MANTIK
Yukarıda demiştik ki dilin iki temel fonksiyonu
vardır: Bildirim ve yaptırım. Bunlar gramer ve sentaks kurallarıyla gerçekleştirilir.
Burada şöyle sorabiliriz: Dilde gramer ve sentaks kurallarından başka kurallar
örneğin mantık kuralları yok mudur? Anlamlı ifadeleri yöneten gramer kurallarının
yanında doğru düşünmeyi ve çıkarım yapmayı yöneten kuralların da olması gerekli
değil midir? Şimdi bu konuyu ele alalım.
Mantık Nasıl Ortaya Çıktı
Bilindiği
gibi mantığın kurucusu Aristoteles’tir. Aristoteles niçin mantık kuralları
oluşturmak istedi? İlkin bunu cevaplayalım.
Mantığın doğasını ve işleyişini anlamak için bu, önemlidir.
Aristoteles’e
göre insanlar her zaman doğru akıl yürütmezler; bazen de yanlış çıkarım
yaparlar; çünkü onların düşünmelerini yönetecek sistematik kurallar yoktur. Doğru
akıl yürütme kuralları ya da ilkeleri belirlenirse, hatalı çıkarımlar önlenir.
Bu nedenle Aristoteles öğrencilerine akıl yürütme sanatının ilkelerini ve
kurallarını açıklama ihtiyacı duydu; bu amaçla her akıl yürütmede etkin bir metabilim olan mantık
ortaya koydu.
Akıl yürütmede ve düşünme analizinde kullanılan
kavramlar hangileridir? Aristoteles’e göre mantık, bunları öğretmelidir. Bunun
için de önce kavramın ve yargının ne olduğu açıklanmalıdır. Filozof, kavramı ve
yargıyı ölümünden sonra Organon adı verilen ve “çalışma
âleti” anlamına gelen kitaplarında açıkladı. Mantık Aristoteles’in kendi metafiziğine bir giriş bilimiydi.
Bu bilimin iki ayağı vardır: Aristoteles’in on
kategorisi ve klasik Grekçe.
Grekçede kategori κατηγορία (katêgoria) nesneye
yüklenebilen nitelik demekti; Aristoteles’te daha çok yüklem anlamına
kullanılır. Aristoteles’e göre kategoriler varlık hakkında konuşma tarzıdır;
ilk ve değişmez hakikatlerdir, bireylerin asıl
özellikleri bu kategorilerde içkindir. Mantığın amacı bireylerin özünlü
niteliklerini önermeler yardımıyla belirtmektir. Bu da bireylere kategoriler
yüklemekle olur.
Kategoriler varlık hakkında çok çeşitli şekillerde
konuşmayı mümkün kılar. On kategori vardır. Bunlar 1. Ousia (öz,
töz, örneğin”insan”, “at”) 2. poson (nicelik, örneğin “iki
karış”) 3. poion (nitelik örneğin “beyaz); 4. pros ti
(ilişki, örneğin “iki katı”, “yarısı”, 5. pou (yer örneğin
“Lisede”) 6. pote (ân, zaman örneğin “dün”, “geçen yıl”; 7. keisthai (Bir
durumda olmak örneğin “yatar vaziyette”, “oturmuş halde”); 8. ekhein
(sahip olma örneğin ayakkabısı olmak) 9. poiein (davranmak,
yapmak örneğin “kesmek”, “yakmak”) 10.
paskhein (maruz kalmak,. .e uğramak örneğin “kesilmek”, yanmak”).
Kategorilere ilişkin bu açıklamalar yeterlidir. Şimdi
mantıkta Grekçenin rolüne değinelim. Aristoteles mantığı oluştururken tümüyle
klasik Grekçenin imkanlarından da yararlanmıştır. Grekçenin sözlüğünü ve
gramerini temel almıştır; ancak Grekçenin tüm imkanlarını kullanmak yerine
sadece mantık oluşturmada uygun olduğunu düşündüğü ögelerini almıştır.
Aristoteles
kendi kitaplarında mantık kelimesini kullanmadı; mantığı bir âlet organon gibi görmedi, sadece
“diyalektik” anlamında mantıksalı kullandı; mantığın veya aklın ilkelerinden, yasalarından da söz
etmedi. Filozof Organon’da yasayı hukuki; ilkeyi de ontolojik anlamda
kullandı. Aynı şekilde iki yerde zekâ diye çevirebileceğimiz Noûs’tan söz etti;
bir yerde de sadece “noûs ruhtadır.” demekle yetindi.
Mantık
kelimesi büyük olasılıkla Cicero zamanında veya sonra kullanılmıştır. Öte
yandan mantık için organon
adını kullanan İ.S. II. yüzyılın sonunda ve III. yüzyılın başında
yaşayan Yeni Platoncu İskenderiyeli Afrodisyas’tır. Afrodisyas bugün
Aristoteles’in Kategoriler, Önermeler, Birinci Analitikler,
İkinci Analitikler, Topikler ve Sofistik Deliller kitaplarını bir araya topladı
ve hepsine birden Organon adını verdi. Organon yorumcusu Ammonius
Saccas (yaklaşık MS. 3. yy.), bu kitaplara Poetika ve Retorik adlı kitapları da
ekledi.*
Daha Afrodisyas zamanında şunlar sorulmaya
başlanmıştı: Mantık bir bilim midir? Bir sanat mıdır? Teorik ya da pratik bir
inceleme midir? Afrodisyas’a göre mantık basit bir âlettir; bilimin,
özellikle teorik bilimin organonudur; daha
doğrusu bir temaşa aracıdır.
Özetle söylersek mantık düşünmenin değil; metafiziğin
organonudur; sadece metafiziği; Aristoteles’in anladığı ve yaptığı metafiziği
temellendirmek için özel bir düşünme tarzıdır; töze kategoriler yükleme
biçimidir.
Bilindiği gibi mantık Aristoteles’in ortaya koyduğu
şekliyle kalmamıştır; bazı düzeltmelerle, eklerle ve yorumlarla geliştirilmiştir.
XIX. yüzyılın sonunda klasik Aristoteles mantığının yanında sembolik mantık
ortaya çıkmıştır. Günümüzde fizikteki gelişmelere bağlı olarak pek çok mantık
türünden söz edilmiştir. Bu satırlar bir mantık araştırması değildir; onun fonksiyonunu
sorgulamadır. Bu nedenle ayrıntı gereksizdir. Ancak bu durum yine de şu önemli
konuları kısaca olsa da ele almaya engel değildir.
1. Kategoriler’in otantikliği sorunu: Kategorilerin
bugünkü haliyle otantik metin olup olmadıkları tartışmalıdır. Bu kitapların en
azından bazı bölümlerinin Aristoteles’e ait olmadığı ileri sürülür ve bu
görüşler, metnin otantikliğini kabul eden görüşler kadar ciddidir. Batı
dillerinde bu konuda pek çok tartışma vardır. İnternette bu dillerde yapılacak
bir araştırma tartışmaların boyutlarını ve önemini görmek için yeterlidir.
2. Klasik metinlerin otantikliği: Klasik metinlerin
bazı bölümlerinin otantiklik problemi sadece kategorilerle sınırlı değildir.
Aristoteles’in Metafizik’inin bazı bölümlerinin örneğin Epsilon
bölümünün otantik olmadığına dair çok güçlü kanıtlar vardır. Bu durumu Aristoteles’in
kitaplarının dışındaki klasik metinlere de yayabiliriz ve şöyle diyebiliriz: Antik
Dönem’in hatta Orta Çağ’ın önemli metinleri yazarlarının kâğıt kalemle veya
bilgisayarda yazarak son şeklini verdikten sonra yayın evine gönderdiği ve
redaktörlerin düzeltip yayınladıkları metinler değildir. Onlar pek çok faktöre
bağlı olarak sonraki dönemlere tam metin olarak intikal etmemiştir,
eksiklikler, kopukluklar, çeviri yanlışları, yorumlar ve hatta az veya çok
eklemeler, çıkarmalar vs. içerir. Kısaca söylersek bunlar zaman içinde az veya
çok şöyle veya böyle değişikliğe uğramışlardır; bize “evrimleşmiş bir metin”
olarak intikal etmişlerdir. Maalesef felsefe tarihçileri birkaçı dışında bu
klasiklerin evriminden söz etmemektedir. Özetle söylersek Kategoriler
de az veya çok evrimleştririlmiş metindir.
3. Aristoteles mantığının
teolojide kullanımının meşruluğu sorunu: Yukarıda birinci ve ikinci maddelerde
ele aldığım konular saptamalarımdı. Bu üçüncü maddede yapacağım açıklamalar ise
kişisel tezimdir. Tezim sonuçları düşünüldüğünde benim açımdan çok önemlidir ve
tartışılmasını istediğim görüşlerimdir. Görüşlerim ana hatlarıyla şöyledir: Orta
Çağ’da hem İslam Dünyasında hem de Hristiyan Dünyada mantık iki amaçla
kullanılmıştır: a) Metafizik yaparken b) Teolojik amaçlarla. Aristoteles
mantığın metafizik için kullanımında bir problem yoktu. Bu, zaten mantığın
doğasında vardı; mantık metafiziğe girişti. Oysa mantığın teolojik amaçlarla
kullanılması büyük bir yanlışlıktı; çünkü mantık teolojik amaçlar için icat
edilmemişti. Yukarıda söylediğimiz gibi Aristoteles mantığı dünyadaki her
nesneye yani bireysel töze kategorilerden birini yükler. Her bir
önerme bir kişi ya da töz hakkındadır. Töz yani
birey dokuz kategoriden birini yüklem olarak alır. On kategorinin her biri
empirik dünyanın özelliklerinden soyutlamayla elde edilmiştir. Aristoteles’in
bildiği bir dünyadan hareketle ve bildiği bir dünyayı anlatmak için belirlediği
kategoriler, bilmediği bir dünyanın bilmediği varlığının veya varlıkların
doğasını; dünya ile ilişkilerini anlatması imkansızdır. Şöyle ki, töz
kategorisi birey olan insanı ya da nesneyi ifade eder. İnsan ve nesne empirik
bir varlıktır ve nitelikleri de empiriktir. Oysa teologların mantığı
uygulayarak açıklamaya çalıştıkları Tanrı, insan ya
da nesne gibi töz değildir. O’nun dünyadaki bulunuşu ve dünya ile ilişkileri
doğrudan gözlemlenemez. O nedenle tözlere ilişkin önermeler oluşturmak
için kullanılan mantık Tanrı’yı anlamak ve anlatmak için kullanılamaz; töze
yüklenen kategoriler Tanrı’ya yüklenemez; Tanrı mantıksal çıkarımların konusu
olamaz.
Bunun en açık kanıtı
Aristoteles’in kendisidir. Aristoteles Tanrı ya da
Noûs için töz terimini kullanmaz; çünkü o, saf fiildir. Onda aktülleşmeyen hiçbir
şey yoktur. O, kaynaktır; ama taşıyıcı değildir. Oysa her tür töz niteliklerin
taşıyıcısıdır. O nedenle töz olmayan Saf Fiil halindeki İlk’e nitelikler
yüklenemez. Aristoteles’in Tanrısı kategoriler yardımıyla değil, karşıtlık
aracılığıyla verilmiştir. Bu Tanrı hareket etmeyen hareket ettiricidir hem
düşünen hem de düşünülen varlıktır. Empirik dünyada bireysel tözlerde
bulunmayan karşıt nitelikler onda bulunmalıdır. Karşıtlıkları içermesi
onun mantığın objesi olmamasını gerektirir. Buradan hareketle
diyebiliriz ki, teolojik ifadeler önermeler değildir. Mantık olumsallığın
kaynağı olan ve karşıtlık ya da a priori açıklık
ile verilen varlıklara Tanrı’ya değil, olumsal varlıklara uygulanır. Kısaca
söylersek İ. S. ilk yüzyılda apolojistlerle başlayan ve günümüze kadar gelen
inanç objelerine mantığın uygulanması tarihin en büyük metodolojik
yanlışlarındandır. Teolojik ifadeler önermeler değildir.
4. Mantıkçıların mantığa
yükledikleri fonksiyon mantığın kurucusunda yoktur. Orta Çağ’da olduğu gibi bugün de mantık
hakkında çeşitli tasavvurlar vardır. Mantığın özelliği ve kapsamı
hakkındaki telakkiler dün olduğu gibi bugün de çok çeşitlidir. Kimilerine göre mantık
düşünmenin ilkeleridir; her tür bilgiyi öğrenme aracıdır; bilime,
hakikat araştırmasına giriştir, bilimin ve araştırmanın temelidir. Bazılarına
göre mantık yasaları doğa yasaları gibidir; düşünmeyi yönetir ve evrenseldir hatta
Afrodisyas’a gördüğümüz gibi mistisizmin aracıdır.
Günümüzde mantığın evrenselliği daha çok nesnelere ve
olgulara uygun nitelikler yükleme tekniği anlamına gelir. Bu teknik matematiğin
soyut zorunluluğundan farklıdır.
Mantığın evrenselliği 1920’lerde terk edilmiştir;
çünkü çok değerli sistemler keşfedilmiştir, üçüncüyü dışta bırakma ilkesi terk
edilmiştir; kuantum mekaniğinin etkisiyle mantığın mutlaklığı reddedilmiştir. Mantığın
evrenselliği dille uyumlu olmayan ve yararsız bir dogmadır. Bu konuda
pek çok çalışma vardır.
Sonuç olarak mantıkçıların mantığın doğasına ilişkin bu anlayışlarından
hiçbiri Aristoteles’te yoktur. Bu özellikler mantıkçıların tasavvurudur.
Mantıksız yapamaz mıyız?
Burada şu hayati soruyu soralım: Greklerin
toplumsal hayatlarına Aristoteles mantığı hangi katkıyı yaptı? Grekler hukuku,
politikayı, pratik sanatları, öncekinden daha iyi yapar hale mi geldiler? Şimdi
bu sorulara bir açıklık getirmeye çalışalım.
Mantığın bir Grek sitesinin sosyo
kültürel, politik ve entelektüel hayatına katkısı olmamıştır. Her toplum gibi Grekler de dili belli bağlamlarda
kullanıyorlardı; dil oyunları oynuyorlardı. Onlar Aristoteles’in Organon’u
yazmasından önce mükemmel biçimde düşünebiliyorlardı; konuşurken, iletişimde
bulurken dili doğru kullanabiliyorlardı; karar alırken, düşüncelerini ifade
ederken, akıl yürütürken hatalardan
kaçınabiliyorlardı; bir düşünme hatası olduğunda nedenini belirleyebiliyorlardı;
gündelik hayatlarını organize edebiliyorlardı.
Antik dünyada yasamacılar kendi deneyimlerine göre en
uygun yasayı yapıyorlardı; yargıçlar yasaya uygun kararlar alabiliyorlardı; yöneticiler
toplumları için iyi diye düşündükleri şekilde yönetiyorlardı. Hekimlik
Aristoteles’ten çok önce kendi yöntemlerini bulmuştu. Bazıları bugün bile
uygulanan tedavi biçimleriyle hastalıkları iyileştiriyordu. Matematik de
hekimlik kadar ileriydi. İnsanlar Euklides’in icat etmediği sadece ifade ettiği
teoremleri kullanıyorlardı; gerektiğinde kanıtlıyorlardı. Üstelik Grek
filozofları bu bilgi birikiminden yararlanıyorlardı. Kısaca söylersek Grekler mantık
icat edilmeden önce mantığın yardımı olmadan pek çok büyük eserler ortaya
koydu.[1]
Grek dünyası için durum böyleydi. Kuşkusuz dünyada
Greklerden başka insanlar; Grek kültüründen ve uygarlığından başka kültürler ve
uygarlıklar da vardır. Tıpkı Grekler gibi onlar da Aristoteles mantığını
bilmeseler de dillerini doğru kullandıklarında doğru düşünüyorlardı; gündelik
hayatlarını yaşayıp
geliştiriyorlardı. Aristoteles’ten önce yaşamış kimi toplumlar dünyanın yedi
harikasını yaptılar. Kimi toplumlar Aristoteles’ten önce Çin, Hint ve Mısır
uygarlıklarını; Aristoteles’ten sonra yaşasalar da onun adını bile duymayan
kimi toplumlar; İnka ve Maya, uygarlıklarını kurdular.
Geçmiş halklar ve uygarlıklar için geçerli olan durum,
çağdaş dünya için de geçerlidir. Günümüzde bilim adamları bilimsel devrimleri
gerçekleştirdiler; keşiflerde bulundular, bilim yaptılar; denizlerin dibinden
uzayın derinliklerine uzanan araştırmalar yaptılar; insan ömrünü uzattılar,
organ nakilleri yaptılar, çocuk ölümlerini azalttılar, salgınları önlediler,
yapay zekayı insanlığın hizmetine sundular; yaşanır bir dünyanın daha da
yaşanır olması için çaba gösterdiler; açlığın, yoksulluğun, savaşların
önlenmesi için uluslararası kuruluşlar oluşturdular; köleliği büyük ölçüde
kaldırdılar; insan hakları, kadın hakları hatta hayvan hakları konusunda pek
çok ilerleme kaydettiler vs. Somut problemlerin çözümünü, örneğin enflasyonun
nasıl önleneceğini, ihracatın nasıl artırılacağını, bölgesel bir savaşın nasıl
önleneceğini araştırırken biçimsel mantığı kullanmadılar; Aristoteles’in soyut
ilkelerinden ve çağdaş mantıkçıların içeriksiz P ise Q’dur; P veya Q, P ve Q”,
P ancak ve ancak Q’dur gibi formüllerinden değil; kendi deneyimlerinden yararlandılar.
Özetle,
en sıradan icattan en karmaşık denklemlerle ifade edilen bilimsel keşiflere
kadar hiçbir yaratıcı ve keşfedici eylem mantık sayesinde değil, ele alınan
konuya ilişkin empirik düşünmeyi kullanarak deneme-yanılma süreci sonunda
gerçekleştirilmiştir.
Bir metabilgi olarak mantığın ortaya çıkışı kadar
kullanımı da bazı tarihsel koşulların ürünüdür. Mantık
insanın ne doğal yapısının ne de kültürel özelliklerinin olmazsa olmazıdır.
Metabilim olan mantığı bilmeyen pek çok toplum vardır; ama dili ve grameri
olmayan toplum yoktur.
Özetle söylersek mantık
Orta
Çağ’da farklı kültür havzalarında ve modern dünyada etkili olduktan sonra
“şimdi hemen hemen ölü bir disiplindir.” Onu ayağa kaldırma çabaları ne
geneldir ne de güçlüdür. Çağdaş düşünme önceki iki yüzyıldan beri artık mantığa
coşkulu biçimde bakmıyor; çalışmalarını, ihtiyacı olmadığını düşündüğü
mantıktan yardım almadan sürdürmektedir.[2]
Düşünme ve
Mantık
Mantığın yapısına ve
fonksiyonuna ilişkin bu düşüncelerimiz bir genel çerçevedir. Ancak çerçevenin
içinin de doldurulması gerekir. Şimdi ayrıntılı açıklamalarla bunu yapmaya, konuyu
çok farklı açılardan ve yeterince açık biçimde ortaya koymaya çalışalım.
Önce mantıkçıların
“Mantık kavramları düşünme ve akıl yürütmedir.” tezlerini ele alalım ve şöyle
soralım: Mantıksal
düşünme nedir? Normal düşünmeden hangi açıdan farklıdır? Bunu söyleyebilmek
için önce ana hatlarıyla normal düşünmeye bakalım.
Düşünme bir plana göre gerçekleştirilen
sembolik bir süreçtir. Düşünmenin konusu ister bir nesne ister bir tablo olsun; önemi yoktur.
Düşünceyle ifade edilen cümle, canlıdır. Düşünme yoksa cümle ölüdür; seslerden
ya da yazılardan ibarettir.
İnsan içinde bulunduğu durumda yani belli
bağlamda düşünür. Düşünme anlamı üretir; çünkü kişi anlam üreterek bir
şey bildirmeyi veya yaptırmayı ister. Düşünmek,
etkin olmaktır ve düşüncenin eylemde görünmesi, iradenin eylemde görünmesine
benzer. Düşünmeyi taşıyan da dildir.
Düşünme dilden
bağımsız veya önce değildir; sözcesinin söylenmesiyle eş zamanlıdır; söylemeyi
yöneten de dilin kurallarıdır. Düşünme, zihnimizin aktivitesini ifade etmez;
gündelik dilden öğrendiğimiz bir kavramdır. Bu kelimenin kullanımı çok
karışıktır. Karışıklık
psikolojik fenomenlerdeki karışıklık gibidir. Psikolojik kavramların kullanımında
ortak özellikleri nedir? Bunu belirlemek zordur. İşte bunun gibi, düşüncenin
kullanımına ilişkin genel bir açıklama yapılamaz. İnsan düşünme kelimesini yani
onun kullanımını belli koşullar altında öğrenir; ama bu koşulları betimlemeyi
öğrenmeden de, birine bu sözcüğün kullanımını öğretebilirim. Zira bunun
için o koşulları betimleme gereksizdir.
Düşünmeyi anlayabilmek ve ifade edebilmek
için dil dışında bir aracımız yoktur; dilimiz kullanıma hazırdır ve açıktır.
Gerçekte dilin olmadığı yerde düşünmeden söz edilemez Dilde ve realitede verilmeyeni
düşünemeyiz. Dilimizi ve gramerimizi aşan bir alanın deneyimine sahip değiliz.
Dili kullanmayan düşünme, düşünmenin gramerine
aykırıdır. Düşünen kişi bir bildirim ve yaptırım sözcesi ifade etmeyi ister. Bu
da dilin gramerine ve sentaksına uygun, referansı olan ifadeyle gerçekleşir.
Mantık dilimizin kurallarına alternatif,
çıkarımları denetleyen meta kurallar varsayar. Oysa söylemin uygun olup
olmadığını belirleyen; düşünmeyi yöneten meta kurallar olması çelişkilidir.
Eğer çıkarımları denetleyecek meta kurallar kabul edersek, o zaman meta kuralları da denetleyecek meta
kurallar kabul etmemiz gerekir. Bu ise sonsuzca geri gider.
Her insan düşündüğü
şeyi diliyle ifade edebilir; bunu yaparken düşünmenin kendi koşullarına uyar. Gündelik dilimizin alternatifi yoktur. Doğru
ve tutarlı düşünebilmek, çıkarım yapabilmek, çıkarım hatalarını fark edebilmek,
bildirimde bulunabilmek, bildirimlerin onaylanabilir olanlarını ve
olmayanlarını görebilmek için gerekli bütün kurallar dilde içkindir
Dil, anlamı
oluşturur. Dilde söylemi denetleme kuralları değil, anlamı oluşturma kuralları
vardır. Dil, kuralları sayesinde söylemi belirler ve anlamlı bir sözceyi
yönlendirir. Söylem bu kurallara uygun olmalıdır. Kurallara uygun olan söylem
dinleyen tarafından başarılı bir bildirim olarak anlaşılır. Bildirimin başarılı
olduğunu gösteren, mantık değil; olguya uygunluktur.
Kurallarla ilgili
dil, “doğru uygulanan veya uygulanmayan”dır. Bir kural uylaşımsal biçimde
uygulanır veya uygulanmaz. Kural doğru uygulanmışsa sonuç kesindir ve doğrudur.
Bu sonucun kesinliğinden ve doğruluğundan kuşku duymak, gerçek anlamda kuşku
değildir. Kuşku kesinliğin olmadığı yerde mümkündür. Kuşku bir meta kuralla
yani mantıkçıların kuralıyla giderilemez. Kuşkunun giderilme yöntemi bellidir.
Bir çarpma işleminin sonucundan kuşkuluysam, sağlamasını yaparım. Randevuya geç
kalıp kalmadığımdan emin değilsem, saatime bakarım; saatim yoksa birine saati
sorarım. Bir bilim adamıysam binlerce defa da olsa doğru sonucu elde edinceye
kadar deneyi tekrar ederim. Elde ettiğim sonuca ulaşınca acaba bu mantıksal
açıdan doğru mu yanlış mı diye düşünmem. Deney yapan bilim adamı dili kullanan
biri gibi davranır.
Dilimiz yetkindir, düzenlidir; bu nedenle,
mantıkçıların sembolik, ideal diline ihtiyaç duymaz. Dilin kendine özgü mantığı
vardır. Bu mantık dilin kullanım kurallarında ortaya çıkar ve sistematiktir.
Dilin kuralları, mantıkçıların kurallarına ihtiyaç duyurmaz.
Dilimizin farklı kelimeleriyle farklı şeyleri
anlatırız; yüksek sesle düşünmeyi, kendimizle konuşmayı, hayalimizde biriyle
diyalogu, bir şeyi önce hatırlamayıp ardında aklımıza gelmesini vs. anlatmak
için uygun kelimelerimiz vardır. Kelimeler söze bürünür, düşünme olur. Düşünme
hem bir dildir hem de lengüistik ifadeyle birlikte ilerleyen zihinsel bir
süreçtir.
“Düşünmek” kavramı, “konuşmak” kavramından
farklıdır. Düşünme ne dile ne de başka bir sürece eşlik etmez.” Dile eşlik eden
zihinsel süreç mitolojisi, düşünmeyi gizemli hale getirir. Kelimeler düşüncenin canlandırdığı varsayılan cansız objeler
değildir; fakat düşünmenin gerçek araçlarıdır. “Dil, düşünmeyi taşır.”
Düşünmek, göstergeleri kullanarak
gerçekleştirdiğimiz etkinliktir; bir nesneyi, bir niteliği, bir olguyu veya bir
şey yaptırmayı düşünmektir. Bir şeyin düşünülmesi olmayan bir düşünme, düşünme
olmayan, sonuçta kategorize edilemeyen bir şeydir. Düşünme kendinin nesnesi
olamaz yani düşünmeyi düşünen düşünme imkansızdır. Kendimi düşünmeyi düşünen
biri gibi düşünemem; çünkü düşünme, düşünen ve düşünülen arasında ontolojik
ayrılığı gerektirir. Düşünmenin konusu ilkeler de olamaz; ilkeler düşünülemez.
Düşünmenin grameri konuşmanın gramerine
benzer; nasıl düşünmeyi ağızla söylüyorsak, beyin de düşünmeyi öyle ifade eder.
Düşünmeyi zihne, zihni de beyne yüklediğimizde, metaforu metafor olmaktan
çıkarırız ve düşünmeyi beyne yerleştirmenin güçlü bir kanıtı gibi görürüz. Oysa
kanıt olduğu ileri sürülen bu görüş, bir örtülü indirgemeciliktir.
“Düşünmek” kelimesinin gramerini
incelediğimizde şunu ortaya koyarız: “Düşünmek”, kullanılabilir bir
imkanlar deposu değil, tıpkı
“demek istemek”, “anlamak” gibi bir kapasite fiilidir; bir kapasitedir. Bu kapasite
öğrenilmiş ve edinilmiş deneyimleri kullanarak yaşamamız sağlar. Örneğin su
içmeyi düşünüyorum. Düşünmemin başlangıcı veya nedeni fizyolojik bir
ihtiyaçtır. Susadığım için su içmeyi düşünüyorum. Sonra su içmek için gerekli
eylemleri gerçekleştirmeye girişiyorum. Bunu yaparken öğrendiğim bilgileri
kullanıyorum ve su içiyorum. Su içmek için mantığın ilkelerini kullanmıyorum;
pek çok mantık içinden herhangi birinden de destek almıyorum. Örnek basittir;
ama aydınlatıcıdır. Daha karmaşık ve soyut durumları da dikkate alalım. Bir
matematik profesörü derste bir matematik formülünü anlatırken doldurduğu
tahtayı üç defa silsin; dördüncü defa, silinmiş bir tahtaya ihtiyaç duysun. Bu
matematik profesörü bu uzun kanıtlamaları yaparken mantığı kullanmaz; sadece
matematik düşünmenin sınırları içinde kalır; kanıtlamayı önceden öğrendiği
şekilde yapar. Gündelik hayatı sürdürmek, bilim yapmak ve teknoloji icat
etmek için gerekli koşullar gündelik dilde ve deneyimde verilmiştir. Öğrenilmemiş
ve mantıktan çıkarılabileceği varsayılan kanıtlama mittir.
Mantığın koşulları ve
ilkeleri düşünme için gerekli değildir. Düşünme, mantıkçının açığa çıkarabileceği
gizli bir süreç gibi görülemez. Mantık kuralları düşünmeye eşlik etmez. Aynı
şekilde mantık kurallarını uygulamak da düşünme süreçlerine
eşlik eden ek süreçler veya gölge süreçler değildir. Kurala eşlik eden kural olmadığı gibi bir
kuralın yanlış uygulamasını düzelten ek bir kural da olamaz..
Bir düşünmenin mantığa uygun olup olmadığını
bildiren bir mantık kuralı yoktur. Bu nedenle mantık, uygulamanın nasıl
yapılacağını bildiremez. Mantığa uygun veya aykırı düşünmeyi mantık dışı bir
yolla olgulara ve kullanıma uygunlukla bilebiliriz ve düzeltiriz.
Düşünme
ve düşünmek kelimeleri dilin pratik aşamasında kullanılmaz. Bu aşamada “Ne
oluyor?”, “Nasıl oluyor?”, “Nasıl yapılıyor?”, “Ne istiyorsun?” gibi sorulara
cevap vermeye yarayan kelimeler kullanılır. “Düşünmek” kelimesi gündelik
dilde istemek, niyet etmek, karar vermeye çalışmak gibi anlamlara gelir. Bunun
dışında kullanılıyorsa teorik bir dilin kelimesi olmuştur ve dilde
yabancılaşmadır. “Çocuklara doğru düşünmeyi öğretmelidir.” “Doğru düşünme
doğru kararlar almayı sağlar.”, “Nedenler üzerinde düşünmek sonuçların
mantıksallığı için gereklidir.” gibi ifadeler bu yabancılaşmanın örnekleridir. Düşünme ister
bildirim ister çıkarım isterse yargı şeklinde olsun; otomatik olarak kendi
doğal sürecinde gerçekleşir. Sorulan soruya cevap önceden öğrenilmişse, kolayca
ve tereddütsüzce verilir.
Bu
satırlarda ele aldığımız düşünme akıl yürütmeyi de içerir; fakat akıl
yürütmeyle özdeş değildir; akıl yürütme az sonra göreceğimiz gibi problem çözen
düşünmedir. Düşünme olmayan bir akıl yürütme olamaz; ama düşünme akıl
yürütmeden daha fazla bir şeydir. Kişi geçmişteki bir durumu, gelecekte yapmayı
planladığı bir şeyi; bir şey satın almayı, bir yere gitmeyi, yemek yapmayı, kitap
okumayı, vs. düşünebilir. Bunlar akıl yürütme değildir; gündelik hayatta ve bir
kültür ortamında öğrenilmiş bilgilere dayalı tasarımlardır ve her tasarım gibi
arka plan ağı içinde gerçekleştirilir.
Düşünmeyle akıl yürütme farkının anlaşılabilmesi
için akıl yürütmeye ilişkin bazı açıklamalar yapalım. Akıl yürütme kognitif bir
süreçtir; mantıkçıların iddia ettikleri gibi zorunlu bir sonuç çıkarma değil;
problem çözme çabasıdır. Akıl yürüten, ilk bakışta hemen çözemeyeceği bir
problemle karşı karşıyadır. Akıl yürütmenin iki prototipi vardır: Bulmaca ve
bir mekanik ya da organik sistemdeki problemin çözümü. Örneğin bulmacada kareye
hangi harfin sudokuda hangi rakamın geleceği akıl yürütmeyle belirlenir. Aynı
şekilde mekanik ya da organik bir sistemde arızanın veya hastalığın neden
kaynaklandığı problemi sistemin mantığına bağlı kalarak akıl yürütmeyle çözülür
hatta gerektiğinde deneyler, testler ve tetkikler yapılır.
Akıl yürütmede problemin çözümü en az
iki olasılığın varlığına bağlıdır. Akıl yürüten kişi bu olasılıkların
hangisinin problemi ortaya çıkarabileceği konusunda önceki bilgilerine
dayanarak bir karar verir. Eğer sonuca yol açan tek bir neden varsa akıl
yürütme yoktur. Akıl yürütmenin özü sorun olan şeyden sorunun kaynağına doğru geriye
gitmedir. Akıl yürütme cıvataya uygun somunu belirleme gibidir. Tek bir
cıvataya çeşitli somunlar içinden sadece birisi uyar. Akıl yürüten kişi mevcut
somunları teker teker dener yani olasılıkları dikkate alır ve sonunda en uygun
somunu belirler yani sonuca yol açtığını düşündüğü olasılığı neden olarak kabul
eder.
Olası neden akıl yürüten kişinin ön
deneyimini, tercihte bulunma ve karar verme yeteneğini gerektirir. Akıl
yürütmede akıl yürütme biçimini öğrenme gereklidir; ama yeterli değildir. Akıl
yürüten kişi olasılıklar ile olgu arasında bağ kurma deneyimine de sahip
olmalıdır; deneyim de olasılıkların neden olabilmelerinin sıklık derecesine
ilişkindir.
Akıl yürütme düşünmenin özel bir durumu
olduğu gibi çıkarımdan da farklıdır. Akıl yürütme sonuçlardan nedene gitmek
olduğu halde çıkarım veriden veya verilerden sonuca doğru yolculuktur; öğrenilmiş
bir süreçtir. Kişi veri veya verilerden hangi sonucun zorunlu olarak
çıkarılacağını öğrenir. Bireysel inisiyatifin ve deneyimin çıkarımda hiçbir rolü
yoktur. Çıkarılacak sonuç kesindir ve zorunludur.
Çıkarımın türleri ana hatlarıyla
şunlardır:
1) Lengüistik ifadelerden çıkarım: Bu
çıkarım da kendi arasında ikiye ayrılır:
a) Örtülü ifadeyi anlama: İma örtülü bir
ifadededir ve bir veri gibidir. Örneğin bir kişinin güvenilmez olduğunun çabucak
anlaşılmasını belirtmek için kullanılan “Sarımsağın kokusu çabuk çıktı.” sözü
bir imadır. Muhatap bundan bir lengüistik çıkarım yapar.
b) Açık ifadenin gücünü anlama: Bir tartışma
ortamında söylenen “Gel de görelim!” cümlesinin bir tehdit gücü taşıdığını
anlama da lengüistik bir çıkarımdır.
2 ) Kültürel ögelerden çıkarım: Birinin
konuşmasından, giyiminden, âdetlerinden, kullandığı deyimlerden vs. nereli
olduğunu çıkarma.
3) Güvenilir ve doğrudan tanıklıklardan
çıkarım: Yargıçların suçluluk konusundaki kararları böyle bir çıkarımdır.
4) Doğal olgulardan çıkarım: Örneğin sesini
tanıdığımız birinin kendini görmesek de sesini duyduğumuzda onun konuştuğunu;
bir doktorun tahlil raporundan hastanın durumunu; bir DNA testinden çocuğun
biyolojik babasını, balistik rapordan silahın suçta kullanılıp kullanılmadığını
çıkarma.
5)
Postulatlardan çıkarım: Geometrinin ve aritmetiğin belirli postulatlarından
hareketle zorunlu sonuçlara ulaşma. Örneğin üçgenin özelliklerini dikkate
alarak bilinmeyen kenar uzunluğu, açı veya açı ortayı gibi özelliklerin sayısal
değerini bulma.
Kuşkusuz bunlardan başka çıkarım türleri de
olabilir. Bizim açımızdan çıkarım olgusunun özelliğini anlamada bu örnekler
yeterlidir.
Bu örneklerden hareketle şu sonucu ortaya
koyabiliriz: Gündelik hayatta hangi türden çıkarım yaparsak yapalım, bunu
mantığın soyut kurallarını kullanmadan yaparız. Önermeler veri değildir. İster
tümel, ister tikel olsun; ister biçimsel mantığın isterse modal mantığın
önermeleri olsun, bütün önermelerden sonuç değil, yargı çıkar. Mantığın
yargıları ise totolojiktir. Totolojik ifadeler iletişimde, bildirimde ve
yaptırımda kullanılamaz; sonuçta dile ait değildir. Düşünme akıl yürütme veya
çıkarım şeklinde olsun, totolojik değildir. Düşünmenin konusu akıl yürütme
olarak olasılıklar ve çıkarım olarak verilerdir; bir problemin çözümüdür ya da
bir sonucun çıkarılmasıdır. Kısaca söylersek mantık dile bir yabancılaşmadır.
BİÇİMSELLİK
Yukarıda şöyle demiştik: Mantık başlangıçta
içeriği dışlayan bir metabilimdi; töze kategoriler yükleme bilimiydi. Sonradan
pek çok mantık türü ortaya çıktı. Bunlardan biri de günümüzün önemli
mantıklarından sembolik mantıktır. Yukarıda değindiğimiz gibi dil felsefesi
sembolik mantıkçılar tarafından başlatılmıştı. Bu mantıkçıların felsefe anlayışlarına bir dil
felsefesi türü olarak işaret etmiştik; ama sembolik mantığın gündelik dilimizdeki
ifadelere uygularken ortaya çıkardıkları sorunlara değinmemiştik. Şimdi biçimsel
mantığın gündelik dildeki sonuçları hakkında açıklamalar yapalım.
Biçimsel mantık düşünme ve realite arasındaki
bağı göz ardı eder; içeriksiz bir bilginin mümkün olduğunu varsayar. Sadece
biçimsel tutarlılık olup olmadığına bakar. Mantıkçıların göz ardı
ettikleri çok temel nokta şudur: Dilin ifadeleri hem biçimselliğe ve hem de
içeriğe sahiptir. Biçim ve içerik birbirinden ayrılamaz. İçeriksiz biçim
imgelenemez; biçimsiz bir içerik ifade edilemez. Sözcelerimizin biçimi
gramere, kullanıma ve sentaksa uygunluktur. İçerik ise anlamdır yani muhatabın
söylenen söze karşı uygun tepkide bulunmasını sağlayan şeydir. Örneğin “Kardan
yollar kapandığından ulaşım durdu.” cümlesi tam bir bildirimdir. Sözce biçim
açısından kusursuzdur yani dilimizin gramerine ve sentaksına uygundur; içerik
açısından protokollük koşulları taşır yani sadece belli bir yer ve zamandaki
duruma ilişkin bir bildirimdir; bu nedenle dinleyenin onaylama koşullarına
sahiptir.
Bu sözce P ise Q dur.
P’dir o halde Q’dur. diye biçimselleştirilirse
olgusallığını sonuçta bildirim olma özelliğini yitirir. Oysa bildirimlerin
içerikleri dünyada bildiğimiz bir realitedir; olgusaldır; olgusal içeriğin
resmini yapmak görüntülemek ve imgelemek mümkündür. Bu içerik realiteye aykırı
olamaz. Alice’in
Harikalar Diyarı’nda değilsek doğal dünya bize önerme içeriği olarak verilir. Oysa
biçimsel bir önermenin böyle bir içeriği yoktur.
Mantıksal biçimselliğin üç önemli sonucu
vardır:
1. Mantığın dil dışı biçimsel kuralları
dilimizin tüm zenginliğini yansıtamaz; çünkü mantıkçılar sadece nesneleri veya
olguları dikkate alırlar; dilsel olguları, dünyada değişiklik yapan lengüistik
ifadeleri; emir, soru, istek, rica vs. cümlelerini göz ardı ederler.
2. Mantık sözcede bulunması zorunlu olan
referansı dışlar; sadece yadsımayı, içermeyi, birleştirmeyi ve ayırmayı ifade
eden sembolleri düzenler. Mantıksal önermeler hiçbir şey hakkında değildir. Mantığın soyut
önermelerinin neye delalet ettiklerini düşünemeyiz.
3. Anlamlı sözcelerle anlamsız sözceleri aynı
şekilde biçimselleştirir.
Örneğin
a) “Güneş doğmuşsa hava aydınlıktır.”
gibi anlamlı bir
önerme
b) “Kişi bir ve aynı yere uçan halıyla
gitmişse yaya gidenden daha kısa sürede ulaşır.” gibi anlamsız bir sözce olsun.
Bunların her ikisini de (p → q) diye
sembolize edilir.
“Güneş doğmuşsa”
ve “Uçan halıyla
gitmişse” yerine P yazılır.
Aynı şekilde
“Hava aydınlanmıştır.”
ve
“Yaya gidenden daha
hızlı ulaşmıştır.”
Yerine Q yazılır.
A sözcesinin onaylanma
koşulları bellidir; çünkü sözce empirik bir duruma ilişkindir. Oysa B sözcesinin
onaylanma koşulları yoktur; çünkü fiktif bir duruma ilişkindir.
Mantığın
realiteye karşıt sözceler oluşturabildiğine dair bir başka örnek verelim.
Mantıkta kullanılan sembolleştirmelerden
biri de F(x)’tir. Bunun açılımı şöyledir X gibi bir X vardır ve X, F özelliği
taşır. Söz konusu sembolleştirme de deneyime aykırı önerme oluşturmaya izin
verir.
Örneğin bir kişi “Dün
kedim vaaz etmeye başladı.” desin. Bu sözcenin sembolik ifadesi şöyle olur F(x),
F= (Vaaz etmeye başlama) X= Kedi. Bu sözce semantik açıdan doğru mudur yanlış mıdır? Mantık kuralları
bunu söyleyemez. Vaaz eden gerçek bir kedi midir? Değil midir? Buna uygun
mantıksal sentaks yoktur. Denebilir ki, kedinin vaaz ettiğini söyleyen,
halüsinasyon görüyordur; ama buna haklı olarak şöyle itiraz edilebilir: Bu
kişinin halüsinasyon görüp görmediği asla mantıkla açıklanamaz.
F(x) formülü bilimsel
formüllerin yapısı ile karşıttır. Bilimsel formülle nicelik ilişkilerini ifade
ederiz; kütle, hacim, hız gibi formül ögeleri hep niceliktir. Oysa mantıksal
formüllerde F her zaman niteliktir. F yerine sayılamayacak kadar nesneyi kalem,
gömlek, ev, otomobil, top vs. X yerine sayılamayacak kadar niteliği örneğin
mavi, yeni, ucuz, hızlı, ağır vs. koyabiliriz. Bu f(x) formülü sözceyi
nesnesizleştirir; homojen doğal olgulara uygulanan formüller gibi kabul eder..
“Uçan halı” ve “vaaz etmeye başlayan kedi”
örneklerinden hareketle diyebiliriz ki, önermelerin doğruluk koşulları mantık
tarafından değil; gündelik dil tarafından verilir. Gündelik dili konuşan biri,
bu sözcenin lengüistik açıdan ayrıntılı betimini yapacaktır. Mantığın
önermeleri bildirim değildir; “Uçma” bir kuş veya uçak için “vaaz etme” sözü
ancak bir din adamının eylemi için kullanılabilir. “Halı uçuyor.” Ve “Kedi vaaz
ediyor.” sözcesi, gündelik dilden dışlanabilir; ama ideal dilden dışlanamaz
yani gündelik dil bunun yanlışlığını gösterebilir; ama ideal dil gösteremez. F(X) formülü
kullanışlı değildir. Kısaca mantığın objektifliği objesiz bir
objektifliktir; dolayısıyla çelişkilidir
DOĞRULUK
KOŞULLARI YOKTUR ONAYLAMA KOŞULLARI VARDIR.
Modern mantıkta temel
ilkelerden biri de şudur: Anlamlı bir önermede doğruluk koşulları olmalıdır. Doğruluk koşulları, önermenin doğru olması
için gerekli koşullardır. Buna şu örneği verebiliriz. “Uludağ’a kar yağıyor.” Uludağ’a kar yağıyorsa doğrudur. Bir sözcenin
doğruluk koşulları aktüel bir durumu yansıtmaz; örneğin şu veya bu ânda
Uludağ’a kar yağıp yağmadığını belirtmez; o nedenle onaylanma koşulları yoktur.
Doğruluk koşulları sadece önermenin hangi koşulla doğru olacağını söyler; bu
nedenle de biçimseldir ve sözcenin anlamından ayrıdır. Doğruluk koşulları sözcenin
anlamını belirlemez. Bunun kanıtı şudur: Pek çok sözce, doğruluk koşulları özel
olmasa da anlaşılabilir. Örneğin “Ahmet dünyada yaşar.” sözcesi Ahmet dünyada
yaşarsa doğrudur, ifadesini alalım. Ahmet’in dünya dışında yaşaması mümkün
olmadığından diğer deyişle dünyada yaşaması zorunlu olduğundan bu doğruluk
koşulu her zaman vardır. Oysa her zaman var olan bir koşul, koşul değildir; ama
bu durum sözcenin anlaşılmasına engel teşkil etmez.
Doğruluk koşulu bir
söylem değil, meta söylemdir. Her meta söylem gibi doğal olarak başka meta
söylemleri de gerektirir. Örneğin ‘“Kar beyazdır.” kar beyazsa doğrudur.”
söylemi ‘“Kar beyazsa doğrudur.” Doğrudur.”’, doğrudur’u yani meta söylemin
metasını gerektirir. Bu sonsuzca ileri gider. Bu kısır döngü mantığın içinden
çıkamadığı bir durumdur.
Bildirim ve yaptırım
sözcelerinin onaylanma koşulları vardır. Onaylanma koşulları mantıkçıların kabul
ettikleri gibi önceden belirlenmiş, genel, hipotetik ve soyut değildir; bağlamsaldır,
pratiktir, somuttur. Tamamlanmış bildirim ve yaptırım gücü içerir. Muhatap
sözcenin gücünü keşfettiği anda onaylanma koşulu da gerçekleşir.
Örneğin “bir meteorit
dünyamıza hızla yaklaşmaktadır.” bildirimini alalım. Bu bildirim belli bir
zamanında belli bir kütleye ve hıza sahip, dinleyenin onaylanma koşullarının
bulunduğuna karar verdiği bir sözcedir. Dinleyen konuşanın güvenilir ve olgunun
yani meteoritin dünyaya doğru gelmesinin mümkün olduğunu kabul ettiği anda
sözce onaylanmıştır.
Mantık önermenin olguyla
veya eylemle uygunluğuna dair hiçbir şey söylemez. “Dünya dönmüyor.” sözcesi
yanlış mıdır? Anlamsız mıdır? Bu sözce yanlış da anlamsız da değildir. Sadece
bağlamsızdır. Dilde referansı olan sentaksa uygun her sözce anlamlıdır. “Dünya
dönmüyor.” sözcesi de anlamlıdır. Bu sözcenin anlamın ortaya çıkarılabilmesi
için konuşanın hangi bağlamda ve hangi niyetle söylediğine bakılmalıdır.
Örneğin konuşan bu sözüyle bir ironi yapmış olabilir; onu metaforik anlamda
kullanmış olabilir. Bu cümleyi bir Orta Çağ düşünürü söylemiş olabilir. O
nedenle cümleyi anlamak kimin hangi bağlamda söylediğini belirlemektir. Bu
konuda önceden belirlenmiş a priroi doğruluk koşulları yoktur.
Ama anlamı vardır. Anlamlı olmayla doğruluk koşulları aynı şey değildir.
Mantıkta referans
olmadığı gibi bağlam da yoktur. Mekânın
belirlenmesinde koordinatlar ne ise konuşmada da bağlam odur. Bağlamsız
sözce koordinat bildirmeden mekânı belirlemeye benzer. Oysa insan her zaman
bir bağlamdadır. Konuşan ister bir şey
bildirmeyi isterse bir şey yaptırmayı istesin, her zaman belli bir bağlamda
konuşur her söylem her bildirim belli bir bağlamdaki
bildirimdir. Bildirimler bağlamdan soyutlanamaz Bu yüzden bağlamsız mantık
dilin işleyiş kurallarını ihlal eder.
Kuşkusuz doğal
olgular bağlamsızdır ve onları yöneten yasalar vardır. Doğal olguları yöneten
yasalarla olguların ilişkileri formüle edilebilir. Oysa nitelikle nesnelerin
ilişkisi doğal olguyla yasa ilişkisi gibi değildir; pek çok farklı nitelik ve
nesne vardır. Bunların hepsi heterojen ilişki içindedir. O nedenle nitelik ve
nesne ilişkisi sıfır kaplamlıdır. Sonuç olarak her şeyi açıklayan formül hiçbir
şeyi açıklamaz.
DİL VE MANTIK
Mantığa ilişkin bu tespitlerden ve
değerlendirmelerden sonra dil mantık ilişkisine değinerek hem konuyu hem de
çalışmamızı sonuçlandıralım.
Dil
mantık ilişkisi konusunda tezimiz şuydu: Dil ve mantık birbirinden ayrı
değildir; dili öğrenirken mantığı da öğreniriz. Dili doğru yani anlamlılık
koşullarına uygun kullandığımızda mantığa da uygun kullanırız. Şimdi bu
görüşlerimizi temellendirelim. Önce dili öğrenirken mantığı da nasıl
öğrendiğimizi açıklayalım:
Mantığın
öğrenilmesi
Mantığı öğrenmek, mantıkçıların özdeşlik,
çelişmezlik ve üçüncüyü dışta bırakma gibi soyut ilkelerini öğrenmek değildir; anlamlı
bildirim ve yaptırım cümlelerinin hangi durumda ve nasıl söyleneceğini
öğrenmedir. Örneğin Annenin çocuğuna söylediği, “Yağmurda şemsiyesiz çıkarsan
ıslanırsın.”; “Marketten ya cips ya da çikolata alabilirsin; ikisini de alma.” gibi
sözcelerin gücü vardır. Muhatap busözcelerin gücünü keşfettiği anda dildeki
mantığı kavramıştır.
Yukarıda şu tezi ortaya koymuştuk: Mantık
dilde içkindir; dilden ayrı mantık yoktur. Dili öğrenirken mantığı da
öğreniriz. Şimdi bunu sayfalarımızın izin verdiği kadarıyla açıklayalım
Mantığın öğrenilmesinde üç aşama vardır:
I. Dolaysız çıkarım. Dolaysız çıkarım nesneye
ilişkin doğru bir imge edinmektir. “Ağaç”, “kuş”, “araba”, “anne”, “kardeş”
gibi nesne adları çocuğa, göstererek öğretilir. Çocuk adı öğrendiğinde adı
taşıyana ilişkin imgeyi de edinir; nesneyi gösterebilir ve nesne adını doğru
kullanabilir; başka nesnelerden ayırabilir; başka nesnelerle benzerliği olsa
bile onun özgün niteliklerini bilebilir. Benzerliklerin, farklılıkların ve
özgün niteliklerin kavranması mantığın ilkelerini de öğrenmedir; mantığı
öğrenmede ilk aşamadır.
II.
Analojiyi kullanma: Analoji Grekçe
ἀναλογία (analogia)
(ἀνα, ana : “göre”+ λογία, logia “orantı) iki şeyin
birbirine benzemesi ya da eşit olması demektir. Tüm nesneler bir cinsin türüdür
ya da bir türün bireyidir. Dilimizde önceki kuşaklardan devraldığımız bütün
deneyimler analojiden çıkarılmışlardır. Dili kullanan her insan öğrendiği
analojiden doğan deneyimlerine kendi deneyimlerini yani analojik sonuçları da
ekler. Analojik düşünmede temel şudur: B, A’ya şu veya bu açıdan benziyorsa
1. A’nın bildiğim ve B’de henüz tecrübe
etmediğim bazı özellikleri kesinlikle veya olasılıkla B’de de vardır. Elmaya
benzeyen şeyin elma gibi tadı vardır veya olabilir.
2. A’nın yapabildiği bir eylemi A’ya benzeyen
B de yapabilir. A yürüdüğü bilinen çocuksa ona benzeyen ve yürüdüğü görülmeyen
çocuğun da yürüyebileceği düşünülebilir.
Analoji tümevarımla tamamlanır. A ve B
arasındaki benzerlikleri saptayan çocuk bunu C ve D nesnelerine de genişletir.
Otomobilin hareketli olduğunu gördüğünde park halindeki otomobilin arızalı
değilse istendiğinde hareket edeceğini bilir.
Analoji mantığın öğrenilmesinde en temel
aşamadır. Bütün kişisel deneyimler bilimsel araştırmalar yani tüm empirik
bilgiler analojinin ürünüdür. Sonuçları ister kesin isterse olası olsun; her
bilme etkinliği her yaştan ve her meslekten insanın gerçekleştirdiği analojidir.
Aynı deneyi binlerde defa tekrar eden bilim adamının deneyine yön veren şey
sadece analojidir. Analoji yapabilmek için hiçbir zaman mantıkçıların ne
dediklerini bilmeye gerek yoktur.
Analojinin iki türü vardır:
A. Naiv analoji: Küçük çocukların analojisidir. Bir oyuncak
bebek çocuğa benzediği için, çocuk onun da susayabileceğini ve acıkabileceğini
düşünür.
B. Empirik deneyimle sonuçlanan analoji: Bir analojinin
empirik deneyim olabilmesi için dili kullanan kişi niceleştirmeyi öğrenmelidir.
Niceleştirme yargıdaki yüklemin ait olduğu özne sayısını tüm(ü), bazı(ları)
hiçbir(i) gibi kelimelerle ifade etmedir. Örneğin “Bütün çocukların yaşayan ya
da ölmüş anneleri vardır.”, Bazı insanlar uzun boyludur.” “Hiçbir bir insan
havasız yaşayamaz.” gibi önermeler nicelik ifadeleri içerir. Niceleştirme
öğrenilen ya da şahsen yapılan gözlem önermelerinin ürünüdür ve bu kelimeleri
içeren yargı kesindir. Örneğin “Tüm uçan hayvanlar kanatlıdır.”; “Bazı kanatlı
hayvanlar uçamaz.” gibi niceleyici içeren yargılar gözlemden çıkarılan
kesinliklerdir.
III. Farklılıkların Gözlemlenmesi: Çocuk sadece benzerlikleri
değil; farklılıkları da görür. Çevresindeki insanlar, nesneler, nitelikler
birbirine benzedikleri kadar farklıdır. İnsanlar uçamaz; kuşlar konuşamaz. Kimi insanlar göremez,
kimileri yürüyemez. İnsanların meslekleri, yaşları farklı farklıdır, bunlardan
kimine öğretmen, tüccar, kimine, bilgisayarcı, kimine müzisyen; kimine yaşlı,
kimine genç, kimine çocuk vs. denir. Farklılıkların gözlemlenmesi dilin
bildirim fonksiyonunun kavranmasının temelidir. Çünkü bildirim sözceleri tekil
olan nesnelere ve durumlara ilişkindir.
IV. Dolaylı çıkarım: Dolaylı çıkarım akıl yürütmeyle yapılır.
Örneğin “ortanca kardeş”ten üç çocuğu,
“limon gibi tad”dan ekşi tadı “bir ülkenin Yunanistan olduğunu belirtilmesinden
orada anadilin Yunanca olduğunu, bir profesörün bugün yaş haddinden emekli
olmasından 67 yaşını doldurduğunu; bir ilde halkın yarısından azının
aşılandığından aşısız insan sayısının aşılı insan sayısından fazla olduğunu;
vs. çıkarabiliriz. Bu çıkarımların her biri doğrudur ve tümdengelime
başvurmadan yapılır. Bu çıkarımlar biçimsel kurallardan değil; olguların
durumlarında ya da sözcelerde örtük olarak vardır. Eğer olgulara ya da
durumlara ve dilin kullanımlarına ilişkin bilgimiz olmasaydı asla çıkarım
yapamazdık.
Bu
çıkarımlar olguların ve dilin öğrenilmiş anlamlarından hareketle
gerçekleştirilir. Örneğin bir siren sesinin ne anlama geldiğini bilmeseydik
ambülansın ne taşıdığını; “ülkenin dili” kavramını bilmeseydik Atina’da Grekçe
konuşulduğunu; ortanca çocuğun hangi durum için kullanıldığını bilmeseydik o
ailenin üç çocuğun olduğunu; ülkemizde üniversitede yaş haddinin ne zaman
dolduğunu bilmeseydik dün emekli olan profesörün altmış yedi yaşını
doldurduğunu çıkaramazdık.
Gramer, sentaks,
referans bağlam, kullanım. Bunlar anlam beşgenidir. Her dil bu beşgenden
oluşur. Sonuç olarak evrensel olan mantık değil, anlam beşgenidir.
Dil doğrudan realizmdir. Dili doğru
kullanarak dünya ile ilişki kurarız; bu ilişkiyi bildirim olarak ifade ederiz
Bildirim muhataba kapalı, belirsiz ya da çelişkili görülebilir. Bu
problemlerden hangisi varsa muhatap konuşandan çözmesini ister.
Dünyayı dilin belli bir bağlamdaki
ifadeleriyle doğrudan ve gerçek haliyle kavrarız; bu kavrayışımız hem
insanların dili nasıl kullandıklarını hem de bildirimlerini oluşturma biçimini
açıklar; böylece objektif bir bilgi modelini düşünmeye izin verir.
Her anlamlı cümle anlaşılır. Anlaşılan
sözceler başarılıdır ve anlaşılmayan sözceler mantığa aykırı değil;
başarısızdır. Örneğin
1. “Dalgıçlar
denizden pek çok atık çıkardı.” sözcesi anlamlıdır ve anlaşılabilir.
Oysa
2. “Denizin suları
alev aldığından bütün balıklar yandı.”
sözcesi gramere uygun
olsa da anlaşılamaz; çünkü, imgelenemez bir duruma ilişkindir. İmgeleyebilmek
için önceden en az bir defa gözlemlenmiş olması gerekir. Oysa “alev alan deniz”
şimdiye kadar hiç gözlemlenmemiştir .
“Denizin suları alev
aldığından bütün balıklar yandı.” sözcesi mantık dışı mıdır? Saçma mıdır?
İmkânsız mıdır? Bütün dillerde bunun tek bir adı vardır: İmkânsız. İmkânsızlık
çeşitli ifade biçimlerinde ortaya konabilir. “Mümkün değil”; “olamaz”, “hiç
görülmüş şey değil” vs. Hangi biçimde ifade edilirse edilsin temelde şu fikir
özseldir: Denizin ateş alması imkansızdır. İmkansızın iki anlamı vardır:
Sokaktaki insan açısında ve bilim adamına göre. Sokaktaki insan açısından
imkânsız böyle bir şeye kimse şimdiye kadar tanık olmadı. Bilim adamı
açısından, suyun kimyasal yapısında yanabilme imkânı yoktur.
Gündelik dili doğru kullanırsak gerçeğe
ilişkin söylemlerimizi düzeltebiliriz; olgu söylemi ortaya koyabiliriz. Sözcelerin ya da
önermelerin mantıksal analizi doğru kullanımda verilenlerden daha çoğunu
veremez. Diğer değişle dilin doğru kullanılması ne ifadeyi düzeltmeye ne de
mantıksal analize ihtiyaç duyurur. Kapalı belirsiz ifadeler anlamın ölçütlerine
uygun söylenmemiştir. Dilde her şey açıktır ve anlamı belirleyen ölçütlere
uyulduğunda anılan belirgindir.
Dilin doğal işleyişi
için kurallar dilde vardır ve yeterlidir. Yanlış çıkarım mantığın kurallarına değil; kelimenin kullanım
kurallarına uymamaktır. Dilin doğru kullanımı ile elde edilen açıklık karşı
konulmaz ve karşıtı olmayan bir açıklıktır. Bu açıklık kabul edilince başka
hiçbir açıklığın olma olasılığı sonsuza kadar yoktur. Bu açıdan dilin doğru
kullanımı matematiğin önermelerindeki kesinliğe benzer kesinliğin kaynağıdır.
Dilin doğru
kullanımıyla yapılan çıkarım olguya karşıt değildir. Dilin doğru kullanımı
onaylanabilir bildirimler verir. Oysa mantığın doğru kullanımından onaylanması
mümkün olmayan yani olguya aykırı sonuçlar çıkarılabilir.
Bunu
şu tasımla gösterebiliriz:
Her
kuş uçar.
Deve
kuşu bir kuştur.
O
halde deve kuşu da uçar.
Bu tasımın sonucu
yanlıştır. Deve kuşu tavuk gibi kuş alt türü değil de gerçekten kuş ailesinin
bireyi olduğu halde uçamaz. Bunu bize söyleyen empirik bilgilerimiz yani
gözlemlerimizdir.
Doğru kullanımın bildirdiği şey bir niyetin ya da kararın
sonucu değildir; akıl yürütme de dilin doğru kullanılmasından ibarettir. Bir
önerme hatasız mıdır? İncelemeden denetlemeden muaf mıdır? veya yeterince test
edilmiş midir? Bunları bize bildiren dilin kullanımıdır. Dilin bildirdiği şey
mantığın çıkarması gereken şeydir; ana dilimizi doğru kullanarak olguları bildirirken
yanılmayız. Bildirimdeki hata kullanıcıdan kaynaklanan anormal bir durumdur. Bu
anormal durum matematik işlemleri yaparken matematik kurallara aykırı işlem
yapan kişinin yanılmasına benzer. Empirik olgulara ilişkin yargıların doğruluğu
dildeki düzenliliklerin sonucudur. Nasıl matematik düzenlilikler kesin
sonuçlara ulaşmayı sağlıyorsa dildeki düzenlilikler de bildirimin onaylanabilirliğini
garanti eder. Dili doğru kullanıp da yanlış bir sonuca ulaşmak
imkânsızdır. Yanlış kullanımla bir olgu durumu bildirilemez; böyle bir
durumu imgeleyemeyiz; örneğin “Sobadaki ateş soğuktan donmuştu.” cümlesinin
bildirmeye çalıştığı durum imgelenemez. İmgelenemez durumlar fiktif durumlardan
farklıdır. Örneğin Orta Çağ gravürlerindeki tavuk bacaklı erkekleri ve
yılanların sardığı başlık takan kadınları düşünelim. Bunlar gravürü yapan
kişilerin imgeleyerek çizdikleri şekillerdir. Bu imgesel nesneler reel olana
karşıt olarak kurmacadır. Söz konusu resimleri görenler onların fiktif
olduklarını bilir. Oysa “Sobadaki ateş soğuktan donmuştu.” cümlesi resimden
farklı olarak bir bildirim olma iddiasındadır; fakat dilin yanlış kullanımı
olduğundan referansı olmayan sonuçta imgelenemeyen bir duruma ilişkindir.
Kısaca söylersek
mantıkçının sözde akıl yürütmelerle ulaştığı sonuca her zaman daha önce bilgi
olarak sahiptik. Mantığın hiçbir önermesi yoktur ki, onun sonucuna
önceden empirik olarak sahip olmayalım. Bu nedenle çıkarımın
doğruluğunu belirlemek için kullanımı düzeltmek yerine mantıksal olarak
denetlenmesi çelişkilidir.
Mantığın kullanımı Küçük Prens'teki iş adamının sayılarla
yıldızları eşleştirmesi gibidir. İş adamı sayıları ustaca toplamaktadır toplamın
sonucu şudur: Beş yüz bir milyon altı yüz iki bin yedi yüz otuz bir. Küçük
Prens:
Bu rakam ne?
İş adamı ister istemez sayılan şeyler söylemek zorunda kalır:
“Bazen gökyüzünde görülen küçük şeyler gibi.”
Küçük Prens:
“Sinekler gibi mi?”
“Hayır.”
“Arılar mı?
“Hayır.”
Yıldızlar mı?”
“Evet o kadar yıldız.”
Küçük Prens sayların
mantığının ne olduğunu önceden bilmektedir. Bu mantık saylarla nesneleri
eşleştirmedir. Sayılar tıpkı adlar gibidir. Nasıl adlar bilinen nesnelere
yapıştırılan etiketler ise, sayılar da tek tek ya da toplu olarak nesnelere
yapıştırılır.
Dilde içkin mantığı teknik bir terim olmaktan çok çeşitli
bağlamlarda dil oyunlarında kullanırız. Mantık her bir bağlamda farklı
anlamlara gelir. Örneğin “Mantık var, izan var”,
“Mantıksız konuşmak”, “Mantığı almamak”, “Mantıklı bulmamak/mantıklı bulmak”
“Mantıklı görünmek”, “Mantığa aykırı olmak”, “Mantıklı/mantıksız konuşmak”.
Mantıklı ve mantıksız
ifadeleri bavul kelimelerdir; bunlar bağlama göre çok farklı anlama gelir.
Bunların listesi ana hatlarıyla şöyledir.
Mantıklı |
Mantıksız |
Kesin |
Kurala
aykırı |
Ortak
duyuya uygun |
Aptalca |
Açık |
Sakat |
Tutarlı |
Saçma |
Zorunlu |
Anormal |
Çıkarsanmış |
Akıl
karşıtı |
Kaçınılmaz |
Karışık |
Makul |
Çelişkili |
Sistematik |
İpe
sapa gelmez |
Orantılı
|
Tuhaf |
Akıl
yürütme ürünü |
Aptalca
|
Sağlam |
Sahte |
Bilgece
(sage) |
Tutarsız |
Yöntemli |
Sonu
hesap edilmemiş |
Net |
Akıl
dışı |
Mümkün
|
Densiz
patavatsız |
Muhtemel
|
Gülünç |
Akla
uygun |
Tuhaf |
Doğal |
Anlaşılmaz |
Görüldüğü gibi kabaca
mantıklı/mantıksız diye nitelediğimiz olgu durumlarına ilişkin kullandığımız bu
kelimelerin her biri realitenin indirgenemez nüanslarını ifade eder. Bütün bu
nüansları dilimizi doğru kullanarak ifade edebiliriz.
Dilimiz mantıksal önermelerle değil;
cümlelerle ilgilenir, önerme ele almak istediği konuyu bloke eder yani cümlenin
ve bildirimin nesne durumuyla ilişkisini incelemeye izin vermez. Oysa cümleler
nesne durumlarına uygundur ya da onları bildirir. Gündelik dilde temelsiz bir
öge yoktur. Gündelik dili önceden kabul edilmiş bir modelle uyumlu olmaya
zorlamak doğru değildir ve onda artık keşfedilecek bir şey yokmuş gibi
davranmalıdır. Mantıkçılar hep “mantıksal sentaks”a ve “mantıksal gramer”e
referansta bulunur; bunlar sanki gündelik dilin gramerinden ve sentaksından
ayrıymış gibi yapar. Oysa mantıkçıların mantıksal sentaksı ve kullanımlarımızın
gündelik gramerini ayırmaları yanlıştır.
İnsanlar eğitimi mesleği kültürü ve dili ne olursa olsun; hangi
etkinliği yaparsa yapsın, biçimsel mantığı bilmeden ve kullanmadan, düşündüğü
şeyi en doğru biçimde ifade edebilir; yaptığı şeyi en mükemmel biçimde
yapabilir. Gündelik dilde olmayıp da mantıkla keşfettiğimiz ortaya çıkardığımız
hiçbir derin ayrım ve doğruluk yoktur. Bütün ayrımlara mantık
yapmadan önce sahiptik. Kelimelere
dair ayrımlar, metafizikçilerinki gibi soyut, mantıkçılarınki gibi biçimsel
değil, doğaldır; özellikle kelimelerin mantıksal analizlerinden üstündür;
realiteyi, mantıkçıların biçimsel ifadelerinden daha iyi anlatır.
Bir
kanıtı, onu oluşturmadan öngöremeyiz; düşündüğümüz şeyi düşünmeden belirlemek
gerekseydi, asla düşünemezdik; çünkü bu ön belirleme önceden belirlenemezdi.
Mantık dilin
durağanlaştırılması ve referanstan arındırılması hareketidir. Mantıksal
önermelerin sentaksı vardır, referansları yoktur; bu nedenle olgusal içeriğe
sahip değildir, zihnimizde hiçbir tasavvur uyandırmaz; çünkü analitiktir ve
sonuçta totolojiktir. Örneğin “insan konuşan hayvandır.” İnsan dik
durur.”; “Mikrop canlıdır.”; “Kuş uçan hayvandır.”, “Cisim yer kaplar.”;
“Balina memelidir.” gibi totolojik ifadeler bildirim değildir.
“Cümle”nin veya “dil”in düşünebildiğim
biçimsel birliği yoktur. Fakat onların aralarında az veya çok yakınlık bulunan
yapısal benzerliği vardır.
Mantık bir iletişim
ve bildirim aracı değildir. Mantıkla bir diyalogda bulunamayız; bir olguyu
bildiremeyiz ve bir şey yapılmasını sağlayamayız. Mantığın ortaya çıkışı dilin
ortaya çıkışı ile aynı koşulları taşımaz. İnsanlık referansın ve sentaksın
icadı ile dil öncesinden dil dönemine geçmiştir. Birini bir şeyden sakındırmak
uyarmak için kelimeyi bağlamda söylemek yeterlidir. İnsanların bunları
yapabilmeleri anlayabilmeleri için mantık kurallarına ihtiyaçları olmamıştır. Mantığın
Antik Yunan'da icadından binlerce yıldır bu hep böyle olmuştur ve hâlâ daha
öyledir. Bunu sadece dilde doğru düşünme ve doğru anlama ve denetleme içkindir
diye açıklayabiliriz dilin doğru öğrenilmesi ve doğru kullanılması ek norma
asla ihtiyaç duymaz.
1938'de Seyit Onbaşı
için düzenlenen cenaze töreninde konuşmacı, “Seyit Onbaşı Birinci Dünya
Savaşı'nda kahramanca savaşmıştır. Türk halkı ona minnettardır.” diyebilir
mi? Diyemez; çünkü birinci kelimesinin kullanılabilmesi için ikincisi de
olmalıdır. Oysa 1938’de İkinci Dünya Savaşı çıkmamıştı; bizim bugün birinci
dünya savaşı dediğimiz savaşın adı Büyük Savaş’tı.
Öte
yandan bu çıkarımların hiçbirinin denetlenmesi gerekmez. önermeyi denetleme kullanımın doğruluğunu onayladır.
Doğru düşünme aslında dilimizin kelimelerini anlamlı
sözcelerde yani doğru biçimde kullanılmasıdır. Mantığın yasaları denen şey
birbirimizle anlaşabilmek için kelimelerin doğru kullanılmasıdır. Her insan
kelimeleri doğru kullanarak anlaşmak kapasitesine sahiptir; anlaşmak doğru
kullanım ile oluşturulan yargılarda anlaşmaktır. Yargıların kuşkulu olma nedeni
yanlış kullanımdır. Kelimeler yanlış kullanıldıklarında “doğru” “yanlış”
“bilmek” “emin olmak” “kuşkulanmak” emin olmak gibi kelimeler de anlamsız olur.
Anlamsızlıktan dil değil dili yanlış
kullanan sorumludur. Örneğin “Ahmet anahtarını eşine verdi ve eşi de kapıyı
açtı.” cümlesini alalım. Bu cümlede kuşkusuz belirsizlik vardır belirsizlik
iyelik zamirinden kaynaklanmaktadır. Ahmet eşine kendisinin anahtarını mı yoksa
eşinin anahtarını mı vermiştir? Bu belli değildir; referans kapalıdır. Cümleyi
söyleyen referansını açık ve seçik olması ilkesini ihlal etmiştir. Eğer cümlede
şu iki tarzdan birisiyle kurulsaydı belirsizlik olmayacaktı
Ahmet kendi anahtarını eşine verdi…
veya
Ahmet
eşine eşinin anahtarını verdi….
Mantık sabitelerin
tek biçimli olduğu kabul eder. Örnek mantıkçı “ya” “ya da” sabitesini hep bir
alternatif ifadesi diye anlar. Örneğin “Doğacak çocuğun cinsiyeti ya kızdır ya
da erkektir.”; “Deniz ya dalgalıdır ya da sakindir.” Oysa gündelik dilde bu
sabiteler farklı kullanımlara sahiptir. “Ya, ya” ifadesinin alternatif olmadığı
bağlamlar vardır. Örneğin sabite “başka şansın” ya da “başka imkânın” yok
anlamında şöyle kullanılabilir ”Ya bu deveyi güdeceksin.” “ya da bu düveyi
gideceksin.”
Lengüistik fenomenler son derece karmaşıktır; mantığı
biçimsel önermelerinin analizini çok aşar. Dili mantığını sınırlı ve totolojik
ifadelerinden ibaret göremeyiz. Mantığın nesnelerini nesnelerin mantığı
saymak Skolastik bir yanılgıdır.
Gündelik dilde mantık vardır; mantık matematiğin başlıca bir
alanına ait değildir. Bu nedenle bilimde kullanılamaz. Bilim adamları mantığı
kullanmaz. Mantık ne biçimsel yüklemlerin sayısını söyler ne de doğasını
açıklar. Mantıksal olmayan vokabülerimizi iyileştirmeye yardım edemez.
Pek çok cümle “gösterge”, “kelime” ve “önerme” dediğimiz şeyi
kullanmanın pek çok çeşidi vardır. Ve bu çok çeşitlilik son ve kesin olarak
belirleyebileceğimiz bir şey değildir. Örneğin “yok” kelimesini alalım. Bu
kelime bilinen kullanımları aşan bir anlamda kullanılabilir. Satırların yazarı
bir mağazanın tabelasında “Yok, yok.”u okumuştu. Bu
kullanım “Ne ararsan var.”, “Her aradığın burada satılır.” vs. anlamlarına
gelir. Öbür yandan yeni olgular ve durumlar
ortaya çıktıkça yeni kelimeler ve cümleler kullanırız.