2. İnsanın Karmaşıklığı
İnsanın karmaşıklığı doğal bir dünyada ve bir çevrede
yaşamasının sonucudur. Karmaşıklık, insanı basit bir varlık gibi görmeyi
dışlar.[1]
İnsan gerçekte, dünyasının ve çevresinin ayrılmaz bir parçasıdır. Onun
karmaşıklığı, yer aldığı bütünün karmaşıklığı sayesinde anlaşılabilir. Bu
yüzden açıklamalarımıza evrenin karmaşıklığıyla başlamak istiyoruz. Fizik
bilimleri ilk önceleri dünyanın kusursuz düzenini, oradaki mutlak ve sürekli determinizmi;
atom, molekül ve parçacık gibi kurucu fiziksel ögelerin basitliğini ortaya
çıkarabileceklerine inandılar. Ancak bilimsel gelişmeler gösterdi ki, evren son
derece karmaşık bir yapıya sahiptir. XIX. yüzyıldan itibaren termodinamik,
evrensel dengesizlik, bozulma ve düzensizlik ilkesini keşfetti. XX. yüzyılda bu
ilke, tüm kozmosa yayıldı. Zamanın başlangıcı, fiziksel basitliğin varsayımsal
yeri için bile bu ilke uygulandı. Mikro fizik parçacığın son derece karmaşık
bir yapısı olduğunu keşfetti. Karmaşık organizasyonun, düzenin ve çalkantıların
sınırında doğduğu gösterildi. Bundan böyle organizatör kaos’tan söz edildi.[2]
Hatta daha ileri gidilerek kaosmos
terimi evrene ilişkin betimleyici bir kavram gibi kullanıldı; basit bir
dünyanın öldüğü ilan edildi.[3]
Fakat gerçekte basitleştirici düşünce ölmedi ve karmaşık düşünce doğmaya
çalıştı.[4]
Sonuç olarak, artık ortaya çıkmıştır ki, evren mükemmel bir makine gibi değildir,
hem bütünlüğünü kaybeden hem de organize olan süreçlerden ibarettir.
Yaşadığımız dünyanın fenomenleri son derece karmaşıktır. Bu karmaşık fenomenlerin
her birini inceleyen modern bir bilim vardır. Her orijinal bilim, bu
fenomenlere uygun analiz araçlarına sahiptir.[5]
İnsan da tıpkı evren gibi, çok farklı özelliklere sahiptir.
İnsan, biyolojik, psikolojik, antropolojik, sosyolojik, mitolojik vs. olduğu
için karmaşık bir varlıktır. Ayrıca o, bireysel varoluşu olduğundan,
mikro-boyuta sahiptir;[6]
gezegenin bütünü içinde yer aldığından, makro boyutu da içerir. İnsanı karmaşık,
mikro ve makro boyutları olan bir varlık gibi anlayamazsak, insan
karmaşıklığını yanlış ya da tek boyutuyla düşünürsek, büyük ıstıraplar ve pek
çok trajedi ortaya çıkarabilir.[7]
“İnsan basitliğe
indirgenemez; birlikten ibaret görülemez; zira çokluktur; homojen kabul
edilemez, çünkü heterojendir.”[8]
Bir matematikçi için sayı kavramı açıktır. Ama insan ve toplum bilimcisi için
insan pek de açık değildir. Karmaşıklık bizim entelektüel sistemlerimizi bile
etkiler.[9]
Bundan dolayı insan ve toplum bilimlerinin durumu çok
karmaşıktır. Bütün insan ve toplum bilimleri teorileri, karmaşıklıktan uzak
durmaya çalışır; insanı belli bir yönüyle incelerken, homojen ve doğal bir
nesneyi objeleştiriyorlarmış gibi davranır. Oysa karmaşıklık, insana özgü en
temel realitelerdendir. İnsan ve toplum bilimcisi onu, kovduğuna inandığı yerde
yeniden karşısında bulur ve kabullenmek zorunda kalır. Bu nedenle insan ilişkin
bilgi çok güçtür. Bu bilgi, özü gereği çok karmaşıktır yani çok boyutludur. Söz
konusu bilgi, insanı etkileyen faktörlerin bütününü birleştirmeyi gerektirir.[10]
Biz gündelik hayatta birtakım ilkelere göre düşünürüz. Bu
ilkeler, ayırma, indirgeme ve soyutlamadır. Bilgi objelerini birbirinden
ayırırız. Bu objeleri birbiriyle dayanışma, etkileşim ve içerme hâlinde
kavramamız zordur. Biz daha çok temel birlikleri veya sistemleri oluşturan
bölümleri bilebiliriz.
Fenomenleri aşırı özelleştirme, onların
karmaşık yapılarını parçalar; sadece isteğimize göre oluşan bölümleri gerçek
olarak görmeye yol açar. Denetlenemeyen soyutlama ise, formülleri ve denklemleri
realiteler gibi düşünme eğilimindedir.
Karmaşıklığı incelerken ister istemez, zekâya itaat ederiz.
Zekâ, objeleri birbirinden ayırır; çevrelerinden koparır, sistemlerden ya da
bütünlerden soyutlar.[11]
Buna bağlı olarak biz, gitgide somut fenomenlere ve temel problemlere daha duyarsız
hâle geliriz; düşüncemizi organize edemeyiz. Sonuçta, gözlemin düştüğü
yanılgıdan daha büyüğüne düşeriz ya da mantığın düştüğü hatadan daha ciddisine
kapılırız.[12]
Karmaşıklık, çeşitli
ögeleri içerir ve birleştirir; bir varlığı oluşturan pek çok fenomeni veya tözü
bir araya toplar.[13]
Karmaşıklık, her durumda çeşitli ögelerden dokunma, kurulma ve oluşturulma demektir.
Bundan dolayı karmaşık olanda, bir ve çok, bütün ve bölümler, obje ve süje,
düzen/düzensizlik ve organizasyon birbirinden ayrılamaz; birbirlerine bağlıdır.
Bir karmaşıklık değil, fakat karmaşıklar yığını vardır; bu karmaşıklıklardan
bazıları deneyseldirler (düzensizlikler, rastlantı, komplikasyonlar, iç içe
geçmiş eylemler ve karşı eylemler), diğerleri de mantıksaldır (fenomenlerin ya
da verilerin rasyonel bir incelemesinden sonra ortaya çıkan doğrusal
nedenselliğin yetersizlikleri, karşıtlıklar).[14]
Keyfi olarak ayrılan ve izole edilen objeler birbiriyle
dayanışır; birbirini içerir. Bu, karmaşıklık düşüncesinin dayandığı bir
ilkedir. Bu düşünce bölümleri bütüne, bütünü de bölümlere gönderir; düzen/düzensizlik/organizasyon
arasında diyalojik ilişki olduğunu kabul eder. Sistemlerin ve eko-sistemlerin
birbirini içerdiklerini varsayar; bilgi objelerini objektif bir realite ve
gözlemciler/kavramlaştırıcılar arasında bir iş birliğinin ürünleri olduğunu
ileri sürer.
İnsanın karmaşıklığı onun duygularının ve düşüncelerinin
homojen yorumunu dışlar ve eylemlerin tek boyutlu bir tasavvuruna karşı durur.
Bu karmaşıklık bireyin ezeli ve evrensel değerlerle özdeşleşmesini yasaklar;
insanda her zaman aynı şekilde yargıya varmayı imkânsızlaştırır.[15]
Karmaşıklığı bir paradigma diye nitelersek buna yeniden
bağlama paradigması (paradigme de reliance) diyebiliriz.[16]
Bu paradigma, pek çok alandan ya da birbirine bağlı ögelerden oluşan bir dünya
görüşünü önerir. Bu amaçla o, her dikotomiyi ya da ayırımı reddeder;
fizik/psişik, doğa/kültür, bireysel/kolektif ikilemini ortadan kaldırır.[17]
Bundan dolayı araştırmacı kesişim noktasına, döngüsel ilişkiye, karşılıklı
ilişkiye yönelir; entitelerin bağımsız ve hipotetik varlığına bakmaz. Birey ve
toplum gibi iki karşıt terimi dikkate almak yerine şöyle düşünür: “Bizi üreten
toplumu üretiyoruz.”[18]
Karmaşıklık insan psişesinde nedenlerin ve etkilerin son
derece iç içe geçmesine yol açar. Bu durum ise insanı kavranması imkânsız
değilse bile en zor anlaşılan bir varlık yapar.[19]
Karmaşıklık bir cevap değil, bir sorundur. O, düşüncenin
uygulayacağı bir reçete gibi görülemez, çünkü düşünceye bir meydan okumadır.
Karmaşıklığı, tamamlanmışlık da sayamayız; zira o, kesinsizlikleri ve
çelişkileri kabul eder. Karmaşık düşünce açık ve seçik fikirleri yok saymaz;
determinizmleri, ayırımları ve ayrılıkları geçersiz saymaz, fakat onları bütüne
yerleştirir.[20]
Fizik, biyolojik, sosyal, kültürel, psişik ve
zihinsel bir varlık olduğumuzu düşünmeye çalışırsak, açıktır ki, karmaşıklık,
bütün bu görünüşlerin eklemlenmesini, özdeşliğini ve farklılığını kabul etmeye
çalışır. Oysa basitleştiren düşünce ya bu farklı görünüşleri ayırır ya da
sakatlayıcı bir indirgemeyle birleştirir. Bu anlamda açıktır ki, karmaşıklığın
tutkusu kognitif disiplinler ve kategoriler arasındaki, bilgi tipleri
arasındaki kopukluğun yok ettiği eklemlenmeleri açıklamaktır. Karmaşıklık çok
boyutlu bilgiyi gerektirir. Karmaşıklık, incelenen bir fenomene ilişkin tüm
bilgileri vermez, fakat bütün boyutlara saygı gösterir. Unutmamalıdır ki, insan
biyo-sosyo-kültürel bir varlıktır. Sosyal fenomenler aynı zamanda ekonomik,
kültürel, psikolojik vs. olaylardır.[21]
Tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi, insan ve toplum
bilimlerinde de amaç fenomenlere ilişkin objektif açıklamalar yapmaktır. En
yüce obje, merkezî kavram birey, sadece obje şartlarına uygun ele alındığı
takdirde anlaşılabilir. Bu tarzda elde edilen bilgi de, pek çok süje tarafından
doğru kabul edilebilir. Peki, insan nasıl objeleştirilebilir? Cevap olarak
denebilir ki, bu tıpkı yapısalcılığın yaptığı gibi, insanı nesneleştirerek ve
süjeyi bilinç olarak özel yaşantılar olmaktan çıkararak yapılabilir. Bu takdirde
insan ve toplum bilimleri, tutarlı bilimler olabilir ve bilimin amaçladığı
objektifliği gerçekten elde edebilir. Kuşkusuz insanın nesneleştirilmesi ve
bilincin kavramsallaştırılması objektif bilgi için gereklidir, ama yeterli
değildir. Bunların dışında şu soruların da cevaplandırılması gerekir: Bir obje
nedir? Yapılandıran süje olmadan yapı olabilir mi? Şimdi kısaca bu konuya değinelim.
1. Bilincin özelliği, süje-obje ilişkisini içermesidir.
Yönelimlilik dediğimiz şey, tam anlamıyla budur.[22]
Fakat insanın bir başka özelliği daha vardır: Bir Dünya gerçeği içinde ele
alınması. İnsan ve toplum bilimleri insanın ne olduğunu onun dünyadaki durumundan
hareketle açıklamaya çalışır. İnsanı her sosyal ve doğal realiteden kopuk,
ideal bir gökyüzünün altında yaşayan varlık gibi düşünemeyiz. Bir insan,
dilbilimci için bir konuşan’dır,
sosyolog için toplumda yaşayan birey’dir;
ekonomist için bir tüketici’dir,
politikacı için bir seçmen’dir
ve bir vatandaş’tır, efsane
uzmanı için bir inanan kişi’dir,
psikanalist için bilinçaltı itkilerine
maruz süje’dir. İnsan ve toplum bilimlerinden her biri insani bir şahsı
analiz eder; özel bir alanla meşgul olur ve bu alanı keşfeder.[23]
Dikkat çeken şey, doğal nesnelerin göreceli basitliğinin tersine, insan ve
toplum bilimleri sayesinde somut insanın karmaşık özelliğiyle ilişkiye girme ve
bu özelliği kavrama imkânı elde etmemizdir. Bu karmaşıklık, insan ve toplum
bilimlerinin kazanımlarını bir araya toplayabilmek ve yeniden düşünebilmek
için, çok büyük bir sentez çabasını gerektirir.[24]
Edgard Morin, La Méthode adlı kitabında, insanın
karmaşıklığını bilimlerden elde edilen verilerin karmaşıklığı içinde yeniden
kavramaya çalışarak, bu bakış açısını geliştirir. Ona göre insanı physis
(fizik) alanında, hayat alanında ve antropo-sosyal alanda kavrayabiliriz.[25]
2. Geçerli bilgi düzeni oluşturmak için harcanan çaba, her
disiplini uygun bir metodoloji arayışına yöneltti. Psikoloji testler uyguladı,
sosyoloji kamuoyu araştırmaları yaptı, etnolog araştırmalarını kendi
belirlediği kurallara göre yaptı. İnsan ve toplum bilimleri olguları ve
olgulara ilişkin genelleştirmeleri bir araya topladı. Bu bir sürü olguyu
inceleyebiliriz. Fakat araştırmaların çokluğu, insan hayatının önemli
sorunlarına ilişkin bir kesinlik vermez. İnsanbilimleri bize karışık ve organize
olmamış bilgiler verir. Bu deyim yerindeyse, üst üste yığılmış ve karmakarışık
bilgileri insana ilişkin özel bir vizyonla birliğe kavuşturabiliriz ve onlara
bir anlam verebiliriz. Michel Henry La Barbarie
(Barbarlık) adlı kitabında bilimsel hakikatlerin biriktirilmesiyle ortaya çıkan
karışıklığın bir anlam üretmediğini çok iyi gösterir.[26]
İnsan davranışlarını yaşa, cinsiyete, sınıfa, toplum tiplerine göre
açıklayabiliriz; davranışları gerçekleştikleri durumlara uygun biçimde
anlayabiliriz. Kategori tiplerini daha ince ayırımlara göre yapabiliriz;
gruplamaları çoğaltabiliriz, biçimleri ve yapıları aydınlatabiliriz; kısaca
daha bilimsel daha objektif sonuçlara ulaşabiliriz.[27]
Ama insanın karmaşıklığını ortadan kaldıramayız.
İnsanı değişmez bir doğaya ya da nicelendirilebilen bazı
ögelere indirgeyemeyiz. Bizi farklılaştıran şey, her birimizin tek bir varlığımızın
olmasıdır. Günümüzde insan doğası kavramının yerini insanın karmaşıklığı
almıştır. İnsan doğasının biyolojik bir temeli ve belirlenimleri vardı. Fakat
insanın karmaşıklığı kavramı, biyolojik görünüşler içermesine rağmen, insanın
bilme kapasitesi gibi yetilere de başvurur.[28]
Kimi okuyucu şöyle düşünebilir: Günümüz toplumu, insandan
daha mı az karmaşıktır? Bu konuda bir şeyler söylenemez mi? Kuşkusuz böyle bir
istek haksız değildir, ama başlığımızı doğrudan ilgilendirmediği de açıktır.
Fakat her şeye rağmen sosyal hayatın karmaşıklığına şu birkaç cümleyle değinmenin
bir sakıncası da olmayabilir.
Günümüz dünyası gittikçe karmaşık hâle gelmektedir, çünkü toplumsal
alandaki etkileşimlerin; insani ve biyosfer arasındaki etkileşimlerin sayısı,
yoğunluğu ve sıklığı son derece artmıştır. Her şey her şeyle etkileşim
içindedir. Her gün ortalama seksen milyar elektronik posta gönderilmektedir.
Bu karmaşıklığın bir başka nedeni de mekanik ve hiyerarşik
bir yapısı olan, sürekli problem çıkaran bürokrasinin dünyanın reel
karmaşıklığına uyum sağlayamamasıdır. Elli yılda yirmi kat yeni yasa çıkarıldı.
Bu nedenle hukuk çok karmaşık bir hâl aldı ve etkisizleşti.
Karmaşıklık karşısında insan üç stratejiden birini seçmek
zorunda kaldı: Etkilenmek, kaçmak ve özümsemek. Pek çok insan, hiçbir şey
anlamadan olup bitenlerin etkisini yaşamaktadır; kendine basitleştirilmiş,
fakat gerçek dışı bir dünya kurmaktadır. Gerçek dışı dünyanın insanları
televizyon izleyicisidir, tatil yapar, futbol maçları seyreder. Dünyanın bu çok
gerçek karmaşıklığından bazıları kaçar; kimileri onu inkâr eder ve kendini
kısır bir davranışla marjinalleştirir. Ne var ki, üçüncü yol karmaşıklığı özümlemektir.
Özümlemek, en doğru, ama izlenmesi en zor yoldur.
Karmaşık insan eylemelerini anlamak ve açıklamak için
onların amaçlarını ve tercihlerini dikkate almak yeterli değildir. Ayrıca
onların karşı karşıya kaldıkları durumları ve bu durumları nasıl algıladıklarını
da belirlemek gerekir.[29]
Edgar Morin’e göre çünkü bilimi niteleyen
şey, objesinin karmaşıklığı değil, yöntemidir. Maddenin yapısı toplumların
yapısından daha az karmaşık değildir. İster karmaşık fizik denklemleri, isterse
etnolojik bir incelemenin çeşitli parametreleri söz konusu olsun; bunlar tam
açıklanamaz. Yine de insan beyni araçları, örneğin bilgisayarı keşfetmiştir. Bu
araç bilgimizin sınırlarını çok genişletmiştir; rastlantının açıklamalardaki
rolünü iyice azaltmıştır.
Biz gerçekte fiziksel, biyolojik, sosyal,
kültürel, psişik, tinsel varlıklarız. Kendimizi böyle düşündüğümüzde açıktır
ki, karmaşıklık olgusuyla karşılaşırız. Kuşkusuz karmaşıklık insanı bilmeyi
zorlaştırır, ama tümüyle de imkânsız hâle getirmez. İnsan özünün karmaşık olmasından
araştırma objesinin ele avuca sığmazlığını değil, çok boyutluluğunu
çıkarmalıyız. Biz her ne olursa olsun, insani fenomenleri etkileyen faktörleri
bilebiliriz.
Karmaşıklığı kavramak, bütün görünüşlerin
eklemlenmesini, özdeşliğini ve farkını görmektir. Oysa basitleştiren düşünce,
bu farklı görünüşleri ya birbirinden koparır ya da sakatlayıcı bir indirgemeyle
birleştirir. Sonuç olarak, karmaşıklık tutkusu disiplinler, kognitif
kategoriler ve bilgi tipleri arasında kopukluktan kaynaklanan kargaşayı giderir.
Karmaşıklığı araştıran kişi gerçekte, çok boyutlu bir bilgi peşindedir. Onun
araştırması, incelenen fenomen hakkında bilinmesi gereken her şeyi vermez,
fakat fenomenin çeşitli boyutlarına saygı gösterir. Sonuç olarak, insan,
biyo-sosyo-kültürel bir varlıktır; sosyal fenomen ise ekonomik, kültürel,
psikolojik vs. fenomendir. Bu, hiçbir zaman unutulmamalıdır.[30]
İnsan ve toplum bilimcisi insani
fenomenlere ilişkin bilginin karmaşıklığını yönetmek zorundadır. O, kendini söz
konusu fenomenlerin sadece bir boyutunu göstermekle sınırlayamaz; örneğin
kültürel, sosyolojik, psikolojik, biyolojik, dinî, tarihsel, ekonomik, politik
boyutları analizle yetinemez. Tam bir araştırma, zorunlu olarak çok boyutludur.
Oysa insan ve toplum bilimleri genellikle kendi içlerine kapanır, kendi
bakışlarını mutlaklaştırır. Bu durum çok boyutlu araştırmaya engeldir.[31]
[1] Jones, R. A., Méthodes de
recherche en sciences humaines, De Boeck, Bruxelles, 1999.
p. 53.
[2] Morin Edgar, La méthode, Seuil, Paris, 1977, pp. 35-37.
[3] Kakangu, Marius Mukungu, Vocabulaire de la complexité, L’Harmattan,
Paris, 2007, p. 138.
[4] Morin, La méthode, p. 44.
[6] De Langavant, Ghislaine Cleret, Bioéthique. Méthode et complexité,
Presses de l’Université de Québec, 2005, p. 134.
[7] Morin, Edgar, “Profession Scientifique”, Revue Pour La Science, N°
160 février 1991, p. 2.
[8] Uhl, Magali, Subjectivité et sciences humaines, Beauchesne,
Paris, 2004, p. 101.
[9] Château, Jean, Comprendre la complexité, Pu Laval, 2007,
pp. 6-9.
[10] Clavien, Christine; Baumard, Nicolas, Morale et évolution biologique entre déterminisme et liberté, Presses polytechniques et
universitaires romandes, 2007, p 297.
[11] Fortin, Robin, Comprendre la complexité, L’Harmattan,
Paris, 2008, p. 138.
[12] Carfantan, Serges, Conscience et connaissance de soi, PUF,
Nancy, 2008, p. 183.
[13] Petit Robert, Dictionnaire
de la langue Française, Nouvelle édition, revue, corrigée et mise au jour pour
1987, p. 350.
[14] Jones, R. A., Méthodes de
recherche en sciences humaines, De Boeck, Bruxelles, 1999.
[15] Lhote, Aude-Marie, La notion de pardon chez Kierkegaard,
Vrin, Paris, 1983, p. 127.
[16] Clause, Roger, Les
Nouvelles, Bruxelles, Éditions de l’Institut de Sociologie, 1963. p.
22.
[17] Bolle, Marcel “Réliance, déliance, liance: émergence de trois
notions sociologiques” Sociétés no. 80, 2003/2.
[18] Morin, Edgar, La sociologie, Fayard, Paris, 1994, p.
28.
[19] Morel, Didier, Éducateur face Au réel, Presses
Universitaires du Septentrion, 2004, p. 54.
[20] Morin, Edgar, Les sept savoirs nécessaires à l’éducation,
p. 7.
[21] Morin, Edgar, Science avec conscience, Seuil, Paris, 1990, p. 164; édition électronique.
[22] Seron, Denis, Théorie
de la connaissance du point de vue phénoménologique, Bibliothèque de la faculté de
philosophie et lettres de l’université de Liège, 2007, p. 123.
[23] Carfantan, p. 93.
[24] Lansing M; Prescott, John, Microbiologie, De Boeck, Bruxelles, 2003,
p. 746.
[25] Morin, Edgar, La Méthode, Éditions Du Seuil, Paris,
1990, p. 365.
[26] Henry, Michel, La Barbarie, Grasset, Paris, 1987, p.
60.
[27] Carfantan, p. 4.
[28] Jeffrey, Denis, La morale dans la classe, Pu Laval
Presse Univers. 2002, p. 204.
[29]
Jones, Russell A; Burnay, Nathalie; Vanderdorpe, Florence; Méthodes de recherche en sciences humaines, De Boeck, Bruxelles, 1999, p. 79.
[30] Morin, Science avec conscience, p.
164.
[31] Dépelteau, p. 81.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder