25 Ocak 2022 Salı

RASYONALİTEYE RASYONEL BİR BAKIŞ

 

                                RASYONALİTEYE RASYONEL BİR BAKIŞ

Filozofların kullandıkları şekliyle rasyonalite tanımı, hiç de açık değildir. Rasyonalitenin evrensel uygulaması diyebileceğimiz bir prosedür yoktur. Bu terim, filozoflar tarafından hep yeniden tanımlanmıştır ve belirlenmiştir; çünkü, insanın dünyaya ve tabiata bakışı sürekli değişmekte ya da gelişmektedir. Bu değişiklikler veya gelişmeler yeniden tanımlamayı gerekli kılmıştır. Sonuç olarak şu ya da bu şeyin rasyonel olduğunda uzlaşamayız. Rasyonalite kelimesindeki belirsizlik, filozofların farklı spekülasyonlarına uygun olabilir; ancak bilimsel olmak isteyen bir disiplin tarafından yeniden ele alındığında ciddî problemler çıkarır. Bilimsel bir terim iyi tanımlanmalıdır ve onun kesin kaplamı olmalıdır. Tanımı sağlam ve kaplamı belirli terim sayesinde bilim adamları topluluğu, şu ya da bu objeyi aynı şekilde kabul ederler. Bütün kimyacılar potasyumu aynı şekilde anlarlar. İnsan ve toplum bilimcileri de şu eylemin ya da bu inancın aklî olduğunda uzlaşılmasını isterler.

Bize öyle geliyor ki, rasyonalite kavramındaki belirsizlikte onun çok anlamlı oluşunun etkisi vardır. Wittgenstein bu çok anlamlığa işaret eder ve şöyle der: Rasyonalite kelimesi çok anlamlıdır. Bu anlamlar, ikişer ikişer ortak özelliğe sahiptirler. Örneğin A, B’ye yakın bir anlama sahipse ve B’nin, C’ye yakın bir anlamı varsa, bundan A’nın C’ye yakın bir anlamı olduğu sonucunu çıkaramayız; çünkü A’nın ve C’nin artık ortak hiçbir ögeleri yoktur. Rasyonalite kelimesinin her anlamına uygun düşen bir realite vardır. Bundan dolayı rasyonalite kavramının herkes tarafından kabul edilebilir bir tanımını bulmak imkanı ortadan kalkar.[1]

Bu konuda, Needham’ın inanç teriminin çok anlamlılığına ilişkin analizinden yararlanmak daha doğrudur. Needham, inanç kavramını analiz ederek inançların farklılaşmalarına neden olan ögeleri ortadan kaldırır ve bu kavramın anlamını sadece “inanmak” fiilinden hareketle ortaya koyar. Needham bir ölçü belirlemez. O, sadece inanmak fiilini analiz eder ve sonunda şu karara varır: Bir inancın kanıtlanması yalnız bu inancın kabul edilmesinden ibarettir; (inanıyorum ki, ...) bu kanıtın biçimidir. Rasyonellik kavramını anlamak için bu yöntemi uygulayabiliriz. Buna göre rasyonaliteyi tanımlardan değil de, dilimizdeki kullanımdan hareketle anlamak daha doğru bir tutumdur. Çünkü dilimize güvenmeliyiz; insan ve toplum bilimlerindeki rasyonaliteyi kelimenin sosyal kullanımına bakarak kavramalıyız.

 

 

2. Bilimsel İlke Olarak Rasyonalite

 

Bilindiği gündelik dilde rasyonalite, mantıksal olan şeyin niteliğidir; akla bağlı ve akla ait şeyin özelliğidir. Rasyonalite örtük biçimde şunu ifade eder: Her tecrübe, bilimsel prosedürlere göre düzenlenmelidir. Bu şekilde düzenlenmeyen tecrübelere gerçeklik gözüyle bakılamaz. Epistemolojinin son amacı, realitenin üstünlüğünü vurgulamaktır ya da rasyonel bilginin anlamını ve kapsamını belirginleştirmektir. Şunu kabul etmek zorundayız ki, insan ve toplum bilimlerinde rasyonalite, epistemolojik rasyonalite ışığında ele alınmalıdır. Bu nedenle önce epistemolojik rasyonalite hakkında kısa açıklamalar yapalım.

Epistemoloji, gücünü bilim tarihiyle kurduğu, sabit ve yakın bir ilişkiden alır. O, rasyonel düşüncenin tek parçalı olduğunu kolayca savunamaz. Birtakım felsefeler şunu iddia ederler: İnsanların farklı arzularından ve bu arzulara eşlik eden fantazmalardan saçma şeyler doğar. Bu iddiaya göre rasyonalite söz konusu saçma şeylerden pek de farklı değildir. Epistemolojiden, saçma şeylere benzeyen rasyonalite’yi kabul etmesi beklenemez. Epistemolojik açıdan rasyonalite kavramı, en somut ifadesini bilimde bulur. Rasyonalitenin sınırları kesin olarak çizilmemiştir. Bu sınırlar geçicidir. Ancak her geçen gün sınırların daha netleştiğini görmekteyiz. Her ne olursa olsun, bu sınırları çizmek epistemologların işidir.

Rasyonalite konusundaki tartışmalarda hareket noktası olan iki temel düşünce vardır. Bunlar:

1. Bilimsel rasyonalite, soyut şemalar önerir. Bu şemalara modeller denir ve onlar fenomenleri temsil edebilirler. Şemalaştırma çabası, mitolojik açıklamalardan ve sanatsal yaratımlardan farklıdır. Kuşkusuz rasyonel açıklamanın, mitolojinin ve sanatsal yaratımın ortak metinleri tecrübedir; bu tecrübenin konusu da nesnel fenomenlerdir. Ancak mitoloji ve sanat, bu fenomenleri yaşanan diğer ögeler aracılığıyla başka bir bağlama, metaforik bir bağlama yerleştirir. Çünkü onların amaçları dünyanın bilimsel bir açıklamasını yapmak değildir; fenomenleri, insanları etkilemek amacıyla kullanmaktır. Oysa epistemolog için önemli olan, anlamlı şu iki şeyi yapmaktır:

a) Gerçek bilimsel bilginin, zorunlu olarak Leibnizci anlamda sembolik olduğuna dikkat çekmek.

b) Duyumlama düzenindeki konstrüksiyonların kanıtlayıcı bilgi sayılmalarına engel olmak.

Epistemolog açısından bir model oluşturma ve bir yaşantıyı doğrudan üretme, bilerek karıştırılmaktadır. O, böyle bir karıştırmanın önüne geçmeye çalışır.

Fakat modellerin soyut olmaları, bizi hiç de köklü bir tekbiçimliliğe götürmez. Bilimin farklı alanlarının karşılaştırmalı incelemesi, pek çok modelin olduğunu gösterir. Bilimsel bilginin rasyonelliği, bu çokluğu açıkça kabul etmeyi gerektirir.

2. Soyut modellere göre tanımlanan şematik evrende bilim, mantıksal-matematiksel bağlantıların kurulmasıyla gerçekleşir. Görüldüğü gibi rasyonel şemada, daha doğrusu karikatürde, ılımlı bir rasyonalizme yer yoktur.[2]

Bir rasyonellik sorununun nasıl doğduğunu anlamak için, bu kavramın karmaşıklığına, hatta belirsizliğine dikkat etmek yeterlidir. Sözlüklerin bu kavramı tanımlamalarında belli bir belirsizlik vardır. Rasyonellik akla bağlanmış olan şeydir; oysa rasyonellikle ilişkili olan ratio, doğrulama, saik, ortak duyu, öncüllerden sonuçlara ulaşmamızı sağlayan entelektüel yeti gibi çeşitli anlamlara gelir. Aklî ve akla uygun bazen karıştırılır, bazen de ayrılır.

Bilimsel rasyonalitede mantıksal düşünce ve strateji kesinlikle birbirinden ayrıdır. Şimdi bu konuyu kısaca açıklayalım. Bilimsel rasyonalite, klasik teoriciler tarafından belirlenen kurallara göre düşünmedir. Matematikteki gelişmeler, tümüyle mantıksal düşünceden çıkmasalar da, onu sürdürürler. Bu şekilde takınılan tavırlar, geçmişteki ve şimdiki bilimden ayrılamaz. Yine de bu tutumlar, sanki bilimin yalnız taktiğini temsil ederler. Bilimsel düşüncenin strateji yanına gelince; bu hususta şunları söyleyebiliriz: Stratejide, seçimler ve organizasyonlar gerçekleşir. Seçimler ve organizasyonlar, herhangi bir mantıksal taktiği belirlemede yetersizdirler. Fakat onlar, yine de bilginin bütünüyle ilişkilidirler; birtakım yönelimler ve ilkeler aracılığıyla düzenlenmişlerdir. Bu sonuncular, bilginin egemenliğini ifade ederler. Bilimin rasyonalitesi, bu anlamda iyi tanımlanmış evrensel bir yöntem değildir. Bilimsel keşif yapma davranışının, önceden düzenlenmiş kurallara hiç de itaat etmemesi, bu alanda her şeyin mümkün olduğu ya da her şeyin eşit olduğu anlamına gelmez. Astrologun ve el falcısının denetlenemeyen; daha doğrusu açıkça denetlenemeyen kehanetleri, bireyler veya toplumlar tarafından ilgiyle karşılanabilir. Fakat onlar astronomun ya da fizyolojistin öngörüsüyle hiçbir zaman aynı mahiyette değillerdir. Onları aynı plana yerleştirmek yanlıştır.

Mantıkçılar, bilimsel rasyonalitenin taktik, deyim yerindeyse lokal görünüşünü, mükemmel biçimde tanımlayabilmeyi umabilirler. Stratejik, yani global rasyonaliteye gelince; onun tüm özelliklerini belirlemek tutkusundan vazgeçmelidir. Yine de epistemologun görevi, bu rasyonalitenin çeşitli görünümlerini ve farklı objelere somut uyumlarını mümkün olduğunda ortaya çıkarmaktır. Eğer epistemoloji kelimesini en geniş anlamda tanımlamak gerekirse diyebiliriz ki, o, bilimdeki rasyonalitenin anlamını ve sınırlarını, bugün ve şimdi belirlemek için yapılan her denemenin adıdır.

Raymond Boudon rasyonaliteden şunu anlamaktadır: Belli bir alanı, varolan bilgilerden hareketle tanımaya çalışırken girişilen eylemler arasındaki tutarlılık.

Rasyonalite Fransız sosyolog Morin’e göre hataya ve yanılsamaya karşı en iyi korunma yoludur. O, iki tür rasyonalite kabul eder:

1. Konstrüktif rasyonalite: Bu rasyonalite, teorik organizasyonun mantıksal özelliğini doğrulayarak tutarlı teoriler hazırlar; teoriyi hazırlayan fikirleri uyuşturur; teorinin iddialarıyla, empirik veriler arasındaki uyuşmazlığı giderir. Böyle bir rasyonalite, kendisine itiraz eden şeye açık olmalıdır. Aksi halde bir doktrine dönüşür ve sonunda rasyonelleştirmeden ibaret olur.

2. Eleştirel rasyonalite: Bu, inançlardan, doktrinlerden ve teorilerden doğan hataların ve yanılsamaların giderilmesini sağlar.[3]

Rasyonalite, söylediğimiz gibi, rasyonalizasyon (sübjektif akla uydurma) olduğunda hata ve yanılsama ihtimalini içinde taşır. Rasyonalizasyon kendisinin rasyonel olduğuna inanır; çünkü tümdengelime ya da tümevarıma dayalı, mükemmel bir mantık oluşturduğu inancındadır. Oysa rasyonalizasyonun temelleri gerçekten çürüktür ve geçersizdir. O, kendine karşı ileri sürülen kanıtların itirazlarına kapalıdır ve empirik doğrulamalardan yoksundur. Kısaca söylemek gerekirse, rasyonalizasyon kapalıdır, rasyonalite açıktır. Rasyonalizasyon, rasyonaliteyle aynı kaynaklardan yararlanır; fakat hataların ve yanılsamaların en güçlü kaynaklarından biri olur. Örneğin dünyayı açıklamak için mekanist ve determinist bir modele başvuran bir doktrin, rasyonel değil; fakat rasyonelleştiricidir. Özü gereği açık hakiki rasyonalite, kendisine direnen realiteyle diyalog halindedir. O, mantıksal çıkarımlar ve empirik kanıtlar arasında sürekli gider gelir. Hakiki rasyonalie bir fikirler sisteminin özelliği değildir; fikirlere ilişkin kanıtlanmış bir tartışmanın ürünüdür.

Varlıkları, sübjektifliği, duyusallığı, hayattı yok sayan bir rasyonalite, gerçekte irrasyoneldir.[4]

Rasyonalite duygunun, sevginin, pişmanlığın payını kabul etmelidir. Hakiki rasyonalite mantığın, determinizmin ve mekanizmin sınırlarını bilir; insan aklının her şeyi bilemeyeceğini ve realitenin mister içerdiğini kabul eder. Rasyonaliteyi yetersizliklerini tanıma kapasitesine dayanarak biliriz.

 

Rasyonalite ve Batı

 

Rasyonalite bazı bilim adamlarının ve teknisyenlerin sahip ve diğerlerinin yoksun oldukları bir nitelik değildir. Kendi uzmanlık alanlarında rasyonel olan bilginler, politikada ve özel hayatlarında irrasyonel olabilirler. Rasyonalite Batı uygarlığının teklinde bulunan bir nitelik de değildir. Batı Avrupa uzun süre kendini rasyonalitenin sahibi gibi gördü. Başka kültürlerdeki insanların yanılsamalar içinde olduklarını varsaydı; her kültürü teknolojik performansları ölçüsüne göre değerlendirdi. Oysa bilmek zorundayız ki, arkaik toplumlar dâhil, her toplumda sadece mit, büyü, din yoktur; bunların yanında özel rasyonalite biçimleri vardır. Bu rasyonaliteyle onlar, araçlar yaparlar, av stratejileri belirlerler; bitkileri, hayvanları ve içinde yaşadıkları coğrafyayı tanırlar.[5]

Bugün insan ve toplum bilimleriyle tabiat bilimlerinin arasındaki diyalogun kurulamaması, bir rasyonalite krizine yol açmıştır. Bu rasyonalite krizinin kökleri, Aydınlanma’nı bazı felsefî doktrinlerinde yatmaktadır. Bu nedenle her iki bilim alanındaki böyle bir diyalogu başlatmak için Aydınlanma’ya başvurmak doğru değildir.[6] Günümüzde evrensel ve dış bir rasyonaliteden değil; özel, parçalanmış ve bir iç rasyonaliteden söz edebiliriz. Bu rasyonalitenin garantisi, etkiliğidir; sadece insanın kendisine bağlı olmasıdır. Bu özel rasyonalitenin itaat edeceği bütün, genel bir norm yoktur. Yeni rasyonalite analitiktir; problemleri ögelerine ayırarak inceler; onlara anlam veren daha büyük bütünlerin peşinde koşmaz.[7]

Modernite, bir dünya görüşü ortaya koydu. Bu dünya görüşü, bilimsel aktivitenin çerçevesi oldu. Bilim adamları modernitenin dünya görüşüne ilgisiz kaldılar ve de kalmalıydılar. Çünkü onlar, deneyci olmak, “evrensel hakikatler”i keşfetmek zorundaydılar. Onların görevi, karmaşık realiteleri analiz etmekti; onlardan basit ve temel kurallar çıkarmaktı. Fakat her şeye rağmen bilim adamlarının, ereksel nedenleri değil; etker nedenleri araştırmaları gerekiyordu. Ayrıca bütün bu nitelikler ve bu ödevler bir bütün oluşturmalıydı.

Bilim adamı, yapması gerekeni doğru biçimde tasvir ettiği iddiasında bulunabilir. O zaman bilginin uyması gereken bu ethos, efsanevî bir değer halini alır. Bilim, deneysel bilim, Newtoncı mekanik aktivitenin modeli olmuştur. Bu modele insan ve toplum bilimcileri de başvuracaklardır ve onu ana hatlarıyla kopya etmeye çalışacaklardır. Modern dünya bilim adamının bu ethos’unu rasyonalitenin bir imgesi gibi kabul etmiştir ve aydınlar sınıf bu modeli sürekli öne çıkarmışlardır.

 

Rasyonalite Görecelilik midir?

 

Rasyonalizmin uzun bir geleneği vardır; bu gelenek de idealist felsefedir. Söz konusu felsefî gelenek, bağlam tarafından belirlenen rasyonalizmlerden değil; her zaman var olan Evrensel Akıl’dan söz eder. Rasyonalizmde hümanist bir yan bulunur. O, insanı genelleştirir ve İnsan olarak ele alır. Bu İnsan’ı farklı tezahürleri içinde ele almayı felsefî antropolojinin hakkı sayar. Rasyonalizm, bilime aşırı saygı gösterir (bazen rasyonalizm ve bilimsellik eş anlamlı olarak kullanılır); ayrıca rasyonalizm, objektifliği her şeyin üstünde tutar. Bağlamla sınırlı (kültürel, bilimsel veya teknik) bir rasyonalite her zaman genel bir rasyonalitenin aşağısındadır. Bu düşünce rasyonalizmin bir başka çekici özelliğidir. Rasyonalizmin araştırma çerçevesini daha iyi çizdiği ve araştırmaya haklılık kazandırdığı düşüncesi yaygındır. Bu düşünce, rasyonalizmin bir başka çekici özelliğidir.

Batı, XVIII. yüzyıldan itibaren diğer toplumlarla kendi arasındaki farkı romantik bir açıdan ele almaya başladı. Bu romantik bakış Batı’nın diğer toplumlara karşı tutumunu değiştirdi. Teknolojik açıdan gelişmemiş toplumlar, özellikle XX. yüzyılda Batı’ya bir zamanlar bulunduğu durumunu, ebediyen kaybettiği durumunu hatırlattı; bir göreceliliğin ortaya çıkışına yol açtı.

Göreceliliğin çekici gelmesi, dünyayı büyüden arındırmanın, hatta bir pesimizmin ürünüdür. Bilimin bazı soruları cevaplamakta ve ya tinsel sorunlara çözüm bulmakta yetersizliği, büyüden arındırmaya neden oldu.

İki dünya savaşının ortaya çıkışını bilimsel ve teknolojik gelişmelerin önleyememesi, şunların sorulmasını gerektirdi: Bilimsel gelişmelerin insanî bir temeli var mıdır? Batılı hayat tarzı insanları mutlu edebilir mi? Bu sorular, göreceliği daha da derinleştirdiler. Bundan sonra artık bilimin dünyayı tek açıklama tarzı olmadığı ileri sürülmeye başlandı; mutlak hakikatin olmadığı düşüncesi daha çok seslendirildi; bizim açıklamalarımızın her zaman dünyanın sınırlı bir alanına ilişkin olduğu söylendi. Sonuç olarak bütün açıklamalar değerli kabul edildi.

Rölativizmin tehlikesi, ahlakî nihilizme götürmesiydi. Çünkü değer yargılarının yokluğu, insan davranışlarını kontrol etmeyi ortadan kaldırır; ahlaki kaosa neden olur; sonunda her tür değerin yok olması tehlikesini doğurur. Değerlerden çok kuşku duymak, onları yok etmektir; az kuşku duymak, dogmatizme ve değişmezciliğe (immobilisme) saplanmaktır. Gelenek kelimesinin hem olumsuz, hem de olumlu yansımaları vardır. Görecelilik sayılmak, kültürlere saygı göstermeme nedeni kabul edilmek; bir etnosantrizm (ırk merkezlilik) biçimini almak; rasyonalizm için bu üç durumdan biri mümkündür. Bu durum oldukça ilginçtir. Görecelilik bir taraftan, farklı ve başka halkların haklarına saygı göstererek ve kültürler arası karşılaştırmayı yasakladı; böylece başka toplumlara bir ilgisizlik biçimi oldu ve halklar arasında iletişimsizlik görünümü kazandı. Rasyonalistler, bilimde ve Batı Akılı’nda aynı Akıl tipini görürler; Batı’nın üstünlüğünü savunurlar. Çünkü onlara göre bilimsel rasyonaliteye en çok saygıyı Batı göstermiştir ve akıldan en çok yine Batı yararlanmıştır. Rasyonalistlerin bu düşüncesi, etnosantrizmden başka bir şey değildir.

İnsan ve toplum bilimlerinin teorilerinde dışsal ögelerin göz ardı edilemez etkileri vardır. Bu etkiler, gittikçe önem kazanmaktadır. Bu dışsal etkiler şunlardır: Söylenmeden teoriye sokulan düşünceler, ahlakî ve politik nitelikteki kaygıların sonuçları vs.

Rasyonalite kavramında çeşitli düzeylerde görünen ve zorunlu olarak değer yükleyen bir nitelik vardır. Bunları iki madde halinde özetleyebiliriz:

1. Rasyonel bir eylem, kurallar ve idealler bütününe itaat eder. Bu kuralların ve ideallerin temelleri hem objektiftir, hem de mutlaktır. O nedenle rasyonel eylemlerde kesin, olduğu kadar mutlak bir ahlakî özellik vardır.

2. Biliyoruz ki, bazı açıklamalar bağlamla sıkı sıkıya ilişkilidir, yani görecelidir; bazıları ise evrensel olmayı ister, o nedenle bağlamdan ayrıdır. Evrensel bir rasyonalite bize anlatmaktadır ki, göreceli açıklamalar, bağlamla ilgisiz açıklamalardan aşağıdır.

Bir eylemin rasyonel olduğu veya olmadığını söylemek, nötr söylem değildir. Rasyonaliteyi kabul etmek, hakikate ilişkin bilimsel bir yargı olmanın yanında, tehlikeli ve tartışmalı bir alan olan “doğru”ya ilişkindir.

İnsan davranışı zorunlu olarak rasyoneldir. “Rasyonel eylem” terimi, sözü gereksiz yere uzatmaktır ve bundan kaçınmalıdır. Rasyonel ve irrasyonel terimlerini bir eylemin son amaçlarına uygulamak pek de uygun değildir ve böyle bir uygulama anlamdan yoksundur. Eylemin son amacı, her zaman davranışta bulunan insanın isteğini karşılamaktır. Başkasının amaçlarını ve isteklerini yargılayamayız. Çünkü davranışta bulunan insanların yargılarının yerine kendimizinkileri koyma hakkımız yoktur. Hiçbir insan, herhangi bir şeyin başkasını daha mutlu ve daha çok tatmin ettiğini söyleyemez.



[1] Bouveresse, Jaques, La mythe d’intériorité, Eclat, Paris, 1986, p. 335.

[2] Lasvergnas, Isabelle, Rationalité instrumentale, Liber, Québec, 2003, p. 74.

[3] Morin, Edgar, Les sept savoirs fondamentaux oubliés, Pleins Feu, Paris, 2000, p. 95.

[4] op. cit., p. 67.

[5] loc. cit.

[6] op. cit. , p. 89.

[7] Meyer, Michel, Problématologie, Biblio, Paris, 1987, p. 153.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder