V. BİREY VE KÜRESELLEŞME
Birey sosyal, kültürel, ekonomik, hukukî, çok çeşitli
etkilere maruz kalır. Bu etkiler genellikle toplumdan kaynaklanır. Oysa
günümüzde birey küreselleşme dediğimiz olgunun da etkisi altındadır; bu etkiyi her
geçen gün daha çok hissetmektedir. Bu, sadece sübjektif bir duygudan ibaret görülemez.
Küreselleşme açık bir realitedir. Birey, gitgide dünya yurttaşı olmaktadır. Küreselleşen
bireyin algıları artık içinde yaşadığı çevrenin algıları değildir. Onun
algıları sınırların ötesine geçer. Küreselleşmeyle birey, düşüncenin heterojen
ve heteroklit gereçlerine nüfuz eder. Bütün bunlar, küreselleşmenin birey
üzerindeki etkilerini de ele almayı gerektirir. İşte şimdi bunu yapmaya
çalışacağız. Ama önce küreselleşmenin ne olduğunu görelim ve şöyle soralım:
Küreselleşme nedir?
Sözlerimize başlarken önce belirtelim ki, küreselleşme, yeni
(1953) icat edilmiş bir kavramdır. Fransızca Petit Robert sözlüğü küreselleşmeyi şöyle tanımlar: “Bir
gurubun, başka bir guruba ait kültürel değerleri bütünüyle ya da kısmen özümsemesi
süreci ya da bir bireyin ilişkide olduğu yabancı bir kültüre uyumudur.”[1] Bu
tanımlara başka tanımlar da eklenebilir. Ama söz konusu tanımlar küreselleşmenin
tüm görünüşlerini ifade edemezler; sadece bir veya birkaç görünüşünü
yansıtabilirler. Çünkü küreselleşme sosyal, kültürel, ekonomik, politik,
enformatik, akademik vs. pek çok olgudaki değişmeleri ve gelişmeleri içerir.
Spinoza’nın terimiyle konuşursak küreselleşme sonsuz nitelikleri olan bir töz
gibidir. Tüm bu nitelikleri bir tanım altında toplamak imkânsızdır.
Küreselleşme konusunda pek çok yayın yapılmıştır. Ama bunlar, küreselleşme
kavramın içeriğini uzlaşımsal biçimde ortaya koyamamıştır. Bu durum,
sözlerimizin açık kanıtıdır.
Küresel kavramı bazen
uluslararasının eş anlamlısı olarak, bazen de ondan farklı bir anlamda kullanılmaktadır.[2]
Küreselleşmeyi kimileri ulus-devletin aşılması gibi görürler. Kimilerine göre
küreselleşme sermaye ve emek arasındaki karşıtlığın yeni bir biçimidir.
Bunların dışında daha pek çok küreselleşme anlayışları vardır. Alain de Benoist
bütün bu farklı küreselleşme anlayışlarını kültürel ve ekonomik küreselleşme
diye iki başlık altında toplar. O, demektedir ki, “bu iki fenomen birbirinin
içinde geçerse de onları karıştırmamak gerekir.”[3] Biz
bunlara iletişimin küreselleşmesini de eklemek gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü
McLuhan’ın da belirttiği gibi iletişim araçlarının sınırlar hatta kıtalar ötesi
haberleşmeyi sağlayacak şekilde gelişmesi insanlar arasındaki etkileşimi
kolaylaştırmıştır. Bu durum küreselleşmenin önemli faktörlerden biri olmuştur.[4]
İletişimdeki küreselleşme ekonomik küreselleşmeyle birlikte genellikle
bireylerin davranışlarını standartlaştırmıştır ve bireyleri sadece tüketiciler hâline
getirmiştir.
Bu kısa açıklamalardan anlıyoruz ki, küreselleşme çok
karmaşık ve çok boyutlu olduğundan, kavramsallaştırılamayan bir fenomendir. Ama
yine de bu fenomene ilişkin bazı betimler, sınırlı bazı değerlendirmeler yapmak
mümkündür. İzleyen satırlarda, amacımız budur. Biz açıklamalarımızı olabildiğince
uzlaşımsal tespitlere dayandırmaya çalışacağız.
Küreselleşme üzerinde en çok uzlaşılan konulardan biri
şudur: Bu, kaçınılmaz bir süreçtir. Artık hiçbir birey ve hiçbir topluluk bu
sürecin etkisinden kurtulamaz. Ulusçuluk, etnik merkezcilik, köktencilik ve
tikelcilik küreselleşmeyle yenilenmiştir ya da yeniden doğmuştur.[5]
Küreselleşme, sistemleri ve aktörleri birleştirir.[6]
Sosyal ve kültürel değişim alanı olarak küreselleşme,
bireyin, “ben”in anlamını yeniden bulabilmesi için, bir yeni “biz”i araştırmaya
yöneltir.[7] Bu
fenomen bireyin inançlarını ve pratiklerini gezegen ölçeğinde değiştirir.
Küreselleşme önce bireyin varolma biçimine bir meydan
okumadır. Birey artık bu yeni dünyadaki boyutlarını bilmek ve yaşayacağı yeri
yeniden yaratmak zorundadır.
Kürselleşme ne bir efsanedir ne de moda veya bavul bir
kavramdır. O, bir somut realitedir.[8] Marc
Abélès’ye göre küreselleşme ne iyidir ne de kötüdür; sadece analiz edilmesi
gereken olgusal bir durumdur.[9]
Kısaca söylersek bugün dünya her yerdedir. Sadece sermayeler
ve girişimler için değil, kültür, mikroplar, enformasyonlar, göçler için; kaygı
ve savunma tepkileri de küreselleşmişlerdir.[10]
Bugünkü anlamda küreselleşme ne zaman başlamıştır? Küreselleşmenin
ortaya çıkış tarihi küreselleşmeden ne anlaşıldığına sıkı sıkıya bağlıdır.
Örneğin kimi ekonomistlere göre küreselleşme ilk defa 1850 yıllarında
ekonominin uluslarası değişim sürecine girmesiyle ortaya çıkan bir fenomendir. Gabriel Enkiri‘ye göre küreselleşme
XIX. yüzyılın sonunda görünmüştür.[11] Suzanne
Berger’e göre ise küreselleşme, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinden başlamıştır.[12]
Sosyolog Herbert Marshall McLuhan 1962’de “Küresel köy” kavramını ortaya
atmıştır. Ona göre küreselleşme iletişimin küreselleşmesidir ve küreselleşme
süreci II. Dünya Savaşının hemen ertesinde başlamıştır (1948’de transistorlu
radyo icat edilmiştir; 1956’da kıtalararası kablolu telefon kurulmuştur, 1962’de
uyduyla haberleşme dönemi başlamıştır).[13]
Ortaya çıkış tarihi
ne olursa olsun, küreselleşmenin günümüze ait bir gelişme olduğu tartışmasızıdır.
Küreselleşme uzun bir evrimin sonucudur. Evrimin başlangıcını Fernand Braudel
ve son zamanlarda Serge Gruzinski gibi tarihçiler, Rönesans’a kadar geri
götürürler.[14]
Daha yaygın bir görüşe göre küreselleşme XVI. yüzyıldaki üç gelişmeyle
başlamıştır. Bunlar, Amerika’nın keşfi, Macellan’ın dünyanın çevresini
dolaşması ve Kopernikus’un evrenin sonsuzluğunu keşfetmesidir. O zamandan beri
insanlar yerel ontolojilerde değil, gökkürelerinde oturmaktadır.
Morin küreselleşmeyi kıtalararası patojenik-botanik geçişler
gibi anlar. Ona göre ilk küreselleşen şey, mikroplardı. Batının mikropları
Kızılderilileri dalga dalga etkiledi; buna karşılık, frengi mikrobu, Amerika’dan
Avrupa’ya ve İspanya’ya buradan da İpek Yolu’yla Şanghay’a bulaştı. Mısır,
domates, patates Amerika’dan Avrupa’ya, at; buğday vs. Avrupa’dan Amerika’ya
geçti.[15]
Görüldüğü gibi bu küreselleşme anlayışı bizim bugün anladığımızdan oldukça
farklıdır. Buna gezegenleşme demek belki daha doğrudur. Küreselleşme ve
gezegenleşmenin ortak yönü, kıtalararası hareketliliktir. Gezegenleşme insan
dışındaki canlıların insanın etkisiyle kıtadan kıtaya tanşınması olduğu hâlde
küreselleşme bizzat insanın taşınmasıdır.
Aşağıda göreceğimiz gibi, bu küreselleşme, daha doğrusu
gezegenleşme, her zaman yararlı değişimlerden ibaret olmadı. O aynı zamanda
Amerika’da Asya’da ve Afrika’da Avrupalıların kolonileştirmelerine de yol açtı.[16]
Dünyaya egemen olmayı sürdüren Batı, bu egemenliğin karşıt kutbunu ortaya
çıkaracak, ezilen ve sömürgeleştirilen halkların bu durumdan kurtulmalarına
izin verecek düşüncelerin tohumlarını da attı. İnsan hakları ve demokrasi
düşünceleri küreselleştiklerinde, ekonomik çıkarların hegemonya aracı olan
şimdiki küreselleşmenin karşıtı olur.
Küreselleşme terimi uluslar, insani aktiviteler ve politik sistemler
arasındaki karşılıklı bağlılık ilişkilerini dünya ölçeğinde geliştirme ve
uyuşturma anlamına gelir. Küreselleşme, potansiyel gücünü eyleme geçiren
modernitenin son aşamasıdır. Bu kavram bizi “dünya” kelimesinin anlamını düşünmeye
davet eder. “Dünya”nın anlamı bireyin sübjektif eğilimlerine göre değişir.
Küreselleşme sadece homojeni üretmez; heterojenliği
çeşitliliği ve bireyselliği de yaratır. Medya, filmler ve elektronik haberleşme
sayesinde bireyler, farklı hayat modellerini görebilirler; böylece kendi
varoluşlarını yeni açılardan düşünebilirler.[17]
Küreselleşme sayesinde kolektif kimlikle ilişkiler, kurumsal
ya da geleneksel ilişkiler olmaktan çıkar. Herkes kendi kolektif ortamını
oluşturur; kurumsal ya da geleneksel kimliğini sürdürmek yerine sorgular. Dünya
ölçeğindeki kültürel ögelerin yoğun biçimde tüketilmesiyle toplumlar arasındaki
farklar azalır. Fakat bir ve aynı toplumlarda bireylerin ve yaşama biçimlerinin
farkı artar.[18]
Küreselleşmenin dünya çapında etkileri vardır. Bu etkiler,
bireyler, gruplar, kurumlar, kuruluşlar; toplumlar, devletler ve uluslararası
ilişkiler üzerinde çeşitli biçimlerde hissedilmektedir. Şimdi bu etkileri
ayrıntıya girmeden ifade etmeye çalışalım.
Küreselleşme, her toplumun dünyaya açılmasına, sınırları
dışına çıkabilmesine, gelişmiş bir hukuka ve geniş özgürlüklere sahip
olabilmesine; insanların daha barışçıl ortamlarda yaşayabilmelerine imkân
vermiştir; en azından böyle bir durumun mümkün olabileceği düşüncesini
uyandırmıştır. Morin küreselleşmenin bu olumlu etkilerini şu sözüyle naif bir
iyimserliğin gerekçesi yapar: Öyle görünüyor ki, bundan böyle bütün insanların
problemleri ortak olacaktır. Onlar ortak bir kaderi yaşayacaklardır; hayat ve
ölüm problemleri de ortak olacaktır.[19]
Küreselleşme ulusların, kuruluşların ve özellikle bireylerin
birbirlerine çeşitli yollarla bağlanmalarını sağlamış, böylece yeni ilişkiler,
yapılar ve değerler ortaya çıkarmıştır. Bütün bu yenilenmeler ya da yeniden
doğuşlar sadece tikelciliğin evrenselleştirilmesi ve evrenselciliğin tikelleştirilmesi
süreçlerinin anlarıdır.[20]
Küreselleşme dünyaya ilişkin yeni bir imge yaratmıştır; kimlikleri, kültürleri
ve onların karşılıklı ilişkilerini değiştirmiştir.
Küreselleşme eğitim programlarını bile etkilemiştir.
Üniversitelerin bu sürece bağlı olarak gençleri kendi toplumları ve küresel
topluluklar arasında bir ilişki kurabilecek şekilde yetiştirmeleri istenmektedir.[21]
Küreselleşme bireyin toplumla ve devletle ilişkilerini de
değiştirmiştir. Antik Dünya’dan modern zamanlara kadar birey topluma, devlete
sıkı sıkıya bağlıydı. Devlet “bireyin annesi”ydi; birey devlette doğup
gelişiyordu. Oysa küreselleşen dünyada bireyle devletin ve toplumun ilişkileri
değişti. Devlet artık, bireyi himaye etme fonksiyonunu yerine getiremez oldu. Bireyin
bir ülkeye, bir kültüre, bir ırka, bir dile, her ne pahasına olursa olsun,
bağlanmak zounda olduğu duygusu zayıfladı. Bireyle devlet arasındaki ilişkiler,
uluslararası göçlerin gösterdiği gibi kırılganlaştı; tümüyle kaybolmasa bile
gittikçe zayıfladı.
Yurttaşlık, artık birey ve mensubu olduğu devlet arasındaki
ayrıcalıklı bir ilişki olmaktan çıktı. Çünkü bireyin ulus-devletin ona
veremediği başka bilgilere ve araçlara ihtiyacı vardı. O yüzden eğer deyim
yerindeyse, “devlet-toplum ana kucağı”nın yerini “yeryüzü gezegeni” denen
mega-küre aldı. Birey artık kendini bir ülkenin yurttaşı gibi değil, mega-kentin
bir parçası gibi gördü. Sonuçta o, mega devletin sürekli yer değiştiren bireyi
oldu.
Kısaca söylersek, birey, bir yandan içinde doğduğu ve
eğitildiği toplumun kültürünü ve geleneklerini korumak ister. Diğer yandan
küreselleşmenin empoze ettiği normlara ve değerlere kendini uydurmaya ve
onlarla uyumlu olmaya çalışır. Bir ulusa bağlı kalmak ve insan türünün
evrenselliğine ait olmak; bu, pek çok kişi tarafından aşılması oldukça zor
görünen bir çelişkidir. Yerellik ve küresellik arasındaki bu çelişki bireyin iç
dünyasında çatışır. O yüzden hayatın farklı ögeleri sürekli hareketli, esnek ve
değişken hâle gelir [22];
küreselleşmede yaşanan “güvensizlik, pek çok kişiye evrensel bir değer gibi
görünür.
Küreselleşme sadece
bireyin devletle ilişkilerini değiştirmedi; devlet adamı anlayışı da
farklılaştı. Eski politikacı-devlet adamı prototipi ortadan kalktı. Önceden
kullanılan politik araçlar hitabet, yönetim becerisi, duyarlık, alçakgönüllülük,
tarih bilgisi, felsefe, hukuk bilgisiydi. Bunlar küreselleşmeyle birlikte devlet
adamı ve politikacı için önemlerini yitirdiler. Bu göstergelerin ve tutumların
karışımından ibaret iktidar protokolü terk edildi, çünkü birey, kültürel ve siyasal
yapıların pasif bir katılımcısı değildir. Tersine küreselleşme, bireye yeni
kültürel biçimler türetebilen pek çok “kamuoyu” sunar.
Küreselleşme bireyi sadece siyasal açıdan etkilemekle
kalmadı; onun üzerinde ekonomik etkiler de yaptı. Ekonomik etki, en az siyasal
etkisi kadar önemlidir. Küreselleşen bireyin tüketim biçimini kendi ulusu değil,
uluslararası kuruluşlar belirledi. Küresel ekonomi bireyi ortadan kaldırdı; bireyleri
politik eylemlerde bulunan aktörlerden çok, sadece tüketici gibi gördü; tüketiciliği,
bireylerin mümkün eylemlerinin temel kategorisi gibi gördü. Birey artık “çok
değişken”, “zaping yapan” tüketicidir. Küreselleşen birey, temel yani fonksiyonel
ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmedi, zihnine kazınan tüketim nesnelerine sahip
olmayı düşündü; duygularının, heyecanlarının ve tüketici aklının emrine girdi;
bazı kavramlara dayalı kategoriler aracılığıyla etkilendi. Tüketici bireyi anlamak
her geçen gün daha zorlaşır, çünkü onu kategorize etmek her gün daha güçleşir.
Aralarındaki derin farklardan dolayı tüketici-bireyler bir magma oluştururlar.
Küreselleşme
çelişkili biçimde çok kutuplu bir dünya ortaya çıkarır ve bireyin bilgisi
gittikçe parçalı hâle gelir. Küreselleşme bireyler arasında, bireylerin değerleri
düşünceleri ve yaşama biçimleri arasındaki ilişkiyi her zamankinden daha çok
artırmıştır.
Politik alanda gruplar bireylere bir kimlik verebilirler. Dil ve kültür, kimlik fenomenlerinin
temelindedir. Kimlik, bir kişinin belli bir sosyal gruba ait olmasına ve onunla
özdeşleşmesine izin veren eylemin, dilin ve kültürün stokudur. Kültürün
küreselleşmesi çerçevesinde bir ve aynı birey, dilin, kültürün ve dinin farklı
ögelerini, içinde bulunduğu bağlama uydurarak yaşayabilir. Birey bunu, dilini,
beslenme alışkanlıklarını, eyleme stokunu, kısaca kültürünü kaybetmeden yapabilir.
Bireyin başka toplumlarla ilişkisi çok çeşitli tepkilere neden olabilir.
Örneğin öteki’ni kimi birey idealleştirebilir; kimi birey reddedebilir ve
yabancı düşmanı olabilir; kimi birey de pek çok grup ya da kültür içinde problemsizce
yaşayabilir. Bu sonuncu türde pek çok birey vardır.
Küreselleşme bireye, tümüyle yeni; iletişim teknolojilerinin
ve enformasyonun gelişmesiyle nüfuz edilebilir bir dünyada yaşadığı duygusunu
verir. Bu yeni dünyada her şey bireyselliği teşvik ediyor gibidir. Her zaman
her insan çeşitli ağlara bağlanabilir, oradaki kişilerle iletişimde
bulunabilir; bu nedenle insan bedenleri artık sabit değildir, fizik ve potansiyel
hareketliliği yaşar.
Birbirlerine ağlarla bağlı bireyler McLuhan’a göre, kültürün
yeni biçimini oluştururlar. Elektronik iletişim sayesinde birbiriyle dayanışma
içindeki bireylerin günlük hayatları iç içe geçer. Elektronik postayla
iletişimler gezegen çapında bilinç uyandırır. Fakat bu bilinç coşkusal, ilkel
bir boyut içerir.[23]
Yeni teknolojiler en azından teoride bireyler ve topluluklar
arasında hiyerarşik değil, açık ve uzlaşımsal ilişkileri yüreklendirdi. Çağdaş
ulaşım ve haberleşme araçları, uçak, telefon, internet, bireyleri kendi toplumlarından
ve ailelerinden az veya çok uzaklaştırdı. Bireyleri, sınırlar ötesinde ortak
zevklerin, değerlerin ve projelerin paylaşıldığı yeni toplulukların üyeleri hâline
getirdi.
Sinema filmleri, televizyon dizileri ve internet paylaşım
sitelerindeki videolar gibi imge endüstrileri tüm gezegende kitle hâlinde
yaşayan ulusal ötesi bir kültür yaratmayı başarmıştır. Fakat bundan, bireylerin
gitgide tek biçimli hâle geldikleri sonucunu çıkaramayız. Gerçekte kültürel
ürünler kamuoyunu parçalamaya, imgelemeyi özgürleştirmeye ve geleneksel
kimlikleri belirsizleştirmeye, etkisizleştirmeye katkıda bulunur.[24]
Dünya her şeyden önce bir ağ dünyasıdır. Ağların özelliği
akıcı ya da dalgalı olmalarıdır. Bu ağlarda her şey paralar, semboller,
imajlar, programlar hızla bir ağa bağlanırlar ve bir ölçüde şeffaflıklarını yitirirler,
çünkü onların ne merkezleri ne de çevreleri vardır. Ağlar sosyal ilişkilerin
yeni “fraktal” türünü yaratırlar. Çeşitli konularda birbirine yakın, kanıları
birbirine benzeyen ya da çıkarları ortak pek çok kişiyi, aralarında çok uzak
mesafeler de olsa doğrudan ilişkilendirir. Böylece uluslar üstü yeni kimlikler
oluşturur. Bugün ağlar çok çeşitlidir; endüstri ve finans ağları; bilgi ağları,
suç ağları vs. bütün bu ağların işleme biçimi yerellikten kurtulmadır. Çok
uluslu büyük firmalar, büyük endüstri kuruluşları, uyuşturucu kartelleri, terörist
gruplar ve mafyalar hep yanı şekilde hareket ederler; kendi aktivitelerine en
uygun yeri seçerler; eğer daha iyi şartların olduğu bir yer bulurlarsa oraya
giderler.
Toplum, teknik ve
dil, bireylerden öncedir. Toplumsal yapının biyolojik bir yanı olduğu
inkâr edilemez; tıpkı aile gibi toplum da dil ve kültür tarafından belirlenmiştir;
toplumsal isteklerin ne olduğu ve bu isteklerin nasıl karşılanacağı yine dil ve
kültür aracılığıyla bilinir. Burada şöyle temel bir tespit yapmak uygundur: Psikolojik olanı ortaya çıkaran şey, sosyal
olanın biyolojik olana etkisidir; toplum, kognitif bir yapıdır.
Birey küreselleşme olgusuna pek çok faktörün etkisiyle
bağlanır. Bu bağlanma yollarını üç grupta toplayabiliriz:
a) Değerlerle Bağlanma: Bireyi küreselleşme konusunda motive
eden pek çok değer vardır. Bunların en önemlileri özgürlük, hoşgörü, farklılığa
ve bireye saygı, dayanışma isteği ve kamu malına saygıdır.
b) Kimlikle bağlanma: Birey küreselleşme sürecine kendi kimliğiyle
birlikte katılır. Kimlik etnik kökenine, dinî inancına, sosyal grubuna bağlı
bir tanımlamadır; toplumsal yapının bir parçası olma ihtiyacını karşılar.
c) Ürünlerle bağlanma: Küreselleşmiş birey kendisini daha
doğrusu kimliğini kullandığı eşyaların markalarıyla ya da sembolleriyle ifade
eder. O, şu veya bu markayı tüketenler topluluğunun bir parçasıdır. Giydiği
spor ayakkabının markası bireyi, basketbol sitesinin bir yurttaşı yapabilir.
Küreselleşme sürecinde kimi gelişmiş toplumlar diğer
toplumlara egemen olmaya çalışmışlardır; kendi çıkarlarını onların zararına elde
etme gayreti gütmüşlerdir. Bu durum sivil toplum kuruluşlarının ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Sivil toplum kuruluşları, resmi politik yapıların
dışında hareket eder. Bu kavram günümüzde yeni bir anlam kazanmıştır. Hegel’de
ya da Marks’ta sivil toplum, kamu yararını dikkate alan devletin dışında
bireylerin ya da çıkar topluluklarının yararlarının eylem alanı anlamına
geliyordu. Günümüzde ise sermayeyi/devleti protesto eden grupların bağımsız
organizasyonu demektir.
Küreselleşmenin etkisiyle kimi bireyler, kendi kimliklerini
mutlaklaştırabilir, çünkü bireylerin birbirlerine hızla yaklaşmaları, kültürel
ya da politik parçalanmalara; bu da marjinalleşen toplulukların kendilerini geçmişin
düşüne kaptırmalarına yol açabilir. Benjamin Barber’ye göre bu kendi kimliğine
kapanma, küreselleşmenin sağladığı kültürel homojenliğe karşı duyulan gerçek
korkuyu artırır. [25]
Küreselleşmeden dolayı kimi bireyler köklerinden
koparıldıklarını ve olup bitenler üzerinde etkilerinin olmadıklarını hissederler;
sonuçta ne kadar dayanıksız ve geçici olursa olsun duvarlar kurmaya çalışırlar.[26]
René Jean Dupuy’ye göre
İnsanlar artık geleceğe inanmadıklarında ve
geleceğin kötü olduğunu düşündüklerinde geçmişe dönerler. O zaman, artık
gelecek sadece geçmişten ibarettir. Bu tutum, kutsallaştırılmış bir geleneğe
yerleşmiş köktenciliğe götürür. İnsanlar o zaman miras-tarihe sığınmaya çalışırlar.[27]
Küreselleşmeye tepkiler, sadece sosyolojik, duygusal
nedenlerden kaynaklanmaz. Bu olguya başka nedenlerden karşı çıkan pek çok bilim
adamı ve entelektüel vardır. Onlar farklı gerekçelerle küreselleşmeye karşı
çıkarlar. Küreselleşme karşıtlığı çok uzun ele alınması gereken bir konudur.
Oysa bizim bunu ayrıntılı ele almamız ne mümkün ve ne de gereklidir. Biz sadece
örnek olması bakımından iki kişinin görüşlerini vermekle yetineceğiz.
Meksikalı yazar Carlos Monsivais’e göre küreselleşme
toplumları pasifleştirir; muhalefeti etkisizleştirir. Çünkü küreselleşme mutlak
bir içkinlik gibi sunulmuştur. Kendisiyle uyuşmadığımızı söyleyebileceğimiz bir
muhatap yoktur.[28]
Zaki Laidi ise demektedir ki,
Küreselleşmenin ayırt edici özelliği şudur:
Kimse ona açık bir anlam veremez; onu kolektif bir tasavvur gibi görür ve
nesnelleştirmeye çalışır. Gerçekte küreselleşme, zorlamalar toplamı gibidir,
ama bir proje ya da bir umut değildir. Küreselleşme bugün evrensellik ve dünya
çapında sorumluluk düşüncelerini yok etmeye doğru gitmektedir. Herkes, her ne
pahasına olursa olsun, kendi farklılıklarını korumak istemektedir.[29]
Biz burada biraz ihtiyatlı davranıyoruz ve diyoruz ki, küreselleşme
bir olgudur, ama bu insanlığın en son şansı mıdır yoksa kötü talihi midir? Bunu
söylemek kolay değildir.[30] Ama
şunu söylemek doğrudur: Küreselleşmenin gücü ne olursa olsun, toplumlar
tarihlerini ve kültürlerini yaşamayı ve dillerini kullanmayı sürdüreceklerdir.
Dünya- kültürünün birleştiriciliğine rağmen, kültürel miraslar, ulusal mizaçlar
ve dinler, davranışları, varolma ve hissetme biçimlerini etkilemeyi
sürdüreceklerdir. Zevklerin, yaşama biçimlerinin ve âdetlerin özdeş oldukları
bir dünyaya doğru gitmiyoruz, fakat kapitalizmin, teknisizmin, bireyciliğin ve
tüketiciliğin biçimlendirdiği bir dünyaya doğru gidiyoruz. Dünya kültürünün
farklı versiyonları vardır. Uygarlıklar birbirine kapalı entiteler değildir.
Onlar geleneksel işaret noktalarını ve homojenliklerini yitirerek birbirine
yaklaşırlar. Dünya-kültürü evrensel bir kültür demektir. Fakat bu,
dünya-kültürü özel kültürlerin çeşitliliğini ortadan kaldırır, anlamına gelmez.[31]
[1] Petit Robert.
[2] Thwaites, James D., La mondialisation: Origines,
développements
et effets, Presses Universitaire Lavale, Québec, 2004, p. 1.
[3] Benoist, Alain de, Critiques, théoriques, L’Âge d’Homme,
Lausanne, 2003, p. 158.
[4] McLuhan, Herbert Marshall, Guerre et paix dans le village planétaire,
Robert Laffon, Paris, 1970.
[5] Ibid. p. 34.
[6] Ibid., p. 42.
[7] Mercure, Daniel, Une
société-monde? Les dynamiques sociales de la mondialisation, De Boeck, Bruxelles, 2001, p. 278.
[8] Abélès, Marc, Anthropologie de la globalisation, Payot,
Paris, 2008.
[9] Loc. cit.
[10] Beaud, Michel, Mondialisation, p. 82.
[11] Enkiri, Gabriel, “les origines de la mondialisation”.
[12] Suzanne Berger, Notre première mondialisation. Leçons
d’un échec oublié, Seuil, Paris, 2003.
[13] McLuhan, Herbert Marshall, Guerre et paix dans le village planétaire,
Robert Laffon, Paris, 1970.
[14] Gruzinski, Serge, Les Quatre Parties du monde. Histoire
d’une mondialisation, La Martinière, Paris, 2004.
[15] Morin, Edgar, Conférence de Edgar Morin au Palais Vecchio,
Firenze, 2002.
[16] Morin, Edgar, “Au
Delà de la mondialisation” dans la forum une âme pour la mondialisation,
Avril 2009.
[18] Loc. cit.
[19] Ibid.
[20] Berthoud, Gérald, Quels défis pour
les sciences sociales à l’heure de la mondialisation, Droz, Genève, 2006, p. 37.
[22] Tremblay, Gaëtan, Autonomie et mondialisation: Le
Québec et la Catologne
à L’heure du libre, Presses Universitaire de Québec, 1990, p. 21.
[23] McLuhan, Herbert Marshall, Guerre et paix dans le village planétaire,
Robert Laffon, Paris, 1970.
[24] Appadurai, Arjun, Après le colonialisme. Les conséquences de
la mondialisation, Payot, Paris, 2001, pp. 61-87.
[25] Barber, Benjamin, Djihad
versus Mc World, Desclée de Brouwer, 1996, p. 26
[27] René-Jean Dupuy, La sécurité au XXe siècle et la
culture de la paix. Quelle sécurité? Paris, UNESCO, 1997.
[28] Godin, Christian, La totalité:
La
totalité réalisée, 6, l’histoire, 3, Champ Vallon, 2003, p. 670.
[29] Laidi, Zaki, Le Monde, 31 août, 1995.
[30] Morin, Edgard, “La mondialisation ultime chance ou malchance pour l’humanité”,
dans Une
politique de la civilisation, Arléas, Paris, 1997, p. 17.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder