Mantığın öğrenilmesi
Tezimiz şuydu: Dilde mantık vardır ve
dilin doğru kullanılması mantığı da doğru kullanmaktır. Dili öğrenirken mantığı
da öğreniriz. Şimdi bu görüşümüzü temellendirmeliyiz.
Dili doğru öğrenmek olgu durumlarının dilsel
olarak nasıl ifade edileceğini; bir cümlenin hangi olgu durumunu ifade etmek
için söylendiğini öğrenmektir.
Mantıksal akıl
yürütmelerle ulaştığımız sonuca her zaman daha önce bilgi olarak sahiptik. Mantığın
hiçbir önermesi yoktur ki, onun sonucuna önceden empirik olarak sahip olmayalım.
Empirik bilginin biçimsel tarzda mantıksal olarak denetlenmesi çelişkilidir. Bu
nedenle mantık ve empirik bilgilerimizi denetleyemez.
Mantığın kullanımı Küçük Prens'teki iş adamının sayılarla
yıldızları eşleştirmesi gibidir. İş adamı sayıları ustaca toplamaktadır
toplamın sonucu şudur: Beş yüz bir milyon altı yüz iki bin yedi yüz otuz
bir. Küçük Prens:
Bu rakam ne?
İş adamı ister istemez sayılan şeyler söylemek zorunda kalır:
“Bazen gökyüzünde görülen küçük şeyler gibi.”
Küçük Prens:
“Sinekler gibi mi?”
“Hayır.”
“Arılar mı?
“Hayır.”
Yıldızlar mı?”
“Evet o kadar yıldız.”
Küçük Prens bir
mantıksal önermenin empirik bir olguya ilişkin olacağının farkındadır.
Buradan hareketle diyebiliriz ki, mantığı
nasıl olgulardan çıkarıyorsak gramer kurallarını da öğrenerek biliriz. Gramer
kuralları hangi durumlarda doğru kullanılır? Bunu öğreniriz ve uygularız. Gramer
kuralları doğru ve yanlış kullanımı ayırabilir; ama gramer, kuralın doğru
kullanılması için kural veremez. Grameri doğru kullanmak ve insanların grameri
kullanmaları aynı şey değildir. X’i doğru kullanmak, X’i insanların
çoğunun kullandıkları gibi kullanmak anlamına gelmez.
Mantığın ilkeleri özdeşlik,
çelişmezlik ve üçüncüyü dışta bırakma ilkesi gündelik dilin öğrenilmesi
sırasında ve hiçbir teorik ve sistematik eğitim olmaksızın öğrenilir. Dilin ilk öğretilmesi yukarıda değindiğimiz
gibi nesne adlarını göstererek öğretmektir. “Ağaç”, “kuş”, “araba”, “anne”, “kardeş” gibi
nesne adları çocuğa işaret ederek öğretilir. Çocuk adı öğrendiğinde adı taşına
ilişkin imgeyi de edinir. Kısaca ad ve nesneye ilişkin imge birliktedir. Çocuk
bir adı duyduğunda sadece o adı taşıyanın imgesini hatırlar. Bu, mantıkçıların özdeşlik ilkesi dedikleri
şeyin öğrenilmesidir. Çocuk özdeşlik ilkesini öğrenmeden ve öğrenmeye ihtiyaç
duymadan nesneyi gösterebilir ve nesne adını doğru kullanabilir. Adını öğrendiği nesneyi başka nesnelerden
ayırabilir bir nesnenin başka nesnelerle benzerliği olsa bile özgün
niteliklerini bilebilir.
Ayrımlar öğrenildiğinde mantığın
ilkeleri de öğrenilmiştir. Kısaca söylersek mantık nesnelerin farklılıklarının
kavranmasıyla birlikte doğar. Farklılıkların kavranması ve içselleştirilmesi
mantığı öğrenmede ilk aşamadır.
Mantığın öğrenilmesinde üç aşama
vardır:
1 Dolaysız çıkarımdır. Daha önce adı öğrenilen
bir nesnenin sonradan gözlemlendiğinde adını bildiği şey olduğunu belirleme.
Örneğin kediyi öğrenen sonradan gördüğü şeyin kedi olduğunu kavramasıdır.
2
Mantığı öğrenmenin ikinci aşaması analojidir. Analoji Grekçe ἀναλογία (analogia) (ἀνα, ana : « göre”+
λογία, logia “orantı) iki şeyin birbirine benzemesi ya da eşit olması
demektir. Dil öğrenilirken ve öğretilirken nesneler arasındaki benzerlikler de
öğrenilir ve öğretilir. Çünkü tüm nesneler bir cinsin türüdür ya da bir türünün
bireyidir. Dilimizde önceki kuşaklardan devraldığımız bütün deneyimler
analojiden çıkarılmışlardır. Dili kullanan her insan öğrendiği analojiden doğan
deneyimlerine kendi deneyimlerini yani analojik sonuçları da ekler. Analojik
düşünmede temel şudur: B, A’ya şu veya bu açıdan benziyorsa
1 A’nın bildiğim ve B’de henüz tecrübe
etmediğim bazı özellikler B’de de kesinlikle veya olasılıkla B’de de vardır.
Elmaya benzeyen şeyin elma gibi tadı vardır veya olabilir.
2 A’nın yapabildiği bir eylemi A’ya
benzeyen B de yapabilir. A yürüdüğü bilinen çocuksa ona benzeyen ve yürüdüğü
görülmeyen çocuğun da yürüyebileceği düşünülebilir.
Bu çok açık konuyu derinleştirmek
gereksizdir. Mantığın öğrenilmesinde en
temel aşamadır. Bütün kişişel deneyimler bilimsel araştırmalar yani tüm empirik
bilgiler analojinin ürünüdür. Sonuçları
ister kesin isterse olası olsun; her bilme etkinliği her yaştan ve her
meslekten insanın gerçekleştirdiği analojidir. Aynı deneyi binlerde defa tekrar
eden bilim adamının deneyine yön veren şey sadece analojidir. Analoji
yapabilmek için hiçbir zaman mantıkçıların ne dediklerini bilmeye gerek yoktur.
Analojinin iki türü vardır:
A Naiv analoji: Küçük çocukların analojisidir. Bir oyuncak
bebek çocuğa benzediği için, çocuk onun da susayabileceğini ve acıkabileceğini
düşünür.
B Empirik deneyimle sonuçlanan analoji: Bir analojinin
empirik deneyim olabilmesi için dili kullanan kişi niceleştirmeyi öğrenmiş
olmalıdır. Niceleştirme yargıya bazı
niceleştirici kelimeleri koymayı gerektirir. Niceleştirme kelimeleri Tüm(ü),
Bazı(ları) Hiçbir(i) gibi kelimelerdir. Niceleştirmeye dayalı analoji: Analojin
sonuçlarının kesinliğe kavuşturulabilmesi niceleyecilerin de önceden bilinmesi
gerekir. Örneğin “Tüm uçan hayvanlar kanatlıdır.” Demek doğrudur. Ama “Tüm
kanatlı hayvanlar uçar.” Diyemeyiz; çünkü kanatları olduğu halde uçamayan
hayvanlar da vardır. “Kanatlı; ama uçamayan hayvanların durumunda olduğu gibi
istisna durumlarını ifade etmek için çoğu, pek azı, bazıları gibi kelimelerin
doğru kullanımları da öğrenilmiş olmalıdır. Örneğin “Bütün çocukların yaşayan ya
da ölmüş anneleri vardır.”, Baz insanlar uzun boyludur.” “Hiçbir bir insan havasız
yaşayamaz.” Gibi önermelerdeki niceleyiciler çıkarım olmayan kendiliğinden açık
gözlem ürünü kesin önermeler oluşturmaya yarar.
3 Mantığı öğrenmenin üçüncü aşaması dolaylı çıkarımdır: Dolaylı
çıkarım akıl yürütmeyle yapılır. Örneğin “ortanca
kardeş”ten üç çocuğu, “limon gibi tad”dan ekşi tadı “bir ülkenin Yunanistan
olduğunu belirtilmesinden orada anadilin Yunanca olduğunu, bir profesörün bugün
yaş haddinden emekli olmasından 67 yaşını doldurduğunu; bir ilde halkın
yarısından azının aşılanmadığından aşısız insan sayısının aşılı insan
sayısından fazla olduğunu; vs. çıkarabiliriz. Bu çıkarımların her biri doğrudur
ve tümdengelime başvurmadan yapılır. Öte yandan bu çıkarımların hiçbirinin
denetlenmesi gerekmez. Bu çıkarımlar biçimsel kurallardan değil; olguların durumların
ya da sözcelerin kendisindendir. Eğer olgular ya da durumlara ve dilin
kullanımlarına ilişkin bilgimiz olmasaydı asla çıkarım yapamazdık. Buradan
hareketle diyebiliriz ki, çıkarım olguların ve dilin anlamından hareketle
gerçekleştirilir. Örneğin bir siren sesinin ne anlama geldiğini bilmeseydik ambülansın
ne taşıdığını; “ülkenin dili” kavramını bilmeseydik Atina’da Grekçe
konuşulduğunu; ortanca çocuğun hangi durum için kullanıldığını bilmeseydik o
aile üç çocuğun olduğunu; ülkemizde üniversitede yaş haddinin ne olduğu bilmeseydik
dün emekli olan profesörün altmış yedi yaşını olduğunu çıkaramazdık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder