3 Haziran 2016 Cuma

Dil Felsefesi 2'nin Önsözü

ÖNSÖZ Dil felsefesi serimizin ilk kitabını daha önce yayınlamıştık.* Bu kitap, farklı çevrelerden ve beklediğimizden de çok ilgi gördü. Serimizi iki kitapla tamamlamayı düşünmüştük ve bunu da ifade etmiştik. Ancak konuların içine girince iki kitapla yetinemeyeceğimizi fark ettik; beş kitap yazmaya karar verdik. Elinizdeki çalışmayı ve yakında çıkacak üçüncü kitabımızı gündelik dil felsefesine ayırdık. Dördüncü ve beşinci kitaplarda daha özel konuları ele almayı düşünüyoruz. Burada Önsöz’e Önsöz olarak şunu belirtelim: Ülkemizde dil felsefesi ve dil üzerine felsefe karıştırılmaktadır; Wagner’in haklı olarak dediği gibi dil üzerine söylenen şeyle dilde söylenen şey arasında ayırım yapılmamaktadır. Oysa bunlar hem konuları hem de metodolojileri bakımından çok farklıdır. Bu farkı şöyle gösterebiliriz: Dil üzerine felsefe, metafizikçi filozofların dil metafizikleri’dir yani spekülasyonlarıdır. Metafizikçilerde dil felsefesinde olması gereken iki temel şeyden biri yoktur: Anlam teorisi veya anlam betimi. Onlar anlam sorunuyla ilgilenmezler; dili kullanan kişiyi ihmal ederler; dilin mantığını ve sentaksını düşünmezler; gramer kurallarının rolünü, dilin uylaşımsal özelliğini yok sayarlar; dilin kognitif gücünü, önermelerin doğruluk ve yanlışlık şartlarını, edimsel özelliklerini vs. dikkate almazlar; önermeleri ya da sözceleri analiz etmek yerine dil hakkında sadece bir ide, bir tasavvur ortaya koymakla yetinirler. Onların ele aldıkları problemlerden bazı şunlardır: Dilin kaynağı nedir? Dil mi insanı yoksa insan mı dili belirler? Dil düşüncenin bir kılık değiştirmiş biçimi midir? İnsan dilin mahkumu mudur? Dil varlığın evi midir? Dil bize ihanet edebilir mi? Yazı ve söz arasında ne gibi ilişki vardır? Yazı yoksa söz mü önceliklidir? Bu sorulara verilecek her cevap son derece karmaşık bir yapısı olan dili, görünüşlerinden birine ya da birkaçına indirgemektir; bu yüzden betim değildir; spekülasyondur; kaçınılmaz olarak kendisi kadar haklı karşıt bir spekülasyonlara yol açar. Kısaca söylersek, Dil üzerine felsefeler, dil antinomileridir; düşüncenin yerine tasavvuru koyar; objektiflik endişesi taşımaz; kişisel bakış açısını dil gerçeğinin özü diye kabul eder. Oysa dil felsefesine göre felsefi problemler düşüncenin değil; dilin problemleridir ya da dilde ortaya çıkan problemlerdir; spekülasyonla değil; dilin mantıksal ve semantik analiziyle; kullanım ve iletişim kuralları dikkate alınarak çözülebilir. Felsefi problemleri fark edebilmek ve çözebilmek için önce dilin mekanizması ve bu mekanizmanın işleyişi iyi bilinmelidir. Dil felsefesinin temel problemleri şunlardır: Dilin kaynağı, fonksiyonları, anlamları ifade etme kapasitesinin temeli ve özellikle “söylemin farklı bölümleri”; bu bölümlerin fonksiyonları; dil-düşünce, dil-realite ilişkisi; dil ve dış dünya arasındaki, dil ve toplum arasındaki ilişkinin farklı türleri; ifadenin diğer modları, bilgi ve iletişim arasındaki ilişki; dillerin çokluğu; göstergelerin semantik değeri, metnin, söylemin ve sözcenin doğası; anlam verme ya da genel olarak anlam; dilin kullanılması, öğrenilmesi ve yaratım süreçleri; iletişim, yorumlama ve çeviri; bireyi belirten özel adın anlamını bilme; ifadenin anlamının lengüistik ifadesiyle ilişkisi; anlamın ifadeyi doğrulayan şartlara bağlılığı. Görüldüğü gibi dil felsefesinin konularıyla dil spekülasyonlarının konuları arasında hiçbir benzerlik yoktur. Öte yandan dil felsefesi konusunda karıştırılan bir başka konu da şudur: Bazı dilbilimcilerin dile ilişkin görüşlerinin dil felsefesi sayılması. Bu, bize göre kesinlikle yanlıştır. Kuşkusuz geçmişte çok önemli dilbilimciler olmuştur ve günümüzde de vardır. Ama onların dille ilgili görüşlerini dil felsefesi sayamayız. Çünkü dilbilim, insan ve toplum bilimlerinden biridir; dilin bilimsel betimini yapar; gramer, sentaks, semantik, fonoloji, fonotetik, pragmatik gibi bölümlere ayrılır. O, dili, artsüremli ve eşüremli tarzda teorik ve uygulamalı olarak; bir dil ailesinin içine yerleştirerek, bağlamdan ve kullanıcısından bağımsız biçimde inceler. Bir dilbilimci kendini filozof görmediği gibi yaptığı şeye de asla felsefe demez. Sonuç olarak ne dilbilimci bir dil filozofudur ne de yaptığı şey bir dil felsefesidir. Dil filozoflarının görüşleri ne doktrinlerdir ne de teorilerdir; kişisel bakış açıları diye de nitelenemez. Onlar gerçekte, dil realitesinin farklı bir yönünün belirtilmesinden ibarettir. Bir dil filozofu diğer meslektaşlarının önem vermedikleri ya da ihmal ettikleri özelliklere ya da görünüşlere dikkat çeker. Onun dile ilişkin söyledikleri diğer açıklamaların alternatifi değil; tamamlayıcısıdır; “dil puzzleı”nın bir parçasıdır. Bu tespitlerin ardından, kitabımızda ele aldığımız, gündelik dil felsefesine dair bazı açıklamalar yapalım. Giriş’imizde açıklayacağımız gibi gündelik dil felsefesi, Frege’nin başlattığı mantıkçı dil felsefesinin yerini almıştır; felsefede son aşamadır; dil konusunda en önemli keşiftir. Bu felsefe, metafizik sözcelerin anlamsızlığını savunur; gündelik dilin, metafizikçilerin bilmedikleri ya da ihmal ettikleri işleyiş mekanizmasını analiz eder; iletişimdeki rolünü ortaya çıkarır. Gündelik dil filozoflarına göre dil, sadece bilgi vermez; dünyayı betimlemez; ayrıca dünyayı değiştirir; dünyada yeni olguların ortaya çıkışına yani insan eylemelerine yol açar; istekleri bildirmeye, bir şeyi buyurmaya, bir niyeti anlatmaya, üzüntüleri ifade etmeye, soru sormaya ve daha pek çok amacı gerçekleştirmeye yarar. Dil bütün bu amaçları gerçekleştirmek için en uygun ifadelere sahiptir. Bu felsefe mantıkçı filozofların biçimsel dilini kullanmaz; ideal dil araştırmaz; konuşma dilini felsefi analizin aracı yapar; gündelik dilin yeterli ve güvenilir olduğunu kabul eder; sözcelerin anlamını belirlemeye çalışır; daha doğrusu anlamı ve referansı bir ve aynı sözcenin hangi durumlarda hangi anlamlara geldiğini tespit etmeyi amaçlar. Gündelik dil filozoflarına göre anlam uylaşımsaldır yani sosyal bir özellik taşır; sentaksa ve gramere uygun ifadelerle taşınabilir; hatta bazen anlam, imada olduğu gibi, lengüistik ifadesinden daha fazla bir şeydir. Gündelik dil felsefesi insan ve toplum bilimcilerinin gittikçe ilgisini çekmektedir. Onlar bazı metodolojik ve kavramsal problemlerin çözülmesinde gündelik dil felsefesinden de yararlanmaktadırlar. Gündelik dil felsefesinden en çok yararlananlar ise hukukçulardır ve ahlakçılardır. Bu göstermektedir ki, gündelik dil felsefesi bir imkanlar alanıdır. Fakat ilahiyatçılar bunun pek de farkında değillerdir. Dileğimiz onların da gündelik dil felsefesinin imkânlarını fark etmeleridir. Ele aldığımız filozofların dil felsefesine dair görüşlerinden önce metafizikle ve mantıkla ilgili düşüncelerini kısaca açıkladık. Bununla üç şey amaçladık: Birinci olarak bu filozofların niçin gündelik dil felsefesi yaptıklarını belirtmek; ikinci olarak metafiziğe, Viyana Çevresi filozoflarının dışında ve farklı açılardan yöneltilen özgün eleştirileri ortaya koymak; üçüncü olarak mantıkçıların özellikle biçimsel dil konusunda yeniden düşünmelerini sağlamak. Umarım mantıkçılar bu eleştiriler sanki yapılmamış gibi davranmazlar. Bu kitabı yazarken özetin fluluğuna düşmemek için ele aldığımız filozofların görüşlerini olabildiğince ayrıntılı vermeye çalıştık; sadece önemli düşünceleri kitaba almaya gayret ettik; akademik üslubu korumaya; vülgarizsayondan uzak durmaya özen gösterdik. Şu ilkeyi göz önünde bulundurduk: “Yazardan kan çıkıyorsa okuyucudan da ter çıkmalıdır.” Entelektüel yolculuğumda bana eşlik eden okuyucumun kitabımı anlamak için gerekli fedakârlığı göstereceğine inanıyorum. Son olarak şunu söylemek isterim: Eşim, bütün akademik hayatım boyunca bana destek oldu; mütevazı bir hayatı yaşamayı seve seve kabul etti; yazmamı sürekli teşvik etti; sabrını ve anlayışını esirgemedi. Her satırımda benim emeğim kadar onun fedakârlığı ve sabrı da vardır. Bu yüzden kendisine ne kadar teşekkür etsem azdır. Zeki ÖZCAN Nisan/2016 İpekçilik/BURSA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder