17 Mayıs 2020 Pazar

POSTMODERNİZM DENEN MİTOLOJİ



VII.2. Postmodernizm

Postmodernizm, XX. yüzyılın başında ortaya çıkan felsefi ve kültürel bir harekettir. Terim ilk defa Birinci Dünya Savaşı bitmezden az önce, 1917 yılında Rudolf Pannwitz’in Die Krisis der europäische Kultur (Avrupa Kültürünün Krizi) adlı kitabında kullanılmıştır.[1] Postmodernizm, analoji yoluyla modernizmden türemiştir. Bu yaklaşım, yavaş ilerlemesine rağmen, “1980’li yıllardan itibaren Amerika’da yaygınlaşmıştır”[2] ve günümüzde etkisini artırmıştır. Ancak bu etkinin genişliği tezlerinin güçlü, iddialarının haklı, kavramlarının açık olmasından çok, iki şeye bağlıdır: Sübjektiviteyi ve bireyselciliği temel alması, kesinlik arama ihtiyacını ve temellendirme zorunluluğunu ortadan kaldırması.[3]
Postmodernitenin hem olumlu hem de olumsuz etkisi vardır. Olumsuz etkileri, olumlu etkilerinden daha fazladır. Olumsuz etkileri konusunda çok şey söylenebilir; ancak sözü de uzatmamak gerekir. O nedenle sadece olumlu etkiyi belirtmekle yetinelim. Postmodernitenin gerçek ve olumlu etkisi,
a) Bizi büyük söylemlerden kurtarması,
b) Modern ilkelerle barıştırması, modernitenin yanıldığı konuları göstermesi,
c) Aydınlanma iyimserliğinin savunulamayacağını ve aktüelleştirilemeyeceğini; günümüzdeki temel yapıların XIX. yüzyıldaki yapılar olmadıklarını; ister istemez değiştiklerini görmesi.
Postmodernizm söylediğimiz gibi, kendisini toplumlar arasında bir arabulucu gibi görür. Onu ortaya çıkaran nedenler çeşitlidir. Dinî otoritelerin güç kaybetmesi, devrimci ütopyaların ve ideolojilerin çöküşü, bunların önemlilerindedir. Postmodernizm Freudçülüğün ve Marksizm’in etkilerini ortadan kaldırmaya çalışır ve yapısalcılığı sürdürür.[4] Postmodern düşünürlerin iddiasına göre, dünyanın büyüden arındırılması süreci devam etmektedir.
Postmodernistler hakikatin, objektifliğin, rasyonalitenin, realitenin ve entelektüel niteliğin doğasına ilişkin bazı geleneksel anlayışlara itiraz ederler.[5] Onlar bilimsel söylem peşinde değillerdir.[6]
Searle postmodernizmi değerlendirirken der ki,
Postmodernistler XVII. yüzyılın başında ortaya çıkan modernitenin ötesinde olduğumuzu ileri sürerler. Fakat bu geçiş genellikle, sanki bir atmosfer değişikliği gibi yani birdenbire çıkagelen bir şey gibi sunulmuştur. Ama buna ilişkin ne bir kanıt ne de bir gerekçe gösterilmiştir. Gerçi kanıta benzer bir şeyler söylenir. Ancak bunlar, sloganlara ve savaş çığlıklarına benzer.[7]
Sosyolojide postmodernizm, çağdaş Batılı toplumlarda, aşkın bütünlük gibi görülen akla referansı terk etmiştir. Bilgiyi ve gücü inceleyen kimi sosyologlar, postmodern bakış açısını ciddîye almak gerektiğini düşünürler.[8]
Bu akımın kendini ifade etmek için kullandığı post (sonrası) öneki şu anlama gelir: Modernite çağı artık kapanmıştır.
Postmodernizmin kendine özgü tezleri vardır. Bunlar,
1. İnsan bilinci dışında bir realite yoktur. Bu açıdan bakıldığında, tıpkı sosyal dünya gibi, fizik dünya da lengüistik ve sosyal bir inşadır.[9]
2. Olgulara asla güvenemeyiz. Bu nedenle deneysel yöntemi ya terk etmeliyiz ya da gerçekten sübjektif bir boyuta indirgemeliyiz. Daha kesin konuşursak, deneyim hiçbir gerçek bilgi vermez. O, sadece lengüistik, sosyal ve psikolojik olanı inşa etmeye yarayan bir araçtır.
3. Hiçbir yöntem rasyonel ve meşru görülemez; bilim kabul edilen hiçbir düzen, saygıya layık değildir. Feyereband’ın dediği gibi “her şey iyidir.”[10] Hatta postmodernizm, çelişmezlik ilkesini bile, tümüyle lengüistik bir inşa gibi görür.
4. Büyük anlatılar terk edilmiştir.
5. Batı ilerlemeciliği kesinlikle sona ermiştir.
6. Bilimsel keşifler ve dünyanın aklileştirilmesi insanlık için bir gelişme gibi görülemez.
7. Doğa bilimleri dâhil, bütün bilimlerde araştırmacı, araştırma objesini tümüyle kendisi inşa eder.
Bu tezleriyle postmodernizm, bilimi görecelileştirir. Pierre Bourdieu bilimin inşa olmasını sosyolojik yapıya bağlar ve der ki: “Objektiflikten sorumlu olan, bilimin sosyal doğasıdır.”[11]
Postmodernizmin daha başka sosyal, ekonomik, kültürel, sanatsal pek çok tezi vardır. Onun bütün tezlerini burada açıklamamız mümkün değildir.
Söylediklerimizden anlaşılacaktır ki, postmodernizm, kesin bilimleri insan ve toplum bilimleri içine yerleştirir; daha özel konuşmak gerekirse, kesin bilimleri açıklarken bazıları sosyolojiyi, bazıları lengüistiği, bazıları psikolojiyi vs. temel alır. Onlar, modern ve postmodern entelektüel uygulamaları birbirinden ayırır.
Postmodernizmin burada belirtilen epistemoloji karşıtı tutumu, deneysel bilimleri hedef alır. Ancak, postmodernizm insan ve toplum bilimlerindeki epistemolojiyi de eleştirir. Postmodernizmin insan ve toplum bilimleri karşısındaki tutumu, deneysel bilimler karşısındaki tutumundan daha katıdır. O, deneysel bilimleri sadece görecelileştirmekle yetinir; oysa insan ve toplum bilimlerindeki yöntemlerin tümünü yok sayar ve bu bilimlerin son bulduğunu iddia eder; bu bilimlerin çağdaş toplumları asla anlayamayacaklarını söyler.
Postmodernizm çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Bu eleştirilerin hepsine değinemeyiz. O nedenle sadece en önemli gördüğümüz eleştirileri kısaca belirtmekle yetineceğiz.
1. Postmodernizmin, bilimi lengüistik, sosyal ya da psikolojik saf bir inşa gibi görür. Oysa bu doğru değildir, çünkü gerçekte bilim, bilim adamlarının çeşitli motivasyonlara bağlı olarak elde ettikleri bilgilerdir. Her ne kadar postmodernistler kabul etmeseler de bilim adamlarına ve bilime özgü bir dil vardır.
2. Postmodernizm, “rasyonel mutlak”ın olmadığını savunur; dünyada var olan ve ayrıştırılması gereken her şeyin temelini yok eder. Bu noktadan bakıldığında aynı eleştiri postmodernizmin kendisi için de geçerlidir. O nedenle kurumsalcılara göre postmodernizm, kendi bindiği dalı da kesmiştir. Bu akımın sağlam bir temeli yoktur.[12]
 Bu konuda bütün suçu postmodernizme yüklemek doğru değildir. Kimi insan ve toplum bilimcisi postmodernizm kavramını kullanmadan, en iyi hipotezlerin dinamitlenmesine katkıda bulunur.[13] Tıpkı postmodernistler için olduğu gibi, onlar açısından da mutlak bilgi, imkânsızdır. Tüm bilgilerdeki inşa mekanizması kanıtlanabilir.
3. Postmodernizmin “Modern dönem sona ermiştir.” tezi doğruyu yansıtmaz. Postmodernizmin dediği gibi, modern tasavvurların şu veya bu nedenle krizde oldukları düşünülebilir; modern hayat konusunda duyulan çeşitli kuşkular haklı olabilir. Ancak bundan, yine de modern çağın kapandığı sonucu çıkarılamaz. Modernite, farklı yani ikinci modernite diyebileceğimiz bir şekilde devam etmektedir. Bu nedenle postmodernizmden çok ikinci moderniteden söz edebiliriz; krizlerin de ikinci moderniteye ait olduğunu söyleyebiliriz. Kesindir ki, modernite krizinden söz etmek şu anlama gelir: Gelecekte başka krizler de olacaktır ve bu krizlere çözüm bulmak için modernite yeni iddialar ileri sürecektir. Modernizm son bulmamıştır, çünkü büyük anlatılar şekil değiştirir, fakat ortadan kalkmaz. Büyük anlatıların ortadan kalktığını söylemesi, postmodernizmin temel yanlışıdır.
4. Searle biraz da alaycı biçimde şöyle bir eleştiri getirir: Varsayalım ki, doktorunuz postmodernisttir. O zaman sizin hastalığınız da gerçekte metaforik bir inşa olacaktır.[14]
5. Postmodernizm bizi, şimdi’yle kesin bir kopuşu ifade eden moderniteden dışarı çıkmamız gerektiğine inandırmadı, çünkü açıktır ki, biz gerçekte modernite içinde düşünürüz; onunla birlikte yaşarız; sadece derin analizleri daha derinleştiririz.
6. Postmodernizm, çağdaş toplumlardaki en son değişiklikleri açıklamaktan uzaktır.
Modernitenin karşıtı, sanıldığı gibi postmodernizm değildir, fakat hipermodernitedir.[15] Postmodernite, hipermoderniteyi bir yorumlama biçimidir. Hipermodernite ise, moderniteyi yaşama tarzıdır. Bugün postmodernimzden ve postmodern bireyden değil, hipermoderniteden ve hipermodern bireyden söz edilmektedir. Hipermodernite yeni insanının geldiği ya da yarının kimi insanının geleceği aşamadır. O yüzden hipermodernite hakkında konuşmak hem bugünün belli bir görünüşünü betimlemek hem de geleceğe ilişkin deyim yerindeyse ön deyide bulunmaktır.

VII.3. Hipermodernite

Yukarıda gördüğümüz gibi postmodernizm modernitenin temelindeki önemli düşüncelerle bir kopuştu.
Postmodernizm özellikle akıl ve ilerleme fikrine karşı çıkıyordu. Postmodernizm kavramı şimdi yavaş yavaş gündemden düşmüştür; daha gerçekçi olmak gerekirse, bu kavram terk edilmiştir. [16]
Çünkü bugün postmodernizm kavramı çağdaş toplumlardaki en yeni gelişmeleri açıklayabilecek gibi görünmüyor.
 Postmodernizmin gözden düşmesi, günümüz Batı toplumlarını nitelemek için yeni bir kavram arayışına götürdü. Bu konuda çeşitli kavramlar önerildi. Ancak önerilen kavramların hepsi de moderniteyle ilişkilendirildi. Örneğin “üst-modernite”, “hipermodernite”, “ikinci modernite”, “ileri modernite”, “düşünümsel modernite”, “geç modernite” bunlardan bazılarıdır.[17] Ama bunlardan en yaygın olanı hipermodernitedir.
Hiper Batı dillerine Grekçeden geçmiştir. Grekçede ύπερ (hyper) “üstünde” demektir[18] ve “aşağı” anlamına gelen ύπo‘ya (hypo) karşıttır.[19] Günümüzde bu önek, fazlayı, aşırılığı, yoğunluğu, sürekli aşmayı, normun ya da çerçevenin ötesini niteler; en yüksek ve sınır durum gibi anlamlara gelir.[20] Ayrıca hiper öneki ileri modernite fikrini çağrıştırır.[21] Önek modernite ile birleştiğinde, moderniteye özgü eğilimlerin yoğunlaşması, radikalleştirilmesi ve şiddetlenmesi anlamına gelir. [22]“Hiper modern”, birey için kullanıldığında, bireysel aşırılık (tüm istekleri hemen karşılama, peşinde koşulan yoğunluk, mutlak’ı elde etme çabası) ve kendini aşma, ticaret mantığının egemenliği; bir normun ya da bir çerçevenin ötesi, bir evrim demektir.
Hipermodern ilk defa 1979’da L’emprise de l’organisation (Düzenlemenin Gücü) adlı kitapta formüle edilmiştir.[23] Bu kitap Max Pages’ın yönetimindeki araştırmacılar grubu tarafından yayınlanmıştı. Araştırmacılar şu sorunun cevabını bulmaya çalışıyorlardı: Acaba teknolojik-ekonomik değişiklikler politik yapıları ve kolektif bilinçaltını nasıl etkiler? Bu cevapla, çok uluslu bir Amerikan şirketinde, yönetim tekniklerinin iyileştirilmesi ve çalışanların daha verimli olması amaçlanıyordu.
1990’lı yıllarda sosyologlar şunu gördüler: Sosyal değişme gitgide hızlanmıştır ve “yeni bir birey” ortaya çıkmıştır. Bu yeni birey, gittikçe daha çok tüketen toplumda yaşamaktadır. O, her türlü bağdan kurtulmaya çalışır ve sadece kendini geliştirme kaygısı taşımaktadır. “Hipermodern birey” tezini ileri süren sosyologlardan biri de Nicole Aubert’dir. O, L’individu hypermoderne (Hipermodern Birey) adlı kitapta, artan kütle tüketimini ifade etmek; yeni bireyin doğuşunu nitelemek için Hipermodern birey terimini kullandı. Nicole Aubert’e göre hipermodern birey tıpkı Weber’in ideal tipleri gibidir.[24]
Şimdi hipermodernite kavramına daha yakından bakalım. Hipermodernite toplumu değil de bireyi sonsuzca özgürleştirmeye çalışır;[25] modernitenin temelleriyle ilgiyi kesmez; moderniteyi hem sürdürür hem de ondan ayrılır. Hipermodernite günümüzdeki toplumsal durumu ve bu durumun anlamını açıklamaya çalışır. Onun amacı, modernitenin gücünü, sınırlarını ve günümüzdeki özgün biçimini ortaya koymaktır; onu her yanılsamadan kurtarmaktır. Bundan dolayı hipermoderniteye yeni modernite diyebiliriz.
Hipermodernite, abartılı bir modernitedir, çünkü modernitenin radikalleşmesine ve aşırılığına vurgu yapar. O, radikal modernite diye de nitelenebilir. Radikal modernite, çağdaş toplumların durumunu daha iyi açıklıyor gibidir. Radikal modernitede aklın kullanılması, geleceğe yönelme, uzlaşma ve anlaşma gibi ilkeler var olmayı sürdürür; düşünce, etkin ve yoğun biçimde kullanılır. Yine de radikal modernite, modernitenin basit bir devamı değildir. O, ikinci veya yeni bir modernitedir; modernite değerlerinin yeniden düzenlenmesidir.[26]
Gerçekte hipermodernitenin ayırt edici özellikleri şunlardır: Büyük ideolojilerin terk edilmesi, kültürel değerlerin zayıflaması, temel yapıların dayanıklılıklarını yitirmesi; aile okul, parti, din gibi geleneksel sosyal kurumların eskisi kadar etkin olmamaları.
Hipermodern toplum, çelişkili bir mantığın nitelediği, liberal bir toplumdur. Bazı kişiler, örneğin Marc Augé buna yakın bir kavramı, üstmodernite kavramını kullanır. Ona göre
üstmodernite, postmodernitenin bize arka yüzünü gösterdiği bir metal paranın ön yüzüdür; negatifin pozitif yanıdır.[27]
Hipermoderniteyi ortaya çıkaran bir dizi gelişme vardır. Bunlar, enformasyon ve iletişim teknolojilerinin gelişmesi; ekonominin ve kültürün küreselleşmesi; genelliklerin etkisini yitirmesi; daha çok üretme ve iş hayatında daha fazla çaba harcama zorunluluğudur.
Hipermodernite kavramı, çağdaş bireylerin başkalarıyla ve kendisiyle ilişkisini daha iyi anlamaya izin verir. Hipermoderniteyi düşünmek, insanın sosyal statüsüyle ve kendi dönemiyle sürdürdüğü yeni ilişkiyi anlamaktır yani bireyin gitgide tüketici olduğunun ayırdına varmaktır.[28] Hipermodern bir gelecek hem en iyiyi elde etme umudunu verir hem de en kötünün ortaya çıkma olasılığı içerir. O nedenle hipermodern gelecek son derece karmaşıktır.
Avier Molénat’ya göre otuz kırk yıldan beri yepyeni bir sürece girdik. Bu süreç modernitenin bir tür radikalleştirilmesi sürecidir. Bu süreçte insan, toplumun merkezidir. İnsanın temel amacı meslek ve iş hayatında daha iyi olmak için, sürekli kendini aşmaktır. Kendini geliştirmek zorunda olan insan, kapasitelerini sonuna kadar kullanmalıdır. Düşünümsellik, insanın bütün seçimlerini belirler. Bu nedenle toplumları “risk” ve “düşünümsellik” açısından analiz etmek gerekir.[29]
Hipermodernite, postmoderniteden sonraki episteme’dir, “yeni” çağdır. O, aynı zamanda bir alandır. Hipermodern alanda bireyler ve topluluklar, hayatta kalmak ve gelişmek için insanları ve insanların sosyal davranışlarını yeniden tanımlarlar.
Hipermodern toplumda temel kaygı, zamanın yaşanmasıdır. Bu toplumun ayırt edici özelliği, “âcil”in egemenliğinde olmasıdır. “Hepsini, hemen istiyorum”, hipermodern toplumun sloganıdır.
Akıp giden zaman metaforunun yerini yoğunlaştırılmış, hızlandırılmış, sürekli bizden kaçan, yokluğu bizi sıkıntıya sokan zaman almıştır. İletişimler çok kısa anlarda gerçekleşir; “reel zaman” sanki bir diktatör gibidir; zaman kültürümüz kökten değişmiştir; “âcil”, hayatımızı baştanbaşa istila etmiştir; “hemen şimdi harekete geçmek gerekir.[30]
“Hemen’in egemenliği karşısında geleceğin görüsü değer kaybeder. Zaman ile kurulan bu yeni ilişki, tüketme tutkusu’nu da aydınlatır; “yeni tüketici, zaman deneyimini, hep genç ve canlı kılmak ister. Bu amaçla kendini yeniler. Aşırı tüketim, bir gençlik kürüdür; bu kür coşkuyla ve sürekli tavsiye edilir.”
Hipermodern insan, kaygısını tüketerek yatıştırır. [31]
Lipotevsky demektedir ki, hipermodernite “araçsal verimlilik”le; aynı anlama gelmez; “sorumluluğun çokluğu” gibi görülemez ve değerlerin etkisizliğiyle aynı şey sayılamaz. Hipermodernitenin ayırt edici özelliği, teknolojik ve ticarî bir sarmal olmasıdır. Bu sarmal, hümanist, demokratik değerlere dayanır ve ortaklaşa olanın gücünü artırmaya çalışır. Sonuçta, hipermodernite ekonomik ve sosyal, pratikler düzenine; değerler düzenine aittir, ama bilgi düzeniyle ilgisizdir.[32]
Fransa’da hipermodernite bazı sosyologların önemli çalışma konularından biri oldu. Buna örnek olarak François Ascher’yi verebiliriz. Bu sosyologun La société hypermoderne[33] (Hipermodern Toplum), Le petit manuel hypermoderne (Hipermodern Küçük Elkitabı), Le mangeur hypermoderne[34] (Hipermodern Obur) adlarıyla yayınlamış önemli kitapları vardır. Fransız sosyologa göre hipermodernitenin ayırt edici özelliği, bireylerin her gün biraz daha çok bağımsızlık peşinde koşmalarıdır. Hipermodernite Orta Çağ’dan beri sürüp gelen bir evrenin son aşamasıdır. Bu aşamada toplumlar daha önceden görülmedik biçimde organize olurlar. Bireyler, karmaşık yapılarda sosyalleşirler; geleneklerden uzaklaşan düşünce, bilime dayanarak gelişir; pazar her tür sosyal pratiği ekonominin bir parçası yapar ve kolektif düzenlemeler gitgide farklılaşır.
Burada bir hipermodernite teorisyeninin oldukça etkileyici bir öyküsünü okuyucuyla paylaşmadan edemedim. Öykü 14 Ekim 2007 tarihli Le Monde gazetesinde Jean-Michel Dumay tarafından “Lettres d’un hypermoderne” (Bir Hipermodernin Mektupları) başlığıyla yayınlamıştır. Öykü şöyledir: Bir hipermodern sosyolog, hayatını hipermodernite olgusunu aydınlatmaya adamıştır. Kızlarından biri kanserdir. Bu hasta kız tümörü ve metastazı tedavi edebilecek doktorlar bulmak için çırpınıp durmaktadır. Baba sosyolog, kızının tedavi için kurduğu ilişkileri; sosyal alanların çeşitliliğini, onların bireysel ilişkilerle birbirine bağlanan sistem gibi işlemelerini; kısaca söylersek, bir bireyin, dünyanın herhangi bir bölgesine internet üzerinden tek bir “tık”la gidebildiği hiper-metin olarak bu toplumu dikkatle analiz eder.
Sosyolog, doktorlardan kızının durumu hakkında bilgi aldığında tedavi seçeneklerinin karmaşık olduğunu iyice anlar ve şöyle der: “Hipermodern hastanın durumu yepyeni bir durumdur. Bu yeni durumda hasta, genel olarak bedeninin, özel olarak hastalığın tedavisinin yönetiminde inisiyatif sahibidir. O, hastalığının tedavisini bir veya pek çok doktora bırakır. Fakat her ne olursa olsun, tedavi biçimini ve tedavi edecek kişi veya kişileri seçmek onun elindedir. Riskleri yönetmek, onun yetkisindedir.”
Sosyolog, sözlerini desteklemek için, yakınlarına, dostlarına ve çalışma arkadaşlarına on beş mektup yazar. Bu mektuplarda, kendi çok boyutluluğunu utanmadan ve gizlemeden başkalarına açıklar. Bunlardan birinde şöyle der: “Bir hizmetçi, iki farklı marka çamaşır deterjanından hangisini kullanacağı konusunda tereddüt eder. O yine de iyi bilir ki, her ikisi de aynı şekilde yıkar. Fakat o, mavi paket ya da yeşil paket arasında tereddüt eder. Böylece o, hiper seçim oyunu oynar, çünkü böyle yapmakla alternatif, ne kadar yapay olursa olsun, seçme imkânı verir; bir farklılığı kabul etme, bir şeye egemen olma fırsatı sağlar.”
Fakat her şeye rağmen kızı ölür. Sosyolog, ne tek damla gözyaşı döker ne de en küçük şikâyette bulunur. Ölüm, akademik görüşlerinde hiçbir değişiklik yapmaz. Sosyologun yaşadığı, sadece kısa bir şaşkınlıktır. Her şeye rağmen o, “çok hiperdir”, bir seçim yapmıştır ve entelektüel özgürlüğü seçmiştir.[35]


[1] Rudolf Pannwitz Die Krisis der europäische Kultur Bd. 2, Nürnberg, 1917, p. 64
[2] Dortier, p. 661.
[3] Lucas, David, Crise des valeurs éducatives et postmodernité, Harmattan, Paris, 2009, p. 48.
[4]Société canadienne de philosophie continentale, Revue de la Société canadienne pour l’herméneutique, Vol 7, No: 1-2 20 p. 4.
[5] Searle, John, Rationalité et réalisme: qu’est-ce qui est en jeu? Traduit de l’anglais (USA) par Patrick Peccatte Daedalus, automne 1993, p. 57.
[6] Ibid. p. 59.
[7] Ibid. p. 64.
[8] Kremer-Marietti, Angèle, La raison créatrice: Moderne ou postmoderne, Kimé, Paris, 1996, p. 55.
[9] Sokal Alan; Bricmont Jean, Impostures intellectuelles, Paris: Odile Jacob, 1997, p. 70.
[10] Kremer-Marietti, Angèle, Sociologie de la science: Sociologie des sciences et rationalité scientifique, Mardaga Bruxelles, 1998, p. 175.
[11] Bourdieu, Pierre, Science de la science et réflexivité: cours du Collège de France, 2000-2001.

[12] Trépos, Jean-Yves, “La sociologie postmoderne est-elle introuvable?  Le Portique, numéro 1, 1998.
[13] Ibid. p. 13.
[14] [14] Searle, p. 67.
[15] Mappa, Sophia, Puissance et impuissance de l’État: Les pouvoirs en question au Nord et au Sud, Karthala, Paris, 1996, p. 94.
[16] Aubert, Nicole, Que sommes-nous devenus? ”, Sciences humaines, 2004, no154, p. 36.
[17] [17] Molénat, Xavier “Sommes-nous entrés dans une nouvelle modernité?”, Sciences humaines, 154, Novembre, 2004, p. 53.
[18] Planche, Joseph, Dictionnaire grec-français, Paris, 1817, p. 67.
[19] Céldat, Léon, Dictionnaire étymologique de la langue française, Paris, 2009, p. 542.
[20] Aubert, p. 78.
[21] Ibid. p. 73.
[22] Jewsiewicki, Bogumil; Létourneau, Jocelyn, Identité en mutation, Septentrion, Paris, 1998, p. 11.
[23] Pagès, M.; Gaulejac V. De; Bonetti; Descendre, M. et D., L’Emprise de l’organisation, 1979, rééd. Desclée de Brouwer, 1998.
[24] Marchesnay, [24] Michel, “Hypermodernité, hypofirme et singularité”, Revue management et avenir 2004, N° 2 p. 21.
[25] J effrey, Denis, Boudreault Pierre-W., İdentitén en errance, Presses Universitaire de Laval, Québec, 2007, p. 13.
[26] [26] Bu konuda bkz. Bonny, Yves, Modernité avancée ou postmoderne, Arman Colin, Paris, 2004. Lipovetsky, G., Les temps hypermodernes, Paris, Grasset, 2004; M. Augé, Les Non-lieux. Introduction à une anthropologie de la surmodernité, Seuil, 1992.
[27] Augé, M., Les Non-lieux. Introduction à une anthropologie de la surmodernité, Seuil, Paris, 1992, 41.
[28] Détienne, Marcel, Comparer l’incomparable, Seuil, Paris, 2000, p. 134.
[29] [29] Molenat, “L’individu hypermoderne: Vers une mutation anthropologique?”, Sciences humaines, 154, Novembre, 2004, p. 89.
[30] [30] Aubert, Nicole, Le Culte de l’Urgence La société malade du temps, Flammarion, Paris, 2001, p. 156.
[31] Lipovetsky, Les temps hypermodernes, p. 37.
[32] Lipovetsky, G., “La société d’hyperconsommation”, Le Débat, 2003, n° 124, mars-avril, p. 71.
[33] Bkz. Ascher, François, La société hypermoderne,  Éditions de l’Aube, Paris, 2005.
[34] Bkz. Ascher, François, Le mangeur hypermoderne Odile Jacob, Paris, 2005.
[35] Dumay, Jean-Michel, 827 “Lettres d’un hypermoderne”, Le Monde 14 octobre 2007.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder