VII.2. Postmodernizm
Postmodernizm, XX. yüzyılın başında ortaya çıkan felsefi ve
kültürel bir harekettir. Terim ilk defa Birinci Dünya Savaşı bitmezden az önce,
1917 yılında Rudolf Pannwitz’in Die
Krisis der europäische Kultur (Avrupa Kültürünün Krizi) adlı
kitabında kullanılmıştır.[1] Postmodernizm,
analoji yoluyla modernizmden türemiştir. Bu yaklaşım, yavaş ilerlemesine
rağmen, “1980’li yıllardan itibaren Amerika’da yaygınlaşmıştır”[2]
ve günümüzde etkisini artırmıştır. Ancak bu etkinin genişliği tezlerinin güçlü,
iddialarının haklı, kavramlarının açık olmasından çok, iki şeye bağlıdır: Sübjektiviteyi
ve bireyselciliği temel alması, kesinlik arama ihtiyacını ve temellendirme
zorunluluğunu ortadan kaldırması.[3]
Postmodernitenin hem olumlu hem de olumsuz etkisi vardır.
Olumsuz etkileri, olumlu etkilerinden daha fazladır. Olumsuz etkileri konusunda
çok şey söylenebilir; ancak sözü de uzatmamak gerekir. O nedenle sadece olumlu
etkiyi belirtmekle yetinelim. Postmodernitenin gerçek ve olumlu etkisi,
a) Bizi büyük söylemlerden kurtarması,
b) Modern ilkelerle barıştırması, modernitenin yanıldığı
konuları göstermesi,
c) Aydınlanma
iyimserliğinin savunulamayacağını ve aktüelleştirilemeyeceğini; günümüzdeki temel
yapıların XIX. yüzyıldaki yapılar olmadıklarını; ister istemez değiştiklerini
görmesi.
Postmodernizm söylediğimiz gibi, kendisini toplumlar
arasında bir arabulucu gibi görür. Onu ortaya çıkaran nedenler çeşitlidir. Dinî
otoritelerin güç kaybetmesi, devrimci ütopyaların ve ideolojilerin çöküşü,
bunların önemlilerindedir. Postmodernizm Freudçülüğün ve Marksizm’in etkilerini
ortadan kaldırmaya çalışır ve yapısalcılığı sürdürür.[4] Postmodern
düşünürlerin iddiasına göre, dünyanın büyüden arındırılması süreci devam
etmektedir.
Postmodernistler hakikatin, objektifliğin, rasyonalitenin,
realitenin ve entelektüel niteliğin doğasına ilişkin bazı geleneksel
anlayışlara itiraz ederler.[5] Onlar bilimsel
söylem peşinde değillerdir.[6]
Searle postmodernizmi değerlendirirken der ki,
Postmodernistler XVII. yüzyılın başında ortaya
çıkan modernitenin ötesinde olduğumuzu ileri sürerler. Fakat bu geçiş
genellikle, sanki bir atmosfer değişikliği gibi yani birdenbire çıkagelen bir
şey gibi sunulmuştur. Ama buna ilişkin ne bir kanıt ne de bir gerekçe gösterilmiştir.
Gerçi kanıta benzer bir şeyler söylenir. Ancak bunlar, sloganlara ve savaş
çığlıklarına benzer.[7]
Sosyolojide postmodernizm, çağdaş Batılı toplumlarda, aşkın
bütünlük gibi görülen akla referansı terk etmiştir. Bilgiyi ve gücü inceleyen
kimi sosyologlar, postmodern bakış açısını ciddîye almak gerektiğini düşünürler.[8]
Bu akımın kendini ifade etmek için kullandığı post (sonrası) öneki şu anlama
gelir: Modernite çağı artık kapanmıştır.
Postmodernizmin kendine özgü tezleri vardır. Bunlar,
1. İnsan bilinci dışında bir realite yoktur. Bu açıdan
bakıldığında, tıpkı sosyal dünya gibi, fizik dünya da lengüistik ve sosyal bir
inşadır.[9]
2. Olgulara asla güvenemeyiz. Bu nedenle deneysel yöntemi ya
terk etmeliyiz ya da gerçekten sübjektif bir boyuta indirgemeliyiz. Daha kesin
konuşursak, deneyim hiçbir gerçek bilgi vermez. O, sadece lengüistik, sosyal ve
psikolojik olanı inşa etmeye yarayan bir araçtır.
3. Hiçbir yöntem rasyonel ve meşru görülemez; bilim kabul
edilen hiçbir düzen, saygıya layık değildir. Feyereband’ın dediği gibi “her şey
iyidir.”[10]
Hatta postmodernizm, çelişmezlik ilkesini bile, tümüyle lengüistik bir inşa
gibi görür.
4. Büyük anlatılar terk edilmiştir.
5. Batı ilerlemeciliği kesinlikle sona ermiştir.
6. Bilimsel keşifler ve dünyanın aklileştirilmesi insanlık
için bir gelişme gibi görülemez.
7. Doğa bilimleri dâhil, bütün bilimlerde araştırmacı,
araştırma objesini tümüyle kendisi inşa eder.
Bu tezleriyle postmodernizm, bilimi görecelileştirir. Pierre
Bourdieu bilimin inşa olmasını sosyolojik yapıya bağlar ve der ki:
“Objektiflikten sorumlu olan, bilimin sosyal doğasıdır.”[11]
Postmodernizmin daha başka sosyal, ekonomik, kültürel, sanatsal
pek çok tezi vardır. Onun bütün tezlerini burada açıklamamız mümkün değildir.
Söylediklerimizden anlaşılacaktır ki, postmodernizm, kesin
bilimleri insan ve toplum bilimleri içine yerleştirir; daha özel konuşmak
gerekirse, kesin bilimleri açıklarken bazıları sosyolojiyi, bazıları lengüistiği,
bazıları psikolojiyi vs. temel alır. Onlar, modern ve postmodern entelektüel
uygulamaları birbirinden ayırır.
Postmodernizmin burada belirtilen epistemoloji karşıtı
tutumu, deneysel bilimleri hedef alır. Ancak, postmodernizm insan ve toplum
bilimlerindeki epistemolojiyi de eleştirir. Postmodernizmin insan ve toplum
bilimleri karşısındaki tutumu, deneysel bilimler karşısındaki tutumundan daha
katıdır. O, deneysel bilimleri sadece görecelileştirmekle yetinir; oysa insan
ve toplum bilimlerindeki yöntemlerin tümünü yok sayar ve bu bilimlerin son
bulduğunu iddia eder; bu bilimlerin çağdaş toplumları asla anlayamayacaklarını
söyler.
Postmodernizm çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Bu
eleştirilerin hepsine değinemeyiz. O nedenle sadece en önemli gördüğümüz
eleştirileri kısaca belirtmekle yetineceğiz.
1. Postmodernizmin, bilimi lengüistik, sosyal ya da
psikolojik saf bir inşa gibi görür. Oysa bu doğru değildir, çünkü gerçekte
bilim, bilim adamlarının çeşitli motivasyonlara bağlı olarak elde ettikleri
bilgilerdir. Her ne kadar postmodernistler kabul etmeseler de bilim adamlarına
ve bilime özgü bir dil vardır.
2. Postmodernizm, “rasyonel mutlak”ın olmadığını savunur;
dünyada var olan ve ayrıştırılması gereken her şeyin temelini yok eder. Bu
noktadan bakıldığında aynı eleştiri postmodernizmin kendisi için de geçerlidir.
O nedenle kurumsalcılara göre postmodernizm, kendi bindiği dalı da kesmiştir.
Bu akımın sağlam bir temeli yoktur.[12]
Bu konuda bütün suçu postmodernizme
yüklemek doğru değildir. Kimi insan ve toplum bilimcisi postmodernizm kavramını
kullanmadan, en iyi hipotezlerin dinamitlenmesine katkıda bulunur.[13]
Tıpkı postmodernistler için olduğu gibi, onlar açısından da mutlak bilgi,
imkânsızdır. Tüm bilgilerdeki inşa mekanizması kanıtlanabilir.
3. Postmodernizmin “Modern dönem sona ermiştir.” tezi
doğruyu yansıtmaz. Postmodernizmin dediği gibi, modern tasavvurların şu veya bu
nedenle krizde oldukları düşünülebilir; modern hayat konusunda duyulan çeşitli
kuşkular haklı olabilir. Ancak bundan, yine de modern çağın kapandığı sonucu
çıkarılamaz. Modernite, farklı yani ikinci modernite diyebileceğimiz bir
şekilde devam etmektedir. Bu nedenle postmodernizmden çok ikinci moderniteden
söz edebiliriz; krizlerin de ikinci moderniteye ait olduğunu söyleyebiliriz. Kesindir
ki, modernite krizinden söz etmek şu anlama gelir: Gelecekte başka krizler de
olacaktır ve bu krizlere çözüm bulmak için modernite yeni iddialar ileri sürecektir.
Modernizm son bulmamıştır, çünkü büyük anlatılar şekil değiştirir, fakat ortadan
kalkmaz. Büyük anlatıların ortadan kalktığını söylemesi, postmodernizmin temel
yanlışıdır.
4. Searle biraz da alaycı biçimde şöyle bir eleştiri
getirir: Varsayalım ki, doktorunuz postmodernisttir. O zaman sizin hastalığınız
da gerçekte metaforik bir inşa olacaktır.[14]
5. Postmodernizm bizi, şimdi’yle kesin bir kopuşu ifade eden moderniteden dışarı
çıkmamız gerektiğine inandırmadı, çünkü açıktır ki, biz gerçekte modernite
içinde düşünürüz; onunla birlikte yaşarız; sadece derin analizleri daha
derinleştiririz.
6. Postmodernizm, çağdaş toplumlardaki en son değişiklikleri
açıklamaktan uzaktır.
Modernitenin karşıtı, sanıldığı gibi postmodernizm değildir,
fakat hipermodernitedir.[15] Postmodernite,
hipermoderniteyi bir yorumlama biçimidir. Hipermodernite ise, moderniteyi
yaşama tarzıdır. Bugün postmodernimzden ve postmodern bireyden değil, hipermoderniteden
ve hipermodern bireyden söz edilmektedir. Hipermodernite yeni insanının geldiği
ya da yarının kimi insanının geleceği aşamadır. O yüzden hipermodernite hakkında konuşmak hem bugünün
belli bir görünüşünü betimlemek hem de geleceğe ilişkin deyim yerindeyse ön
deyide bulunmaktır.
VII.3. Hipermodernite
Yukarıda gördüğümüz gibi postmodernizm modernitenin
temelindeki önemli düşüncelerle bir kopuştu.
Postmodernizm özellikle akıl ve ilerleme
fikrine karşı çıkıyordu. Postmodernizm kavramı şimdi yavaş yavaş gündemden düşmüştür;
daha gerçekçi olmak gerekirse, bu kavram terk edilmiştir.
[16]
Çünkü bugün postmodernizm kavramı çağdaş toplumlardaki en
yeni gelişmeleri açıklayabilecek gibi görünmüyor.
Postmodernizmin
gözden düşmesi, günümüz Batı toplumlarını nitelemek için yeni bir kavram arayışına
götürdü. Bu konuda çeşitli kavramlar önerildi. Ancak önerilen kavramların hepsi
de moderniteyle ilişkilendirildi. Örneğin “üst-modernite”, “hipermodernite”, “ikinci
modernite”, “ileri modernite”, “düşünümsel modernite”, “geç modernite”
bunlardan bazılarıdır.[17]
Ama bunlardan en yaygın olanı hipermodernitedir.
Hiper Batı dillerine Grekçeden geçmiştir. Grekçede ύπερ (hyper) “üstünde” demektir[18] ve “aşağı” anlamına gelen ύπo‘ya
(hypo) karşıttır.[19] Günümüzde bu önek, fazlayı, aşırılığı,
yoğunluğu, sürekli aşmayı, normun ya da çerçevenin ötesini niteler; en yüksek
ve sınır durum gibi anlamlara gelir.[20]
Ayrıca hiper öneki ileri modernite fikrini çağrıştırır.[21] Önek
modernite ile birleştiğinde, moderniteye özgü eğilimlerin yoğunlaşması,
radikalleştirilmesi ve şiddetlenmesi anlamına gelir. [22]“Hiper
modern”, birey için kullanıldığında, bireysel aşırılık (tüm istekleri hemen
karşılama, peşinde koşulan yoğunluk, mutlak’ı elde etme çabası) ve kendini
aşma, ticaret mantığının egemenliği; bir normun ya da bir çerçevenin ötesi, bir
evrim demektir.
Hipermodern ilk defa 1979’da L’emprise de l’organisation (Düzenlemenin Gücü) adlı kitapta formüle
edilmiştir.[23]
Bu kitap Max Pages’ın yönetimindeki araştırmacılar grubu tarafından yayınlanmıştı.
Araştırmacılar şu sorunun cevabını bulmaya çalışıyorlardı: Acaba teknolojik-ekonomik
değişiklikler politik yapıları ve kolektif bilinçaltını nasıl etkiler? Bu
cevapla, çok uluslu bir Amerikan şirketinde, yönetim tekniklerinin
iyileştirilmesi ve çalışanların daha verimli olması amaçlanıyordu.
1990’lı yıllarda sosyologlar şunu gördüler: Sosyal değişme gitgide
hızlanmıştır ve “yeni bir birey” ortaya çıkmıştır. Bu yeni birey, gittikçe daha
çok tüketen toplumda yaşamaktadır. O, her türlü bağdan kurtulmaya çalışır ve
sadece kendini geliştirme kaygısı taşımaktadır. “Hipermodern birey” tezini
ileri süren sosyologlardan biri de Nicole Aubert’dir. O, L’individu hypermoderne (Hipermodern
Birey) adlı kitapta, artan kütle tüketimini ifade etmek; yeni bireyin doğuşunu
nitelemek için Hipermodern birey terimini
kullandı. Nicole Aubert’e göre hipermodern
birey tıpkı Weber’in ideal tipleri gibidir.[24]
Şimdi hipermodernite kavramına daha yakından bakalım.
Hipermodernite toplumu değil de bireyi sonsuzca özgürleştirmeye çalışır;[25]
modernitenin temelleriyle ilgiyi kesmez; moderniteyi hem sürdürür hem de ondan
ayrılır. Hipermodernite günümüzdeki toplumsal durumu ve bu durumun anlamını
açıklamaya çalışır. Onun amacı, modernitenin gücünü, sınırlarını ve günümüzdeki
özgün biçimini ortaya koymaktır; onu her yanılsamadan kurtarmaktır. Bundan
dolayı hipermoderniteye yeni modernite
diyebiliriz.
Hipermodernite,
abartılı bir modernitedir, çünkü modernitenin radikalleşmesine ve aşırılığına
vurgu yapar. O, radikal modernite diye de nitelenebilir. Radikal modernite,
çağdaş toplumların durumunu daha iyi açıklıyor gibidir. Radikal modernitede
aklın kullanılması, geleceğe yönelme, uzlaşma ve anlaşma gibi ilkeler var olmayı
sürdürür; düşünce, etkin ve yoğun biçimde kullanılır. Yine de radikal
modernite, modernitenin basit bir devamı değildir. O, ikinci veya yeni bir
modernitedir; modernite değerlerinin yeniden düzenlenmesidir.[26]
Gerçekte hipermodernitenin ayırt edici özellikleri
şunlardır: Büyük ideolojilerin terk edilmesi, kültürel değerlerin zayıflaması,
temel yapıların dayanıklılıklarını yitirmesi; aile okul, parti, din gibi geleneksel
sosyal kurumların eskisi kadar etkin olmamaları.
Hipermodern toplum, çelişkili bir mantığın nitelediği,
liberal bir toplumdur. Bazı kişiler, örneğin Marc Augé buna yakın bir kavramı, üstmodernite kavramını kullanır. Ona
göre
üstmodernite, postmodernitenin bize arka
yüzünü gösterdiği bir metal paranın ön yüzüdür; negatifin pozitif yanıdır.[27]
Hipermoderniteyi ortaya çıkaran bir dizi gelişme vardır.
Bunlar, enformasyon ve iletişim teknolojilerinin gelişmesi; ekonominin ve
kültürün küreselleşmesi; genelliklerin etkisini yitirmesi; daha çok üretme ve
iş hayatında daha fazla çaba harcama zorunluluğudur.
Hipermodernite kavramı, çağdaş bireylerin başkalarıyla ve
kendisiyle ilişkisini daha iyi anlamaya izin verir. Hipermoderniteyi düşünmek,
insanın sosyal statüsüyle ve kendi dönemiyle sürdürdüğü yeni ilişkiyi
anlamaktır yani bireyin gitgide tüketici olduğunun ayırdına varmaktır.[28] Hipermodern
bir gelecek hem en iyiyi elde etme umudunu verir hem de en kötünün ortaya çıkma
olasılığı içerir. O nedenle hipermodern gelecek son derece karmaşıktır.
Avier Molénat’ya göre otuz kırk yıldan beri yepyeni bir
sürece girdik. Bu süreç modernitenin bir tür radikalleştirilmesi sürecidir. Bu
süreçte insan, toplumun merkezidir. İnsanın temel amacı meslek ve iş hayatında
daha iyi olmak için, sürekli kendini aşmaktır. Kendini geliştirmek zorunda olan
insan, kapasitelerini sonuna kadar kullanmalıdır. Düşünümsellik, insanın bütün
seçimlerini belirler. Bu nedenle toplumları “risk” ve “düşünümsellik” açısından
analiz etmek gerekir.[29]
Hipermodernite, postmoderniteden sonraki episteme’dir, “yeni” çağdır. O, aynı
zamanda bir alandır. Hipermodern alanda bireyler ve topluluklar, hayatta kalmak
ve gelişmek için insanları ve insanların sosyal davranışlarını yeniden tanımlarlar.
Hipermodern toplumda temel kaygı, zamanın yaşanmasıdır. Bu
toplumun ayırt edici özelliği, “âcil”in egemenliğinde olmasıdır. “Hepsini,
hemen istiyorum”, hipermodern toplumun sloganıdır.
Akıp giden zaman metaforunun yerini
yoğunlaştırılmış, hızlandırılmış, sürekli bizden kaçan, yokluğu bizi sıkıntıya
sokan zaman almıştır. İletişimler çok kısa anlarda gerçekleşir; “reel zaman”
sanki bir diktatör gibidir; zaman kültürümüz kökten değişmiştir; “âcil”,
hayatımızı baştanbaşa istila etmiştir; “hemen şimdi harekete geçmek gerekir.[30]
“Hemen’in egemenliği karşısında geleceğin görüsü değer
kaybeder. Zaman ile kurulan bu yeni ilişki, tüketme tutkusu’nu da aydınlatır; “yeni tüketici, zaman
deneyimini, hep genç ve canlı kılmak ister. Bu amaçla kendini yeniler. Aşırı
tüketim, bir gençlik kürüdür; bu kür coşkuyla ve sürekli tavsiye edilir.”
Lipotevsky demektedir ki, hipermodernite “araçsal
verimlilik”le; aynı anlama gelmez; “sorumluluğun çokluğu” gibi görülemez ve değerlerin
etkisizliğiyle aynı şey sayılamaz. Hipermodernitenin ayırt edici özelliği,
teknolojik ve ticarî bir sarmal olmasıdır. Bu sarmal, hümanist, demokratik değerlere
dayanır ve ortaklaşa olanın gücünü artırmaya çalışır. Sonuçta, hipermodernite
ekonomik ve sosyal, pratikler düzenine; değerler düzenine aittir, ama bilgi
düzeniyle ilgisizdir.[32]
Fransa’da hipermodernite bazı sosyologların önemli çalışma
konularından biri oldu. Buna örnek olarak François Ascher’yi verebiliriz. Bu
sosyologun La société hypermoderne[33] (Hipermodern Toplum), Le petit manuel hypermoderne (Hipermodern
Küçük Elkitabı), Le mangeur
hypermoderne[34] (Hipermodern Obur) adlarıyla yayınlamış
önemli kitapları vardır. Fransız sosyologa göre hipermodernitenin ayırt edici
özelliği, bireylerin her gün biraz daha çok bağımsızlık peşinde koşmalarıdır. Hipermodernite
Orta Çağ’dan beri sürüp gelen bir evrenin son aşamasıdır. Bu aşamada toplumlar
daha önceden görülmedik biçimde organize olurlar. Bireyler, karmaşık yapılarda
sosyalleşirler; geleneklerden uzaklaşan düşünce, bilime dayanarak gelişir;
pazar her tür sosyal pratiği ekonominin bir parçası yapar ve kolektif
düzenlemeler gitgide farklılaşır.
Burada bir hipermodernite teorisyeninin oldukça etkileyici
bir öyküsünü okuyucuyla paylaşmadan edemedim. Öykü 14 Ekim 2007 tarihli Le Monde gazetesinde Jean-Michel
Dumay tarafından “Lettres d’un hypermoderne” (Bir Hipermodernin Mektupları) başlığıyla
yayınlamıştır. Öykü şöyledir: Bir hipermodern sosyolog, hayatını hipermodernite
olgusunu aydınlatmaya adamıştır. Kızlarından biri kanserdir. Bu hasta kız
tümörü ve metastazı tedavi edebilecek doktorlar bulmak için çırpınıp durmaktadır.
Baba sosyolog, kızının tedavi için kurduğu ilişkileri; sosyal alanların
çeşitliliğini, onların bireysel ilişkilerle birbirine bağlanan sistem gibi
işlemelerini; kısaca söylersek, bir bireyin, dünyanın herhangi bir bölgesine
internet üzerinden tek bir “tık”la gidebildiği hiper-metin olarak bu toplumu
dikkatle analiz eder.
Sosyolog, doktorlardan kızının durumu hakkında bilgi
aldığında tedavi seçeneklerinin karmaşık olduğunu iyice anlar ve şöyle der: “Hipermodern
hastanın durumu yepyeni bir durumdur. Bu yeni durumda hasta, genel olarak
bedeninin, özel olarak hastalığın tedavisinin yönetiminde inisiyatif sahibidir.
O, hastalığının tedavisini bir veya pek çok doktora bırakır. Fakat her ne
olursa olsun, tedavi biçimini ve tedavi edecek kişi veya kişileri seçmek onun
elindedir. Riskleri yönetmek, onun yetkisindedir.”
Sosyolog, sözlerini desteklemek için, yakınlarına,
dostlarına ve çalışma arkadaşlarına on beş mektup yazar. Bu mektuplarda, kendi
çok boyutluluğunu utanmadan ve gizlemeden başkalarına açıklar. Bunlardan birinde
şöyle der: “Bir hizmetçi, iki farklı marka çamaşır deterjanından hangisini
kullanacağı konusunda tereddüt eder. O yine de iyi bilir ki, her ikisi de aynı
şekilde yıkar. Fakat o, mavi paket ya da yeşil paket arasında tereddüt eder.
Böylece o, hiper seçim oyunu oynar, çünkü böyle yapmakla alternatif, ne kadar
yapay olursa olsun, seçme imkânı verir; bir farklılığı kabul etme, bir şeye egemen
olma fırsatı sağlar.”
Fakat her şeye rağmen kızı ölür. Sosyolog, ne tek damla
gözyaşı döker ne de en küçük şikâyette bulunur. Ölüm, akademik görüşlerinde hiçbir
değişiklik yapmaz. Sosyologun yaşadığı, sadece kısa bir şaşkınlıktır. Her şeye
rağmen o, “çok hiperdir”, bir seçim yapmıştır ve entelektüel özgürlüğü seçmiştir.[35]
[4] “Société canadienne de philosophie continentale”, Revue de la Société canadienne pour l’herméneutique,
Vol 7, No: 1-2 20 p. 4.
[5] Searle, John, Rationalité et réalisme: qu’est-ce
qui est en jeu? Traduit de l’anglais (USA) par Patrick Peccatte
Daedalus, automne 1993, p. 57.
[7] Ibid. p. 64.
[9] Sokal Alan; Bricmont Jean, Impostures intellectuelles, Paris: Odile
Jacob, 1997, p. 70.
[10] Kremer-Marietti, Angèle, Sociologie de la science: Sociologie
des sciences et rationalité scientifique, Mardaga Bruxelles, 1998, p. 175.
[13] Ibid. p. 13.
[15] Mappa, Sophia, Puissance et
impuissance de l’État: Les pouvoirs en question au Nord
et au Sud, Karthala, Paris, 1996, p. 94.
[21] Ibid. p. 73.
[22] Jewsiewicki, Bogumil; Létourneau, Jocelyn, Identité en mutation, Septentrion,
Paris, 1998, p. 11.
[23] Pagès, M.; Gaulejac V. De; Bonetti; Descendre, M. et D., L’Emprise de l’organisation, 1979,
rééd. Desclée de Brouwer, 1998.
[24] Marchesnay, Michel, “Hypermodernité, hypofirme et singularité”, Revue
management et avenir 2004, N° 2 p. 21.
[25] J effrey, Denis, Boudreault Pierre-W., İdentitén en errance, Presses
Universitaire de Laval, Québec, 2007, p. 13.
[27] Augé, M., Les Non-lieux. Introduction à une
anthropologie de la surmodernité, Seuil, Paris, 1992, 41.
[32] Lipovetsky, G., “La société d’hyperconsommation”, Le
Débat, 2003, n° 124, mars-avril, p. 71.
[33] Bkz. Ascher, François, La société
hypermoderne, Éditions
de l’Aube, Paris, 2005.
[34] Bkz. Ascher, François, Le mangeur hypermoderne Odile Jacob,
Paris, 2005.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder