunda bilimciliğe düşme gibi bir tehlike bekler.
Changeux’nün
L’homme
neuronal (Nöron İnsanı) adlı kitabı kognitif bilimleri uzun süre
etkiledi.[12] Öte yandan Lacan, beyin
elektrosunu bir yazı gibi kabul etti. Beyin elektrosu, nörolojik bilimlerde çok
popüler oldu. Kuşkusuz beyin elektrosunun yanında dijital imgeler de
kullanılıyordu. Ancak ona beyin elektrosundan daha az başvuruluyordu. Nörolojik
bilimlerin beyindeki tümörleri ya da işlev bozukluklarını tedavi ettiklerinden
kuşku duyulmaz. Fakat son yirmi küsur yıldan beri sibernetiğin etkisini
sürdüren yeni Taylorcı kognisyon akımları, psikolojik-mantıksal alanı ele
geçirmeye çalışır. Bu akımların çabası, mekanist bir insan tasavvuruna
ulaşmaktan başka bir şeye yaramaz.
[1] Jacob,
Pierre, “Les sciences cognitives” Grand dictionnaire de philosophie,
Larousse, Multimédia Édition, 2003.
[2] Vergnaud,
G., “Pourquoi la psychologie cognitive?” La Pensée ,
282, Juillet Août, 1991, p. 21.
[3] Dortier,
Jean-François, La révolution des sciences cognitives, Éditions des Sciences Humaines, Paris,
2003, p. 62.
[4] Dortier,
Jean-François, Aux origines du langage, de la culture, de la pensée, Éditions des Sciences Humaines, Paris,
2004, p. 239.
[5] Derreck,
Nicole, “Sciences humaines, sciences de la nature”, dans Les sciences
humaines, sont-elle des sciences de l’homme ?, PUF,
Paris, 1998, p. 57.
[6] Andler,
Daniel, “Sciences cognitives”, Encyclopaedia Universalis,
Multimédia Édition 2002.
[7] Dortier,
Jean-François, Le dictionnaire des sciences humaines, Éditions des
Sciences Humaines, Paris, 2004, p. 486.
[9] Delattre-Derreck,
p. 58.
[10] Dortier,
Le dictionnaire des sciences humaines, p. 488.
[12] Bu
konuda bkz. özellikle Changeux,
Jean-Pierre, L’homme neuronal, Fayard, Paris, 1983, pp. 171–190.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder