15 Haziran 2016 Çarşamba

Felsefede Sahte Problemler


                                       

                                
 
Her bilgi duyulur verilerden türetilmiş tasavvurlardan oluşur. Bu tasavvurlar olmadan hiçbir şey anlaşılamaz; onların dışında hiçbir şey düşünülemez. Hangi soru sorulursa sorulsun; herhangi bir sorunun cevabı, ancak şimdiki ya da geçmişteki fenomenlerin doğrudan ya da dolaylı gözlemine dayanarak verilebilir. Çözümü duyulur tasavvur terimleriyle ya da bu terimlerden çıkarılmış terimlerle formüle edilemeyen her problem, bir sahte problemdir.
İnsan aklı kognitif düşüncenin kötü bir aracıdır. O, kendi yaratımları konusunda yanılır; “gerçek” verileri (algılamalar) kurmaca yaratımlarla (sembolik, keyfi konstrüksiyonlar) karıştırır; tümdengelimlerinde yolunu şaşırır; boş göstergeler üzerinde; “realiteler” kabul ettiği uydurmacalar üzerinde düşler kurar; labirentlerde kaybolur; pek çok sahte problem ve saçma sorun ortaya koyar.
Her felsefî problem her şeyden önce kendi terimleriyle incelenmelidir. Açıklamalarımıza felsefî sözcenin epistemolojik incelemesiyle başlamalıyız. Bu felsefî problemlerin çoğunun çözümü, sorunun eleştirel bir incelemesinden ibarettir.
Felsefe sahte problemlerle ve yanıltıcı cevaplarla doludur.
Bu sahte problemleri beş sınıfa ayırabiliriz:
I- Düşünülemeyen terimlerle ifade edilmiş saçma problemler.
II- Kognitif bilgisizlikten dolayı soruna giren bir yanlışlığa dayalı problemler.
III- (Reel verilerin ya da onların karşılıklı ilişkilerinin yanlış bir yorumunu içeren) kötü ortaya konulmuş problemler.
IV- Soyut bir kavram konusunda ortaya konulmuş “var oluş” problemleri.
V- Lengüistik ya da psikolojik yanılsamaları içeren problemler.
 
  1. KABUL EDİLEMEZ PROBLEMLER
     
    Bilginin doğasıyla ve şartlarıyla uyuşmayan bu problemlerin çözülmesi, sözcelerinin eleştirel incelemesiyle aynı şeydir. “Kendinde nesne”ye, “entelekheia”ya ilişkin problemler; maddenin, enerjinin, elektriğin, gücün, hayatın  “özü”ne ilişkin problemler bu türdendir; bilincin kaynağı sorunu,  Tanrı probleminin bir bölümü de (doğası ve nitelikleri) de bu türdendir.
    Nesnelerin özüne ilişkin tüm problemler boştur, çünkü nesneler sadece onlar hakkında sahip olduğumuz imgelerle, duyumlamalarla karışır. Nesnelerin özleri olduğu tezi, hipotetiktir. Bu öz, nesnelere var oluşu sağlayan niteliklerden soyutlanmıştır. Bu yüzden nesnelerin özü anlaşılamaz.
    Şu sözde problemleri, maddenin, gücün, hareketin “kaynağı” problemini düşünelim. Burada “kaynak” ne anlama gelir? Bu, öz müdür? Cevap “evet” ise, o zaman soru, saçmadır. Madde ve güç kavramı, fenomenler’den hareketle oluşturduğumuz bir ikincil kavram’dır. Biz sadece (evrilen duyumlamaların izledikleri) fenomenleri biliriz; yalnız (duyulur özelliklerin belli bir sürekliliğiyle oluşan sistemler diyebileceğimiz) cisimleri biliriz. Fenomenlerden soyutlama yoluyla güç kavramını elde ederiz; bu kavramı elde ederken,  belli bir faktörü; ölçülebilir, artabilir ya da azalabilir bir faktörü bu fenomenlerin yoğunluğundan ayırırız. Cisimler niteliklerin yani az veya çok sürekli fenomenlerin sistemleridir. “Madde” ya tüm cisimlerin bütününü belirtmemize yarayan genel terimdir ya da bu fenomenlerin ortak hipotetik dayanağını belirtmek istediğimizde yaptığımız soyutlamadır; soyutlamayı yaparken bu sözde dayanağın sadece fenomenler sayesinde anlaşılabildiğine dikkat etmeyiz. Böylece cisimler, onları bize gösteren niteliklerle özdeşleşirler; bu niteliklerin dışında madde adı altında bilmemiz gereken özellikler yoktur. Maddenin hiçbir anlamı olamaz. Elektrik ya da hayat için de aynı şeyleri söyleyebilirim.
    Aynı düzende bir başka sahte problem, “bilincin kaynağı” problemidir. Bilincin kaynağıyla neyin sorgulanmaya çalışıldığını belirginleştirmeye gayret ettiğimde, sorunun buharlaştığını görürüm. Bu soruda mümkün hiçbir problem yoktur. Bilinç, tümüyle bilinen bir durum’dur. Bilincin kaynağını, tasavvur terimlerinden yani bilinç terimlerinden başka terimlerle ifade etmeyi istemek saçmadır; çünkü bilincin kaynağını düşünmek imkânsızdır.
     
    II- KOGNİTİF BİLGİSİZLİĞİMİZDEN DOLAYI SORUNA GİREN BİR YANLIŞLIKTAN KAYNAKLANAN PROBLEMLER
     
    Bu problemler kurmacadır, gerçek dışıdır. Onlar felsefî bir sorunun ifade edildiği sözceye gerçek dışı (duyulur deneyimden türemeyen) bir kavramı sokarlar ya da onlar olgusal bir imkânsızlığı içerirler ve gerçekten tespit edilmiş mekanizmalarla uyuşmayan bir eylemin (ya da bir olgunun) objektif olarak kazanılmış bir bilgisi olabileceğini kabul ederler.
    Dünyanın “yaratılış”ı,  doğanın ve insanın “kader”i (kabul edilmiş amacı) derin amacı, ölümden sonra ruhun ne olduğu problemleri bu türdendir.
    Dünyanın “yaratılış”ı bilimsel bir problem değildir. Bu konuda deneysel hiçbir bilgi yoktur. Bilim sadece cisimlerin ya da enerji biçimlerinin değişikliklerini gözlemleyebilir; yoktan görünüme çıkmayı asla gözlemleyemez.[1] Bir varlık, bir obje, bir fenomen her zaman sadece bir değişikliği ya da bir kombinezonu olduğu öncellere sahiptir; dünyada mutlak bir eklemlenme olarak ortaya çıkmaz.
    Dünyanın görünüme çıkmasının fiziksel açıklaması yoktur; çünkü enerjinin sakınımı yasasına uymaz.
    Doğa’nın ve İnsan’ın kaderi de felsefî açıdan aynı muammalardır.
     Problemin sözcesi şunu kabul eder: Bir kader yani bir davranışa bilerek yüklenmiş bir çizgi vardır. Bir ereği varsaymak şimdiki fenomenlerin henüz var olmayan olgular tarafından belirlendiğini varsaymaktır.
    Bu sonuç olarak henüz var olmayan bir şeyi ortaya çıkarmaktır. Oysa deneyimimize göre fenomenler dünyasının genetik organizasyonu, zamanda gerçekleşir.
    Ruhun ölümden sonraki kaderi de felsefî bir problem değildir, çünkü “ruh”, her an beyin tarafından hazırlanan bir imgeler akımını belirtir ve bu imgeleri türeten organın ortadan kalkmasından sonra yaşamaz.*
     
    III- KÖTÜ ORTAYA KONMUŞ PROBLEMLER
     
    Bu sahte problemler felsefede çoktur.
    İncelenen nesnenin doğasını küçümsüyoruz. Ve bu doğanın içermediği bir soruyu soruyoruz. Örnekler:
    Uzay-mekân, sonlu mudur? Sonsuz mudur?
    Uzay-mekan bir obje yani duyulur verilerin bir sistemi değildir. Uzay-mekân, tespit edilebilir özünlü niteliklere sahip değildir. O, zihnin yorumlama sayesinde gerçekleştirdiği bir konstrüksiyondur. Onu tanımlamak için seçtiğimiz yüklemlere göre, onu oluştururken temel aldığımız şeye göre o, sonludur ya da sonsuzdur. Sadece kapladığı şeylerin niceliğini temel yaparsak, uzay-mekân yeter neden ilkesinden dolayı, sonsuzdur. Eğer onun tanımına kaplamdan başka fizik yüklemleri -kütlenin ya da ışığın niteliklerini- koyarsak, deneyime dayalı tümdengelimler aracılığıyla uzay-mekânın sonlu olduğunu gösterebiliriz.[2] Açıkça konuşmak gerekirse, bu sonuncuya Fizik Uzay-Mekân ya da Evren, diğerine Geometrik Uzay-Mekân diyorum.
    Bir başka örnek, Matematiğin ve reel Dünyanın harika uyumudur.
    Genellikle nesnelerin genetik düzenini tersine çevirerek etkiyi neden olarak alırız; ya da ulaşılan –a priori herhangi- bir sonucu yönelimli olarak araştırılan bir erek olarak alırız. Açıklamayla ereksel nedenleri keyfi olarak karıştırırız.
    Doğal olgulara uygulanan “niçin?” (ne için?) sorusundan kaynaklanan kötü ortaya konmuş problemler bir ve aynı gruba aittir. Niçin öküzlerin boynuzları, yılanların zehirleri vardır? Niçin kötü insanlar vardır? Niçin hastalıklar vardır? Ölüm niçin genç, güzel ve insanlara yararlı kişilere gelir de fiziksek kusuru olanlara gelmez?
    Bu olgular belli sonuçları gerçekleştirmek için yönelimli biçimde düzenlenmiş bir erek tarafından yönetilmezler. Genellikle öküzlerin boynuzları vardır. Fakat Paraguay ırkı, Hereford ırkı gibi öküz ırkları da vardır. Bu ırkların kendilerini savunmak için, boynuzları yoktur. Yılanların düşmanlarını zehirlemek için zehirli olmalarına gelince; diyebiliriz ki, zehirli olmayanların sayısı, zehirli olanlardan çok fazladır. Diğer sürüngenler ve öldürücü zehri olmayanların çoğu, kurbağagiller, örümcekgiller zehir üretirler. Fakat onların zehirli dişleri yoktur. Savunma araçları olmayan hayvanlar pek çoktur.
    Zürafaların ve öküzlerin boynuzları üst derinin “amaç”sız üretimleridir. Boynuzlar protoplazmadaki kimyasal fenomenlerin ve damarlarların çıkıntı oluşturmasına bağlı exodermik hücrelerin çoğalmasının zorunlu sonucudur.
    Hastalıklar belirli bir amaç gütmez. Onlar, çağdaş dönemlere kadar tüm halklar tarafından Tanrı’nın ya da tanrıların cezası; tanrısal bir öç gibi görülmüştür; ama gerçekte hastalıklar ceza ya da öç değildir. Hastalıkları, özellikle herkesi etkilerinden dolayı bir bölgenin tüm halkını korkuya düşüren salgın hastalıkları öç gibi görmek, çağdaş döneme kadar hemen hemen tüm insanların ortak tutumuydu. Genel olarak biyolojik problemler kötü ortaya konulmuştur; bu problemlerin sözcesi,  ulaşılacak bir amacın yararını bir organın varlık nedeni kabul eder.
    İnsan özgürlüğü de genellikle kötü ortaya konulmuş bir sorundur. Özgür irade yanlıları insan iradesini örtük biçimde, bağımsız ve egemen gibi düşünürler. Oysa insan iradesi determinizmin total sisteminin parçası olan nedenlere bağlıdır. İnsan iradesi şartlanmıştır.
     
     
    IV- SOYUTLAMALAR YA DA FANTAZİNİN YARATIMLARI KONUSUNDA ORTAYA KONMUŞ “VAR OLUŞSAL” SORUNLAR
    Şeytanın, Meleklerin, Neptün’ün, Tanrı’nın, Perilerin ya da “Biçimler”in, “İdelar”ın, “Arketipler”in, “Türler”in “var oluşu” sorunları böyledir. Bu, realist hatadır. Zihnin oluşturduğu kombinezonlar, “realite”nin ya da “var oluş”un özelliğini içermezler. (Canlı ya da cansız) bir objenin veya bir fenomenin var oluşu, sadece dış duyulmamalarla, genel olarak duyumlamaların özel grubuyla gösterilebilir.
    Kavram’dan “gerçek var oluş”u çıkaramayız. Var oluş, az veya sürekli bir sistem oluşturan bir aradaki bir yüklemler grubunun tespit’inden çıkarılabilir. Bunlar duyulur niteliklerdir;  duyulur nitelikler,  tasavvurlara “realiteler”in özelliğini verir.
     
    V- PSİKOLOJİK YA DA LENGÜİSTİK YANILMALARA DAYALI SAHTE PROBLEMLER
    Bunlar pek çoktur; geniş bir sınıf oluştururlar. Daha açık konuşursak bu problemleri çeşitli gruplara ayırabiliriz:
  1. Gerçek varlıklar gibi kabul edilen soyut kavramların, akıl varlıklarının gerçek doğası hakkındaki psikolojik bir hatadan doğan sahte problemler (entelektüel ve lengüistik sembolizmin yanılgısı)
    “Hayat”, “Ölüm”, “Varlık”, “Doğa”, “Toplum”, “Tin”, “Ruh”, “Akıl” hakkında ortaya konan metafizik muammalar ya da problemler, bu tür yanılsamalardır. Düşünce antropomorfizminin yansımaları olan bu terimler, istemi ve zekâsı olan, kişisel ve fiktif bir varlıkta fenomenler koleksiyonunu varsayar.  Bu kavramlar pek çok sahte probleme yol açar.
    Bunlardan felsefî düşüncenin en büyük yanılgılarına yol açan şu iki entiteyi, Doğayı ve Hayatı inceleyelim.
    Doğa, soyut bir yaratımdır. Doğa adında, niyetleri olan, bazı filozofların iddia ettikleri gibi, insana tuzak kurmaya yönelen, uyumlu ya da ekonomik biçimde davranan, bireylerin ya da türlerin hayatta kalmasının ya da yok olmasının kaygısını taşıyan bir varlık yoktur. Reel dünya, eşzamanlı, kesişen, iç içe geçen birbiriyle uyumlu, bazen birbirini ortadan kaldıran, kör yasaları izleyen ve bazı sonuçlara yol açan fenomenler; örneğin hayat ya da ölüm, sağlık ya da hastalık, uyumlu varlıklar ya da fiziksel açıdan kusurlu varlıklar ortaya çıkaran  fenomenler topluluğudur. “Hayat”ın, “ölüm”den başka var oluşu yoktur; hayat bir antropomorfik soyutlamadır; tıpkı bir peri gibi, hayalî, kurgusal bir varlıktır.  Deneyimle bildiğimiz şey, canlı varlıklar’dır ve onların yol açtıkları fenomenlerdir. Yine de ünlü bir filozofu dinleyiniz: “Kaba maddenin direnci, hayatın yapmak zorunda olduğu şeye engeldir. Hayat çok küçük ve çok yayılgan olarak; fiziksel ve kimyasal güçlerden farklı; yolun bir bölümünü bu güçlerle işbirliği sayesinde kat etmeye razı olarak, alçakgönüllü bir biçimde maddeye karşı direnmeyi başardı. Bu büyülenmiş maddeyi başka bir yöne sevk etmesi için, böylece hayatın kaba maddenin içine girmesi gerekti.
    Duygusuz ve kaba maddeyi kandıran bu “hayat”, ünlü düşünürün harika bir icadıdır. Fakat hayat gerçekten Makyevelist midir? O kadar becerikli ve akıllı mıdır? Bunların hayatta olduğunu söyleyen Bergson değil midir? Ulysse doğrusu Polyphème* tarafından  gerçekten aldatılmadı mı?
     
     
  2. Lengüistik yargılara dayalı sahte problemler: Çok anlamlı, kapalı anlamlı, kötü tanımlanmış kelimeler (semantik karışıklık)
    Belirsiz ve kapalı terimleriyle, karanlık deyimleriyle, çok anlamlı kelimeleriyle bilincine varmaksızın karıştırdığımız ve belirsizleştirdiğimiz dil, sahte problemlerin çok zengin bir kaynağıdır. Bu ifadelerden bazıları şunlardır: İyilik, İnsanlık, Ödev, Doğaüstü, Mister, İnsanın Misyonu, Tanrısal İlerleme, Akıl, Töz, Hayati Güç, Nisus Formativus (Hayatî Güç) Kendiliğindenlik… Bunları üç ya da dört gruba ayırabiliriz.
    1. Ahlakî soyutlamalar grubu: (İyilik, Adalet, Sorumluluk, Özgürlük, İnsan Onuru). Bunlardan çoğu ileride değer yargılarıyla ilgili satırlarda ele alınacaktır.
    2. Metafizik soyutlamalar grubu (İçkin Akıl, Yüce Varlık, Hayat Hamlesi, Tanrısal Düzen) ya da teolojik soyutlamalar grubu (Teslisin Ögeleri, İnayet, Teslisin Ögelerinin Eşdeğerliliği, Kurtulmalık, Tanrı’nın İyiliği)
    3. Genel olarak sosyal bilimlerdeki daha yaygın yanlış ifadeler: Sosyal Adalet, Doğal Hukuk, İnsan Bilinci, Din, Kapitalizm, Burjuva, Halk. Kötü tanımlanmış, kapalı ve çok anlamlı bu kelimelerin kullanıldığı sahte bilimlerde her yazarla birlikte özel olarak yapılan bitip tükenmez tartışmalara ve indirgenemez karşıtlıklara rastlanır.
    C- Değer yargılarını temsil eden yargılar hakkında konulmuş sahte problemler.
    Bunlar önceki iki gruba çok benzer. Bunlar ahlakî yaratımlara, uzlaşımsal kavramlara, objektif ögeler gibi görülen yararlı değerlendirmelere dayanır. Örneğin dünyada kötülüğün varlığı gibi problemler bu gruba girer. Bu problemin kesin bir çözümü yoktur ya da o, çözülmez bir muamma diye nitelenir. İlahiyatçılar “Tanrı’nın Adaleti”ni ya da “İyiliği”ni, sosyologlar “Sosyal Adalet”i, hukukçular suçlunun Sorumluluğu”nu, politikacılar halkın “Haklar”ını, ahlakçılar “Ödevler”i tartışmaktadır.
     
    D- Psikolojik ve lengüistik karıştırmadan doğan problemler.
    Bunlar, antinomilere götüren problemlerdir. Karşılaştığımız güçlük ya da bizi durduran antinomi, problemin tartışılma ve formüle edilme biçimine bizim tarafından yapay olarak ve haksız yere dâhil edilmiştir. Bu sahte problemler iki nitelik ya da kavram arasında kabul ettiğimiz doğa ayırımından, karşıtlığından, varsaydığımız birbirini dışlamadan doğarlar. Oysa karşıt, ayrı ya da dışlayıcı saydığımız söz konusu iki kavramın ya da niteliğin kaynağı hatta doğası gerçekte bir ve aynıdır ve onlar birbirinden ayrılamazlar. Bunlar bir ve aynı yüzeyin tersi ve yüzü gibidir. Örneğin sonlu ve sonsuz antinomisi, böyledir. “Düşünen düşünce” ve “düşünülmüş düşünce”, “isteyen istem” ve “istenmiş istem” arasındaki keyfi ayırım, böyledir.  Hatalara ilişkin felsefî yanılmaların en sık nedenlerinden biri olan bu karıştırma üzerinde durmak önemlidir.
    “İsteyen istem” ve “istenmiş istem” bir ve aynı şeye, bir ve aynı fenomene ilişkin karşıtlığı belirtmemize yarayan bu aldatıcı bölümler’den ibarettir. Gerçekleştirdiği herhangi bir şeyi (istenmiş istem) isteyen bir varlık, “İstem”, (isteyen istem) yoktur. (Başka yerde gösterdiğim gibi) istem, eylemin başlangıcındadır (hatta gerçekleştirilmesi boyunca vardır); istem, bilinçle birlikte bulunan sinirsel görünüşleriyle ayırt edebildiğimiz edimdir.
    Hem lengüistik hem de psikolojik yanılgıya düşen aynı filozoflar, düşünceyi, “düşünen düşünce” ve “düşünülen düşünce” diye bölerler ve bunları karşıt sayarlar. Bunlar kavramsal iki an olmaktan çok, bir ve aynı fenomenin birbirinden ayrılmaz iki ayrı görünüşüdür; iki diskürsif ânıdır. Düşünce, düşünen kişi ve bir üretim yani kişinin kendinden farklı kişiyi ex nihilo bir yaratması diye ikiye ayrılamaz. Bu ayırım, saçmalıktır; çünkü neden söz ettiğimizi bilmemek ve hazza aldanmaktır.
    Bir ve aynı şeyin iki farklı görünüşünün ayrı ayrı kavramsallaştırılması, felsefede en sık rastlanan ve en tehlikeli yanılgılardan biridir. Büyük düşünürler böyle yanlış düşüncelerin insanları etkilemelerine izin verirler. “düşünen düşünce” ve “düşünülen düşünce” arasında en sık rastlanan karşıtlık, onun kesin bir bağlam değiştirmesi olan bir başka biçim altına konulmuştur. “Biz”i ve “düşüncemiz”i veya “eylemimiz”i ayırırız.
    İşte seçtiğim bir cümle: “obje ve etkin  benimiz arasında zorunlu olarak aracılar olan aklımız, duyarlılığımız…
    Oysa duyarlılığımız ve aklımız, “ben”imizin oluşturucu bölümleridir. Duyarlılığımız ve aklımız, “benimiz”i etkileyemeyez; benimizle obje arasında aracılık edemez. Yapılan hata o halde, “bizim duyarlığımız”ı ve “bizim aklımız”ı bizim üzerimizde etkinliklerini sağlamak için yapay biçimde ve haksız yere ayırmaktır; oysa bunlar gerçekte “ben”in basit yüklemleridir.
    Düşünürlerin yaptıkları bu doğru olmayan ayırımlar bazen çok incedir. Söz konusu düşünürler oyuna sahte kartlar sokmada çok ustadırlar. Eğer bu göz boyayıcıların hilelerini ortaya çıkaramazsak, oyuna el çabukluğuyla soktukları sahte kartları fark edemezsek oyunu kaybederiz.
    Şimdiye kadar sadece gerçek sahte problemlerden söz ettim. Bu sahte problemlere filozofların yazılarında rastladığımız formülleri, tümüyle anlamdan yoksun gerçekten çelişkili ya da imkansız programları eklemek gerekir. Önerilen bir programa bazen formüllük eden bu deyimlerin en sık kullanılanları şunlardır: “Doğasını aşmak”, (ya da insan için “doğasını aşmak”, “düşüncenin, fenomene ulaşmak için kendinden dışarı çıkma ihtiyacı” vs. Oysa balık nasıl havuzda yaşama doğasını aşamazsa, birey de insan doğasını aşamaz. Gerçekte bu programlar, bu deyimler tutarsızdır.
    Özetle, filozofların her an karşılaştıkları çözülmez muammalar, onlar tarafından gerçekleştirilmiş yapay karşıtlıkların, aldatıcı antinomilerin yol açtıkları hataların sonucudur. Söz konusu karşıtlıklar ve antinomiler, problemin sözcesine onların haberi olmadan girer. Filozoflar kendilerinin ürettikleri ve daha sonra düşündükleri çözümlerde bu karşıtlıkları ve antinomileri görünce hayret ederler. Oysa iyi yapılmış felsefede antinomi yoktur.
     


Viyana Çevresi Üzerine adlı Kitabımdan

2 yorum:

  1. hocam siz felsefenin dibine kibrit suyu dökmüşsünüz. elde malzeme kalmamış ki.

    YanıtlaSil
  2. Dil Felsefesi I,II,III adlı kitaplarımda ne kaldığını söylüyorum. Bir zahmet onlara bakarsanız durumu daha iyi anlarsınız

    YanıtlaSil