KURALLAR
Searle’ün
söz edimleri İkinci Wittgenstein felsefesi gibi kurallara dayalıdır. Searle bunu şöyle ifade
eder: “Bir dili konuşmak söz edimlerini kurallara uygun biçimde
gerçekleştirmekten ibarettir.[1]
O kuralları bir sistem gibi
düşünür; kurallar konusunda hem Wittgenstein’dan esinlenir hem de ondan
ayrılır. İlk bakışta her iki filozof arasında ortak noktalar var gibidir. Wittgenstein’da olduğu gibi
Searle’de kuralın konusu temel problemdir. Öbür yandan her iki filozofta da
kurallar eylemleri düzenler.
Biz
bu satırlarda Searle’de söz edimlerini düzenleyen kuralları ele almak
istiyoruz.
Kaynak Metin (La
théorie des actes de langage et l'héritage de Wittgenstein)
Searle
dildeki kuralların özgünlüklerini açıklarken şu üç problematiği ortaya koyar:
1.
Diller uylaşımsal mıdır?
2.
Edimsöz edimlerinin kuralları var mıdır?
3.
Dilin kuralı var mıdır?
İlk
sorunun cevabı açıktır ve kesindir; bütün diller uylaşımsaldır; ancak ikinci
soruya cevap bu kadar kolay verilemez. Kuşkusuz söz vermek ve rica etmek gibi
bazı söz edimleri için uylaşım var ise de bu bütün söz edimleri için
genelleştirilemez. Kimi söz edimleri için uylaşım yoktur. Bunların yerine
getirilmesi konuşanın niyetini bilmeyi
gerektirir. Bu, durum, söz edimlerinin oyunlarla benzerliğinin sınırlı
ve oldukça zayıf bir benzerlik olduğunu gösterir. Üçüncü soruya gelince; bir
dili konuşup bir söz ediminde bulunmak kuralları olan satranç oynamaya benzer.
İnsanlar farklı diller konuşsalar da aynı kuralları kullanırlar ve bu
kurallardan dolayı diller birbirine çevrilebilir. Daha doğrusu çeviriyi mümkün kılan şey, aynı
kuralın farklı uylaşımsal yollarla uygulanmasıdır. Vaat sözcesi Fransızcada “je
promets” İngilizcede “I promise” diyerek ve uylaşımsal tarzda gerçekleştirilir.
Fakat söz vermenin belli durumlarda gerçekleştirilmesi için özel koşulların
varlığı da bir gerçektir.
Searle’ün
eserlerinde Wittgenstein’ın en açık etkisi kuralların kullanılmasındadır.
Searle’ün şu cümlesinde bu etkiyi hemen fark edebiliriz:
Bir dili konuşmak, söz edimlerini kurallara uygun olarak
gerçekleştirmektir.[2]
Searle
Söz
Edimleri’nin asıl konusunun kuralları açıklamak olduğunu söyler.[3]
Biliyoruz
ki, söz edimleri farklı dilsel davranışları eylemler temelinde ele alır; yani
ifadelerin kategorilerini onları yöneten
pratik kurallarla ilişkisine göre tanımlar. Bu açıdan Searle demektedir
ki,
Bu kitabın metodolojisi naiv bir basitlik olacaktır. Ben bu
dilin ögelerini bazı kullanma biçimlerini belirlemek ve kesin olarak açıklamak
istiyorum. Dayandığın hipotez şudur: Lengüistik ögeleri kullanmamı bazı
kurallar yönetir. Ben önce lengüistik betimler önereceğim ardından örtük
kuralları formüle eden bu nitelemelerin uygulandıkları verileri açıklayacağım.[4]
Bugün
kural kavramı sadece dil felsefesinde değil; sosyal bilimler felsefesinde de
önemlidir. Kuralların rolü konusundaki ilk açıklamalara 1788 yılında Sieyès’de rastlıyoruz. Sieyès Qu’est-ce que le Tiers-État? (Üçüncü Toplumsal Tabaka Nedir?)* adlı
kitabının beşinci kısmında bunu ele
almıştı. Yazar burada devlette fiilen uygulanan yasaları ve temel yasaları
birbirinden ayırıyordu. [5]
Ona göre temel yasalar uygulanan yasalardan daha güçlüdür. Bu nedenle iktidar
sahipleri bu yasaları kolay kolay değiştiremez. Temel yasalar, oluşturucu
yasalardır.
Sieyès’in
bu görüşü çağdaş filozoflara ve hukukçulara ilham kaynağı olmuştur. Oluşturucu kurallar:
Düzenleyici kurallardan ayrıdır.
Düzenleyici yasalar yalnız davranışları etkiler. Oluşturucu kural fikri
kuralları betimler hem de oluşturucu olmayan kurallardan ayırır. Oluşturucu bir kural, davranışların
gerçekleştirilmesi ve kurumların işlevselliği için zorunludur. Oluşturucu bir
kuralın ortadan kaldırılması mantıksal olarak imkansızdır.
Searle
de Sieyès’den beri yapılan bu ayrıma bağlı kalır;
kuralları ikiye ayrır: 1. Düzenleyici kurallar; 2. Oluşturucu kurallar. Ona
göre başta Giddens olmak üzere çeşitli sosyal teorisyenlerin, bu
ayrıma karşı çıkmaları doğru değildir. Bu ayrım gerçekte doğrudur.[6]
Searle
bu oluşturucu kurallar ve düzenleyici kurallar ayrımını 1960’lı yılların
sonunda söz edimleri çerçevesinde ortaya attı. Bu ayrım aynı zamanda toplumsal
olarak kabul edilmiş oluşturucu kurallar gibi olan kurumsal olguları nitelemeye
izin verir. Faillere isteklerinden bağımsız davranış sebepleri sağlar. Bu
oluşturucu kurallar davranışlarımız üzerinde nasıl etkin olur? Fırıncı bana
paramın üstünü verdiğinde her ikimizin üzerinde uylaştığı alışverişi düzenleyen
para kurallarını düşünmem. Birey oluşturucu kurallara uygun davrandığında bu kuralları bilinçli ya
da bilinçsiz biçimde izlemeye çalışmaz.
Düzenleyici kurallar ve oluşturucu kurallar ayrımı
Searle’ün dil felsefesinin ayırt edici özelliğidir. Onun düşüncesi şöyledir:
Bir dili konuşmak önce bildirimde bulunmak, emirler vermek, sorular sormak,
vaatlerde bulunmak gibi pek çok söz edimini gerçekleştirmektir. İkinci olarak
referansta bulunmak, bir yüklemde bulunmak.
Searle’de kurallar
şu iki nedenle önemlidir:
A. Lengüistik bir realite olarak dilin anlaşılması
için;
B. Bir kurum olan dilin işlevinin anlaşılması için. Bu
nedenle Searle kural kavramını daha ilk eseri olan Söz Edimleri’den
itibaren sürekli yenileyerek ortaya koymuştur.
Kurallar
aşağıda göreceğimiz gibi konuşmayı ve eylemeyi mümkün kılsa da
uygulanmadıklarında hukuki cezayı gerektirmez. Örneğin futbolu sekizer kişiyle
oynamanın veya satrançta şah-mat kuralını ihlal etmenin hukuki bir müeyyidesi
yoktur. Kurallar zaman zaman farkında olmadan yerine getirilebilir. Bu nedenle
kuralı yerine getirirken kuralı bilme zorunluluğu yoktur. Bu durum istisnadır
ve genelleştirilemez. Kurallar düzenli davranmışlardır ve ihlalleri hata ya da
kusur diye nitelenir. Kurallar geçmişteki
eylemlerle ilgili olmaktan çok belli bir andaki yeni eylemlerle ilgilidir.
Dilin belirleyici bir realitesi olsalar da kurallar
kolayca açıklanamaz. Bu giriş bilgilerinden sonra Searle’ün kural sınıflamasını
görelim ve önce düzenleyici kuralların özelliklerini görelim.
DÜZENLEYİCİ
KURALLAR
Düzenleyici kurallar oluşturucu kurallardan öncedir ya
da bağımsızdır. Bunlar davranış
biçimlerini düzenler. Örneğin görgü kuralları düzenleyici kurallardır. [7] Düzenleyici
kuralların düzenledikleri etkinlik önceden vardır; bu etkinlikler etkinlik
olmalarını kurallara borçlu değildir. Düzenleyici
kurallar, emir ifade ederler. Örneğin
“Meyveyi, bıçağı sağ elinize alarak kesin”; “Memurlar kokteylde kravatlı
olmalıdır.” gibi.
Davranışın nasıl yapılacağını önceden ve davranışı
yapandan bağımsız olarak belirleyen kurallardır. Örneğin nezaket kuralların
bireylerarası ilişkileri yönetir ve onlar önceden yani uygulamalarından
bağımsız olarak vardır.
Düzenleyici
kurallara davranışlara ilişkin değer yargısının temeli olabilir. Bu kurallar sayesinde insan eylemlerine
ilişkin değerlendirme yapabiliriz; “kaba” ve “hoyrat” insanı “nazik” ve
“saygılı insan”dan ayırabiliriz.
Düzenleyici
kuralların formülasyonu şudur: “X’i
yap!” ya da “Y ise X’i yap!” biçimindedir. Düzenleyici kural eylemin
betimi için gerekli değildir. Düzenleyici kural olmadan da bir eylem
betimlenebilir. Bir toplumda yakını
vefat eden kişiye taziye ziyareti şeklinde bir görenek olsun. Bu göreneğe
referansta bulunmadan da şöyle diyebiliriz: “X, Y’ye taziyeye gitti.”
Düzenleyici
kuralların özellikleri kısaca böyledir. Oluşturucu kurallara gelince; onlarla
ilgili şunları söyleyebiliriz.
OLUŞTURUCU KURALLAR
Bu
satırlarda önce oluşturucu kuralların genel özelliklerinden söz edeceğiz,
ardından da kurumlar oluşturma özelliklerini açıklayacağız.
Oluşturucu
kurallar davranış biçimlerini yalnız düzenlemekle kalmaz yeni davranış
biçimleri de yaratır ya da tanımlar; var olabilme ihtimallerini yaratır.
Satranç kuralları ve futbol kuralları oluşturucu kurallardır. Bunlar önceden var olan bir eylemi düzenlemez; bu
oyunların olasılığını yaratır. Böylece bir oyunun kuralları bölümlerinin
ortaya çıkışlarını düzenlemekle sınırlanamazlar; ve “oyunu oynama imkanını da
yaratırlar.”[8]
Oluşturucu
kuralların iki biçimi vardır:
1.
Tıpkı düzenleyici kurallar gibi X’i yap!” ya da “Y ise X’i yap!” biçimindedir.
2. “B bağlamında X, Y sayılır.”[9]
Örneğin,
Satrançta şahı kıpırdayamaması mat ya da futbolda topun kale çizgisini nizami
olarak geçmesi gol demektir. Futbol ya da satranç oynama etkinliklerinin
oluşmasını sağlayan şey, bu etkinliklerin gerektirdiği kurallara (en azından bu
kuralların büyük bir altkümesine) uygun davranışlarda bulunmaktır.1
Oluşturucu
kurallar eylemin betimi için gereklidir. Bu kurallar olmadan eylem
betimlenemez. Eğer futbol kuralları olmasaydı “X futbol oynadı.” denemezdi.
Onun yaptığı eylemin “futbol oynamak” diye betimlenebilmesi için önceden futbol
kuralları olmalıdır.
Searle
şuna dikkat çeker: “B bağlamında X Y sayılır.” biçimi oluşturucu kurallarla
düzenleyici kuralların ayrımının ölçütü değildir. Bir düzenleyici kural da
oluşturucu kural biçimine dönüştürülebilir. Örneğin “Resmi yemeklerde kravat
takmamak yanlış bir davranış sayılır.” ifadesi böyledir.
Oluşturucu kurallar, bir dili konuşmanın
parçasıdır. Örneğin söz vermek ancak dilin oluşturucu kurallarıyla yapılabilir;
oysa balık tutmak için bu kurallara
gerek yoktur. Oluşturucu kurallar uylaşımı yaratır. Söz vermenin koşulları eğer
uylaşımsal olmasaydı, biz sözcelemenin söz verme olduğunu bilemezdik.
Oluşturucu
kuralları kabul etmekle bu kuralların uygulandıkları tüm durumları da kabul
ederiz. Örneğin şah-mat’la, parayla, evlilikle ilgili kuralları her defasında
ayrı ayrı değil tek bir defada kabul ederiz.
Oluşturucu
kuralların genel özellikleri bunlardır. Şimdi bu kuralların kurumsal olguların
yaratılmasındaki rolüne değinelim
KURUMSAL OLGULAR
Searle “oluşturucu kural kavramı”nı son dönem
düşüncesinde daha da geliştirir; sadece eylemlerin açıklanmasında değil;
toplumsal kurumların açıklanmasında da bu kuraldan yararlanır. Filozof dilimize
Sosyal Gerçekliğin İnşası adıyla çevrilen kitabında oluşturucu
kuralların kurumlar oluşturmasını ayrıntısıyla ele alır.
Kurumsal oluşturucular diyebileceğimiz bu kuralları
açıklarken filozof şunları sorar: Kurallar tarafından düzenlenen bütün
toplumsal olgular, kurumsal olgular mıdır? Örneğin, savaşların ve kokteyl
partilerinin kurucu kuralları var mıdır? Bir şeyi, herhangi bir şekilde oluşturucu
kural' yapan nedir?
Cevabı
şudur: Bütün toplumsal olgular, kurumsal olgulardır. Her sosyal kurumu
düzenleyen kurallar vardır. Oluşturucu kurallar kurumsal olguları yaratır.
Örneğin Clinton’ın başkan olması ancak oluşturucu kurallar sayesinde mümkündür.
Oluşturucu kurallarındeğişmez bir ifadesi vardır. Bu da “X, C’de Y sayılır.” şeklinde
yazılır. Bunu para örneğiyle açıklarsak,
diyebiliriz ki, para bir sosyal kurumdur ve bir nesne sadece belli koşullar
taşıdığında para olur. oluşturucu kurallara göre para değeri kazanır. Para,
1
Basım ve Gravür Bürosu tarafından basılan kağıt paralar
(X),
Birleşik Devletler'de (C) para olarak değerlendirilir
(itibar)
görür (Y) .
ve
2.
Para, bütün kötülüklerin kaynağıdır.
ifadeleri,
3.
Birleşik Devletler'de, Basım ve Gravür Bürosu tarafından
basılan
kağıt paralar bütün kötülüklerin anasıdır,
anlamına gelmez.
Oluşturucu
kuralların kazandırdıkları sosyal kurumları anlayabilmek için önce Searle’ün
olgu ya ilişkin düşüncelerini ortaya
koymalıdır.
Searle’e göre insanların yaşadığı dünyada bir olgular
hiyerarşisi vardır. Bu hiyerarşi doğal
nesneler, kültürel yani kurumsal olgular
ve zihinsel olgular hiyerarşisidir. Filozofun
zihinsel olgulara ilişkin görüşlerini üçüncü bölümde zihin felsefesi başlığı
altında ele alacağız. O yüzden burada onun
sadece doğal ve kültürel varlık alanına dair görüşlerini açıklayacağız.
Searle
doğa ve kültür ayrımın yerine dünyada varlıkları özelliklerine göre şöyle ayırır:
Kaba olgular ve kurumsal olgular. Kaba olgular dünyada var olan doğal, yeni bir
anlam ve fonksiyon yüklenmemiş
nesnelerdir. Kaba olgular var olmalarını bize borçlu değildir. Biz onların
varlıklarını kabul etsek de etmesek de onlar zaten dünyadır; dünyada hazırdır.
Kurumsal olgular uylaşımla kendilerine yeni
bir fonksiyon yüklenmiş olgulardır. Örneğin para, futbol maçı, satranç oyunu kurumsal
olgulardır. Kurumsal olgular dünyada kendi başlarına bulunmaz; insanın anlam ve
fonksiyon yüklemesinin sonuçları
olduklarından varlıklarını insana borçludur.
Kurumsal
olgular ne kadar normatif olursa olsun, modern mantık kuralları gibi soyut
formüllerden ibaret düzenlemeler değildir. Onlar oluşturucu kurallar yardımıyla
ve doğal dünyadaki nesneler ve durumlar yardımıyla gerçekleştirilir. Kurumsal olguları anlamak için önce Searle’ün
kaba dediği doğal olgulara ilişkin düşüncelerini görelim.
KABA OLGULAR
Kaba
olgular dünyadaki nesneler ve toplumdaki insanlardır. Bunların özellikleri
sembolleştirmeye izin vermeleridir. Sembolleştirme insanın temel
yatkınlıklarından biridir. Kişiler bazı nesneleri ve kişileri dilin oluşturucu
kuralları yardımıyla sembolleştirebilir. Örneğin belli özellikteki kağıdı para;
belli koşulları taşıyan kişiyi başkan
diye kabul eder. “Paralık” ve “başkanlık” doğal nesneler yani kaba
olgular olmadan mümkün değildir.
Kaba
olgular olmadan hiçbir kurumsal olgu yok gibidir. Örneğin, bir şeye para diyebilmemiz için onun şu ya da fiziksel şekli olan metal veya kağıt
bir nesnesi olmalıdır. Satranç oyunun oynanması için satranç tahtası ve
taşları; seçimler için oy pusulası, üniversitelerin binaları olmalıdır. [10]
Kaba
olguların yani doğal nesnelerin varlığı
ve özellikleri gözlemcilerin inançlarından ve kurumsal olgulara inançlardan
bağımsızdır. Everest’in yüksek bir dağ olduğu inanalım ya da
inanmayalım bir olgudur. Searle açısından her konuda bize bağlı olan/olmayan ayrımını yapmak kolay
değildir. Örneğin Everest Dağı kişinin algısından bağımsızdır; ama “Bu resim güzeldir") yargısı veya acı duyumu özneden kolayca
ayrılamaz.
Öte
yandan kaba olguları anlatmak için dil gereklidir. Fakat kaba olgular aynı
zamanda dilden tümüyle bağımsızdır.[11] Bu, sözcenin
ifade ettiği şeyden ayrı olmasına bir engel değildir.
Burada
şöyle sorabiliriz: Hangi kaba olgular kurumsal olguların taşıyıcısıdır? Bunu
kim nasıl belirler? Her kaba olgu ya da doğal nesne kurumsal olgu oluşturmaya
yarayabilir. Şu veya bu nesnenin kurumsal olguya dönüşmesine bir engel yoktur. Ancak
kurumsal olguya temel olacak nesnenin ne olduğuna kişiler karar veremez.
Kişilerin tercihiyle nesneler
sembolleştirilemez. Kurumsal olguların sembolleri olacak nesneler
uylaşımla belirlenir ve insanlar sadece bu nesnelerin şunun sembolü olduğunu kabul eder. Örneğin
teorik olarak her kağıt para olabileceği halde sadece belli özellikteki
kâğıtlar para olabilir. Ticari etkinliklerde, alışverişlerde ve borç ödemede
dolar rolünü sadece bu özellikteki kağıdın yerine getirebileceğine inanır.
Örneğin
kaba olgular kolektif uylaşımdan dolayı doğal özelliklerini aşan statüsü
kazanır. Bunu şöyle formüle edebiliriz: “X, C’de Y olarak kabul edilir.” X
objesi kurumsal olgu olmadan önce bazı özelliklere sahiptir. Oluşturucu kuralın
uygulanmasıyla ek olarak yeni bir özellik kazanır. Bu kağıt parçası (X kaba olgusu) C ülkesinde
ya da uluslararasında Y olarak (kurumsal olgu) kabul edilir.
Bu
yapıda X, Y ve C gibi üç öge (örneğin şu özellikte kağıt, Amerika ve beş dolar
olma) birbiri içine geçmiş ögelerden oluşan bir yapıdır ve renk şekil vs. gibi doğal özelliklerinden
kurtularak her zaman kolektif olarak fonksiyoneldir. Ancak bir şeyin
para olduğunu kabul etmekle paranın fiziksel özelliğini ikinci plana atmalıyız.
Kaba
olguların kurumsal olgu gibi etkin olmaları uylaşımın ürünü ise de bu uylaşım
insanların oy birliğiyle karar verdikleri bir şey değildir; kuralları
uygularken pratik olarak sessizce gerçekleşir.
KURUMSAL OLGULAR
Kaba olguları anlamak için bu açıklamalar
yeterlidir. Şimdi kurumsal olguların niteliklerini görelim
Searle kurumsal olgularla ilgili görüşlerini Söz
Edimleri’nde ortaya koyar; sonra Sosyal Gerçekliğin İnşası’nda
geliştirir. Kurumsal olgularla ilgili temel problem şudur: Kurumsal olguların
dünyanın bir parçası olduğunu gösterebilmek. Çünkü ona göre kurumsal olgular doğal dünyada nesnelerin sembolleştirilmesiyle
ortaya çıkan ve doğal dünyada var olan olgulardır. Searle bunu ileri sürmekle
yetinmez; temellendirir.
İnsanla hayvan arasındaki en belirgin ve en
tartışmasız bir özelliği belirtmek isteseydik Searle açısından şunu
diyebilirdik: İnsan kurumlar yaratan ve yarattığı kurumlara göre yaşayan
varlıktır. Oysa hayvanlar kurum yaratamaz, sadece kaba olgular dünyasında
yaşar. Deyim yerindeyse kurumsal olgular dünyayı heterojenleştirir, değiştirir,
zenginleştirir, sonuçta insanın dünyası haline getirir.
İnsanın dünyasında mahkemeler kararlar
verir; komünizm kurulur ve çöker
savaşlar olur, üniversitelerde ve araştırma kurumlarında bilimsel
araştırmalar yapılır, şirketler ticari etkinlikte bulunur; seçimler ve
referandumlar yapılır. Bütün bunlar kaba olgular dünyada gezegen olarak ortaya çıkmış bir dünyada,
fiziksel parçacıklardan ve kuvvet alanlarından ibaret; kuantum mekaniğinde
dalga işlevinin çöktüğü bir dünyada olup
bitmektedir.[12]
Kurumsal
olguların açıklaması oluşturucu kurallara dayanarak yapılabilir. Bir söz edimi performatif bir sözce
olduğundan betimlenebilen bir eyleme neden olur. Örneğin “Toplantıyı
bitiriyorum.” Toplantının bitmesini ya
da “Hastaneyi hizmete açıyorum.” Hastanenin sağlık hizmeti vermeye başlamasını
sağlar, kurumsal bir olgu meydana getirir ve bu söz edimleriyle ortaya çıkan
durumu betimlemek mümkündür. Aynı
şekilde birisine söylenen, “Sizi başkan olarak atıyorum.” İfadesi söz konusu
kişiyi başkan yapar.
Söz
edimlerinin oluşturucu fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri için Austin’in
kategorisiyle söylersek, başarılı sözce olmalıdır. Örneğin “Sizi başkan
atıyorum.” Sözünün yeni bir durum yani bir atama gerçekleştirmesi için, atayan
kişinin yetkili olmalıdır. Eğer sözce başarısız yani atayan kişi yetkisiz ise,
yeni bir durum ortaya çıkamaz.
Kimi
söz edimleri resmi yazılı açıklama şeklindedir. Bunlar da sözle ifade edilen
sözceler gibi oluşturucu kurallardır. Örneğin Merkez bankası yetkililerinin
paradaki imzaları bir açıklamadır ve bu açıklama bir kağıt parçasını para yapar
ilan eder. Bu parayla her tür borç bu parayla ödenebilir; bütün alış veriş
yapılabilir.
Oluşturucu
kurallar kişiye statü yükleyerek yeni fonksiyonlar yaratır. Bu fonksiyonlar
yükleme örneğin bıçak, araba ve bilgisayar gibi nesnelere fonksiyon yüklemeden
farklıdır. Bu nesneler fizik yapılarından dolayı bir fonksiyon taşır. Fakat
kişiye başkan, kâğıda para fonksiyonu yüklemek uylaşımsal ve sosyal bir
olgudur. Bunlar fizik yapısından dolayı değil; uylaşımdan dolayı fonksiyon taşır.
Oluşturucu
kuralların etkin olabilmesi önemli sonuca yol açar: Yeni bir erki, onaylayan erki yaratmak.
Nesnelerin ya da kişilerin kabul edilen statülerinin onaylanması da gerekir.
Onaylama da yeni bir erkin ortaya çıkması demektir. “X, C’de Y sayılır.” işlemine
karşılık olarak, “Kabul ederiz ki, S A’yı yapma gücüne sahiptir.” şeklinde
formüle edilebilir.
Bütün
haklar, görevler, yükümlülükler yeni güçler belirlenmesinden başka bir şey
değildir. Eğer trafik cezamı ödemekle yükümlüysem, benim yükümlülük formum
şöyle olur: “Kabul ederiz ki (S, 2
dolar ceza ödemelidir. Gücün negatif bir
statüsü yoktur. Örneğin S, ceza ödemez, denemez.
Oluşturucu
kurallar kabul edilebilir durumlar yaratır; daha doğrusu onların yarattıkları
durumları kabul edebilirim. Statünün fonksiyonel olması bu kabul süresine
bağlıdır. Bu nedenle son derece önemlidir. Örneğin biz Başkan’ı Başkan, kağıt
parçasını para kabul ettiğimiz sürece onlar Başkandır ve paradır. Kabulün sonucu deontolojiktir; haklar,
görevler, yükümlülükler, otoriteler, izinler vb. ortaya çıkar.
Filozof dil dışındaki kurumları sosyologlarla aynı şekilde yani
sosyal kurum diye niteler. Sosyal kurumların işleyişi sonunda ortaya çıkan
durumlara da kurumsal olgular adını verir.
Searle
önce kurumsal olguların da doğal olgular gibi çok çeşitli olduğuna dikkat
çeker. Her zaman dilsel ifadeleri özenle sınıflamaya çalışan filozof kurumsal
olguları sınıflamanın zorluğunu da belirtir. Ona göre kurumsal olguları sınıflamak
kolay değildir. Bunlar çoğunlukla heterojen ögeleri içerir. Örneğin olgu çok
çeşitli durumlar ve nesneler için kullanılabilir, “Parlamento erken seçim
kararı aldı.,” “Öğrenciler maç yapıyor.” “Paranın değeri düştü.” “Üniversiteler
açıldı.” “X Orgeneral oldu.” “Kurtuluş
bayramı kutlandı.” Bütün bu olgu türlerini sınıflamak kolay değildir.
Kurumsal
olguların varlıklarını bize bağlı olmaları, sübjektif, uylaşımla herkesçe kabul
edilmeleri fiktif değil de ontolojik kabul edilmelerini gerektirir. yine de
kurumlar beyinsel durumların bütününe indirgenemez; sadece her gözlemcinin
beyninde gerçekleştirilir (internalizm). Bununla birlikte kurumların varlığının
sübjektif olması epistemolojik objektiflikleriyle karşıt değildir.
Searle zihinsel olguları olduğu gibi kurumsal olguları
da aynı çerçeveden “biyolojik natüralizm” açısından ele alır. Filozofun
biyolojik natüralizmini sonraki bölümde ayrıntısıyla açıklayacağı. Onun tutumu
bir realizmdir. Bu realizm maddeyi değil de hayatı temel alan biyolojik natüralizmdir.
Kurumlar hayatta kalmanın en sosyal organizasyonlardır.
Searle kurumsal olguları ele alırken aynı zamanda
Austin’in dil projesini sonuçlarını da geliştirir. Dil Felsefesi IV kitabımızda
gösterdiğimiz gibi Austin’e göre söz edimleri belli prosedürlere göre
gerçekleştirilir. Austin evlilik, vaat, yargılama, açış töreni vs. gibi çeşitli
durumlarda gerçekleştirilecek söz edimlerinin neler olduklarını hangi
prosedürlere uygunluğunu, prosedürlerin sosyal açıdan uylaşımsallığını ve
kurumsallığını vurgular; ama prosedürlerin nasıl sosyal ve kurumsal bir güç
taşıdıklarına değinmez. Searle bu
noktada hocası Austin’in görüşlerini tamamlar söz edimlerinin etkin olmasını
“kurumsal olgular” çerçevesinde ele alır.
Searle kurumsal olgulara Söz Edimleri’nde
şu örnekleri verir. “Bay
Smith Bayan Jones ile evlendi”; “Dodger'lar Giant'ları 3-2”; “Green
hırsızlıktan suçlu bulundu”; “Bütçe Yasası Meclisten geçti.”[13]
Searle göre bu sözceler çeşitli olgu durumlarından söz etmektedir. Bir evlilik
töreni, bir futbol oyunu, bir duruşma, bir yasama edimi doğal olgulardan
farklıdır. Onların yapıları oldukça karmaşıktır. Onlarda fiziksel eylemler,
niyetler, saf duygular vardır. Bu karmaşık yapılarından dolayı onları
tanımlamak mümkün değildir.
Searle
tanımlamadığı ve sadece örneklerini verdiği bu olgulara kurumsal olgular demeyi
önerir. Ona göre bunlar gerçekten birer olgudur, ama kaba olguların
varoluşundan farklı olarak onların varoluşunun
arkasında birtakım insani kurumların var olduğu sayıltısı yatar.[14]
Searle’e
göre birey kuruma uygun şekilde davranmaya yatkındır ya da yeteneklidir. Bunu
belirleyen de, oluşturucu kuralların yapısıdır. Bu kurallar sadece kurumsal olguları ortaya çıkarmaz; aynı zamanda doğasını da belirler;
böylece bireyleri kurumlara uygun
davranmaya yatkın ve yetenekli kılar.
Kurumsal
olgular oluşturucu kural sistemleridir. Her kurumsal
Olgunun
temeli, “C bağlamında X, Y sayılır.” biçimindeki bir kuraldır (ya da kural sistemidir).
“Bir dili konuşmak,
oluşturucu kurallara uygun davranışlarda bulunmak demektir.” biçimindeki
varsayımımız, bizi, bir insanın, örneğin söz vermek gibi belli bir söz ediminde
bulunmasının, kurumsal bir olgu olduğu varsayımına götürür.[15]
Kurumsal
olgular, deyim yerindeyse, kaba doğal olguların en tepesinde bulunur; izole olgular
değildir; bir kurumlar ağı içinde yer alır,
diğer kurumsal olgularla ilişki içindedir. Örneğin, evlilik sistemi,
sözleşme sistemiyle ilişki içindedir. Sözleşme sistemi olmadan evlilik kurumu
oluşturulamaz. Sözleşme de vaat ve vaadini yerine getirmeden ayrı düşünülemez.
dil kurumsal olgular
Kurumsal
olguların fonksiyonel olma süreci dili işin içine dahil eder. Dilin fonksiyonu
daha önce belirlenmiş cümlelerini kullanarak
evlilik gibi bir kurumu oluşturabiliriz. Kurumsal olguların şaşırtıcı
bir özellikleri vardır. Onlar toplum tarafından kabul edildikleri sürece hiç
değişmezler.
Dile
ya da ona benzeyen tasavvurlar sistemine sahip varlıkların olduğu yerde, pek
çok kurumsal olgu da vardır. Dil epistemik olarak
vazgeçilmezdir. Dil, sosyal olguları ve karmaşık
durumları hem tasavvur etmemiz hem de açıklamamız için de gereklidir.[16]
Gerçekte
kurumsal olgular, sadece dille iletilebilen ortak inançları varsayar.
Kurumsal olguların dile bağlı olmasının şöyle bir gerekçesi vardır: Düşünce
doğal olarak kurumsal olguları düşünmeyi mümkün kılan sembollere ve kelimelere
bağlıdır. Kelimeleri ve sembolleri uygun şekilde kullanarak düşünürüz. Bunlar
olmadan düşünemeyiz. Bireylerin düşünemedikleri yani kurumsal olgular
varlıklarını sürdüremez. Bu açıdan dil,
kurumsal bir olgu olsa da indirgenemez bir kategori gibi kabul edilir. Uylaşım sayesinde X’in Y statüsünde olduğunu
söyleriz. X, Y’ dir demek y nesnesine
lengüistik bir statü vermektir. Çünkü Y statüsünü kazanan nesne, nesneyi aşan
herhangi bir şeyin kamusal, uylaşımsal bir sembolü olmuştur.
Dilin
sembolleştirme özelliği kurumsal olguların temelidir. Nesneye kurumsal bir
nitelik kazandıran şey, fiziksel özellikleri değildir; fonksiyonudur. Nesnenin işlevi dil aracılığıyla
betimlenmiştir. Kimin başkanlık yapabileceği ve hangi nesneye para deneceği
tanımlanmıştır. Tanımlamada fiziksel özellikler dikkate alınmaz. Bir devlet
başkanı sadece bedeni olan bir insan ve para da herhangi bir kağıt parçası gibi
değildir; onları başkan veya para yapan, fonksiyonlarıdır.
Bıçaklar ve sandalyeler açısından, işlevlerini gerçekleştirme
kapasiteleri fizik yapılarında mevcuttur; fakat para ya da başkanlık söz konusu
olduğunda, X nesnesi için, X türünden bir nesne olarak kendi özelliklerinden
başka ortada hiçbir şey mevcut değildir. X nesnesinin Y statü fonksiyonunu
kazanmasının tek yolu, X nesnesini bu işleve sahip olarak temsil etmektir.[17]
Kurumsal
olgular sözlerle nesnelerin güç ilişkilerinden doğan bir yapıdır. Doğal nesnelere yeni statüler ve güçler yükleyerek,
bunu da sözlerle ifade ederek kurumsal olgular yaratırız.
Doğal olguları belirleyen doğal nedenlerdir. Oysa kurumsal olgular
etkin faillerin ürünüdür. Etkin failler yani kişiler kurumsal olguları
oluşturacak sembolleri belirler ve onlara bir anlam yükler. Birey bu olguların
nasıl etkin olacağını bilir. Kurumsal olgular iki tarzda aktüelleştirilir:
A. Bireysel olarak: Bunun da iki biçimi vardır:
1.
Kendi eylemleriyle: Örneğin alışveriş yaparken parayı kullanma para kurumunu bireysel
aktüelleştirmedir.
2.
Kolektif bir eylemde üzerine düşeni yaparak: Örneğin futbol kolektif bir
eylemdir. Ancak bu oyun her futbolcunun teker teker üzerine düşeni yapmasıyla
oynanır.
B.
Kolektif eylemi birlikte yaparak: Bir şeyi kolektif olarak yapmayı düşünme onu birlikte
yapmayı istemedir ya da böyle yapılması gerektiğine inanmadır. Örneğin futbol
kolektif bir eylemdir. Futbolcular da
diğer kolektif eylemi yapanlar gibidir; iş birliği yaparlar; aynı durumda yani
maçta, aynı şeyleri yani kazanmayı düşünürler.
Kolektif
yönelimlilik ile bireysel yönelimliliğin içerikleri farklıdır. Bir şeyin
fonksiyonu üzerinde kolektif uylaşım varsa o şey kesinlikle kurumsal olgu
ortaya çıkarır.
Kurumsal
olguları ortaya çıkaran oluşturucu kurallar bazen tek bir süreci bazen de süreçler
bütününü yönetir. Örneğin satranç oyununu yöneten kurallar satranç masasındaki
oynama sürecini belirler. Oysa Trafik yasası taşıtların çok farklı
hareketlerini yönetir. Örneğin sağdan gitmelerini, kırmızı ışıkta durmalarını,
hız limitlerini vs. araç bakım zamanını ve süresini vs. organize eder.
Searle’e
göre sosyal olgular gerçekte kurumsal olgulardan başka bir şey değildir. Sosyal
realitenin altı özelliği vardır. Sosyal realite
1.
Sosyal olguları belirten kavramların referansları kendileridir. Bu kavramları
tanımlarını tatmin eden kavramlar gibi görürüz. Bir nesneyi para diye
tanımlamak onun para olması için yeterlidir. Önemli olan bir şeyin kurumsal
olguyu oluşturduğuna inanılmasıdır.[18]
2.
Kurumsal olgular performatif sözceler kullanılarak yaratılır. Bazı kurumsal
olgular “Adli yıl başladı.” gibi açık performatiflerin ifadesiyle
oluşturulabilir. Bir söz ediminin önermesel içeriği tarafından temsil edilen
nesne durumu bu söz ediminde doğar.
3.
Bir kurumsal olgu fizik bir dayanak olmadan var olabilir.
4.
Sosyal olgular arasında sistematik bir ilişki vardır. Bir kurumsal olgu izole
biçimde var olamaz. Kurumsal olgu zorunlu olarak diğer olgularla sistematik
ilişkiler bütününde etkin olabilir.
5.
Sosyal edimler sosyal objelere ve süreçler sonuçlara üstündür.
6.
Pek çok kurumsal olgunun lengüistik bileşenleri vardır. Sadece bir dile sahip
insanlar kurumsal olguları yaratabilir; çünkü lengüistik öge sosyal olgunun
aracıdır.[19]
Bazı
durumlarda kurumsal olgular failin statüsünü bildirir. Parti lideri, okul
müdürü, dernek başkanı, üniversite öğrencisi, banka müşterisi gibi ifadeler buna
örnektir. Kurumsal olgular da dilsel olan (Bu bir vaattir) ve olmayan (Bu bir
paradır) diye ikiye ayrılır.[20]
Kurumsal olgular canlı varlıkların da yer aldığı
dünyada bulunur. Dünya ise kuvvet
alanlarından ve fiziksel parçacıklardan oluşur. Bu
parçacıklardan bazıları bilinci üretir. Bu bilinç de, niyetliliği, yani zihnin
bir şeyleri tasavvur etme kapasitesini ortaya çıkarır. Peki, seçimler,
para ve futbol maçları şeklinde organize olan kurumsal olguların
dünyada bulunuşunu nasıl açıklayabiliriz? Bunu
cevaplamak için nesnel olanla öznel olanın özellikleri belirlenmelidir; zihnin
bu konuda ne rol oynadığı araştırılmalıdır.
Kurumsal
olguları inceleme izole bakış açısına ve sübjektif duygulara bağlı değildir;
objektif yargılar biçiminde ortaya konabilir.
Bu içselcilik Searle’ü yöntem bireyselciliğine* yaklaştırsa da o, kurumları bireysel yönelimler oyunu
olarak açıklayabileceğimizi iddia etmez. O, bu nedenle zihin felsefesine
“kolektif yönelimlilik” terimini dahil eder.
John
Searle’e göre sosyal realitenin altı ayırt edici özelliği vardır.
1.
Pek çok sosyal kavramın referansı kendisidir: Sosyal olguları belirten
kavramların gerçekliği başka bir şeye bağlı değildir. Cebimdeki şeyin, “para”
sayılmak için, insanlar tarafından “para” gibi görülmesi yeterlidir.[21]
O, para denmediğinde, para işlevini yerine getiremez.
2.
Sosyal olgular, edim sözel sözcelemlerle ortaya çıkar. Pek çok kurumsal olgu,
söz ediminin başarılı bir gerçekleştirilmesidir. Bu, sosyal olguların en
belirgin özelliklerinden biridir. Açıkça edim sözel sözcelemlerle çeşitli
önermeler ifade edilir. Bu önermelerin içeriği nesne durumlarıdır. “Oturum
açıldı.”, “Bütün servetimi yeğenime miras bırakıyorum.”, “Sizi başkan
yapıyorum.”, “Sa vaş ilan edildi.” gibi
cümlelerin edim sözel ifadesi, kurumsal olguları yaratır. Bu cümleler, temsil
ettikleri şeylerin durumunu yaratır. [22]
3.
Kurumsal olgular fizik olgulara dayanır: Doğal olgulara dayanmayan hiçbir
kurumsal olgu yoktur. Örneğin para kurumsal bir olgu olarak metalden ya da
kâğıttan yapılır. Para, bunlarla birlikte var olur. Fakat son zamanlarda
paranın fiziksel yapısında bir devrim oldu; para manyetik izler biçimine girdi.
Fakat bu durumun pek önemi yoktur, çünkü manyetik para da metal ya da kâğıt
paranın yaptığı işi yapar.[23]
4.
Kurumsal bir olgu, izole biçimde olamaz, çünkü kurumsal olgular arasında
sistematik bir ilişki vardır. Örneğin bir toplumda paradan söz edebilmemiz
için, onun bir değişim sistemi olmalıdır; bu sistemde mal ve hizmetler para
karşılığında değiştirilmelidir. Aynı şekilde evlilik, yalnız sözleşme
ilişkileri bulunan toplumlarda bir sosyal kurumdur.[24]
5.
Sosyal edimler sosyal objelere, süreçler sonuçlara üstündür: Sosyal objeler,
insandan bağımsız değildir. Onlar, doğa bilimlerinin objelerine de benzemez.
Bir yönetim, 100 dolarlık bir banknot ya da bir sözleşme, DNA molekülü gibi bir
entite değildir. Süreç, üründen üstündür. Sosyal objeler her zaman, bir
anlamda, sosyal edimler tarafından yaratıldı. Bir anlamda obje, sadece
aktivitenin sürekli bir imkânıdır.[25]
6.
Pek çok olgunun lengüistik bileşeni vardır. Diğer deyişle, lengüistik öge
olgunun bir bölümüdür.
– kurumsal olgular, süreli değildir, devamlıdır, insanların
ihtiyaçlarından ve arzulardan bağımsızdır.
Sonuç
olarak kurumsal olguların yaratılması gücü sürekli bir yapı ortaya koymaktır.
Kurumsal olgu yaratmak dört statüden birini oluşturmaktır:
A. Sembolik
gücü,
B. Deontik gücü, hakları ve yükümlülükleri;
deontik gücün varlık nedeni insanlar arası ilişkileri düzenlemektir. Deontik
güç insanların bazı şeyleri yapmasına izin verir ve bazı şeyleri yapmalarını
yasaklar.
C. Onur ve statü gücü; bu güç kurumlara
değer veya değersizlik kazandırır; ancak kazandırdığı bu değerin ve
değersizliğin sonuçlarıyla ilgili değildir.
D. Güç ve onur elde etmek için gerekli
prosedürlerin aşamaları.
Kurumlarda
haklara, sorumluluklara, onurlara ve değersizleştirmelere izin veren
prosedürler vardır. Buna izin veren güç, uylaşımsaldır. Searle bunu şöyle formüle eder:
S’nin
a gücüne sahip olduğunu kabul ediyoruz (S a’yı yapar)
İnsan
ve hayvan topluluklarında sosyal olgular varsa da kurumsal olgular yoktur. Kurumsal olgular sadece
insanlara özgüdür. İnsanın, kişilere ve nesnelere fonksiyonlar yüklemek gibi
çok çarpıcı bir yeteneği vardır. İnsan
bu yeteneğini kolektif tasavvur olabilecek şekilde tezahür ettirir; kurumsal
olguları yaratır yani sembolleştirme ve
anlam yükleme kapasitesiyle kaba bir olguya yeni ve semantik bir statü ve
fonksiyon kazandırır. Kurumsal olgular
statüleri ve fonksiyonlarıyla hukuk, etik
ve söz edimleri gibi
alanlarda etkindir.
toplum
Kurumsal
olguların anlaşılması toplum anlayışından ayrılamaz; çünkü kurumsal olgular
toplumda ve toplum için vardır. Searle bir sosyolog olmasa da kendine özgü bir
toplum anlayışına sahiptir. Şimdi konumuzun tamamlayıcı bölümü olarak filozofun
toplumu nasıl gördüğünü anlatalım. John
Searle’ün toplumu açıklamak teoriye ve spekülasyona başvurmaz; fakat fizik
dünyadan; kuvvetten, maddeden oluşan tek bir dünyadan hareket eder. Onun toplum anlayışının temelinde bu realist
dünya kavramı vardır.
Searle’e
göre sosyal realite görünmez ve karmaşık bir yapı’dır. Biz sürekli olarak, bu yapının zaten varmış gibi göründüğü bir dünyada
yaşıyoruz. Bu yapıya dokunamayız. Yaşadığımız dünyada böyle bir yapı
gereklidir. Yapının bu karmaşıklığı bizi etkilemez,
görmeyiz. biz sadece onu görürüz ve ona uygun davranırız. Örneğin, nesneleri fonksiyonelliklerine ve anlaşılabilirliklerine göre ele alıyoruz. Fonksiyonellik
ve düşünülürlük bize doğal görünür. Fonksiyonellik ve anlaşılabilirlik bize doğal gelir. Onların dışındaki nesneleri algılamak
bizim için çok zordur. Görünmez yapı sayesinde dünyada en uygun bir
ortamda rahatça yaşarız.
Bu yapıyı analiz etmeden önce Searle, uygun olmayan yöntemleri eler.
Bu yöntemler şunlardır:
1. Fenomenoloji: Bu
yöntem, tüm duyusal ögeleri dışlayan
gözlemle kurumsal olguların karmaşıklığını göz ardı eder. Fenomenologun naiv
gözlemi sosyal yapının karmaşıklığını anlamaya izin vermez.
2. Davranışçılık: Davranışçı, izole davranışı gözlemleyerek
temeldeki yapıyı hesaba katmaz. İzole
davranışı gözlemekle, davranışı açıklayamayız
3. Bilişselcilik:
Davranışın kurallarla veya hesaplamalarla bağını göz ardı eder. İnsan davranışlarının
nedeni, kurallar ya da bilinçdışı hesaplamalar olamaz.
Sosyal
olguları analiz edebilmek için bazı ayrımlar yapmalıdır, çünkü realite,
A.
Objektif ya da sübjektif olabilir. Bu ayrım hem epistemolojik hem de ontolojik
alanda geçerlidir. Epistemolojik objektifliğe bir örnek verelim: “‘Kaplumbağa
Terbiyecisi Osman Hamdi Bey’in bir tablosudur.”, “Kaplumbağa Terbiyecisi güzel
bir tablodur.” dediğimizde ise, epistemolojik açıdan sübjektif bir realiteyi
dile getirmiş oluruz. Everest Dağı’nın var olması algılayan insana bağlı
değildir. O nedenle Everest Dağı ontolojik açıdan objektiftir. Oysa ağrının
varlığı onu duyumsayan kişiye bağlıdır. O nedenle ağrının varlığı, ontolojik
açıdan sübjektiftir.[26]
B.
Özünlü veya dışınlı olabilir: Bazı objelerin nitelikleri bizden bağımsızdır. Bu
tür özelliklere dışınlı diyoruz.
Bazı nitelikler ise, özelliklerini kullanıcıdan ya da gözlemciden alır. Bu
sonunculara da özünlü nitelikler
diyoruz.
C.
Bireysel yönelimlilik veya kolektif yönelimlilik konusu olabilir. Kolektif
yönelimlilik bir futbol maçında ya da senfoni orkestrasının konserinde olduğu
gibi, aynı işin birlikte yapılmasıyla gerçekleşir.
Hatta
insanların çatıştıkları çoğu durumlarda bile kolektif yönelimlilik yaşanır.
Örneğin birbiriyle rekabet eden iki insan aynı yönelimliğe en yüksek düzeyde
sahiptir.[27]
D.
Düzenleyici ya da oluşturucu kuralların ürünü olabilir. Düzenleyici kurallar
önceden var olan eylemlerin nasıl yapılacağını gösterir. Örneğin “Trafikte
zorunlu olmadıkça sağdan gitmelisin!”, “Bir tanıdığını görüp de konuşamazsan,
başınla selamlamalısın!” şeklindeki kurallar, önceden var olan bir şeyi
düzenler. Oluşturucu kurallar ise, bireysel inisiyatifin kullanılmasına izin
veren kurallardır. Örneğin bir satranç oyununda oyuncuların ne zaman hangi taşı
oynayacağına ilişkin bir düzenleme yoktur. Oyuncu taşları, kendi taktik
anlayışına göre hareket ettirir.[28]
Amerikan
filozof, sosyal realiteyi sosyologlardan farklı anlar. Ona göre bir toplum,
önermelerin bir bütünü ya da bir teori değildir. Sosyal veya kurumsal realite
pek çok tasavvuru içerir; toplumda sadece mantıksal tasavvurlar değil, ayrıca
lengüistik tasavvurlar da vardır.
Searle
bu kavramsal çerçeveden hareketle, kurumsal olgulara ilişkin genel bir
teorisini geliştirir. Bu genel “X, C'de Y olarak kabul edilir.” şeklinde formüle
edilebilir.
Searle
sosyal realiteyi analiz ederken, eğer denebilirse ontolojist bir tutum takınır;
sosyal realitenin fizik dünyada yaşandığına dikkat çeker; hatta bilincin, fizik
dünyanın bir ürünü olduğunu söyler. O der ki, bilinç, yönelimliliği yani zihnin
nesneleri düşünme kapasitesini ortaya çıkarır. Ancak Searle, bilinç konusunda
önemli bir noktaya dikkat çeker ve der ki, Her bilinç yönelimli olmadığı gibi,
her yönelimlilik de bilinçli değildir. Örneğin nedensiz kaygı gibi, hiçbir
şeyle ilişkili olmayan yönelimler vardır.[29]
Sosyal
olguları analiz edebilmek için bazı ayrımlar yapmalıdır, çünkü realite,
1.
Objektif ya da sübjektif olabilir. Bu ayrım hem epistemolojik hem de ontolojik
alanda geçerlidir. Epistemolojik objektifliğe bir örnek verelim: “‘Kaplumbağa
Terbiyecisi Osman Hamdi Bey’in bir tablosudur.”, “Kaplumbağa Terbiyecisi güzel
bir tablodur.” dediğimizde ise, epistemolojik açıdan sübjektif bir realiteyi
dile getirmiş oluruz. Everest Dağı’nın var olması algılayan insana bağlı
değildir. O nedenle Everest Dağı ontolojik açıdan objektiftir. Oysa ağrının
varlığı onu duyumsayan kişiye bağlıdır. O nedenle ağrının varlığı, ontolojik
açıdan sübjektiftir.[30]
2.
Özünlü veya dışınlı olabilir: Bazı objelerin nitelikleri bizden bağımsızdır. Bu
tür özelliklere özünlü
diyoruz. Bazı nitelikler ise, özelliklerini kullanıcıdan ya da gözlemciden
alır. Bu sonunculara da dışınlı nitelikler
diyoruz.
3.
Bireysel yönelimlilik veya kolektif yönelimlilik konusu olabilir. Kolektif
yönelimlilik bir futbol maçında ya da senfoni orkestrasının konserinde olduğu
gibi, aynı işin birlikte yapılmasıyla gerçekleşir.
Hatta
insanların çatıştıkları çoğu durumlarda bile kolektif yönelimlilik yaşanır.
Örneğin birbiriyle rekabet eden iki insan aynı yönelimliğe en yüksek düzeyde
sahiptir.[31]
4.
Düzenleyici ya da oluşturucu kuralların ürünü olabilir. Düzenleyici kurallar
önceden var olan eylemlerin nasıl yapılacağını gösterir. Örneğin “Trafikte
zorunlu olmadıkça sağdan gitmelisin!”, “Bir tanıdığını görüp de konuşamazsan,
başınla selamlamalısın!” şeklindeki kurallar, önceden var olan bir şeyi
düzenler. Oluşturucu kurallar ise, bireysel inisiyatifin kullanılmasına izin
veren kurallardır. Örneğin bir satranç oyununda oyuncuların ne zaman hangi taşı
oynayacağına ilişkin bir düzenleme yoktur. Oyuncu taşları, kendi taktik
anlayışına göre hareket ettirir.[32]
Sonuç
olarak kurumsal olguların yaratılması gücü sürekli bir yapı ortaya koymaktır.
Kurumsal olgu yaratmak dört statüden birini oluşturmaktır:
1. Sembolik gücün, anlamın
2. Deontik
gücün hakların ve yükümlülüklerin yaratılması. Deontik gücün varlık nedeni insanlar
arası ilişkileri düzenlemektir. Deontik güç insanların bazı şeyleri yapmasına
izin verir ve bazı şeyleri yapmalarını yasaklar.
3. Onur ve statü gücü; bu güç kurumlara
değer veya değersizlik kazandırır; ancak kazandırdığı bu değerin ve
değersizliğin sonuçlarıyla ilgili değildir.
4. Güç
ve onur elde etmek için gerekli prosedürlerin aşamaları.
Kurumların
içinde haklara, sorumluluklara, onurlara ve değersizleştirmelere izin veren
prosedürler vardır. Buna izin veren güç, uylaşımsaldır. Searle bunu şöyle formüle eder:
S’nin
a gücüne sahip olduğunu kabul ediyoruz (S a’yı yapar)
statü fonksiyonu
Searle’e göre kurumsal olgular temelde işlev yüklenmiş kaba
olgulardır. Birey işlevi olan kurumsal olguları önce gözlemler ardından
gözlemine uygun olarak gerektiği şekilde uygulayarak aktüelleştirir. İşlev
yükleme hayvanlarda yoktur.
Kişilerin
ve nesnelerin kurumsal bu fonksiyonları yerine getirebilmeleri için gerekli koşullar vardır: Ancak bu koşullar
olduğunda kişi başkan, kağıt para fonksiyonunu yerine getirebilir. Koşul başkan
için gerekli seçimi kazanmasıdır; para için ve belli özellikte ve yetkililerin
imzasını taşıyan kağıt olmadır. Searle koşulları taşıyanın etkin olabilmesini “statü
fonksiyonu” diye niteler. Kendisine bir statü yüklenmiş olan kişi ya da
nesnenin fonksiyonunu yerine getirebilmesi ise ancak söz konusu statünün kolektif
olarak kabul fonksiyonları
belirlemektir.
Özel mülkiyet, ehliyetli sürücüler, kokteyl partiler,
üniversiteler için durum tam budur. Ben böyle yüklenen fonksiyonlara “statü
fonksiyonları” diyorum. İnsan toplumunu bir arada tutan tutkal bu statü fonksiyonlarıdır,
çünkü toplumu olanaklı kılan özel bir tür deontolojiyi de beraberlerinde
getirirler. [33]
Karmaşık
toplumlarda yaygın statü göstergeleri, pasaportlar ve sürücü belgeleridir.
Bunlar, taşıyıcılarının yabancı bir ülkeye ya da yabancı bir ülkeden yasal
olarak seyahat hakkına sahip olma ve yasal olarak araba kullanmaya ehliyetli
olma statülerini gösterir. En yaygın statü gösterge aracı yazılı imzadır. Bir
belgeyi imzalamak yeni bir kurumsal olgu yaratabilir ayrıca yazılı imzanın
devam eden varlığı, diğer şeyler aynı kaldığı sürece, olgunun devam eden
varlığını gösterir. Canlı bir icra olmadan varlığını devam ettiren belgenin
üzerindeki imza, bu şekilde bir statü göstergesi alına rolünü yerine
getirebilir. Statü göstergelerinin işlevi daima epistemiktir (bilgiye dairdir).
[34]
Bazı
statü göstergelerinin açıkça dilsel olması zorunlu değildir; yani dilin
kelimeleri olma zorunlulukları yoktur.
Bazı statü göstergeleri semboliktir ve
her sembol gibi bir şeyler anlatır. Bir çeşit söz edimini yerine getirir.
Bu
göstergeler sadece epistemik işlevleri değil aynı şekilde anlamlı, törensel, estetik
ve daha da önemlisi kurucu diğer işlevleri de yerine getirirler.[35]
Örneğin özel uçaklar, alyanslar ve
üniformalar kelimeler kullanmadan bir statü anlatır. Özel uçağıyla gitmek,
değerli bir alyans takmak yeşil plakalı araca binmek, bir general elbisesi giymek. Bunlar kişilerin ekonomik, diplomatik ve
askeri statülerini bildirir.
Statülerin
kabul edilmesine de “Statü Fonksiyonu Beyanları” denir. Kurumsal olgular
yaratmanın mantıksal biçimi, beyanlardaki mantıksal biçimle aynıdır. Buradan hareke,
şunu söyleyebiliriz: Y statü fonksiyonunun var olduğunu kabul ettiğimiz anda, Y
statü fonksiyonunu da ortaya çıkarır.
Sosyal
fonksiyon fiziksel fonksiyondan farklıdır. Fizik nesnelerde fonksiyonellik
doğaldır. Örneğin yiyeceğin fonksiyonu beslenmeye, sandalyeninki oturmaya
bıçağınki kesmeye yaramasıdır. Oysa statü fonksiyonuna sahip olan şey kendi
doğal yapısında olmayan bir yeni özellik kazanır.
Bir kişinin veya bir nesnenin statü
fonksiyonuna sahip olduğunu düşünebiliriz ve buna ilişkin söylem ortaya koyabilir bu söylemi iletişim
aracı yapabiliriz. Konuşma sırasında birinin iyi/kötü başkan olduğundan, paranın değerini
koruduğundan/korumadığından söz edebiliriz.
Nesnenin statü fonksiyonuna sahip
olması dile bağlı değildir. Dilde buna ilişkin sözceler olmayabilir. Dilleri
yeterince gelişmemiş toplumlarda insanlar bir nesnenin statü fonksiyonuna sahip
olduğunu düşünüyorlarsa nesne o statüye sahiptir. Örneğin bir taşı sınır taşı
diye kabul ediyorlarsa, “sınır taşı”
diye bir ifade dillerinde olmasa da o taş sınır taşı olma görevi görür.
Statü fonksiyonunun formülü şöyledir:
“X, C’de Y olarak kabul edilir.”
Bu
formül sabit oluşturucu kuraldır. Bu
kural üç farklı şekilde statü beyanı ortaya çıkarabilir:
1.
Gelecekte X koşulları karşılanırsa, Y’nin statü fonksiyonuna sahip olduğunun
kabulü: Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde başkan adaylarından biri
yapılacak seçimde delegelerin çoğunu aldığında ve başkanlık yemini ettiğinde
Başkanlık fonksiyonu statüsü elde eder.
2.
Kimi statü beyanı önceden kararlaştırılmadan ortaya çıkan durumda doğal bir
ifade olarak belirtilebilir. Örneğin bir toplu harekette biri o anda toplum
tarafından lider kabul edilebilir. Bunun daha önceden statüsünü belirleme
koşullarının belli olması gerekmez. Statü fonksiyonunun bu türü de tıpkı
birincisi gibi, dünyayı değiştirir.
3.
Nesne ya da kişi söz konusu olmadan sadece Y fonksiyonun kabul edilmesi.
Örneğin bir Y fonksiyonu olan şirketin ve elektronik paranın durumu böyledir.
Şirkette veya elektronik parada Y fonksiyonuna sahip kişi ya da nesne
yoktur. Tıpkı diğer fonksiyon statüsü
vermelerde olduğu gibi, bu sonucu durumda da kurumsal olguları kurup devamını
sağlayan söz edimlerini yazılı versiyonları olmalıdır.
Bu
sonuncu statü verme yazıyı gerektiren durumdur. Tarih öncesi toplumlarda böyle
kurumlar oluşturulamaz. Şirketler, banka hesapları, hukuk sistemleri, telif
hakları hep nesnesiz statü oluşturmalardır; ama bunların hepsi de yazıyı
gerektirir. Bunlar yazıyla oluşturulur ve varlıklarını gene yazıyla sürdürür. Sözün
rolü, devrimlerde ve reform hareketlerinde çok daha iyi anlaşılır.
Bunların amacı mevcut statü fonksiyonu sistemini değiştirmektir. Bu değişikliği
gerçekleştirmek için yapılacak şey o statü fonksiyonunu sağlayan önceki söz
edimlerinden kurtulmaktır. Örneğin
feministler “Hanım ve “Bey” sözlerini bir ayrımcılık gibi görüp reddetmeyi
önerirler. Rusya’da komünistler yeni statü fonksiyonları yaratmak, eskilerini
ortadan kaldırmak amacıyla insanların birbirlerine “yoldaş” diye hitap ederler.
Bazı
statü fonksiyonu devrimlerde ve reformlarda olduğu gibi hem ortadan kalkmaz;
belli bir sürede gerçekleşir. Bu sürede statü ifade eden kelimeler zaman içinde
erozyona uğrar. Yavaş yavaş kullanımdan kalkar. Amerika’nın eski hukuk
sisteminde “evde kalmış” (spinster) sözünün belli bir yeri vardı, ama bugün bu
söz pek de kullanılmamaktadır. Aynı şekilde evlenememiş bayanlara söylendiğinde
bu söz muhatabı rencide eder. “Bekar” statü fonksiyonunun da artık giderek
etkisizleştiğini söyleyebiliriz. Kısaca söylersek kurumsal olgular bir statü
fonksiyonu beyanıyla ortaya çıkar.[36]
Kurallar
konusundaki açıklamalarımızı filozofun kurallar uymaya ilişkin düşüncelerini
vererek bitirelim.
1
Kural ancak belli bir niyetle uygulandığında nedensel bir özellik taşır.
2.
Fail açısından kurala bağlılık, normatiftir. Kuralın normatif içeri kaybetmenin
ve kazanmanın koşullarını; uygulamanın doğru olan ve olmayan biçimlerini
içerir.
3.
Her kuralın bir verilme biçimi olmalıdır. Bir kural sadece verilme biçimi
anlaşıldığında uygulanabilir. Verilmeyen kuralın uygulanması söz konusu
değildir.
4.
Kurallar bir bütün değildir; bu nedenle birine uymak zorunlu olarak diğerine
uymayı da içermez.
5. Kimi kuralların kaplamaları aynıdır.
Örneğin tek şeritli bir yolda “sağdan gitmek” kuralı ile “tekerliğin yolun orta
çizgisini geçmemesi” kuralı aynı şeyi söyler.
6.
Kuralların uygulaması bilinci ya da otomatik olabilir. Düşünmeden uygulanan
kural bilinçli uygulandığındaki kadar etkindir.
7.
Kurallar bireyin bilincinde kelimeler ve ifadeler halinde var olmalıdır.
8.
Kurala uyma kişinin gönüllü olarak yaptığı bir şeydir.
9.
Kuran nedensel olarak iş görür.
9.
Kural kesin ve açık ise yoruma ihtiyaç yoktur. Kuralı yorumlama nedeni açık ve
kesin olmamasıdır.[37]
[1]
Searle, Actes de langage, p. 254.
[2]
Searle, Actes de langage, p.254.
[3]
Loc. cit.
[4]
Loc.cit.
* Tiers État (diğer bir
deyişle Üçüncü Toplumsal Tabaka), sınıf kavramından önce Fransa'da var olan
üç toplumsal tabakadan biriydi. Bu tabakada burjuvalar, zanaatkarlar, köylüler ve işçiler bulunuyordu.
Diğer iki tabaka ise asiller (kılıçlılar) ve din
adamlarıydı (cübbeliler).
[5]
Sieyès Emmanuel-Joseph, Qu’est-ce que le Tiers-État ?,
A. Corréard, Paris, 1822 [1788].
[6]
Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası s. 49.
[7]
Searle, Actes de langage, p. 72.
[8]
Searle, Actes de langage, p. 72.
[9]
Searle, Actes de langage, p. 106.
[10]
Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası, s. 55.
[11]
Ibid., p. 44.
[12]
Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası, s. 153.
[13]
Searle, Söz Edimleri, s. 124.
[14]
Searle, Söz Edimleri, s. 125.
[14] Searle, Söz Edimleri, s.
125.
[15]
Searle, Söz Edimleri, s. 125.
[16]
Op. cit., p. 57.
[17] Searle,
Zihin Dil ve Toplum, s. 176.
[18]
Searle, 1998, p. 52.
[19]
Searle, 1998, p. 56.
[20]
Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası, s. 154.
* Yöntem bireyciliği
sosyolojide, sosyal olguları bireysel eylemlerin sonuçlarının toplamı gibi
görmedir.
[21]
Searle, p. 50.
[22]
Ibid., p. 53.
[23]
Loc. cit.
[24]
Loc. cit.
[25]
Op. cit., p. 56.
[26]
Ibid., p. 22.
[27]
Ibid., p. 43.
[28]
Ibid., p. 45.
[29]
Searle, p. 20.
[30]
Ibid., p. 22.
[31]
Ibid., p. 43.
[32]
Ibid., p. 45.
[33]
Searle, “Dil ve Toplum Ontolojisi”, çev. Levent Aysever, SDÜ Fen Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Nisan 2016, Sayı: 37, s. 235.
[34]
Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası, s. 153.
[35]
Searle, Sosyal Gerçekliğin İnşası, s.
153.
[36]
Searle, “Dil ve Toplum Ontolojisi”, s.236-238.
[37]
Searle, Bilinç v e Dil, 175-178.