Anlam
Anlam konusunda
üç temel yanlış vardır:
la ilgili temel
hatalardan biri anlamın özcü bir açıklamasını
1 Tanımcılık: Tanımcılık anlam sorununu “Anlam nedir?” sorusunun
cevabını bir tanımdan hareketle ele alır. Oysa
dil dahil insani olguları tanımlamak
formüle edilemezi formüle etmeye çalışmaktır “Anlam nedir?” anlamsızdır;
anlamlı göstergelerden ayrı, kendi başına bilinebilecek bir anlam yoktur. “Anlam
nedir?” sorusu “Uzunluk nedir?”, “Bir sayı nedir?” gibi sorulara benzer ve
zihni kramplara sürükler. Bütün tanımlar gibi anlam tanımı da bize anlamın
zenginliğini çeşitliliği veremez; anlamlı saydığımız bütün göstergelerdeki
çeşitliliği içeren bir tanım olamaz. Anlam nedir? sorusu sahte bir anlamın bir
özünü aramadır; hiçbir insani olguda olduğu gibi anlamda da bir öz yoktur.
2 Teorileştirme:
Bu metafizik bir tutumdur; “açıklamak, kavramsal bir çerçeveye
yerleştirmektir.” İlkesinden hareket eder ; anlamı teorik anlam kavramının bir
parçası gibi ele alır. Oysa
önerme, dil, kelime
konusunda olduğu gibi anlama ilişkin de hiçbir teori yoktur ve hiçbir teori
bunları açıklayamaz.
3
İndirgemecilik: Bu da pek çok amaçlarla söylenen ifadelerin son derece zengin
çeşitliliğini göz ardı eder; sadece
betimsel ifadeleri anlamlı sözcelerin prototipi yapar. Oysa sözcelerin pek çok
biçimi vardır; onları olgusal ve betimsel önermelere indirgemek
basitleştirmektir
Bize göre
filozofların kullandıkları anlamın gerçekliği yoktur. Kelimeler ve cümleler
anlamlı veya anlamsız değildir. Aşağıda göreceğimiz gibi kelimeler referanslıdır
veya referanssızdır; cümleler ise, bildirme ve yaptırma gücüne sahiptir veya
değildir. Kısaca söylersek dil göndermeden ve güçten ibarettir.
Dil felsefesinde
anlam lengüistik bir töz gibi kabul edilmiştir. Kelimelerin ve cümlelerin
anlamından ve anlamsızlığından söz edilmiştir. Anlama ilişkin pek çok teori
ortaya konmuştur. Başta anlamın zihinden ve doğadan ayrı bir kategori olup
olmadığı, doğrulama koşulları, bağlamla
ilişkisi olmak üzere pek çok konu ele alınmıştır. Bütün bu tartışmalarda ve
açıklamalarda anlam sanki, kelimelerin ve cümlelerin ruhu onlara hayat veren
bir şey gibi düşünülmüştür. Bu anlam anlayışı bize göre dilin ilk basit ve
yalın özelliklerini dikkate almayan ve metafiziğin etkisiyle ortaya çıkmıştır.
Oysa Austin’le şunu anladık: Dil fonksiyonel bir araçtır; konuşma da bir
etkinliktir; bildirme ve yaptırma etkinliğidir. Dili sosyal iletişim ortamında
işler.
Tezimiz dilin en
doğal fonksiyonunu dikkate alarak ileri sürülmüştür. Anlam kelimesini hiç
kullanmadan dille her şeyi yapabiliriz. Bir soru sorabiliriz; bir açıklama
isteyebiliriz; bir vaatte bulunabiliriz. Bir bilimsel konuyu tartışabiliriz; bir
davada yargı kararı verebiliriz; bir maçta hakemlik yapabiliriz; bir alışveriş
yapabiliriz; politik bir konuşma yapabiliriz, vaaz edebiliriz ve
dinleyebiliriz, bütün meslekleri icra
edebiliriz, her türlü hizmeti alabiliriz ve verebiliriz. Anlam kelimesini bilmeyen reel toplumları
biliyoruz. Örneğin Amazon ormanlarında yaşayan Piraha kabilesinin dilinde anlam
kelimesi yoktur. Sesleri ve ıslıkları
kullanarak bugün bizim dille yapabildiğimiz her şeyi yaparlar. Onların iletişim
biçimlerinden çıkardığımız sonuç şudur: Dilin temel fonksiyonu anlam denen
mitolojik bir ögeyi taşımak değil; bildirmek ve yaptırmaktır. Fiktif bir
antropoloji yaparak dünyamızdan farklı
bir gezegende yaşayan bizimkinden çok gelişmiş ve anlam kelimesini bilmeyen
dilleri çok gelişmiş, bizim bilmediğimiz pek çok nüansı bilen bir toplum
düşünebilirim. Bu özellik, bütün dillerde hatta yapay zekanın dilinde bile vardır.
Dilin bildirim ve yaptırım özelliğini en iyi şekilde yapay zekanın eylemlerinde
görebiliriz. Yapay zeka bunun anlamı nedir? diy e sormaz ve insan iletişiminden öğrendiklerine
dayanarak reaksiyonda bulunur.
Örneğin
1 “Fırtına yüzünden ağaçlar devrildi.”,
2“Vazodaki çiçek pembedir.”;
3 “Üç gün sonra kontrole gelmelisiniz.”
4. Sakın bir daha yapma
Bu sözcelerden (1) ve (2) bildirim gücüne (3)
yaptırım gücüne (4) tehdit gücüne sahiptir.
Kuşkusuz pek çok dilde anlamlı bir kelime yani
gösterge olarak kullanılır. Ancak bu gösterge çeşitli dil oyunlarında farklı
kullanımlara sahiptir; teknik bir terim değildir. “Anlamlı bir jest”, “Anlamsız
bir tutum”, “Anlamını yitirmek” “Anlama kavuşmak” “Kapalı anlam”, “açık anlam”,
“eski anlam”, “sözlük anlamı”, “teknik anlam” “düz anlam” “metaforik anlam”,
“ironik anlam” “anlamı aktarmak”,
“kastedilen anlam” “anlamına gelmek” vs. Bütün bunlar çeşitli dillerde vardır; ancak
bunlar belli bağlamlarda belli etkiler için kullanılır. Onların etki gücü
vardır. Güçleri kullanıldıkları bağlamda ortaya çıkar. Bunları kullanan nasıl
ifade edileceğini bildiği bir niyeti bildirme niyetiyle kullanır ve muhatap da
ne dendiğini anlar. Bu ifadelerin yerine semboller veya emojiler de
kullanabiliriz. Uylaşımsal olmaları koşuluyla semboller ve emojiler de bu
ifadelerle aynı etkiyi yaratır. Sonuç olarak dilimizden anlam kelimesini
çıkardığımızda dille yapacağımız hiçbir şeyi eksik veya yanlış yapmayız.
Hangi lengüistik kategoride, kelimede isterse
cümleden olsun keşfedilecek ve iletilecek bir anlam yoktur. Göstergeler yani
kelimeler bir cümleye giren değişkenler gibidir. Girdikleri cümlenin
fonksiyonuna yani bildirime ve yaptırıma katkıda bulunur. Fonksiyon da
değişkenlerine bağlıdır. Değişkenler farklılaştıklarında fonksiyon da değişir.
1 Suya mor dağın
gölgesi yavaş yavaş düştü.
2 Yavaş yavaş,
Mor dağın gölgesi suya düştü
3 Suya yavaş
yavaş düşen, mor dağın gölgesiydi.
4 Mor dağın
gölgesiydi düşen suya yavaş yavaş.
Nolu sözcede
bildirim düşme eyleminedir.
Nolu sözce vurgu
suya düşme üzerinedir.
Nolu sözcede
vurgu mor dağa ilişkindir
Nolu sözcede
dümenin nasıllığı vurgulanır.
Cümlenin
değişkenleri olan kelimeler açıklanır; ama yorumlanamaz. Açıklamak ve
yorumlamak karşıttır. Eğer bir kelimenin yorumunu doğru bir yöntem kabul
edersek o zaman o zaman kelimenin yorumu olan yorumu da yorumlamamız gerekir ve
bu sonsuzca ileri gider. Örneğin “Tanrı
öldü.” sözünü alalım. “Tanrı’nın ölmesi,
çağdaş dünyada insan özgürlüğünü kısıtlayacak bir şey yoktur.” şeklinden bir
yorum yapılsın. Bu yorumda “insan özgürlüğünün kısıtlanması”nı da yorumlamayı gerektirir. Her yorum yorumu
gerektirir. Sonuçta yorum sonsuzca geri gider.
Sözcelerin
gücünü belirleme, bir şeyin uzunluğunu ölçüm aracıyla belirlemeye benzer. Bir emir,
hangi durumla ilgili olursa olsun, sadece emir olduğu anlaşılmışsa yerine
getirilebilir. Aynı şekilde şunu da diyebiliriz: Emir o zaman tümüyle analiz
edilmiştir.
Şöyle anlamlı
bir sözce olsun: “Akılsız başın cezasını ayak çeker.” Burada şöyle sorabiliriz:
Bir kişi bize bu ifadeyi anlayıp anlamadığımızı sorsa, anladığımızı nasıl gösterebiliriz? “Akılsız baş” “ayağın
ceza çekmesi” ifadelerini doğru kullanarak.
Bir sözce anlamlı ise, onu
kelimelerinin gerektirdiği şekilde kullanmalıyız.
Anlam
Öğrenilir
Anlamı yani cümlelerin
gücünü kelimeleri kullanarak öğreniriz. Gücünü öğrendiğimiz cümleler etkindir. Anlamlı
cümleyi öğrenmek adları doğru kullanmayı öğrenmektir; kullanmak da adlara
ilişkin cümleyle ne kast edildiği anlamak ve buna uygun eylemde bulunmaktır.” Anlamı öğrenme tıpkı dili
öğrenme gibidir. Dil, doğal sosyal ortamda öğrenilir. Anlam da toplum ortamında
öğrenilir. Anlamı öğrenen kişi, her zaman içinde yaşadığı toplumun realitesine
uygun davranır, doğal verileri temel alır.
Anlam,
kullanımından önce değildir. Kullanım sırasında ortaya çıkar. Örneğin “Kitabın
adı aklına gelmedi.” ifadesi kullanımdan önce bir anlam taşımaz.
Anlamlı bir cümle
bildirim ya da yaptırım cümlesi ise bizde bir imge uyandırır; “Burada her
zamanki gibi yine trafik tıkandı.” bildirimi bizi belli bir olguyu düşünmeye
yöneltir. Biz hangi duruma trafik tıkanması demeyi daha önce öğrendiğimizden bu
ifadeyi duyduğumuzda o durumu imgeleriz. Bu imgemize başkasına anlayabileceği
şekilde iletebiliriz.
Anlam, gündelik
dilde kelimelerin kullanımları sırasında öğrenilir. Anlamın öğrenilmesi, tıpkı
dili öğrenme gibidir. Dil, doğal sosyal ortamda öğrenilir. Anlam da toplum
ortamında öğrenilir. Anlamı öğrenen kişi, her zaman içinde yaşadığı toplumun
realitesine uygun davranır, doğal verileri temel alır.
Anlamlı bir
cümlenin bildirim ve yaptırım koşulları bulunmalıdır. Koşullar yoksa cümle etkili
değildir. Anlamsızlığın nedeni olan üç
türlüdür:
1 Olguya veya
kullanıma uygun olmama: Tıkalı olmadığı halde söylenen “Burada yine
trafik tıkandı.” sözcesi olguya uygun değildir; “Gelecek hafta mavi ödevleri
getirin.” sözcelerini ise kullanıma aykırıdır. Çünkü “mavi ödev” dilimizin bir
kullanımı değildir. alalım. O nedenle ne bir şey bildirir ne bir emri ifa
ettirir.
2. Bilinmeyen anlamlılık
koşulları: “Güller karanlıkta da
kırmızıdır.” sözcesini doğru yapacak koşulları bilmeyiz. Kişinin karanlıkta
kırmızı bir gül düşünebilmesi bile etkinlik koşulu sayılamaz. Doğruluk koşulu
olmadığından sözce bildirim değildir.
3 Sözcenin fiktif
olması: Örneğin “Alaaddin’in lambasından cin çıkarak dile benden ne dilersen.”
dedi.” Fiktif sözceler bildirim ya da yaptırım değildir..
Etkin olmak
ile Etkin görünmek aynı şey
değildir. Bazı sözceler etkin göründükleri halde etkin değildir. “Çocuk meşin
topun peşinden koşuyor”; bildirim etkinliğine sahiptir; ancak “Ahmet hakikatin
peşinden koşuyor.” Etkin değildir. Bu
sonuncu cümle bildirim gibi görünse de gerçekte bildirim değildir. Çünkü
“hakikat” kelimesinin yer aldığı cümlenin bildirdiği olguyu imgeleyemem.
Sonuçta onu onaylamam ya da onaylamamam mümkün değildir.
Etkin olma bir
şey, bir entite değildir. O, sadece dil aracılığıyla ortaya çıkan bağlamdan
ibarettir. Bağlam yoksa, dağınık şeylerin çokluğuyla karşı karşıya kalırız. Bu
dağınık şeyler öyle durumdadır ki, artık ne yaptırım ne de bildirim vardır.
Anlamın Objektifliği
Anlam gerçekte objektiftir;
kişiden kişiye değişmez; kişi tarafından belirlenemez Anlamın objektifliğini
sağlayan şey, referanstır; sözünü ettiği şeyin açık ve
belirli olmasıdır. “Çığ altında kalan iki kişi öldü.” bildiriminin ve “Köprüyü
trafiğe açıyorum.” sözcesinin referansı yani neden söz ettiği bellidir. O
nedenle bu sözceleri herkes aynı şekilde anlar.
Anlan tasavvurdan kesinlikle
ayrıdır. Tasavvur, zihinde uyanan bir entitedir; sübjektiftir ve bireyden
bireye değişir. Her insan bir ve aynı ifadeye farklı bir tasavvur ekler; çünkü
tasavvur deneyime bağlıdır ve her insanın deneyimi farklıdır. Eğer “at”
kelimesiyle farklı kişilerde uyanan tasavvurları bir ekrana yansıtabilseydik,
birbirinden çok farklı imajları görürdük Oysa Etki, objektif ve değişmezdir,
uylaşımsaldır; konuşanlar topluluğu tarafından paylaşılır. Anlam zihinsel yani
psikolojik bir olay değildir; her psikolojik dayanaktan kurtulmuştur, yorumcunun
zihinsel özelliklerine dayanmaz. Etki objektif olduğundan, pek çok kişi
tarafından kavranabilir. Ancak Etkinin objektifliği iletişimin objektifliğini
sağlamaya yetmez; çünkü iletişimin objektifliği bir ek koşulu gerektirir.
Anlam öğrenilmiş bir tepki olduğundan, sosyal bir
objektiflik özelliği taşır. Sosyal objektiflik sayesinde iletişim mümkün
olabilir. Örneğin bir kişi yağmurun sesini duyarak “Yağmur yağıyor” dediğinde,
muhatap neden söz edildiğini anlar ve böylece iletişim gerçekleşir. “Yağmur
yağıyor” sözcesi, yağmura uygun uyarımla birleşmiştir. Tüm önermeler uyaranlar
yoluyla dış dünyanın olaylarına bağlanmışlardır. En teorik sözceler bile her
zaman az veya çok uzun zincirlerle uyaranlara bağlanır; aksi halde söz konusu
sözcelerimiz doğrulanamaz.
Kontrol
Anlam “aklımıza gelen
şeyler” değildir; bir yan anlam olamaz, özgür ve sübjektif fikirler topluluğu
gibi de görülemez. Anlam dünyanın bir parçası değildir; dünyayı anlatan;
iletişimi ve etkileşimi sağlayan dilin kullanılma amacıdır.
Anlam keşfedilecek
bir şey, anlama da keşfin gerçekleştirilmesi gibidir. Anlamadan bağımsız
yani keşfedilmeden
önce anlam yoktur. Keşfedilmemiş yani
anlaşılmamış söz söylenmemiş sözden farksızdır. Dinleyen bir cümleyi
anladığında sanki bir şey keşfetmiş gibidir. Örneğin dinleyen sözün, bir bildirim bir şaka, bir
rica ya da tehdit, olduğunu keşfeder
gibi anlar. “Buraya bir daha gelme!”
sözünün bir teşvik değil de uyarı olduğunu anladığında sanki anlamı keşfetmiş
gibidir.
Buradan hareketle
diyebiliriz ki, dinleyen sözü anlamamışsa, anlam yoktur. Fakat bu durumda dinleyen “ne demek istiyorsun?”
diye bir soru yöneltebilir. Konuşanın soruyu cevaplaması bir yorum değil;
açıklamadır. Örneğin “Olumlu gelişmeler nedeniyle artık bazı tedbirler
kaldırıldı.” İfadesinde anlam tam ortaya çıkmamıştır; çünkü cümlenin referansı
açık değildir. Bu nedenle anlamın anlaşılması kaldırılan tedbirlerin
belirtilmesine yani anlamın açıklanmasına bağlıdır. Bir cümlenin anlamı,
anlamının açıklanmasıdır. Bir cümlenin anlamını açıklamak için, sadece cümlenin
anlamını üretmem yeterlidir. Dilimin ve ifadelerin grameri, anlamı açıklamak
için birtakım imkânlar verir ve ben de onları kullanırım.
Ancak iletişimde
anlamın açıklanması arızi durumlarda olur; her zaman açıklama gerekli değildir.
Ancak anlamı
açıklarken iki şeyi şeye dikkat etmelidir:
1. Açıklama
yorum olmamalıdır; dilin kullanımının sınırları içinde verilen bir imkan ya da
olasılık olmalıdır.
2. Dayanacağımız
ikinci açıklama, yanlış anlamadan kaçınmak için, bir başka açıklamaya, üçüncü
bir açıklamaya ihtiyaç duymamalıdır.
Ek açıklamalar, düşünebildiğim
tüm yanlış anlamaları değil; sadece bir yanlış anlamayı önleyebilir.
Bir ifadenin
anlamını anladığımızda söyleyen bir beklentiye girer. Bu beklenti dil
aracılığıyla gerçekleşir ve uylaşımsaldır. “Bu ürün organik midir?” sorusunu
anladığımızda soran “evet” veya “hayır.” şeklinde bir beklenti içinde olur.
Açıklama, anlama
ve anlatma arasındaki farkı ortaya çıkarır Açıklama, anlamayı anlatma değildir
ve anlamayı yaratmaz; yukarıda gördüğümüz gibi, sadece ek ayrımlar önerir; diğer
deyişle çokluğu artırır ve çokluk tamamlandığında, anlamama ve ek açıklama
ihtiyacı yok olur.
Anlamı
belirsizleştiren faktörler
Anlam
kelimesinin genellikle problematik olmayan normal bir kullanımı vardır. Anlam, grameri
belirlemez; onun tarafından oluşturulur. Ancak bazı faktörler anlamı problemli
hale getirir. Bunlar:
1. Yüklem olmayan kelimeyi yüklem
diye kullanmak: Bunun en bilinen örneği “Düşünüyorum, o halde varım”
sözcesidir. Buradaki hata, yüklem anlamı taşımayan bir göstergeyi (varlığı) bir
yüklem gibi kullanmaktan ibarettir.
2. Bir yüklemi ilgili olmadığı bir
alanda kullanmak. Bu durum kavramların kullanım alanlarını karıştırmaya
yol açar. Alanları karıştırma hatası, “tipler” denen teorinin kurallarını
çiğnemektir. Bunun en iyi örneği, “Caesar (Sezar), bir ilk sayıdır.”
sözcesidir. Kişi adları ve sayı adları, farklı mantıksal alanlara aittir;
kişilere ilişkin yüklemler (örneğin “general”) ve sayılara ilişkin yüklemler
(örneğin “ilk sayı”) buna örnektir.
Kelimelerin
anlamına gelince; bu konuda şunları diyebiliriz: Dilde anlamsız kelime yoktur; ama
hiçbir kelime bir başkasının yerine geçemez. Kelimelerin özellikleri
bir sanat eserinde açıkça görünen şeye benzer. Anlam ya da düşünce kelimeye
eşlik eder, demek doğru değildir; aynı şekilde, kelime önemsizdir de denemez.
Kelimelerin
anlamı “özel” temel deneyimlere indirgemez; sözcelerimizin deneyimle ilişkisi
son derece basit ögeleri kullanarak aydınlatılamaz; özel zihinsel durumlar
tarafından belirlenemez.
Kelimelerin
önermelerdekinden bağımsız anlamları yoktur. Önermelerdeki kelimeler tıpkı
makinelerdeki kollar gibidir. Bir kelimenin anlamını belirtme tarzı, somut dil
oyunlarında kullanılma biçimini belirlemedir.
Kelimenin anlamı
ne objeyle ne de kelimeyi sözcelediğimizde veya da duyduğumuzda
gerçekleştirdiğimiz deneyimlerle aynı şey değildir.
Bir kelimenin
anlamı, kelimeye uygulanan kurallar tarafından belirlenir; bir kelimenin anlamı,
gramatikal
uzayda işgal ettiği yerdir.
Bir kelimenin
anlamı dilin hesaplanmasında oynadığı rolüdür. Bu açıdan kelime satranç taşına
benzer. Nasıl ki satranç taşının anlamı ve rolü aynı şeyse, kelimenin de
anlamı cümle içindeki rolüyle özdeştir. Ve şimdi bir kelimeyle, örneğin kırmızı
kelimesiyle işlem yapma tarzımızı düşünelim. Kırmızı rengi taşıyan lekenin ya
da cismin nerede bulunduğunu, şeklini, büyüklüğünü, saf olup olmadığını, başka
renklerle karışıp karışmadığını, daha koyu ya da daha açık olup olmadığını
söyleyebiliriz.
“Kelimenin
anlamı, anlamın açıklamasının açıkladığı şeydir.” yani “anlam” kelimesinin
kullanımını anlamak isterseniz, anlamın açıklaması dediğimiz şeye bakın! Bunu
şöyle yorumlayabiliriz: Sadece anlamın açıklamasının demek istediği şeyle ve
anlamla ilgilenelim; bunun dışında hiçbir anlam yoktur.
“Anlam, anlamın
açıklamasının açıkladığı şeydir.” ifadesi kuşkusuz bir totolojidir. Bu
totolojinin amacı, anlamayı betimlemek değildir; anlamı anlamayan kişiye
dolaylı olarak şunu anlatmaktır: Açıklama aracımız olan dil oyunları dışında
bir açıklama biçimi yoktur. Anlamı açıklama, anlama dair bütün görüş
farklılıklarını ortadan kaldırabilir.
Bir
kelimenin anlaşılmayan kullanımı, tuhaf bir sürecin ifadesi gibidir. Bir
kelimenin anlamını açıklama, paradigma olan örnekleri belirtmedir ve
betimlemedir. Örneğin “sayı” kelimesini alalım. Bu kullanımın meşru
olması için, örneğin doğal sayılar, tam sayılar, rasyonel sayılar, irrasyonel
sayılar, sayma sayıları gibi prototiplerden yararlanmalıdır. “Sayı” prototipi,
“sayı”nın anlamı değildir; fakat bu kelimenin anlamını açıklama aracıdır. Sadece
belirli bir dil oyununa bağlı bir prototip vardır. Prototip ya da paradigma
olmadan bir dil oyunu oynanamaz. Paradigma dil oyununda temsil edilmezse, kelime
bizim için anlamını kaybeder.
Kelimeyi
anladığını düşündüğümüz kişi, dil oyunlarına katılmıştır ve başkalarıyla
karşılıklı ilişkiyi doğru olarak kurmuştur. Kelimelerin hangi anlamda kullanıldığını
uygulama ve bağlam belirler.
Anlama
Anlamın temel
birimi göstergedir. Göstergenin anlamı nedir? Bunu bilmek önemsizdir. Önemli
olan, göstergenin anlamını açıklamadır. Bu anlamı açıklama, sadece basit bir
açıklama değildir. Bir göstergenin anlamını açıkladığımızda, tanımlara ilişkin
diğer kuralları da çıkarırız.
Bir açıklama, anlama
ve anlatma arasındaki farkı ortaya çıkarır Açıklama, anlamayı anlatma değildir
ve anlamayı yaratmaz; yukarıda gördüğümüz gibi, sadece ek ayrımlar önerir; diğer
deyişle çokluğu artırır ve çokluk tamamlandığında, anlamama ve ek açıklama
ihtiyacı yok olur. Deyim yerindeyse, anlama, kendi kendine yeter. Anlamada bize
kılavuzluk eden, anlamadır.
Anlama çok
farklı durumlar için kullanılır. Bu kullanımların her birine dil oyunu denir. Örneğin
“Bir cümleyi ya da bir ifadeyi anlamak”, “Bir tabloyu ya da bir resmi anlamak”;
“Bir müzik parçasını anlamak”; “Bir şiiri anlamak”; “Dostça ya da düşmanca bir
gülümsemeyi anlamak.” Bu anlamaların hepsi, birbirinden farklı durumlar için
kullanılır. Kişi hangi durumda bunlardan birini söyleyeceğini bilir ve
kullanır. Bu kullanımı doğru anlayan bu kullanımla neyin gerçekleştiğini anlar.
Örneğin “arkadaşına dostça gülümsüyordu.” ifadesini duyan kişi bu gülümsemenin
nasıl bir şey olduğunu anlar.
Anlama, içsel
bir yaşantı değildir; birinin gülümsediğini gören uzun uzun düşünüp bunun
gülümseme olup olmadığını düşünmez; ya da çağrı bağlamında adının söylendiğini
duyan sözü işiten, anlarken psikolojik süreçler yaşamaz. Anlama görülen ya da
duyulan şeyin neye ilişkin olduğuna dair tek hamlede gerçekleşen bir aydınlanma halidir.
Anlama göstergenin
yani kelimenin yerine başka bir göstergeyi koyma değildir; göstergenin, resmin
ya da modelin yerine zihinsel bir imge koymaktır. Rafaello’nun “Atina
Tablosu”nu gördükten sonra onu zihnimizde canlandırabiliriz. Zihnimizde
canlandırdığımız takdirde resim anlaşılmış demektir. Yazılı gösterge veya
imgelenen resim canlıdır.
Anlama birine bir kapasite yüklemeyi içerir. Konuşan
şöyle düşünür: Muhatabım benim sözümü anlayabilir; kapasitesi buna müsaittir.
Anlama kapasitesi yükleme “bilme kapasitesi yüklemeden farklıdır. Bir sınavda
öğrencilerin anlama kapasiteleri değil, bilme kapasiteleri ölçülür. Soruları
hazırlayan/lar sınava girenlerin bu soruları cevaplamayı bilme kapasitelerinin
olduğunu düşünür.
Çeşidi çok
olduğu gibi ölçütleri de farklı farklıdır. Aritmetik bir dizide bir sayıdan
sonrasını sürdürebilmek ve bir müzik parçasını anlayabilmek; bunların ölçütleri
ayrı ayrıdır. Bir yabancı dilde cümleyi anlamanın ölçütü, onu bir başka dile
çevirebilmektir. Bir cümleyi anlama kapasitesi, bu cümleyi doğru olarak
kullanabilme gücüdür; onu akla uygun olduğu durumlarda bilinçli olarak
kullanabilme kapasitesidir.
Anlamak, bir dil
sisteminde anlamaktır. Hepimiz bir dil sisteminde yaşarız ve konuşuruz.
Dilsizler bile bizim dil sistemimizde yaşarlar ve bizim sözlerle
gerçekleştirdiğimiz iletişimi başta işaret sistemi olmak diğer yollarla
gerçekleştirirler. Bu sistem hepimizi
uylaşım çerçevesinde kuşatır. Bu sistemde konuşuruz ve dinleriz. O nedenle anlama, zihinsel bir şey değildir; onun
zihinsel süreçlerle ilgisi de yoktur. Anlamak, fark edilemez ve eterleşmiş bir
etkinin varlığı da değildir.
Bir şeyi anlamak
dilsel olan veya olmayan bir şeyle anlamaktır. Örneğin “bububu” kelimesiyle
“Yağmur yağmazsa gezmeye gideceğim.” i anlayabilirim. Bu, açıkça göstermektedir
ki, anlamanın grameri, bir şeyi tasavvur etmenin gramerinden farklıdır. Wittgenstein’da
önerme, kesinlikle anlamlı bir sözcedir; çünkü önermenin doğru veya yanlış
olduğunun söyleyebilmemiz mümkündür. Peki, aksi durumdaki yani doğrulanması ya
da yanlışlanması mümkün olmayan önermenin statüsü nedir? Wittgenstein bunu
önerme değil de sözde önerme diye niteler. Sözde önerme hem gerçek bir önermeye
hem “Bu, yuvarlak karedir.” gibi saçma önermeye karşıttır.
Anlamak zihinsel
olmasa da kısmen psikolojiktir. “Anlamak” ve “demek istemek” kelimelerini duyan
kişinin tepkisi, kısmen psikolojiktir. Ancak anlamak tümüyle psişik süreçlerden
de ibaret değildir. Anlama bir duruma ya da bir iç yaşantıya indirgenemez. Yaşanmış
deneyimler, psişik fenomenler, anlama gibi görülemez. Psişik fenomenlerin
özelliği belli bir süreyi içermeleridir. Örneğin şöyle diyebilirim: “Beş dakika
boyunca kırmızı daireyi düşün.” Oysa anlamada süre yoktur. Anlama
tasavvurlardan ibaret olsaydı, onun gerçekleştiği bir süreyi kabul etmek mümkün
olurdu. Oysa anlama ve anlam bir sürede gerçekleşmez.
Wittgenstein
zihinselci anlamı ve anlamayı pek çok defa eleştirir. Bir anlamda şöyle demek
de doğrudur: İletişim, düşüncelerin iletilmesinden ibarettir; fakat bu, “düşünce”den
neyi anladığımıza bağlıdır; herhangi bir şeyi bir kelimeyle “ifade etmek”ten
veya “anlamak”tan neyi anladığımıza bağlıdır. Düşünce, düşünce olabilmek için
realitenin mantıksal biçimine sahip olmalıdır.
“Anlamak” o
zaman bildiğim dildeki önermeyi duyduğumda ortaya çıkan fenomendir.”
Anlama, çok
karmaşık bir durumdur. O nedenle anlamaya ilişkin genel geçer bir formül yoktur.
Örneğin bir matematik probleminin çözümünü anlama, ağlayan çocuğun ne
istediğini anlam, bir turistin nereyi sorduğunu anlama, bir satranç oyuncusunun
hamlesini anlama gibi o kadar farklı
anlama şekilleri vardır ki, bunların hepsine uygulanabilecek genel geçer bir
formül yoktur. Bir ifadenin doğru mu yanlış mı olduğunu öğreniriz; daha sonra
ifadeyi duyduğumuzda doğru mu yanlış mı olduğuna nasıl karar vermemiz
gerektiğini biliriz.
O nedenle anlama,
zihinsel bir şey değildir; onun zihinsel süreçlerle ilgisi de yoktur. Duyduğumuz
sözce somut bir duruma işaret eder; cümlenin etkisini de açıkça biliriz.
“Arabanın hızını azalt!” belli bir durumda söylenmiştir ve etkisi de açıktır.
Bir ifadeyi
anladığımızda, ek bir açıklamaya ihtiyacımız yoktur. Ek açıklama ifadeyi aşmak
demektir. Oysa, anlama, kendi kendine yeter. “Kardeşinden üç yaş büyüktür.”
ifadesini anladığımızda kardeşinden büyük olmak nedir? gibi bir açıklama
zorunluluğu doğmaz. Kısaca söylersek, “Anlamak” bildiğim dildeki önermeyi
duyduğumda ortaya çıkan fenomendir.”
Anlama, kelimelerle
iş görmeyi becerebilmedir; anlaşılan şeyle doğrudan bir ilişkili bir şey
yapabilmektir.
Önermeyi anlamak
ve duymak aynı şekilde olup biter; anlama işitmeye eşlik eder. Bu demektir ki,
anlam, işitilen seslerden ibaret değildir; ama sözceyi sesli olarak işitmeden
de anlamı kavrayamayız. İşitme anlamın taşıyıcıdır; ama belirleyicisi değildir.
Kişi sadece belli özellikleri taşıyan
sesleri belli anlamların taşıyışı kabul eder.
Bir önermeyi
anlamak, önermenin demek istediği şeyi anlamaktır yani bu önerme ne demek
istiyor sorusuna cevap verebilmektir.
“Demek isteme”, bütünüyle
ya da kısmen, anlam durumlarından oluşan bir etkinlik değildir. Ona, zihinsel
bir etkinlik de denemez; çünkü kelimeyi yanlış bir resim yapamaya teşvik eder
gibidir.
Bir şeyi demek
istemek sanki birine doğru hamle yapmak gibidir. “Bu bana bir şey söylüyor.” demek
“Bu bana bir şey anlatıyor.” demektir.
Bir hikâyeden
çıkarılmış bir cümle, bize bir imge ile aynı tatmini sağlar. Örneğin Ömer
Seyfettin’in “Diyet” hikayesini düşünelim. “Koca Ali onurunu kurtarmak için
kolunu kesip kasabın önüne attı.” cümlesi bu sahneyi temsil eden resimle aynı
değerdedir.
Bir kelime
örneğin ağaç kelimesi sadece “Bahçedeki ağaç ne kadar büyük” sözcesinde
fonksiyoneldir. Tek başına söylenen bir
kelime bir tasavvuru çağrıştırabilir; fakat tasavvur kelimenin anlamı değildir.
Tasavvur kelimenin ortaya çıktığı bir nesne durumudur. Örneğin “öğrenci”
kelimesi bir kişinin zihninde bir okul
bahçesindeki çocuklar tasavvuruna yol açabilir. Fakat bu tasavvur “öğrenci”
kelimesinin anlamı gibi görülemez. Görüldüğü
gibi anlamlı bir önermede bütün kelimeler anlamlıdır.
Anlamsız önerme
ise aktüel referansı olmayan önermedir. Örneğin “Günümüz Fransa'nın kralı keldir.”
günümüzde Fransa kralı olmadığı için anlamsızdır.
Anlamak, tek ve
izole bir duruma ilişkin bir ifadeyi kavramaktır. Binlerce sayfalık bir kitabın her cümlesini
ayrı ayrı anlarız. Her bir cümle bağımsız bir birliktir ve dille yapılması
gereken tek bir şeyi bildirimi veya
yaptırımı ifade ediyordur.
Anlama konusunda
önemli bir ayırım yapmalıdır: Lengüistik ifadelerin anlaşılması ve fenomenlerin
anlaşılması. Lengüistik ifadelerin anlaşılması, son derece karmaşık bağlama
bağlı ve tekil ifadelerin anlaşılmasıdır; oysa fenomenlerin, anlaşılması
geneldir; durumsal ya da bağlamsal olmayan bir anlamadır. Örneğin bir bahçede
çiçekleri belli bir biçimde düzenleme, lengüistik bir kod gibidir ve bir anlamı
ifade edebilir.
Süjenin
konuşurken başvurduğu kurallar, pek çok kural arasından şu ya da bu nedenle
seçilmiş değildir; onlar konuşma süreçlerinin içindedir. Anlama süreçlerini
yöneten kuralları düşünmeden ve kontrol etmeden uygularız. Onlar dil oyununun
ve uygulamasının değil; ön tarihinin parçasıdır.
Anlama, tıpkı
inanma ve düşünme gibi, özel ya da belirli durumlar ya da süreçler değildir. Anlama
şartlarına ilişkin herkes için geçerli kesin bir liste yoktur. Anlama şartları
bireylere ve durumlara göre değişir.
Bir kelimenin
anlamı
Anlama dair bu
genel açıklamalar yeterlidir. Anladığımız cümle ya da sözce kelimelerden
oluşur. O nedenle anlama probleminin önemli bir ayağı da kelimelerin
anlaşılmasıdır. Yukarıda zaman zaman kelimenin anlamından söz ettik. Ancak bu
önemli konuda daha sistematik ve bütüncül açıklamalar gerekir. Şimdi bu
satırlarda kelimenin anlamı konusunu öneminden dolayı daha ayrıntılı ele
alalım.
Kelimenin
anlamını açıklarken bir analojiden yararlanabiliriz. Cümleyi söylemekle satranç
oynamak arasında satrançtaki taşlarla cümlenin kelimeleri arasında bir
benzerlik vardır.
Satrancın
oynanma kuralları olduğu gibi kelimelerin de kullanım kuralları vardır. Bir
kelimenin anlamı, kelimeye uygulanan kurallar tarafından belirlenir. Kurallara
uygun kullanımlar toplum tarafından anlaşılır. Bu analoji kelimelerin
kullanımına dair bir fikir verir; ancak her şeyi açıklamaz. Konuyu tam olarak
ortaya koyabilmek için analojiyi burada bırakıp açıklamalarımıza daha somut
ifadelerle devam edelim.
Şunu açıkça
söyleyebiliriz: Kelimenin anlamı düşünülen değil ifade edilen şeydir. Bu
nedenle konuşan kişinin kelimelerinin anlamını bilmek için, düşüncelerini
değil; ifadelerinin kullanımlarını bilmeliyiz. Eğer bir kelimenin kullanımını
anlıyorsak, kelimenin anlamı odur. Anlamıyorsak kelime anlamsızdır. Örneğin
“Babam pamuk gibi bir adamdır.” sözünde “pamuk” kelimesinin bir kullanımı
vardır. Eğer bu, bizim anladığımız bir kullanımsa pamuk kelimesinin bu
bağlamdaki anlamı odur. Eğer kullanımı
anlamıyorsak kelimenin anlamı yoktur. Örneğin “Bu bahar pamuk erken açtı.”
ifadesi kelimenin kullanımı değildir.
Tıpkı anlamlı
cümleleri öğrendiğimiz gibi, kelimelerin anlamlarını da öğreniriz. Kelimenin
anlamını öğrenmek, bir rengi öğrenmek gibidir. Nasıl ki bir rengi
öğrendiğimizde onu bütün renklerden ayırabiliyorsak, bir kelimenin anlamını
bütün diğer kelimelerin anlamlarından ayırabiliriz. Kuşkusuz öğrenmek için
ayırt etmesini bilmek gereklidir; ama yeterli değildir; öğrendiğimiz doğru
uygulamak da gerekir. Bu kelimenin anlamı için de geçerlidir. Gerçekte bir kelimelerin
anlamını öğrendiğimiz göstermek için onu doğru kullanabilmeliyiz. Örneğin
“aklını çelmek” kelimesini doğru kullandığımızda, öğrendiğimiz anlaşılır. Kelimeyi
öğrenmek dil oyununu öğrenmektir; kelimeyi konuşma sırasında kullanmak da dil
oyunu oynamaktır; kelimeler doğru kullanıldıklarında başkalarıyla karşılıklı
ilişki doğru olarak kurmuştur. Kelimelerin hangi anlamda kullanıldığını uygulama
ve bağlam belirler.
Bir kelimenin
anlamını açıklama da, hangi durumda
nasıl kullanılacağını göstermedir.
Gündelik hayatta
bir kelimenin anlamını kolayca biliriz ve bu konuda bir problem de yaşamayız; hiçbir
kelime bir başkasının yerine geçemez. Kelimelerin özellikleri bir sanat
eserinde açıkça görünen şeye benzer. Nasıl ki renkler ve şekiller resme kendi
özelliklerini verirlerse, kelimeler de cümleye ifadeye özelliklerini katarlar. Anlam ya da düşünce kelimeye eşlik eder, demek
doğru değildir; aynı şekilde, kelime önemsizdir de denemez.
Kelimenin,
kişideki çağrışımı ne olursa olsun, bu çağrışım ne kadar güçlü olursa olsun; çağrışım anlam değildir. Örneğin Çarşamba
kelimesi bir kişide mavi rengi bir başka kişide gül kokusunu çağrıştırsın; bu çağrışımlardan
hiçbiri kelimenin anlamı değildir. Bir önerme anlamlı ise, onu kelimelerinin
gerektirdiği şekilde kullanmalıyız. Kelimelerin kullanımı çağrışım sorunu
değildir; çağrışım, dilin işleyişini belirlemez.
Kelimelerin duyulması
da bilinenden farklı çağrışıma yol açmaz; olgu durumunu doğrudan kavramayı
sağlar. Doktor hastaya “Diyabetiniz var.” dediğinde hasta zihninden hiçbir şeyi düşünmez; sadece
şeker hastası olduğunu anlar.
Bir önermeyi
anladığımızı göstermenin açıklaması, o önermede açıklanan terimi doğru
kullanmaktan ibarettir.
Kelime cümlenin
anlamlı birimidir. Cümle de anlamlı birimlerin anlam oluşturacak şekilde
birbirine eklenmesidir. Bu birimlerden yani kelimelerden biri anlamsız ise, önerme
de anlamsızdır. Anlamsız kelime önermeyi karşıtından daha doğru ve yanlış
yapmaya izin vermez. “Bu sabah gelirken trulişimbayı gördüm.” önermesi
anlamsızdır; çünkü önermedeki
“trulişimba” kelimesinin anlamı yoktur. Bu nedenle doğru veya yanlış
değildir. “Trulişimba” kelimesi “Bu sabah gelirken trulişimbayı gördüm.”
önermesini karşıtı olan “Bu sabah trulişimba’yı görmedim.” önermesinden ne daha
doğru ne de daha yanlış yapar.
Kelimelerin sözcelerdekinden
bağımsız anlamları yoktur. Sözcelerdeki kelimeler tıpkı makinelerdeki kollar gibidir.
Kolların makinenin hareketini yönlendirdikleri gibi kelimeler de anlamı
yönlendirir.
Dilleri
kelimelerinin anlamlı olmaları bakımından ikiye ayırabiliriz. Bütün kelimeleri
anlamlı olan diller ve bazı kelimeleri anlamsız olan diller. Metafizik yapılmayan
ve anlatılmayan bütün dillerin bütün kelimeleri anlamlıdır. Bu kelimelerle
iletişim, bildirim ve yaptırım sözceleri oluşturulabilir. Oysa metafizik
yapılan veya anlatılan dillerdeki bütün kelimeler anlamlı değildir. Örneğin İde”,
“Mutlak”, “Şartsız”, “Sonsuz”, “Var olanın-Varlığı”, “Var olmayan”, “Kendinde
Nesne”, “Mutlak Tin”, “Objektif Tin”, “Öz”, “Kendinde ve Kendisi İçin Varlık”,
“Türüm”, “Görünüme Çıkma”, “Ayrılma”, “Ben”, “Ben-Olmayan” Hakikat, Aşkın,
Varlık, Yokluk, Tin, Dasein gibi kelimeler dilin doğal kelimeler değildir. Onlar dilde olmasına
rağmen referans olmayan kelimelerdir.
Onların yer aldıkları cümleler de anlamsızdır; anlamı yönlendiremez.
Bir kelimeyi
anlamak ve bir zihinsel durum arasında çok açık bir fark vardır. Bir zihinsel
durum örneğin bir acı ya da bir üzüntü durumudur. Zihinsel durumun bir süresi
vardır. Örneğin “Bütün gün başım ağrıdı.” ; “Sabahtan akşama kadar canım
sıkıldı.” ; “O an çok heyecanlandım.” sözceleri zihinsel durumların başlangıç
ve bitiş anlarını anlatır. Fakat bir kelimeyi anlamak, sürede gerçekleşen bir
şey değildir. “Bu kelimeyi tüm gün boyu veya 5 Nisan 2017’den itibaren her gün
anladım” diyemeyiz. Anlama zihinsel durumdan çok bir idraktir. Örneğin “Bu, zürafadır.”
denildiğinde söylenen şeyin idrakine varmaktır. Burada şöyle sorabiliriz:
Birbirinin aynısı olmayan; ama yine de benzeyen şeylere örneğin oyunlara
ilişkin ortak zihinsel bir tasavvurdan dolayı aynı adı veremez miyiz? Buna
“Evet” denemez.
Uygun kelimenin
kullanılması talimat gibidir ve her talimat bir betime benzer ve betim de tıpkı
talimattır.
Bir kelimenin
anlamı, kullanımını yöneten uylaşım tarafından belirlenir. Oysa anlamın etkisi
olumsal şartlara, özel durumlara bağlıdır. “Aristoteles Stagira’da doğdu.”
sözcesindeki Aristoteles çok farklı kişilerce söylenebilir. Hepsinde
Aristoteles farklı ontolojik özellikler kazanır. Örneğin “Oğlum Stagira’da
doğdu.” sözcesi Aristoteles’in küçükken babası tarafından söylediğinde
“babasının oğlu”; Aristoteles büyüyüp Platon’un Akademisi’ne girdiğinde Platon’un
öğrencisi; Metafizik’i yazdığında bu kitabın yazarı statüsünü kazanır.
Aristoteles yaşadığı sürece çeşitli belirli betimlerin konusu olur ve farklı
referans özellikleri kazanır. Kısaca
söylersek Aristoteles’in anlamı sürekli değişir ve evrimleşir.
Kelimelerin
nasıl anlaşılır? Bunu belirleyen, başka kelimeler değil, toplumdur. Kelimenin
anlamı toplumun anladığı ve uyguladığı kullanımlar bütünüdür; toplumun
davranışıdır, göz önüne getirdiği olgulardır. Sözlüklerdeki anlam, her zaman
toplum tarafından onaylanmalıdır.
Kelimelere
verdiğim anlam ve kelimelerin anlamları farklı olabilir. Farklılık geçicidir. Çünkü
niyetim, kelimeleri formüle etmek değildir; tersine bir şey söylemektir; kendimi
anlatabildiğim ölçüde bir şey söylerim; kelimeleri anlaşılmaz biçimde söylemek
isteyemem.
Bir soru,
sözcenin anlaşılmadığının işaretidir; konuşanı ilkinden farklı ve onu açıklayan bir
sözce söylemeye sevk eder. Her söylem ve
her açıklama dinleyende psikolojik bir reaksiyon yaratır. Bu reaksiyonun en somutu
yabancı bir dilde duyduğum ve anlamam mümkün olan bir ifadeyi duyduğumda ortaya
çıkanıdır.
Tüm kelimeler
tıpkı adlar gibi öğrenilir ve iş görür; temsil ettikleri nesnelerin anlamları
gibidir; her kelime bir anlam taşır. Bir kelime (ad) ve anlamı arasında
gösterme ya da işaret etme ile kurulan bir bağlantı vardır; adlar söylemin bir
bölümüdür. Dilin en yalın biçimlerini öğrenerek, kelimelerin çok farklı
fonksiyonları olduğunu da öğreniriz. Bu fonksiyonlar örneğin, insanları, biçimleri,
acıları, renkleri, sayıları vs. ifade etmeye yarar. Bir ad, gösterici bir
jestle kullanılamaz; fakat sadece onunla açıklanır. Anlam dilin en basit
işleyişine bağlıdır; mümkün ve reel bir şeyle uyumludur; anlamı bizimki kadar
gelişmemiş bir dile de uygulayabiliriz. “Bir kelimeyi anlamak nedir?” sorusu
tıpkı şuna benzer: Satranç oyununda bir taş nedir?
Bir kelimeyi
anlamak, onu kullanmanın uygun olduğu durumları düşünebilmektir; onu nasıl
kullanabildiğimizi bilmektir ve onu kullanabilmektir; bir kişi örneğin bir emri
“normal durumlar”da vermişse, emrin ne ifade ettiğini bilir.
Bir kelimenin
anlamı dilin hesaplanmasında oynadığı rolüdür. Bu açıdan kelime satranç taşına
benzer. Nasıl ki satranç taşının anlamı ve rolü aynı şeyse, kelimenin de
anlamı cümle içindeki rolüyle özdeştir. Ve şimdi bir kelimeyle, örneğin kırmızı
kelimesiyle işlem yapma tarzımızı düşünelim. Kırmızı rengi taşıyan lekenin ya
da cismin nerede bulunduğunu, şeklini, büyüklüğünü, saf olup olmadığını, başka
renklerle karışıp karışmadığını, daha koyu ya da daha açık olup olmadığını
söyleyebiliriz.
Bir kelimenin
sabit bir anlamı yoktur; o nedenle sabit anlama karşıt, yanlış veya uygun
olmayan anlamdan söz edemeyiz. Metafizikçiler ve mantıkçılar kelimelerin anlamlarını
incelerler ve analiz ederler; fakat analiz ederken grameri ve kullanımı terk
ederler; bu nedenle onların kelimelere yükledikleri anlam keyfidir.
Metafizikçilerin bu keyfiliği su arayıcının kullandığı ifadelerin anlamsızlı ğına benzer. Bir su arayıcısının “Suyun üç metre derinlikte
olduğunu elimde hissediyorum.” dediğini düşünelim. Kuşkusuz biz, “üç metre derinlikte”nin ve
“hissediyorum”un ne anlama geldiğini biliriz; ama bu cümlenin ne anlama geldiği
belli değildir; çünkü biz “üç metre derinlikte” ve “hissediyorum” kelimelerini
farklı bağlamlarda kullanırız. O nedenle su arayıcının cümlesi kullanıma
aykırıdır ve bu nedenle anlaşılamaz. Metafizikçi de kelimeleri kullanırken bir
su arayıcısı gibi davranır. Bizim kelimelerimizi bizim kullanmadığımız bağlamda
ve anlamda kullanır.
Kelimelerin, kullananlardan
bağımsız, kendi başlarına anlamları yoktur; anlam, kelime aracılığıyla bağlama
otomatik olarak taşınan bir şey değildir.
Anlamsız bir
kelimeye anlam verilemez yani kullananların vermediği anlam, bir kelimeye yüklenemez.
Bir kelimenin anlamı, sadece kullananların verdiği anlamlardan biri olabilir.
Kelimenin
anlamında bir genişleme olabilir; bir kelime bazen yeni anlam kazanır. Bir
kelimenin kazandığı bu yeni anlam, sadece bilim adamlarının belirlediği
anlamdır. Bunun en iyi örneği “atom” kelimesidir. 1938 yılında Alman bilim
adamlarının atomu parçalamasıyla asıl anlamı bölünemez olan atom kelimesinin
anlamı değişti.
Alacağımız bir
kararla, kelimelerin bazı anlamlarını yasaklayamayız veya anlamlarının tümünü
iptal edemeyiz; anlamın sınırlarını değiştiremeyiz. Sınırları yeniden
belirlenmiş kullanım için kurallar oluşturamayız ve onların nasıl
uyguladıklarını da gösteremeyiz.
Kelimelerin
doğru mu yanlış mı kullanıldıklarını bildiren kelimeler yoktur. Bunu bildiren sadece toplumdur. Toplumun
kullanımı kelimenin anlamıdır. Anlam, toplumun anladığı ve uyguladığı
kullanımlar bütünüdür; toplumun davranışıdır, göz önüne getirdiği olgulardır. Sözlükler
kelimenin kullanımının bağlamla ilişkisini bildiremez. Kullanım bağlamdadır;
canlıdır ve dinamiktir; tanım bağlamsızdır ölüdür ve statiktir. Örneğin “Sen ne
kitapsızsın!” bazen hakaret bazen eleştiri bazen de takdir anlamına gelir.
Bunları belirleyen bağlamdır.
Kelimelere
verdiğim anlam ve kelimelerin anlamları farklı olabilir. Farklılık geçicidir. Çünkü
niyetim, kelimeleri formüle etmek değildir; tersine bir şey söylemektir; kendimi
anlatabildiğim ölçüde bir şey söylerim; kelimeleri anlaşılmaz biçimde söylemek
isteyemem.
“Bu kelimelerle
ne demek istiyorsun?” Soru açıkça göstermektedir ki, muhatabımız söz konusu
önermeyi anlamamıştır. Onun soruna cevap olarak bu önermenin yerine başka bir
önermeyi koyabiliriz.
Bir kelimenin ya
da bir ifadenin bir anlamı vardır demek, bunları içeren ve bir anlamları olan
cümleler vardır dermektir. Bir kelimenin ya da bir ifadenin anlamını bilmek,
yer aldıkları cümlelerin anlamını bilmektir.
Kelime hiçbir
şeye karşılık gelmiyorsa, anlamsızdır. Bir kelimeyi anlamak ve “bir kelimeyi
anladığını sanmak”, dilimizdeki ifadelerdir. Onların doğru kullanımlarının
ölçütü toplumdur. Bir kelimeyi, bir kelimenin anlamını anlarsam, bu demektir ki,
kelimeyi kullanımın gramatikal imkânlarını biliyorum.
Cümleyi anlamak
Bir cümlenin
anlamı
Bir cümlenin
anlamı ögelerinin toplamından daha fazla bir şeydir. Anlamı belirleyen biz
değiliz. Nasıl ormandaki ağaçların varlık nedeni bizim onları algılamamız
değilse, anlam da bizim sübjektif tasarruflarımızdan, inisiyatiflerimizden
bağımsızdır.
Anlamlı olanın
sadece bağlamla sıkı bir ilişkisi vardır. Bağlam da tıpkı gramer kuralları
gibidir ve anlamı belirler. Örneğin bir kişi bir objeyi göstererek “Bu, budur.”
dediğinde, önermesi ona göre bir anlam taşır. Bu önerme ancak bu bağlamda
anlamlıdır.
Bağlam, sadece
kelimelerin anlamını değil; cümlenin anlamını da belirler. Bir ve aynı cümle
farklı bağlamlarda farklı anlama gelir. Bir cümlenin farklı bağlamları en iyi
biçimde, tiyatro oyununda görünür. Belirli bir anlamda alınan cümlenin en iyi
örneği tiyatro oyununda verilir.
“Bu cümle
anlamsızdır.” ifadesi, “O, parasızdır.” gibi değildir. “X parasızdır”, “X
paraya sahip değildir.” demektir. Oysa “Bu cümle anlamsızdır.” ifadesi “Bu
cümle anlama sahip değildir.” anlamına gelmez; fakat “Cümledeki kelimeler, anlamı
ortaya çıkaracak kombinezondan yoksundur.” demektir.
Bir cümlenin
anlamı, cümleyi oluşturan kelimelerin anlamlarının rastgele bir araya
toplanmasından ibaret değildir; fakat kelimelerin doğru kullanımlarıyla ortaya
çıkan bir şeydir. “Onu her zaman görmedim.” cümlesinde kelimeler hiçbir şey
söylemiyor değildir. Bu cümlede kelimelerin kullanımı yaşanan anlamların
çağrışımlarını çok aşar.
İki farklı cümle
aynı anlama gelebilir. Bundan da şu sonuç çıkar: Anlam, cümleden çok farklı bir
şeydir. Duyulan, okunan veya sözcelenen bir cümle, az ve çok uygun imgeler
çağrıştırır.
Bir cümleyi
anlamak, betimlenen şey hakkında bir imge edinmektir; onun içeriğini
kavramaktır. Bu tüm içerik cümlede bulunur. Bu nedenle cümle, bir kuralla
uyumlu olarak başka ifadelere çevrilebildiğinde anlaşılmıştır.
Anlama, kanıtlanamaz.
Bir önermeyi anlama biçimi dediğimiz şey, bazen bir sembolizmi yeniden
üretmeden, bir tasavvuru başka bir tasavvur moduna aktarmadan ibarettir.
Cümleyi
anladığımızda bir dili de anlarız. Bir dili anlamak ise bir tekniği kullanmayı
bilmektir. Dilin anlaşılması oyunun anlaşılması gibi izole önermenin anlam
kazandığı bir arka plandır.
Bir cümlede
kelimenin fonksiyonundan söz etmek şuna benzer: Sanki cümle bir mekanizma
gibidir. Kelimenin de bu mekanizmada bir fonksiyonu vardır.
Bir cümlenin
anlamı, cümleyi oluşturan kelimelerin anlamlarının rastgele bir araya
toplanmasından ibaret değildir; fakat kelimelerin doğru kullanımlarıyla ortaya
çıkan bir şeydir. “Onu her zaman görmedim.” cümlesinde kelimeler hiçbir şey
söylemiyor değildir. Bu cümlede kelimelerin kullanımı yaşanan anlamların
çağrışımlarını çok aşar.
Süjenin
konuşurken başvurduğu kurallar, pek çok kural arasından şu ya da bu nedenle
seçilmiş değildir; onlar konuşma süreçlerinin içindedir. Anlama süreçlerini
yöneten kuralları düşünmeden ve kontrol etmeden uygularız. Onlar dil oyununun
ve uygulamasının değil; ön tarihinin parçasıdır.
Anlama, tıpkı
inanma ve düşünme gibi, özel ya da belirli durumlar ya da süreçler değildir. Anlama
şartlarına ilişkin herkes için geçerli kesin bir liste yoktur. Anlama şartları
bireylere ve durumlara göre değişir. Gündelik diller her zaman sıkı kurallar
tarafından yönetilme şartını yerine getirmez; dilin ifadelerinin kullanımı, her
yerde sıkı kurallar tarafından belirlenmemiştir. Bu durumda iletişimin nasıl
gerçekleştiği sorunu ortaya çıkar. Zihinci buna şöyle cevap verir: Konuşanların
ve dinleyenlerin zihinlerinde belirsiz olan hiçbir şey yoktur. Bir cümleyi
söyleyen veya dinleyen kişi, belirli kurallara göre bir hesaplama
gerçekleştirir; fakat zihincinin bu açıklamasını kabul etmek iki şeyden birini
kabul etmektir:
Anlamaya
eşlik eden zihinsel fenomenler tek biçimli değildir. Anlamak, tek ve izole bir
duruma ilişkin bir ifadeyi kavramaktır. Her bir anlamaya ilişkin ayrı bir
hikâye vardır.
Anlama konusunda
önemli bir ayırım yapmalıdır: Lengüistik ifadelerin anlaşılması ve fenomenlerin
anlaşılması. Lengüistik ifadelerin anlaşılması, son derece karmaşık bağlama bağlı ve
tekil ifadelerin anlaşılmasıdır; oysa fenomenlerin, anlaşılması geneldir; durumsal
ya da bağlamsal olmayan bir anlamadır. Örneğin bir bahçede çiçekleri belli bir
biçimde düzenleme, lengüistik bir kod gibidir ve bir anlamı ifade edebilir.
Anlam kavramının
şeyleştirilmesi yanıltıcıdır. Bu nedenle Wittgenstein anlamı kelimelerin
kullanımında görmeyi önerir; fakat o, anlam teriminin yerine kullanım terimini
koymaz; daha çok şunu söyler: Kullanımla ilgilenmekle, anlam konusunda
tuhaf sorular sormaktan kaçınırız; çünkü kullanım, soruyu nasıl sormamız
gerektiğini bildiren gündelik bir kavramdır.
“Anlam, öncelikle
kullanımdır.” demek, genellikle olduğu gibi, ifade etme biçimlerinden birini
diğer biçimlerden birinin aleyhine öne çıkarmaktır.
ADLARIN ANLAMI
Bir adın
anlamını bazen bu adı taşıyanla açıklayabiliriz. Yine de anlamlar kelimelerin
kullanımından hiç de bağımsız değildir.
Nasıl ki, “kafada”,
dilin düşünceyle ilişkisi içinde öğrendiğimiz bir kullanım biçimiyse, “Kelime şöyle
bir anlama sahiptir.” de dilin bir kullanımıdır.
Gündelik dilde
bütün kelimeler adlar gibi görülemez. Görülürse, örneğin (düşünmek, duymak, anlamak
gibi) psikolojik kavramlar da bir adlar koleksiyonu gibi olur. Psikolojik
kavramları adlar gibi görmek, Wittgenstein'a göre, en önemli felsefî hataların
nedenlerindendir; adlarla ilgili bu hatalar yaygındır ve önemlidir.
Ad verme, dilin
tek fonksiyonu değildir; fonksiyonlarından sadece biridir. Adların
çeşitli kullanımları vardır; bu kullanımlar dil oyunlarından yalnız biridir. Bir
şeyin adını söyleyen ne demek ister? Bunu anlamak için dilin çok farklı
yönlerini görmelidir.
Ad vermek ve
betimlemek farklı eylemlerdir. Ad vermek, dil oyununda bir hareket değildir.
Hiçbir şey ona ad vermemiz için yapılmamıştır. Bir şey, bir oyunda anlamlıdır.
Adların tek
başlarına anlamları yoktur. Bir ad sadece bir önerme bağlamında bir anlam
kazanabilir. Adların anlam kazanabilmelerinin şartı şudur: Önermenin diğer
kelimeleriyle uygun ve doğru koşullarla birleşmeleri. Çünkü bir adın anlamı yani
referansta bulunduğu şey, önermeler tarafından temsil edilen diğer objelerle
konfigürasyonunda verilir. Adları objelere göndermeyen bir önerme sahtedir ve
anlamsızdır.
Adın anlamı
konusunda bir ayırım önemlidir: Adın anlamı ve adı taşıyanın anlamı. Bu ayırım
yapılmazsa ciddi bir karışıklığa düşeriz. Örneğin “X ölüyor.” ile “Bay X
ölüyor.” önermelerinin anlamı aynı değildir. Bu sonuncuda adın anlamı yoktur “X
adını taşıyan”ın anlamı vardır. İkinci Wittgenstein’a göre adı taşıyanın
anlamından söz eden bir önerme saf bir anlamsızlıktır; çünkü ad bir anlam
taşımaktan uzaksa, o zaman “Bay X ölüyor.” demenin bir anlamı yoktur.
Adı
işittiğimizde zihnimizde onunla ilgili bir imge oluşur. Adın adlandırılan şeyle
ilişkisi, adlandırılana ilişkin imgeyi çağrıştırmasından ibarettir ve anlam da
adın adlandırılan şeye yapıştırılmasıdır veya adın, adlandırılan şey bize
gösterildiği anda sözcelenmesidir.
Bir adın yerine
başka bir adı koyabiliriz; ama bunun bir şartı vardır: Her iki adın aynı türden
olması. Örneğin
Bu kitap mavidir.
Bu kitap
kahverengidir.
Ben yorgunum.
Burada
“kahverengi”yi ve “mavi”yi değiş-tokuş edebiliriz; fakat “yorgun” kelimesini
bunlardan biriyle ve bunlardan birini de yorgun kelimesiyle değiştiremeyiz. Çünkü
“yorgun”, diğerleriyle aynı türden değildir. Aynı türden kelimeleri birbirinin
yerine koymak, bir önermeyi yanlış yapar; ama saçma yapmaz
Anlam, ad ve
adlandırılan nesne ilişkisinden ibaret olamaz; dilin semantiği, referans
ilişkisi sayesinde temellendirilemez; çünkü referansçı teori, kabul
edilemeyecek bir basitleştirmedir. Gerçekte kelimeler tek bir tarzda değil; çok
farklı biçimlerde verilir; adlar da çok çeşitlidir.
Her adın
fonksiyonu ayrıdır. Dilin kelimelerinin iki fonksiyonu vardır: Anlamları ifade
etmek ve diğer kelimelerden ayrılmak.
Özel adlar, kelimelerin
özel bir türüdür. Özel adların aydınlatılması diğer kelimelerin açıklamasından
farklıdır. Bunların anlamlarıyla ilgili tespitler de diğer kelimelerin anlaşılmasında
ölçüt olamaz.
Özel adlar belli
anlamlarla özdeş gibidir. Özel adları düşündüğümüzde ya da kullandığımızda, onlar
bazı imgeleri ya da çağrışımları hatırlatmakla kalmaz; özel nitelikleri de
aklımıza getirir. Wittgenstein bunu şöyle açıklar:
Kişilerden söz
eden yani kişi adlarını içeren önermeler, çok farklı şekillerde doğrulanabilir.
Örneğin “Sezar ordusuyla Alpleri aştı.” sözcesini alalım. Bu sözce çok çeşitli
şekillerde doğrulanabilir. Bir gün Sezar’ın cesedi bulunabilir ve o zaman “Sezar
ordusuyla Alpleri aştı.” sözcesi doğrulanabilir; fakat öyle metinler de
bulunabilir ki, bu metinlerde Sezar’ın asla yaşamadığı ve bu adın bazı amaçlar
için icat edildiği anlaşılabilir. Sonuçta Jules Sezar’la ilgili sözcelerin, onun
yaşaması mümkün olması şartıyla anlamı vardır. “Kırmızı bir lekenin yeşil bir
lekenin üstünden geçip gittiğini görüyorum.” dersem, bu önerme “Sezar ordusuyla
Alpleri aştı.” önermesiyle aynı derecede gerçek olma olasılığına sahip değildir.
Bu anlamda diyebiliriz ki, Sezar’a ilişkin bir önermenin anlamı, önceki
önermenin anlamından daha dolaylıdır. Sonuçta,
Bir özel ad bir
dizi betimdir. Bir özel adı olan birinin gerçekte var olmadığını ileri süren
kişi, bu betimlerin tümünü değil; onlardan bazılarını inkâr eder. Bunu Sokrates adından hareketle
açıklayabiliriz: Sokrates’in gerçekte
yaşamadığını ileri süren kişi, bunu yapmakla Sokrates’in sadece özelliklerinden ya da eylemlerinden
birini inkâr eder. “Sokrates yaşamamıştır.” demek, çok çeşitli anlamlara gelir.
Örneğin, “Platon’un kendi bil diyen bir hocası yoktu.” veya “Platon’un hocası vardı; ama baldıran
zehri içerek değil, sıtmadan öldü.
Sokrates’in pek
çok betimi yapılabilir: Örneğin “Görüşlerini hayatıyla ödemiş filozof.”;
“Felsefenin konusunu insan yapan kişi.” Gençleri topluma düşman etmekle
suçlanan düşünür.
Sokrates’in anlamı
Sokrates adının yer aldığı önermelere göre değişir. Bu adın a
priori bir anlamı yoktur. Bir özel adın betimi, bu betimlerin tümünü
içerir. Örneğin “X öldü.” demek “(1) Şurada veya burada gördüğüm (2) Şunları
veya bunları yapan (3) Herkesin X diye bildiği bir kişi vardır.” demektir. X
kimdir? diye sorulduğunda, bunların tümünü, bir bölümünü veya bunlara eklenecek
başka özellikleri belirtmelidir. X’in anlamı bütün bunların hepsinin kendisi için
doğru oldukları insandır.
Kuşkusuz X
hakkındaki bilgilerimin bazılarının yanlış oldukları ortaya çıkabilir. O zaman
X’in anlamını değiştiririm. Sonuç olarak bir özel adı sabit bir anlamı olmadan
kullanırım. Bu durum özel adın betiminin değerini azaltmaz. Bu tıpkı bir
masanın üçayaklı ve dört ayaklı olmasının onun kullanımına etki etmediği gibi.
Teşekkür ederim sayın hocam. Özellikle şu paragraflar çok açıklayıcı oldu:
YanıtlaSil"Bir kelimenin anlamı dilin hesaplanmasında oynadığı rolüdür. Bu açıdan kelime satranç taşına benzer. Nasıl ki satranç taşının anlamı ve rolü aynı şeyse, kelimenin de anlamı cümle içindeki rolüyle özdeştir. Ve şimdi bir kelimeyle, örneğin kırmızı kelimesiyle işlem yapma tarzımızı düşünelim. Kırmızı rengi taşıyan lekenin ya da cismin nerede bulunduğunu, şeklini, büyüklüğünü, saf olup olmadığını, başka renklerle karışıp karışmadığını, daha koyu ya da daha açık olup olmadığını söyleyebiliriz.
“Kelimenin anlamı, anlamın açıklamasının açıkladığı şeydir.” yani “anlam” kelimesinin kullanımını anlamak isterseniz, anlamın açıklaması dediğimiz şeye bakın! Bunu şöyle yorumlayabiliriz: Sadece anlamın açıklamasının demek istediği şeyle ve anlamla ilgilenelim; bunun dışında hiçbir anlam yoktur.
“Anlam, anlamın açıklamasının açıkladığı şeydir.” ifadesi kuşkusuz bir totolojidir. Bu totolojinin amacı, anlamayı betimlemek değildir; anlamı anlamayan kişiye dolaylı olarak şunu anlatmaktır: Açıklama aracımız olan dil oyunları dışında bir açıklama biçimi yoktur. Anlamı açıklama, anlama dair bütün görüş farklılıklarını ortadan kaldırabilir."
Emeğiniz için saygı ve sevgilerimi sunarım.
Hocam Teşekkür ederim. yazılarınızı bilgisayarııma müsaadenizle indiriyorum. Hürmet ederim.
YanıtlaSil