Düşünme, zihnimizin
aktivitesini ifade etmez; gündelik dilden öğrendiğimiz bir kavramdır. Bu
kelimenin kullanımı çok karışıktır. Bu karışıklık bütün psikolojik fenomenlerdeki karışıklık gibidir. Bütün
psikolojik kavramların kullanımlarına dair toplu bir görünümü belirlemek zordur;
işte bunun gibi, düşüncenin kullanımına ilişkin genel bir açıklama yapılamaz. [1]
İnsan düşünme kelimesini yani onun kullanımını belli koşullar
altında öğrenir. Ama bu koşulları betimlemeyi öğrenmeden, birine bu sözcüğün
kullanımını öğretebilirim. Zira bunun için o koşulları betimleme, gereksizdir.
[2]
Gerçekten düşünmek
sözcüğünün kullanılacağı koşulları sıralayalım; ama koşullar bu sözcüğün
kullanımını kuşkulu hale getirdiğinde doğrusu, böyle olduğunu söyleyebilirim; o
durumun normal durumlardan nasıl saptığını anlatabilirim. [3]
Dilimizin farklı kelimeleriyle
farklı şeyleri anlatırız; yüksek sesle düşünmeyi, kendi kendimizle konuşmayı, hayalimizde
biriyle diyalogu, bir şeyi önce hatırlamayıp ardında aklımıza gelmesini vs. anlatmak
için uygun kelimelerimiz vardır. Kelimeler söze bürünür, düşünce olur. Wittgenstein’ın
eleştirisinin hedefinde düşünceye ilişkin şu mitoloji vardır: Düşünce hem bir
dildir hem de lengüistik ifadeye zorunlu olarak eşlik eden zihinsel bir
süreçtir.
“Düşünme bir tür dil değildir. “Düşünmek” kavramı, “konuşmak”
kavramından kesin olarak farklıdır. Düşünme ne dile ne de başka bir sürece
eşlik etmez.” [4]
Dile eşlik eden zihinsel süreç mitolojisi, düşünceyi gizemli hale getirir. Bu mitolojiden kurtulmak için
Wittgenstein şöyle düşünür: Düşünce genel olarak göstergeler yardımıyla
gerçekleştirilen bir etkinliktir. Lengüistik göstergeler düşüncenin
canlandırdığı varsayılan cansız objeler değildir; fakat düşüncenin gerçek
araçlarıdır. “Dil, düşünceyi taşır.”
Wittgenstein'a göre
düşünme ve beyin farkı, anlam ve gramer farkını göstermek için açıklayıcı bir örnektir.
Düşünce, göstergesi olan şeyin yani beynin anlamı değildir; tersine, dildeki
kullanımlarımız bu farkı eler. Sözcenin stilinde, bu farkı sürdürme, Wittgenstein'ın
şöyle demesine izin verir: “Beyin bizi kendini okumaya çağıran bir yazı gibidir
ve yine de bir yazı değildir.” [5]
Bu “gibi”yi bilim filozofu açıklamaya koymalıdır; nöro filozof ise elemelidir. Wittgenstein
kognitif bilimlerin gelişmesinden çok önce beynin nöro bilimsel sözcedeki
önemini anlamıştı.
Beyin, modern
süjenin kitabı değildir. O, nörolojik bilimler tarafından yazılan en yüce
metaforik kitaptır. Beyni düşünmek, maddi bir şeyi yani nörolojik tarzda
yazılmış bir metni düşünmektir; ama nörolojik metin kristalleştirilerek
okunmalıdır. [6]
Zihinsel durumlar gerçekte
olaylar veya süreçler değildir; fakat kapasitelerdir ve yatkınlıklardır; filozofların
nesneler ya da özel nitelikler dedikleri şeyler de değildir; fakat sadece
karmaşık ilişkilerin düğümleridir. Bu düğümleri anlamak mı istiyoruz? O zaman yapacağımız şey, şudur: İnsanların
doğal ve sosyal tarihini dikkate almak. Çünkü insanlar örneğin kuşku, üzüntü, inanç,
kaygı, umut gibi zihinsel terimlerin kullanım kurallarını belli bağlamlarda
öğrenirler, Dolayısıyla bu terimlerin kullanım kuralları sosyaldir.
Kuşkusuz birey bir dizi
kanıya sahiptir ve bu kanılar da onun zihin durumlarıdır ve davranışlarının
nedenidir. Burada şöyle sorabiliriz: Kanılarımız ister sıradan bir kanı isterse
güçlü bir inanç olsunlar, günümüzde doğallaştırmacıların yaptıkları gibi*, onların fiziksel açıklamaları
yapılabilir mi? Buna “evet” denemez; çünkü inançlara sahip olmak, bankada
hesabı olmaktan daha fazla bir şeydir. Bir kişinin banka hesabının normal veya
dijital kayıtları vardır; ama zihinsel durumların, olayların, süreçlerin veya
inançların somut biçimde belirlenebilecekleri yer yoktur; onların sadece
gramerleri vardır.
Bir nörolog nasıl
beynin işleyişini anlamaya çalışırsa, Wittgenstein da ifadenin yapısını ve
gramerini anlamak ister. “Düşüncenin merkezi beyindir.” ifadesinde, beyin
zihinsel bir durumu içerir, onu maddileştirir; gerçekte zihinsel durum, nöronal
durumun fizyolojik realitesinden başka bir şeyin adıdır. “Beyin düşüncenin
merkezidir.” ifadesinin riski şudur: O, Metaforik ifadeleri düşünceye ve zihinsel
ifadelere ilişkin bir hipotez olmaktan çok, bir açıklama gibi sayar. Bu
açıklamayı da şöyle yapar: Beyin düşüncenin merkeziyse, beyinden bağımsız
zihinsel durumlar var olamaz; çünkü nöro fizyolojik açıklama realitenin
nedensel bir betimidir. Wittgenstein’a göre “merkez” kelimesi düşünceyi
mekânsallaştırır; düşünceyi mekânsallaştırmak ise risktir.
[1] Wittgenstein, Zettel, § 113.
[2] Ibid. , § 113.
[3] Ibid. , § 115.
[4] Wittgenstein, § 236.
[5] L.
Wittgenstein, Études préparatoire à la
2e partie des Recherches philosophiques, Mauvezin, T. E. R. , trad. G. Granel,
1985, no: 806, p. 270.
[6] Andrieu, Bernard, “Wittgenstein, ou la
grammaire du cerveau”, Philosophie,
Les éditions de Minuits, 1998, p. 58.
* İnsani eylemlerin doğal süreçler gibi
açıklanmasına pek çok örnek verilebilir. Biz sadece şu iki örneği zikretmekle
yetineceğiz. Ahlaki açıdan çok mükemmel bir insanın bu durumunu fizyolojik
olarak açıklamak isteyenler, onun beynini ayrıntılı biçimde görüntülediler; normal
insanın beyninden hiçbir farkı olmadığını gördüler; ancak beyin sapında hafif
bir kireçlenme belirlediler.
Bir başka örnek
şudur: Yüz T. L. sını 80/20 oranında paylaştırmayı teklif eden kişinin bu
teklifini hakkaniyete aykırı bulan ve paylaşımın 50/50 olması gerektiğini
söyleyen kişi beynine hafif bir elektrik verildiğinde 20 T. L. almayı kabul
etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder