4 Haziran 2021 Cuma

YENİ KİTAP ÖRNEĞİ

 

gösterge

 

 Açıkladığımız nedenlerden dolayı biz anlamı anlamak için önce göstergelerle ilgili açıklamalar gerekir. O nedenle dil felsefesinde göstergeye kısaca değinelim.

Göstergeler, dilin kelimeleri, jestler, mimikler, semboller, emojiler, ses tonu, doğal ya da yapay nesneler örneğin kalp veya ucu yanmış mektup, bilerek düşürülen mendil kapının dışına bırakılan bir çift ayakkabı vs. gibi sınırlanamayacak sayıdadır.  Göstergelerin pek çoğu kültürel hatta yereldir; örneğin ülkemizde bazı yörelerde okumak veya oku vermek düğüne davet etmek; oku düğüne çağrı;  okucu da düğüne çağrılan demektir. Kimileri kültürler üstüdür. Örneğin uluslararası kuruluşların adları böyledir.   

Bir dil toplumunda göstergeler yani kelimeler uylaşımsaldır; onları kullananlar ne anlama geldiklerini bilirler uylaşımsal olarak kullanırlar. Bir göstergenin kullanımı yoksa, anlamı da yoktur.

Gündelik hayatta göstergeler pek çok ise de dil felsefesi onların hepsiyle değil daha çok lengüistik göstergelerin yan,  anlamıyla ilgilenir. Lengüistik göstergeler kelimelerdir. Kelimeler anlamın göründüğü temel birlikleridir. Kelimeler yukarıda söylediğimiz gibi bağlamı belirli bir cümlede diğer kelimelerle cümle oluşturmaya yarar. Dil felsefesinde iki tür gösterge vardır: Adlar ve fiiller. Eylemlere uygulanan göstergelere fiil; kendilerini taşıyan nesnelere uygun gösterge de ad denir. Fiilsiz kullanılan ad ve adsız kullanılan fiiller asla bir söylem oluşturmaz.

Gösterge anlamın objektifliğinin kaynağıdır. Objektif anlam göstergeler üzerinde uylaşımla sağlanır.

Nasıl kanıtta kanıttan fazla bir şey yoksa,  şeye göndermezse, göstergeler de anlamlarının dışında  veya ötesinde bir şeyi ifade edemezler. Otomobil bir araçtır ve bilinen anlamın dışında örneğin hızlı gitme anlamına gelemez. Kısaca kelimeyi dilde hangi anlamda kullanıyorsak, anlamı odur.  Anlamadığımız bir şey, önerme değildir.

Kelimelerin kullanımı gramere göre olur; ancak gramer kelimelerin anlamını açıklamaz; sadece nasıl kullanılacağını belirler. Örneğin “Yeşil” eylem midir? nitelik midir? Bununa ilişkin bir gramer yoktur. Gramer “yeşil”in sadece onun nasıl kullanılacağını söyler. Gramer tek başına göstergeleri değil göstergeler kombinezonunun da kullanımını yönetir. Örneğin kapı, yeşil, kol ve metal kelimelerinin nasıl bir kombinezonu olacağını bize söyleyen gramerdir. Bu kombinezon da “Yeşil kapının metal kolu” şeklindedir. 

Dil felsefesinin amacı dilimizdeki hastalıkları tedavi etmektir. Filozof bunu yapabilmek için önce ortak dilin kelimelerinin doğru kullanımlarını iyi bilmelidir.

Kelimenin neye referansta bulunduğunu yorumla değil; kelimenin doğru kullanımıyla biliriz. Kelimeyi doğru kullanmak da tıpkı bir etiketi bir nesneye yapıştırmak gibidir. Hangi nesne ya da durum için hangi kelimeyi kullanacağımızı öğreniriz ve bunu uygulayarak öğrendiğimizi gösteririz.

 Kısmen ya da tamamen kapalı bir gösterge olamaz. Bir kelime göstergeyse kapalı; kapalıysa gösterge değildir. Ancak doğru öğrenilmemiş ya da doğru kulla­nılmamış gösterge vardır. Göstergenin özü açık olmaktır. Göstergenin rolü betime ve mesajın iletilmesine katkıda bulunmaktır. Gösterge bunlara katkıda bulunmuyorsa doğru seçilmemiştir. Örneğin “Bahçenin köşesinde büyük bir kulamba vardı.” Cümlesinde “kulamba” gösterge değildir. Çünkü zihnimizde hiçbir imge oluşturmaz. Bunun yerine “erik ağacı” yazdığımızı düşünelim. Bu yazma bir yorumdur; bu cümle” kulamba” yerine  “erik ağacı” yazmakla bir betim cümlesi statüsüne kavuşmaz. Yorumladığımız bu cümleyle iletişimde bulunamayız.

Ancak açık göstergelerde bir göstergenin yerine başkasını yazabiliriz. Örneğin Herakleitos’un yazdığı son kitap Yasalar’dı.”  cümlesini alalım. Bu cümlede açık bir gösterge Herakleitos kelimesi vardır; ancak yine de bu cümle  bir betim değildir; çünkü Yasalar’ı yazan filozof Herakleitos değil; Platondur. Bu cümlede Herakleitos yerine uygun olan bir başka göstergeyi Platon’u yazmalıyız. Görüleceği gibi bu da yorum değildir ve kullanım hatasının giderilmesidir.

Uygun ya da uygunlaştırılmış göstergelerden oluşan sözceler ise, belirlenen amacı gerçekleştirir yani betim yapar, mesajı iletir ya da imgelemeyi sağlar. Bu nedenle yorumlanmaları gerekmez.

 

Bir gösterge yorumlanmalıdır.” diye bir ilke kabul edersek, o zaman göstergenin yorumu olan yorumu da yorumlamamız gerekir ve bu sonsuzca ileri gider. Nihai bir anlam olacak nihai bir yorum da yorum da yoktur.

 

Her izole gösterge ölü gibidir. Ona hayat veren de zihinsel süreçler değildir; fakat kullanımdır. Örneğin “limon ağacı” göstergesinin tek başına anlamı yoktur. Onu “Bu limon ağacı” çiçek açtı.” Sözcesinde kullanırsak anlamı olur. Bu kullanımın doğruluk ve kullanım koşulları vardır. Bu cümleyi aralık ayında kurarsak doğruluk koşulları ve “Vazodaki limon ağacı çiçek açtı.” dersek kullanım kuralları yoktur. Kullanım kurallarını belirleyen, toplumdur.  Kısaca söylersek gösterge cümle dışında ölüdür, cümlede canlıdır.

Göstergeler sınırsız olduğu gibi sürekli değişir. Bazı göstergeler gösterge olmaktan çıkar yeni göstergeler kabul edilir. Dildeki, kültürdeki bilimdeki vs. çeşitli değişiklikler anlamlı göstergelerin sayısını değiştirir.  Göstergeler gelişi güzel her durumda ve rastgele değil; belli bağlamlarda kullanılır. Bir duyguyu bir düşünceyi, bir emri, bir yasağı, bir isteği sadece öğrenilmiş bağlamlarda ifade eder. Onların bağlam dışında kullanımlarının bir anlamı yoktur. Örneğin bir anatomi kitabındaki kalp resmi gösterge değildir. Emojiler listesindeki bir emoji bir elektronik mesaja eklenip gönderilmediğinde gösterge sayılamaz. Kısaca söylersek göstergeler gönderen ve muhatap arasında bir ilişki kurulduğunda anlam taşır.

Düşünme göstergelerle mümkündür. Rüzgârın tersine giden yelkenlinin denizde ilerleyebilmesi için rüzgâr ne kadar önemliyse, düşünce için gösterge öyle önemlidir. Göstergeler olan kelimeleri değersiz sayamayız; onların akla uygun seçimini yapabiliriz. Örneğin bir hitap cümlesine başlarken, “Sayın”, “saygıdeğer”, “değerli” kelimelerinde birini seçebiliriz. Ancak seçtiğimiz kelimelerin dışında seçmediğimiz kelimelerin değerinde bir azalma olmaz. “Sayın”ı seçmişsek “Saygıdeğer” veya “değerli” kelimeleri seçilme imkanını yitirmiş değillerdir.

Gösterge söylediğimiz gibi bizde imge uyandırır. Onun uyandırdığı  son ve kesindir. “Elinde çantası olan adam.”  Göstergesini düşünelim. Bu gösterge “Elinde çantası olan adam hızla yürüyordu.” Cümlesinde kullanılsın. Bu cümlenin empoze ettiği imge artık son ve kesindir. Çantayla oynayan, çantayı karıştıran vs. imgelerini dışta bırakır.

Göstergeler sayesinde tasavvur artık, birbiri ardına akıp gitmez; fakat karşılaştırılabilirler, çünkü durağan hale gelmiş bütünler oluştururlar. Duyulur görünüşüyle gösterge, duyulurların sınırından kurtulmamıza izin verir. Gösterge olmadan düşünemeyiz.

 

Dil bir göstergeler bütünüdür.  Göstergeler sadece iletişim dilinde değil mantıkta da vardır. Mantıklı düşünmede göstergeler sonuca ulaşırken kullandığımız “şu” (değil), “ya da”, “...ise”, “o halde...” gibi ifadelerdir.

Göstergelere ilişkin bu açıklamaların anlama dair açıklamalara           bir giriş için yeterli olduğunu düşünüyoruz. Şimdi anlam problemini ele alalım.

 

Anlam

Anlam konusunda üç temel yanlış vardır:

la ilgili temel hatalardan biri anlamın özcü bir açıklamasını

1 Tanımcılık:  Tanımcılık anlam sorununu “Anlam nedir?” sorusunun cevabını bir tanımdan hareketle ele alır. Oysa  dil dahil insani olguları tanımlamak  formüle edilemezi formüle etmeye çalışmaktır “Anlam nedir?” anlamsızdır; anlamlı göstergelerden ayrı, kendi başına bilinebilecek bir anlam yoktur. “Anlam nedir?” sorusu “Uzunluk nedir?”, “Bir sayı nedir?” gibi so­rulara benzer ve zihni kramplara sürükler. Bütün tanımlar gibi anlam tanımı da bize anlamın zenginliğini çeşitliliği veremez; anlamlı saydığımız bütün göstergelerdeki çeşitliliği içeren bir tanım olamaz. Anlam nedir? sorusu sahte bir anlamın bir özünü aramadır; hiçbir insani olguda olduğu gibi anlamda da bir öz yoktur.

2 Teorileştirme: Bu metafizik bir tutumdur; “açıklamak, kavramsal bir çerçeveye yerleştirmektir.” İlkesinden hareket eder ; anlamı teorik anlam kavramının bir parçası gibi ele alır. Oysa

önerme, dil, kelime konusunda olduğu gibi anlama ilişkin de hiçbir teori yoktur ve hiçbir teori bunları açıklayamaz.

       3 İndirgemecilik: Bu da pek çok amaçlarla söylenen ifadelerin son derece zengin çeşitliliğini göz ardı eder;  sadece betimsel ifadeleri anlamlı sözcelerin prototipi yapar. Oysa sözcelerin pek çok biçimi vardır; onları olgusal ve betimsel önermelere indirgemek basitleştirmektir

Dil filozofları anlam konusunda farkında olmadan Platoncu bir tavır takınırlar; anlamı anlamlı cümlelerden ayrı kendi başına incelenecek bir nesne gibi düşünürler.

Anlam, sözcelerden yani anlamlı ifadelerden ayrı kendi başına var olan, zihnimizde tasavvur edebileceğimiz bir şey değildir. Bu nedenle biz anlamdan, anlamlı ifadelerin özelliği olarak söz edeceğiz.

Onu ancak sözcelerde bir güç olarak, bildirme ve yaptırma gücü olarak biliriz.  Anlamlı bir sözce dış dünyada olup biten bir olguyu veya  nesnelerdeki niteliği bildiren; muhatabı bir şey yapmaya yönelten  niteliği dile getirir.

Örneğin

1 “Fırtına yüzünden ağaçlar devrildi.”,

2“Vazodaki çiçek pembedir.”;

3 “Üç gün sonra kontrole gelmelisiniz.”

Bu sözcelerden (1) bildirim gücüne, (2) betim gücüne (3) yaptırım gücüne sahiptir.

Açıklamalarımızı anlam konusundaki bazı yanlışlara işaret ederek sürdürelim:

A. Düşünülen; ama dile getirilmeyen bir cümlenin anlamı olamaz. Dil, ancak bir muhatap olduğunda vardır. Sözce de ancak muhataba söylediğinde cümledir. Kişinin düşündüğü, ama muhataba söylemediği cümleler, anlamlı ya da anlamsız değildir. Söylenmemiş hükmündedir. Sözcenin anlamlı ya da anlamsız olduğunun bilinmesi için muhataba söylenmesi  gerektirir. Anlam söylenmeden önce değildir.

2. Anlam kast etme değildir: Dilin uylaşımsal kelimelerini kullanıp bunlardan anlaşılması gerekenden başka bir anlamı kast emek mümkün değildir.

 

Anlamlı cümle, ölü göstergelere hayat vererek yaşayan önermeler oluşturur. Örneğin “Milli Eğitim Bakanlığı” Eylül, 13,  Eğitim, Karar kelimeleri tek başlarına bir şey ifade etmez. Bunlar  “Milli Eğitim Bakanlığı okulların 13 Eylülde açılmasına karar verdi” cümlesinde bir önerme oluşturur. Cümle anlamı göstergeler sisteminin ait olduğu dilden alır.

Anlam açıklanır; ama yorumlanamaz. Anlama ve yorumlamak karşıttır. Eğer bir kelimenin yorumunu doğru bir yöntem kabul edersek o zaman o zaman kelimenin yorumu olan yorumu da yorumlamamız gerekir ve bu sonsuzca ileri gider.  Örneğin “Tanrı öldü.” sözünü alalım.  “Tanrı’nın ölmesi, çağdaş dünyada insan özgürlüğünü kısıtlayacak bir şey yoktur.” şeklinden bir yorum yapılsın. Bu yorumda “insan özgürlüğünün kısıtlanması”nı  da yorumlamayı gerektirir. Her yorum yorumu gerektirir. Sonuçta yorum sonsuzca geri gider.

 

Önermenin anlamı var mıdır? Yok mudur? Bunu belirleme, bir şeyin uzunluğunu ölçüm aracıyla belirlemeye benzer. Bir emir, hangi durumla ilgili olursa olsun, sadece bir anlamı varsa tamamlanmıştır. Aynı şekilde şunu da diyebiliriz: Emir o zaman tümüyle analiz edilmiştir.

Şöyle anlamlı bir sözce olsun: “Akılsız başın cezasını ayak çeker.” Burada şöyle sorabiliriz: Bir kişi bize bu ifadeyi anlayıp anlamadığımızı sorsa, anladığımızı  nasıl gösterebiliriz? “Akılsız baş” “ayağın ceza çekmesi” ifadelerini doğru kullanarak.  Bir sözce  anlamlı ise, onu kelimelerinin gerektirdiği şekilde kullanmalıyız.

 

 

Anlam Öğrenilir

 

Cümlelerin anlamını kelimeleri kullanarak öğreniriz. Anlamlı cümleyi öğrenmek adları doğru kullanmayı öğrenmektir; anlamlı cümleleri kullanmak da adlara ilişkin cümleyle ne kast edildiği anlamak ve buna uygun eylemde  bulunmaktır. ” Anlamı öğrenme tıpkı dili öğrenme gibidir. Dil, doğal sosyal ortamda öğrenilir. Anlam da toplum ortamında öğrenilir. Anlamı öğrenen kişi, her zaman içinde yaşadığı toplumun realitesine uygun davranır, doğal verileri temel alır.

Anlam, kullanımından önce de­ğildir. Kullanım sırasında ortaya çıkar. Örneğin “Aklına gelmemek” ifadesi kullanımdan önce bir anlam taşımaz. Oysa “Bunun yüzünü tanıyorum; ama adı aklıma gelmedi”. cümlesinde  bir anlam kazanır.

Anlamlı bir cümle bildirim cümlesi ise bizde bir imge uyandırır; “Burada her zamanki gibi yine trafik tıkandı.” bildirimi bizi belli bir olguyu düşünmeye yöneltir. Biz hangi duruma trafik tıkanması demeyi daha önce öğrendiğimizden bu ifadeyi duyduğumuzda o dururumu imgeleriz.

Anlam, gündelik dilde kelimelerin kullanımları sırasında öğrenilir. Anlamın öğrenilmesi, anlama ve eylem fenomenlerinin doğrudan nedenidir. Anlamı öğrenme tıpkı dili öğrenme gibidir. Dil, doğal sosyal ortamda öğrenilir. Anlam da toplum ortamında öğrenilir. Anlamı öğrenen kişi, her zaman içinde yaşadığı toplumun realitesine uygun davranır, doğal verileri temel alır.

Wittgenstein’a göre anlamın temel birimi göstergedir. Göstergenin anlamı nedir? Bunu bilmek önemsizdir. Önemli olan, göstergenin anlamını açıklamadır. Bu anlamı açıklama, sadece basit bir açıklama değildir. Bir göstergenin anlamını açıkladığımızda, tanımlara ilişkin diğer kuralları da çıkarırız.

 

 

Anlamlı bir cümlenin doğruluk koşulları bulunmalıdır. Doğruluk koşulları yoksa cümle anlamsızdır. Eğer trafik gerçekten tıkanmışsa cümle doğruluk koşullarına sahiptir ve bu nedenle de anlamlıdır. Tıkanmamışsa doğruluk koşulları olmadığından sözce anlamsızdır. Doğruluk koşulları olmamak bakımından  fiktif sözcelerde  de anlamsız sözceler gibidir; doğruluk koşulları yoktur; örneğin Alaaddin’in lambasından cinin çıkması bir olgu değildir; doğru veya yanlış olamaz.

Anlamlı olmak ile  anlamlı görünmek aynı şey değildir.  Bazı sözceler anlamı göründükleri halde anlamlı değildir. “Çocuk meşin topun peşinden koşuyor”; anlamlıdır; ancak “Ahmet hakikatin peşinden koşuyor.” anlamsızdır.  Bu sonuncu cümle anlamlı görünse de gerçekte anlamsızdır. Çünkü “hakikat” kelimesinin yer aldığı cümlenin anlattığı olguyu imgeleyemem. Sonuçta onun doğru veya yanlış olduğunu söyleyemem.

Anlamın Objektifliği

Anlam gerçekte objektiftir; kişiden kişiye değişmez; kişi tarafından belirlenemez Anlamın objektifliğini sağlayan şey, referanstır; sözünü ettiği şeyin açık   ve belirli olmasıdır. “Çığ altında kalan iki kişi öldü.” bildiriminin ve “Köprüyü trafiğe açıyorum.” sözcesinin referansı yani neden söz ettiği bellidir. O nedenle bu sözceleri herkes aynı şekilde anlar. 

Anlam tasavvurdan kesinlikle ayrıdır. Tasavvur, zihinde uyanan bir entitedir; sübjektiftir ve bireyden bireye değişir. Her insan bir ve aynı ifadeye farklı bir tasavvur ekler; çünkü tasavvur deneyime bağlıdır ve her insanın deneyimi farklıdır. Eğer “at” kelimesiyle farklı kişilerde uyanan tasavvurları bir ekrana yansıtabilseydik, birbirinden çok farklı imajları görürdük  Oysa anlam, objektif ve değişmezdir, uylaşımsaldır; konuşanlar topluluğu tarafından paylaşılır. Anlam zihinsel yani psikolojik bir olay değildir; her psikolojik dayanaktan kurtulmuştur, yorumcunun zihinsel özelliklerine dayanmaz. Anlam objektif olduğundan, pek çok kişi tarafından kavranabilir. Ancak anlamın objektifliği iletişimin objektifliğini sağlamaya yetmez; çünkü iletişimin objektifliği bir ek koşulu gerektirir.

Anlam “aklımıza gelen şeyler” değildir; bir yan anlam olamaz, özgür ve sübjektif fikirler topluluğu gibi de görülemez. Anlam dünyanın bir parçası değildir; dünyayı anlatan; iletişimi ve etkileşimi sağlayan dilin kullanılma amacıdır.

Anlam keşfedilecek bir şey, anlama da keşfin gerçekleştirilmesi gibidir. Anlamadan bağımsız yani keşfedilmeden önce anlam yoktur.  Keşfedilmemiş yani anlaşılmamış söz söylenmemiş sözden farksızdır. Dinleyen bir cümleyi anladığında sanki bir şey keşfetmiş gibidir. Örneğin  dinleyen sözün, bir bildirim bir şaka, bir rica ya da tehdit,  olduğunu keşfeder gibi anlar.  “Buraya bir daha gelme!” sözünün bir teşvik değil de uyarı olduğunu anladığında sanki anlamı keşfetmiş gibidir.

Buradan hareketle diyebiliriz ki, dinleyen sözü anlamamışsa, anlam yoktur. Fakat  bu durumda dinleyen “ne demek istiyorsun?” diye bir soru yöneltebilir. Konuşanın soruyu cevaplaması bir yorum değil; açıklamadır. Örneğin “Olumlu gelişmeler nedeniyle artık bazı tedbirler kaldırıldı.” İfadesinde anlam tam ortaya çıkmamıştır; çünkü cümlenin referansı açık değildir. Bu nedenle anlamın anlaşılması kaldırılan tedbirlerin belirtilmesine yani anlamın açıklanmasına bağlıdır. Bir cümlenin anlamı, anlamının açıklanmasıdır. Bir cümlenin anlamını açıklamak için, sadece cümlenin anlamını üretmem yeterlidir. Dilimin ve ifadelerin grameri, anlamı açıklamak için birtakım imkânlar verir ve ben de onları kullanırım.

 

Ancak iletişimde anlamın açıklanması arızi durumlarda olur; her zaman açıklama gerekli değildir.

Ancak anlamı açıklarken iki şeyi şeye dikkat etmelidir:

1. Açıklama yorum olmamalıdır; dilin kullanımının sınırları içinde verilen bir imkan ya da olasılık olmalıdır.

2. Dayanacağımız ikinci açıklama, yanlış anlamadan kaçınmak için, bir başka açıklamaya, üçüncü bir açıklamaya ihtiyaç duymamalıdır. [1]

Ek açıklamalar, düşünebildiğim tüm yanlış anlamaları değil; sadece bir yanlış anlamayı önleyebilir.

Bir ifadenin anlamını anladığımızda söyleyen bir beklentiye girer. Bu beklenti dil aracılığıyla gerçekleşir ve uylaşımsaldır. “Bu ürün organik midir?” sorusunu anladığımızda soran “evet” veya “hayır.” şeklinde bir beklenti içinde olur.  

 

Anlamı belirsizleştiren faktörler

Anlam kelimesinin genellikle problematik olmayan normal bir kullanımı vardır. Anlam, grameri belirlemez; onun tarafından oluşturulur. Ancak bazı faktörler anlamı problemli hale getirir. Bunlar:

 

1. Yüklem olmayan kelimeyi yüklem diye kullanmak: Bunun en bilinen örneği “Düşünüyorum, o halde varım” sözcesidir. Buradaki hata, yüklem anlamı taşımayan bir göstergeyi (varlığı) bir yüklem gibi kullanmaktan ibarettir.

2. Bir yüklemi ilgili olmadığı bir alanda kullanmak. Bu durum kavramların kullanım alanlarını karıştırmaya yol açar. Alanları karıştırma hatası, “tipler” denen teorinin kurallarını çiğnemektir. Bunun en iyi örneği, “Caesar (Sezar), bir ilk sayıdır.” sözcesidir. Kişi adları ve sayı adları, farklı mantıksal alanlara aittir; kişilere ilişkin yüklemler (örneğin “general”) ve sayılara ilişkin yüklemler (örneğin “ilk sayı”) buna örnektir.

 



[1]           Wittgenstein, Recherches philosophiques § 198.

1 yorum:

  1. Sayın hocam Aziz Yardımlı'nın aşağıdaki yazısında Anlam'a dair söyledikleri hakkında yorum yapma lütfunda bulunur musunuz? Saygılarımla...

    http://www.dusunuyorumdergisi.com/ari-dil-ve-ari-olmayan-dil/

    YanıtlaSil