Plotinus’ta Temaşa
Plotinus doktrininin amacı temaşayı
gerçekleştirmektir. Yukarıdaki satırlarda bunu zaman zaman ifade etmiştik.
Ancak konuyla ilgili açıklamalarımız
durumsal nedenlere bağlıydı. Bu nedenle temaşa, tek başına bir problem olarak
ele alınmamıştı. Plotinus’un en yüce amacı olan temaşaya ilişkin
söylediklerini, bir özet de olsa bütünlük içinde görmekte yarar vardır.
Plotinus’a, göre temaşa,
içsel hayatın gerçek ihtiyacıdır. O, bu ihtiyacı açıklarken felsefî söylemden
yararlanır; rasyonel bir topografya kurar; yani ruhun yerini ve felsefeyi
ontolojik açıdan tanımlar. Temaşanın objesi, gerçek düşüncenin objesidir.
Bundan dolayı, kendinin mutlak temelidir.
Aslında temaşa, kendini
değiştirmedir. Temaşa, Tanrı’yla birleşmeyi mümkün kılan hayatın sonucudur.
Platonculuğun etkisiyle Plotinus, temaşanın pratik hayata üstünlüğünü temellendirmeye
çalışır. Böyle bir düşünce değerli midir? Kuşkusuz bu, temaşanın analiziyle
anlaşılabilecek bir konudur. Çünkü böyle bir analiz, temaşanın gerçek anlamını
ortaya çıkarabilir. Bu analiz sonunda anlaşılacaktır ki, pratik hayat,
düşünceden ve düşünülürden bağımsız bir alandır ve var olma hakkına sahip
değildir. Gerçekte her pratik, bir temaşaya dayanır. Pratik, ne tür olursa
olsun, sadece bir biçim kazandırmadır, yani bir biçimi, biçimsiz olan bir töze
taşımaktır. Oysa fiil olarak biçim, zorunlu olarak maddenin ve biçimin
birleşmesinden önce vardır. Biçim, bir eyleyen ile tözden ve tözdeki
değişikliklerden bağımsız var olan bir nedene birleştirmeyi varsayar. Tözün bu
değişikliği sadece geçiş için anlamlıdır: Geri kalan, olumsal bir direnmedir,
olasılıkla dayanağa değil; fakat ondaki başka bir biçimin varlığına bağlı olan
direnmedir. “Biçimin özü zorunlu olarak bir fiil olmadır; biçim sadece kendi
varlığıyla etkilerini meydana getirir; bu tıpkı lirin tellerini armonili
biçimde titreten bir ilişkinin sesi meydana getirmesine benzer.” Pratiği ya da
bir şey meydana getirmeyi anlamak istersek, yapmamız gereken şey, fiili ya da
meydana getirilen şeyi her zaman biçime bağlamaktır. Yine de fiilin iki
anlamını birbirinden ayırmak gerekir: “İki tür fiil vardır: özün fiili ve özden
doğan fiil. Özün fiili, fiil halindeki objenin kendisidir. Özden doğan fiil, zorunlu
olarak objeyi izleyen; fakat objeden de farklı olan fiildir. Bunu ateş örneğiyle
açıklayalım: Ateşte, ateşin özünü oluşturan bir sıcaklık ve ateş özünü
yitirmediği sürece, etkin olduğu sürece ateşten ayrılmayan başka bir sıcaklık
vardır.” Meydana getirmede iki düzeyi birbirinden ayırmak gerekir.
Biçimlendiren biçim düzeyi ve
biçimlendirilmiş biçim düzeyi ve sadece biçimlendiren biçim düzeyi. Sadece
biçimlendiren biçim gerçek varlık nedenidir. Sonuç olarak her zaman varlığa
gelen şeyin bir varlık nedeni vardır. Bu neden var oluştan öncedir. Plotinus bu
öncelikli biçime başvurmaya temaşa demektedir. Buradan hareketle şunları
söyleyebiliriz.
1. Temaşa hiçbir durumda bir
bilincin süreçleriyle özdeş sayılmamalıdır. Tabiat bu ortaya çıkardığı şeylerde
temaşa eder. Bu, tabiat “başka yerden gelen biçim”e sahiptir anlamına gelir.
Kuşkusuz temaşa biraz kapalıdır, üstelik uyuyan kişiye benzer. Yine de “tabiat
maddenin biçimini değiştirir, onu biçimlendirir. Bu biçimlendirmeyi, mekanik
bir itkiyle yapmaz; bu amaçla, çokça söz ettiğimiz araçları da kullanmaz.
Tabiat, sadece kendindeki nedenleri bildirerek biçimlendirir ya da biçim değiştirir.”
Bu durum temaşayı, bilinci askıya alan en yüce amaç haline getirir.
2. Biçimin derece derece
aşağıya inmesi önemli bir problemdir. Bu problem şu tür sorularla ortaya
konabilir: Ortaya çıkma sürecinin amacı, biçimdeki özdeşlik ve sürekliliktir; o
takdirde, aşağı doğru iniş nasıl mümkündür? Biçim, düşünülemez birdir, yani
ezelî bir varlıktır; bu sıfatla da etkilenemez; bu durumda biçim, nasıl aşağı
varlıklar şeklinde ortaya çıkabilir?
Bu soruları cevaplandırmak
için pratiğin Plotinus sistemindeki yerini düşünmelidir. Pratik aklın, kendi
temeli olana yönelmesidir; özsel olmayan tözle ilişkiye girme sürecini yaşama,
pratik değildir. Sonuncu anlamda pratiği temaşaya tercih eden ruh, yanlış
yollarda kaybolur.
Daha açık konuşmak gerekirse,
her pratiğin amacı temaşadır. Bununla demek istiyoruz ki, pratiğin nihaî amacı,
görmeyi sağlamak, ruha bir obje vermek; yani temaşa edebileceği bir şey sunmaktır.
Temel düşünce, şudur: İlk’i isteme, daha doğrusu ruhun tek isteği objesine
benzetmektir; kendini düşünülüre uydurmaktır. Pratik, sadece düşünülür objenin
daha kavranabilir hale getirilmesidir; duyumlama boyutlarına indirgenmesidir.
Bu durum, ruhun zayıflığını, kendi varlığında olsa bile, düşünülürle doğrudan
ilişkiye giremediğini gösterir. “İnsanlara bakınız; onlarda temaşa zayıfladığında,
temaşanın ve aklın bir gölgesi olan eyleme geçerler… Onlar bir nesneyi görmek
için yaparlar, yaptıkları nesneyi başkalarına göstermek ve duyumsatmak
istediklerinde, davranmak isterler.”
Bu analizin sonuçları şudur:
Ruhun bütün durumlardaki ilgisi, spekülâtif bir ilgidir. Yine de ruhun ilgisini
bir ihanet haline getirebilen bu zayıflığı ya da büyülenmeyi açıklamak gerekir.
Bu ilke duyulan spekülâtif ilginin ikinci bir sonucu vardır. İlk olan, nedenlerinden
ayrılmış sonuç değildir; aynı şekilde o, kendinden sonra gelenden, yani
pratikten önceki neden de değildir. İlk olan, bu sıfatla varlığı, etkin varlığı
tümüyle kuşatan nedendir, onu tümüyle açıklayan nedendir. Pratik boyutu da
içeren bu neden, edimdir. Edim olan bu neden, kendini tamamlamaya çalışırken,
tükenip gitmez; neden oluşunu kendi varlığında sürekli kılar. Görünüme çıkma,
yalnız, sürekli nedenlik yapan nedenin edimidir.
(DOKUZLUKLAR I adlı çevirimizin önsözünden)