3. METAFİZİK
ANLAMSIZ KELİMELER
Şimdi ortaya çıkmıştır ki, metafiziğin pek çok kelimesi, anlamsızdır;
çünkü onlar belirttiğimiz şartı yerine getirmez.
(Bilginin ilkesi veya aksiyom anlamında değil de “varlığın
ilkesi” anlamında) “ilke”
terimini örnek olarak alalım. “Dünyanın (ya da “nesnelerin”, “varlığın”, “var
olan”ın) yüce ilkesi nedir? diye soralım. Bu soruya metafizikçiler örneğin Su,
Sayı, Biçim, Hareket, Hayat, Tin, İde, Bilinçaltı, Eylem, İyilik vs. diye cevap
verirler. Bu metafizik soruda İlke” kelimesine yüklenen anlamı bulmak için,
metafizikçiye şöyle sormalıyız: “X, y’nin ilkesidir” sözcesi hangi şartlarda
doğrudur, hangi şartlarda yanlıştır? Diğer deyişle “ilke” kelimesinin ayırt
edici özellikleri ya da tanımı nedir?” Bu soruya cevap olarak metafizikçi aşağı
yukarı şöyle diyebilir: “X, y’nin ilkesidir”in anlamı, “y, x’ten
türemiştir”, “y’nin varlığı, x’in varlığına dayanır”, “y, x sayesinde sürüp gider.” Fakat bu sözcelerdeki x ve y kelimeleri kapalıdır ve belirsizdir; Oysa gündelik dilde
bunların çoğunlukla, açık bir anlamı vardır. Örneğin “X gibi nesneleri ya da süreçleri genellikle ya da her zaman y gibi nesnelerin ya da süreçlerin
izlediğini gözlemlediğimizde (bir yasaya
itaat eden izleme anlamında nedensel ilişki), bir “y” nesnesi ya da süreci “x’ten
türemiştir” deriz. Yine de metafizikçi, bize şöyle diyebilir: “Ben empirik olarak
belirlenebilir bir ilişkiden söz etmiyorum.” Aksi halde onun metafizik
sözceleri, fiziğin sözceleriyle aynı türden sözceler; deneyim ürünü basit sözceler
olurdu. Metafizikteki “…den gelmek”, bildiğimiz anlamda bir zamansal art
ardalık ilişkisi ve durum ilişkisi değildir. Bu nedenle, “…den gelme”ye yeni
bir anlam yüklemek için ölçütümüz yoktur. İlke kelimesinin, az önce sözünü
ettiğimiz empirik anlama karşıt olarak burada taşıması gereken sözümona “metafizik”
anlamı, kesinlikle yoktur. “Principium”
(ve Grekçe karşılığı olan άρχή=arché) kelimesinin anlamını düşünürsek, burada
aynı evrim dikkatimizi çeker. Bu kelimenin ilk anlamı olan “başlangıç”, metafizikte
kesinlikle terk edilmiştir, kelime artık, zaman bakımından ilk olan değil,
başka bir açıdan özellikle metafizik açıdan ilk olan anlamına gelir. Fakat bize
bu “metafizik bakış açısı”nın ölçütleri verilmez. Her iki durumda (hem Latince “Principium”da hem de Grekçe άρχή’de (arché) ç.n.) kelimeye yeni
bir anlam verilmeden önceki anlam terk edilmiştir. Kelime artık sadece boş bir
kabuk olmuştur. Kelimeden geriye, anlamlı olduğu önceki bir dönemden çeşitli
tasavvurlar ve kalıntılar kalmıştır. Şimdiki kullanımıyla kelimede önceki
tasavvurlar ve kalıntılar yeni tasavvurlara ve yeni duygulara eklemlenir. Fakat
yine de kelimenin anlamı yoktur ve bize herhangi bir doğrulama prosedürü verilmedikçe
kelime, anlamsızdır.
“Tanrı” kelimesi bir başka örnektir. Bu kelimenin kullanımına
gelince; Tanrı, pek çok alanda ve çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Bu
kullanım çeşitliliklerini bir kenara bırakalım. O zaman farklı; ama iç içe
geçmiş üç tarihsel durumla ya da dönemle karşılaşırız. Mitolojik anlamda Tanrı kelimesinin açık bir anlamı vardır. Tanrı
(Greklerdeki Tanrı veya diğer dillerdeki ona uygun kelimeler) bazen bedenli
varlıklardır. Onlar Olympos’ta, Gökte ya da Hades’te otururlar; az veya çok güçlüdürler;
şu veya bu oranda bilgedirler; sınırlı
veya sınırsız iyidirler; şu veya bu kadar mutludurlar; şu ya da bu ölçüde yetkindirler.
Kelime bazen insanlar gibi bedenleri olmamakla birlikte yine de canlı-olan, manevî
varlıkları belirtir. Bu canlı tanrılar, dünyanın nesnelerinde veya süreçlerinde
şu veya bu biçimde görünürler ve böylece deneysel olarak tespit edilebilirler.
Tersine metafizik’te “Tanrı”, “deney-üstü”
(supra-empirique) herhangi bir şeyi belirtir. Ve yeni herhangi bir anlam verilmediği
için, bu kelime anlamsız hale gelmiştir.
Kuşkusuz “Tanrı” kelimesine genellikle, metafizik düzende bir anlam verildiği
izlenimini ediniriz. Fakat kelimeye yakından bakınca şunu görürüz: Filozofların
Tanrı betimleri sahtedir, çünkü bu
betimler ya mantıksal açıdan kabul edilemez kelimeler kombinezonudur (bunu daha
sonra ele alacağız) ya da (örneğin “İlk Temel”, “Mutlak”, “Şartsız”, “Bağımsız”
“Kendi Kendine Dayanan” vs.) gibi metafizik kelimelerdir; fakat bu betimler hiç
bir durumda temel sözcelerin doğruluk şartlarına göndermez. Bir kelime
sentaksını yani yer aldığı temel sözcenin biçimini belirtmelidir. Bu, mantığın
uyacağı ilk zorunluluktur. Fakat metafizikçinin Tanrı kelimesinin, mantığın
kabul edebileceği sentaksı yoktur. (Tanrı kelimesinin sentaksına uygun mantıksal
ç.n.), temel sözce, “X, bir Tanrı’dır” biçiminde olmalıdır. Oysa metafizikçi,
başka bir biçimi ortaya koymadan tümüyle
bu biçimi reddeder veya bu biçimi kabul etse bile ona “X” değişkenlerinin
sözdizimsel kategorisini (örneğin bedenler, bedenlerin nitelikleri, bedenler
arasındaki ilişkiler, sayılar vs. gibi kategorileri) yüklemez.
“Tanrı” kelimesinin mitolojik ve metafizik kullanımları arasında,
teolojik kullanım’ı bulunur. Teolojik
kullanımın burada hiç bir özel anlamı yoktur; teolojik anlam, bazen mitolojik
ve bazen de metafizik anlama yaklaşır.* Pek çok ilahiyatçının Tanrı kavramı açıkça
deneyseldir (bu deneysel Tanrı, bizim terminolojimizle “mitolojik”tir.) Bu
durumda sahte sözceler yoktur; fakat bu yorumun ilahiyatçı için şu mahzuru vardır:
Teolojinin sözceleri, empirik olduklarından, empirik bilimin yargı alanına
girer. Başka ilahiyatçılarda kullanım, açıkça metafiziktir. Bunların dışında
kalan kalanların Tanrı’ya ilişkin ifadeleri mitolojik midir? metafizik midir?
yoksa her ikisi arasında gidip gelen kavranması güç ifadeler midir? Bu, açık
değildir.[1]
“İlke” ve “Tanrı” örneklerinin gösterdiği gibi, diğer metafizik
terimlerin çoğu, anlamsız metafizik terimlerdir. Örneğin “İde”, “Mutlak”,
“Şartsız”, “Sonsuz”, “Var olanın-Varlığı”, “Var olmayan”, “Kendinde Nesne”,
“Mutlak Tin”, “Objektif Tin”, “Öz”, “Kendinde ve Kendisi İçin Varlık”, “Türüm”,
“Görünüme Çıkma”, “Ayrılma”, “Ben”, “Ben-Olmayan” vs. gibi ifadeler, yukarıda
verdiğimiz örnekteki “babu” kelimesi kadar anlamsızdır. Metafizikçi bize
demektedir ki, “bu terimlerin empirik doğruluk şartları belirtilemez. Ben
anılan kelimelerden biriyle yine de bir şey söylemek istiyorum.” O zaman biliriz
ki, metafizikçi, bu kelimeyle bize sadece kendi tasavvurlarını ve bu kelimeyle bir
arada olan duygularını telkin etmektedir; ama gerçekte kelimeye hiç bir anlam
vermemektedir. Sonuç olarak, metafiziğin bu tür kelimeleri içeren sözümona
sözceleri anlamsızdır ve hiç bir şey söylemez. Bunlar, saf sahte sözcelerdir.
Bunların tarihte nasıl ortaya çıktıklarını daha sonra açıklayacağız.
* Bu mitolojik Tanrı, tüm dinlerdeki doğa üstü nitelikleri olan
tanrıların prototipidir. Doğa üstü özellikleriyle dinin tanrıları, metafizik
kavramlarla açıklanmaya çalışılan teolojinin tanrılarından başkadır. Teolojinin
tanrısı dinlerin tanrısıyla az veya çok ortak özelliklere sahip olsa da
kesinlikle dinlerin tanrısı değildir (ç.n.).
[1] Dinî
sözceler gerçekte ne tür sözcelerdir? Onlar metafizik sözcelerle aynı statüde
midir? Sonuç olarak doğrulanamadıkları ya da yanlışlanamadıkları için anlamsız
sözceler midir? Bu konu mantıkçı pozitivizmin etkisiyle çok tartışıldı. Bütün
problem, dinî sözceleri, ilahiyatçının ya da filozofun düşündüğü gibi yani reel
üzerine bir söylem gibi anlamaktan kaynaklanmaktadır. Oysa dinî sözcelerin
anti-realist karakterde oldukları göz ardı edilir. Anti-realist yaklaşım
açısından dinî inançlarda önemli olan nereye dayandıkları, doğru ya da yanlış
olup olmadıkları değildir; fakat inananların hayatında oynadıkları rolleridir.
İnançlar sadece zihinsel hallerden ibaret değildir; belli durumlarda nasıl
davranılacağına ilişkin kazanılan ruhsal eğilimlerdir.
Credo’da
ifade edildikleri şekliyle dinî inançlar, betimsel bir söylem değildir. Onların
betimsel olduklarını düşünmek, rollerini ve fonksiyonlarını yanlış anlamaktır.
Dinî inançlarımız “bir dünya imgesi”ni, “inanan kişinin dünya imgesi”ni oluşturur.
Tanrı’nın varlığı, her yerde bulunması; mutlak kudretli, iyi ve tapınmaya
layık; yerin ve göğün, görünür ve görünmez evrenin yaratıcısı olması; ölümden
sonra dirilme vs. doğrulanması gerekmeyen sözcelerdir. Sonuç olarak bunlar,
göndergesel değildir. Bunların amacı, dünyaya ilişkin betim olmak değildir. Din
dili, var oluşsal bir angajmanın ifadesidir ve din dilinin kullanımı, dini
hayatın oluşturucusudur. Bazı durumlarda dini hayat, bazı sözleri söylemek,
bazı tutumları kabul etmektir. Örneğin dua, inanan insanı dilsel, davranışsal
ve kurumsal bir çerçeveye yerleştirir. Dini inançların değerini, sözcelerin
doğruluk değerini kontrol ederek belirlemeye çalışmak yanlıştır.
Dinî sözceler satranç kuralları gibidir.
Dinî hayatı yaşamak da satrancın kurallarını izlemeye benzer. Bu nedenle dinî
sözceler kurallardan ayrı hiçbir şey betimlemezler. Din dili görünmez ve
metafizik entitelerin, dinî olguların betimi değildir. Fakat jestler, ritler ve
kültürler gibi başka şeylerle birlikte hayatın oluşturucusudur; “reel”,
“rasyonel”, “hakiki”, “objektif” gibi terimlerin din dilinde kendilerine özgü
sentaksları vardır. Her şey gibi dinî inançlar da gündelik dilden ve sosyal
bağlamdan ayrı düşünülemez (ç.n.).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder