3 Mayıs 2020 Pazar

AUSTIN'E GÖRE KAVRAMLAR VE TÜMELLER ANLAMSIZDIR


İnsanlar, filozofların dilini öğreninceye kadar tümellerin varlığından habersizdir; çünkü tümeller gündelik dilin, iletişim dilinin bir kelimeleri gibi görülemez. İletişim dili olan gündelik dilde tümeller yoktur. Buradan hareketle diyebiliriz ki, tümeller dilimizin doğal ve zorunlu kelimelerinden değildir. Kavramları yani tümelleri kullanmak filozoflarda ortak ve en yaygın hatadır. Bu hata anlamlı bir cümlenin yerine anlamsız kelimeyi ya da bir terimi koymaktan “benzerliği” de referans saymaktan ibarettir.
Kavramın gerçekliğini savunanlara göre kavramdan söz etmek, bir önermeden söz etmek gibi değildir. Önermeden söz ederken önermeyi tıpkı bir nesne gibi kabul ederiz. Oysa kavramdan söz ederken sanki belli nitelikleri olan bir şeyden, adeta duyusal niteliklerden sembollerden ve imgelerden bileşik bir şeyden söz eder gibiyiz. Austin’e göre gerçekte tümeller hiçbir somut içeriğe sahip değildir. Bu yüzden tümeller hakkında konuşmak çok sınırlı bir konuşmadır. Tümeller mantıksal konstrüksiyonlar olsalar bile onlar hakkında söylenecek bir şey yoktur.
Filozoflar sadece kavramların varlığı doğasını ve deneysel nesnelerle ilişkisini tartışmakla yetinmemişlerdir; onları nasıl elde ettiğimiz sorunuyla da ilgilenmişlerdir. Bu konuda iki karşıt görüş, doğuştancı ve deneyci görüş vardır. Doğuştancı görüşe göre kavramlar sonradan elde edilmez. Örneğin Descartes’ta göre biz Tanrı kavramını sonradan elde etmedik. O, doğuştan bizde vardır. Oysa Hume'â göre deneysel temeli olan bir imgedir. Oysa Austin’e göre tümel doğuştan kavram olmadığı gibi, deneyden çıkarılan bir imge de değildir.
Austin’e göre kavramlarımızın kaynağına ya da kazanılmasına ilişkin tüm sorunlar, kelimeleri anlama biçimimizle ilgili sorunlara dönüşür. Oysa bir kelimeyi anlamak onu herkes gibi kullanmaktır.
Varsayınız ki, birden bire, nesnelerin benzerliklerine dayanarak çok belirsiz biçimde tanımlanmış bir kavramlar ailesiyle karşı karşıyayım. Biraz iyi niyetimle bu ailenin ögelerini ve yakınlık ilişkilerini aydınlatmak için öncelikle onları a priori a posteriori diye sınıflayabilecek durumda mıyım?[1]
Kuşkusuz hayır! Çünkü kavramlar ne a priori’dir ne de a posteriori ’dir.
Olguları betimlemek, iletişimde bulunmak ve her tür söz edimlerini gerçekleştirmek için kavramlara ihtiyacımız yoktur; tersine çok sayıda ve farklı nesneleri referans yaparak sözceler oluştururuz. Her ayrı duyu verisini içeren sözcelerin anlamları da farklıdır. Bütün farklı olgu durumlarında deneylediğimiz duyu verilerinin yerini tutan tek bir duyu verisi olmadığı gibi, hiçbir lengüistik öge de yoktur. Üstelik onları kullandığımızda tam bir belirsizliğe düşeriz.
Nasıl ki her cümle duyu verisine dayanmazsa her kelime de anlamlı değildir. Soyut tümel, anlamlı olmayan kelimelerdendir; çünkü sağlam, değişmez ve özgün hiçbir niteliği yoktur. Bu nedenle kavramlar üzerine araştırma imkânsızdır. Kavramdaki belirsizliği anlamak için “kırmızı”yı düşünelim. Bu kelimeyi ek açıklamalar olmadan yani şu tikel bir nesneye ait olduğunu söylemeden anlayamayız. Kavram “kırmızı” gibi bir olgu durumunun betiminde kullanılmazsa anlaşılamaz. Betim olan kavram da kavram olmaktan çıkar.
Kavram çok farklı nesnelerde birbiriyle uyuşmayan tüm niteliklerin yok sayılması, sonuçta niteliksizleştirme pahasına varsayılan bir şeydir; diğer deyişle kavram hiçbir olgu durumuna karşılık gelmez; onu deneyleyemeyiz. Biz sadece kendi deneyim içeriklerimizi bilebiliriz. Bize deneylediğimiz şey hakkında soru sorulduğunda deneylediğimiz nitelikleri söyleyebiliriz. Oysa tümeller hakkında hiçbir açıklama yapamayız. Biz kavramlara değil; ama kelimeye ve kelimenin yer aldığı cümlelere sahibiz. “Kavram var değildir.” demek yerine, “Kavram var olamaz.” demek daha doğrudur. Bu nedenle kavramların yer aldıkları cümlelerin hiçbir anlamı yoktur. “Bir şeyin idesi” nasıl çelişkiliyse, “bir şeyin kavramı” da çelişkilidir; çünkü nesnenin göstergesi olabilir; ama onun yerini tutan kavram ya da tümel olamaz. Kavram bize doğrudan verilmemiştir. Onu elde etmek için önce bir teori oluştururuz ve sonra bu teorinin koşullarını belirleriz.
Austin izleyen satırlarda şu problemi tartışır: Bir kavrama sahip olmak nedir? Bu, bir nesneye sahip olmaya benzer mi? Bu konuyu tartışırken Madagan’ın ve Broad’ın görüşlerini dikkate alır; çünkü bunlar bir kavrama sahip olmayı benim mülkiyetimde olan bir ticari eşyaya sahip olmaya benzetirler. Onların iddia ettikleri gibi kavrama sahip olmak, bir ticari eşyaya sahip olma gibiyse, o zaman şu soru kaçınılmaz olur: Tıpkı odamdaki mobilyaların sayımını dökümünü yaptığım gibi zihnimde kavramın içeriğinin sayımını dökümünü yapabilir miyim? Bu imkân­sızdır; çünkü kavramlar ne betim takasında kullandığım iyi tanımlanmış bir ticaret eşyasıdır ne de zihnimdeki düşünce mobilyalarıdır. Bir kavram çok çeşitli niteliklerin soyutlanması ile elde edilmiştir. Bir kavramda tüm farklı duyusal özellikler izole edilmiştir. Örneğin “kırmızı” kavramını alalım. Bu kavram birbirine benzer; ama farklı çok çeşitli tonlardan hareketle artık nüansları yani tonları olmayan ve doğada bulunmayan soyut bir addır. O nedenle “kırmızılık” kavramında kırmızıya ilişkin deneyimin sayımını dökümünü yapamayız. Kimi kavramlar duyusal niteliklerden soyutlama yoluyla değil; mantıksal konstrüksiyonla elde edilir. Örneğin madde kavramı böyledir; deneyimlenemez, bir şeyi mantıksal olarak inşa etmekle ortaya çıkmıştır. Diğer soyut kavramlar gibi mantıksal inşa ürünü olan maddeyi sokaktaki insanın bilmesi imkânsızdır. Bu kelimeyi duyduğunda şunu sorar: “Bununla ne demek istiyorsun?” Filozoflar sıradan insanların kavramlar konusundaki eleştirilerine kulak tıkarlar. Empirik olgularla ilgili olsa bile ideleri, örneğin “zorunluluk” idesini bilmek için uygun bir yöntem yoktur. Filozofların kavramları nasıl elde ettiğimize ilişkin teorileri yetersizdir.


[1] Austin, Cahier de Royamumont, p. 232.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder