16 Nisan 2021 Cuma

VAAT: SÖZ EDİMLERİNİN PROTOTİPİ

VI. Vaat: Performatifin Paradigması

Yukarıda söylediğimiz gibi performatif sözcelerin sayıları sınırlanamaz; pek çok performatif sözce vardır. Öte yandan onları Searle’ün yaptığı gibi sınıflamak da imkânsızdır. Bu sözcelere ilişkin formüller de ortaya konamaz. Biz performatif sözceleri öğreniriz ve uygun bağlamlarda söz edimi olarak kullanırız. Austin açık performatif sözcelerin gramatikal ölçütlerini vermiştir. Bu ölçütlerden biri de şudur: Her açık performatif sözcede haber kipinde performatif bir fiil vardır. Burada şöyle bir sorun ortaya çıkar: Aynı gramatikal ölçütlere sahip bütün performatifler performatiflik bakımından eşit değerde midir? Yoksa bazı sözce türleri diğerlerinden daha üstün müdür? Şimdi bu soruyu cevaplayalım.

Austin’e göre bütün performatiflerin gramatikal biçimleri aynı olsa da performatifliği temsil dereceleri farklıdır. Performatifliği en iyi temsil eden de vaat sözcelerdir. Vaat, performatiflerin en saf biçimidir; prototipidir. Vaadin betimsel modele karşıtlığı çok açıktır. Bir vaat sözcesinde betimin hiçbir izi yoktur.

Giriş’te söylediğimiz gibi Austin vaat sözcelerinin önemini daha Prichardt’ın öğrencisiyken keşfetmişti. Prichardt Austin’e vaat sözcelerini araştırma görevi vermişti. O nedenle Austin bu sözceler üzerinde çok erken dönemde düşünmeye başlamıştı. Vaat, sözcelerin analizinde stratejik bir önem taşır; çünkü

1.    Bağlam ne kadar değişirse değişsin, vaat sözcesi hep başka bir anlamda değil; sadece vaat anlamında anlaşılır.

2.    Vaat sözcesi tam bir ifadedir; örtük ya da birincil değil; açık performatiftir. Bu nedenle başarılı olup olmadığı kesindir.

3.    Vaat sözcesi otonom değildir; taahhüdü içerir. Taahhüt yoksa hiçbir şey vaat edemem.

4.    İyi ifade edilen bir vaat sözcesi, açıkça ve kesinlikle anlaşılır.

5.    Vaat, yalnız düşünmeye indirgenemez; onun ölçüsü düşünme değil; samimiyettir.

 

Samimiyet vaadin başarı koşullarındandır. Sadece vaadimde samimiysem yani vaat etme niyetim varsa vaat edebilirim. Samimiyet yalnız vaat sözceleri için değil; bütün performatifler için gerekli koşuldur ve performatiflerin tamamlayıcısıdır.

Vaatte samimiyet şudur: Bir şey söylemenin ötesinde, söylenen şeyin gerçekliğine inanmak. Kişi nasıl “Sevdiğin film gösterimde.” diyen birine inanıyorsa “sana …i vaat ediyorum.” diyen kişiye de inanır. Her iki durumda da kişi, samimi olduğunu ifade eder; vaatte, vaadini yerine getirmeyi ve bildirimde sözünün doğruluğunu samimiyetle söyler. Nasıl ki, filmle ilgili bir sözce, gerçek bir inanç sözcesi ise, vaat eden de gerçek olan bir şeye inanır. “Vaat” söz ediminin özgün biçimi budur.

Austin’e göre vaat sorunu sanki bizdeki bir sübjektiflik alanı gibidir; ifade edilemeyen iç yönelimler alanına benzer. Samimi olmayan vaat şöyle formüle edilebilir: Vaat ediyorum; fakat vaat etme niyetim yok; vaat ettiğimi söylesem de gene bunu söylemiyorum. Diğer deyişle konuşan sanki söylediği şeyi yerine getirmek zorunda değil, gibidir. Bu durumda

açıkça bir samimiyetsizlik söz konusudur. Kuşkusuz burada bir başarısızlık vardır. Bu başarısızlık bir bildirime zarar verir. Samimiyetsizlikten doğan başarısızlık, vaadimi yerine getirmediğimde onu enfekte eden başarısızlıkla aynıdır. Yerine getirme niyetim yoksa ve “Vaat ediyorum.” dersem, inanmadığım halde bir durumun şöyle olduğunu söylemiş gibi olurum.[1]

Austin vaatte gerekli niyetlerin bulunmadığı durumlara şu örnekleri verir:

Vaadimi tutmayı hiç düşünmediğim halde “vaat ediyorum.” […]

Vaadi ele alalım: Kuşkusuz belli bir niyete sahip olmalıyım. Fakat aynı zamanda onu yapılabilir bir şey gibi de görmeliyim ve vaatte muhatabımın onda bir yararı olduğunu düşündüğünü de düşünmeliyim [...][2]

Vaat ve bildirim belli bir düşünceye sahip kişilerce kullanılan iki prosedürdür.[3]

Bir vaatten söz etmek, iki kişinin ilişkisinden söz etmek gibi değildir; çünkü vaadin sonucu iki insanın ilişkisinin sonucundan çok daha fazla bir şeydir. Vaat iki kişi arasında özel bir bağ kurar. Kişilerden biri, bir şey talep eder; diğeri bu talebi gerçekleştirmeye zorlanır. Bu bağ, vaadin hem sonucudur hem de ürünüdür. Vaadin özü belirlenen süreyi aşmamaktır.

Vaat, “Oturum kapandı.”, “Saldırgan köpek!” “Gidin!” gibi birincil performatiflere karşıt olarak açık performatiftir. Birincil performatiflerde yapılan şey yeterince açık değildir; cümlenin anlamı durumlara göre değişebilir. Örneğin “Orada olacağım.” cümlesi bağlamlara göre bir vaat, bir uyarı, bir önceden haber verme olabilir. Oysa “Uzun zaman kalmamayı sana vaat ediyorum.” “Uzun zaman kalmayacağım konusunda uyarıyorum.” sözceleri bağlamdan bağımsız, sabit ve değişmez bir edimsözel güce sahiptir. Bu açık özellik Austin’e göre hukukta yargılama için önemlidir. Bir performatif yeterince açık değilse, anlama güçtür; eylemin doğası belirsizdir ve eylemin kendisi de başarısızdır. Örneğin “Orada olacağım.” gibi bir sözceyi alalım. Bu sözcede vaat açık değildir ve sözcenin pek çok yorumu olabilir; hatta sözce vaat bile olmayabilir. Bu sözce performatif midir, değil midir? Bazen bu da bilinmeyebilir. Bu durumda sözce, açık performatife karşıt “birincil performatif.” olur.

Vaadin performatif olduğu kesindir; problem bilinmesinde değil; gerçekleştirilmesindedir. Vaat bazı durumlarda gerçekleştirilmeyebilir.[4]

Kişi tutma niyeti taşısın ya da taşımasın; vaat sözceyle ifade edilir; her durumda söz vermeyle gerçekleşir. Vaat ile vaadi gerçekleştirme arasında uzun ya da kısa bir süre vardır. Bu sürede vaat edilen kişi itiraf etsin ya da etmesin; kuşkuya düşer; çünkü vaadin tutulmama olasılığı vardır.

Vaat tutmama niyetiyle söylense bile yanlış bir ifade değildir. Vaat ettiğini söyleyen kişi, yaptığı şeyi şey betimlemez; sadece vaat eder; ne yaptığını bildirir. Ancak “vaat etmek” fiili betimsel durumlar için kullanılabilir. Örneğin “…i vaat etmek üzereyim.” sözcesinde bir vaat yoktur. Öbür yandan vaat etmek, fiilinin birinci tekil şahıs dışında kullanımı vaat değildir. Örneğin “…i vaat ediyorsun.” ya da “…i vaat ediyorlar.” bir şey vaadi değildir.

Vaat sözceleri açıklama cümlesi değildir; bu nedenle bilgi ifadelerine de benzemez. Bu bakımdan “Bunu nasıl biliyorsun?” sözcesine karşıttır. Bu karşıtlık “Buna nasıl inanıyorsun?”un “Bunu nasıl biliyorsun?”a karşıtlığı gibidir. “Bunu biliyorum” diyene “Neye dayanarak biliyorsun?” diye sorabiliriz. Ancak “Nasıl inanıyorsun?” ya da “Neye dayanarak inanıyorsun?” diye soramayız. “Neye dayanarak biliyorsun?” ve “Niçin buna inanıyorsun?”; bunlar Austin’de iki temel karşıtlıktır.

Bilme inanmaya karşıt olduğu gibi, vaade de karşıttır “Vaat ediyorum.”la “Biliyorum.”, taban tabana zıttır.

Vaat bir yetkilinin ad vererek bir yapıyı hizmete açmasından çok farklıdır. Bu farklılık vaadin doğasını çok iyi açıklar. Vaat etmek için belli kelimeleri söylemek, sadece “…i vaat ediyorum.” demek yeterlidir. Oysa bir köprüyü hizmete açmak için bazı sözleri söylemek, örneğin “Bu köprüyü … adıyla hizmete açıyorum.” denmelidir; ama bu, yeterli değildir. Söz, herhangi bir zamanda ve ortamda değil; düzenlenen törende ve köprünün yanında söylenmelidir. Oysa vaat her yerde ve her zaman yapılabilir. Öbür yandan kişinin vaatte bulunmak için yetkili olma koşulu da yoktur. Ne dediğini bilen herkes vaatte bulunabilir. Oysa ne dediğini bilen herkes bir şeyi hizmete açamaz; sadece yetkili açabilir. Ayrıca vaat için önceden belirlenmiş hiçbir prosedür yoktur; hâlbuki köprüyü işletmeye açarken belli prosedürlere uyulmalıdır; örneğin kurdele kesilmelidir. Sözce söylendiği halde kurdele kesme gibi prosedür yoksa işletme hizmete açılamaz.

Niyet vaadi belirlemez yani vaat etmeye niyet etmek, vaatte bulunmak değildir. Vaat, “vaat ediyorum.” demekten ibarettir; belli sayıda koşullar varsa ve prosedürlere de uygunsa başarılıdır. “Niyet” bu koşullardan sadece biridir; ama vaadi tek başına açıklayamaz; vaadin gerçekleşmesini garanti etmez.

Varsayalım ki, vaadimi tutmayı düşünmüyorum; yine de “Vaat ediyorum.” diyorum. Bu durumda vaat başarısızıdır. Vaadimi yineliyorum: Kuşkusuz bir niyetim olmalı; fakat gerçekleştirilebilir bir şey de olmalı.

Bir vaatte bulunmuşsam, vaadimi tutmalıyım; sözümden dönmemeliyim. Vaat yapı olarak bildirimden farklıdır. Austin’in dediği gibi kimse şunu inkâr edemez: “Vaat ediyorum” kelimeleri, ciddi ve samimi olarak söylenmelidir. Bu ifade biraz kapalı gibi görünebilir; yine de doğrudur. Burada sorabiliriz: Vaatte kelimeleri ciddi yapan nedir? Bir iç edimin görülebilir göstergesi gibi olmaları. Vaat kelimeleri gerçekte bir araçtır; bu araçla edimin izleri korunur ya da başkalarına aktarılır. Pek çok durumda şuna kolayca inanırız: Dış sözceleme, bir iç ediminin doğru ya da yanlış betimidir:

“…maya söz veririm.” gibi daha bir huşu uyandırıcı edimsellerin bazılarını düşünürsek, itiraz ederken aklımızda tamamen farklı ve bu defa bütünüyle yanlış anlamaya dayanan bir şey olabilir. Sözler muhakkak “ciddi olarak” ve ciddiye alınacak biçimde söylenmelidir. Bu biraz muğlak olmakla birlikte genel anlamda yeterince doğru. Hangisi olursa olsun bir sözcelemin meramı tartışılırken önemli bir klişe. Söz gelişi şaka yapıyor ya da şiir yazıyor olmalıyım. Fakat sözcelemin ciddiyetinin kolaylıkla ya da başka bir gerekçe ile ya da haberdar olunsun diye dâhili ve tinsel bir edimin (yalnızca) harici ve görülebilir bir imi olarak sözcelenmelerinden kaynaklandığı gibi bir duygu taşıma eğilimi vardır bizde: Harici bir sözcelemin hem ciddi olduğuna inanır ya da ciddi olduğunu varsayarız hem de harici sözcelemin değişik amaçlarla dâhili biri edimin meydana geldiğini, doğru ya da yanlış biçimde betimlemekte olduğunu kavramayız. Bu fikrin klasik ifadesini Hippolytos’ta (1.614) bulmak mümkündür. Hippolytos burada

 

ἡ γλῶσσ᾽ ομώμοχ' ἡ δὲ φρήν ἀνώμοτος

 

yani “dilim yemin etti, ama yüreğim (aklım ya da sahne gerisindeki diğer sanatçılar) etmedi.”[5], der. Bunun içindir ki “…maya söz veririm.” demek bana bir yükümlülük yükler; kendi kendime gönül rızasıyla tinsel bir kelepçe taktığımı kayda geçirir.[6]

Bu satırlardan anlıyoruz ki, duygular fazla derin ya da formalite aşırı biçimsel olursa ahlâka aykırılık ortaya çıkar. Yine de söz vermede içsel-zihinsel bir şey vardır. Ahlâk teorisyenleri söz vermeyi yüzeysel olarak değerlendirmişlerdir ve ondaki içsel boyutu dikkate almamışlardır. [….] Yine de Hyppolitos’a bir çıkış yolu; iki eşli birine “Evet, bu kadını eş olarak alıyorum.” dediğinde bir özür ve sahtekâra “Bahse girerim.” dediğinde bir savunma imkânı sunar. Kesinlik ve ahlâkilik, “Sözümüz senettir.” diyen kişinin yanındadır.[7]

Kısaca söylersek insanın iç dünyası ahlâka aykırı davranmanın önünde bir settir; çünkü vaat etmek, sadece kelimeleri söylemekten ibaret değildir; bu, iç ve ruhsal bir edimdir.

Bu alıntı çok ironiktir ve şu düşünceyi savunur: Yükümlülükten sadece vaat sözcesi sorumludur. Vaat uylaşımdan dolayı herhangi bir şeye angaje olur. Austin vaadin ahlâki özelliğini inkâr etmez; fakat sadece şunu hatırlatır: Vaatteki ahlâki özellik sözünü tutmakla ya da tutmamakla ilgilidir. Uylaşım bir vaadi kesin hale getirir. Vaadin bağlanma boyutu, muhatapların denmek istenen şeyi anladıkları sözde bulunur. Sadece vaatle girişilen bağlanma vardır; çünkü vaat ederken hitap ettiğim kişiler şunu kabul ederler: Uylaşımsal bir vaat prosedürünü bilerek başlatıyorum ve bu sözümle kendimi yükümlülük altına sokuyorum. Bu kişiler vaadimi tutmadığımda beni eleştirebilirler. Vaat etmemişsem bu eleştiri yapılamaz.

Vaadin performatifin bir prototipi oluşuna dair söyleyeceklerimiz bunlardır. Yukarıdaki bölümlerde demiştik ki, İkinci Austin performatifi saptayıcı sözcelere karşıtlığını dikkate alarak inceler. Burada performatifin prototipinin vaat olduğunu söylediğimize göre performatif/saptayıcı karşıtlığı vaat/saptayıcı karşıtlığından hareketle anlaşılabilir. O zaman şöyle bir problem ortaya çıkar: Austin’de vaat/saptayıcı karşıtlığı genel olarak performatif/saptayıcı karşıtlığı içinde düşünülebilir mi? Yoksa Austin’in vaat/saptayıcı karşıtlığına dair daha özel açıklamaları var mıdır? Buna cevap olarak diyebiliriz ki, kuşkusuz tüm performatifler için söylenen saptayıcı karşıtlığı ifadeler vaat sözceleri için de geçerlidir. Ancak yeterli değildir. Austin vaat/saptayıcı karşıtlığına dair Moore paradoksu çerçevesinde önemli ve özel açıklamalar yapmıştır. Bu açıklamaları burada ayrıntılı olarak ele alamayız. O nedenle konuya aşağıda ilgili yerlerde değineceğiz.

 

 



[1]              Austin, Quand dire, c’est faire, p. 80.

[2]   Ibid., p. 70.

[3]   Ibid., p. 77.

[4]   Ibid., p. 63.

[5]   Austin burada şu dipnotu ekler: Sahne gerisindeki herkesin –ışıkçıların, yönetmenin hatta suflörün-varlığnı inkâr etmek gibi bir niyetim yok; itirazım yalnız oyunda lüzumsuz kalabalık yaratacak birtakım işgüzar dublörlere.

[6]   Austin, Söylemek ve Yapmak, s. 46-47.

[7]   Austin, Quand dire, c’est faire, p. 44.