gösterge
Açıkladığımız
nedenlerden dolayı biz anlamı anlamak için önce göstergelerle ilgili
açıklamalar gerekir. O nedenle dil felsefesinde göstergeye kısaca değinelim.
Göstergeler, dilin kelimeleri, jestler, mimikler, semboller,
emojiler, ses tonu, doğal ya da yapay nesneler örneğin kalp veya ucu yanmış
mektup, bilerek düşürülen mendil kapının dışına bırakılan bir çift ayakkabı vs.
gibi sınırlanamayacak sayıdadır. Göstergelerin pek çoğu kültürel hatta
yereldir; örneğin ülkemizde bazı yörelerde okumak veya oku vermek düğüne davet
etmek; oku düğüne çağrı; okucu da düğüne
çağrılan demektir. Kimileri kültürler üstüdür. Örneğin uluslararası
kuruluşların adları böyledir.
Bir dil toplumunda göstergeler yani kelimeler uylaşımsaldır;
onları kullananlar ne anlama geldiklerini bilirler uylaşımsal olarak
kullanırlar. Bir göstergenin kullanımı yoksa, anlamı da yoktur.
Gündelik hayatta göstergeler pek çok ise de dil felsefesi
onların hepsiyle değil daha çok lengüistik göstergelerin yan, anlamıyla ilgilenir. Lengüistik göstergeler
kelimelerdir. Kelimeler anlamın göründüğü temel birlikleridir. Kelimeler
yukarıda söylediğimiz gibi bağlamı belirli bir cümlede diğer kelimelerle cümle
oluşturmaya yarar. Dil felsefesinde iki tür gösterge vardır: Adlar ve fiiller.
Eylemlere uygulanan göstergelere fiil; kendilerini taşıyan nesnelere uygun
gösterge de ad denir. Fiilsiz kullanılan ad ve adsız kullanılan fiiller asla
bir söylem oluşturmaz.
Gösterge anlamın objektifliğinin kaynağıdır. Objektif anlam
göstergeler üzerinde uylaşımla sağlanır.
Nasıl kanıtta kanıttan fazla bir şey yoksa, şeye göndermezse, göstergeler de anlamlarının
dışında veya ötesinde bir şeyi ifade
edemezler. Otomobil bir araçtır ve bilinen anlamın dışında örneğin hızlı gitme
anlamına gelemez. Kısaca kelimeyi dilde hangi anlamda kullanıyorsak, anlamı
odur. Anlamadığımız bir şey, önerme
değildir.
Kelimelerin kullanımı gramere göre olur; ancak gramer
kelimelerin anlamını açıklamaz; sadece nasıl kullanılacağını belirler. Örneğin
“Yeşil” eylem midir? nitelik midir? Bununa ilişkin bir gramer yoktur. Gramer
“yeşil”in sadece onun nasıl kullanılacağını söyler. Gramer tek başına göstergeleri
değil göstergeler kombinezonunun da kullanımını yönetir. Örneğin kapı, yeşil,
kol ve metal kelimelerinin nasıl bir kombinezonu olacağını bize söyleyen
gramerdir. Bu kombinezon da “Yeşil kapının metal kolu” şeklindedir.
Dil felsefesinin amacı dilimizdeki hastalıkları tedavi etmektir.
Filozof bunu yapabilmek için önce ortak dilin kelimelerinin doğru kullanımlarını
iyi bilmelidir.
Kelimenin neye referansta bulunduğunu yorumla değil;
kelimenin doğru kullanımıyla biliriz. Kelimeyi doğru kullanmak da tıpkı bir etiketi
bir nesneye yapıştırmak gibidir. Hangi nesne ya da durum için hangi kelimeyi
kullanacağımızı öğreniriz ve bunu uygulayarak öğrendiğimizi gösteririz.
Kısmen ya da tamamen
kapalı bir gösterge olamaz. Bir kelime göstergeyse kapalı; kapalıysa gösterge
değildir. Ancak doğru öğrenilmemiş ya da doğru kullanılmamış gösterge vardır. Göstergenin
özü açık olmaktır. Göstergenin rolü betime ve mesajın iletilmesine katkıda
bulunmaktır. Gösterge bunlara katkıda bulunmuyorsa doğru seçilmemiştir. Örneğin
“Bahçenin köşesinde büyük bir kulamba vardı.” Cümlesinde “kulamba” gösterge değildir.
Çünkü zihnimizde hiçbir imge oluşturmaz. Bunun yerine “erik ağacı” yazdığımızı
düşünelim. Bu yazma bir yorumdur; bu cümle” kulamba” yerine “erik ağacı” yazmakla bir betim cümlesi
statüsüne kavuşmaz. Yorumladığımız bu cümleyle iletişimde bulunamayız.
Ancak açık göstergelerde bir göstergenin yerine başkasını
yazabiliriz. Örneğin Herakleitos’un yazdığı son kitap Yasalar’dı.” cümlesini alalım. Bu cümlede açık bir
gösterge Herakleitos kelimesi vardır; ancak yine de bu cümle bir betim değildir; çünkü Yasalar’ı yazan
filozof Herakleitos değil; Platondur. Bu cümlede Herakleitos yerine uygun olan
bir başka göstergeyi Platon’u yazmalıyız. Görüleceği gibi bu da yorum değildir
ve kullanım hatasının giderilmesidir.
Uygun ya da uygunlaştırılmış göstergelerden oluşan sözceler
ise, belirlenen amacı gerçekleştirir yani betim yapar, mesajı iletir ya da
imgelemeyi sağlar. Bu nedenle yorumlanmaları gerekmez.
Bir gösterge yorumlanmalıdır.” diye bir ilke kabul edersek,
o zaman göstergenin yorumu olan yorumu da yorumlamamız gerekir ve bu sonsuzca
ileri gider. Nihai bir anlam olacak nihai bir yorum da yorum da yoktur.
Her izole gösterge ölü gibidir. Ona hayat veren de zihinsel
süreçler değildir; fakat kullanımdır. Örneğin “limon ağacı” göstergesinin tek
başına anlamı yoktur. Onu “Bu limon ağacı” çiçek açtı.” Sözcesinde kullanırsak
anlamı olur. Bu kullanımın doğruluk ve kullanım koşulları vardır. Bu cümleyi aralık
ayında kurarsak doğruluk koşulları ve “Vazodaki limon ağacı çiçek açtı.” dersek
kullanım kuralları yoktur. Kullanım kurallarını belirleyen, toplumdur. Kısaca söylersek gösterge cümle dışında
ölüdür, cümlede canlıdır.
Göstergeler sınırsız olduğu gibi sürekli değişir. Bazı
göstergeler gösterge olmaktan çıkar yeni göstergeler kabul edilir. Dildeki,
kültürdeki bilimdeki vs. çeşitli değişiklikler anlamlı göstergelerin sayısını
değiştirir. Göstergeler gelişi güzel her
durumda ve rastgele değil; belli bağlamlarda kullanılır. Bir duyguyu bir
düşünceyi, bir emri, bir yasağı, bir isteği sadece öğrenilmiş bağlamlarda ifade
eder. Onların bağlam dışında kullanımlarının bir anlamı yoktur. Örneğin bir anatomi
kitabındaki kalp resmi gösterge değildir. Emojiler listesindeki bir emoji bir
elektronik mesaja eklenip gönderilmediğinde gösterge sayılamaz. Kısaca
söylersek göstergeler gönderen ve muhatap arasında bir ilişki kurulduğunda
anlam taşır.
Düşünme göstergelerle mümkündür. Rüzgârın tersine giden yelkenlinin denizde
ilerleyebilmesi için rüzgâr ne kadar önemliyse, düşünce için gösterge öyle
önemlidir. Göstergeler olan kelimeleri değersiz sayamayız; onların akla uygun
seçimini yapabiliriz. Örneğin bir hitap cümlesine başlarken, “Sayın”, “saygıdeğer”,
“değerli” kelimelerinde birini seçebiliriz. Ancak seçtiğimiz kelimelerin dışında
seçmediğimiz kelimelerin değerinde bir azalma olmaz. “Sayın”ı seçmişsek “Saygıdeğer”
veya “değerli” kelimeleri seçilme imkanını yitirmiş değillerdir.
Gösterge
söylediğimiz gibi bizde imge uyandırır. Onun uyandırdığı son ve kesindir. “Elinde çantası olan adam.” Göstergesini düşünelim. Bu gösterge “Elinde
çantası olan adam hızla yürüyordu.” Cümlesinde kullanılsın. Bu cümlenin empoze
ettiği imge artık son ve kesindir. Çantayla oynayan, çantayı karıştıran vs.
imgelerini dışta bırakır.
Göstergeler
sayesinde tasavvur artık, birbiri ardına akıp gitmez; fakat
karşılaştırılabilirler, çünkü durağan hale gelmiş bütünler oluştururlar. Duyulur
görünüşüyle gösterge, duyulurların sınırından kurtulmamıza izin verir. Gösterge
olmadan düşünemeyiz.
Dil
bir göstergeler bütünüdür. Göstergeler sadece
iletişim dilinde değil mantıkta da vardır. Mantıklı düşünmede göstergeler
sonuca ulaşırken kullandığımız “şu” (değil), “ya da”, “...ise”, “o halde...”
gibi ifadelerdir.
Göstergelere
ilişkin bu açıklamaların anlama dair açıklamalara bir giriş için yeterli olduğunu
düşünüyoruz. Şimdi anlam problemini ele alalım.
Anlam
Anlam konusunda üç temel yanlış vardır:
la ilgili temel hatalardan biri anlamın özcü bir
açıklamasını
1 Tanımcılık:
Tanımcılık anlam sorununu “Anlam nedir?” sorusunun cevabını bir tanımdan
hareketle ele alır. Oysa dil dahil
insani olguları tanımlamak formüle
edilemezi formüle etmeye çalışmaktır “Anlam nedir?” anlamsızdır; anlamlı
göstergelerden ayrı, kendi başına bilinebilecek bir anlam yoktur. “Anlam
nedir?” sorusu “Uzunluk nedir?”, “Bir sayı nedir?” gibi sorulara benzer ve
zihni kramplara sürükler. Bütün tanımlar gibi anlam tanımı da bize anlamın
zenginliğini çeşitliliği veremez; anlamlı saydığımız bütün göstergelerdeki
çeşitliliği içeren bir tanım olamaz. Anlam nedir? sorusu sahte bir anlamın bir
özünü aramadır; hiçbir insani olguda olduğu gibi anlamda da bir öz yoktur.
2 Teorileştirme: Bu metafizik bir tutumdur; “açıklamak,
kavramsal bir çerçeveye yerleştirmektir.” İlkesinden hareket eder ; anlamı
teorik anlam kavramının bir parçası gibi ele alır. Oysa
önerme, dil, kelime konusunda olduğu
gibi anlama ilişkin de hiçbir teori yoktur ve hiçbir teori bunları açıklayamaz.
3 İndirgemecilik: Bu da pek çok
amaçlarla söylenen ifadelerin son derece zengin çeşitliliğini göz ardı
eder; sadece betimsel ifadeleri anlamlı
sözcelerin prototipi yapar. Oysa sözcelerin pek çok biçimi vardır; onları olgusal
ve betimsel önermelere indirgemek basitleştirmektir
Dil filozofları anlam konusunda farkında olmadan Platoncu
bir tavır takınırlar; anlamı anlamlı cümlelerden ayrı kendi başına incelenecek
bir nesne gibi düşünürler.
Anlam, sözcelerden
yani anlamlı ifadelerden ayrı kendi başına var olan, zihnimizde tasavvur
edebileceğimiz bir şey değildir. Bu nedenle biz anlamdan, anlamlı ifadelerin
özelliği olarak söz edeceğiz.
Onu ancak sözcelerde
bir güç olarak, bildirme ve yaptırma gücü olarak biliriz. Anlamlı bir sözce dış dünyada olup biten bir
olguyu veya nesnelerdeki niteliği
bildiren; muhatabı bir şey yapmaya yönelten
niteliği dile getirir.
Örneğin
1 “Fırtına yüzünden
ağaçlar devrildi.”,
2“Vazodaki çiçek
pembedir.”;
3 “Üç gün sonra
kontrole gelmelisiniz.”
Bu sözcelerden (1)
bildirim gücüne, (2) betim gücüne (3) yaptırım gücüne sahiptir.
Açıklamalarımızı anlam
konusundaki bazı yanlışlara işaret ederek sürdürelim:
A. Düşünülen; ama dile
getirilmeyen bir cümlenin anlamı olamaz. Dil, ancak bir muhatap olduğunda
vardır. Sözce de ancak muhataba söylediğinde cümledir. Kişinin düşündüğü, ama
muhataba söylemediği cümleler, anlamlı ya da anlamsız değildir. Söylenmemiş
hükmündedir. Sözcenin anlamlı ya da anlamsız olduğunun bilinmesi için muhataba
söylenmesi gerektirir. Anlam söylenmeden
önce değildir.
2. Anlam kast etme
değildir: Dilin uylaşımsal kelimelerini kullanıp bunlardan anlaşılması
gerekenden başka bir anlamı kast emek mümkün değildir.
Anlamlı cümle, ölü göstergelere hayat vererek yaşayan
önermeler oluşturur. Örneğin “Milli Eğitim Bakanlığı” Eylül, 13, Eğitim, Karar kelimeleri tek başlarına bir
şey ifade etmez. Bunlar “Milli Eğitim
Bakanlığı okulların 13 Eylülde açılmasına karar verdi” cümlesinde bir önerme
oluşturur. Cümle anlamı göstergeler sisteminin ait olduğu dilden alır.
Anlam açıklanır; ama yorumlanamaz. Anlama ve yorumlamak
karşıttır. Eğer bir kelimenin yorumunu doğru bir yöntem kabul edersek o zaman o
zaman kelimenin yorumu olan yorumu da yorumlamamız gerekir ve bu sonsuzca ileri
gider. Örneğin “Tanrı öldü.” sözünü
alalım. “Tanrı’nın ölmesi, çağdaş
dünyada insan özgürlüğünü kısıtlayacak bir şey yoktur.” şeklinden bir yorum
yapılsın. Bu yorumda “insan özgürlüğünün kısıtlanması”nı da yorumlamayı gerektirir. Her yorum yorumu
gerektirir. Sonuçta yorum sonsuzca geri gider.
Önermenin anlamı var mıdır? Yok mudur? Bunu belirleme, bir
şeyin uzunluğunu ölçüm aracıyla belirlemeye benzer. Bir emir, hangi durumla
ilgili olursa olsun, sadece bir anlamı varsa tamamlanmıştır. Aynı şekilde şunu
da diyebiliriz: Emir o zaman tümüyle analiz edilmiştir.
Şöyle anlamlı bir sözce olsun: “Akılsız başın cezasını ayak
çeker.” Burada şöyle sorabiliriz: Bir kişi bize bu ifadeyi anlayıp
anlamadığımızı sorsa, anladığımızı nasıl
gösterebiliriz? “Akılsız baş” “ayağın ceza çekmesi” ifadelerini doğru
kullanarak. Bir sözce anlamlı ise, onu kelimelerinin gerektirdiği
şekilde kullanmalıyız.
Anlam Öğrenilir
Cümlelerin anlamını kelimeleri kullanarak öğreniriz. Anlamlı
cümleyi öğrenmek adları doğru kullanmayı öğrenmektir; anlamlı cümleleri
kullanmak da adlara ilişkin cümleyle ne kast edildiği anlamak ve buna uygun
eylemde bulunmaktır. ” Anlamı öğrenme
tıpkı dili öğrenme gibidir. Dil, doğal sosyal ortamda öğrenilir. Anlam da
toplum ortamında öğrenilir. Anlamı öğrenen kişi, her zaman içinde yaşadığı
toplumun realitesine uygun davranır, doğal verileri temel alır.
Anlam, kullanımından önce değildir. Kullanım sırasında ortaya çıkar. Örneğin
“Aklına gelmemek” ifadesi kullanımdan önce bir anlam taşımaz. Oysa “Bunun
yüzünü tanıyorum; ama adı aklıma gelmedi”. cümlesinde bir anlam kazanır.
Anlamlı bir cümle bildirim cümlesi ise bizde bir imge uyandırır; “Burada
her zamanki gibi yine trafik tıkandı.” bildirimi bizi belli bir olguyu
düşünmeye yöneltir. Biz hangi duruma trafik tıkanması demeyi daha önce
öğrendiğimizden bu ifadeyi duyduğumuzda o dururumu imgeleriz.
Anlam, gündelik dilde kelimelerin kullanımları sırasında
öğrenilir. Anlamın öğrenilmesi, anlama ve eylem fenomenlerinin doğrudan nedenidir.
Anlamı öğrenme tıpkı dili öğrenme gibidir. Dil, doğal sosyal ortamda öğrenilir.
Anlam da toplum ortamında öğrenilir. Anlamı öğrenen kişi, her zaman içinde
yaşadığı toplumun realitesine uygun davranır, doğal verileri temel alır.
Wittgenstein’a göre anlamın temel birimi göstergedir. Göstergenin
anlamı nedir? Bunu bilmek önemsizdir. Önemli olan, göstergenin anlamını
açıklamadır. Bu anlamı açıklama, sadece basit bir açıklama değildir. Bir
göstergenin anlamını açıkladığımızda, tanımlara ilişkin diğer kuralları da
çıkarırız.
Anlamlı bir cümlenin doğruluk koşulları bulunmalıdır. Doğruluk koşulları
yoksa cümle anlamsızdır. Eğer trafik gerçekten tıkanmışsa cümle doğruluk
koşullarına sahiptir ve bu nedenle de anlamlıdır. Tıkanmamışsa doğruluk
koşulları olmadığından sözce anlamsızdır. Doğruluk koşulları olmamak bakımından
fiktif sözcelerde de anlamsız sözceler gibidir; doğruluk
koşulları yoktur; örneğin Alaaddin’in lambasından cinin çıkması bir olgu
değildir; doğru veya yanlış olamaz.
Anlamlı olmak ile anlamlı
görünmek aynı şey değildir. Bazı
sözceler anlamı göründükleri halde anlamlı değildir. “Çocuk meşin topun
peşinden koşuyor”; anlamlıdır; ancak “Ahmet hakikatin peşinden koşuyor.”
anlamsızdır. Bu sonuncu cümle anlamlı
görünse de gerçekte anlamsızdır. Çünkü “hakikat” kelimesinin yer aldığı
cümlenin anlattığı olguyu imgeleyemem. Sonuçta onun doğru veya yanlış olduğunu
söyleyemem.
Anlamın Objektifliği
Anlam
gerçekte objektiftir; kişiden kişiye değişmez; kişi tarafından belirlenemez
Anlamın objektifliğini sağlayan şey, referanstır; sözünü ettiği şeyin açık ve
belirli olmasıdır. “Çığ altında kalan iki kişi öldü.” bildiriminin ve “Köprüyü
trafiğe açıyorum.” sözcesinin referansı yani neden söz ettiği bellidir. O
nedenle bu sözceleri herkes aynı şekilde anlar.
Anlam
tasavvurdan kesinlikle ayrıdır. Tasavvur, zihinde uyanan bir entitedir; sübjektiftir
ve bireyden bireye değişir. Her insan bir ve aynı ifadeye farklı bir tasavvur
ekler; çünkü tasavvur deneyime bağlıdır ve her insanın deneyimi farklıdır. Eğer
“at” kelimesiyle farklı kişilerde uyanan tasavvurları bir ekrana
yansıtabilseydik, birbirinden çok farklı imajları görürdük Oysa anlam, objektif ve değişmezdir,
uylaşımsaldır; konuşanlar topluluğu tarafından paylaşılır. Anlam zihinsel yani
psikolojik bir olay değildir; her psikolojik dayanaktan kurtulmuştur,
yorumcunun zihinsel özelliklerine dayanmaz. Anlam objektif olduğundan, pek çok
kişi tarafından kavranabilir. Ancak anlamın objektifliği iletişimin
objektifliğini sağlamaya yetmez; çünkü iletişimin objektifliği bir ek koşulu
gerektirir.
Anlam
“aklımıza gelen şeyler” değildir; bir yan anlam olamaz, özgür ve sübjektif
fikirler topluluğu gibi de görülemez. Anlam dünyanın bir parçası değildir;
dünyayı anlatan; iletişimi ve etkileşimi sağlayan dilin kullanılma amacıdır.
Anlam keşfedilecek bir şey, anlama da keşfin gerçekleştirilmesi gibidir.
Anlamadan bağımsız yani keşfedilmeden önce anlam yoktur. Keşfedilmemiş yani anlaşılmamış söz
söylenmemiş sözden farksızdır. Dinleyen bir cümleyi anladığında sanki bir şey
keşfetmiş gibidir. Örneğin dinleyen
sözün, bir bildirim bir şaka, bir rica ya da tehdit, olduğunu keşfeder gibi anlar. “Buraya bir daha gelme!” sözünün bir teşvik
değil de uyarı olduğunu anladığında sanki anlamı keşfetmiş gibidir.
Buradan hareketle diyebiliriz ki, dinleyen sözü anlamamışsa, anlam
yoktur. Fakat bu durumda dinleyen “ne
demek istiyorsun?” diye bir soru yöneltebilir. Konuşanın soruyu cevaplaması bir
yorum değil; açıklamadır. Örneğin “Olumlu gelişmeler nedeniyle artık bazı
tedbirler kaldırıldı.” İfadesinde anlam tam ortaya çıkmamıştır; çünkü cümlenin
referansı açık değildir. Bu nedenle anlamın anlaşılması kaldırılan tedbirlerin
belirtilmesine yani anlamın açıklanmasına bağlıdır. Bir cümlenin anlamı,
anlamının açıklanmasıdır. Bir cümlenin anlamını açıklamak için, sadece cümlenin
anlamını üretmem yeterlidir. Dilimin ve ifadelerin grameri, anlamı açıklamak
için birtakım imkânlar verir ve ben de onları kullanırım.
Ancak iletişimde anlamın açıklanması arızi durumlarda olur; her zaman
açıklama gerekli değildir.
Ancak anlamı açıklarken iki şeyi şeye dikkat etmelidir:
1. Açıklama yorum olmamalıdır; dilin kullanımının sınırları
içinde verilen bir imkan ya da olasılık olmalıdır.
2. Dayanacağımız ikinci açıklama, yanlış anlamadan kaçınmak
için, bir başka açıklamaya, üçüncü bir açıklamaya ihtiyaç duymamalıdır. [1]
Ek açıklamalar, düşünebildiğim tüm yanlış anlamaları değil;
sadece bir yanlış anlamayı önleyebilir.
Bir ifadenin anlamını anladığımızda söyleyen bir beklentiye
girer. Bu beklenti dil aracılığıyla gerçekleşir ve uylaşımsaldır. “Bu ürün
organik midir?” sorusunu anladığımızda soran “evet” veya “hayır.” şeklinde bir
beklenti içinde olur.
Anlamı belirsizleştiren faktörler
Anlam kelimesinin genellikle problematik olmayan normal bir
kullanımı vardır. Anlam, grameri belirlemez; onun tarafından oluşturulur. Ancak
bazı faktörler anlamı problemli hale getirir. Bunlar:
1. Yüklem
olmayan kelimeyi yüklem diye kullanmak: Bunun en bilinen örneği
“Düşünüyorum, o halde varım” sözcesidir. Buradaki hata, yüklem anlamı taşımayan
bir göstergeyi (varlığı) bir yüklem gibi kullanmaktan ibarettir.
2. Bir
yüklemi ilgili olmadığı bir alanda kullanmak. Bu durum kavramların
kullanım alanlarını karıştırmaya yol açar. Alanları karıştırma hatası, “tipler”
denen teorinin kurallarını çiğnemektir. Bunun en iyi örneği, “Caesar (Sezar),
bir ilk sayıdır.” sözcesidir. Kişi adları ve sayı adları, farklı mantıksal
alanlara aittir; kişilere ilişkin yüklemler (örneğin “general”) ve sayılara
ilişkin yüklemler (örneğin “ilk sayı”) buna örnektir.
Sayın hocam Aziz Yardımlı'nın aşağıdaki yazısında Anlam'a dair söyledikleri hakkında yorum yapma lütfunda bulunur musunuz? Saygılarımla...
YanıtlaSilhttp://www.dusunuyorumdergisi.com/ari-dil-ve-ari-olmayan-dil/