Logos hem Platon’da
hem de Aristoteles’te çok anlamlıdır; bu nedenle felsefede aklın ilk defa bu
filozoflarda tek anlamlı biçimde kullanılmaya başladığını söylemek tarihsel
realitelere aykırıdır.
Şimdi kitabımızın
son problematiğini şu soruyla ortaya koyup cevabını araştıralım: Logos Antik
dünyada değilse, ne zaman mitosa karşıt kabul edildi.
Bu karşıtlık pek
çok araştırmacıya göre XVII. yüzyıldan sonra yani Aydınlanma’yla birlikte
ortaya çıkmıştır. Bu teze ilişkin pek çok kaynak vardır. Bunların burada
sayımını dökümünü yapmak gereksizdir. Her araştırmacı batı dillerinden sadece
birisinde yazılmış kaynaklara başvurarak bu yargının doğruluğunu tespit
edebilir. Logos-mitos karşıtlığının ortaya çıkışına ilişkin bir farklı tezi
İspanyol Antik felsefe tarihçisi Iñaki Yarza’da görüyoruz. O demektedir ki,
Bu karşıtlık
günümüzde bize biraz zorlama gibi, olguların realitesinden çok XIX. yüzyılın
rasyonalist zihniyetinden doğan bir anlayış gibi görünmektedir. [1]
Bu görüşlerden
hangisini kabul edersek edelim, sonuç şudur: Modern dönemlere kadar logosla
mitos karşıt değildi. Bu karşıtlık, tarihsel realiteye rağmen oluşturulmaya
çalışılan imkânsız bir karşıtlıktır. Burada tezimizin dayanağı şudur: Akıl X. yüzyılın
sonuna kadar “söz, dil, hikâye” anlamına geliyordu ve dilin anlamlı bir
göstergesiydi. Gösterge olarak belli bağlamlarda ve olgusal durumları anlatmak
için bir dil oyununda kullanılıyordu. XI. yüzyıldan itibaren filozoflar akıl
kelimesini bir gösterge olmaktan çıkardılar ve kendilerine göre birer anlam
verdiler. Böylece akıl sadece filozofun kendi zihninin sübjektif bir
tasavvurundan ibaret oldu ve anlamlı bir referans olma özelliğini kazanmadı. Sonuç
olarak bir kavram olarak alındığı takdirde akıl bir kurgudur ve bir mittir. Bu
nedenle neliğinden açık terimlerle söz edemediğimiz aklın dilin anlamlı bir
kelimesi olan mitosla karşıtlığından söz edilemez.
Akıl konusunda son
söz olarak şunu söyleyeceğiz: Aklın tek meşru kullanımı, gündelik dile aittir. Gündelik
dilde akıl, çok anlamlı bir kelimedir. Akıl kelimesinin “aklını kullanmak”, “aklı
er/me/mek” “aklına gel/me/mek”, “aklını kaybetmek”, “aklı başına gelmek”, “akıl
akıldan üstün olmak”, “aklından zoru olmak”, “akıl almak”, “akıl vermek”, “aklını
başına toplamak”, “aklını peynir ekmekle yemek”, vs. gibi onlarca farklı
kullanımları vardır. Bu kullanımlar uylaşımsaldır; objektiftir; göreceli
değildir. Oysa felsefede bu kelime çok anlamlı bile değildir. Filozofların
anladığı akıl, uylaşımsal bir anlam taşımaz; sadece filozofun zihninin, gündelik
dilde kullanımı olmayan ve referans özelliği taşımayan bir kelimesidir. Filozofların
hiçbirinin akıl anlayışları bilimdeki yerçekimi, gen, ergime vs. gibi tek
anlamlı teknik bir terim değildir. Akıl düşünme, çıkarım yapma, karar verme
gibi çeşitli yetilerimizin arkasındaki görünmez bir yönetici değildir. Bütün
filozofların hepsinde ortak bir akıldan söz edilemez; bu kelime tek anlamlı
şekilde ve büyük harfle Akıl şeklinde yazılamaz. Öte yandan etkin, edilgin, kazanılmış,
saf, pratik, sezgisel sıfatlarından biriyle yaptığımız tamlamaların her biri
Ryle’ın diliyle söylersek, kategori karıştırmasıdır; her kategori karıştırması
gibi uylaşımsal olmayıp dilimizin psikolojileştirilmesidir. Kısaca Akıl eter
gibi bir kelimedir.
Son Sözüm: Austin demektedir
ki, dil, betim yapmak için icat edilmemiştir. Ben de şunu ekliyorum: Dil, metafizik
yapmak için de icat edilmemiştir. Eğer metafizik dil, gündelik dilin doğal bir
uygulama biçimi olsaydı, günümüz dünyasındaki ve tarihteki bütün dillerde,
tıpkı yazılı-sözlü edebiyat, sanat ve bilim gibi, metafizik de olurdu. Oysa
dillerin büyük çoğunluğunda metafizik yoktur. Öte yandan metafizik
terminolojiyi içeren dillerde de sınırlı sayıda kişi ve sadece kendilerinin
metafizik saydıkları ifadeleri kullanmaktadır. Metafizikle uygarlık arasında
kurulacak doğru orantının, bir inancın ifadesi olmanın ötesinde temeli yoktur. Sonuçta
dilin metafizikte kullanımı amaç dışıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder