17 Mayıs 2020 Pazar

KÜRESELLEŞME NEDİR NE DEĞİLDİR


V. BİREY VE KÜRESELLEŞME


Birey sosyal, kültürel, ekonomik, hukukî, çok çeşitli etkilere maruz kalır. Bu etkiler genellikle toplumdan kaynaklanır. Oysa günümüzde birey küreselleşme dediğimiz olgunun da etkisi altındadır; bu etkiyi her geçen gün daha çok hissetmektedir. Bu, sadece sübjektif bir duygudan ibaret görülemez. Küreselleşme açık bir realitedir. Birey, gitgide dünya yurttaşı olmaktadır. Küreselleşen bireyin algıları artık içinde yaşadığı çevrenin algıları değildir. Onun algıları sınırların ötesine geçer. Küreselleşmeyle birey, düşüncenin heterojen ve heteroklit gereçlerine nüfuz eder. Bütün bunlar, küreselleşmenin birey üzerindeki etkilerini de ele almayı gerektirir. İşte şimdi bunu yapmaya çalışacağız. Ama önce küreselleşmenin ne olduğunu görelim ve şöyle soralım: Küreselleşme nedir?
Sözlerimize başlarken önce belirtelim ki, küreselleşme, yeni (1953) icat edilmiş bir kavramdır. Fransızca Petit Robert sözlüğü küreselleşmeyi şöyle tanımlar: “Bir gurubun, başka bir guruba ait kültürel değerleri bütünüyle ya da kısmen özümsemesi süreci ya da bir bireyin ilişkide olduğu yabancı bir kültüre uyumudur.”[1] Bu tanımlara başka tanımlar da eklenebilir. Ama söz konusu tanımlar küreselleşmenin tüm görünüşlerini ifade edemezler; sadece bir veya birkaç görünüşünü yansıtabilirler. Çünkü küreselleşme sosyal, kültürel, ekonomik, politik, enformatik, akademik vs. pek çok olgudaki değişmeleri ve gelişmeleri içerir. Spinoza’nın terimiyle konuşursak küreselleşme sonsuz nitelikleri olan bir töz gibidir. Tüm bu nitelikleri bir tanım altında toplamak imkânsızdır. Küreselleşme konusunda pek çok yayın yapılmıştır. Ama bunlar, küreselleşme kavramın içeriğini uzlaşımsal biçimde ortaya koyamamıştır. Bu durum, sözlerimizin açık kanıtıdır.
 Küresel kavramı bazen uluslararasının eş anlamlısı olarak, bazen de ondan farklı bir anlamda kullanılmaktadır.[2] Küreselleşmeyi kimileri ulus-devletin aşılması gibi görürler. Kimilerine göre küreselleşme sermaye ve emek arasındaki karşıtlığın yeni bir biçimidir. Bunların dışında daha pek çok küreselleşme anlayışları vardır. Alain de Benoist bütün bu farklı küreselleşme anlayışlarını kültürel ve ekonomik küreselleşme diye iki başlık altında toplar. O, demektedir ki, “bu iki fenomen birbirinin içinde geçerse de onları karıştırmamak gerekir.”[3] Biz bunlara iletişimin küreselleşmesini de eklemek gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü McLuhan’ın da belirttiği gibi iletişim araçlarının sınırlar hatta kıtalar ötesi haberleşmeyi sağlayacak şekilde gelişmesi insanlar arasındaki etkileşimi kolaylaştırmıştır. Bu durum küreselleşmenin önemli faktörlerden biri olmuştur.[4] İletişimdeki küreselleşme ekonomik küreselleşmeyle birlikte genellikle bireylerin davranışlarını standartlaştırmıştır ve bireyleri sadece tüketiciler hâline getirmiştir.
Bu kısa açıklamalardan anlıyoruz ki, küreselleşme çok karmaşık ve çok boyutlu olduğundan, kavramsallaştırılamayan bir fenomendir. Ama yine de bu fenomene ilişkin bazı betimler, sınırlı bazı değerlendirmeler yapmak mümkündür. İzleyen satırlarda, amacımız budur. Biz açıklamalarımızı olabildiğince uzlaşımsal tespitlere dayandırmaya çalışacağız.
Küreselleşme üzerinde en çok uzlaşılan konulardan biri şudur: Bu, kaçınılmaz bir süreçtir. Artık hiçbir birey ve hiçbir topluluk bu sürecin etkisinden kurtulamaz. Ulusçuluk, etnik merkezcilik, köktencilik ve tikelcilik küreselleşmeyle yenilenmiştir ya da yeniden doğmuştur.[5] Küreselleşme, sistemleri ve aktörleri birleştirir.[6]
Sosyal ve kültürel değişim alanı olarak küreselleşme, bireyin, “ben”in anlamını yeniden bulabilmesi için, bir yeni “biz”i araştırmaya yöneltir.[7] Bu fenomen bireyin inançlarını ve pratiklerini gezegen ölçeğinde değiştirir.
Küreselleşme önce bireyin varolma biçimine bir meydan okumadır. Birey artık bu yeni dünyadaki boyutlarını bilmek ve yaşayacağı yeri yeniden yaratmak zorundadır.
Kürselleşme ne bir efsanedir ne de moda veya bavul bir kavramdır. O, bir somut realitedir.[8] Marc Abélès’ye göre küreselleşme ne iyidir ne de kötüdür; sadece analiz edilmesi gereken olgusal bir durumdur.[9]
Kısaca söylersek bugün dünya her yerdedir. Sadece sermayeler ve girişimler için değil, kültür, mikroplar, enformasyonlar, göçler için; kaygı ve savunma tepkileri de küreselleşmişlerdir.[10]
Bugünkü anlamda küreselleşme ne zaman başlamıştır? Küreselleşmenin ortaya çıkış tarihi küreselleşmeden ne anlaşıldığına sıkı sıkıya bağlıdır. Örneğin kimi ekonomistlere göre küreselleşme ilk defa 1850 yıllarında ekonominin uluslarası değişim sürecine girmesiyle ortaya çıkan bir fenomendir. Gabriel Enkiri‘ye göre küreselleşme XIX. yüzyılın sonunda görünmüştür.[11] Suzanne Berger’e göre ise küreselleşme, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinden başlamıştır.[12] Sosyolog Herbert Marshall McLuhan 1962’de “Küresel köy” kavramını ortaya atmıştır. Ona göre küreselleşme iletişimin küreselleşmesidir ve küreselleşme süreci II. Dünya Savaşının hemen ertesinde başlamıştır (1948’de transistorlu radyo icat edilmiştir; 1956’da kıtalararası kablolu telefon kurulmuştur, 1962’de uyduyla haberleşme dönemi başlamıştır).[13]
 Ortaya çıkış tarihi ne olursa olsun, küreselleşmenin günümüze ait bir gelişme olduğu tartışmasızıdır. Küreselleşme uzun bir evrimin sonucudur. Evrimin başlangıcını Fernand Braudel ve son zamanlarda Serge Gruzinski gibi tarihçiler, Rönesans’a kadar geri götürürler.[14] Daha yaygın bir görüşe göre küreselleşme XVI. yüzyıldaki üç gelişmeyle başlamıştır. Bunlar, Amerika’nın keşfi, Macellan’ın dünyanın çevresini dolaşması ve Kopernikus’un evrenin sonsuzluğunu keşfetmesidir. O zamandan beri insanlar yerel ontolojilerde değil, gökkürelerinde oturmaktadır.
Morin küreselleşmeyi kıtalararası patojenik-botanik geçişler gibi anlar. Ona göre ilk küreselleşen şey, mikroplardı. Batının mikropları Kızılderilileri dalga dalga etkiledi; buna karşılık, frengi mikrobu, Amerika’dan Avrupa’ya ve İspanya’ya buradan da İpek Yolu’yla Şanghay’a bulaştı. Mısır, domates, patates Amerika’dan Avrupa’ya, at; buğday vs. Avrupa’dan Amerika’ya geçti.[15] Görüldüğü gibi bu küreselleşme anlayışı bizim bugün anladığımızdan oldukça farklıdır. Buna gezegenleşme demek belki daha doğrudur. Küreselleşme ve gezegenleşmenin ortak yönü, kıtalararası hareketliliktir. Gezegenleşme insan dışındaki canlıların insanın etkisiyle kıtadan kıtaya tanşınması olduğu hâlde küreselleşme bizzat insanın taşınmasıdır.
Aşağıda göreceğimiz gibi, bu küreselleşme, daha doğrusu gezegenleşme, her zaman yararlı değişimlerden ibaret olmadı. O aynı zamanda Amerika’da Asya’da ve Afrika’da Avrupalıların kolonileştirmelerine de yol açtı.[16] Dünyaya egemen olmayı sürdüren Batı, bu egemenliğin karşıt kutbunu ortaya çıkaracak, ezilen ve sömürgeleştirilen halkların bu durumdan kurtulmalarına izin verecek düşüncelerin tohumlarını da attı. İnsan hakları ve demokrasi düşünceleri küreselleştiklerinde, ekonomik çıkarların hegemonya aracı olan şimdiki küreselleşmenin karşıtı olur.
Küreselleşme terimi uluslar, insani aktiviteler ve politik sistemler arasındaki karşılıklı bağlılık ilişkilerini dünya ölçeğinde geliştirme ve uyuşturma anlamına gelir. Küreselleşme, potansiyel gücünü eyleme geçiren modernitenin son aşamasıdır. Bu kavram bizi “dünya” kelimesinin anlamını düşünmeye davet eder. “Dünya”nın anlamı bireyin sübjektif eğilimlerine göre değişir.
Küreselleşme sadece homojeni üretmez; heterojenliği çeşitliliği ve bireyselliği de yaratır. Medya, filmler ve elektronik haberleşme sayesinde bireyler, farklı hayat modellerini görebilirler; böylece kendi varoluşlarını yeni açılardan düşünebilirler.[17]
Küreselleşme sayesinde kolektif kimlikle ilişkiler, kurumsal ya da geleneksel ilişkiler olmaktan çıkar. Herkes kendi kolektif ortamını oluşturur; kurumsal ya da geleneksel kimliğini sürdürmek yerine sorgular. Dünya ölçeğindeki kültürel ögelerin yoğun biçimde tüketilmesiyle toplumlar arasındaki farklar azalır. Fakat bir ve aynı toplumlarda bireylerin ve yaşama biçimlerinin farkı artar.[18]
Küreselleşmenin dünya çapında etkileri vardır. Bu etkiler, bireyler, gruplar, kurumlar, kuruluşlar; toplumlar, devletler ve uluslararası ilişkiler üzerinde çeşitli biçimlerde hissedilmektedir. Şimdi bu etkileri ayrıntıya girmeden ifade etmeye çalışalım.
Küreselleşme, her toplumun dünyaya açılmasına, sınırları dışına çıkabilmesine, gelişmiş bir hukuka ve geniş özgürlüklere sahip olabilmesine; insanların daha barışçıl ortamlarda yaşayabilmelerine imkân vermiştir; en azından böyle bir durumun mümkün olabileceği düşüncesini uyandırmıştır. Morin küreselleşmenin bu olumlu etkilerini şu sözüyle naif bir iyimserliğin gerekçesi yapar: Öyle görünüyor ki, bundan böyle bütün insanların problemleri ortak olacaktır. Onlar ortak bir kaderi yaşayacaklardır; hayat ve ölüm problemleri de ortak olacaktır.[19]
Küreselleşme ulusların, kuruluşların ve özellikle bireylerin birbirlerine çeşitli yollarla bağlanmalarını sağlamış, böylece yeni ilişkiler, yapılar ve değerler ortaya çıkarmıştır. Bütün bu yenilenmeler ya da yeniden doğuşlar sadece tikelciliğin evrenselleştirilmesi ve evrenselciliğin tikelleştirilmesi süreçlerinin anlarıdır.[20] Küreselleşme dünyaya ilişkin yeni bir imge yaratmıştır; kimlikleri, kültürleri ve onların karşılıklı ilişkilerini değiştirmiştir.
Küreselleşme eğitim programlarını bile etkilemiştir. Üniversitelerin bu sürece bağlı olarak gençleri kendi toplumları ve küresel topluluklar arasında bir ilişki kurabilecek şekilde yetiştirmeleri istenmektedir.[21]
Küreselleşme bireyin toplumla ve devletle ilişkilerini de değiştirmiştir. Antik Dünya’dan modern zamanlara kadar birey topluma, devlete sıkı sıkıya bağlıydı. Devlet “bireyin annesi”ydi; birey devlette doğup gelişiyordu. Oysa küreselleşen dünyada bireyle devletin ve toplumun ilişkileri değişti. Devlet artık, bireyi himaye etme fonksiyonunu yerine getiremez oldu. Bireyin bir ülkeye, bir kültüre, bir ırka, bir dile, her ne pahasına olursa olsun, bağlanmak zounda olduğu duygusu zayıfladı. Bireyle devlet arasındaki ilişkiler, uluslararası göçlerin gösterdiği gibi kırılganlaştı; tümüyle kaybolmasa bile gittikçe zayıfladı.
Yurttaşlık, artık birey ve mensubu olduğu devlet arasındaki ayrıcalıklı bir ilişki olmaktan çıktı. Çünkü bireyin ulus-devletin ona veremediği başka bilgilere ve araçlara ihtiyacı vardı. O yüzden eğer deyim yerindeyse, “devlet-toplum ana kucağı”nın yerini “yeryüzü gezegeni” denen mega-küre aldı. Birey artık kendini bir ülkenin yurttaşı gibi değil, mega-kentin bir parçası gibi gördü. Sonuçta o, mega devletin sürekli yer değiştiren bireyi oldu.
Kısaca söylersek, birey, bir yandan içinde doğduğu ve eğitildiği toplumun kültürünü ve geleneklerini korumak ister. Diğer yandan küreselleşmenin empoze ettiği normlara ve değerlere kendini uydurmaya ve onlarla uyumlu olmaya çalışır. Bir ulusa bağlı kalmak ve insan türünün evrenselliğine ait olmak; bu, pek çok kişi tarafından aşılması oldukça zor görünen bir çelişkidir. Yerellik ve küresellik arasındaki bu çelişki bireyin iç dünyasında çatışır. O yüzden hayatın farklı ögeleri sürekli hareketli, esnek ve değişken hâle gelir [22]; küreselleşmede yaşanan “güvensizlik, pek çok kişiye evrensel bir değer gibi görünür.
 Küreselleşme sadece bireyin devletle ilişkilerini değiştirmedi; devlet adamı anlayışı da farklılaştı. Eski politikacı-devlet adamı prototipi ortadan kalktı. Önceden kullanılan politik araçlar hitabet, yönetim becerisi, duyarlık, alçakgönüllülük, tarih bilgisi, felsefe, hukuk bilgisiydi. Bunlar küreselleşmeyle birlikte devlet adamı ve politikacı için önemlerini yitirdiler. Bu göstergelerin ve tutumların karışımından ibaret iktidar protokolü terk edildi, çünkü birey, kültürel ve siyasal yapıların pasif bir katılımcısı değildir. Tersine küreselleşme, bireye yeni kültürel biçimler türetebilen pek çok “kamuoyu” sunar.
Küreselleşme bireyi sadece siyasal açıdan etkilemekle kalmadı; onun üzerinde ekonomik etkiler de yaptı. Ekonomik etki, en az siyasal etkisi kadar önemlidir. Küreselleşen bireyin tüketim biçimini kendi ulusu değil, uluslararası kuruluşlar belirledi. Küresel ekonomi bireyi ortadan kaldırdı; bireyleri politik eylemlerde bulunan aktörlerden çok, sadece tüketici gibi gördü; tüketiciliği, bireylerin mümkün eylemlerinin temel kategorisi gibi gördü. Birey artık “çok değişken”, “zaping yapan” tüketicidir. Küreselleşen birey, temel yani fonksiyonel ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmedi, zihnine kazınan tüketim nesnelerine sahip olmayı düşündü; duygularının, heyecanlarının ve tüketici aklının emrine girdi; bazı kavramlara dayalı kategoriler aracılığıyla etkilendi. Tüketici bireyi anlamak her geçen gün daha zorlaşır, çünkü onu kategorize etmek her gün daha güçleşir. Aralarındaki derin farklardan dolayı tüketici-bireyler bir magma oluştururlar.
 Küreselleşme çelişkili biçimde çok kutuplu bir dünya ortaya çıkarır ve bireyin bilgisi gittikçe parçalı hâle gelir. Küreselleşme bireyler arasında, bireylerin değerleri düşünceleri ve yaşama biçimleri arasındaki ilişkiyi her zamankinden daha çok artırmıştır.
Politik alanda gruplar bireylere bir kimlik verebilirler. Dil ve kültür, kimlik fenomenlerinin temelindedir. Kimlik, bir kişinin belli bir sosyal gruba ait olmasına ve onunla özdeşleşmesine izin veren eylemin, dilin ve kültürün stokudur. Kültürün küreselleşmesi çerçevesinde bir ve aynı birey, dilin, kültürün ve dinin farklı ögelerini, içinde bulunduğu bağlama uydurarak yaşayabilir. Birey bunu, dilini, beslenme alışkanlıklarını, eyleme stokunu, kısaca kültürünü kaybetmeden yapabilir. Bireyin başka toplumlarla ilişkisi çok çeşitli tepkilere neden olabilir. Örneğin öteki’ni kimi birey idealleştirebilir; kimi birey reddedebilir ve yabancı düşmanı olabilir; kimi birey de pek çok grup ya da kültür içinde problemsizce yaşayabilir. Bu sonuncu türde pek çok birey vardır.
Küreselleşme bireye, tümüyle yeni; iletişim teknolojilerinin ve enformasyonun gelişmesiyle nüfuz edilebilir bir dünyada yaşadığı duygusunu verir. Bu yeni dünyada her şey bireyselliği teşvik ediyor gibidir. Her zaman her insan çeşitli ağlara bağlanabilir, oradaki kişilerle iletişimde bulunabilir; bu nedenle insan bedenleri artık sabit değildir, fizik ve potansiyel hareketliliği yaşar.
Birbirlerine ağlarla bağlı bireyler McLuhan’a göre, kültürün yeni biçimini oluştururlar. Elektronik iletişim sayesinde birbiriyle dayanışma içindeki bireylerin günlük hayatları iç içe geçer. Elektronik postayla iletişimler gezegen çapında bilinç uyandırır. Fakat bu bilinç coşkusal, ilkel bir boyut içerir.[23]
Yeni teknolojiler en azından teoride bireyler ve topluluklar arasında hiyerarşik değil, açık ve uzlaşımsal ilişkileri yüreklendirdi. Çağdaş ulaşım ve haberleşme araçları, uçak, telefon, internet, bireyleri kendi toplumlarından ve ailelerinden az veya çok uzaklaştırdı. Bireyleri, sınırlar ötesinde ortak zevklerin, değerlerin ve projelerin paylaşıldığı yeni toplulukların üyeleri hâline getirdi.
Sinema filmleri, televizyon dizileri ve internet paylaşım sitelerindeki videolar gibi imge endüstrileri tüm gezegende kitle hâlinde yaşayan ulusal ötesi bir kültür yaratmayı başarmıştır. Fakat bundan, bireylerin gitgide tek biçimli hâle geldikleri sonucunu çıkaramayız. Gerçekte kültürel ürünler kamuoyunu parçalamaya, imgelemeyi özgürleştirmeye ve geleneksel kimlikleri belirsizleştirmeye, etkisizleştirmeye katkıda bulunur.[24]
Dünya her şeyden önce bir ağ dünyasıdır. Ağların özelliği akıcı ya da dalgalı olmalarıdır. Bu ağlarda her şey paralar, semboller, imajlar, programlar hızla bir ağa bağlanırlar ve bir ölçüde şeffaflıklarını yitirirler, çünkü onların ne merkezleri ne de çevreleri vardır. Ağlar sosyal ilişkilerin yeni “fraktal” türünü yaratırlar. Çeşitli konularda birbirine yakın, kanıları birbirine benzeyen ya da çıkarları ortak pek çok kişiyi, aralarında çok uzak mesafeler de olsa doğrudan ilişkilendirir. Böylece uluslar üstü yeni kimlikler oluşturur. Bugün ağlar çok çeşitlidir; endüstri ve finans ağları; bilgi ağları, suç ağları vs. bütün bu ağların işleme biçimi yerellikten kurtulmadır. Çok uluslu büyük firmalar, büyük endüstri kuruluşları, uyuşturucu kartelleri, terörist gruplar ve mafyalar hep yanı şekilde hareket ederler; kendi aktivitelerine en uygun yeri seçerler; eğer daha iyi şartların olduğu bir yer bulurlarsa oraya giderler.
Toplum, teknik ve dil, bireylerden öncedir. Toplumsal yapının biyolojik bir yanı olduğu inkâr edilemez; tıpkı aile gibi toplum da dil ve kültür tarafından belirlenmiştir; toplumsal isteklerin ne olduğu ve bu isteklerin nasıl karşılanacağı yine dil ve kültür aracılığıyla bilinir. Burada şöyle temel bir tespit yapmak uygundur: Psikolojik olanı ortaya çıkaran şey, sosyal olanın biyolojik olana etkisidir; toplum, kognitif bir yapıdır.
Birey küreselleşme olgusuna pek çok faktörün etkisiyle bağlanır. Bu bağlanma yollarını üç grupta toplayabiliriz:
a) Değerlerle Bağlanma: Bireyi küreselleşme konusunda motive eden pek çok değer vardır. Bunların en önemlileri özgürlük, hoşgörü, farklılığa ve bireye saygı, dayanışma isteği ve kamu malına saygıdır.
b) Kimlikle bağlanma: Birey küreselleşme sürecine kendi kimliğiyle birlikte katılır. Kimlik etnik kökenine, dinî inancına, sosyal grubuna bağlı bir tanımlamadır; toplumsal yapının bir parçası olma ihtiyacını karşılar.
c) Ürünlerle bağlanma: Küreselleşmiş birey kendisini daha doğrusu kimliğini kullandığı eşyaların markalarıyla ya da sembolleriyle ifade eder. O, şu veya bu markayı tüketenler topluluğunun bir parçasıdır. Giydiği spor ayakkabının markası bireyi, basketbol sitesinin bir yurttaşı yapabilir.
Küreselleşme sürecinde kimi gelişmiş toplumlar diğer toplumlara egemen olmaya çalışmışlardır; kendi çıkarlarını onların zararına elde etme gayreti gütmüşlerdir. Bu durum sivil toplum kuruluşlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sivil toplum kuruluşları, resmi politik yapıların dışında hareket eder. Bu kavram günümüzde yeni bir anlam kazanmıştır. Hegel’de ya da Marks’ta sivil toplum, kamu yararını dikkate alan devletin dışında bireylerin ya da çıkar topluluklarının yararlarının eylem alanı anlamına geliyordu. Günümüzde ise sermayeyi/devleti protesto eden grupların bağımsız organizasyonu demektir.
Küreselleşmenin etkisiyle kimi bireyler, kendi kimliklerini mutlaklaştırabilir, çünkü bireylerin birbirlerine hızla yaklaşmaları, kültürel ya da politik parçalanmalara; bu da marjinalleşen toplulukların kendilerini geçmişin düşüne kaptırmalarına yol açabilir. Benjamin Barber’ye göre bu kendi kimliğine kapanma, küreselleşmenin sağladığı kültürel homojenliğe karşı duyulan gerçek korkuyu artırır. [25]
Küreselleşmeden dolayı kimi bireyler köklerinden koparıldıklarını ve olup bitenler üzerinde etkilerinin olmadıklarını hissederler; sonuçta ne kadar dayanıksız ve geçici olursa olsun duvarlar kurmaya çalışırlar.[26]
René Jean Dupuy’ye göre
İnsanlar artık geleceğe inanmadıklarında ve geleceğin kötü olduğunu düşündüklerinde geçmişe dönerler. O zaman, artık gelecek sadece geçmişten ibarettir. Bu tutum, kutsallaştırılmış bir geleneğe yerleşmiş köktenciliğe götürür. İnsanlar o zaman miras-tarihe sığınmaya çalışırlar.[27]
Küreselleşmeye tepkiler, sadece sosyolojik, duygusal nedenlerden kaynaklanmaz. Bu olguya başka nedenlerden karşı çıkan pek çok bilim adamı ve entelektüel vardır. Onlar farklı gerekçelerle küreselleşmeye karşı çıkarlar. Küreselleşme karşıtlığı çok uzun ele alınması gereken bir konudur. Oysa bizim bunu ayrıntılı ele almamız ne mümkün ve ne de gereklidir. Biz sadece örnek olması bakımından iki kişinin görüşlerini vermekle yetineceğiz.
Meksikalı yazar Carlos Monsivais’e göre küreselleşme toplumları pasifleştirir; muhalefeti etkisizleştirir. Çünkü küreselleşme mutlak bir içkinlik gibi sunulmuştur. Kendisiyle uyuşmadığımızı söyleyebileceğimiz bir muhatap yoktur.[28]
Zaki Laidi ise demektedir ki,
Küreselleşmenin ayırt edici özelliği şudur: Kimse ona açık bir anlam veremez; onu kolektif bir tasavvur gibi görür ve nesnelleştirmeye çalışır. Gerçekte küreselleşme, zorlamalar toplamı gibidir, ama bir proje ya da bir umut değildir. Küreselleşme bugün evrensellik ve dünya çapında sorumluluk düşüncelerini yok etmeye doğru gitmektedir. Herkes, her ne pahasına olursa olsun, kendi farklılıklarını korumak istemektedir.[29]
Biz burada biraz ihtiyatlı davranıyoruz ve diyoruz ki, küreselleşme bir olgudur, ama bu insanlığın en son şansı mıdır yoksa kötü talihi midir? Bunu söylemek kolay değildir.[30] Ama şunu söylemek doğrudur: Küreselleşmenin gücü ne olursa olsun, toplumlar tarihlerini ve kültürlerini yaşamayı ve dillerini kullanmayı sürdüreceklerdir. Dünya- kültürünün birleştiriciliğine rağmen, kültürel miraslar, ulusal mizaçlar ve dinler, davranışları, varolma ve hissetme biçimlerini etkilemeyi sürdüreceklerdir. Zevklerin, yaşama biçimlerinin ve âdetlerin özdeş oldukları bir dünyaya doğru gitmiyoruz, fakat kapitalizmin, teknisizmin, bireyciliğin ve tüketiciliğin biçimlendirdiği bir dünyaya doğru gidiyoruz. Dünya kültürünün farklı versiyonları vardır. Uygarlıklar birbirine kapalı entiteler değildir. Onlar geleneksel işaret noktalarını ve homojenliklerini yitirerek birbirine yaklaşırlar. Dünya-kültürü evrensel bir kültür demektir. Fakat bu, dünya-kültürü özel kültürlerin çeşitliliğini ortadan kaldırır, anlamına gelmez.[31]


[1] Petit Robert.
