17 Mayıs 2020 Pazar

İNSAN NİTELİKLER YUMAĞIDIR


2. İnsanın Karmaşıklığı

İnsanın karmaşıklığı doğal bir dünyada ve bir çevrede yaşamasının sonucudur. Karmaşıklık, insanı basit bir varlık gibi görmeyi dışlar.[1] İnsan gerçekte, dünyasının ve çevresinin ayrılmaz bir parçasıdır. Onun karmaşıklığı, yer aldığı bütünün karmaşıklığı sayesinde anlaşılabilir. Bu yüzden açıklamalarımıza evrenin karmaşıklığıyla başlamak istiyoruz. Fizik bilimleri ilk önceleri dünyanın kusursuz düzenini, oradaki mutlak ve sürekli determinizmi; atom, molekül ve parçacık gibi kurucu fiziksel ögelerin basitliğini ortaya çıkarabileceklerine inandılar. Ancak bilimsel gelişmeler gösterdi ki, evren son derece karmaşık bir yapıya sahiptir. XIX. yüzyıldan itibaren termodinamik, evrensel dengesizlik, bozulma ve düzensizlik ilkesini keşfetti. XX. yüzyılda bu ilke, tüm kozmosa yayıldı. Zamanın başlangıcı, fiziksel basitliğin varsayımsal yeri için bile bu ilke uygulandı. Mikro fizik parçacığın son derece karmaşık bir yapısı olduğunu keşfetti. Karmaşık organizasyonun, düzenin ve çalkantıların sınırında doğduğu gösterildi. Bundan böyle organizatör kaos’tan söz edildi.[2] Hatta daha ileri gidilerek kaosmos terimi evrene ilişkin betimleyici bir kavram gibi kullanıldı; basit bir dünyanın öldüğü ilan edildi.[3] Fakat gerçekte basitleştirici düşünce ölmedi ve karmaşık düşünce doğmaya çalıştı.[4] Sonuç olarak, artık ortaya çıkmıştır ki, evren mükemmel bir makine gibi değildir, hem bütünlüğünü kaybeden hem de organize olan süreçlerden ibarettir. Yaşadığımız dünyanın fenomenleri son derece karmaşıktır. Bu karmaşık fenomenlerin her birini inceleyen modern bir bilim vardır. Her orijinal bilim, bu fenomenlere uygun analiz araçlarına sahiptir.[5]
İnsan da tıpkı evren gibi, çok farklı özelliklere sahiptir. İnsan, biyolojik, psikolojik, antropolojik, sosyolojik, mitolojik vs. olduğu için karmaşık bir varlıktır. Ayrıca o, bireysel varoluşu olduğundan, mikro-boyuta sahiptir;[6] gezegenin bütünü içinde yer aldığından, makro boyutu da içerir. İnsanı karmaşık, mikro ve makro boyutları olan bir varlık gibi anlayamazsak, insan karmaşıklığını yanlış ya da tek boyutuyla düşünürsek, büyük ıstıraplar ve pek çok trajedi ortaya çıkarabilir.[7]
 “İnsan basitliğe indirgenemez; birlikten ibaret görülemez; zira çokluktur; homojen kabul edilemez, çünkü heterojendir.”[8] Bir matematikçi için sayı kavramı açıktır. Ama insan ve toplum bilimcisi için insan pek de açık değildir. Karmaşıklık bizim entelektüel sistemlerimizi bile etkiler.[9]
Bundan dolayı insan ve toplum bilimlerinin durumu çok karmaşıktır. Bütün insan ve toplum bilimleri teorileri, karmaşıklıktan uzak durmaya çalışır; insanı belli bir yönüyle incelerken, homojen ve doğal bir nesneyi objeleştiriyorlarmış gibi davranır. Oysa karmaşıklık, insana özgü en temel realitelerdendir. İnsan ve toplum bilimcisi onu, kovduğuna inandığı yerde yeniden karşısında bulur ve kabullenmek zorunda kalır. Bu nedenle insan ilişkin bilgi çok güçtür. Bu bilgi, özü gereği çok karmaşıktır yani çok boyutludur. Söz konusu bilgi, insanı etkileyen faktörlerin bütününü birleştirmeyi gerektirir.[10]
Biz gündelik hayatta birtakım ilkelere göre düşünürüz. Bu ilkeler, ayırma, indirgeme ve soyutlamadır. Bilgi objelerini birbirinden ayırırız. Bu objeleri birbiriyle dayanışma, etkileşim ve içerme hâlinde kavramamız zordur. Biz daha çok temel birlikleri veya sistemleri oluşturan bölümleri bilebiliriz.
Fenomenleri aşırı özelleştirme, onların karmaşık yapılarını parçalar; sadece isteğimize göre oluşan bölümleri gerçek olarak görmeye yol açar. Denetlenemeyen soyutlama ise, formülleri ve denklemleri realiteler gibi düşünme eğilimindedir.
Karmaşıklığı incelerken ister istemez, zekâya itaat ederiz. Zekâ, objeleri birbirinden ayırır; çevrelerinden koparır, sistemlerden ya da bütünlerden soyutlar.[11] Buna bağlı olarak biz, gitgide somut fenomenlere ve temel problemlere daha duyarsız hâle geliriz; düşüncemizi organize edemeyiz. Sonuçta, gözlemin düştüğü yanılgıdan daha büyüğüne düşeriz ya da mantığın düştüğü hatadan daha ciddisine kapılırız.[12]
 Karmaşıklık, çeşitli ögeleri içerir ve birleştirir; bir varlığı oluşturan pek çok fenomeni veya tözü bir araya toplar.[13] Karmaşıklık, her durumda çeşitli ögelerden dokunma, kurulma ve oluşturulma demektir. Bundan dolayı karmaşık olanda, bir ve çok, bütün ve bölümler, obje ve süje, düzen/düzensizlik ve organizasyon birbirinden ayrılamaz; birbirlerine bağlıdır. Bir karmaşıklık değil, fakat karmaşıklar yığını vardır; bu karmaşıklıklardan bazıları deneyseldirler (düzensizlikler, rastlantı, komplikasyonlar, iç içe geçmiş eylemler ve karşı eylemler), diğerleri de mantıksaldır (fenomenlerin ya da verilerin rasyonel bir incelemesinden sonra ortaya çıkan doğrusal nedenselliğin yetersizlikleri, karşıtlıklar).[14]
Keyfi olarak ayrılan ve izole edilen objeler birbiriyle dayanışır; birbirini içerir. Bu, karmaşıklık düşüncesinin dayandığı bir ilkedir. Bu düşünce bölümleri bütüne, bütünü de bölümlere gönderir; düzen/düzensizlik/organizasyon arasında diyalojik ilişki olduğunu kabul eder. Sistemlerin ve eko-sistemlerin birbirini içerdiklerini varsayar; bilgi objelerini objektif bir realite ve gözlemciler/kavramlaştırıcılar arasında bir iş birliğinin ürünleri olduğunu ileri sürer.
İnsanın karmaşıklığı onun duygularının ve düşüncelerinin homojen yorumunu dışlar ve eylemlerin tek boyutlu bir tasavvuruna karşı durur. Bu karmaşıklık bireyin ezeli ve evrensel değerlerle özdeşleşmesini yasaklar; insanda her zaman aynı şekilde yargıya varmayı imkânsızlaştırır.[15]
Karmaşıklığı bir paradigma diye nitelersek buna yeniden bağlama paradigması (paradigme de reliance) diyebiliriz.[16] Bu paradigma, pek çok alandan ya da birbirine bağlı ögelerden oluşan bir dünya görüşünü önerir. Bu amaçla o, her dikotomiyi ya da ayırımı reddeder; fizik/psişik, doğa/kültür, bireysel/kolektif ikilemini ortadan kaldırır.[17] Bundan dolayı araştırmacı kesişim noktasına, döngüsel ilişkiye, karşılıklı ilişkiye yönelir; entitelerin bağımsız ve hipotetik varlığına bakmaz. Birey ve toplum gibi iki karşıt terimi dikkate almak yerine şöyle düşünür: “Bizi üreten toplumu üretiyoruz.”[18]
Karmaşıklık insan psişesinde nedenlerin ve etkilerin son derece iç içe geçmesine yol açar. Bu durum ise insanı kavranması imkânsız değilse bile en zor anlaşılan bir varlık yapar.[19]
Karmaşıklık bir cevap değil, bir sorundur. O, düşüncenin uygulayacağı bir reçete gibi görülemez, çünkü düşünceye bir meydan okumadır. Karmaşıklığı, tamamlanmışlık da sayamayız; zira o, kesinsizlikleri ve çelişkileri kabul eder. Karmaşık düşünce açık ve seçik fikirleri yok saymaz; determinizmleri, ayırımları ve ayrılıkları geçersiz saymaz, fakat onları bütüne yerleştirir.[20]
Fizik, biyolojik, sosyal, kültürel, psişik ve zihinsel bir varlık olduğumuzu düşünmeye çalışırsak, açıktır ki, karmaşıklık, bütün bu görünüşlerin eklemlenmesini, özdeşliğini ve farklılığını kabul etmeye çalışır. Oysa basitleştiren düşünce ya bu farklı görünüşleri ayırır ya da sakatlayıcı bir indirgemeyle birleştirir. Bu anlamda açıktır ki, karmaşıklığın tutkusu kognitif disiplinler ve kategoriler arasındaki, bilgi tipleri arasındaki kopukluğun yok ettiği eklemlenmeleri açıklamaktır. Karmaşıklık çok boyutlu bilgiyi gerektirir. Karmaşıklık, incelenen bir fenomene ilişkin tüm bilgileri vermez, fakat bütün boyutlara saygı gösterir. Unutmamalıdır ki, insan biyo-sosyo-kültürel bir varlıktır. Sosyal fenomenler aynı zamanda ekonomik, kültürel, psikolojik vs. olaylardır.[21]
Tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi, insan ve toplum bilimlerinde de amaç fenomenlere ilişkin objektif açıklamalar yapmaktır. En yüce obje, merkezî kavram birey, sadece obje şartlarına uygun ele alındığı takdirde anlaşılabilir. Bu tarzda elde edilen bilgi de, pek çok süje tarafından doğru kabul edilebilir. Peki, insan nasıl objeleştirilebilir? Cevap olarak denebilir ki, bu tıpkı yapısalcılığın yaptığı gibi, insanı nesneleştirerek ve süjeyi bilinç olarak özel yaşantılar olmaktan çıkararak yapılabilir. Bu takdirde insan ve toplum bilimleri, tutarlı bilimler olabilir ve bilimin amaçladığı objektifliği gerçekten elde edebilir. Kuşkusuz insanın nesneleştirilmesi ve bilincin kavramsallaştırılması objektif bilgi için gereklidir, ama yeterli değildir. Bunların dışında şu soruların da cevaplandırılması gerekir: Bir obje nedir? Yapılandıran süje olmadan yapı olabilir mi? Şimdi kısaca bu konuya değinelim.
1. Bilincin özelliği, süje-obje ilişkisini içermesidir. Yönelimlilik dediğimiz şey, tam anlamıyla budur.[22] Fakat insanın bir başka özelliği daha vardır: Bir Dünya gerçeği içinde ele alınması. İnsan ve toplum bilimleri insanın ne olduğunu onun dünyadaki durumundan hareketle açıklamaya çalışır. İnsanı her sosyal ve doğal realiteden kopuk, ideal bir gökyüzünün altında yaşayan varlık gibi düşünemeyiz. Bir insan, dilbilimci için bir konuşan’dır, sosyolog için toplumda yaşayan birey’dir; ekonomist için bir tüketici’dir, politikacı için bir seçmen’dir ve bir vatandaş’tır, efsane uzmanı için bir inanan kişi’dir, psikanalist için bilinçaltı itkilerine maruz süje’dir. İnsan ve toplum bilimlerinden her biri insani bir şahsı analiz eder; özel bir alanla meşgul olur ve bu alanı keşfeder.[23] Dikkat çeken şey, doğal nesnelerin göreceli basitliğinin tersine, insan ve toplum bilimleri sayesinde somut insanın karmaşık özelliğiyle ilişkiye girme ve bu özelliği kavrama imkânı elde etmemizdir. Bu karmaşıklık, insan ve toplum bilimlerinin kazanımlarını bir araya toplayabilmek ve yeniden düşünebilmek için, çok büyük bir sentez çabasını gerektirir.[24] Edgard Morin, La Méthode adlı kitabında, insanın karmaşıklığını bilimlerden elde edilen verilerin karmaşıklığı içinde yeniden kavramaya çalışarak, bu bakış açısını geliştirir. Ona göre insanı physis (fizik) alanında, hayat alanında ve antropo-sosyal alanda kavrayabiliriz.[25]
2. Geçerli bilgi düzeni oluşturmak için harcanan çaba, her disiplini uygun bir metodoloji arayışına yöneltti. Psikoloji testler uyguladı, sosyoloji kamuoyu araştırmaları yaptı, etnolog araştırmalarını kendi belirlediği kurallara göre yaptı. İnsan ve toplum bilimleri olguları ve olgulara ilişkin genelleştirmeleri bir araya topladı. Bu bir sürü olguyu inceleyebiliriz. Fakat araştırmaların çokluğu, insan hayatının önemli sorunlarına ilişkin bir kesinlik vermez. İnsanbilimleri bize karışık ve organize olmamış bilgiler verir. Bu deyim yerindeyse, üst üste yığılmış ve karmakarışık bilgileri insana ilişkin özel bir vizyonla birliğe kavuşturabiliriz ve onlara bir anlam verebiliriz. Michel Henry La Barbarie (Barbarlık) adlı kitabında bilimsel hakikatlerin biriktirilmesiyle ortaya çıkan karışıklığın bir anlam üretmediğini çok iyi gösterir.[26] İnsan davranışlarını yaşa, cinsiyete, sınıfa, toplum tiplerine göre açıklayabiliriz; davranışları gerçekleştikleri durumlara uygun biçimde anlayabiliriz. Kategori tiplerini daha ince ayırımlara göre yapabiliriz; gruplamaları çoğaltabiliriz, biçimleri ve yapıları aydınlatabiliriz; kısaca daha bilimsel daha objektif sonuçlara ulaşabiliriz.[27] Ama insanın karmaşıklığını ortadan kaldıramayız.
İnsanı değişmez bir doğaya ya da nicelendirilebilen bazı ögelere indirgeyemeyiz. Bizi farklılaştıran şey, her birimizin tek bir varlığımızın olmasıdır. Günümüzde insan doğası kavramının yerini insanın karmaşıklığı almıştır. İnsan doğasının biyolojik bir temeli ve belirlenimleri vardı. Fakat insanın karmaşıklığı kavramı, biyolojik görünüşler içermesine rağmen, insanın bilme kapasitesi gibi yetilere de başvurur.[28]
Kimi okuyucu şöyle düşünebilir: Günümüz toplumu, insandan daha mı az karmaşıktır? Bu konuda bir şeyler söylenemez mi? Kuşkusuz böyle bir istek haksız değildir, ama başlığımızı doğrudan ilgilendirmediği de açıktır. Fakat her şeye rağmen sosyal hayatın karmaşıklığına şu birkaç cümleyle değinmenin bir sakıncası da olmayabilir.
Günümüz dünyası gittikçe karmaşık hâle gelmektedir, çünkü toplumsal alandaki etkileşimlerin; insani ve biyosfer arasındaki etkileşimlerin sayısı, yoğunluğu ve sıklığı son derece artmıştır. Her şey her şeyle etkileşim içindedir. Her gün ortalama seksen milyar elektronik posta gönderilmektedir.
Bu karmaşıklığın bir başka nedeni de mekanik ve hiyerarşik bir yapısı olan, sürekli problem çıkaran bürokrasinin dünyanın reel karmaşıklığına uyum sağlayamamasıdır. Elli yılda yirmi kat yeni yasa çıkarıldı. Bu nedenle hukuk çok karmaşık bir hâl aldı ve etkisizleşti.
Karmaşıklık karşısında insan üç stratejiden birini seçmek zorunda kaldı: Etkilenmek, kaçmak ve özümsemek. Pek çok insan, hiçbir şey anlamadan olup bitenlerin etkisini yaşamaktadır; kendine basitleştirilmiş, fakat gerçek dışı bir dünya kurmaktadır. Gerçek dışı dünyanın insanları televizyon izleyicisidir, tatil yapar, futbol maçları seyreder. Dünyanın bu çok gerçek karmaşıklığından bazıları kaçar; kimileri onu inkâr eder ve kendini kısır bir davranışla marjinalleştirir. Ne var ki, üçüncü yol karmaşıklığı özümlemektir. Özümlemek, en doğru, ama izlenmesi en zor yoldur.
Karmaşık insan eylemelerini anlamak ve açıklamak için onların amaçlarını ve tercihlerini dikkate almak yeterli değildir. Ayrıca onların karşı karşıya kaldıkları durumları ve bu durumları nasıl algıladıklarını da belirlemek gerekir.[29]
Edgar Morin’e göre çünkü bilimi niteleyen şey, objesinin karmaşıklığı değil, yöntemidir. Maddenin yapısı toplumların yapısından daha az karmaşık değildir. İster karmaşık fizik denklemleri, isterse etnolojik bir incelemenin çeşitli parametreleri söz konusu olsun; bunlar tam açıklanamaz. Yine de insan beyni araçları, örneğin bilgisayarı keşfetmiştir. Bu araç bilgimizin sınırlarını çok genişletmiştir; rastlantının açıklamalardaki rolünü iyice azaltmıştır.
Biz gerçekte fiziksel, biyolojik, sosyal, kültürel, psişik, tinsel varlıklarız. Kendimizi böyle düşündüğümüzde açıktır ki, karmaşıklık olgusuyla karşılaşırız. Kuşkusuz karmaşıklık insanı bilmeyi zorlaştırır, ama tümüyle de imkânsız hâle getirmez. İnsan özünün karmaşık olmasından araştırma objesinin ele avuca sığmazlığını değil, çok boyutluluğunu çıkarmalıyız. Biz her ne olursa olsun, insani fenomenleri etkileyen faktörleri bilebiliriz.
Karmaşıklığı kavramak, bütün görünüşlerin eklemlenmesini, özdeşliğini ve farkını görmektir. Oysa basitleştiren düşünce, bu farklı görünüşleri ya birbirinden koparır ya da sakatlayıcı bir indirgemeyle birleştirir. Sonuç olarak, karmaşıklık tutkusu disiplinler, kognitif kategoriler ve bilgi tipleri arasında kopukluktan kaynaklanan kargaşayı giderir. Karmaşıklığı araştıran kişi gerçekte, çok boyutlu bir bilgi peşindedir. Onun araştırması, incelenen fenomen hakkında bilinmesi gereken her şeyi vermez, fakat fenomenin çeşitli boyutlarına saygı gösterir. Sonuç olarak, insan, biyo-sosyo-kültürel bir varlıktır; sosyal fenomen ise ekonomik, kültürel, psikolojik vs. fenomendir. Bu, hiçbir zaman unutulmamalıdır.[30]
İnsan ve toplum bilimcisi insani fenomenlere ilişkin bilginin karmaşıklığını yönetmek zorundadır. O, kendini söz konusu fenomenlerin sadece bir boyutunu göstermekle sınırlayamaz; örneğin kültürel, sosyolojik, psikolojik, biyolojik, dinî, tarihsel, ekonomik, politik boyutları analizle yetinemez. Tam bir araştırma, zorunlu olarak çok boyutludur. Oysa insan ve toplum bilimleri genellikle kendi içlerine kapanır, kendi bakışlarını mutlaklaştırır. Bu durum çok boyutlu araştırmaya engeldir.[31]


[1] Jones, R. A., Méthodes de recherche en sciences humaines, De Boeck, Bruxelles, 1999. p. 53.
[2] Morin Edgar, La méthode, Seuil, Paris, 1977, pp. 35-37.
[3] Kakangu, Marius Mukungu, Vocabulaire de la complexité, L’Harmattan, Paris, 2007, p. 138.
[4] Morin, La méthode, p. 44.
[5] Boutroux, Émile, De la contingence des lois de la nature, Félix Alcan, Paris, 1921, pp. 76-81.
[6] De Langavant, Ghislaine Cleret, Bioéthique. Méthode et complexité, Presses de l’Université de Québec, 2005, p. 134.
[7] Morin, Edgar, “Profession Scientifique”, Revue Pour La Science, N° 160 février 1991, p. 2.
[8] Uhl, Magali, Subjectivité et sciences humaines, Beauchesne, Paris, 2004, p. 101.
[9] Château, Jean, Comprendre la complexité, Pu Laval, 2007, pp. 6-9.
[10] Clavien, Christine; Baumard, Nicolas, Morale et évolution biologique entre détermi­nisme et liberté, Presses polytechniques et universitaires romandes, 2007, p 297.
[11] Fortin, Robin, Comprendre la complexité, L’Harmattan, Paris, 2008, p. 138.
[12] Carfantan, Serges, Conscience et connaissance de soi, PUF, Nancy, 2008, p. 183.
[13] Petit Robert, Dictionnaire de la langue Française, Nouvelle édition, revue, corrigée et mise au jour pour 1987, p. 350.
[14] Jones, R. A., Méthodes de recherche en sciences humaines, De Boeck, Bruxelles, 1999.
[15] Lhote, Aude-Marie, La notion de pardon chez Kierkegaard, Vrin, Paris, 1983, p. 127.
[16] Clause, Roger, Les Nouvelles, Bruxelles, Éditions de l’Institut de Sociologie, 1963. p. 22.
[17] Bolle, Marcel “Réliance, déliance, liance: émergence de trois notions sociologi­ques” Sociétés no. 80, 2003/2.
[18] Morin, Edgar, La sociologie, Fayard, Paris, 1994, p. 28.
[19] Morel, Didier, Éducateur face Au réel, Presses Universitaires du Septentrion, 2004, p. 54.
[20] Morin, Edgar, Les sept savoirs nécessaires à l’éducation, p. 7.
[21] Morin, Edgar, Science avec conscience, Seuil, Paris, 1990, p. 164; édition électroni­que.
[22] Seron, Denis, Théorie de la connaissance du point de vue phénoménologique, Bibliothèque de la faculté de philosophie et lettres de l’université de Liège, 2007, p. 123.
[23] Carfantan, p. 93.
[24] Lansing M; Prescott, John, Microbiologie, De Boeck, Bruxelles, 2003, p. 746.
[25] Morin, Edgar, La Méthode, Éditions Du Seuil, Paris, 1990, p. 365.
[26] Henry, Michel, La Barbarie, Grasset, Paris, 1987, p. 60.
[27] Carfantan, p. 4.
[28] Jeffrey, Denis, La morale dans la classe, Pu Laval Presse Univers. 2002, p. 204.
[29] Jones, Russell A; Burnay, Nathalie; Vanderdorpe, Florence; Méthodes de recherche en sciences humaines, De Boeck, Bruxelles, 1999, p. 79.
[30] Morin, Science avec conscience, p. 164.
[31] Dépelteau, p. 81.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder