6 Ağustos 2022 Cumartesi

SEARLE'DE DÜZENLEYİCİ VE KURUM OLUŞTURUCU KURALLAR

 

KURALLAR

Searle’ün söz edimleri İkinci Wittgenstein felsefesi gibi  kurallara dayalıdır. Searle bunu şöyle ifade eder: “Bir dili konuşmak söz edimlerini kurallara uygun biçimde gerçekleştirmekten ibarettir.[1]  O kuralları bir sistem gibi düşünür; kurallar konusunda hem Wittgenstein’dan esinlenir hem de ondan ayrılır. İlk bakışta her iki filozof arasında ortak noktalar  var gibidir. Wittgenstein’da olduğu gibi Searle’de kuralın konusu temel problemdir. Öbür yandan her iki filozofta da kurallar eylemleri düzenler.

Biz bu satırlarda Searle’de söz edimlerini düzenleyen kuralları ele almak istiyoruz.

Kaynak Metin (La théorie des actes de langage et l'héritage de Wittgenstein)

 

Searle dildeki kuralların özgünlüklerini açıklarken şu üç problematiği ortaya koyar:

1. Diller uylaşımsal mıdır?

2. Edimsöz edimlerinin kuralları var mıdır?

3. Dilin kuralı var mıdır?

İlk sorunun cevabı açıktır ve kesindir; bütün diller uylaşımsaldır; ancak ikinci soruya cevap bu kadar kolay verilemez. Kuşkusuz söz vermek ve rica etmek gibi bazı söz edimleri için uylaşım var ise de bu bütün söz edimleri için genelleştirilemez. Kimi söz edimleri için uylaşım yoktur. Bunların yerine getirilmesi konuşanın niyetini bilmeyi  gerektirir. Bu, durum, söz edimlerinin oyunlarla benzerliğinin sınırlı ve oldukça zayıf bir benzerlik olduğunu gösterir. Üçüncü soruya gelince; bir dili konuşup bir söz ediminde bulunmak kuralları olan satranç oynamaya benzer. İnsanlar farklı diller konuşsalar da aynı kuralları kullanırlar ve bu kurallardan dolayı diller birbirine çevrilebilir.  Daha doğrusu çeviriyi mümkün kılan şey, aynı kuralın farklı uylaşımsal yollarla uygulanmasıdır. Vaat sözcesi Fransızcada “je promets” İngilizcede “I promise” diyerek ve uylaşımsal tarzda gerçekleştirilir. Fakat söz vermenin belli durumlarda gerçekleştirilmesi için özel koşulların varlığı da bir gerçektir.

Searle’ün eserlerinde Wittgenstein’ın en açık etkisi kuralların kullanılmasındadır. Searle’ün şu cümlesinde bu etkiyi hemen fark edebiliriz:

Bir dili konuşmak, söz edimlerini kurallara uygun olarak gerçekleştirmektir.[2]

Searle Söz Edimleri’nin asıl konusunun kuralları açıklamak olduğunu söyler.[3] 

Biliyoruz ki, söz edimleri farklı dilsel davranışları eylemler temelinde ele alır; yani ifadelerin kategorilerini onları yöneten  pratik kurallarla ilişkisine göre tanımlar. Bu açıdan Searle demektedir ki,

Bu kitabın metodolojisi naiv bir basitlik olacaktır. Ben bu dilin ögelerini bazı kullanma biçimlerini belirlemek ve kesin olarak açıklamak istiyorum. Dayandığın hipotez şudur: Lengüistik ögeleri kullanmamı bazı kurallar yönetir. Ben önce lengüistik betimler önereceğim ardından örtük kuralları formüle eden bu nitelemelerin uygulandıkları verileri açıklayacağım.[4]

Bugün kural kavramı sadece dil felsefesinde değil; sosyal bilimler felsefesinde de önemlidir. Kuralların rolü konusundaki ilk açıklamalara 1788 yılında Sieyès’de rastlıyoruz. Sieyès Qu’est-ce que le Tiers-État? (Üçüncü Toplumsal Tabaka Nedir?)* adlı kitabının beşinci kısmında bunu  ele almıştı. Yazar burada devlette fiilen uygulanan yasaları ve temel yasaları birbirinden ayırıyordu. [5] Ona göre temel yasalar uygulanan yasalardan daha güçlüdür. Bu nedenle iktidar sahipleri bu yasaları kolay kolay değiştiremez. Temel yasalar, oluşturucu yasalardır.

Sieyès’in bu görüşü çağdaş filozoflara ve hukukçulara ilham kaynağı olmuştur.  Oluşturucu kurallar:

Düzenleyici kurallardan ayrıdır. Düzenleyici yasalar yalnız davranışları etkiler. Oluşturucu kural fikri kuralları betimler hem de oluşturucu olmayan kurallardan ayırır.  Oluşturucu bir kural, davranışların gerçekleştirilmesi ve kurumların işlevselliği için zorunludur. Oluşturucu bir kuralın ortadan kaldırılması mantıksal olarak imkansızdır.

Searle de Sieyès’den beri yapılan bu ayrıma bağlı kalır; kuralları ikiye ayrır: 1. Düzenleyici kurallar; 2. Oluşturucu kurallar. Ona göre başta Giddens olmak üzere çeşitli sosyal teorisyenlerin, bu ayrıma karşı çıkmaları doğru değildir. Bu ayrım gerçekte doğrudur.[6]

Searle bu oluşturucu kurallar ve düzenleyici kurallar ayrımını 1960’lı yılların sonunda söz edimleri çerçevesinde ortaya attı. Bu ayrım aynı zamanda toplumsal olarak kabul edilmiş oluşturucu kurallar gibi olan kurumsal olguları nitelemeye izin verir. Faillere isteklerinden bağımsız davranış sebepleri sağlar. Bu oluşturucu kurallar davranışlarımız üzerinde nasıl etkin olur? Fırıncı bana paramın üstünü verdiğinde her ikimizin üzerinde uylaştığı alışverişi düzenleyen para kurallarını düşünmem. Birey oluşturucu kurallara  uygun davrandığında bu kuralları bilinçli ya da bilinçsiz biçimde izlemeye çalışmaz.

Düzenleyici kurallar ve oluşturucu kurallar ayrımı Searle’ün dil felsefesinin ayırt edici özelliğidir. Onun düşüncesi şöyledir: Bir dili konuşmak önce bildirimde bulunmak, emirler vermek, sorular sormak, vaatlerde bulunmak gibi pek çok söz edimini gerçekleştirmektir. İkinci olarak referansta bulunmak, bir yüklemde bulunmak.

Searle’de kurallar  şu iki nedenle önemlidir:

A. Lengüistik bir realite olarak dilin anlaşılması için;

B. Bir kurum olan dilin işlevinin anlaşılması için. Bu nedenle Searle kural kavramını daha ilk eseri olan Söz Edimleri’den itibaren sürekli yenileyerek ortaya koymuştur.

Kurallar aşağıda göreceğimiz gibi konuşmayı ve eylemeyi mümkün kılsa da uygulanmadıklarında hukuki cezayı gerektirmez. Örneğin futbolu sekizer kişiyle oynamanın veya satrançta şah-mat kuralını ihlal etmenin hukuki bir müeyyidesi yoktur. Kurallar zaman zaman farkında olmadan yerine getirilebilir. Bu nedenle kuralı yerine getirirken kuralı bilme zorunluluğu yoktur. Bu durum istisnadır ve genelleştirilemez. Kurallar düzenli davranmışlardır ve ihlalleri hata ya da kusur diye nitelenir.  Kurallar geçmişteki eylemlerle ilgili olmaktan çok belli bir andaki yeni eylemlerle ilgilidir. 

Dilin belirleyici bir realitesi olsalar da kurallar kolayca açıklanamaz. Bu giriş bilgilerinden sonra Searle’ün kural sınıflamasını görelim ve önce düzenleyici kuralların özelliklerini görelim.

 

DÜZENLEYİCİ KURALLAR

 

Düzenleyici kurallar oluşturucu kurallardan öncedir ya da bağımsızdır.  Bunlar davranış biçimlerini düzenler. Örneğin görgü kuralları düzenleyici kurallardır. [7]  Düzenleyici kuralların düzenledikleri etkinlik önceden vardır; bu etkinlikler etkinlik olmalarını  kurallara borçlu değildir. Düzenleyici kurallar, emir ifade ederler. Örneğin  “Meyveyi, bıçağı sağ elinize alarak kesin”; “Memurlar kokteylde kravatlı olmalıdır.” gibi.

Davranışın nasıl yapılacağını önceden ve davranışı yapandan bağımsız olarak belirleyen kurallardır. Örneğin nezaket kuralların bireylerarası ilişkileri yönetir ve onlar önceden yani uygulamalarından bağımsız olarak vardır.

Düzenleyici kurallara davranışlara ilişkin değer yargısının temeli  olabilir. Bu kurallar sayesinde insan eylemlerine ilişkin değerlendirme yapabiliriz; “kaba” ve “hoyrat” insanı “nazik” ve “saygılı insan”dan ayırabiliriz.

Düzenleyici kuralların formülasyonu şudur:  “X’i yap!” ya da Y ise X’i yap!” biçimindedir. Düzenleyici kural eylemin betimi için gerekli değildir. Düzenleyici kural olmadan da bir eylem betimlenebilir.  Bir toplumda yakını vefat eden kişiye taziye ziyareti şeklinde bir görenek olsun. Bu göreneğe referansta bulunmadan da şöyle diyebiliriz: “X, Y’ye taziyeye gitti.”

Düzenleyici kuralların özellikleri kısaca böyledir. Oluşturucu kurallara gelince; onlarla ilgili şunları söyleyebiliriz.

 

OLUŞTURUCU KURALLAR

Bu satırlarda önce oluşturucu kuralların genel özelliklerinden söz edeceğiz, ardından da kurumlar oluşturma özelliklerini açıklayacağız.

Oluşturucu kurallar davranış biçimlerini yalnız düzenlemekle kalmaz yeni davranış biçimleri de yaratır ya da tanımlar; var olabilme ihtimallerini yaratır. Satranç kuralları ve futbol kuralları oluşturucu kurallardır. Bunlar  önceden var olan bir eylemi düzenlemez; bu oyunların  olasılığını yaratır.  Böylece bir oyunun kuralları bölümlerinin ortaya çıkışlarını düzenlemekle sınırlanamazlar; ve “oyunu oynama imkanını da yaratırlar.”[8]

 

Oluşturucu kuralların iki biçimi vardır:

1. Tıpkı düzenleyici kurallar gibi X’i yap!” ya da “Y ise X’i yap!” biçimindedir.

2.  “B bağlamında X, Y sayılır.”[9] 

Örneğin, Satrançta şahı kıpırdayamaması mat ya da futbolda topun kale çizgisini nizami olarak geçmesi gol demektir. Futbol ya da satranç oynama etkinliklerinin oluşmasını sağlayan şey, bu etkinliklerin gerektirdiği kurallara (en azından bu kuralların büyük bir altkümesine) uygun davranışlarda bulunmaktır.1

Oluşturucu kurallar eylemin betimi için gereklidir. Bu kurallar olmadan eylem betimlenemez. Eğer futbol kuralları olmasaydı “X futbol oynadı.” denemezdi. Onun yaptığı eylemin “futbol oynamak” diye betimlenebilmesi için önceden futbol kuralları olmalıdır.

Searle şuna dikkat çeker: “B bağlamında X Y sayılır.” biçimi oluşturucu kurallarla düzenleyici kuralların ayrımının ölçütü değildir. Bir düzenleyici kural da oluşturucu kural biçimine dönüştürülebilir. Örneğin “Resmi yemeklerde kravat takmamak yanlış bir davranış sayılır.” ifadesi böyledir.

     Oluşturucu kurallar, bir dili konuşmanın parçasıdır. Örneğin söz vermek ancak dilin oluşturucu kurallarıyla yapılabilir; oysa balık tutmak için  bu kurallara gerek yoktur. Oluşturucu kurallar uylaşımı yaratır. Söz vermenin koşulları eğer uylaşımsal olmasaydı, biz sözcelemenin söz verme olduğunu bilemezdik.

Oluşturucu kuralları kabul etmekle bu kuralların uygulandıkları tüm durumları da kabul ederiz. Örneğin şah-mat’la, parayla, evlilikle ilgili kuralları her defasında ayrı ayrı değil tek bir defada kabul ederiz.

Oluşturucu kuralların genel özellikleri bunlardır. Şimdi bu kuralların kurumsal olguların yaratılmasındaki rolüne değinelim

KURUMSAL OLGULAR

 

 

 

Searle “oluşturucu kural kavramı”nı son dönem düşüncesinde daha da geliştirir; sadece eylemlerin açıklanmasında değil; toplumsal kurumların açıklanmasında da bu kuraldan yararlanır. Filozof dilimize Sosyal Gerçekliğin İnşası  adıyla çevrilen kitabında oluşturucu kuralların kurumlar oluşturmasını ayrıntısıyla ele alır.  

Kurumsal oluşturucular diyebileceğimiz bu kuralları açıklarken filozof şunları sorar: Kurallar tarafından düzenlenen bütün toplumsal olgular, kurumsal olgular mıdır? Örneğin, savaşların ve kokteyl partilerinin kurucu kuralları var mıdır? Bir şeyi, herhangi bir şekilde oluşturucu kural' yapan nedir?

Cevabı şudur: Bütün toplumsal olgular, kurumsal olgulardır. Her sosyal kurumu düzenleyen kurallar vardır. Oluşturucu kurallar kurumsal olguları yaratır. Örneğin Clinton’ın başkan olması ancak oluşturucu kurallar sayesinde mümkündür. Oluşturucu kurallarındeğişmez bir ifadesi vardır. Bu da “X, C’de Y sayılır.” şeklinde yazılır.  Bunu para örneğiyle açıklarsak, diyebiliriz ki, para bir sosyal kurumdur ve bir nesne sadece belli koşullar taşıdığında para olur. oluşturucu kurallara göre para değeri kazanır. Para,

1 Basım ve Gravür Bürosu tarafından basılan kağıt paralar

(X), Birleşik Devletler'de (C) para olarak değerlendirilir

(itibar) görür (Y) .

ve

2. Para, bütün kötülüklerin kaynağıdır.

ifadeleri,

3. Birleşik Devletler'de, Basım ve Gravür Bürosu tarafından

basılan kağıt paralar bütün kötülüklerin anasıdır,   anlamına gelmez.

Oluşturucu kuralların kazandırdıkları sosyal kurumları anlayabilmek için önce Searle’ün olgu  ya ilişkin düşüncelerini ortaya koymalıdır.

Searle’e göre insanların yaşadığı dünyada bir olgular hiyerarşisi vardır.  Bu hiyerarşi doğal nesneler,  kültürel yani kurumsal olgular ve zihinsel olgular hiyerarşisidir.  Filozofun zihinsel olgulara ilişkin görüşlerini üçüncü bölümde zihin felsefesi başlığı altında ele alacağız. O yüzden  burada onun sadece doğal ve kültürel varlık alanına dair görüşlerini açıklayacağız.

Searle doğa ve kültür ayrımın yerine dünyada varlıkları özelliklerine göre şöyle ayırır: Kaba olgular ve kurumsal olgular. Kaba olgular dünyada var olan doğal, yeni bir anlam  ve fonksiyon yüklenmemiş nesnelerdir. Kaba olgular var olmalarını bize borçlu değildir. Biz onların varlıklarını kabul etsek de etmesek de onlar zaten dünyadır; dünyada hazırdır. Kurumsal olgular uylaşımla kendilerine  yeni bir fonksiyon yüklenmiş olgulardır. Örneğin para, futbol maçı, satranç oyunu kurumsal olgulardır. Kurumsal olgular dünyada kendi başlarına bulunmaz; insanın anlam ve fonksiyon yüklemesinin  sonuçları olduklarından varlıklarını insana borçludur.

Kurumsal olgular ne kadar normatif olursa olsun, modern mantık kuralları gibi soyut formüllerden ibaret düzenlemeler değildir. Onlar oluşturucu kurallar yardımıyla ve doğal dünyadaki nesneler ve durumlar yardımıyla gerçekleştirilir.  Kurumsal olguları anlamak için önce Searle’ün kaba dediği doğal olgulara ilişkin düşüncelerini görelim.

KABA OLGULAR

 

Kaba olgular dünyadaki nesneler ve toplumdaki insanlardır. Bunların özellikleri sembolleştirmeye izin vermeleridir. Sembolleştirme insanın temel yatkınlıklarından biridir. Kişiler bazı nesneleri ve kişileri dilin oluşturucu kuralları yardımıyla sembolleştirebilir. Örneğin belli özellikteki kağıdı para; belli koşulları taşıyan kişiyi başkan  diye kabul eder. “Paralık” ve “başkanlık” doğal nesneler yani kaba olgular olmadan mümkün değildir. 

Kaba olgular olmadan hiçbir kurumsal olgu yok gibidir. Örneğin,  bir şeye para diyebilmemiz için onun  şu ya da fiziksel şekli olan metal veya kağıt bir nesnesi olmalıdır. Satranç oyunun oynanması için satranç tahtası ve taşları; seçimler için oy pusulası, üniversitelerin binaları olmalıdır. [10]

Kaba olguların yani doğal  nesnelerin varlığı ve özellikleri gözlemcilerin inançlarından ve kurumsal olgulara inançlardan bağımsızdır.  Everest’in  yüksek bir dağ olduğu inanalım ya da inanmayalım bir olgudur. Searle açısından her konuda  bize bağlı olan/olmayan ayrımını yapmak kolay değildir. Örneğin Everest Dağı kişinin algısından bağımsızdır; ama  “Bu resim güzeldir")  yargısı veya acı duyumu özneden kolayca ayrılamaz.

Öte yandan kaba olguları anlatmak için dil gereklidir. Fakat kaba olgular aynı zamanda dilden tümüyle bağımsızdır.[11] Bu, sözcenin ifade ettiği şeyden ayrı olmasına bir engel değildir.

Burada şöyle sorabiliriz: Hangi kaba olgular kurumsal olguların taşıyıcısıdır? Bunu kim nasıl belirler? Her kaba olgu ya da doğal nesne kurumsal olgu oluşturmaya yarayabilir. Şu veya bu nesnenin kurumsal olguya dönüşmesine bir engel yoktur. Ancak kurumsal olguya temel olacak nesnenin ne olduğuna kişiler karar veremez. Kişilerin tercihiyle nesneler  sembolleştirilemez. Kurumsal olguların sembolleri olacak nesneler uylaşımla belirlenir ve insanlar sadece bu nesnelerin  şunun sembolü olduğunu kabul eder. Örneğin teorik olarak her kağıt para olabileceği halde sadece belli özellikteki kâğıtlar para olabilir. Ticari etkinliklerde, alışverişlerde ve borç ödemede dolar rolünü sadece bu özellikteki kağıdın yerine getirebileceğine inanır.  

Örneğin kaba olgular kolektif uylaşımdan dolayı doğal özelliklerini aşan statüsü kazanır. Bunu şöyle formüle edebiliriz: “X, C’de Y olarak kabul edilir.” X objesi kurumsal olgu olmadan önce bazı özelliklere sahiptir. Oluşturucu kuralın uygulanmasıyla ek olarak yeni bir özellik kazanır.  Bu kağıt parçası (X kaba olgusu) C ülkesinde ya da uluslararasında Y olarak (kurumsal olgu) kabul edilir.

Bu yapıda X, Y ve C gibi üç öge (örneğin şu özellikte kağıt, Amerika ve beş dolar olma) birbiri içine geçmiş ögelerden oluşan bir yapıdır ve  renk şekil vs. gibi doğal özelliklerinden kurtularak her zaman kolektif olarak fonksiyoneldir.  Ancak bir şeyin para olduğunu kabul etmekle paranın fiziksel özelliğini ikinci plana atmalıyız.

Kaba olguların kurumsal olgu gibi etkin olmaları uylaşımın ürünü ise de bu uylaşım insanların oy birliğiyle karar verdikleri bir şey değildir; kuralları uygularken pratik olarak sessizce gerçekleşir.

 

KURUMSAL OLGULAR

Kaba olguları anlamak için bu açıklamalar yeterlidir. Şimdi kurumsal olguların niteliklerini görelim

 Searle kurumsal olgularla ilgili görüşlerini Söz Edimleri’nde ortaya koyar; sonra Sosyal Gerçekliğin İnşası’nda geliştirir. Kurumsal olgularla ilgili temel problem şudur: Kurumsal olguların dünyanın bir parçası olduğunu gösterebilmek. Çünkü ona göre kurumsal olgular  doğal dünyada nesnelerin sembolleştirilmesiyle ortaya çıkan ve doğal dünyada var olan olgulardır. Searle bunu ileri sürmekle yetinmez; temellendirir.

İnsanla hayvan arasındaki en belirgin ve en tartışmasız bir özelliği belirtmek isteseydik Searle açısından şunu diyebilirdik: İnsan kurumlar yaratan ve yarattığı kurumlara göre yaşayan varlıktır. Oysa hayvanlar kurum yaratamaz, sadece kaba olgular dünyasında yaşar. Deyim yerindeyse kurumsal olgular dünyayı heterojenleştirir, değiştirir, zenginleştirir, sonuçta insanın dünyası haline getirir. 

İnsanın dünyasında mahkemeler kararlar verir; komünizm kurulur ve çöker  savaşlar olur, üniversitelerde ve araştırma kurumlarında bilimsel araştırmalar yapılır, şirketler ticari etkinlikte bulunur; seçimler ve referandumlar yapılır. Bütün bunlar kaba olgular dünyada  gezegen olarak ortaya çıkmış bir dünyada, fiziksel parçacıklardan ve kuvvet alanlarından ibaret; kuantum mekaniğinde dalga işlevinin çöktüğü  bir dünyada olup bitmektedir.[12]

Kurumsal olguların açıklaması oluşturucu  kurallara dayanarak yapılabilir.  Bir söz edimi performatif bir sözce olduğundan betimlenebilen bir eyleme neden olur. Örneğin “Toplantıyı bitiriyorum.” Toplantının bitmesini  ya da “Hastaneyi hizmete açıyorum.” Hastanenin sağlık hizmeti vermeye başlamasını sağlar, kurumsal bir olgu meydana getirir ve bu söz edimleriyle ortaya çıkan durumu betimlemek mümkündür.  Aynı şekilde birisine söylenen, “Sizi başkan olarak atıyorum.” İfadesi söz konusu kişiyi başkan yapar.

Söz edimlerinin oluşturucu fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri için Austin’in kategorisiyle söylersek, başarılı sözce olmalıdır. Örneğin “Sizi başkan atıyorum.” Sözünün yeni bir durum yani bir atama gerçekleştirmesi için, atayan kişinin yetkili olmalıdır. Eğer sözce başarısız yani atayan kişi yetkisiz ise, yeni bir durum ortaya çıkamaz.

Kimi söz edimleri resmi yazılı açıklama şeklindedir. Bunlar da sözle ifade edilen sözceler gibi oluşturucu kurallardır. Örneğin Merkez bankası yetkililerinin paradaki imzaları bir açıklamadır ve bu açıklama bir kağıt parçasını para yapar ilan eder. Bu parayla her tür borç bu parayla ödenebilir; bütün alış veriş yapılabilir.

Oluşturucu kurallar kişiye statü yükleyerek yeni fonksiyonlar yaratır. Bu fonksiyonlar yükleme örneğin bıçak, araba ve bilgisayar gibi nesnelere fonksiyon yüklemeden farklıdır. Bu nesneler fizik yapılarından dolayı bir fonksiyon taşır. Fakat kişiye başkan, kâğıda para fonksiyonu yüklemek uylaşımsal ve sosyal bir olgudur. Bunlar fizik yapısından dolayı değil; uylaşımdan dolayı  fonksiyon taşır.

Oluşturucu kuralların etkin olabilmesi önemli sonuca yol açar:  Yeni bir erki, onaylayan erki yaratmak. Nesnelerin ya da kişilerin kabul edilen statülerinin onaylanması da gerekir. Onaylama da yeni bir erkin ortaya çıkması demektir. “X, C’de Y sayılır.” işlemine karşılık olarak, “Kabul ederiz ki, S A’yı yapma gücüne sahiptir.” şeklinde formüle edilebilir.

Bütün haklar, görevler, yükümlülükler yeni güçler belirlenmesinden başka bir şey değildir. Eğer trafik cezamı ödemekle yükümlüysem, benim yükümlülük formum şöyle olur: “Kabul ederiz ki (S,   2 dolar ceza ödemelidir.  Gücün negatif bir statüsü yoktur. Örneğin S, ceza ödemez, denemez. 

Oluşturucu kurallar kabul edilebilir durumlar yaratır; daha doğrusu onların yarattıkları durumları kabul edebilirim. Statünün fonksiyonel olması bu kabul süresine bağlıdır. Bu nedenle son derece önemlidir. Örneğin biz Başkan’ı Başkan, kağıt parçasını para kabul ettiğimiz sürece onlar Başkandır ve paradır.  Kabulün sonucu deontolojiktir; haklar, görevler, yükümlülükler, otoriteler, izinler vb. ortaya çıkar.

Filozof dil dışındaki kurumları sosyologlarla aynı şekilde yani sosyal kurum diye niteler. Sosyal kurumların işleyişi sonunda ortaya çıkan durumlara da kurumsal olgular adını verir.

Searle önce kurumsal olguların da doğal olgular gibi çok çeşitli olduğuna dikkat çeker. Her zaman dilsel ifadeleri özenle sınıflamaya çalışan filozof kurumsal olguları sınıflamanın zorluğunu da belirtir. Ona göre kurumsal olguları sınıflamak kolay değildir. Bunlar çoğunlukla heterojen ögeleri içerir. Örneğin olgu çok çeşitli durumlar ve nesneler için kullanılabilir, “Parlamento erken seçim kararı aldı.,” “Öğrenciler maç yapıyor.” “Paranın değeri düştü.” “Üniversiteler açıldı.” “X Orgeneral oldu.”  “Kurtuluş bayramı kutlandı.” Bütün bu olgu türlerini sınıflamak kolay değildir.

Kurumsal olguların varlıklarını bize bağlı olmaları, sübjektif, uylaşımla herkesçe kabul edilmeleri fiktif değil de ontolojik kabul edilmelerini gerektirir. yine de kurumlar beyinsel durumların bütününe indirgenemez; sadece her gözlemcinin beyninde gerçekleştirilir (internalizm). Bununla birlikte kurumların varlığının sübjektif olması epistemolojik objektiflikleriyle karşıt değildir.

Searle zihinsel olguları olduğu gibi kurumsal olguları da aynı çerçeveden “biyolojik natüralizm” açısından ele alır. Filozofun biyolojik natüralizmini sonraki bölümde ayrıntısıyla açıklayacağı. Onun tutumu bir realizmdir. Bu realizm maddeyi değil de hayatı temel alan biyolojik natüralizmdir. Kurumlar hayatta kalmanın en sosyal organizasyonlardır.

Searle kurumsal olguları ele alırken aynı zamanda Austin’in dil projesini sonuçlarını da geliştirir. Dil Felsefesi IV kitabımızda gösterdiğimiz gibi Austin’e göre söz edimleri belli prosedürlere göre gerçekleştirilir. Austin evlilik, vaat, yargılama, açış töreni vs. gibi çeşitli durumlarda gerçekleştirilecek söz edimlerinin neler olduklarını hangi prosedürlere uygunluğunu, prosedürlerin sosyal açıdan uylaşımsallığını ve kurumsallığını vurgular; ama prosedürlerin nasıl sosyal ve kurumsal bir güç taşıdıklarına değinmez. Searle  bu noktada hocası Austin’in görüşlerini tamamlar söz edimlerinin etkin olmasını “kurumsal olgular” çerçevesinde ele alır.

Searle kurumsal olgulara Söz Edimleri’nde şu örnekleri verir.  Bay Smith Bayan Jones ile evlendi”; “Dodger'lar Giant'ları 3-2”; “Green hırsızlıktan suçlu bulundu”; “Bütçe Yasası Meclisten geçti.”[13] Searle göre bu sözceler çeşitli olgu durumlarından söz etmektedir. Bir evlilik töreni, bir futbol oyunu, bir duruşma, bir yasama edimi doğal olgulardan farklıdır. Onların yapıları oldukça karmaşıktır. Onlarda fiziksel eylemler, niyetler,  saf duygular vardır.  Bu karmaşık yapılarından dolayı onları tanımlamak mümkün değildir.

Searle tanımlamadığı ve sadece örneklerini verdiği bu olgulara kurumsal olgular demeyi önerir. Ona göre bunlar gerçekten birer olgudur, ama kaba olguların varoluşundan farklı olarak onların varoluşunun  arkasında birtakım insani kurumların var olduğu sayıltısı yatar.[14]

Searle’e göre birey kuruma uygun şekilde davranmaya yatkındır ya da yeteneklidir. Bunu belirleyen de, oluşturucu kuralların yapısıdır. Bu  kurallar sadece kurumsal olguları ortaya  çıkarmaz; aynı zamanda doğasını da belirler; böylece bireyleri  kurumlara uygun davranmaya yatkın ve yetenekli kılar.

Kurumsal olgular oluşturucu kural sistemleridir. Her kurumsal

Olgunun temeli, “C bağlamında X, Y sayılır.” biçimindeki bir kuraldır (ya da kural sistemidir).

 “Bir dili konuşmak, oluşturucu kurallara uygun davranışlarda bulunmak demektir.” biçimindeki varsayımımız, bizi, bir insanın, örneğin söz vermek gibi belli bir söz ediminde bulunmasının, kurumsal bir olgu olduğu varsayımına götürür.[15]

Kurumsal olgular, deyim yerindeyse, kaba doğal  olguların en tepesinde bulunur; izole olgular değildir; bir kurumlar ağı içinde yer alır,  diğer kurumsal olgularla ilişki içindedir. Örneğin, evlilik sistemi, sözleşme sistemiyle ilişki içindedir. Sözleşme sistemi olmadan evlilik kurumu oluşturulamaz. Sözleşme de vaat ve vaadini yerine getirmeden ayrı düşünülemez.

 

dil kurumsal olgular

Kurumsal olguların fonksiyonel olma süreci dili işin içine dahil eder. Dilin fonksiyonu daha önce belirlenmiş cümlelerini kullanarak  evlilik gibi bir kurumu oluşturabiliriz. Kurumsal olguların şaşırtıcı bir özellikleri vardır. Onlar toplum tarafından kabul edildikleri sürece hiç değişmezler.

Dile ya da ona benzeyen tasavvurlar sistemine sahip varlıkların olduğu yerde, pek çok kurumsal olgu da vardır. Dil epistemik olarak vazgeçilmezdir. Dil, sosyal olguları ve karmaşık durumları hem tasavvur etmemiz hem de açıklamamız için de gereklidir.[16]

Gerçekte kurumsal olgular, sadece dille  iletilebilen ortak inançları varsayar. Kurumsal olguların dile bağlı olmasının şöyle bir gerekçesi vardır: Düşünce doğal olarak kurumsal olguları düşünmeyi mümkün kılan sembollere ve kelimelere bağlıdır. Kelimeleri ve sembolleri uygun şekilde kullanarak düşünürüz. Bunlar olmadan düşünemeyiz. Bireylerin düşünemedikleri yani kurumsal olgular varlıklarını sürdüremez.  Bu açıdan dil, kurumsal bir olgu olsa da indirgenemez bir kategori gibi kabul edilir.  Uylaşım sayesinde X’in Y statüsünde olduğunu söyleriz. X, Y’  dir demek y nesnesine lengüistik bir statü vermektir. Çünkü Y statüsünü kazanan nesne, nesneyi aşan herhangi bir şeyin kamusal, uylaşımsal bir sembolü olmuştur.

Dilin sembolleştirme özelliği kurumsal olguların temelidir. Nesneye kurumsal bir nitelik kazandıran şey, fiziksel özellikleri değildir; fonksiyonudur.  Nesnenin işlevi dil aracılığıyla betimlenmiştir. Kimin başkanlık yapabileceği ve hangi nesneye para deneceği tanımlanmıştır. Tanımlamada fiziksel özellikler dikkate alınmaz. Bir devlet başkanı sadece bedeni olan bir insan ve para da herhangi bir kağıt parçası gibi değildir; onları başkan veya para yapan, fonksiyonlarıdır.

Bıçaklar ve sandalyeler açısından, işlevlerini gerçekleştirme kapasiteleri fizik yapılarında mevcuttur; fakat para ya da başkanlık söz konusu olduğunda, X nesnesi için, X türünden bir nesne olarak kendi özelliklerinden başka ortada hiçbir şey mevcut değildir. X nesnesinin Y statü fonksiyonunu kazanmasının tek yolu, X nesnesini bu işleve sahip olarak temsil etmektir.[17]

Kurumsal olgular sözlerle nesnelerin güç ilişkilerinden doğan bir yapıdır.  Doğal nesnelere yeni statüler ve güçler yükleyerek, bunu da sözlerle ifade ederek kurumsal olgular yaratırız.

Doğal olguları belirleyen doğal nedenlerdir. Oysa kurumsal olgular etkin faillerin ürünüdür. Etkin failler yani kişiler kurumsal olguları oluşturacak sembolleri belirler ve onlara bir anlam yükler. Birey bu olguların nasıl etkin olacağını bilir. Kurumsal olgular iki tarzda aktüelleştirilir:

A. Bireysel olarak: Bunun da iki biçimi vardır:

1. Kendi eylemleriyle: Örneğin alışveriş yaparken parayı kullanma para kurumunu bireysel aktüelleştirmedir.

2. Kolektif bir eylemde üzerine düşeni yaparak: Örneğin futbol kolektif bir eylemdir. Ancak bu oyun her futbolcunun teker teker üzerine düşeni yapmasıyla oynanır.

B. Kolektif eylemi birlikte yaparak: Bir şeyi kolektif olarak yapmayı düşünme onu birlikte yapmayı istemedir ya da böyle yapılması gerektiğine inanmadır. Örneğin futbol kolektif bir eylemdir.  Futbolcular da diğer kolektif eylemi yapanlar gibidir; iş birliği yaparlar; aynı durumda yani maçta, aynı şeyleri yani kazanmayı düşünürler.

Kolektif yönelimlilik ile bireysel yönelimliliğin içerikleri farklıdır. Bir şeyin fonksiyonu üzerinde kolektif uylaşım varsa o şey kesinlikle kurumsal olgu ortaya çıkarır.

Kurumsal olguları ortaya çıkaran oluşturucu kurallar bazen tek bir süreci bazen de süreçler bütününü yönetir. Örneğin satranç oyununu yöneten kurallar satranç masasındaki oynama sürecini belirler. Oysa Trafik yasası taşıtların çok farklı hareketlerini yönetir. Örneğin sağdan gitmelerini, kırmızı ışıkta durmalarını, hız limitlerini vs. araç bakım zamanını ve süresini vs. organize eder.    

Searle’e göre sosyal olgular gerçekte kurumsal olgulardan başka bir şey değildir. Sosyal realitenin altı özelliği vardır. Sosyal realite

1. Sosyal olguları belirten kavramların referansları kendileridir. Bu kavramları tanımlarını tatmin eden kavramlar gibi görürüz. Bir nesneyi para diye tanımlamak onun para olması için yeterlidir. Önemli olan bir şeyin kurumsal olguyu oluşturduğuna inanılmasıdır.[18]

2. Kurumsal olgular performatif sözceler kullanılarak yaratılır. Bazı kurumsal olgular “Adli yıl başladı.” gibi açık performatiflerin ifadesiyle oluşturulabilir. Bir söz ediminin önermesel içeriği tarafından temsil edilen nesne durumu bu söz ediminde doğar.

3. Bir kurumsal olgu fizik bir dayanak olmadan var olabilir.

4. Sosyal olgular arasında sistematik bir ilişki vardır. Bir kurumsal olgu izole biçimde var olamaz. Kurumsal olgu zorunlu olarak diğer olgularla sistematik ilişkiler bütününde etkin olabilir. 

5. Sosyal edimler sosyal objelere ve süreçler sonuçlara üstündür.

6. Pek çok kurumsal olgunun lengüistik bileşenleri vardır. Sadece bir dile sahip insanlar kurumsal olguları yaratabilir; çünkü lengüistik öge sosyal olgunun aracıdır.[19]

Bazı durumlarda kurumsal olgular failin statüsünü bildirir. Parti lideri, okul müdürü, dernek başkanı, üniversite öğrencisi, banka müşterisi gibi ifadeler buna örnektir. Kurumsal olgular da dilsel olan (Bu bir vaattir) ve olmayan (Bu bir paradır) diye ikiye ayrılır.[20]  

Kurumsal olgular canlı varlıkların da yer aldığı dünyada bulunur. Dünya ise  kuvvet alanlarından ve fiziksel parçacıklardan oluşur. Bu parçacıklardan bazıları bilinci üretir. Bu bilinç de, niyetliliği, yani zihnin bir şeyleri tasavvur etme kapasitesini ortaya çıkarır. Peki,  seçimler, para ve futbol maçları şeklinde organize olan kurumsal olguların dünyada bulunuşunu nasıl açıklayabiliriz? Bunu cevaplamak için nesnel olanla öznel olanın özellikleri belirlenmelidir; zihnin bu konuda ne rol oynadığı araştırılmalıdır.

Kurumsal olguları inceleme izole bakış açısına ve sübjektif duygulara bağlı değildir; objektif yargılar biçiminde ortaya konabilir.   Bu içselcilik Searle’ü yöntem bireyselciliğine* yaklaştırsa da o, kurumları bireysel yönelimler oyunu olarak açıklayabileceğimizi iddia etmez. O, bu nedenle zihin felsefesine “kolektif yönelimlilik” terimini dahil eder.

John Searle’e göre sosyal realitenin altı ayırt edici özelliği vardır.

1. Pek çok sosyal kavramın referansı kendisidir: Sosyal olguları belirten kavramların gerçekliği başka bir şeye bağlı değildir. Cebimdeki şeyin, “para” sayılmak için, insanlar tarafından “para” gibi görülmesi yeterlidir.[21] O, para denmediğinde, para işlevini yerine getiremez.

2. Sosyal olgular, edim sözel sözcelemlerle ortaya çıkar. Pek çok kurumsal olgu, söz ediminin başarılı bir gerçekleştirilmesidir. Bu, sosyal olguların en belirgin özelliklerinden biridir. Açıkça edim sözel sözcelemlerle çeşitli önermeler ifade edilir. Bu önermelerin içeriği nesne durumlarıdır. “Oturum açıldı.”, “Bütün servetimi yeğenime miras bırakıyorum.”, “Sizi başkan yapıyorum.”, “Sa  vaş ilan edildi.” gibi cümlelerin edim sözel ifadesi, kurumsal olguları yaratır. Bu cümleler, temsil ettikleri şeylerin durumunu yaratır. [22]

3. Kurumsal olgular fizik olgulara dayanır: Doğal olgulara dayanmayan hiçbir kurumsal olgu yoktur. Örneğin para kurumsal bir olgu olarak metalden ya da kâğıttan yapılır. Para, bunlarla birlikte var olur. Fakat son zamanlarda paranın fiziksel yapısında bir devrim oldu; para manyetik izler biçimine girdi. Fakat bu durumun pek önemi yoktur, çünkü manyetik para da metal ya da kâğıt paranın yaptığı işi yapar.[23]

4. Kurumsal bir olgu, izole biçimde olamaz, çünkü kurumsal olgular arasında sistematik bir ilişki vardır. Örneğin bir toplumda paradan söz edebilmemiz için, onun bir değişim sistemi olmalıdır; bu sistemde mal ve hizmetler para karşılığında değiştirilmelidir. Aynı şekilde evlilik, yalnız sözleşme ilişkileri bulunan toplumlarda bir sosyal kurumdur.[24]

5. Sosyal edimler sosyal objelere, süreçler sonuçlara üstündür: Sosyal objeler, insandan bağımsız değildir. Onlar, doğa bilimlerinin objelerine de benzemez. Bir yönetim, 100 dolarlık bir banknot ya da bir sözleşme, DNA molekülü gibi bir entite değildir. Süreç, üründen üstündür. Sosyal objeler her zaman, bir anlamda, sosyal edimler tarafından yaratıldı. Bir anlamda obje, sadece aktivitenin sürekli bir imkânıdır.[25]

6. Pek çok olgunun lengüistik bileşeni vardır. Diğer deyişle, lengüistik öge olgunun bir bölümüdür.

– kurumsal olgular, süreli değildir, devamlıdır, insanların ihtiyaçlarından ve arzulardan bağımsızdır.

Sonuç olarak kurumsal olguların yaratılması gücü sürekli bir yapı ortaya koymaktır. Kurumsal olgu yaratmak dört statüden birini oluşturmaktır:

A. Sembolik gücü,

     B. Deontik gücü, hakları ve yükümlülükleri; deontik gücün varlık nedeni insanlar arası ilişkileri düzenlemektir. Deontik güç insanların bazı şeyleri yapmasına izin verir ve bazı şeyleri yapmalarını yasaklar.

    C. Onur ve statü gücü; bu güç kurumlara  değer veya değersizlik kazandırır; ancak kazandırdığı bu değerin ve değersizliğin sonuçlarıyla ilgili değildir.

   D. Güç ve onur elde etmek için gerekli prosedürlerin aşamaları. 

Kurumlarda haklara, sorumluluklara, onurlara ve değersizleştirmelere izin veren prosedürler vardır. Buna izin veren güç, uylaşımsaldır.  Searle bunu şöyle formüle eder:

S’nin a gücüne sahip olduğunu kabul ediyoruz (S a’yı yapar)

İnsan ve hayvan topluluklarında sosyal olgular varsa da  kurumsal olgular yoktur. Kurumsal olgular sadece insanlara özgüdür. İnsanın, kişilere ve nesnelere fonksiyonlar yüklemek gibi çok çarpıcı bir yeteneği vardır.  İnsan bu yeteneğini kolektif tasavvur olabilecek şekilde tezahür ettirir; kurumsal olguları yaratır yani   sembolleştirme ve anlam yükleme kapasitesiyle kaba bir olguya yeni ve semantik bir statü ve fonksiyon kazandırır. Kurumsal  olgular statüleri ve fonksiyonlarıyla hukuk, etik  ve söz edimleri gibi  alanlarda   etkindir.

toplum

Kurumsal olguların anlaşılması toplum anlayışından ayrılamaz; çünkü kurumsal olgular toplumda ve toplum için vardır. Searle bir sosyolog olmasa da kendine özgü bir toplum anlayışına sahiptir. Şimdi konumuzun tamamlayıcı bölümü olarak filozofun toplumu nasıl gördüğünü anlatalım.  John Searle’ün toplumu açıklamak teoriye ve spekülasyona başvurmaz; fakat fizik dünyadan; kuvvetten, maddeden oluşan tek bir dünyadan hareket eder.  Onun toplum anlayışının temelinde bu realist dünya kavramı vardır.

Searle’e göre sosyal realite görünmez ve karmaşık bir yapı’dır. Biz sürekli olarak, bu yapının zaten varmış gibi göründüğü bir dünyada yaşıyoruz. Bu yapıya dokunamayız. Yaşadığımız dünyada böyle bir yapı gereklidir. Yapının bu karmaşıklığı bizi etkilemez, görmeyiz. biz sadece onu görürüz ve ona uygun davranırız. Örneğin, nesneleri fonksiyonelliklerine  ve anlaşılabilirliklerine göre ele alıyoruz. Fonksiyonellik ve düşünülürlük bize doğal görünür. Fonksiyonellik ve anlaşılabilirlik bize doğal gelir. Onların dışındaki nesneleri algılamak bizim için çok zordur. Görünmez yapı sayesinde dünyada en uygun bir ortamda rahatça yaşarız.

Bu yapıyı analiz etmeden önce Searle, uygun olmayan yöntemleri eler. Bu yöntemler şunlardır:

    1. Fenomenoloji: Bu yöntem,  tüm duyusal ögeleri dışlayan gözlemle kurumsal olguların karmaşıklığını göz ardı eder.  Fenomenologun naiv gözlemi sosyal yapının karmaşıklığını anlamaya izin vermez.

2. Davranışçılık: Davranışçı, izole davranışı gözlemleyerek temeldeki yapıyı hesaba katmaz.  İzole davranışı gözlemekle, davranışı açıklayamayız

3. Bilişselcilik:  Davranışın kurallarla veya hesaplamalarla bağını göz ardı eder.  İnsan davranışlarının nedeni, kurallar ya da bilinçdışı hesaplamalar olamaz.

Sosyal olguları analiz edebilmek için bazı ayrımlar yapmalıdır, çünkü realite,

A. Objektif ya da sübjektif olabilir. Bu ayrım hem epistemolojik hem de ontolojik alanda geçerlidir. Epistemolojik objektifliğe bir örnek verelim: “Kaplumbağa Terbiyecisi Osman Hamdi Bey’in bir tablosudur.”, “Kaplumbağa Terbiyecisi güzel bir tablodur.” dediğimizde ise, epistemolojik açıdan sübjektif bir realiteyi dile getirmiş oluruz. Everest Dağı’nın var olması algılayan insana bağlı değildir. O nedenle Everest Dağı ontolojik açıdan objektiftir. Oysa ağrının varlığı onu duyumsayan kişiye bağlıdır. O nedenle ağrının varlığı, ontolojik açıdan sübjektiftir.[26]

B. Özünlü veya dışınlı olabilir: Bazı objelerin nitelikleri bizden bağımsızdır. Bu tür özelliklere dışınlı diyoruz. Bazı nitelikler ise, özelliklerini kullanıcıdan ya da gözlemciden alır. Bu sonunculara da özünlü nitelikler diyoruz.

C. Bireysel yönelimlilik veya kolektif yönelimlilik konusu olabilir. Kolektif yönelimlilik bir futbol maçında ya da senfoni orkestrasının konserinde olduğu gibi, aynı işin birlikte yapılmasıyla gerçekleşir.

Hatta insanların çatıştıkları çoğu durumlarda bile kolektif yönelimlilik yaşanır. Örneğin birbiriyle rekabet eden iki insan aynı yönelimliğe en yüksek düzeyde sahiptir.[27]

D. Düzenleyici ya da oluşturucu kuralların ürünü olabilir. Düzenleyici kurallar önceden var olan eylemlerin nasıl yapılacağını gösterir. Örneğin “Trafikte zorunlu olmadıkça sağdan gitmelisin!”, “Bir tanıdığını görüp de konuşamazsan, başınla selamlamalısın!” şeklindeki kurallar, önceden var olan bir şeyi düzenler. Oluşturucu kurallar ise, bireysel inisiyatifin kullanılmasına izin veren kurallardır. Örneğin bir satranç oyununda oyuncuların ne zaman hangi taşı oynayacağına ilişkin bir düzenleme yoktur. Oyuncu taşları, kendi taktik anlayışına göre hareket ettirir.[28]

Amerikan filozof, sosyal realiteyi sosyologlardan farklı anlar. Ona göre bir toplum, önermelerin bir bütünü ya da bir teori değildir. Sosyal veya kurumsal realite pek çok tasavvuru içerir; toplumda sadece mantıksal tasavvurlar değil, ayrıca lengüistik tasavvurlar da vardır.

Searle bu kavramsal çerçeveden hareketle, kurumsal olgulara ilişkin genel bir teorisini geliştirir. Bu genel “X, C'de Y olarak kabul edilir.” şeklinde formüle edilebilir.  

Searle sosyal realiteyi analiz ederken, eğer denebilirse ontolojist bir tutum takınır; sosyal realitenin fizik dünyada yaşandığına dikkat çeker; hatta bilincin, fizik dünyanın bir ürünü olduğunu söyler. O der ki, bilinç, yönelimliliği yani zihnin nesneleri düşünme kapasitesini ortaya çıkarır. Ancak Searle, bilinç konusunda önemli bir noktaya dikkat çeker ve der ki, Her bilinç yönelimli olmadığı gibi, her yönelimlilik de bilinçli değildir. Örneğin nedensiz kaygı gibi, hiçbir şeyle ilişkili olmayan yönelimler vardır.[29]

Sosyal olguları analiz edebilmek için bazı ayrımlar yapmalıdır, çünkü realite,

1. Objektif ya da sübjektif olabilir. Bu ayrım hem epistemolojik hem de ontolojik alanda geçerlidir. Epistemolojik objektifliğe bir örnek verelim: “Kaplumbağa Terbiyecisi Osman Hamdi Bey’in bir tablosudur.”, “Kaplumbağa Terbiyecisi güzel bir tablodur.” dediğimizde ise, epistemolojik açıdan sübjektif bir realiteyi dile getirmiş oluruz. Everest Dağı’nın var olması algılayan insana bağlı değildir. O nedenle Everest Dağı ontolojik açıdan objektiftir. Oysa ağrının varlığı onu duyumsayan kişiye bağlıdır. O nedenle ağrının varlığı, ontolojik açıdan sübjektiftir.[30]

2. Özünlü veya dışınlı olabilir: Bazı objelerin nitelikleri bizden bağımsızdır. Bu tür özelliklere özünlü diyoruz. Bazı nitelikler ise, özelliklerini kullanıcıdan ya da gözlemciden alır. Bu sonunculara da dışınlı nitelikler diyoruz.

3. Bireysel yönelimlilik veya kolektif yönelimlilik konusu olabilir. Kolektif yönelimlilik bir futbol maçında ya da senfoni orkestrasının konserinde olduğu gibi, aynı işin birlikte yapılmasıyla gerçekleşir.

Hatta insanların çatıştıkları çoğu durumlarda bile kolektif yönelimlilik yaşanır. Örneğin birbiriyle rekabet eden iki insan aynı yönelimliğe en yüksek düzeyde sahiptir.[31]

4. Düzenleyici ya da oluşturucu kuralların ürünü olabilir. Düzenleyici kurallar önceden var olan eylemlerin nasıl yapılacağını gösterir. Örneğin “Trafikte zorunlu olmadıkça sağdan gitmelisin!”, “Bir tanıdığını görüp de konuşamazsan, başınla selamlamalısın!” şeklindeki kurallar, önceden var olan bir şeyi düzenler. Oluşturucu kurallar ise, bireysel inisiyatifin kullanılmasına izin veren kurallardır. Örneğin bir satranç oyununda oyuncuların ne zaman hangi taşı oynayacağına ilişkin bir düzenleme yoktur. Oyuncu taşları, kendi taktik anlayışına göre hareket ettirir.[32]

Sonuç olarak kurumsal olguların yaratılması gücü sürekli bir yapı ortaya koymaktır. Kurumsal olgu yaratmak dört statüden birini oluşturmaktır:

      1. Sembolik gücün, anlamın

     2. Deontik gücün hakların ve yükümlülüklerin yaratılması.      Deontik gücün varlık nedeni insanlar arası ilişkileri düzenlemektir. Deontik güç insanların bazı şeyleri yapmasına izin verir ve bazı şeyleri yapmalarını yasaklar.

  3. Onur ve statü gücü; bu güç kurumlara  değer veya değersizlik kazandırır; ancak kazandırdığı bu değerin ve değersizliğin sonuçlarıyla ilgili değildir.

  4. Güç ve onur elde etmek için gerekli prosedürlerin aşamaları. 

Kurumların içinde haklara, sorumluluklara, onurlara ve değersizleştirmelere izin veren prosedürler vardır. Buna izin veren güç, uylaşımsaldır.  Searle bunu şöyle formüle eder:

S’nin a gücüne sahip olduğunu kabul ediyoruz (S a’yı yapar)

 

statü fonksiyonu

Searle’e göre kurumsal olgular temelde işlev yüklenmiş kaba olgulardır. Birey işlevi olan kurumsal olguları önce gözlemler ardından gözlemine uygun olarak gerektiği şekilde uygulayarak aktüelleştirir. İşlev yükleme hayvanlarda yoktur.

Kişilerin ve nesnelerin kurumsal bu fonksiyonları yerine getirebilmeleri için   gerekli koşullar vardır: Ancak bu koşullar olduğunda kişi başkan, kağıt para fonksiyonunu yerine getirebilir. Koşul başkan için gerekli seçimi kazanmasıdır; para için ve belli özellikte ve yetkililerin imzasını taşıyan kağıt olmadır. Searle koşulları taşıyanın etkin olabilmesini “statü fonksiyonu” diye niteler. Kendisine bir statü yüklenmiş olan kişi ya da nesnenin fonksiyonunu yerine getirebilmesi ise ancak söz konusu statünün kolektif olarak kabul  fonksiyonları belirlemektir.

Özel mülkiyet, ehliyetli sürücüler, kokteyl partiler, üniversiteler için durum tam budur. Ben böyle yüklenen fonksiyonlara “statü fonksiyonları” diyorum. İnsan toplumunu bir arada tutan tutkal bu statü fonksiyonlarıdır, çünkü toplumu olanaklı kılan özel bir tür deontolojiyi de beraberlerinde getirirler. [33]

Karmaşık toplumlarda yaygın statü göstergeleri, pasaportlar ve sürücü belgeleridir. Bunlar, taşıyıcılarının yabancı bir ülkeye ya da yabancı bir ülkeden yasal olarak seyahat hakkına sahip olma ve yasal olarak araba kullanmaya ehliyetli olma statülerini gösterir. En yaygın statü gösterge aracı yazılı imzadır. Bir belgeyi imzalamak yeni bir kurumsal olgu yaratabilir ayrıca yazılı imzanın devam eden varlığı, diğer şeyler aynı kaldığı sürece, olgunun devam eden varlığını gösterir. Canlı bir icra olmadan varlığını devam ettiren belgenin üzerindeki imza, bu şekilde bir statü göstergesi alına rolünü yerine getirebilir. Statü göstergelerinin işlevi daima epistemiktir (bilgiye dairdir). [34]

Bazı statü göstergelerinin açıkça dilsel olması zorunlu değildir; yani dilin kelimeleri  olma zorunlulukları yoktur. Bazı statü göstergeleri  semboliktir ve her sembol gibi bir şeyler anlatır. Bir çeşit söz edimini yerine getirir.

Bu göstergeler sadece epistemik işlevleri değil aynı şekilde anlamlı, törensel, estetik ve daha da önemlisi kurucu diğer işlevleri de yerine getirirler.[35]  Örneğin özel uçaklar, alyanslar ve üniformalar kelimeler kullanmadan bir statü anlatır. Özel uçağıyla gitmek, değerli bir alyans takmak yeşil plakalı araca binmek,  bir general elbisesi giymek.  Bunlar kişilerin ekonomik, diplomatik ve askeri statülerini bildirir.

Statülerin kabul edilmesine de “Statü Fonksiyonu Beyanları” denir. Kurumsal olgular yaratmanın mantıksal biçimi, beyanlardaki mantıksal biçimle aynıdır. Buradan hareke, şunu söyleyebiliriz: Y statü fonksiyonunun var olduğunu kabul ettiğimiz anda, Y statü fonksiyonunu da ortaya çıkarır.

Sosyal fonksiyon fiziksel fonksiyondan farklıdır. Fizik nesnelerde fonksiyonellik doğaldır. Örneğin yiyeceğin fonksiyonu beslenmeye, sandalyeninki oturmaya bıçağınki kesmeye yaramasıdır. Oysa statü fonksiyonuna sahip olan şey kendi doğal yapısında olmayan bir yeni özellik kazanır.

Bir kişinin veya bir nesnenin statü fonksiyonuna sahip olduğunu düşünebiliriz ve buna ilişkin  söylem ortaya koyabilir bu söylemi iletişim aracı yapabiliriz. Konuşma sırasında birinin iyi/kötü başkan  olduğundan, paranın değerini koruduğundan/korumadığından söz edebiliriz.

Nesnenin statü fonksiyonuna sahip olması dile bağlı değildir. Dilde buna ilişkin sözceler olmayabilir. Dilleri yeterince gelişmemiş toplumlarda insanlar bir nesnenin statü fonksiyonuna sahip olduğunu düşünüyorlarsa nesne o statüye sahiptir. Örneğin bir taşı sınır taşı diye kabul ediyorlarsa,  “sınır taşı” diye bir ifade dillerinde olmasa da o taş sınır taşı olma görevi görür.

Statü fonksiyonunun formülü şöyledir: “X, C’de Y olarak kabul edilir.”

Bu formül sabit oluşturucu  kuraldır. Bu kural üç farklı şekilde statü beyanı ortaya çıkarabilir:

1. Gelecekte X koşulları karşılanırsa, Y’nin statü fonksiyonuna sahip olduğunun kabulü: Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde başkan adaylarından biri yapılacak seçimde delegelerin çoğunu aldığında ve başkanlık yemini ettiğinde Başkanlık fonksiyonu statüsü elde eder. 

2. Kimi statü beyanı önceden kararlaştırılmadan ortaya çıkan durumda doğal bir ifade olarak belirtilebilir. Örneğin bir toplu harekette biri o anda toplum tarafından lider kabul edilebilir. Bunun daha önceden statüsünü belirleme koşullarının belli olması gerekmez. Statü fonksiyonunun bu türü de tıpkı birincisi gibi, dünyayı değiştirir.

3. Nesne ya da kişi söz konusu olmadan sadece Y fonksiyonun kabul edilmesi. Örneğin bir Y fonksiyonu olan şirketin ve elektronik paranın durumu böyledir. Şirkette veya elektronik parada Y fonksiyonuna sahip kişi ya da nesne yoktur.  Tıpkı diğer fonksiyon statüsü vermelerde olduğu gibi, bu sonucu durumda da kurumsal olguları kurup devamını sağlayan söz edimlerini yazılı versiyonları olmalıdır.

Bu sonuncu statü verme yazıyı gerektiren durumdur. Tarih öncesi toplumlarda böyle kurumlar oluşturulamaz. Şirketler, banka hesapları, hukuk sistemleri, telif hakları hep nesnesiz statü oluşturmalardır; ama bunların hepsi de yazıyı gerektirir. Bunlar yazıyla oluşturulur ve varlıklarını gene yazıyla sürdürür.  Sözün  rolü, devrimlerde ve reform hareketlerinde çok daha iyi anlaşılır. Bunların amacı mevcut statü fonksiyonu sistemini değiştirmektir. Bu değişikliği gerçekleştirmek için yapılacak şey o statü fonksiyonunu sağlayan önceki söz edimlerinden kurtulmaktır.  Örneğin feministler “Hanım ve “Bey” sözlerini bir ayrımcılık gibi görüp reddetmeyi önerirler. Rusya’da komünistler yeni statü fonksiyonları yaratmak, eskilerini ortadan kaldırmak amacıyla insanların birbirlerine “yoldaş” diye hitap ederler.

Bazı statü fonksiyonu devrimlerde ve reformlarda olduğu gibi hem ortadan kalkmaz; belli bir sürede gerçekleşir. Bu sürede statü ifade eden kelimeler zaman içinde erozyona uğrar. Yavaş yavaş kullanımdan kalkar. Amerika’nın eski hukuk sisteminde “evde kalmış” (spinster) sözünün belli bir yeri vardı, ama bugün bu söz pek de kullanılmamaktadır. Aynı şekilde evlenememiş bayanlara söylendiğinde bu söz muhatabı rencide eder. “Bekar” statü fonksiyonunun da artık giderek etkisizleştiğini söyleyebiliriz. Kısaca söylersek kurumsal olgular bir statü fonksiyonu beyanıyla ortaya çıkar.[36]

 

 

  Kurallar konusundaki açıklamalarımızı filozofun kurallar uymaya ilişkin düşüncelerini vererek bitirelim.

1 Kural ancak belli bir niyetle uygulandığında nedensel bir özellik taşır.

2. Fail açısından kurala bağlılık, normatiftir. Kuralın normatif içeri kaybetmenin ve kazanmanın koşullarını; uygulamanın doğru olan ve olmayan biçimlerini içerir.

3. Her kuralın bir verilme biçimi olmalıdır. Bir kural sadece verilme biçimi anlaşıldığında uygulanabilir. Verilmeyen kuralın uygulanması söz konusu değildir.

4. Kurallar bir bütün değildir; bu nedenle birine uymak zorunlu olarak diğerine uymayı da içermez.

     5. Kimi kuralların kaplamaları aynıdır. Örneğin tek şeritli bir yolda “sağdan gitmek” kuralı ile “tekerliğin yolun orta çizgisini geçmemesi” kuralı aynı şeyi söyler.

6. Kuralların uygulaması bilinci ya da otomatik olabilir. Düşünmeden uygulanan kural bilinçli uygulandığındaki kadar etkindir. 

7. Kurallar bireyin bilincinde kelimeler ve ifadeler halinde var olmalıdır.

8. Kurala uyma kişinin gönüllü olarak yaptığı bir şeydir.

9. Kuran nedensel olarak iş görür.

9. Kural kesin ve açık ise yoruma ihtiyaç yoktur. Kuralı yorumlama nedeni açık ve kesin olmamasıdır.[37]

 

 

 



[1] Searle, Actes de langage, p. 254.

[2] Searle, Actes de langage, p.254.

[3] Loc. cit.

[4] Loc.cit.

* Tiers État (diğer bir deyişle Üçüncü Toplumsal Tabaka), sınıf kavramından önce Fransa'da var olan üç toplumsal tabakadan biriydi. Bu tabakada burjuvalarzanaatkarlarköylüler ve işçiler bulunuyordu. Diğer iki tabaka ise asiller (kılıçlılar) ve din adamlarıydı (cübbeliler).

[5] Sieyès Emmanuel-Joseph, Qu’est-ce que le Tiers-État ?, A. Corréard, Paris, 1822 [1788]. 

[6] Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası s. 49.

[7] Searle, Actes de langage, p. 72.

[8] Searle, Actes de langage, p. 72.

[9] Searle, Actes de langage, p. 106.

[10] Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası, s. 55.

[11] Ibid., p. 44.

[12] Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası, s. 153.

[13] Searle, Söz Edimleri, s. 124.

[14] Searle, Söz Edimleri, s. 125.

[14] Searle, Söz Edimleri, s. 125.

[15] Searle, Söz Edimleri, s. 125.

[16] Op. cit., p. 57.

[17] Searle, Zihin Dil ve Toplum, s. 176.

[18] Searle, 1998, p. 52.

[19] Searle, 1998, p. 56.

[20] Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası, s. 154.

* Yöntem bireyciliği sosyolojide, sosyal olguları bireysel eylemlerin sonuçlarının toplamı gibi görmedir.

[21] Searle, p. 50.

[22] Ibid., p. 53.

[23] Loc. cit.

[24] Loc. cit.

[25] Op. cit., p. 56.

[26] Ibid., p. 22.

[27] Ibid., p. 43.

[28] Ibid., p. 45.

[29] Searle, p. 20.

[30] Ibid., p. 22.

[31] Ibid., p. 43.

[32] Ibid., p. 45.

[33] Searle, “Dil ve Toplum Ontolojisi”, çev. Levent Aysever, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Nisan 2016, Sayı: 37, s. 235.

[34] Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası, s. 153.

[35] Searle,  Sosyal Gerçekliğin İnşası, s. 153.

[36] Searle, “Dil ve Toplum Ontolojisi”, s.236-238.

[37] Searle, Bilinç v e Dil, 175-178.