[2] Thwaites, James D., La mondialisation: Origines, développements et effets, Presses Universitaire Lavale, Québec, 2004, p. 1.
[3] Benoist, Alain de, Critiques, théoriques, L’Âge d’Homme, Lausanne, 2003, p. 158.
[4] McLuhan, Herbert Marshall, Guerre et paix dans le village planétaire, Robert Laffon, Paris, 1970.
[5] Ibid. p. 34.
[6] Ibid., p. 42.
[7] Mercure, Daniel, Une société-monde? Les dynamiques sociales de la mondialisation, De Boeck, Bruxelles, 2001, p. 278.
[8] Abélès, Marc, Anthropologie de la globalisation, Payot, Paris, 2008.
[9] Loc. cit.
[10] Beaud, Michel, Mondialisation, p. 82.
[11] Enkiri, Gabriel, les origines de la mondialisation”.
[12] Suzanne Berger, Notre première mondialisation. Leçons d’un échec oublié, Seuil, Paris, 2003.
[13] McLuhan, Herbert Marshall, Guerre et paix dans le village planétaire, Robert Laffon, Paris, 1970.
[14] Gruzinski, Serge, Les Quatre Parties du monde. Histoire d’une mondialisation, La Martinière, Paris, 2004.
[15] Morin, Edgar, Conférence de Edgar Morin au Palais Vecchio, Firenze, 2002.
[16] Morin, Edgar, “Au Delà de la mondialisation” dans la forum une âme pour la mondialisation, Avril 2009.
[17] Lipovetsky, Gilles; Serroy Jean, La culture-monde: Réponse à une société désorientée, p. 132.
[18] Loc. cit.
[19] Ibid.
[20] Berthoud, Gérald, Quels défis pour les sciences sociales à l’heure de la mondialisation, Droz, Genève, 2006, p. 37.
[21] Mayor Federico; Bindé, Jérôme, Un monde nouveau, Unesco, Odile Jacob, Paris 1999, p. 314.
[22] Tremblay, Gaëtan, Autonomie et mondialisation: Le Québec et la Catologne à L’heure du libre, Presses Universitaire de Québec, 1990, p. 21.
[23] McLuhan, Herbert Marshall, Guerre et paix dans le village planétaire, Robert Laffon, Paris, 1970.
[24] Appadurai, Arjun, Après le colonialisme. Les conséquences de la mondialisation, Payot, Paris, 2001, pp. 61-87.
[25] Barber, Benjamin, Djihad versus Mc World, Desclée de Brouwer, 1996, p. 26
[26] Benoist, Alain, Critiques, théoriques, L’âge de l’homme, Lausanne, 2003, p. 172.
[27] René-Jean Dupuy, La sécurité au XXe siècle et la culture de la paix. Quelle sécurité? Paris, UNESCO, 1997.
[28] Godin, Christian, La totalité: La totalité réalisée, 6, l’histoire, 3, Champ Vallon, 2003, p. 670.
[29] Laidi, Zaki, Le Monde, 31 août, 1995.
[30] Morin, Edgard, “La mondialisation ultime chance ou malchance pour l’humanité”, dans Une politique de la civilisation, Arléas, Paris, 1997, p. 17.
[31] Lipovetsky; Serroy, p. 70.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder