RASYONALİTEYE RASYONEL BİR BAKIŞ
Filozofların
kullandıkları şekliyle rasyonalite tanımı, hiç de açık değildir. Rasyonalitenin
evrensel uygulaması diyebileceğimiz bir prosedür yoktur. Bu terim, filozoflar
tarafından hep yeniden tanımlanmıştır ve belirlenmiştir; çünkü, insanın dünyaya
ve tabiata bakışı sürekli değişmekte ya da gelişmektedir. Bu değişiklikler veya
gelişmeler yeniden tanımlamayı gerekli kılmıştır. Sonuç olarak şu ya da bu
şeyin rasyonel olduğunda uzlaşamayız. Rasyonalite kelimesindeki belirsizlik,
filozofların farklı spekülasyonlarına uygun olabilir; ancak bilimsel olmak
isteyen bir disiplin tarafından yeniden ele alındığında ciddî problemler
çıkarır. Bilimsel bir terim iyi tanımlanmalıdır ve onun kesin kaplamı
olmalıdır. Tanımı sağlam ve kaplamı belirli terim sayesinde bilim adamları
topluluğu, şu ya da bu objeyi aynı şekilde kabul ederler. Bütün kimyacılar potasyumu
aynı şekilde anlarlar. İnsan ve toplum bilimcileri de şu eylemin ya da bu
inancın aklî olduğunda uzlaşılmasını isterler.
Bize öyle geliyor ki,
rasyonalite kavramındaki belirsizlikte onun çok anlamlı oluşunun etkisi vardır.
Wittgenstein bu çok anlamlığa işaret eder ve şöyle der: Rasyonalite kelimesi
çok anlamlıdır. Bu anlamlar, ikişer ikişer ortak özelliğe sahiptirler. Örneğin
A, B’ye yakın bir anlama sahipse ve B’nin, C’ye yakın bir anlamı varsa, bundan
A’nın C’ye yakın bir anlamı olduğu sonucunu çıkaramayız; çünkü A’nın ve C’nin
artık ortak hiçbir ögeleri yoktur. Rasyonalite kelimesinin her anlamına
uygun düşen bir realite vardır. Bundan dolayı rasyonalite kavramının
herkes tarafından kabul edilebilir bir tanımını bulmak imkanı ortadan kalkar.
Bu konuda, Needham’ın
inanç teriminin çok anlamlılığına ilişkin analizinden yararlanmak daha
doğrudur. Needham, inanç kavramını analiz ederek inançların farklılaşmalarına
neden olan ögeleri ortadan kaldırır ve bu kavramın anlamını sadece “inanmak”
fiilinden hareketle ortaya koyar. Needham bir ölçü belirlemez. O, sadece inanmak
fiilini analiz eder ve sonunda şu karara varır: Bir inancın kanıtlanması yalnız
bu inancın kabul edilmesinden ibarettir; (inanıyorum ki, ...) bu kanıtın
biçimidir. Rasyonellik kavramını anlamak için bu yöntemi uygulayabiliriz. Buna
göre rasyonaliteyi tanımlardan değil de, dilimizdeki kullanımdan hareketle
anlamak daha doğru bir tutumdur. Çünkü dilimize güvenmeliyiz; insan ve toplum
bilimlerindeki rasyonaliteyi kelimenin sosyal kullanımına bakarak kavramalıyız.
Bilindiği gündelik dilde
rasyonalite, mantıksal olan şeyin niteliğidir; akla bağlı ve akla ait şeyin
özelliğidir. Rasyonalite örtük biçimde şunu ifade eder: Her tecrübe, bilimsel
prosedürlere göre düzenlenmelidir. Bu şekilde düzenlenmeyen tecrübelere gerçeklik
gözüyle bakılamaz. Epistemolojinin son amacı, realitenin üstünlüğünü
vurgulamaktır ya da rasyonel bilginin anlamını ve kapsamını
belirginleştirmektir. Şunu kabul etmek zorundayız ki, insan ve toplum
bilimlerinde rasyonalite, epistemolojik rasyonalite ışığında ele alınmalıdır.
Bu nedenle önce epistemolojik rasyonalite hakkında kısa açıklamalar yapalım.
Epistemoloji, gücünü
bilim tarihiyle kurduğu, sabit ve yakın bir ilişkiden alır. O, rasyonel
düşüncenin tek parçalı olduğunu kolayca savunamaz. Birtakım felsefeler şunu
iddia ederler: İnsanların farklı arzularından ve bu arzulara eşlik eden
fantazmalardan saçma şeyler doğar. Bu iddiaya göre rasyonalite söz konusu saçma
şeylerden pek de farklı değildir. Epistemolojiden, saçma şeylere benzeyen
rasyonalite’yi kabul etmesi beklenemez. Epistemolojik açıdan
rasyonalite kavramı, en somut ifadesini bilimde bulur. Rasyonalitenin sınırları
kesin olarak çizilmemiştir. Bu sınırlar geçicidir. Ancak her geçen gün
sınırların daha netleştiğini görmekteyiz. Her ne olursa olsun, bu sınırları
çizmek epistemologların işidir.
Rasyonalite konusundaki
tartışmalarda hareket noktası olan iki temel düşünce vardır. Bunlar:
1. Bilimsel rasyonalite,
soyut şemalar önerir. Bu şemalara modeller denir ve onlar fenomenleri temsil
edebilirler. Şemalaştırma çabası, mitolojik açıklamalardan ve sanatsal
yaratımlardan farklıdır. Kuşkusuz rasyonel açıklamanın, mitolojinin ve sanatsal
yaratımın ortak metinleri tecrübedir; bu tecrübenin konusu da nesnel
fenomenlerdir. Ancak mitoloji ve sanat, bu fenomenleri yaşanan diğer ögeler
aracılığıyla başka bir bağlama, metaforik bir bağlama yerleştirir. Çünkü
onların amaçları dünyanın bilimsel bir açıklamasını yapmak değildir;
fenomenleri, insanları etkilemek amacıyla kullanmaktır. Oysa epistemolog için
önemli olan, anlamlı şu iki şeyi yapmaktır:
a) Gerçek bilimsel
bilginin, zorunlu olarak Leibnizci anlamda sembolik olduğuna dikkat çekmek.
b) Duyumlama düzenindeki
konstrüksiyonların kanıtlayıcı bilgi sayılmalarına engel olmak.
Epistemolog açısından bir
model oluşturma ve bir yaşantıyı doğrudan üretme, bilerek karıştırılmaktadır.
O, böyle bir karıştırmanın önüne geçmeye çalışır.
Fakat modellerin soyut
olmaları, bizi hiç de köklü bir tekbiçimliliğe götürmez. Bilimin farklı
alanlarının karşılaştırmalı incelemesi, pek çok modelin olduğunu gösterir.
Bilimsel bilginin rasyonelliği, bu çokluğu açıkça kabul etmeyi gerektirir.
2. Soyut modellere göre
tanımlanan şematik evrende bilim, mantıksal-matematiksel bağlantıların
kurulmasıyla gerçekleşir. Görüldüğü gibi rasyonel şemada, daha doğrusu
karikatürde, ılımlı bir rasyonalizme yer yoktur.
Bir rasyonellik sorununun
nasıl doğduğunu anlamak için, bu kavramın karmaşıklığına, hatta belirsizliğine
dikkat etmek yeterlidir. Sözlüklerin bu kavramı tanımlamalarında belli bir
belirsizlik vardır. Rasyonellik akla bağlanmış olan şeydir; oysa rasyonellikle
ilişkili olan ratio, doğrulama, saik, ortak duyu, öncüllerden sonuçlara
ulaşmamızı sağlayan entelektüel yeti gibi çeşitli anlamlara gelir. Aklî ve akla
uygun bazen karıştırılır, bazen de ayrılır.
Bilimsel rasyonalitede
mantıksal düşünce ve strateji kesinlikle birbirinden ayrıdır. Şimdi bu konuyu
kısaca açıklayalım. Bilimsel rasyonalite, klasik teoriciler tarafından
belirlenen kurallara göre düşünmedir. Matematikteki gelişmeler, tümüyle
mantıksal düşünceden çıkmasalar da, onu sürdürürler. Bu şekilde takınılan
tavırlar, geçmişteki ve şimdiki bilimden ayrılamaz. Yine de bu tutumlar, sanki
bilimin yalnız taktiğini temsil ederler. Bilimsel düşüncenin strateji yanına
gelince; bu hususta şunları söyleyebiliriz: Stratejide, seçimler ve
organizasyonlar gerçekleşir. Seçimler ve organizasyonlar, herhangi bir
mantıksal taktiği belirlemede yetersizdirler. Fakat onlar, yine de bilginin
bütünüyle ilişkilidirler; birtakım yönelimler ve ilkeler aracılığıyla
düzenlenmişlerdir. Bu sonuncular, bilginin egemenliğini ifade ederler. Bilimin
rasyonalitesi, bu anlamda iyi tanımlanmış evrensel bir yöntem değildir.
Bilimsel keşif yapma davranışının, önceden düzenlenmiş kurallara hiç de itaat
etmemesi, bu alanda her şeyin mümkün olduğu ya da her şeyin eşit olduğu
anlamına gelmez. Astrologun ve el falcısının denetlenemeyen; daha doğrusu
açıkça denetlenemeyen kehanetleri, bireyler veya toplumlar tarafından ilgiyle
karşılanabilir. Fakat onlar astronomun ya da fizyolojistin öngörüsüyle hiçbir
zaman aynı mahiyette değillerdir. Onları aynı plana yerleştirmek yanlıştır.
Mantıkçılar, bilimsel
rasyonalitenin taktik, deyim yerindeyse lokal görünüşünü, mükemmel biçimde
tanımlayabilmeyi umabilirler. Stratejik, yani global rasyonaliteye gelince;
onun tüm özelliklerini belirlemek tutkusundan vazgeçmelidir. Yine de
epistemologun görevi, bu rasyonalitenin çeşitli görünümlerini ve farklı
objelere somut uyumlarını mümkün olduğunda ortaya çıkarmaktır. Eğer
epistemoloji kelimesini en geniş anlamda tanımlamak gerekirse diyebiliriz ki,
o, bilimdeki rasyonalitenin anlamını ve sınırlarını, bugün ve şimdi belirlemek
için yapılan her denemenin adıdır.
Raymond Boudon
rasyonaliteden şunu anlamaktadır: Belli bir alanı, varolan bilgilerden
hareketle tanımaya çalışırken girişilen eylemler arasındaki tutarlılık.
Rasyonalite Fransız
sosyolog Morin’e göre hataya ve yanılsamaya karşı en iyi korunma yoludur. O,
iki tür rasyonalite kabul eder:
1. Konstrüktif
rasyonalite: Bu rasyonalite, teorik organizasyonun mantıksal özelliğini
doğrulayarak tutarlı teoriler hazırlar; teoriyi hazırlayan fikirleri uyuşturur;
teorinin iddialarıyla, empirik veriler arasındaki uyuşmazlığı giderir. Böyle
bir rasyonalite, kendisine itiraz eden şeye açık olmalıdır. Aksi halde bir
doktrine dönüşür ve sonunda rasyonelleştirmeden ibaret olur.
2. Eleştirel rasyonalite:
Bu, inançlardan, doktrinlerden ve teorilerden doğan hataların ve yanılsamaların
giderilmesini sağlar.
Rasyonalite, söylediğimiz
gibi, rasyonalizasyon (sübjektif akla uydurma) olduğunda hata ve yanılsama
ihtimalini içinde taşır. Rasyonalizasyon kendisinin rasyonel olduğuna inanır;
çünkü tümdengelime ya da tümevarıma dayalı, mükemmel bir mantık oluşturduğu
inancındadır. Oysa rasyonalizasyonun temelleri gerçekten çürüktür ve
geçersizdir. O, kendine karşı ileri sürülen kanıtların itirazlarına kapalıdır
ve empirik doğrulamalardan yoksundur. Kısaca söylemek gerekirse,
rasyonalizasyon kapalıdır, rasyonalite açıktır. Rasyonalizasyon, rasyonaliteyle
aynı kaynaklardan yararlanır; fakat hataların ve yanılsamaların en güçlü
kaynaklarından biri olur. Örneğin dünyayı açıklamak için mekanist ve
determinist bir modele başvuran bir doktrin, rasyonel değil; fakat
rasyonelleştiricidir. Özü gereği açık hakiki rasyonalite, kendisine direnen
realiteyle diyalog halindedir. O, mantıksal çıkarımlar ve empirik kanıtlar
arasında sürekli gider gelir. Hakiki rasyonalie bir fikirler sisteminin
özelliği değildir; fikirlere ilişkin kanıtlanmış bir tartışmanın ürünüdür.
Varlıkları, sübjektifliği,
duyusallığı, hayattı yok sayan bir rasyonalite, gerçekte irrasyoneldir.
Rasyonalite duygunun,
sevginin, pişmanlığın payını kabul etmelidir. Hakiki rasyonalite mantığın,
determinizmin ve mekanizmin sınırlarını bilir; insan aklının her şeyi
bilemeyeceğini ve realitenin mister içerdiğini kabul eder. Rasyonaliteyi
yetersizliklerini tanıma kapasitesine dayanarak biliriz.
Rasyonalite ve Batı
Rasyonalite bazı bilim
adamlarının ve teknisyenlerin sahip ve diğerlerinin yoksun oldukları bir
nitelik değildir. Kendi uzmanlık alanlarında rasyonel olan bilginler,
politikada ve özel hayatlarında irrasyonel olabilirler. Rasyonalite Batı
uygarlığının teklinde bulunan bir nitelik de değildir. Batı Avrupa uzun süre
kendini rasyonalitenin sahibi gibi gördü. Başka kültürlerdeki insanların
yanılsamalar içinde olduklarını varsaydı; her kültürü teknolojik performansları
ölçüsüne göre değerlendirdi. Oysa bilmek zorundayız ki, arkaik toplumlar dâhil,
her toplumda sadece mit, büyü, din yoktur; bunların yanında özel rasyonalite biçimleri
vardır. Bu rasyonaliteyle onlar, araçlar yaparlar, av stratejileri belirlerler;
bitkileri, hayvanları ve içinde yaşadıkları coğrafyayı tanırlar.
Bugün insan ve toplum
bilimleriyle tabiat bilimlerinin arasındaki diyalogun kurulamaması, bir rasyonalite
krizine yol açmıştır. Bu rasyonalite krizinin kökleri, Aydınlanma’nı bazı
felsefî doktrinlerinde yatmaktadır. Bu nedenle her iki bilim alanındaki böyle
bir diyalogu başlatmak için Aydınlanma’ya başvurmak doğru değildir.
Günümüzde evrensel ve dış bir rasyonaliteden değil; özel, parçalanmış ve bir iç
rasyonaliteden söz edebiliriz. Bu rasyonalitenin garantisi, etkiliğidir; sadece
insanın kendisine bağlı olmasıdır. Bu özel rasyonalitenin itaat edeceği bütün,
genel bir norm yoktur. Yeni rasyonalite analitiktir; problemleri ögelerine
ayırarak inceler; onlara anlam veren daha büyük bütünlerin peşinde koşmaz.
Modernite, bir dünya
görüşü ortaya koydu. Bu dünya görüşü, bilimsel aktivitenin çerçevesi oldu.
Bilim adamları modernitenin dünya görüşüne ilgisiz kaldılar ve de
kalmalıydılar. Çünkü onlar, deneyci olmak, “evrensel hakikatler”i keşfetmek
zorundaydılar. Onların görevi, karmaşık realiteleri analiz etmekti; onlardan
basit ve temel kurallar çıkarmaktı. Fakat her şeye rağmen bilim adamlarının,
ereksel nedenleri değil; etker nedenleri araştırmaları gerekiyordu. Ayrıca bütün
bu nitelikler ve bu ödevler bir bütün oluşturmalıydı.
Bilim adamı, yapması
gerekeni doğru biçimde tasvir ettiği iddiasında bulunabilir. O zaman bilginin
uyması gereken bu ethos, efsanevî bir değer halini alır. Bilim,
deneysel bilim, Newtoncı mekanik aktivitenin modeli olmuştur. Bu modele insan
ve toplum bilimcileri de başvuracaklardır ve onu ana hatlarıyla kopya etmeye
çalışacaklardır. Modern dünya bilim adamının bu ethos’unu rasyonalitenin bir
imgesi gibi kabul etmiştir ve aydınlar sınıf bu modeli sürekli öne
çıkarmışlardır.
Rasyonalite
Görecelilik midir?
Rasyonalizmin uzun bir
geleneği vardır; bu gelenek de idealist felsefedir. Söz konusu felsefî gelenek,
bağlam tarafından belirlenen rasyonalizmlerden değil; her zaman var olan
Evrensel Akıl’dan söz eder. Rasyonalizmde hümanist bir yan bulunur. O, insanı
genelleştirir ve İnsan olarak ele alır. Bu İnsan’ı farklı tezahürleri içinde
ele almayı felsefî antropolojinin hakkı sayar. Rasyonalizm, bilime aşırı saygı
gösterir (bazen rasyonalizm ve bilimsellik eş anlamlı olarak kullanılır);
ayrıca rasyonalizm, objektifliği her şeyin üstünde tutar. Bağlamla sınırlı
(kültürel, bilimsel veya teknik) bir rasyonalite her zaman genel bir
rasyonalitenin aşağısındadır. Bu düşünce rasyonalizmin bir başka çekici
özelliğidir. Rasyonalizmin araştırma çerçevesini daha iyi çizdiği ve
araştırmaya haklılık kazandırdığı düşüncesi yaygındır. Bu düşünce, rasyonalizmin
bir başka çekici özelliğidir.
Batı, XVIII. yüzyıldan
itibaren diğer toplumlarla kendi arasındaki farkı romantik bir açıdan ele
almaya başladı. Bu romantik bakış Batı’nın diğer toplumlara karşı tutumunu
değiştirdi. Teknolojik açıdan gelişmemiş toplumlar, özellikle XX. yüzyılda
Batı’ya bir zamanlar bulunduğu durumunu, ebediyen kaybettiği durumunu
hatırlattı; bir göreceliliğin ortaya çıkışına yol açtı.
Göreceliliğin çekici
gelmesi, dünyayı büyüden arındırmanın, hatta bir pesimizmin ürünüdür. Bilimin
bazı soruları cevaplamakta ve ya tinsel sorunlara çözüm bulmakta yetersizliği,
büyüden arındırmaya neden oldu.
İki dünya savaşının
ortaya çıkışını bilimsel ve teknolojik gelişmelerin önleyememesi, şunların
sorulmasını gerektirdi: Bilimsel gelişmelerin insanî bir temeli var mıdır?
Batılı hayat tarzı insanları mutlu edebilir mi? Bu sorular, göreceliği daha da
derinleştirdiler. Bundan sonra artık bilimin dünyayı tek açıklama tarzı
olmadığı ileri sürülmeye başlandı; mutlak hakikatin olmadığı düşüncesi daha çok
seslendirildi; bizim açıklamalarımızın her zaman dünyanın sınırlı bir alanına
ilişkin olduğu söylendi. Sonuç olarak bütün açıklamalar değerli kabul edildi.
Rölativizmin tehlikesi,
ahlakî nihilizme götürmesiydi. Çünkü değer yargılarının yokluğu, insan
davranışlarını kontrol etmeyi ortadan kaldırır; ahlaki kaosa neden olur;
sonunda her tür değerin yok olması tehlikesini doğurur. Değerlerden çok kuşku
duymak, onları yok etmektir; az kuşku duymak, dogmatizme ve değişmezciliğe
(immobilisme) saplanmaktır. Gelenek kelimesinin hem olumsuz, hem de olumlu
yansımaları vardır. Görecelilik sayılmak, kültürlere saygı göstermeme nedeni
kabul edilmek; bir etnosantrizm (ırk merkezlilik) biçimini almak; rasyonalizm
için bu üç durumdan biri mümkündür. Bu durum oldukça ilginçtir. Görecelilik bir
taraftan, farklı ve başka halkların haklarına saygı göstererek ve kültürler
arası karşılaştırmayı yasakladı; böylece başka toplumlara bir ilgisizlik biçimi
oldu ve halklar arasında iletişimsizlik görünümü kazandı. Rasyonalistler,
bilimde ve Batı Akılı’nda aynı Akıl tipini görürler; Batı’nın üstünlüğünü
savunurlar. Çünkü onlara göre bilimsel rasyonaliteye en çok saygıyı Batı
göstermiştir ve akıldan en çok yine Batı yararlanmıştır. Rasyonalistlerin bu
düşüncesi, etnosantrizmden başka bir şey değildir.
İnsan ve toplum
bilimlerinin teorilerinde dışsal ögelerin göz ardı edilemez etkileri vardır. Bu
etkiler, gittikçe önem kazanmaktadır. Bu dışsal etkiler şunlardır: Söylenmeden
teoriye sokulan düşünceler, ahlakî ve politik nitelikteki kaygıların sonuçları
vs.
Rasyonalite kavramında
çeşitli düzeylerde görünen ve zorunlu olarak değer yükleyen bir nitelik vardır.
Bunları iki madde halinde özetleyebiliriz:
1. Rasyonel bir eylem,
kurallar ve idealler bütününe itaat eder. Bu kuralların ve ideallerin temelleri
hem objektiftir, hem de mutlaktır. O nedenle rasyonel eylemlerde kesin, olduğu
kadar mutlak bir ahlakî özellik vardır.
2. Biliyoruz ki, bazı
açıklamalar bağlamla sıkı sıkıya ilişkilidir, yani görecelidir; bazıları ise
evrensel olmayı ister, o nedenle bağlamdan ayrıdır. Evrensel bir rasyonalite
bize anlatmaktadır ki, göreceli açıklamalar, bağlamla ilgisiz açıklamalardan aşağıdır.
Bir eylemin rasyonel
olduğu veya olmadığını söylemek, nötr söylem değildir. Rasyonaliteyi kabul
etmek, hakikate ilişkin bilimsel bir yargı olmanın yanında, tehlikeli ve tartışmalı
bir alan olan “doğru”ya ilişkindir.
İnsan davranışı zorunlu olarak
rasyoneldir. “Rasyonel eylem” terimi, sözü gereksiz yere uzatmaktır ve bundan
kaçınmalıdır. Rasyonel ve irrasyonel terimlerini bir eylemin son amaçlarına uygulamak
pek de uygun değildir ve böyle bir uygulama anlamdan yoksundur. Eylemin son
amacı, her zaman davranışta bulunan insanın isteğini karşılamaktır. Başkasının
amaçlarını ve isteklerini yargılayamayız. Çünkü davranışta bulunan insanların
yargılarının yerine kendimizinkileri koyma hakkımız yoktur. Hiçbir insan,
herhangi bir şeyin başkasını daha mutlu ve daha çok tatmin ettiğini söyleyemez.