VI. Vaat: Performatifin Paradigması
Yukarıda söylediğimiz gibi performatif sözcelerin sayıları
sınırlanamaz; pek çok performatif sözce vardır. Öte yandan onları Searle’ün
yaptığı gibi sınıflamak da imkânsızdır. Bu sözcelere ilişkin formüller de
ortaya konamaz. Biz performatif sözceleri öğreniriz ve uygun bağlamlarda söz
edimi olarak kullanırız. Austin açık performatif sözcelerin gramatikal
ölçütlerini vermiştir. Bu ölçütlerden biri de şudur: Her açık performatif
sözcede haber kipinde performatif bir fiil vardır. Burada şöyle bir sorun ortaya
çıkar: Aynı gramatikal ölçütlere sahip bütün performatifler performatiflik
bakımından eşit değerde midir? Yoksa bazı sözce türleri diğerlerinden daha
üstün müdür? Şimdi bu soruyu cevaplayalım.
Austin’e göre bütün performatiflerin gramatikal biçimleri
aynı olsa da performatifliği temsil dereceleri farklıdır. Performatifliği en
iyi temsil eden de vaat sözcelerdir. Vaat, performatiflerin en saf biçimidir;
prototipidir. Vaadin betimsel modele karşıtlığı çok açıktır. Bir vaat
sözcesinde betimin hiçbir izi yoktur.
Giriş’te söylediğimiz gibi Austin vaat sözcelerinin önemini
daha Prichardt’ın öğrencisiyken keşfetmişti. Prichardt Austin’e vaat
sözcelerini araştırma görevi vermişti. O nedenle Austin bu sözceler üzerinde
çok erken dönemde düşünmeye başlamıştı. Vaat, sözcelerin analizinde stratejik
bir önem taşır; çünkü
1.
Bağlam ne kadar değişirse değişsin, vaat sözcesi
hep başka bir anlamda değil; sadece vaat anlamında anlaşılır.
2.
Vaat sözcesi tam bir ifadedir; örtük ya da
birincil değil; açık performatiftir. Bu nedenle başarılı olup olmadığı
kesindir.
3.
Vaat sözcesi otonom değildir; taahhüdü içerir.
Taahhüt yoksa hiçbir şey vaat edemem.
4.
İyi ifade edilen bir vaat sözcesi, açıkça ve
kesinlikle anlaşılır.
5.
Vaat, yalnız düşünmeye indirgenemez; onun ölçüsü
düşünme değil; samimiyettir.
Samimiyet vaadin başarı koşullarındandır. Sadece vaadimde
samimiysem yani vaat etme niyetim varsa vaat edebilirim. Samimiyet yalnız vaat
sözceleri için değil; bütün performatifler için gerekli koşuldur ve
performatiflerin tamamlayıcısıdır.
Vaatte samimiyet şudur: Bir şey söylemenin ötesinde,
söylenen şeyin gerçekliğine inanmak. Kişi nasıl “Sevdiğin film gösterimde.”
diyen birine inanıyorsa “sana …i vaat ediyorum.” diyen kişiye de inanır. Her
iki durumda da kişi, samimi olduğunu ifade eder; vaatte, vaadini yerine
getirmeyi ve bildirimde sözünün doğruluğunu samimiyetle söyler. Nasıl ki,
filmle ilgili bir sözce, gerçek bir inanç sözcesi ise, vaat eden de gerçek olan
bir şeye inanır. “Vaat” söz ediminin özgün biçimi budur.
Austin’e göre vaat sorunu sanki bizdeki bir sübjektiflik
alanı gibidir; ifade edilemeyen iç yönelimler alanına benzer. Samimi olmayan
vaat şöyle formüle edilebilir: Vaat ediyorum; fakat vaat etme niyetim yok; vaat
ettiğimi söylesem de gene bunu söylemiyorum. Diğer deyişle konuşan sanki
söylediği şeyi yerine getirmek zorunda değil, gibidir. Bu durumda
açıkça bir samimiyetsizlik söz konusudur. Kuşkusuz burada
bir başarısızlık vardır. Bu başarısızlık bir bildirime zarar verir.
Samimiyetsizlikten doğan başarısızlık, vaadimi yerine getirmediğimde onu
enfekte eden başarısızlıkla aynıdır. Yerine getirme niyetim yoksa ve “Vaat
ediyorum.” dersem, inanmadığım halde bir durumun şöyle olduğunu söylemiş gibi
olurum.[1]
Austin vaatte gerekli niyetlerin bulunmadığı durumlara şu
örnekleri verir:
Vaadimi tutmayı hiç düşünmediğim halde “vaat
ediyorum.” […]
Vaadi ele alalım: Kuşkusuz belli bir niyete
sahip olmalıyım. Fakat aynı zamanda onu yapılabilir bir şey gibi de görmeliyim
ve vaatte muhatabımın onda bir yararı olduğunu düşündüğünü de düşünmeliyim [...][2]
Vaat ve bildirim belli bir düşünceye sahip kişilerce
kullanılan iki prosedürdür.[3]
Bir vaatten söz etmek, iki kişinin ilişkisinden söz etmek
gibi değildir; çünkü vaadin sonucu iki insanın ilişkisinin sonucundan çok daha
fazla bir şeydir. Vaat iki kişi arasında özel bir bağ kurar. Kişilerden biri,
bir şey talep eder; diğeri bu talebi gerçekleştirmeye zorlanır. Bu bağ, vaadin
hem sonucudur hem de ürünüdür. Vaadin özü belirlenen süreyi aşmamaktır.
Vaat, “Oturum kapandı.”, “Saldırgan köpek!” “Gidin!” gibi
birincil performatiflere karşıt olarak açık performatiftir. Birincil
performatiflerde yapılan şey yeterince açık değildir; cümlenin anlamı durumlara
göre değişebilir. Örneğin “Orada olacağım.” cümlesi bağlamlara göre bir vaat,
bir uyarı, bir önceden haber verme olabilir. Oysa “Uzun zaman kalmamayı sana
vaat ediyorum.” “Uzun zaman kalmayacağım konusunda uyarıyorum.” sözceleri
bağlamdan bağımsız, sabit ve değişmez bir edimsözel güce sahiptir. Bu açık özellik
Austin’e göre hukukta yargılama için önemlidir. Bir performatif yeterince açık
değilse, anlama güçtür; eylemin doğası belirsizdir ve eylemin kendisi de
başarısızdır. Örneğin “Orada olacağım.” gibi bir sözceyi alalım. Bu sözcede
vaat açık değildir ve sözcenin pek çok yorumu olabilir; hatta sözce vaat bile
olmayabilir. Bu sözce performatif midir, değil midir? Bazen bu da
bilinmeyebilir. Bu durumda sözce, açık performatife karşıt “birincil
performatif.” olur.
Vaadin performatif olduğu kesindir; problem bilinmesinde
değil; gerçekleştirilmesindedir. Vaat bazı durumlarda gerçekleştirilmeyebilir.[4]
Kişi tutma niyeti taşısın ya da taşımasın; vaat sözceyle
ifade edilir; her durumda söz vermeyle gerçekleşir. Vaat ile vaadi
gerçekleştirme arasında uzun ya da kısa bir süre vardır. Bu sürede vaat edilen
kişi itiraf etsin ya da etmesin; kuşkuya düşer; çünkü vaadin tutulmama
olasılığı vardır.
Vaat tutmama niyetiyle söylense bile yanlış bir ifade
değildir. Vaat ettiğini söyleyen kişi, yaptığı şeyi şey betimlemez; sadece vaat
eder; ne yaptığını bildirir. Ancak “vaat etmek” fiili betimsel durumlar için
kullanılabilir. Örneğin “…i vaat etmek üzereyim.” sözcesinde bir vaat yoktur.
Öbür yandan vaat etmek, fiilinin birinci tekil şahıs dışında kullanımı vaat
değildir. Örneğin “…i vaat ediyorsun.” ya da “…i vaat ediyorlar.” bir şey vaadi
değildir.
Vaat sözceleri açıklama cümlesi değildir; bu nedenle bilgi
ifadelerine de benzemez. Bu bakımdan “Bunu nasıl biliyorsun?” sözcesine
karşıttır. Bu karşıtlık “Buna nasıl inanıyorsun?”un “Bunu nasıl biliyorsun?”a
karşıtlığı gibidir. “Bunu biliyorum” diyene “Neye dayanarak biliyorsun?” diye
sorabiliriz. Ancak “Nasıl inanıyorsun?” ya da “Neye dayanarak inanıyorsun?”
diye soramayız. “Neye dayanarak biliyorsun?” ve “Niçin buna inanıyorsun?”;
bunlar Austin’de iki temel karşıtlıktır.
Bilme inanmaya karşıt olduğu gibi, vaade de karşıttır “Vaat
ediyorum.”la “Biliyorum.”, taban tabana zıttır.
Vaat bir yetkilinin ad vererek bir yapıyı hizmete açmasından
çok farklıdır. Bu farklılık vaadin doğasını çok iyi açıklar. Vaat etmek için
belli kelimeleri söylemek, sadece “…i vaat ediyorum.” demek yeterlidir. Oysa
bir köprüyü hizmete açmak için bazı sözleri söylemek, örneğin “Bu köprüyü …
adıyla hizmete açıyorum.” denmelidir; ama bu, yeterli değildir. Söz, herhangi
bir zamanda ve ortamda değil; düzenlenen törende ve köprünün yanında söylenmelidir.
Oysa vaat her yerde ve her zaman yapılabilir. Öbür yandan kişinin vaatte
bulunmak için yetkili olma koşulu da yoktur. Ne dediğini bilen herkes vaatte
bulunabilir. Oysa ne dediğini bilen herkes bir şeyi hizmete açamaz; sadece
yetkili açabilir. Ayrıca vaat için önceden belirlenmiş hiçbir prosedür yoktur;
hâlbuki köprüyü işletmeye açarken belli prosedürlere uyulmalıdır; örneğin
kurdele kesilmelidir. Sözce söylendiği halde kurdele kesme gibi prosedür yoksa
işletme hizmete açılamaz.
Niyet vaadi belirlemez yani vaat etmeye niyet etmek, vaatte
bulunmak değildir. Vaat, “vaat ediyorum.” demekten ibarettir; belli sayıda
koşullar varsa ve prosedürlere de uygunsa başarılıdır. “Niyet” bu koşullardan
sadece biridir; ama vaadi tek başına açıklayamaz; vaadin gerçekleşmesini
garanti etmez.
Varsayalım ki, vaadimi tutmayı düşünmüyorum; yine de “Vaat
ediyorum.” diyorum. Bu durumda vaat başarısızıdır. Vaadimi yineliyorum:
Kuşkusuz bir niyetim olmalı; fakat gerçekleştirilebilir bir şey de olmalı.
Bir vaatte bulunmuşsam, vaadimi tutmalıyım; sözümden
dönmemeliyim. Vaat yapı olarak bildirimden farklıdır. Austin’in dediği gibi
kimse şunu inkâr edemez: “Vaat ediyorum” kelimeleri, ciddi ve samimi olarak
söylenmelidir. Bu ifade biraz kapalı gibi görünebilir; yine de doğrudur. Burada
sorabiliriz: Vaatte kelimeleri ciddi yapan nedir? Bir iç edimin görülebilir
göstergesi gibi olmaları. Vaat kelimeleri gerçekte bir araçtır; bu araçla
edimin izleri korunur ya da başkalarına aktarılır. Pek çok durumda şuna kolayca
inanırız: Dış sözceleme, bir iç ediminin doğru ya da yanlış betimidir:
“…maya söz veririm.” gibi daha bir huşu
uyandırıcı edimsellerin bazılarını düşünürsek, itiraz ederken aklımızda tamamen
farklı ve bu defa bütünüyle yanlış anlamaya dayanan bir şey olabilir. Sözler muhakkak
“ciddi olarak” ve ciddiye alınacak biçimde söylenmelidir. Bu biraz muğlak
olmakla birlikte genel anlamda yeterince doğru. Hangisi olursa olsun bir
sözcelemin meramı tartışılırken önemli bir klişe. Söz gelişi şaka yapıyor ya da
şiir yazıyor olmalıyım. Fakat sözcelemin ciddiyetinin kolaylıkla ya da başka
bir gerekçe ile ya da haberdar olunsun diye dâhili ve tinsel bir edimin
(yalnızca) harici ve görülebilir bir imi olarak sözcelenmelerinden
kaynaklandığı gibi bir duygu taşıma eğilimi vardır bizde: Harici bir sözcelemin
hem ciddi olduğuna inanır ya da ciddi olduğunu varsayarız hem de harici
sözcelemin değişik amaçlarla dâhili biri edimin meydana geldiğini, doğru
ya da yanlış biçimde betimlemekte olduğunu kavramayız. Bu fikrin klasik
ifadesini Hippolytos’ta (1.614) bulmak mümkündür. Hippolytos burada
ἡ γλῶσσ᾽ ομώμοχ' ἡ δὲ φρήν ἀνώμοτος
yani “dilim yemin etti, ama yüreğim (aklım ya da
sahne gerisindeki diğer sanatçılar) etmedi.”[5],
der. Bunun içindir ki “…maya söz veririm.” demek bana bir yükümlülük yükler;
kendi kendime gönül rızasıyla tinsel bir kelepçe taktığımı kayda geçirir.[6]
Bu satırlardan anlıyoruz ki, duygular fazla derin ya da
formalite aşırı biçimsel olursa ahlâka aykırılık ortaya çıkar. Yine de söz
vermede içsel-zihinsel bir şey vardır. Ahlâk teorisyenleri söz vermeyi yüzeysel
olarak değerlendirmişlerdir ve ondaki içsel boyutu dikkate almamışlardır. [….]
Yine de Hyppolitos’a bir çıkış yolu; iki eşli birine “Evet, bu kadını eş olarak
alıyorum.” dediğinde bir özür ve sahtekâra “Bahse girerim.” dediğinde bir
savunma imkânı sunar. Kesinlik ve ahlâkilik, “Sözümüz senettir.” diyen kişinin
yanındadır.[7]
Kısaca söylersek insanın iç dünyası ahlâka aykırı
davranmanın önünde bir settir; çünkü vaat etmek, sadece kelimeleri söylemekten
ibaret değildir; bu, iç ve ruhsal bir edimdir.
Bu alıntı çok ironiktir ve şu düşünceyi savunur:
Yükümlülükten sadece vaat sözcesi sorumludur. Vaat uylaşımdan dolayı herhangi
bir şeye angaje olur. Austin vaadin ahlâki özelliğini inkâr etmez; fakat sadece
şunu hatırlatır: Vaatteki ahlâki özellik sözünü tutmakla ya da tutmamakla
ilgilidir. Uylaşım bir vaadi kesin hale getirir. Vaadin bağlanma boyutu,
muhatapların denmek istenen şeyi anladıkları sözde bulunur. Sadece vaatle
girişilen bağlanma vardır; çünkü vaat ederken hitap ettiğim kişiler şunu kabul
ederler: Uylaşımsal bir vaat prosedürünü bilerek başlatıyorum ve bu sözümle
kendimi yükümlülük altına sokuyorum. Bu kişiler vaadimi tutmadığımda beni
eleştirebilirler. Vaat etmemişsem bu eleştiri yapılamaz.
Vaadin performatifin bir prototipi oluşuna dair
söyleyeceklerimiz bunlardır. Yukarıdaki bölümlerde demiştik ki, İkinci Austin
performatifi saptayıcı sözcelere karşıtlığını dikkate alarak inceler. Burada
performatifin prototipinin vaat olduğunu söylediğimize göre performatif/saptayıcı
karşıtlığı vaat/saptayıcı karşıtlığından hareketle anlaşılabilir. O zaman şöyle
bir problem ortaya çıkar: Austin’de vaat/saptayıcı karşıtlığı genel olarak
performatif/saptayıcı karşıtlığı içinde düşünülebilir mi? Yoksa Austin’in
vaat/saptayıcı karşıtlığına dair daha özel açıklamaları var mıdır? Buna cevap
olarak diyebiliriz ki, kuşkusuz tüm performatifler için söylenen saptayıcı
karşıtlığı ifadeler vaat sözceleri için de geçerlidir. Ancak yeterli değildir.
Austin vaat/saptayıcı karşıtlığına dair Moore paradoksu çerçevesinde önemli ve
özel açıklamalar yapmıştır. Bu açıklamaları burada ayrıntılı olarak ele
alamayız. O nedenle konuya aşağıda ilgili yerlerde değineceğiz.
[1]
Austin, Quand dire,
c’est faire, p. 80.
[2]
Ibid., p. 70.
[3]
Ibid., p. 77.
[4]
Ibid., p. 63.
[5]
Austin burada şu dipnotu ekler: Sahne
gerisindeki herkesin –ışıkçıların, yönetmenin hatta suflörün-varlığnı inkâr
etmek gibi bir niyetim yok; itirazım yalnız oyunda lüzumsuz kalabalık yaratacak
birtakım işgüzar dublörlere.
[6]
Austin, Söylemek ve Yapmak, s. 46-47.
[7]
Austin, Quand dire, c’est faire, p. 44.