8. KOGNİTİF BİLİMLERDE EYLEM
8.1. Bireysel Eylem
Klasik
kognitivizmde kognisyon (zihinsel süreç) bilgisayar analojisiyle açıklanır.
Örneğin kognitivizme göre duyu verileri, bilgisayara giren datalar gibidir.
Zihne giren dataları, algılama ve akıl yürütme izler. Sonra bir mikro
işlemciden çıkış gibi olan eylem yapılır.
Eylem, bir
sistem olan rasyonel failin eseridir. Rasyonel fail eylemi gerçekleştirirken,
bazı amaçlara ve bazı inançlara bağlı kalır. Buna şöyle sıradan bir örnek
verebiliriz: Acıkırsam ve buzdolabında yiyecek olduğuna inanırsam, ona doğru
giderim.[1]
Bu tanım
bazı yorumları gerektirir. Söz konusu tanım her şeyden önce eylemi, failin
niyetlerine bağlar; bu niyetlerin açıkça ya da açıklanabilir biçimde failin
zihninde bulunduğunu varsayar; faili, eylemlerini her an açıklayabilecek kişi
gibi görür. Böyle bir eylem anlayışı fonksiyonalist kognitivizm ve eylem
teorisi arasında sıkı bir ilişki kurar. Kognitivizmin eylem teorisi, sosyal
bilimlerdeki akli seçimler
teorisine benzer. Fonksiyonalist kognitivizm ise, der ki, tasavvurların her
biri kognitif tutumda biçimsel rol oynar; bu biçimsellik onlara neden özelliği
kazandırır.[2]
Fonksiyonalist
kognitivizm, tasavvurun yönelimli statüsünde değişiklik yapılabilmesi için
eylemin yerini alır.[3]
Analitik
bir tarzda belirlenen şu örnekleri göz önüne getirelim:
(1) X,
eşini sevindirmek istiyor.
(2) X,
eşine çiçek verdiğinde, sevineceğine inanıyor.
(3) Sonuçta
X, eşine çiçek veriyor.
İlk bakışta
öyle görünüyor ki, eylem (3), zihin halini formüle eden önermede tam olarak
bulunur.
(2’ ) X, eşine çiçek verme kararı
alıyor.
(3’ ) X, eşine çiçek veriyor.
(4) X,
eşini sevindirdiğine inanıyor.
O zaman
önermeler bütünü şöyle analiz edilir: (1) numaralı önermede olduğu gibi bir
amaç, henüz ortaya çıkmamış bir olgunun (şüphe, inkâr, umut konusu olabilen bir
olgunun) tasavvurudur. Bir inanç ise, ortaya çıkmış bir tasavvurdan (yani doğru
olduğu kabul edilen bir inançtan) ibarettir. Bundan dolayı eylem, açığa
vurulmamış bir tasavvurdan, ortaya çıkmış bir tasavvura geçiştir. Bu nedenle
(4) numaralı önerme, (1) numaralı önermenin yerini alır. Fakat o zaman, gerçek
eylem paranteze alınır. Çünkü o, soyut, boş ve biçimsel hale getirildi.
Searle’ün ünlü eleştirisini yeniden ele almak gerekirse, bu şekilde kabul
edilen eylem, açıkça gerçekleştirilmedi; fakat düşünüldü. Sonuçta, diyebiliriz
ki, bu durumda gerçek eylem değil; eylemin yönergesi vardır ve eylemin
etkililiği dikkate alınmadı. Bu, fonksiyonalizmin öncüllerinden çıkan zorunlu
bir sonuçtur. Fonksiyonalizme göre fonksiyonu yerine getiren şey, değerli bir
sonuçtur; onu değerli yapan şey sadece semboller üzerinde biçimsel bir işlem
yapmayı sağlamasıdır.[4]
Bu eylem
açıklaması doğrudur; ama tam değildir. Tam bir açıklama, eylemle algıyı
ayırmaz. Eğer bilgiyi lineer tarzda inceliyorsak, kabul etmek zorundayız ki,
eylem, tasavvurdan sonra gelir ve sözcelemesinin gölgesinde kalır. Oysa
gerçekte eylemi algıyla bağlantısı içinde anlayabiliriz; eylemlerin
duyumlamalardaki etkilerini dikkate alarak kavrayabiliriz. Bu açıdan eylem
basit bir çıkış değildir. Husserl algılamayı yönelimlilik paradigması kabul
ediyordu. Ona göre algılama bir eylemdi. Bu eylem yönelimli anlamın ve
algılanan objektifliğin aynı anda ortaya çıkmasını sağlıyordu. Sonuçta,
Husserl, eylemi algıyla bağlantısı içinde anlamaya çalışıyordu. Onun bu
düşüncesi kognitif bilimler tarafından uyarlanarak kabul edildi. Fenomenolojik
analizin mirası olan duyusal nedenli eylem kavramı, biyolojide, etnolojide ve
psikolojide pek çok gelişme kaynağı oldu.
Kognitivizme
göre eylem, algıya yani duyuma bağlı olduğundan, kognisyon da bir yorum’dur, özel bir dünyanın
(umwelt) inşasıdır. Bu inşa, bizden önce gelen bir dünyada gerçekleşir. Böyle
bir inşa, her zaman hareketli algı sayesinde mümkün olur. Bu inşacı, yapıcı
kognitivist bilimlerin asıl amacı, yorum yapmayı doğal bir temele
yerleştirmektir. Böylece yorum, kognitif bilimler sayesinde, bir yöntem olmanın
ötesinde, ontolojik bir statü kazanır; dünyada olma problematiğinin bir parçası
olur. Günümüzde, biyolojide ve doğal bilimlerde de bir yorum problematiği
vardır. Onlarda bu problematiğin ortaya çıkışında, kognitif bilimlerden hareketle
yapılan, yorumun doğasına ilişkin çalışmaların önemli rolü oldu.
8.2. Sosyal Eylem
Kognitivizm
sosyal olanı açıklarken, yöntem bireyciliği postulatını yeniden ele alır.
Aşağıda ayrıntısıyla göreceğimiz gibi yöntem bireyciliği, sosyal bilimlerde
uzun zamandan beri kullanılır ve şu üç aksiyomdan ibarettir:
1. Tekil
birey, sosyolojinin en elemanter ya da atomik birliği gibidir.
2. Sosyal
olgular bireysel davranışların bir araya gelmesinden, kompozisyonundan doğar.
3. Zihinsel
durumları, devlet, Kilise, sosyal sınıflar gibi, bireysel olmayan sözde
süjelere değil; fakat sadece bireylere yükleyebiliriz.
Kognitivizm
bunlara şunu da ekler: Kognitif kapasiteler yani düşüncenin dili, doğuştandır;
bireysel ve özel bir dildir.
Sosyal
bilimlerde kognitivist yaklaşım şu postulattan ibarettir: Kültürler, evrensel
kognitif kapasitelerin sonucu ortaya çıkmışlardır; onlar, kognitif kapasiteleri
şekillendiremez. Gerçek ya da mümkün tüm kültürlerin içerikleri a priori olarak, sadece insanın
kognitif kapasiteleriyle belirlenebilir. Buradan hareketle hazırlanan araştırma
programı, kognitif fonksiyonların sosyal kaynağını bulmaya çalışmaz; tersine
sosyal formasyonları kognitif kaynaklarıyla anlama amacı güder. Özetle
söylersek, kognitivizm açısından sosyal, bir kognitif sürecin sonucu olan
tespitlerin ve farklılaşmaların bütünüdür.[5]
9. DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA MODELLERİ
Kognitif
bilimlerde zihinsel süreçleri, teknik terimle söylersek kognisyonu açıklamak
için çeşitli modeller önerildi. Bu modellerin hepsini burada açıklamamızın
imkânı ve gereği yoktur. Bu nedenle biz sadece söz konusu modellerin en
önemlilerinden üçü hakkında kısa bilgiler vermekle yetineceğiz. Aşağıda sözünü
edeceğimiz üç yaklaşım şunlardır: Hesaplamacılık, görünmecilik ve
fonksiyonalizmdir.
Hesaplamacılık,
kelimenin çağrıştırdığı gibi, bütün düşünce biçimlerini, sembollerle yapılan ve
birbirini izleyen hesaplamalardan ibaret görür. Görünmecilik ise
(connectionisme) düşünceyi daha çok, mikro birlikler ağında ortaya çıkan toplu
bir eylem gibi kabul eder. İki model arasında tartışma vardır. Tartışma, “okuma
heceden mi yoksa cümleden mi başlayarak daha kolay öğrenilir?” tartışmalarına
benzer. Yapısalcılık ise zihinsel süreçlerden çok, bu süreçlerin arkasındaki
genel evrensel ilkeleri araştırır. Şimdi bu üç modeli kısaca açıklamaya
çalışalım.
9.1. Hesaplamacılık
(Computationnalisme)
Hesaplamacı
(İngilizce computer) modelin
temelinde şu düşünceler vardır: “Düşünmek, hesaplamaktır”; beynimizdeki
düşünceler, mantıksal işlemlerin art arda gelişleridir; sanki bir “cebir”dir;
araştırmacılar bu “düşünce cebiri”nin formülünü keşfetmek zorundadır.[6]
Bu anlayış yeni değildir; daha önce Leibniz (1646–1716) ve Hobbes (1588–1679)
tarafından ifade edildi. Ancak onların tezlerini kanıtlamaları mümkün değildi;
çünkü o dönemde yeterli bilimsel ve teknolojik birikim yoktu. Hesaplamacı
kognitivistler, bilgisayarın icadıyla söz konusu filozofların görüşlerini
yeniden ele aldılar. Ama onlar konuyu spekülatif iddialarla temellendirmek yerine,
bilimsel bir bakış açısıyla incelediler; hayata geçirdikleri bu projeye
deneysel bir nitelik kazandırma amacı güttüler. Onlar bilgisayarı zihnin bir
modeli yaptılar; insan düşüncesini bu modele göre açıkladılar; zihnin
işleyişini sembolik hesaplamalar gibi betimlediler.
Hesaplamacılığa
göre insan düşüncesi, bilgisayar programı gibidir; yâdsıma ve içerme gibi
mantıksal işlemleri, soyut semboller (x, y, A, β, Ǿ…) yardımıyla birleştirir.
Örneğin “bulutlar yağmur ya da kar getirirler” düşüncesi, şu mantıksal yapıya
dayanır: A => B v C (A B’ ye ya da C’ ye yol açar). Bu hesaplamada A=
Bulutlar, B= Yağmur, C= Kar, demektir. Aynı formül, başka bir düşünceyi şöyle
ifade edebilir: “Yoksulluk ya isyana ya da boş vermişliğe yol açar.”[7]
Hesaplamacılığın
tarihi, 1950’li yılların ortalarına kadar gider. Hesaplamacılara göre
düşünceleri düzenlemek, ancak biçimsel bir sistemde mümkündür. Biçimsel
sistemde semboller, anlamlarından bağımsızlaştırılır ve önceden belirlenen
kurallara göre dizayn edilir. Biçimsel bir sistem, bir dildir. Önermeler bütünü
bir teoremin kanıtlanması mıdır? Değil midir? Bunu biçimsel dilde mekanik
tarzda belirleyebiliriz. Aynı şekilde sistemin formülleri olan semboller
dizilerinin mantıksal yapısını da biçimsel dille gösterebiliriz.[8]
9.2. Görünmecilik (Connexionisme)
Görünmecilik,
kognitif bilimlerde önemli bir açıklama biçimidir. 1970’li yıllarda geri planda
kaldı; ancak 1980’li yılların başında yeniden ortaya çıktı ve günümüzde daha
önem kazandı.
Görünmecilik
bugün hesaplamacılığın (computationnalisme) en önemli rakibidir. Görünmeci
yaklaşım nörolog Warren Mc Cullough’un (1889–1969) sibernetik ve nöron ağıyla
ilgili çalışmalarından esinlendi. Bu yaklaşım, kognitivist aktiviteleri
zihinsel bir mimarlıktan hareketle anlamaya çalışır. Görünmecilik,
kognitivizmle birlikte tasavvur fikrini paylaşır. Ancak ondan çok önemli bir
noktada ayrılır ve özgünlüğünü de bu farklılığa borçludur.[9]
Bilindiği
gibi hesaplamacılığa göre zihin, sembolik verileri kullanarak işler, mantıksal
tümdengelim sürecini izler. Görünmecilik bu hipotezi reddeder. Görünmeciliğin
temeli şudur: İnsan düşüncesi kognitif problemleri tümdengelimle çözmez;
tersine, genel bir çözüm, bilginin çok sayıda ve son derece küçük birliklerinin
etkileşimleriyle gerçekleşir.[10]
Bu küçük birliklerin kombinezonu, objenin imgesine uygun, bütün durumu verir.
Az
önce belirttiğimiz gibi, hesaplamacı modelde zihinsel işlem, bir kontrol
merkezinin yönetiminde gerçekleşir; oysa görünmeci modelde çıkarım, merkezî
denetim olmadan, pek çok yerde ve etkileşimlerle yapılır. Görünmeci bakış
açısından kognisyon, sembolik olmayan entitelerin yaptıkları bir işlem
ürünüdür; anlam, bu entitelerin belirli bir anda oluşturdukları nöronlar ağında
ortaya çıkar. Görünmeci modelde fizyolojik ve kimyasal nöronun yerine idealize
nöronlar geçti. İdealize nöronlar da aktif ya da durağan olabilir.[11]
Foto-elektrik
hücrelerden ibaret pek çok nöron düğümü vardır. Bu düğümler tıpkı balık ağında
olduğu gibi, birbirine bağlıdır. Her durum, dış uyaranların veya komşu
düğümlerin durumuna bağlı olarak, farklı fiziksel özellikler taşıyabilir. Böyle
bir biçimlenme hızla, durağan toplu bir duruma dönüşür. Bu genel biçimlenme,
belirli bir kognitif duruma uygundur.[12]
Görünmeci
ağı, noktalama tekniğiyle yapılan bir tabloya benzetebiliriz. Noktalama,
modelin her ayrıntısını resme yansıtmaya çalışmaz. O, nesneyi, renkli fırça
izlerinin yan yana gelmesiyle resmeder.[13]
Tablonun anlamı, doğru biçimde yeniden üretilmiş ayrıntıların eklemlenmesiyle
değil; fakat görsel sentezle ortaya çıkar.[14]
Görünmeci model, sembolik hesaplamaya başvurmaz. Bu model, beyin hücrelerinin
organizasyonuna uygun görünür. Beyinde milyarlarca özel nöronlar birbirine
bağlıdır. Bu nedenle görünmeci mimari ilkesine göre oluşturulmuş bilgisayarı
nitelemek için “nöron bilgisayarları”ndan söz edilir.[15]
10. MODELLERİN GÜCÜ ve
SINIRLARI
Görünmecilik
ve hesaplamacılık arasında iki temel fark vardır. Hesaplamacılığa göre her
düşünce, dizi halinde ve çabuk gerçekleştirilen basit işlemlerin art arda
yapılmasından ibarettir. Oysa görünmeciliğe göre düşünceler, toplu biçimlerdir.
Bu biçimler, bir futbol takımında olduğu gibi, birbirini etkileyen birliklerde ortaya
çıkarlar. Hesaplamacı yaklaşımda zekâ, art arda yapılan tümdengelimlerle
düşünür. Görünmeci yaklaşımda ise, genel bir izlenimle, sezgiyle düşünür.
Hesaplamacılık analitik bir tutuma, görünmecilik ise genel bir tutuma (holizm)
uygundur. Hesaplamacılıkta zekâ, tümdengelimle düşünür ve biçimselleştirir. O
nedenle hesaplamacı şema, bu biçimselleştirmeye uyduruldu. Kuşkusuz bütün
kognitif aktiviteler soyut ve teorik düşüncelerden ibaret değildir. Genel
değerlendirmeler yapmayı gerektiren durumlar da vardır. İşte görünmecilik,
genel değerlendirmeler yapmayı gerektiren kognitif aktiviteleri açıklamak için
daha etkili gibidir. Biçimleri, genel süreçleri görünmecilikle daha iyi
bilebiliriz.
Özetle
söylersek, kognitivizmin üç önemli teorisi, görünmecilik, hesaplamacılık ve
yapısalcılıktır. Bunlar diğer teorilerin zayıflıklarını ve etkisizliklerini
gidermek için ortaya atılmışlardır. Kognitivizmde ikilemden kurtulma biçimi
şudur: Bütün kognitif aktiviteler tek bir ilkeyle açıklanamaz.[16]
11. KOGNİTİF PSİKOLOJİ
Kognitif
psikoloji, zihnin kendisini değil; hafıza, zekâ, dil, akıl yürütme, problem
çözme ve dikkat gibi yetilerini inceleyen bir psikoloji akımıdır. Kognitif
psikoloji, II. Dünya Savaşı’ndan önce ortaya çıktı. Bu yıllara kognitif
psikolojinin kuruluş yılları denebilir. Bu psikoloji, 1950–1960 yılları
arasında Amerika’da yaygınlık kazandı. Harvard’da iki psikoloji profesörü
George Miller ve Jerome Bruner, bu psikolojinin öncüleri oldular. Aşağı yukarı
aynı yıllarda yapay zekâ tartışmaları da başlamıştı.[17]
Kognitif
psikolojinin gelişmesinde sibernetiğin, nöro-fizyolojinin, enformasyon
teorisinin ve enformatiğin büyük etkisi oldu.
Kognitif
psikoloji davranışçılığa tepki olarak ortaya çıktı. Bilindiği gibi davranışçı
psikoloji, zihinsel tasavvur, inanç, bilgi, plan ya da amaç gibi kavramları
kuşkulu görür veya en azından ilgiye değer bulmaz; insan eylemini uyaranlara
otomatik biçimde verilen bir cevap diye anlar. Oysa kognitif psikolojiye göre
insan davranışı, fiziksel durumlara bir tepkiden ibaret değildir; tersine
“kognitif”, zihinsel haller aracılığıyla gerçekleşir. Bu nedenle psikoloji
davranışı değil; zihinsel durumları incelemelidir. Fakat kognitif psikoloji,
diğer zihinselci akımlardan farklıdır; içe bakışın, zihinsel olanı keşfetmede
güvenilir bir yöntem olmadığını kabul eder.
Kognitif
psikoloji şöyle bir ilkeden yola çıkar: Psişizm, bağımsız modüllerden oluşan
bir enformatik işlemcisine benzer. Tasavvurları, zihinsel yapıları ve
süreçleri, davranışın incelenmesinden çıkarabiliriz. Davranış, objektif bilgiye
götüren bir araçtır; objektif bilgi sayesinde zihinsel hallerin özelliklerini
yeniden oluşturabiliriz. Kognitif psikolojiye algı, dikkat, hatırlama gibi
kavramları psikolojiye yeniden soktuğu için “kognitif devrim” de denir.
Bu
psikoloji, betimsel ve açıklayıcı modeller ortaya koymaya çalışır; bu modelleri
oluştururken çeşitli süreçlere bağlı kalır. Onun bağlı kaldığı süreçler
şunlardır: Bilgi edinme, çıkarımlar yapma; tasavvurları oluşturma ve organize
etme; dili anlama, akıl yürütme, karar alma ve problem çözme süreçleri.
Kognitif
psikoloji davranışları açıklamada kullandığımız bütün kavramlara bilimsel bir
statü kazandırmaya çalışır. Açıktır ki, bu disiplin, bilimsel olmak
istediğinden, az önce andığımız kavramları yeniden ele almakla yetinmez; onları
değiştirir ve tekrar icat eder. Bu, epistemolojik ve ontolojik olmak üzere iki
tür problem ortaya çıkarır. Epistemolojik problemler şunlardır: Kognitif
psikolojide açıklama nedir? Bu açıklama tipinde kullanılan “tasavvurlar”ın,
“bilgiler”in vs. ne gibi bir statüsü vardır? Ontolojik diyebileceğimiz probleme
gelince; onu şu sorularla ortaya koyabiliriz: “Kognitif” zihinsel durumlar olan
entitelerin doğası nedir? Onlar başka entitelere indirgenebilir mi yoksa
indirgenemez mi? Eğer indirgenebilirlerse, fizik ya da nöro fizyolojik
entitelerden hangisine indirgenebilirler? Bu iki tür problem aslında
birbirinden ayrılamaz.
Kognitif
psikolojide bu problemler iki farklı açıdan, “klasik kognitivizm” ve nörolojik
bilimler açısından ele alınır. Klasik kognitivizme göre, kognisyon bilimlerinin
incelediği mental, kognitif ya da yönelimsel bilgi, “fiziksel düzey” ve “mental
düzey” arasında yer alan bağımsız bir alana ilişkin bilgi gibi incelenebilir.
Nörolojik bilimler ise bilgiyi fizik terimleriyle açıklar; fiziksel olmayan
bilgi tiplerini bu bilgiye indirger; indirgeyemezlerse yaklaştırır.[18]
Kognitif
psikoloji 1970’li yıllardan sonra kognitif bilimlerle sıkı işbirliği yaptı. Bu
işbirliği sayesinde onlardan yararlanmış, böylece kendini geliştirdi. Söz
konusu yararlanma başlıca şu konularda oldu:
1.
Metodolojik etkilenme: Kognitif psikoloji, zihinsel zamanları açıklamak için
kronometrik ve psiko-fizik analiz yöntemini ve süreçleri ayırma tekniklerini
diğer kognitif bilimlerden aldı.
2.
Deneysel verilerin değerlendirilmesiyle ilgili etkilenme: Bu, kod çözümleme,
hatırlama süresi, kesinlik, hızlılık fonksiyonu gibi konularda oldu.
3.
Teorik konularda etkilenme: Kognitif psikoloji, epizodik/semantik;
açıklayıcı/davranışsal, örtük/açık ayırımını da diğer disiplinlerin etkisiyle
yaptı.[19]
Kognitif
psikolojiyle diğer kognitif bilimler arasındaki bu etkileşimle artık ortaya
çıktı ki, bu bilimlerin uzun ömürlü olamayacağını iddia etmek, onların bir gün
ortadan kalkabileceğini düşünmek artık mümkün değildir.
12.
KOGNİTİF PSİKOLOJİYLE DAVRANIŞÇILIĞIN FARKLARI
Kognitif
psikoloji ile davranışçılık arasında şu farklar vardır:
Davranışçılık,
süjenin davranışlarını gözlemlemekle yetinir. Kognitif psikoloji ise, imgeler,
tasavvurlar, kavramlar gibi süjenin zihinsel durumlarını ve bunların
bağlantılarını anlamaya çalışır; bu amaçla zihnin yapısını ve işleyişini
empirik biçimde kavrama amacı güder. Davranışçılık şunu varsayar: Düşünce,
otomatik bir mekanizma gibi çalışır. Bu mekanizma dış ortamdan gelen verileri
pasif biçimde kayıt eder ve refleks eylemler kombinezonuyla bu uyaranlara cevap
verir. Kognitivist bakış ise çok farklıdır. Ona göre her bilgi, alınan
enformasyonların seçilmesi ve yorumlanmasıdır. Eylem ya da düşünce, her duruma
özgü problemlerin çözüm stratejilerini belirlemeyi içerir. Bu açıdan psikologun
rolü, zihin denen kara kutuda olup biten şeyi ortaya çıkarmaktan ibarettir.
Psikologun işi, davranışlara kılavuzluk eden zihinsel durumların doğasını
anlamaya çalışmaktan ibarettir. Kognitivistlere göre düşünme, zihinsel
durumların karmaşık bütününden ibaret bir süreçtir. Bu süreçte düşünceler temel
durumlara indirgenir; mantıksal prosedürlere göre birbiriyle birleşir,
birbirine eklemlenir. Tefekkürden düş kurmaya kadar en soyut düşünceler, insan
zihninde olup biter; bunlar imgelerin ve kavramların iç içe geçmesinden doğar.
Kognitif psikolojiye göre düşünmek, yaratmak ve inanmak gerçekte, zihinsel
durumları manipüle etmektir.
13. KOGNİTİF PSİKOLOJİ
KARMA BİR DİSİPLİN MİDİR?
Kognitif
psikolojinin diğer disiplinlerden etkilenerek gelişmesi kısa ömürlü olacağına
ilişkin kuşkuları giderdi. Ancak bu durum başka bir problemi, kognitif
psikolojinin bağımsızlığı problemini ortaya çıkardı. Bu problemi ortaya
koyanlara göre, diğer disiplinlerden ödünç aldığı şeyler, kognitif psikoloji
üzerinde belirleyici bir etki yaptı. Belirleyicilik o kadar etkili oldu ki,
bağımsız bir kognitif psikolojiden söz etme imkânı kalktı; o, farklı
disiplinlerden oluşan, sınırları belirsiz bir görünüm kazandı. Son yorumu
yapanlara göre kognitif psikoloji, nöro fizyolojinin, nöro psikiyatrinin, nöro
biyolojinin, bazı sosyolojik akımların, istatistiğin karışımından oluşan
evrensel bir antropo-biyolojidir. Kognitif psikoloji bu disiplinler sayesinde
mitolojik bilince nüfuz etmeyi; böylece “işleyiş bozukluğu” (dysfonctionnement)
diye bilinen şeyi iyileştirmeyi umar. Bu demektir ki, söz konusu psikoloji için
referansta bulunacağı ideal model, kendinden başka bir yerdedir.
Nöro
fizyolojiye, nöro psikiyatriye, nöro biyolojiye göre psişik problemlerin ve
bütün zihinsel bozukluklarının kaynağı bedendir. Bunlarda beyin, çoğunlukla,
bilincin merkezi olan makinedir; bilinç ise doğası tartışmalı bir karışımdır;
bilince ilişkin farklı bakış açılarını uzlaştırmak mümkün değildir.
İkinci
yorumun ışığında bakarsak, kognitif psikoloji denen karışıma, kognitif bilimler
içinde bir yer bulmak, diğer disiplinlerle farklarını açıkça belirlemek zor
gibidir. Kognitif psikoloji, modellerini oluştururken, felsefî geleneğe her gün
daha çok bağlanır. Onun bağlandığı felsefî gelenek ise, radikal bir
mantıkçılıktan beslenir. Kuşkusuz mantıkçılık hakikate ilişkin üst-dil gibidir.
Bu üst dilde çeşitli dinsel ve politik mirasın ürünüdür.
1.
KOGNİTİF YANILSAMALAR NASIL ÖNLENEBİLİR?
Görsel algı
yanılsamaları, görme psikolojisi alanında yapılan pek çok çalışmanın konusu
oldu. Kanıtlayıcı ve tümevarımcı çıkarımların psikolojik açıdan incelenmesi,
kognitif yanılsamalar olup olmadığı sorununu ortaya çıkardı. Bu sorunu çözmek
için kanıtlamanın deneysel temeli üzerinde, çıkarımların ve yargıların
kesinsizliği konusunda araştırmalar yapıldı. Sonunda şu durum ortaya çıktı:
İnsan zihni sofizmler tarafından kolayca yanıltılabilir; olasılıkları
değerlendirirken çeşitli güçlüklerle karşı karşıya kalabilir.[20]
Açık
ve kesin veriler bulunmadığında insan, akıl yürütmekten vazgeçer mi? Yoksa
vazgeçmez mi? Tversky ve Kahneman bunu araştırdılar. Onlar deneklerine şöyle
bir betim sundular: “Linda 31 yaşında genç ve akıllı bir bayandır; felsefe
lisansı aldı. Linda öğrenciyken ırk ayırımcılığına ve sosyal eşitsizliğe karşı
mücadele etti.” Bu bilgilerden sonra deneklere şu soruldu: Sadece bir bankada
veznedarlık yapmak ya da veznedarlık yaparken bir taraftan da feminizmi
savunmak; Linda’nın bunlardan hangisini yapma olasılığı daha yüksektir? Verilen
cevaplarda görüldü ki, deneklerin % 80-90’ı, olasılığın işlevsellik kurallarını
ihlal etti. Tversky ve Kahneman’a göre, yanılma nedeni, “özellik bulgusallığı”
(heuristique de représentativité) dedikleri şeydir. Çünkü deneklerin çoğu şöyle
düşünür: Linda’nın özellikleri, bir kamu bankasından çok feministlerin
çalıştığı özel bir bankada veznedarlık yapmaya elverişlidir. Evrimci psikolog
Gigerenzer, deneklerdeki bu kognitif yanılma oranının azaltılabileceğini
söyledi. Ona göre problem, doğal yoğunluk terimleriyle formüle edilmelidir.
Deneklere önce 200 bayanın Linda’nın özelliklerine sahip olduğu söylensin;
ardından bu bayanlardan ne kadarının sadece bir kamu banksında veznedarlık
yapmakla yetineceği, ne kadarının bir özel bankada çalışmakla birlikte feminist
çalışmalarını sürdüreceği sorulsun. O takdirde, olasılığın işlevsellik
kuralarını ihlal eden denek sayısının % 0–20 arasında olduğu görülecektir.
Kognitif
bilimlerle ilgili bir değerlendirme yapmak gerekirse şunları söyleyebiliriz: Bu
bilimler, yukarıda belirttiğimiz gibi, süjenin iç hayatını incelemeye çalışır.
İç hayat, inançlardan, isteklerden, bilinçten, amaçlardan vs. ibarettir. Bu
bilimler süjenin iç hayatını iyileştirirken davranışçılığın eleştirisinden
yararlanır; iç hayatını, kendileri için faaliyet alanı yaparlar. İnanç, arzu,
tasavvur, amaç, bilinç, vs. kavramlarından vazgeçmek mümkün değildir.
Kognitivistler bunu açıkça gösterdiler. Fakat bazı filozoflar derler ki,
zihinsel hallerin gerçekliği, insan ve toplum bilimlerinin bilimselliğini
ortadan kaldırır. İnançtan, arzudan, bilinçten, amaçtan söz ettiğimiz anda,
yasalar, hipotezler, artık işe yaramaz; hangi düzende olursa olsun, keşifler
yarar sağlamaz. Bundan dolayı söz konusu filozoflar, insan ve toplum bilimlerini
bilim saymaya kuşkuyla baktılar; onlara bağımsız, bilimsel bir statü vermekte
tereddüt gösterdiler. Bize öyle geliyor ki, insan ve toplum bilimlerinin
bilimselliğinin eleştirisine dolaylı da olsa hizmet etmeleri, kognitif
bilimlerin bir talihsizliğidir.
İlk bakışta
(inanç, arzu, sebep, saikler, istem, bilinç, vs. gibi) yönelimli kavramlardan
uzak durmakta yarar vardır; çünkü insan eylemlerini açıklarken karşılaştığımız
temel güçlükler, bu kavramlardan doğar. Fakat bu kavramları dışlarsak, eylemi
başarılı biçimde açıklayamayız. En iyimser davranışçılar ve fizikalistler,
sonunda bunu anladılar. Gerçekte ikilemimiz şöyledir: Amaçlar, inançlar,
arzular ve bilinç aracılığıyla yaptığımız açıklamalar eksiktir; bu
açıklamalarımız karışıklıkların, çelişkilerin kaynağıdır; fakat pek çok
nedenden, özellikle ahlâkî nedenlerden dolayı, onlardan vazgeçemeyiz ya da
vazgeçmek istemeyiz.
Bolluk
boynuzu yasası, epistemolojik sorunların çözülmesinde önemli katkılar
sağlayacaktır. Bu yasa hem felsefeye hem de insan ve toplum bilimleri
teorilerine uygulanabilir. Söz konusu yasaya göre, herhangi bir doktrini
desteklemek veya makul gördüğümüz sebepleri savunmak için her zaman kanıt
bulabiliriz. Bu kanıtlar bütünüyle verimsiz değildir. Onlar sorunun durumunu
aydınlatmaya ve bu sorunların niçin önemli olduğunu açıklamaya izin verir.
Nöroloji
ve kognitif bilimler, indirgemeciliğin ve materyalizmin son kalesi gibidir.
Jacques Monod’nun eski öğrencisi Jean-Pierre Changeux, College de France’ta
verdiği açılış dersinde bir kişiyi parmağıyla işaret ederek şöyle diyordu: “Bu
beyefendinin ne düşündüğünü bilmiyorum; fakat günün birinde bileceğim, hatta
iki dakika içinde ne düşüneceğini bileceğim.” O, bu sözüyle demek istiyordu ki,
bir bireyin beyninde ortaya çıkan nöronal süreçlerin tam bilgisi, onun en özel
düşüncelerini bilmeye ve hatta bu düşüncelerin evrimini önceden görmeye izin
verecektir. Changeux bu kesinliği, beyindeki nöronal süreçler ve insanın
sübjektif yaşantısı arasında var olması gereken özdeşliğe dayandırıyordu.
Budist
rahipler ve daha pek çok kişi üzerinde yapılan çeşitli araştırmalarda nöronal
süreçler ile bilinç arasındaki ilişki deneysel olarak kanıtlandı. Açıktır ki,
insan, bilinçli olmak için, nöronlardan vazgeçemez. Ancak bilincimiz, sadece
nöronal süreçlerle açıklanamayacak derecede karmaşık bir fenomendir. O nedenle
bilinç, sadece nöronal planda yorumlanamaz. Ama her şeye rağmen kognitif
bilimler, etkileri XXI. yüzyılda bile açıkça hissedilecek bir evrimdir.[21]
Ogien’e
göre kognitif bilimler davranışçılık karşıtı tez oluşturmamızda bize yardımcı
olmuştur; ama yine de bir tür mentalizm kurbanı olmuştur.[22]
Yazarın bu görüşü son derece önemlidir. O nedenle kitabımızı bu konudaki
açıklamalarla bitirmek istiyoruz.
[1] Sperber,
Dan, “Les sciences cognitives,
les sciences sociales et le matérialisme”, Le Débat, 1987, 47,
105-115.
[2] Sperber,
Dan, “Remarques anthropologiques sur le relativisme morale” dans Fondements
naturels de l’éthique, Odile Jacob, Éditeur Jean-Pierre Changeux Paris: 1993, p. 234.
[4] Searle,
John, R., Liberté et neurobiologie, Traduit, Patrick Savidan,
Grasset, Paris, 2004, p. 57.
[5] Sperber,
Dan, Contagion des idées, p. 113.
[6] Dortier,
Le dictionnaire des sciences humaines, p. 101.
[7] Dortier,
Les sciences humaines, P. 208.
[8] Dennett,
Daniel, La conscience expliquée, Odile Jacob, Paris, 1994, p. 63.
[9] Chamak,
Brigitte, “Sciences cognitives et modèles de la pensée”, Le sens public,
2004, p.4.
[10] Dortier,
Le dictionnaire des sciences humaines, p. 102.
[12] Dortier,
Les sciences humaines, p. 210.
[14] Dortier,
Le dictionnaire des sciences humaines, p. 103.
[15] Dortier,
Les sciences humaines, P. 211.
[16] Ibid.
[17] Chamak,
Brigitte, “Sciences cognitives et modèles de la pensée”, Le sens public,
2004, p.3.
[18] Engel,
Pascal, “La psychologie cognitive peut-elle se réclamer de la psychologie
ordinaire?”, Hermès, No. 3, p. 61.
[20] Ibid.
[21] Staune,
Jean, “Science et sens”
http://www.staune.fr/Science-et-sens-Rencontre-entre.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder