17 Mayıs 2020 Pazar

DÜŞÜNMEK BEYİNDE VE BEYİNLE DEĞİL GRAMERİ KULLANMAKLA GERÇEKLEŞİR


Düşünme, zihnimizin aktivitesini ifade etmez; gündelik dilden öğrendiğimiz bir kavramdır. Bu kelimenin kullanımı çok karışıktır. Bu karışıklık bütün psikolojik fenomenlerdeki karışıklık gibidir. Bütün psikolojik kavramların kullanımlarına dair toplu bir görünümü belirlemek zordur; işte bunun gibi, düşüncenin kullanımına ilişkin genel bir açıklama yapılamaz. [1]
İnsan düşünme kelimesini yani onun kullanımını belli koşullar altında öğrenir. Ama bu koşulları betimlemeyi öğrenmeden, birine bu sözcüğün kullanımını öğretebilirim. Zira bunun için o koşulları betimleme, gereksizdir. [2]
Gerçekten düşünmek sözcüğünün kullanılacağı koşulları sıralayalım; ama koşullar bu sözcüğün kullanımını kuşkulu hale getirdiğinde doğrusu, böyle olduğunu söyleyebilirim; o durumun normal durumlardan nasıl saptığını anlatabilirim. [3]
Dilimizin farklı kelimeleriyle farklı şeyleri anlatırız; yüksek sesle düşünmeyi, kendi kendimizle konuşmayı, hayalimizde biriyle diyalogu, bir şeyi önce hatırlamayıp ardında aklımıza gelmesini vs. anlatmak için uygun kelimelerimiz vardır. Kelimeler söze bürünür, düşünce olur. Wittgenstein’ın eleştirisinin hedefinde düşünceye ilişkin şu mitoloji vardır: Düşünce hem bir dildir hem de lengüistik ifadeye zorunlu olarak eşlik eden zihinsel bir süreçtir.
“Düşünme bir tür dil değildir. “Düşünmek” kavramı, “konuşmak” kavramından kesin olarak farklıdır. Düşünme ne dile ne de başka bir sürece eşlik etmez.” [4]
Dile eşlik eden zihinsel süreç mitolojisi, düşünceyi gizemli hale getirir. Bu mitolojiden kurtulmak için Wittgenstein şöyle düşünür: Düşünce genel olarak göstergeler yardımıyla gerçekleştirilen bir etkinliktir. Lengüistik göstergeler düşüncenin canlandırdığı varsayılan cansız objeler değildir; fakat düşüncenin ger­çek araçlarıdır. “Dil, düşünceyi taşır.”
Wittgenstein'a göre düşünme ve beyin farkı, anlam ve gramer farkını göstermek için açıklayıcı bir örnektir. Düşünce, gös­tergesi olan şeyin yani beynin anlamı değildir; tersine, dildeki kullanımlarımız bu farkı eler. Sözcenin stilinde, bu farkı sürdürme, Wittgenstein'ın şöyle demesine izin verir: “Beyin bizi kendini okumaya çağıran bir yazı gibidir ve yine de bir yazı değildir.” [5] Bu “gibi”yi bilim filozofu açıklamaya koymalıdır; nöro filozof ise elemelidir. Wittgenstein kognitif bilimlerin gelişmesinden çok önce beynin nöro bilimsel sözcedeki önemini anlamıştı.
Beyin, modern süjenin kitabı değildir. O, nörolojik bilimler tarafından yazılan en yüce metaforik kitaptır. Beyni düşünmek, maddi bir şeyi yani nörolojik tarzda yazılmış bir metni düşünmektir; ama nörolojik metin kristalleştirilerek okunmalıdır. [6]
Zihinsel durumlar gerçekte olaylar veya süreçler değildir; fakat kapasitelerdir ve yatkınlıklardır; filozofların nesneler ya da özel nitelikler dedikleri şeyler de değildir; fakat sadece karmaşık ilişkilerin düğümleridir. Bu düğümleri anlamak mı istiyoruz? O zaman yapacağımız şey, şudur: İnsanların doğal ve sosyal tarihini dikkate almak. Çünkü insanlar örneğin kuşku, üzüntü, inanç, kaygı, umut gibi zihinsel terimlerin kullanım kurallarını belli bağlamlarda öğrenirler, Dolayısıyla bu terimlerin kullanım kuralları sosyaldir.
Kuşkusuz birey bir dizi kanıya sahiptir ve bu kanılar da onun zihin durumlarıdır ve davranışlarının nedenidir. Burada şöyle sorabiliriz: Kanılarımız ister sıradan bir kanı isterse güçlü bir inanç olsunlar, günümüzde doğallaştırmacıların yaptıkları gibi*, onların fiziksel açıklamaları yapılabilir mi? Buna “evet” denemez; çünkü inançlara sahip olmak, bankada hesabı olmaktan daha fazla bir şeydir. Bir kişinin banka hesabının normal veya dijital kayıtları vardır; ama zihinsel durumların, olayların, süreçlerin veya inançların somut biçimde belirlenebilecekleri yer yoktur; onların sadece gramerleri vardır.
Bir nörolog nasıl beynin işleyişini anlamaya çalışırsa, Wittgenstein da ifadenin yapısını ve gramerini anlamak ister. “Düşüncenin merkezi beyindir.” ifadesinde, beyin zihinsel bir durumu içerir, onu maddileştirir; gerçekte zihinsel durum, nöronal durumun fizyolojik realitesinden başka bir şeyin adıdır. “Beyin düşüncenin merkezidir.” ifadesinin riski şudur: O, Metaforik ifadeleri düşünceye ve zihinsel ifadelere ilişkin bir hipotez olmaktan çok, bir açıklama gibi sayar. Bu açıklamayı da şöyle yapar: Beyin düşüncenin merkeziyse, beyinden bağımsız zihinsel durumlar var olamaz; çünkü nöro fizyolojik açıklama realitenin nedensel bir betimidir. Wittgenstein’a göre “merkez” kelimesi düşünceyi mekânsallaştırır; düşünceyi mekânsallaştırmak ise risktir.


[1]    Wittgenstein, Zettel, § 113.
[2]    Ibid. , § 113.
[3]    Ibid. , § 115.
[4]    Wittgenstein, § 236.
[5]    L. Wittgenstein, Études préparatoire à la 2e partie des Recherches philosophiques, Mauvezin, T. E. R. , trad. G. Granel, 1985, no: 806, p. 270.
[6] Andrieu, Bernard, “Wittgenstein, ou la grammaire du cerveau”, Philosophie, Les éditions de Minuits, 1998, p. 58.
* İnsani eylemlerin doğal süreçler gibi açıklanmasına pek çok örnek verilebilir. Biz sadece şu iki örneği zikretmekle yetineceğiz. Ahlaki açıdan çok mükemmel bir insanın bu durumunu fizyolojik olarak açıklamak isteyenler, onun beynini ayrıntılı biçimde görüntülediler; normal insanın beyninden hiçbir farkı olmadığını gördüler; ancak beyin sapında hafif bir kireçlenme belirlediler.
Bir başka örnek şudur: Yüz T. L. sını 80/20 oranında paylaştırmayı teklif eden kişinin bu teklifini hakkaniyete aykırı bulan ve paylaşımın 50/50 olması gerektiğini söyleyen kişi beynine hafif bir elektrik verildiğinde 20 T. L. almayı kabul etmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder